Cuma Hutbeleri

Kurban Bayrami !!

İL : İSTANBUL
AY-YIL : ARALIK 2008
TARİH : 08.12. 2008 (KURBAN BAYRAMI)


بسم الله الرحمن الرحيم

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَفَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ

قال النبى صلى الله عليه وسلم
قال النبى صلى الله عليه وسلم:
\\\"مَاعَمِلَ اَدَمِيٌّ مِنْ عَمَلٍ يَوْمَ النَّحْرِ اَحَبَّ اِلىَ اللهِ مِنْ اِحْرَاقِ الدَّمِ\\\".


KURBAN BAYRAMI

Muhterem Müslümanlar!


Bugün Allah’ Teâla’nın biz müminlere bahşettiği iki önemli bayramdan birisi olan Kurban Bayramını idrak etmenin sevinç ve coşkusunu yaşamaktayız. Bu gün bir taraftan hac için mukaddes mekanlarda bulunan kardeşlerimiz ‘hacı olmanın’ heyecanını yaşarken diğer taraftan yer yüzündeki yüz milyonlarca müslüman bir kurban bayramına daha kavuşmuş bulunmanın mutluluğu ile camilere koşmakta ve Bayram namazını eda etmenin huzurunu yaşamaktadır.

Kurban Bayramı günleri imkanı olan müslümanların Allah Teâla’nın ihsan ettiği sayısız nimetlere karşı bir şükür ifadesi olarak kurban kestiği günlerdir. Yüce Rabimiz, “Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes”(1) buyurarak kurban kesilmesini istemiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Ademoğlu kurban bayramında Allah için kurban kesmekten daha güzel bir iş yapmış olamaz”(2) hadisi ile kurban kesmenin önem ve faziletini ifade etmişler ve kurbanlarını keserek biz ümmetine örnek olmuşlardır.

Değerli Kardeşlerim!


Her ibadetin yerine getirilmesinde olduğu gibi kurban kesiminde de ihlas ve samimiyet önemlidir. Kur’an-ı Kerim’de “O kurbanların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz, fakat O’na sizin takvanız ulaşır”(3) buyrularak kurban ibadetinde takvanın önemine dikkat çekilmiştir. Kurban kesmek, et ihtiyacının karşılanmasından ziyade bu ibadeti yerine getiren müslümanın takvasını, Allah Teâla’ya saygısını göstermesi itibari ile önemlidir. Ayrıca kurban kesmek bir müslümanın yeri geldiğinde Allah için malını ve canını feda edebilme, imkanlarını başkaları ile paylaşabilme hasletine sahip olduğunun da göstergesidir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetine uygun bir şekilde kesilen kurbanlarda hayvan haklarının ihlali söz konusu değildir. Zira kâinattaki bütün nimetler meşru bir şekilde faydalanmaları için Allah Teâla tarafından insanlara bahşedilmiştir. Ayrıca Dünyanın her yerinde ve her gün hayvan kesilmekte et tüketilmektedir. Üstelik sene içerisinde kesilen milyonlarca hayvan etinden ancak imkanı bulunanlar istifade edebilirken kurbanda fakirlerin evlerine de et girmektedir.

Kıymetli Müminler!

Kurbanı keserken Hz. İbrahim’in Rabbine olan sadakatini, Hz. İsmail’in fedakarlığını Hz. Hacer validemizin teslimiyetini düşünelim. Kurbanlarımızı kesmek için temiz ve uygun mekanlar seçelim. Çevre temizliğine ve toplum sağlığına dikkat edelim. Kurbanlarımıza eziyet etmeden kesmeye özen gösterelim. Kendimiz yapamıyorsak kurbanlarımızı ehil kimselere kestirelim.


Aziz Müminler!

Bayramlarımız bizlerin mutlu olduğu, özellikle çocukların sevindirildiği, akraba ve komşuların gözetildiği, misafirlerin ağırlandığı, hastaların ziyaret edildiği, kısaca millî ve manevî değerlerimizin yaşatıldığı müstesna günlerimizdir. Bu değerleri yaşatalım; bu hususta nesillerimize iyi örnek olalım.

Bayramlarımızın içini boşaltmayalım; sıradan bir tatil gününe dönüştürmeyelim. Bayram vesilesi ile insânî ve İslâmî değerlerimize sahip çıkalım. Ailemizde ve toplumuzda bayramlarımızı coşkulu bir şekilde kutlayalım. Böylece çocuklarımız, gençlerimiz ve insanlarımız yabancı kültürlerin tesirinde kalıp, onların bayramlarına özenmesinler. Birbirlerimizin bayramlarını tebrik etmenin yanında örf ve adetlerimize uygun olarak küçükleri sevelim ve sevindirelim, büyüklere hürmet gösterip, onları ziyaret ederek hayır dualarını alalım, dargınları barıştırıp, kabirleri ziyaret edelim. Bu yüce erdemlerle kutlayacağımız bayramlar bizim dinî ve millî kimliğimizi oluşturan hasletlerimizdendir.
Hutbemi bitirirken bayramın dördüncü günü ikindi namazı da dahil olmak üzere her farz namazdan sonra okumamız gereken teşrik tekbirlerini hatırlatır, bayramınızı tebrik eder, ülkemize, İslam âlemine ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini Hz. Allah’tan niyaz ederim.



(1) Kevser 108/1,2
(2) Tirmizi, “Edâhî”, 1
(3) Hac 22/37


Dr. Hasan Gümüşoğlu
İstanbul Merkez Vaizi
 
İslam' da can güvenliği

İl: İSTANBUL
TARİH: 12.12. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم

İSLÂM’DA CAN GÜVENLİĞİ​

Muhterem Müslümanlar!
Cenâb-ı Hak kainat içinde insanı en mükerrem varlık olarak yarattığını, onu şan şeref sahibi kıldığını, yeryüzünün halifesi tayin ettiğini bildirmiş ve insanın hizmetine nice nimetler vermiştir.

Keremi, rahmet ve mağfireti bol olan Rabbimiz, insana akıl vermiş, kılavuz olarak peygamberler göndermiştir. Yüce dinimiz, Cenâb-ı Hakk’ın en güzel şekilde yarattığı insanın can, mal, akıl, din ve namus güvenliğini ‘dokunulmaz’ olarak kabul etmiştir.

