Kitaplardan Hoşunuza Giden Alıntılar

Kazancakis’in Zorba’sının en sevdiğim cümlesi, “İnsanız affet.” Madam Ortans ölüm döşeğindeyken Girit’in ileri gelenlerinden biri geliyor,
“Bugüne kadar senin hakkında ileri geri konuştuysam kusura bakma, insanız affet,” diyor. Ölüm döşeğindeki ihtiyar bir fahişeye söylüyor bunu.
Onun affetmesi mühim çünkü. Tanrı zaten affeder, konsepti bu, bağışlayıcı olmak. Ama en güçsüz olanın konsepti bu değil, onun elinde tek silah var, affetmemek.

Emrah Serbes
 
İki insan tanışıp birbirine aşık olunca ani bir büyü dalgası yaşanır.Büyü o zaman doğal olarak mevcuttur. Daha fazlasını üretmeye çalışmadan , bu bedava büyü ile beslenme eğilimi gösteririz. Bir gün uyanır , büyünün kaybolduğunu görürüz. Onu geri getırmek için debeleniriz ama genellıkle artık çok geç kalınmıştır , hepsini tüketmişizdir. Yapmamız gereken , ta baştan itibaren ilave büyü üretmek için delice çalışmaktır . Bunu yapmayı hatırlayabılırsek eğer aşk'ı da kalıcı kılma şansını yakalayabiliriz....''





Ağaçkakan
 
Prensese göre , bir insanın neden sigara içtiği muammaydı...Dört elementten sadece üçü tüm yaratıklar tarafından paylasılır ama ateş yalnızca insanoğluna bağışlanmıs bır hediyeydı. Ateşe canımız o anda yanmadan en çok sigara içerek yakın olabiliriz..Sigara içen herkes tanrıların ateşini çalıp eve götüren Promethus un cisimleşmiş halidir. Güneşin gücünü elde etmek , cehennemı etkısız kılmak , o ilk kıvılcımla özdeslesmek , yanardağın iliğini emmek için sigara içeriz..Peşinde olduğumuz tütün değil , ateştir. Sigara içerken bir çeşit ateş dansını , yıldırım kadar eski bir ritüeli icra ederiz. ''



Ağaçkakan
 
İki insan tanışıp birbirine aşık olunca ani bir büyü dalgası yaşanır.Büyü o zaman doğal olarak mevcuttur. Daha fazlasını üretmeye çalışmadan , bu bedava büyü ile beslenme eğilimi gösteririz. Bir gün uyanır , büyünün kaybolduğunu görürüz. Onu geri getırmek için debeleniriz ama genellıkle artık çok geç kalınmıştır , hepsini tüketmişizdir. Yapmamız gereken , ta baştan itibaren ilave büyü üretmek için delice çalışmaktır . Bunu yapmayı hatırlayabılırsek eğer aşk'ı da kalıcı kılma şansını yakalayabiliriz....''



Ağaçkakan
 
Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. İnsan öldürme eğilimlerini kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler, kabuslarını cesetlerle doldururlar. Mutlak bir mahkeme önünde, bir tek melekler beraat ederdi. Zira başka bir varlığın ölümünü –en azından bilinçsizce- dilememiş bir varlık hiç olmamıştır. Her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya arzuların yüzeyine yansıtılmış olması da pek mühim değildir.

S.56
 
'' Çok iyi anladım ki, ihtiyacım olandan fazlasına ihtiyacım yok. fazla olan her şey, fazlasını vermeme neden oluyor. daha lüks bir evde oturmak için fazladan mesai yapmak zorunda kalmak istemiyorum. daha fazla harcayabilmek için, istemediği işte çalışan biri olmak istemiyorum ''

Bin yüz Bir insan
 
Chuck Palahnıuk'tan...

"İnsanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. Ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini, bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun ne yaptığının kaydının yapıldığını düşünün. Hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmadı, satın alınabilenler hariç. Lunaparka gitmek, film izlemek gibi. Ama yine de bunlar sahte heyecanlardı. Dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. Büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırıldı. Gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. Gerçek mutluluk yok. Gerçek heyecan yok. Eğlence, keşif, buluş yok. Bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar.Gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. Her şey berbat bir hal almadığı sürece yoluna da girmeyecek. Keşfedilmemiş tek alan, elle tutulamayanların dünyasıdır. Bunu dışındaki her şey çok sıkı örülmüştür. Çok fazla kanunun içinde hapsolmuş durumdayız
 
"..gelmiş geçmiş bahar yağmurları, yaz sıcakları bu sevdanın tanığıdır. Rüzgarın sevgisini göstermek için yapraklara ihtiyacı vardır. Sadece sevgisini göstermek için mi? şiddetini, acımasızlığını, öfkesini göstermek için de.. Zavallı yapraklar bu delişmen aşığın her halini, hiç seslerini çıkarmadan, vefakar bir sevgili gibi çeker.."
-Aşk Köpekliktir // Ahmet Ümit-
 
Eskiden beni gerçekten sevmiş bir kadının sözleri aklıma geldi:
"Daha çok erken! İçme!"
Ve benim kendisine verdiğim yanıtı düşündüm. Hep aynı yanıt.
"Şu an saat bir yerlerde gece yarısını geçti bile!"


Hakan GÜNDAY, Kinyas ve Kayra(Sf.167)
 
"Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma. Herkes kağıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz."
 
Şimdi biliyorum ki bütün bu mektuplar, kızlarla ilişkiler, bana ingilizce! Öğretmenleri, çingene modeller, ''iyi niyetli'' asistanlar, ''uzaklardan gelen tam yetkili elçiler.'' Yalnızca birer flört ve aslında sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz ve bu yüzden sayısız serüven yaşıyoruz, kapıları çarpıyoruz, lanetler okuyoruz, hakaretler ediyoruz; bütün bunlara karşın birbirimizi daima seveceğiz...

Bütün bunlar, birlikte yaşadığımız yedi yıl boyunca sürekli tekrarlandı, yaşadığım bütün öfke nöbetleri sadece, sonunda seni canımdan çok sevdiğimi anlamama hizmet etti; yine anladım ki, beni aynı ölçüde sevmesen bile, bir şekilde seviyorsun. Öyle değil mi?
Daima bunun sürmesi umudunu taşıyacağım, bu bana yeter...

Diego'ya / 23 temmuz 1935

Frida Kahlo
 
Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.
 
"..biz bile bilemeyiz çoğu zaman neyi neden hissettiğimizi. ismi konmadığı zaman daha çok hoşumuza gider bazı şeyler. kontrolümüz altında olduğunu düşünüyoruz belki bu şekilde, bilemiyorum. ya da sadece o kadarını istiyoruz. iltifatlar, imayla ifade edilen hoşlanmalar. bazen bunun ötesini istemiyor olabiliriz. bunun ötesine geçince ne yapacağını bilemiyor olabiliriz. ne bileyim belki de böyle değil belki de böyle..."

Marcel Proust
 
Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gördüm. Ama çevremde olup biteni kaçırmak ve yanımdan akıp giden hayat nehriyle yüzümü yıkamamak da bana aptalca geliyordu. Bu nedenle evde çok az zaman geçirmeye ve sokaklarda yaşamaya başladım. Fahişeleri keşfettim.Silah kullanmayı öğrendim. Poker oynamaya devam ettim. Kitap okumayı bıraktım. Artık en ufak boş zamanımda kilometrelerce uzakta olan bir kasabaya trenle gidip, birkaç kadehten ve caddelerini arşınladıktan sonra evime dönüp uyuyordum.İnsanlardan istediğim ölçülerde, ilgilendiğim alanlarda yararlanıyordum. İlişkilerim kontrolüm altındaydı. Kimseyi kendime fazla yaklaştırmıyordum. Dünyayı, hayatı olduğu gibi kabul ediyor ancak bütün bunların dışında da bir gerçeğin olması gerektiğinin üzerine yoğunlaşıyordum.

Hakan Günday - Kinyas ve Kayra
 
Ah! Yollara çıkmak lazım şimdi... Geride tükenmez krizler, nafile rutinler, virane ilişkiler bırakarak yelkenleri şişirmek lazım...

