Leke
Altın Üye
- Katılım
- 25 Haz 2005
- Mesajlar
- 9,652
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
Gitmek veya kalmak
Fazıl Say için en güzel yazılardan birini dün Mehmet Barlas yazdı. Küçük bir bölümünü sizlerle paylaşayım:
Fazıl Say’a kızıp “gidersen git” demek çok yanlıştır... Doğru olan “Fethullah Gülen neden Türkiye’de değil ve onun anti-tezi olan Fazıl Say da kendini Türkiye’de neden rahat hissetmiyor” sorusuna cevap aramaktır.
***
Siyasetten öte başka sebepler de var.
Mesela trafikten bunalıp “yaşanmaz bu ülkede” diye bağırdığımız anlar yok mu?
Arabayla çukura düşünce ya da dere kenarındaki evleri sel basınca “nerde bu devlet” diye sormuyor muyuz?
Uzun beyaz donlular sahilleri bastığı zaman ya da hanzolar piknik ateşiyle yangın çıkarınca acaba hangi duygulara kapılıyoruz? Maçlardaki çirkin görüntüler bizi kahretmiyor mu? Dünya
çapındaki cerrahımız Gazi Yaşargil, sanki sırf askerlik yapmamak için mi yıllarca İsviçre’de kaldı? Bu mümkün mü?
***
Yâni, hadise yüzde 70 / yüzde 30 meselesi değildir. Hadise yüzde 47 / yüzde 53 meselesi de değildir.
Esasen irtica görüntüleriyle alaturkalık birbirine karışmıştır. Apronda deve kestiren adam görevden niye alındığını hâlâ anlayamıyor. Çünkü o, iyi bir iş yaptığına inanıyor... Öyle ki, deve kesilirken fotoğrafları bizzat kendi çektirip Basın’a dağıtıyor. Badem bıyık / beyaz çorap / ve gevrek ses, aynı kategoride değerlendirilmesi gereken bir alâmet-i farika oldu.
Ne yapalım?
Vaktiyle Stalin Bıyık / Parka dönemi de yaşadık.
***
Bu da geçer.
Yeter ki Fazıl Say’lar çoğalsın. Hepsi piyanist olmasa bile birer medeni insan olsun.
Olsun ki çıta yükselsin.
Eminim ki Fazıl Say’ı çıldırtan şeylerden biri de televizyonlarda “Sanat adına” sergilenen rezilliklerdir. Yâni çok sebep var.
Bu durumda ona “ya sev, ya terk et” diyemeyiz. Ama asla bizi terk etmeyeceğini biliriz.
Çünkü biz, yağmur ve toprak kokan bu memlekete mecburuz. Aynı zamanda meftunuz.
Güzellikleri o kadar çok ki.
( RauF TamEr 18 Aralık 2007 )
Bu Ülkeyi TerK Etmek
Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘son vatan haini’ ilan edilen Fazıl Say’a kucaklayıcı (!) bir yanıt verdi: ‘Güçlü bir Türkiye olacağız muhakkak. Bu ülkenin sanatçısı, bu ülkeyi terk etmez. Bu ülkenin topraklarında doğan, bu ülkenin topraklarında kalır.’
Hatırlarsanız; Bekir Coşkun’a da benzer bir çıkış yapmıştı.
Bu mantığa göre Orhan Pamuk, bu topraklarda ölmesi zorunlu olan bir yazar!..
Tersten bakalım: Başbakan’ın gözünde, yurtdışında yaşamaya hak kazanan Türkler de var... Dünya Bankası’nda çalışan Bilal Erdoğan gibi. Genç Erdoğan, istese bu ülkede kariyer yapabilirdi. Ömer Tayyip de Washington’da dünyaya geldi. Torun Erdoğan, bu topraklarda doğmadığına göre, onun da Türkiye’de yaşama zorunluluğu yok.