Ünlü İslâm âlimi İmam Mâverdi bundan yaklaşık olarak binsene önce yazdığı bir kitabında “güvenlik en mutlu hayat, adalet en güçlü ordudur” der. İnsan, her şeyden önce kendisinin ve sevdiklerinin can güvenliğinin olmasını ister.

İnsanların helakini değil hidayetini esas alan yüce dinimiz, iyi müslümanı “başkasına emniyet bahşeden, elinden ve dilinden müslümanın zarar görmediği, şerrinden emin olunan insan” şeklinde tarif eder. [1]

Kıymetli Kardeşlerim!

İslam hiçbir şeklide başkalarının haklarına tecavüze izin vermemiş, zulüm ve şiddeti tasvip etmemiştir. Bu prensibin bir gereği olarak dinimiz, insanların can emniyetini tehlikeye atmayı ve fitne fesat çıkarmayı büyük günahlardan saymıştır.
Kur’an-ı Kerim bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanlığın öldürülmesi olarak kabul etmiştir.[2] Konuya dair ayetlerde şu ifadeler yer alır: “Allah, zalimleri sevmez!”[3], “Her kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir.[4] “Müminler o kimselerdir ki, Allah ile beraber başka bir ilâha dua etmezler, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahının cezasını bulur, kıyamet gününde azabı kat kat verilir ve onlar aşağılanmış olarak devamlı azapta kalırlar!”[5]

Peygamber Efendimiz (a.s) ise bu hususta şöyle buyurur: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez!”[6] “Allah nezdinde, bir müslümanın öldürülmesi dünyanın yok olmasından daha vahim bir hadisedir.[7] “Bize karşı silah çeken bizden değildir”[8]. ‘Hiç şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız, namuslarınız dokunulmazdır. Benden sonra birbirinin boynunu vuran/cana kıyan kafirler (gibi) olmayın!’ [9]

Aziz Cemaat!
Ayet ve hadislerde görüleceği üzere insan yeryüzünün en muhterem ve saygın varlığıdır. Düşüncesi, rengi, ırkı ne olursa olsun, neticede hepsi Allah’ın kuludur. İnsanların insan olmaları hasebiyle kendilerine bahşedilen haklarını tehdit edici her türlü faaliyet fitne ve fesat olarak görülmüş, fitnenin ise cana kıymaktan daha büyük günah olduğu ifade edilmiştir.[10]

Bu açıdan Peygamber Efendimizin (as) şu hadisi ne kadar dikkat çekicidir: “Helak edici yedi şeyden uzak durun. Bunlar, Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, haksız yere cana kıymak, tefecilik yapma, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara zina iftirası atmaktır.[11]

Değerli Müminler!
Peygamberimiz (s.a.v), “siz yer yüzündekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin” buyurmuştur. [12] Bu noktada bize düşen görev, ben müminim dedikten sonra İslam’ın tarif ettiği yolda istikamet üzere yaşamaktır.[13]
Yüce Rabbimiz, malımızı, canımızı ve bütün değerlerimizi tehdit edenlere karşı cümlemizi muhafaza eylesin. Ülkemizi ve İslam alemini kargaşa, fitne ve fesattan korusun!

[1] Riyazü’s-Salihîn, VI, 436, h. no: 1515.
[2] Kur’an, Maide, 32.
[3] Kur’an, Şurâ, 40.
[4] Kur’an, Nisa, 93.
[5] Kur’an, Furkan, 68-69.
[6] Riyazü’s-Salihîn, II, 182, h. no: 227.
[7] Tirmizi, Diyât, 7.
[8] Buhari, Fiten, 7.
[9] Buhari, Fiten, 8.
[10] Kur’an, Bakara, 191.
[11] Buhari, Vasâyâ, 23
[12] Tirmizi, Birr, 16; Riyazü’s-Salihîn, VI, 308, h. no: 271
[13] Müslim, İman, 62;




İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​




İl: İSTANBUL
AY-YIL: ARALIK, 2008
TARİH: 19.12. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

قال النبى صلى الله عليه وسلم
اَلنِّكَاحٌ مِنْ سُنَّتِى فَمَنْ لَمْ يَعْمَلْ بِسُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي

İSLAM’DA AİLE

Muhterem Müslümanlar
Aile toplumun temeli ve huzurun kaynağıdır. Birbirlerine akrabalık bağı ile bağlı bireylerin karşılıklı hak ve vazifelerine riayet ederek sağladıkları huzur, aynı zamanda toplumsal huzurun da kaynağını oluşturmaktadır. Bu nedenle dinimiz, evliliği teşvik etmiş, aile yapısının sağlam olmasına büyük önem vermiş, Peygamberimiz (sav) de bu hususta bizlere en güzel örnek olmuştur.

Dinimiz, evliliğe büyük önem vermiş ve aile için yapılan her harcamayı, verilen her emeği de sadaka olarak kabul etmiştir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Kaynaşmanız için size kendi (cinsinizden) eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de Allah”ın(varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır”.[1] Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Bir kimsenin harcadığı paraların en değerlisi ailesinin ihtiyaçlarına harcadığı paradır”.[2] “Bir kişi Allah’ın rızasını umarak ailesinin geçimini sağlarsa, harcadıkları onun için bir sadaka yerine geçer.”[3]

Aziz Mü’minler

İnsan sosyal bir varlıktır, yalnız başına yaşama imkanına sahip değildir. Herkesin bir eşe, bir yoldaşa mutlaka ihtiyacı vardır. Hayatın her safhasında bu ihtiyacı herkes mutlaka hissedecektir. Son 50-60 yıldır aileyi önemsemeyen, bundan dolayı da aile hayatından mahrum olan toplumlar, şimdi kaybettikleri aile yuvasını yeniden inşa etmek için çırpınmakta, bunun için büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Ancak temeli sevgi ve saygı gibi manevi değerlere dayanan bu mukaddes kurumun, yalnızca maddi imkanlarla ayağa kaldırılması ve yeniden inşası da mümkün olmamaktadır.