Doldurup bavula ertelenmiş coşkuları, rüzgârları sırtlamak, martıların peşine düşüp asfalt bilmez topraklara koşmak lazım...

Serseri bir şişede imzasız bir mektup olupmeçhul kıyılara vurmak lazım...

Kış bastırdıkça baharın izini sürmek lazım...

Unutulmuş paslı bir hançer gibi çekilmek kınından ve yollarasürtündükçe yeniden bilenip ışımak lazım...

Ah! Gökten yıldız yağıyordur oralarda;dallar hazdan kırılıyordur. Şimdi uzaklarda olmak lazım...

Can Dündar / Uzaklar
 
... Namussuzluğunuzu kağıtlarla , mahkeme kararlarıyla ispat etsem , bu kez de hangi yaşam şartlarından dolayı böyle olduğunuzu anlatır , sonunda günahlarınızı ya devlete , ya millete, ya da çocukluk psikolojinize bağlarsınız.
Nasıl olsa bir kılıf bulursunuz , ( şüphem yok ) yeteneklerinizi biliyorum.
Namuslu kalmak suçmuş (anladım ).
Suçlu biziz ... ( inandım )
Beş parmağın beşi bir değil..
Ama hepsi aynı koldan ilerliyor ( harikasınız !)
Namuslu kalmanın özrü yoktur. Namus en ince zardan yapılmıştır ki tamir edilemesin . Ama modern cerrahinin yardımlarıyla onu da dikmeyi başardınız siz.

Şimdi dikiş izlerinizden çiğerlerinizi okuyor ve onları yazıyorum diye bana kızıyorsunuz.

Yılgın Türkler / B. Akyürek
 
"Aramızda dört ayaklıları (hayvanları) temsil etmek üzere delegeler göremiyorum. Kartallar için ayrılmış yer göremiyorum. Onları unuttuk, artık kendimizi en üstün güç olarak görüyoruz. Halbuki kainatın küçük bir parçasıyız biz. Yerimizi bilmemiz gerekiyor.Dağ ilekarınca arasında, işte arada bir yerde duruyoruz. Bize akıl verildiğinden beri bütün yaratıkları koruyup kollamak bizim sorumluluğumuzdur. Madenler, hayvanlar, kuşlar, hepsi daima iyilik üzerine yaşam sürerler. Onlar saftırlar, hata yapmazlar. Sadece bizler, biz iki ayaklılar hata yapabiliriz."

Oren Lyons /
(Eylül 1977'de Cenevre Birleşmiş Milletler Konferansı'nda Yaptığı Konuşmadan.)
 
'' Mahallenin kasabı vardır, sizi pek sever. Bazı günler köftelik kıyma istersiniz de, “Bugünkü etim size uymaz” der. Pek hoşunuza gider. “Delikanlı kasap” dersiniz. Balıkçınız vardır, o günkü balık da size uymaz ama sizden gayrisine o balığı kakalar. O balıkçı da delikanlıdır. Size kıyak yapıp, başkalarına ihanet edenleri pek seversiniz ''
 
(Bu toplumu haklı çıkarmadan ölmenin bir yolunu bulmalıyım diye düşünüyorum. Akciğer kanserinden ölsem çok sigara içiyordu diyecekler. Sirozdan ölsem çok içki içiyordu diyecekler. Araba çarpsa, herhalde hafif içkiliydi, şoför haklıdır diyecekler. Türkiye’de intihar da edilmez. İlaç ve içki şişelerinin kapakları açılmaz, su gelmeyebilir, havagazı gelmeyebilir, tren vaktinde gelmez, atamazsın kendini altına )
 
' Sen o sırada birdenbire şarkı söylemeye başladın . Zavallı , biçare ben , artık ne yapabilirdim ki ! Şarkı söyleyişin dans edişinden de güzeldi . Kaçıp gideyim dedim ama nafile . Olduğum yere mıhlanmış , perçinlenmiştim sanki ..''
 
Geri
Üst