Kitaplardan Hoşunuza Giden Alıntılar

- Uçurumun içine bakarsan, uçurum da senin içine bakar..ne giysem yakışmıyor uçurumdan başka.
- Yoruldum...ve yolun diğer yarısının kaç ettiğini bile bilmiyorum.
- Ve hayat öyle acımasız ki öğretmeden imtihan eder.
- Deliler akıllıların delili midir?
- Keşke hayatımın bazı bölümleri için şunu söyleyebilsem: Bunlar montaj!
-En sadık hayvan hangisi diye sorsalar,serçe derdim.Hiç göç eden serçe gördünüz mü
-Bir acılar panayırıdır dünya.Cennet mutluluğun zirvesi ve cehennem ıslahevi gibidir.


İbrahim Tenekeci / Üzgünlük



*
*
*
*



Ben şiir yazmıyor, dünyayı bir kenara yazıyorum..
`Geçimsiz birinin evinde huzur yoktur, sağlıksız bir kafadan çıkan cümlelerde bunalım vardır. Her şeyin başı sağlıktır, cümlenin de...
`Kiralık evde oturanlar, bir başkasının cümlesinden alıntı yapanlara benzer. Evin tapulu, cümlenin orijinal olanı makbüldür.
İbrahim Tenekeci / Son Düzlük
 
Bir gün bir çocuğa sormuştum, deniz neden tuzludur diye. Babası uzun bir sefere çıkmıştı. Çocuk hemencecik karşılık verdi: Deniz tuzludur, çünkü denizciler durmadan ağlarlar! Neden denizciler böyle çok ağlar ki! Çünkü, dedi, yolculukları bitmez... Onun için de mendillerini hep direklere asıp kuruturlar! Gene sordum: Ya niçin insanlar üzgün olunca ağlar? Çünkü, dedi, daha duru görebilelim diye gözlerin camını ara sıra yıkamak gerek!"


(August Strindberg/Düş Oyunu)
 
Anlamıştım....Ruhumu ateşe veren yazmak değildi ; O , bir türlü yazamadığımdı.....







Cezmi Ersöz - İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme
 
Karar vermiştim ...Artık hiçbir işte çalışmayacaktım , kimseye boyun eğmeyen , hiçbir angaryayı kabul etmeyen , haysiyetli , kişilikli bir aylak olmaya karar vermiştim.



Cezmi Ersöz - İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme
 
Hiçbir yere gidemem ben artık . Çünkü nereye gitsem kendimi götürüyorum .benim için heryer aynı artık..Ha bu şehirde ha güneyde bir balıkçı kasabası...Her yere cehennemimi götürürüm , yeni bir şeye başlayamam ben artık..




Cezmi Ersöz * İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme
 
Anlaşılması çok zordu. Herkes birbirine büyük bir ihtiyaç duyduğu halde , yine de bir araya geldiklerinde birbirlerini boşluğa ve derin bir yalnızlığa itmek için adeta yarışıyorlardı.....





Cezmi Ersöz- İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme
 
Dağa çıkacağım sonunda.
Yanıma şu çocukların adlarını saydığı,
benim bir türlü öğrenemediğim
plastik tabancalardan alıp hepinize su sıkacağım.

Sulayacağım ki çiçek açsın.
İçimizdeki kurumuş odunsu parçalar yumuşasın.


Yıldız Ramazanoğlu/ Kırmızı
 
Çünkü yirmiler bitmiştir. Ne yapacağını bilememenin rüzgarlara kapılıp kendini tanımadığın kıyılarda bulmanın o kıyılardan tekrar kendine dönmeye çalışmanın yaşları yirmiler nihayete ermiştir.
Başka başka adamların ve kadınların peşinden kendinden epey uzaklara gidip sonra o tanımadığın yerlerden kendine dönmeye çalışmadın mı?