Değerli Mü’minler
Aile hayatında insanlar için sayısız nimetler vardır. İnsan aradığı ve fakat hiçbir yerde bulamadığı huzuru ancak aile ortamında bulabilir. Çocuk sahibi olmak ve tarifi imkansız evlat sevgisini tatmak bile başlı başına bir büyük nimettir. Huzur ve mutluluğu ailede değil de meşru olmayan yerlerde arayanlar yanıldıklarını bir süre sonra anlıyorlar.

Ailede huzur ve mutluluk, aile bireylerinin hep birlikte üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerine bağlıdır. Bilhassa aile büyükleri, öncelikle kendi davranışları ile çocuklarına örnek olmalıdırlar. Anne-babanın birbirleriyle iyi geçinmeleri, edep, terbiye, sevgi, saygı, ve güzel ahlak kurallarına uymaları, küçük bireyler için örnek olmaları bakımından önem arz etmektedir.

Değerli Müslümanlar
Günümüzde evlilik yaşı her geçen gün daha da ilerlemektedir. Kimi yerlerde bu yaş neredeyse kırkı bulmaktadır. Boşanma sayısındaki artış da işin diğer bir yönünü teşkil etmektedir. Ne var ki bu husus toplumsal ahlak ve aile kurumu açısından kaygı verici bir durumdur. Bu gidişatın önüne geçmek fert ve toplum olarak hepimizin görevidir. Bunun için de önce evlenmeleri ve yuva kurmaları konusunda gençlerimize ve dullarımıza yol göstermeli ve yardımcı olmalıyız. Aile ortamında huzursuzluk yaşayan, bundan dolayı da boşanma noktasına gelmiş eşlerin problemleriyle ilgilenmeli, dertlerine çareler bulmalıyız.

Hutbemi Rasûlullah’ın (s.a.v.) bazı hadisleri ile bitiriyorum: “Evlenmek benim sünnetimdendir. Benim sünnetim ile amel etmeyen benden değildir”[4]“Allah’ın en sevmediği helal, boşanmaktır”.[5]



[1] Rum, 20.
[2] Müslim, Zekat, 38.
[3] Buhari, İman, 41.
[4] İbn Mace, Nikah, 1.
[5] Ebu Davud, Talak, 3.


Kamil Abdullahoğlu
Bağcılar İlçe Vaizi​
 
MİLLÎ ve MANEVÎ DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM

İL : İSTANBUL
AY-YIL : ARALIK-2008
TARİH : 26.12.2008 (4. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم

وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ {1}




Muhterem Müslümanlar!
Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamasını ve millî kimliğiyle tarih sahnesinde yer almasını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu değerleri gelecek kuşaklara aktardığı oranda varlıklarını sürdürürler. Tarih, bize millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip millî şahsiyetlerini kaybedenlerin dünya coğrafyasından silinip yok olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlâk ve millî değerleri yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler.

Değerli Müslümanlar!
Yüce dinimizle millî kültürümüz adeta bütünleşmiş ve dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedakârlığın geliştirilmesinde, toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin ve millî kültürümüzün katkısı büyüktür. Özellikle genç kuşakları bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü gençlerin dinî ve ahlâkî değerlerden uzaklaşmaları, örf ve adetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzağına düşmelerine yol açmaktadır.




Bu itibarla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi, millî, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba eğitimci ve toplum olarak hepimizin görevidir. Nitekim Yüce Allah, dinî ve ahlâkî prensiplere sahip çıkarak kimlik ve şahsiyetimizi korumamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “İşte bu din, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder” [1]. Sevgili Peygamberimiz (a. s.) de bizleri ahlâkî çöküntüye neden olabilecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak başka milletlerin örf ve adetlerini benimsemekten sakındırmıştır.
Aziz Müslümanlar!
İnsanların meşruiyet ölçüleri içinde eğlenmeleri tabiî ve insanî bir ihtiyaçtır; dinimiz açısından bunda bir sakınca yoktur. Ancak bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı altında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları millî ve dinî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca millî ve manevî değerlerimize ters bu tür eğlence ve adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır. Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya çalışalım. Dinî ve millî değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim.
Allah cümlemizi rızasına uygun olmayan işlerden muhafaza buyursun.
________________
[1] En’âm, 6/153.



Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 31.12.2004 tarihli hutbesidir.
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : OCAK-2009
TARİH : 02. 01. 2009


بسم الله الرحمن الرحيم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم

اَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضاَنَ شَهْرُ اللهِ الْمُحَرَّمُ

HİCRET VE MUHARREM AYI

Muhterem Müslümanlar,

Geçtiğimiz 29 Aralık Pazartesi günü, Hicrî takvime göre 1 Muharrem’de Hicrî 1430 yılına girdik. Hicrî Takvimin ilk ayı olan muharrem ayının İslam tarihinde ayrı bir yeri vardır. Bu ayın birici günü Hicri yılbaşı, onuncu günü de “âşûrâ” günüdür.
Yüce Rabbimiz, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, kimileri de toplumsal baskı altında tutulmuşlardır.
Mekkeli müşrikler de bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimize tâbi olup kurtuluşa ermek yerine, ona akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. Ona kucak açmak, onunla insanlık onurunu elde etmek yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini gören Kâinatın Efendisi ve ona iman eden mü’minler Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret ettiler.


Değerli Mü’minler
Hicrette bizler için alınacak birçok ibret ve ders var, Her şeyden önce hicret; İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret; İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret; imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, eşten, dosttan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. Günümüzde de bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın yeniden aydınlığa çıkması, ancak hicretle başlayan ve yeşeren imanî ve insanî değerlerin, tekrar hayat bulması ile mümkündür.


Muhterem Mü’minler

Muharrem ayının onuncu günü “aşura” günüdür. Rasulullah (s.a.v) Medîne'ye hicret ettikten sonra bu günü oruç tutarak geçirmiş, mü’minlere de o gün oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.[1] Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimizin tavsiyesi üzerine bu oruç tutula gelmiştir [2]. Sünnete uygun olan bu orucu yalnız onuncu günü değil, bir öncesi ya da bir sonrası ile tutmaktır.