Coca-Cola’nın en tepesine getirilen ve Başbakan’ın bizzat tebrik ettiği Muhtar Kent, bir başka örnek... O da kariyerine 1978’de, Atlanta’da başladı.
Bir de Fethullah Gülen var, bu ülkenin topraklarında doğup Utah’ta yaşayan. Onun durumu ayrı tabii, zorunluluktan.
Unutmadan: Türbanla üniversiteye gidemediği ‘bu ülkenin topraklarında’ yaşa(ya)mayanlar da var. Gariptir, pek çoğu üniversiteyi bitirdikten sonra da oralarda kalmayı tercih ediyor. Ama bu hanımlar, sanatçı değil. Dolayısıyla Başbakan’ın gözünde, bu toprakları terk etmelerinde mahsur yok herhalde.
Koşullar farklı olsa da kimsenin kimseye ‘bu toprakları terk edemezsin, burada kalmak zorundasın’ demeye hakkı yok. Hele demokrasiyle yönetilen, hoşgörü, inanç ve fikir özgürlüğünün olduğu söylenen bir ülkede, siyasi liderler kimin, nerede yaşayacağına karar veremez!
İster sanatçı olsun, ister öğrenci, ister köylü...
İKİYÜZLÜLÜK
Başbakan’ı eleştirirken, Say’ın çıkışını da masaya yatıralım. Say gibi, AKP iktidarından ve bununla birlikte ortaya çıkan kültürden rahatsız bir kesim var. Bu tepkiyi ayıplamak değil, anlamaya çalışmak gerekir.
Garip olan, ‘laik’ kesimin Say’ı ‘kendi ülkesine hıyanet etmedi, satmadı’ diye övmesi. ‘Rejim değişiyor, herkes türbanlı oluyor’ deyince mübah oluyor da, Türkiye’de milliyetçiliği, hukuku, insan haklarını eleştirince ne oluyor? Eğer Say, ‘sanatçı duyarlılığıyla’ çıkıp ‘bu ülkede hür düşünceye ve inanca saygı kalmadı, bu yüzden kaçıyorum’ deseydi, acaba nasıl tepki alacaktı?
Bir kesimin yaşam tarzının değişmesinden çok daha vahim sorunlar ve olaylar önümüzde.
Peş peşe sıralayalım:
1.5 Şubat 2006. Trabzon’da Rahip Santoro kilisesinde vuruldu. Sanık O.A. (17), 18 yıl, 10 ay hapse mahkum edildi. Cinayeti tezgahlayanlar ise sır.
2.19 Ocak 2007. Yazar Hrant Dink, Şişli’de öldürüldü. Tetikçi O.S (17) hapiste. Cinayetin öncesi ve sonrasında, güvenlik görevlilerinin görevi suiistimal, ihmal ve delilleri gizleme suçlarını işlediği iddiaları ise ‘araştırılıyor’. Dink cinayetinin, Santoro cinayetiyle bağlantısı olduğu iddiası havada kaldı.
3.18 Nisan 2007. Malatya’da 3 misyoner, zanlının ifadesine göre ‘hatur hutur’ kesildi. Katliamda ihmal ve suiistimal iddiaları konuşuluyor. Dava dosyasından çıkan bilgiler, Dink cinayetiyle büyük benzerlikleri ortaya koydu.
4.16 Aralık 2007. İzmir’de pazar ayini sırasında Rahip Franchini, yine 19’luk bir genç tarafından bıçaklanarak yaralandı.
Son saldırı, münferit bir vak’a gibi dursa da gerçek şu: O çok övündüğümüz hoşgörüden eser kalmadı. Din adamlarının, farklı görüşleri olan insanların hayatının tehlikede olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Taşralılaşmadan, muhafazakârlaşmaktan çok daha korkunç ve bu ülkeyi ‘terk edilesi’ kılan, bu olaylardır.
Yok, yok.... Güçlü bir Türkiye olacağız, orası muhakkak...