Çünkü artık çocuk değilsin. Çocuk kalmak üzerine yapılan edebiyatları koy bir kenara hepsi saçmadır aslında. Büyümek iyidir. Çocuklar insana yakışmayacak kadar acımasız olabilirler. Çocuklar insanlara hak etmedikleri merhametleri gösterebilirler. Çocuklukla ilgili bir tek "şaşırmak yeteneğini" alabilirsin yanına. Almalısın becerebilirsen mutlaka!
Çocuk sanıp seni aslında hiç de çocukça olmayan cümlelerini gürültüye getirmediler mi? Şimdi sen de "büyüklerin" arasındasın sözlerinle onların ağırlığındasın.

Çünkü gövdenin bir rahiyası var artık; yaşadıklarından dolayı ağır ağır birikmiş. Uçuşamayacak kadar ağırsın şimdi. Kendini kaldırıp oradan oraya koymak istediğinde bunu nasıl yapacağını öğrenmiş olduğun için hafif.
Çakılıp kaldığın zamanlarda nereye nasıl gidileceğini varılacağını bilmediğin için donup kalmadın mı kendinin karanlıklarında? Şimdi sen kedine alışıksın. Dibe vuran hallerine sonra nasıl çıktığına alışıksın. Şimdi artık sen kendinin düşmüş ve kalkmış hallerine tanıksın.

Ömrün en güzel yerindesin. Gençliğin tatlılığıyla ihtiyarlamanın bilgeliği arasındaki en tepedeki noktada duruyorsun. İster yine uçuşur ister beğendiğin yerde durursun.Şimdi sen büyük yolculuklara hiç korkmadan çıkabilirsin. Şimdi sen tam kendine göresin.


Ece Temelkuran İçeriden kıyıdan konuşmalar..
 
Kimse kimseye inanmıyordu . Kimse kimseye gelecek için söz veriyordu .Acımak duygusunun içinden nefret , aşkın içinden ürkütücü bir yanlızlık çıkıyordu ...Kibarlığın yanıltıcı tülleri ardında , nedensiz bir şiddet gizliydi....








Cezmi Ersöz - İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme
 
Norveç te benım için şöyle demıssın : Bir kımsenın deneyler yapma yolunda bunca para harcaması için , sözcüğün tam anlamıyla deli olması gerekir . Bunu anlıyorum .: Kişiyi kendın gibi biliyorsun .Yalnızca alırsın sen vermezsin.Kendi mutlulugunu çalma konusunda büyük olmayı becerebilseydin , sana saygı duyardım.Ama küçük , korkak bir hırsızsın sen.Zekisin , ama ruhsal kabızlık cektıgnden , yaratma yetısınden yoksunsun .Bu yüzden Freud un da sana bır kez söyledıgı gıbı bir kemıgı çalıyor , gizlice , yerde sürünerek bir yere tıkıyor , onu orada kemırıyorsun. vermeye gönüllü eliaçık birinin peşini bırakmıyor , onun iliğini kemiğini kurutuyorsun..






Wılhelm Reıch - Dinle Küçük Adam
 
BAYRAĞIMIZI YOLDA BULMADIK
Bayrağımızdaki hilal sayısını bire indiren ve yanına ilk kez yıldızı koyan Sultan III. Selim'dir. Gökten bayrak düşmez, düşse düşse göktaşı düşer. Dahası, biz, yolda tesadüfen bayrağını bulmuş bir millet değiliz. Bayrak reformu yapan III. Selim'in kullandığı yıldız sekiz köşelidir; bu yıldız şekilbiliminde "zafer" anlamına gelmektedir. Yıldızımızı beş köşeli yapan ise Sultan Abdülmecit'tir. Beş köşeli yıldızın ise tek bir anlamı vardır. Bunu anlamak için boy aynasına bakarken bacaklarınızı iki yana açın ve kollarınızı da yere paralel duruma getirin. İşte karşınızda beş köşeli yıldız; "insan". Yani, Ay'a ilk insanı biz gönderdik! Nasıl? Bilgi de güldürüyormuş değil mi? Belden aşağı konuşmadan, küfretmeden de güldürülebilinir. Hem de birilerinin tüm karşı çıkmalarına, alay etmelerine karşı, gülerken de düşünebilir insan... Bayanlar, baylar; bunun da adına "mizah" denir!