Muharrem ayındaki diğer önemli bir konu Peygamber (sav)’in sevgili torunu Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’ten kadın, çoluk-çocuk 70 kişinin bu ayda hunharca şehid edilmesidir. Tarih boyunca bütün Müslümanları kedere boğan bu elim olay bugün de hepimizin yüreğini dağlamaktadır. Bu Muharrem ayı vesilesiyle Kerbelâ felaketini yeniden hatırlayıp bu acı tecrübeden ders almalıyız. Bu ve benzeri olaylar karşısında, sağduyulu hareket ederek Allah ve Peygamber sevgisi etrafında kenetlenmeliyiz. Hz. Peygamberi, onun aile fertlerini ve ayırım gözetmeksizin bütün ashabı sevmek hepimizin müşterek heyecanı olmalıdır. İyi bilelim ki, huzurlu bir toplum halinde yaşayabilmek, Yüce Dinimizin bize öğrettiği karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı kardeşliği, birlik ve beraberliği korumakla mümkündür.
Hutbemi Yüce Rabbimizin bu konudaki emriyle bitiriyorum; “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”[3]

Hicrî yılbaşınız mübarek olsun. Hicrî 1430 yılının ülkemiz, âlem-i islâm ve bütün dünya için huzur ve barış yılı olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.

“Bu arada Gazzeli kardeşlerimizin acılarını paylaşıyor, bu katliamın bir an önce son bulmasını diliyorum.”

[1] Müslim, Sıyam, 38.
[2] Buhari, Savm, 69.
[3] Al-i İmran, 3/103.



Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 04.02.2005 ve 03.02.2006 tarihli hutbelerinden derlenmiştir.
 
Hİcret Ve Muharrem Ayi !!

İL : İSTANBUL
AY-YIL : OCAK-2009
TARİH : 02. 01. 2009 (1. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم


وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :


اَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضاَنَ شَهْرُ اللهِ الْمُحَرَّمُ



HİCRET VE MUHARREM AYI

Muhterem Müslümanlar!

Geçtiğimiz 29 Aralık Pazartesi günü, Hicrî takvime göre 1 Muharrem de Hicrî 1430 yılına girdik. Hicrî Takvimin ilk ayı olan muharrem ayının İslam tarihinde ayrı bir yeri vardır. Bu ayın birici günü Hicri yılbaşı, onuncu günü de âşûrâ günüdür.

Yüce Rabbimiz, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, kimileri de toplumsal baskı altında tutulmuşlardır.

Mekkeli müşrikler de bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimize tâbi olup kurtuluşa ermek yerine, ona akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. Ona kucak açmak, onunla insanlık onurunu elde etmek yerine; O nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini gören Kâinatın Efendisi ve ona iman eden mü minler Miladi 622 yılında Mekke den Medine ye hicret ettiler.


Değerli Mü minler

Hicrette bizler için alınacak birçok ibret ve ders var, Her şeyden önce hicret; İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret; İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret; imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, eşten, dosttan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. Günümüzde de bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın yeniden aydınlığa çıkması, ancak hicretle başlayan ve yeşeren imanî ve insanî değerlerin, tekrar hayat bulması ile mümkündür.

Muhterem Mü minler !

Muharrem ayının onuncu günü aşura günüdür. Rasulullah (s.a.v) Medîne ye hicret ettikten sonra bu günü oruç tutarak geçirmiş, mü minlere de o gün oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.[1] Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimizin tavsiyesi üzerine bu oruç tutula gelmiştir [2]. Sünnete uygun olan bu orucu yalnız onuncu günü değil, bir öncesi ya da bir sonrası ile tutmaktır.

Muharrem ayındaki diğer önemli bir konu Peygamber (sav) in sevgili torunu Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt ten kadın, çoluk-çocuk 70 kişinin bu ayda hunharca şehid edilmesidir. Tarih boyunca bütün Müslümanları kedere boğan bu elim olay bugün de hepimizin yüreğini dağlamaktadır. Bu Muharrem ayı vesilesiyle Kerbelâ felaketini yeniden hatırlayıp bu acı tecrübeden ders almalıyız. Bu ve benzeri olaylar karşısında, sağduyulu hareket ederek Allah ve Peygamber sevgisi etrafında kenetlenmeliyiz. Hz. Peygamberi, onun aile fertlerini ve ayırım gözetmeksizin bütün ashabı sevmek hepimizin müşterek heyecanı olmalıdır. İyi bilelim ki, huzurlu bir toplum halinde yaşayabilmek, Yüce Dinimizin bize öğrettiği karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı kardeşliği, birlik ve beraberliği korumakla mümkündür.

Hutbemi Yüce Rabbimizin bu konudaki emriyle bitiriyorum; Hep birlikte Allah ın ipine (Kur an a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.[3]

Hicrî yılbaşınız mübarek olsun. Hicrî 1430 yılının ülkemiz, âlem-i islâm ve bütün dünya için huzur ve barış yılı olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.

Bu arada Gazzeli kardeşlerimizin acılarını paylaşıyor, bu katliamın bir an önce son bulmasını diliyorum.





[1] Müslim, Sıyam, 38.
[2] Buhari, Savm, 69.
[3] Al-i İmran, 3/103.



Diyanet İşleri Başkanlığı nın 04.02.2005 ve
03.02.2006 tarihli hutbelerinden derlenmiştir.
 
Kalpler karşılıklı =)
Saniyeler fark etti sanırım
 
o kadar çok vaaz varki hangi birini okuyacağımı şaşırdım ALLAH hepinizden razı olsun.....
 
Birlik Ve Beraberlik

TARİH: 09.01. 2009

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ

و قال النبي صلي الله عليه وسلم
المؤمن للمؤمن كا لبنيان يشد بعضه بعضا

BİRLİK VE BERABERLİK

Muhterem Müslümanlar!

Tevhit Dini olan İslam’ın değerli mensupları, bahtiyar müminler,

Bir saadet güneşi olarak doğan İslamiyet, renkleri dilleri ve kökenleri ayrı olan insanları aynı inanç etrafında birleştirmiş, kin ve düşmanlıkları ortadan kaldırarak, dünyamıza, insanlığa gerçek anlamda huzur ve barışı getirmiştir. Esasen İslam kelimesinin bir anlamı da “Barıştır” . Bu sebeple Müslüman huzur ve barış içinde yaşayan insan demektir. Huzur ve barış içinde olmak; birlik ve beraberliğimizi pekiştirmekle mümkündür.