( Mehveş Evin 18 Aralık 2007 )
Fazıl Say için en güzel yazılardan birini dün Mehmet Barlas yazdı. Küçük bir bölümünü sizlerle paylaşayım:
Fazıl Say’a kızıp “gidersen git” demek çok yanlıştır... Doğru olan “Fethullah Gülen neden Türkiye’de değil ve onun anti-tezi olan Fazıl Say da kendini Türkiye’de neden rahat hissetmiyor” sorusuna cevap aramaktır.
***
Siyasetten öte başka sebepler de var.
Mesela trafikten bunalıp “yaşanmaz bu ülkede” diye bağırdığımız anlar yok mu?
Arabayla çukura düşünce ya da dere kenarındaki evleri sel basınca “nerde bu devlet” diye sormuyor muyuz?
Uzun beyaz donlular sahilleri bastığı zaman ya da hanzolar piknik ateşiyle yangın çıkarınca acaba hangi duygulara kapılıyoruz? Maçlardaki çirkin görüntüler bizi kahretmiyor mu? Dünya
çapındaki cerrahımız Gazi Yaşargil, sanki sırf askerlik yapmamak için mi yıllarca İsviçre’de kaldı? Bu mümkün mü?
***
Yâni, hadise yüzde 70 / yüzde 30 meselesi değildir. Hadise yüzde 47 / yüzde 53 meselesi de değildir.
Esasen irtica görüntüleriyle alaturkalık birbirine karışmıştır. Apronda deve kestiren adam görevden niye alındığını hâlâ anlayamıyor. Çünkü o, iyi bir iş yaptığına inanıyor... Öyle ki, deve kesilirken fotoğrafları bizzat kendi çektirip Basın’a dağıtıyor. Badem bıyık / beyaz çorap / ve gevrek ses, aynı kategoride değerlendirilmesi gereken bir alâmet-i farika oldu.
Ne yapalım?
Vaktiyle Stalin Bıyık / Parka dönemi de yaşadık.
***
Bu da geçer.
Yeter ki Fazıl Say’lar çoğalsın. Hepsi piyanist olmasa bile birer medeni insan olsun.
Olsun ki çıta yükselsin.
Eminim ki Fazıl Say’ı çıldırtan şeylerden biri de televizyonlarda “Sanat adına” sergilenen rezilliklerdir. Yâni çok sebep var.
Bu durumda ona “ya sev, ya terk et” diyemeyiz. Ama asla bizi terk etmeyeceğini biliriz.
Çünkü biz, yağmur ve toprak kokan bu memlekete mecburuz. Aynı zamanda meftunuz.
Güzellikleri o kadar çok ki.
( RauF TamEr 18 Aralık 2007 )
Bu Ülkeyi TerK Etmek
Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘son vatan haini’ ilan edilen Fazıl Say’a kucaklayıcı (!) bir yanıt verdi: ‘Güçlü bir Türkiye olacağız muhakkak. Bu ülkenin sanatçısı, bu ülkeyi terk etmez. Bu ülkenin topraklarında doğan, bu ülkenin topraklarında kalır.’
Hatırlarsanız; Bekir Coşkun’a da benzer bir çıkış yapmıştı.
Bu mantığa göre Orhan Pamuk, bu topraklarda ölmesi zorunlu olan bir yazar!..
Tersten bakalım: Başbakan’ın gözünde, yurtdışında yaşamaya hak kazanan Türkler de var... Dünya Bankası’nda çalışan Bilal Erdoğan gibi. Genç Erdoğan, istese bu ülkede kariyer yapabilirdi. Ömer Tayyip de Washington’da dünyaya geldi. Torun Erdoğan, bu topraklarda doğmadığına göre, onun da Türkiye’de yaşama zorunluluğu yok.
Coca-Cola’nın en tepesine getirilen ve Başbakan’ın bizzat tebrik ettiği Muhtar Kent, bir başka örnek... O da kariyerine 1978’de, Atlanta’da başladı.