Sunay Akın-Ay Hırsızı
 
" Örtmen "hoca" olmamıştı daha...Silgiler kokusuz,domatesler hormonsuzdu.Servis yoktu,okul çıkışında sımsıkı sarılan anneler vardı.Kara tahta fena tozutuyor,beyaz kolalı yaka boğazımı kesiyordu."Şans,talih, kader kısmet 5 kuruşa" satılıyordu.Zenci kızlı Mabel sakızından cemil Turan kartları çıkıyordu.çamlıca gazozunun içine leblebi atıp içince daha eğlenceli oluyordu;kerrat cetveli zor ezberliyordu;yerli malı haftalarında kuru incirle üzüm yeniliyordu,hiçbir şey atılmıyor,onarılıp yeniden giyiliyordu.
Takvimler 1968'i gösteriyordu.
20. yüzyılın en güzeli yıllarından biri başlıyordu,ne yazık,biz bunu bilmiyorduk.

Can Dündar-Kırmızı Bisiklet (Köşe Yazıları)
 
...Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan... "

Peyami SAFA- DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
 
"Yalnızım"

Bunca acı, tek bir söze nasıl sığabiliyordu...

Evet, yalnızım...

Sadece bunu söyleyip susmak isterdim...
Ebediyen susmak. Çünkü canım acıyor.
Konuştukça, arzuladıkça, özledikçe, en kötüsü,
yaşadıkça canım acıyor.



Cezmi Ersöz/Şizofren Aşka Mektup​
 
Aşk artık bir hikâyedir


"Küntü kenzen mahfî" (Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim), Aşk Hadisi, sahihliği tartışmalı olsa da sufi geleneğin etrafında döndüğü mihveri verir. Gelenek aşk etrafında döner çünkü.

Onun varlığı, müfredatı, sanatı, estetiği aşk olmaksızın izah edilemez.

Gerçi burada söz konusu edilen ve Kur'an'da adı ya da müştaklarının geçmediğine zahidlerce sürekli dikkat çekilen aşk, ruhun, dünyevi gerçekliğin kayıtlarından alabildiğine sıyrılarak maveraî gerçekle yüz yüze geldiği cezbe halini işaret eder. Böyle bir aşk insanı ancak kendi ezel gerçeğiyle yüzleştirir, sılasından bir hatıra verir. Bu itibarla da dünyevi olması mümkün değildir.

Ancak dünyevi aşkın da, sıradan insanı bile gündelik gerçeğinden, görünür hacminden, genelgeçerinden geçirerek başkalaştırdığı, kendi ruhuna tanık tuttuğu gerçeğine binaen içerdiği anlam o denli yüce, gösterdiği şey o denli hakiki, tecrübe ettirdiği şey o denli aşkın'dır ki. Bir ucu göklerde ama bir ucu da yerde olsa bile, üzerinde daima bir günah bulaşığı taşısa, daima bir sicil bozukluğu, ciddi bir şaibe içerse de. Beşeri aşkın da cezbenin ilk adımı, ilâhi aşka açılan yolun başlangıcı, o kıyametin küçük çapta bir tecrübesi olarak sufi gelenekte belli bir anlayışla karşılandığı, bir tebessüm, hiç olmazsa manalı bir sükûtla geçiştirildiği de muhakkaktır. Kalp talim etmektedir handiyse. Nasip ve gayret yolun geri kalanını nasılsa belirleyecektir. Çünkü aşk, güzellik karşısında ilgisiz kalamama halidir.

Aşkın güzellikle kaynayan ondan neşet eden bir hal olduğu da "Küntü kenzen mahfî" hadisinde zahirdir. Gizli Güzellik görünmek bilinmek istemiştir madem. Zât'ın kendisine duyduğu aşktır bu. Öyleyse güzellik esastır, aşk, onun görünür kılınabilmesi için bir vasıta. Bir bakıma mutlak güzelliğin işlevsel kılınabilmesi aşkla sağlanmıştır.

Hal böyleyken dünyevi lisanda aslolan hangisidir? Aşk mı güzellik mi?