Dinimizdeki ibadetlerin bir gayesinin de Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği oluşturmak olduğunu görürüz. İşte cemaatle namaz bunun en güzel örneğidir. Cami “toplayan, birleştiren” demektir. Orada tek kubbe altında saflar halinde günde beş defa Allah’ın evinde niçin toplandığımızı bir düşünelim. Saflarımızı sıklaştırıp omuzlarımızı birleştirerek gösterdiğimiz beraberliğimizi, kalplerimizi ve gönüllerimizi de birleştirerek göstermeliyiz. Hac ibadetinin en büyük gönül, fikir ve hareket birliği olduğunu kim inkar edebilir.!

Aziz Müminler!

Müslümanları bölüp parçalamak için İslam’ın ilk yıllarından itibaren fitne ve fesat hareketleri başlamış, çeşitli şekillere bürünerek bulaşıcı bir hastalık gibi günümüze kadar gelmiştir. Bugün ise, bizleri savaş alanlarında yenemeyen ve bizimle bir daha savaşmayı göze alamayan şer güçler, çirkin emellerine ulaşabilmek için, ülke içinde her türlü fitne ve fesat tohumları ekerek, milletimizi içten çökertmeye çalışmaktadırlar.

Tarih şahittir ki, inançları sarsılmış, dinî ve millî değerleri yıkılmış, birlik ve beraberliği yok olmuş milletlerin ayakta durduğu görülmemiştir. O halde aynı imanı taşıyan, aynı dine inanan, aynı Kur’an-ı okuyan aynı kıbleye yönelen ve aynı Peygamberin yolundan giden biz Müslümanlar, Millet olarak birlik içinde olmalıyız.. Bu sadece millî bir görev değil, aynı zamanda çok büyük dinî bir sorumluluktur.

“Bölünüp parçalanmayın”(1) diyen ilâhî bir kitabın mensupları olduğumuzu, “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır”(2) diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu, “Milletimin ayrılığa düşmesi kabrimin köşesinde bile beni rahatsız eder” diyen bir ecdadın torunları olduğumuz unutmamalıyız.

Değerli Kardeşlerim!

Birlik ruhu içinde hareket eden atalarımız, tarih boyunca büyük işler başarmış, Vatanımıza ve milletimize yönelen tehlikeleri bu sayede etkisiz hale getirmişlerdir. Milletçe karşılaştığımız güçlükleri bu gün aynı anlayışla bertaraf etmek için yüce Rabbimizin şu ayetine kulak vermeliyiz: “Allah’a ve onun Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, yoksa gevşersiniz, kuvvetiniz dağılıp gider”. (3) Aynı vatanda bin yıl yan yana iç içe, birlikte kardeşçe yaşadık. Bundan sonra da aynı şekilde yaşamaya devam edeceğiz.

Muhterem Müminler!

Yıllardır ortadoğu’da yaşanan kaos, mahrumiyet ve acılar, son günlerde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve yüzlerce sivil ve masum insanın öldürülmesi ile yeni bir boyut kazanmış, kirli bir güç gösterisine ve katliama dönüşmüştür. Dünya ile irtibatı kesilen, böylece en temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılarak, neredeyse sefalet içerisinde yalnızlığa terk edilen Filistinli Müslüman kardeşlerimiz bir insanlık dramı yaşamaktadır. Çağdaş dünyanın gözü önünde cereyan eden, aralarında yaşlı, hasta, çocuk ve kadınların da bulunduğu yüzlerce insanın ölümüne, binlercesinin de yaralanmasına, ev ve işyerlerinin yerle bir olmasına sebep olan bu çirkin saldırı, sağduyu ve vicdan sahibi herkese insanlık adına büyük bir mahcubiyet yaşatmaktadır.

Tarihte her zaman mazlum milletlerin yanında yer alan aziz milletimiz, bu duruma kayıtsız kalmayarak duyduğu rahatsızlığı değişik vesilelerle ortaya koymuş ve her türlü insani yardım konusunda seferber olmuştur. Bu çerçevede Türkiye Diyanet Vakfı da bugün namazı müteakip yurt genelinde bütün camilerden yardım toplama kampanyası düzenlemiştir. Kampanya bir hafta boyunca devam edecektir. İlgili banka hesap numaraları Başkanlığımız Web sayfasında, Müftülüklerde ve cami girişlerinde duyurulmuştur. Yapacağımız bu yardımlar mazlum Filistinli kardeşlerimizin ihtiyaçlarına harcanacaktır.

Cenab-ı Hak yardımlarınızı yüce katında kabul eylesin.
En kısa zamanda bu insanlık dramının sona ermesini nasib eylesin.
Müslümanlar arasında birlik, beraberlik ve yardımlaşmayı daim eylesin.



1-Âl-i İmrân, 3/103.
2-Keşfü’l-Hafa c.1, s..333.
3-Enfâl, 8/ 46.


İstanbul Müftülüğü​
 
Tarih: 16.01. 2009


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ​

لقد كان لكم في رسول الله اسوة حسنة لمن كان يرجو الله واليوم الاخر وذكر الله كثيرا

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم

أكرموا اولادكم واحسنوا ادبهم


İSLAM’DA ÇOCUK TERBİYESİ

Muhterem Müslümanlar

Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği sayısız nimetlerden birisi de gönül meyvelerimiz ve ciğerparelerimiz olan evlatlarımızdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde (2), Rasulullah (s.a.v.) da hadis-i şeriflerinde bizlere birçok nasihatte bulunmuş, güzel örnekler sunmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çocuğa gösterdiği özeni ana rahmine düşmeden evvel başlatır 3, doğum ile de devam ettirirdi. Yeni doğan bir çocuğun kulağına ezan okur, güzel bir isim verir, akika kurbanı keser, başını tıraş ederek saçlarının ağırlığında gümüş tasadduk eder, onlar için hayır duada bulunurdu 4.