Bir de Fethullah Gülen var, bu ülkenin topraklarında doğup Utah’ta yaşayan. Onun durumu ayrı tabii, zorunluluktan.
Unutmadan: Türbanla üniversiteye gidemediği ‘bu ülkenin topraklarında’ yaşa(ya)mayanlar da var. Gariptir, pek çoğu üniversiteyi bitirdikten sonra da oralarda kalmayı tercih ediyor. Ama bu hanımlar, sanatçı değil. Dolayısıyla Başbakan’ın gözünde, bu toprakları terk etmelerinde mahsur yok herhalde.
Koşullar farklı olsa da kimsenin kimseye ‘bu toprakları terk edemezsin, burada kalmak zorundasın’ demeye hakkı yok. Hele demokrasiyle yönetilen, hoşgörü, inanç ve fikir özgürlüğünün olduğu söylenen bir ülkede, siyasi liderler kimin, nerede yaşayacağına karar veremez!
İster sanatçı olsun, ister öğrenci, ister köylü...
İKİYÜZLÜLÜK
Başbakan’ı eleştirirken, Say’ın çıkışını da masaya yatıralım. Say gibi, AKP iktidarından ve bununla birlikte ortaya çıkan kültürden rahatsız bir kesim var. Bu tepkiyi ayıplamak değil, anlamaya çalışmak gerekir.
Garip olan, ‘laik’ kesimin Say’ı ‘kendi ülkesine hıyanet etmedi, satmadı’ diye övmesi. ‘Rejim değişiyor, herkes türbanlı oluyor’ deyince mübah oluyor da, Türkiye’de milliyetçiliği, hukuku, insan haklarını eleştirince ne oluyor? Eğer Say, ‘sanatçı duyarlılığıyla’ çıkıp ‘bu ülkede hür düşünceye ve inanca saygı kalmadı, bu yüzden kaçıyorum’ deseydi, acaba nasıl tepki alacaktı?
Bir kesimin yaşam tarzının değişmesinden çok daha vahim sorunlar ve olaylar önümüzde.
Peş peşe sıralayalım:
1.5 Şubat 2006. Trabzon’da Rahip Santoro kilisesinde vuruldu. Sanık O.A. (17), 18 yıl, 10 ay hapse mahkum edildi. Cinayeti tezgahlayanlar ise sır.
2.19 Ocak 2007. Yazar Hrant Dink, Şişli’de öldürüldü. Tetikçi O.S (17) hapiste. Cinayetin öncesi ve sonrasında, güvenlik görevlilerinin görevi suiistimal, ihmal ve delilleri gizleme suçlarını işlediği iddiaları ise ‘araştırılıyor’. Dink cinayetinin, Santoro cinayetiyle bağlantısı olduğu iddiası havada kaldı.
3.18 Nisan 2007. Malatya’da 3 misyoner, zanlının ifadesine göre ‘hatur hutur’ kesildi. Katliamda ihmal ve suiistimal iddiaları konuşuluyor. Dava dosyasından çıkan bilgiler, Dink cinayetiyle büyük benzerlikleri ortaya koydu.
4.16 Aralık 2007. İzmir’de pazar ayini sırasında Rahip Franchini, yine 19’luk bir genç tarafından bıçaklanarak yaralandı.
Son saldırı, münferit bir vak’a gibi dursa da gerçek şu: O çok övündüğümüz hoşgörüden eser kalmadı. Din adamlarının, farklı görüşleri olan insanların hayatının tehlikede olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Taşralılaşmadan, muhafazakârlaşmaktan çok daha korkunç ve bu ülkeyi ‘terk edilesi’ kılan, bu olaylardır.
Yok, yok.... Güçlü bir Türkiye olacağız, orası muhakkak...
( Mehveş Evin 18 Aralık 2007 )