Güzellik olmazsa aşk olmaz. Ama güzellik de ancak aşkla ol'ur. Veysel'in "Güzelliğin on par'etmez/ Bu bendeki aşk olmasa" dizelerinin "Anılmazdı Veysel adı/ O sana âşık olmasa" dizeleriyle tamamlanması tesadüfî değildir.

Aşk mı güzellik mi?

Aşkın, kaza menziline varması kaçınılmaz olan ve pek çok feda durağına uğrayan yolunda geriye ne kalırsa odur aslolan.

Bu yolculukta, küçük sandalı fırtınalı denizde savrulan kazazede batmamak için safralarını atmaya başlar. Önce kıymetsizleri gözden çıkarır, kaybı fazla eksiklik doğurmayacak olanları. Ardından fedası biraz can yakanları. Ardından fedası ciddi ciddi zor olanları. Sandal hafifler biraz. Ama kaza işte. Şakası yok. Yetmez. Bu kez kendi içine döner kazazede. Gözlerini kendi ağırlıklarına çevirir. Sıra asıl safralara, asıl ağırlıklara gelir. Hangi yanlarını sakatladığını, hangi cihetinden eksileceğini, köreleceğini düşünmeksizin bile, kendisine en ağır gelenleri bir bir fedaya başlar. Benliğinin en büyük parçalarını, ben'ini ben yapan asıl uzuvları gözden çıkarır, sıralı sırasız değil, sırasıyla.

Büyük hesaplaşma! Çünkü feda ettikleri, ben zannettiği ne varsa, onlardır aslında. An gelir: Belâ aşktan büyüktür, Allah hepsinden, hisseder. O zaman, aşka dair yitirdiği inancın bütün öfkesi ve zilletiyle, aşkı, fırtınalı denizin karanlık sularına, olabildiği kadar derine fırlatır atar. Sözde bir feda değildir bu. Öyle bir yere gelip dayanır ki orada, Safiye Erol'un kanla yazdığı gibi, artık kendimi affetsem, diyebilirse ruhunda bir aff-ı umumi fırtınasının koptuğunu hissedecektir. İşte o anda bile feda edilemeyen ne varsa, geriye ne kalmışsa, "O benim işte".

Feda edemediği, vaz geçemediği tek duygu, kala kala kendisine saf güzellik duygusu kalmıştır. Lâkin ağırdır güzelliğin "bi başına" taşınması, bu sandal batacaksa güzellikle, güzellikten batacaktır. Şimdengerü ona da razıdır.

Belki de güzellik, çirkinlikten şikâyeti, o feryâdı kesme hâlidir "Kahrın da hoş lütfun da hoş" algısı, masum bir cehaletin işareti değilse böyle bir ıztırabın görkemli neticesidir. Ve orada artık aşk da sadece bir hikâyedir.

Nazan Bekiroğlu
 
Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu , yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi ?

Yeraltından Notlar / Dostoyevski
 
İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarrca okunan,yoksa ilk satır arayışları mı tekrar be tekrarlanan? Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mıydı sevgiydi gerçekten yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı ?
Sevgi bir acıydı herhalde;bir kederdi, kah hüzünle ,kah mutlulukla hatırlanan..




İskender Pala - Kitab-ı Aşk

 
Ben kendimi bir mağarada ömür boyu yaşamaya, acı veren ve “suçlu bir zevkle” mahkûm ettiğim için, onu sonsuza dek hatırlamaya ve ruhunda konuk olmaya mecbur olduğumu hiç bilmiyordur






(Kırk yılda bir gibisin: Cezmi ersöz)
 
Bütün teessürlerimiz, düş kırıklıklarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadk, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne geleceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür? '

'Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş...'

'İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işer teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkca birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.'



Kürk MAntolu Madonna SABAHATTİN ALİ
 
Eğer tümüyle ortadan yok olmuş olsa , bütün dünyayı gezip onu aramaya razısınızdır. Ama aradığınız önünüzde durmaktadır ve o , sizin araığınız değildir.
Onu arayabileceğiniz başka biryer de yoktur.Sevdiğiniz insan sevmediğiniz insanın içindedir.
Çaresizliklerin en insafsızıdır bu...





Ahmet Altan - İçimizde bir yer
 
Geri
Üst