Değerli Kardeşlerim


Efendimizin çocuklarla olan bu ilgisi hayatın diğer alanlarında da devam ederdi. Bazen çocuklar onun yanına gelir, bazen de o çocukların yanına giderdi. Bu, kimi zaman onlara olan özlemin giderilmesi, kimi zaman bir ziyaret, kimi zaman da onların bir ihtiyacı için olurdu. Rasul-i Ekrem (s.a.v.) çocukları bağrına basar, öper, omzuna çıkarır, sırtına alır, bineğine bindirir, sofrasına çağırırdı 5. Hatta sokakta çocukların oyununa katılırdı. Onları temiz olmaya teşvik eder, sır saklamayı öğretirdi 6.

“Evladım! Elinden gelirse hiçbir zaman kimseye karşı kin ve düşmanlık besleme” diyerek çocuklara kin ve düşmanlık beslememeyi öğrettiği gibi, onları başkasının hakkına tecavüzden de sakındırırdı 7.

“Evladım! Evine girdiğin zaman evde bulunanlara selam ver. Bu hem sana, hem onlara bereket getirir 8” buyurarak çocuklara evlere giriş adabını da öğretirdi. Sohbet toplantılarında çocuklara da yer verir, onları beraberinde davetlere ve hasta ziyaretlerine 9 götürürdü. Çocukları iş başarmaya alıştırır, ilim öğrenmeye özendirirdi. Rasulullah (s.a.v.), kız çocuklarına ayrı bir önem verir, onların yetiştirilmeleri ve himaye edilmelerini özel olarak teşvik ederdi. Nitekim bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Kimin üç kız kardeşi yahut iki kızı, yahut iki kız kardeşi olur da onlara güzel davranır, onlar hakkında (yani onlara kötülük etmemek konusunda) Allah’tan korkarsa cenneti kazanmış olur.”10

Aziz Mü’minler!

Rasulullah (sav)’in asr-ı saâdeti iman, ahlak, edep, ilim ve amel üzerine kurulmuştur. Bizler de onun kurduğu ve yaşadığı asr-ı saâdeti yeniden kurmak ve yaşamak; onun nâil olduğu dünyevî ve uhrevî nimetlere nâil olmak istiyorsak, çocuklarımıza onun gibi davranmak, onun gibi örnek olmak zorundayız. Geleceğimiz olan evlatlarımızın zihinlerini ilim, gönüllerini maneviyat, hayatlarını edep ve ahlâk ile süslemeli, hayatın her alanında başarılı olmayı öğretmeliyiz.
Ulu Rabbimiz cümlemize, ahlâklı, faziletli, hayırlı ve başarılı nesiller ihsan eylesin!

Değerli Müslümanlar,

Ne yazık ki üç haftadır Gazze’de bir katliam uygulanıyor; çocuk kıyımı yaşanıyor. Bildiğiniz gibi bu vahşete dünyada en büyük tepkiyi de milletimiz ve devletimiz gösteriyor. Geçen Cuma günü Türkiye çapında camilerde büyük bir yardım kampanyası düzenledik. İstanbul olarak Filistinli kardeşlerimiz için beş milyona (yani beş trilyona) yakın yardım ettik. Rabbim cümlenizden razı olsun. Böylece maddi yardım görevimizi yaptık.

Önümüzdeki hafta da mânevi görevimizi yapacağız. İstanbul Müftülüğü olarak beş yüz Kur’an kursumuzda hatimler okutacağız. Önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece, akşam ile yatsı arasında üç bini aşkın camimizin hepsinde cemaatimizle birlikte hatimler okuyacağız, dualar edeceğiz. Evet, Filistinli şehitlerimizin ruhları için, yaşayanların da zulümden kurtulmaları için Yüce Rabbimize niyaz edeceğiz. Bu maksatla bütün İstanbulluları, önümüzdeki Perşembe günü, akşam ile yatsı arasında camilerimize davet ediyoruz.


[1] İbn Mace, Sünen, Edeb, 2.
[2] Kehf, 46; Ahzab, 21.
[3] Buhari, Be’dü’l-halk, 11.
[4] Buhari, Buyu, 49; Tirmizi, Udhiyye, 15, 18; Ebu Davud, Edeb, 61;
[5] Demir, Bekir, Hz. Peygamber ve Çocuk Eğitimi, İst., 2002, s. 40.
[6] Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 145; Ebu Davud, Tereccül, 12.
[7] Tirmizi, İlim, 95; Ebu Davud, Salat, 26.
[8] Tirmizi, İsti’zan, 10.
[9] Buhari, İlim, 14; Buyu’, 30; Buhari, Merdâ, 15.
[10] Tirmizi, Birr, 13.




Dr. Pehlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi/Fatih​
 
Kibir

TARİH : 23. 01. 2009

بسم الله الرحمن الرحيم
كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ

قال النبى صلى الله عليه وسلم
لَاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ
مِنْ كِبْرٍ

Değerli Müminler!


Müslümanın ahlâkî kişiliğine yakışmayan; Allah, Peygamber ve iyi insanlar katında kişinin değerini düşüren olumsuzlukların başında kibir denilen kötü huy gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de kibir kavramı, “bir kimsenin ululuk taslaması, kendisini başkalarından üstün görmesi”; daha özel olarak da “inançsızların müslümanları küçümseyerek onların inandıklarına inanmaması, gittikleri yoldan gitmemesi” anlamında kullanılmaktadır. Âyetlerde bildirildiğine göre ilk kez şeytan, kendisinin Âdem’den daha üstün olduğunu ileri sürerek Allah’ın buyruğuna karşı gelmiş, bu da onun ilâhî rahmetten mahrum bırakılmasına sebep olmuştur. [1]

İslâm inancına göre gerçek anlamda büyük ve ulu olan yalnız Allah’tır. Bu sebeple kulun kibirlenmesi, öncelikle Allah’a karşı saygısızlıktır. Kibir, insanın adalet, şefkat ve sevgi gibi üstün duygularını zedelediği, muhakeme düzenini bozduğu için Kur’ân-ı Kerîm’de, “İşte böylece Allah, kibirlilik taslayan her zorbanın kalbini mühürler” buyurulmuştur. [2]

Ünlü İslâm âlimi Ebü’l-Hasan el-Mâverdî’nin “Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn” [3] isimli önemli eserindeki şu açıklamalarını dikkatle dinleyelim, aziz müslümanlar: Mâverdî özetle diyor ki: Kibir bütün kötülüklerin en tehlikelisidir. Kibir insanlar arasında kin doğurur, toplumsal kaynaşmayı baltalar, dostların gönüllerine nefret sokar. Bu yüzden Resûlullah efendimiz, “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez”[4] buyurmuşlardır. İmam Gazâlî, ölümsüz eseri “İhyâu ulûmi’d-dîn”de, bu hadîs-i şerîfi hatırlattıktan sonra, şu açıklamaları yapar: Kibir cennete girmeye engeldir; çünkü kibirli insan, kendisi için sevdiğini, kendisi için istediğini din kardeşleri için de sevip istemez. Kibirde benlik iddiası bulunduğundan, böyle biri alçakgönüllü olamaz. Kibirlenen insan, egoist olması yüzünden kin, öfke ve kıskançlık duygularından da kendisini kurtaramaz; hakka razı olmaz, faydalı öğütleri dinlemeye tahammül edemez, kimseyi beğenmez. Kibirlenen kişi, kendisini hep büyük ve üstün gördüğü için bu sahte üstünlüğünü ispatlamak maksadıyla başkalarına zulüm ve haksızlık yapmaktan da çekinmez.

Aziz cemaat,

Kibir duygusunun, özet olarak ifade ettiğimiz zarar ve tehlikelerinden dolayı, Kur’an ahlâkı ile terbiye edilmiş olan aziz Peygamberimiz, kibirlenmekten nefret ederdi; kendisine aşırı iltifat edilmesine asla razı olmazdı; meclislerde boş bulduğu yere otururdu. Hastaları, dostlarını, komşularını ziyaret eder; zayıflara, yoksullara, kimsesizlere, yetimlere özel bir ilgi gösterirdi. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yerdi. Yiyeceklerini çarşıdan kendisi taşırdı. Hayatı boyunca bu güzel huyları öteki müslümanlara da kazandırmak için uğraşan Resûl-i Ekrem efendimiz şöyle buyururlar: “Allah bana, kimsenin kimseye karşı kibirlenmeyeceği şekilde, hepinizin alçakgönüllü olması gerektiğini bildirdi.”[5] Tevazu örneği Peygamber efendimizin üstün ahlâk ve faziletlerinden uzak kalanlar, kendisinden de uzak kalırlar.

Ne mutlu ahlâk ve fazilette aziz Peygamberimiz yakın olanlara!..


[1] Bakara 2/34; A‘râf 7/12.
[2] Mü’min 40/35.
[3] s. 231.
[4] İbn Hanbel, Müsned, IV, 134.
[5] Müslim, “Cennet”, 16.


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
çok sağlam olmuş ya hakkatten emeğine sağlık :clap
 
Umre

TARİH : 30. 01. 2009​



...وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ


UMRE​

Muhterem Müslümanlar!


Allah’a ve gönderdiği dine inanan insanın, yaratıcısına karşı sorumluluğu “ibadet” kavramı ile ifade edilir. Bu ibadetlerden biri de, “Umre”dir.

Umre kelimesi, “ziyaret etmek” anlamına gelir. Dini bir terim olarak ise Umre; “Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında Sa’y yapmak ve traş olup ihramdan çıkmak suretiyle yerine getirilen ibadet”tir. Allah Teâlâ okuduğum ayet-i kerime’de “haccı ve umreyi Allah için tamamlayın”1 buyurmaktadır.

Hacca gitme imkânı bulabilen kardeşlerimiz hac ile birlikte umre yapmaktadır. Ancak Suudi Arabistan’ın koyduğu sınırlama sebebiyle isteyen her vatandaşımızın hac ibadetini yerine getirmesi mümkün olamamaktadır. Geçen sene ülkemizde hac için kayıt yaptırıp, uygulanan bu kota nedeniyle mukaddes topraklara gidemeyen vatandaşlarımızın sayısı yaklaşık yediyüz bin’dir. İşte hacca gitme imkânı bulamayan kardeşlerimiz için, hac sezonu dışında yapılan umre seyahatleri önem arz etmektedir.

Muhterem Mü’minler!

Kul olarak hepimizin geçmişte birtakım eksiklerimiz, hatalarımız, günahlarımız var. Muhakkak ki bunları işlememiş olmayı çok isterdik. Ama bizim inancımızda ümitsizliğe kapılmak yoktur. Tövbe ederek günahlardan kurtulmak mümkündür. İşte mânevi dünyamızda yeni bir pencere açmak, hayatımızda olumlu gelişmelere zemin hazırlamak, geçmişte içine düştüğümüz yanlışların ve günahların ağır yükünü atabilmek, kalben ve fikren arınmak ve hayatımızda tertemiz bir sayfa açabilmek için umre büyük bir fırsattır. Sevgili peygamberimiz de “Umre, diğer bir umre ile arasındaki günahları siler”2 hadisi şerifi ile bu müjdeyi bizlere vermiştir.

Günahlardan arınma isteğinin yanında, umre seyahatini bizim için önemli kılan bir başka husus da o kutsal mekânlara duyduğumuz özlemdir.

Yüce Rabbimiz “Şüphesiz âlemler için bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulan ilk ev elbette ki Mekke”de olandır”3 mealindeki âyet-i kerimesi ile Mekke’yi mukaddes kılmıştır. Sevgili peygamberimiz de doğduğu, kendisine ilk vahyin nazil olduğu, ömrünün elli yılını geçirdiği, her bir köşesinde hatıralarının hâlâ tazeliğini koruduğu, ümmeti uğruna nice çileler çektiği, Medine’ye hicret ederken hüzünle geriye dönüp, “ey Mekke! Senden ayrılmak mecburiyetinde bırakılmasaydım seni asla terk etmezdim” diye seslenmiştir. “şehirlerin anası” Mekke”yi ziyaret etmenin, binlerce km. uzaklardan yöneldiğimiz Kâbe’ye dokunabilmenin özlemini çekiyoruz.

“Ay doğdu üzerimize veda tepelerinden,
Şükür gerekli bizlere, Allah’a dâvetinden” nidaları arasında sevgili peygamberimize kucak açan, vefatından sonra da peygamberimizi ve binlerce Sahabe’yi ebediyen bağrına basan, her sokağında bir sahabenin selamını duyacakmış gibi olduğumuz nurlu Medine’yi ziyaret etmenin, sevgili peygamberimize gidip ona selam vermenin, onunla dertleşmenin, onunla asr-ı saadet’i yaşamanın, onun secde ettiği yere secde etmenin, minberde hâlâ onun hutbe okuduğunu düşünmenin, Hz. Bilal-i Habeşî’nin müezzinlik yaptığı, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın Hz. Ali’nin ve diğer sahabelerin saf tutup namaz kıldığı yerlerde saf tutup, namaz kılmanın hayali ile yaşıyoruz. İnşallah muradımıza nail oluruz.

Muhterem Kardeşlerim!

Diyanet İşleri Başkanlığımız sizi özlemlerinize ve hayallerinize kavuşturmak, bu yolculuk esnasında sizlere Kur’an ve sünnet ışığında, bid’at ve hurafelerden uzak, doğru bilgi ekseninde, deneyimli kadrosu ile rehberlik etmek için 2009 yılı umre sezonunu açmış ve kayıtlara başlamıştır. İmkânı olan kardeşlerimizin eş ve çocukları ile birlikte bu kutsal yolculuğa katılması ne büyük bir nasip. Gençlerimizin de manevi iklimden feyiz almalarını istiyoruz. Bu kutsal yolculukla ilgili detaylı bilgileri almak için İl ve İlçe müftülüklerimiz ile yetkili acentelere başvurabilirsiniz. Bu kutsal yolculuğa niyet edenleri şimdiden tebrik ediyor, sağlık ve huzur içinde ibadetlerini yapıp vatanımıza dönmelerini niyaz ediyoruz.

Hamza SEÇGİN
K.K.Müdürü


1 Bakara 196
2 Müslim, Hac,437,hadis no: 1349
3 Âl-i İmrân,96

 
Ticaret Ahlakı

TARİH : 06. 02. 2009
KONU : TİCARET AHLAKI


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ

وقال رسول الله صلىالله عليه وسلم:
رَِحمَ اللهُ رَجُلاً سَمْحاً اِذَا بَاعَ وَ اِذَا اشْتَرَى وَاِذَا اقْتَضَى

Değerli Müslümanlar!

İnsanın yaşaması ve Allah’ın verdiği sayısız nimetlerden istifade edebilmesi için çalışması gerekir. Bu hepimizin mâlumudur. Allah (c.c.) düzenini böyle kurmuştur. Peygamber Efendimiz “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir.”1 buyurmuştur. Demek ki kişinin alın teriyle sağladığı kazançlar, en temiz, en bereketli ve insan onuruna en uygun kazançlardır. Bunlar arasında ticaret de için önemli bir rızık kapısıdır. Nitekim bizzat sevgili Peygamberimiz gerektiğinde ticaretle meşgul olmuş, ticarî hayatında dürüstlük ve güvenilirliğiyle örnek kişi olarak takdir görmüştür.

Aziz Müminler

Dinimiz, bizlerden çalışıp kazanmamızı isterken ticaretin bir fırsatçılık, haksızlık ve zulüm yolu haline getirilmemesi için hukuk ve ahlâk kuralları koymuştur. Bu kuralların başında karşılıklı rıza gelmektedir: Cenâb-ı Hak yüce kitabında şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret haricinde, haksız yollarla mallarınızı yemeyin.”2

Aziz Müslümanlar

Parayı pulu, malı mülkü insanlığımız ve Müslümanlığımızdan daha üstün tutmayalım. Elimizdeki malın gerçek sahibi Cenab-ı Hak’tır; biz ise emanetçiyiz. İçinde yaşadığımız toplumun da bir üyesi, bir parçasıyız. Öyleyse ticari hayatımızda toplumun fayda ve zararını en azından kendimizinki kadar önemsemeliyiz. Sevgili Peygamberimiz’in deyimi ile hepimiz bir bedenin organları gibi birbirimizin parçası değil miyiz?

Ticaret erbabı, alış verişte ölçüp tartarken adaleti gözetmelidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Ölçtüğünüz vakit ölçüyü tam yapın. Doğru terazi ile tartın. Böyle yapmanız daha hayırlı, netice itibariyle daha güzeldir”3 buyurulur. Bir başka âyet-i kerimede ölçü ve tartıda hile yapanların ahirette hesaplarının çetin olacağına dikkat çekilir.4 Kur’ân-ı Kerîm bizlere Şuayb aleyhisselamın kavminin ticaretle uğraşıp bolluk içinde yaşarken, Allah’a ve O’nun gönderdiği peygambere karşı gelip ticarette adalet ve dürüstlükten saptıkları için helak olduklarından bahseder.5 Efendimiz (s.a.v.), ticarî hayatta dürüst davrananlara, ‘Doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olacaktır’ müjdesini vermiştir.6 Ne mutlu bu müjdeye layık olan ticaret erbabına!

Değerli Müslümanlar

Ne yazık ki bazı insanların iş hayatına dalınca ibadetlerini vesair dini görevlerini ihmal ettiklerini görüyoruz. Gerçekten bu manevî bir âfettir. Cenâb-ı Hakk’ın şu ikazlarına dikkat edelim. Buyuruyor ki: “Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”7

“Ne ticaret ne de alış veriş (müminleri) Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. Allah onlara işledikleri amellerin en güzeli ile ecir verecek, lütfundan fazlasını da bahşedecektir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”8

İnancımıza göre Rabbine karşı sorumluluklarını yerine getirerek, helal kazanç için çalışan iş ve ticaret adamının, işinin başında geçirdiği dakikalar dahi ibadet sayılır ve ona sevap kazandırır. Bir toplumun en büyük güvencelerinden biri de bu şekilde manevî ve ahlâki meziyetlere sahip iş ve ticaret adamlarıdır. Cenâb-ı Hak cümlemizi kendi rızasına uygun ve insanlara faydalı işler yapmaya muvaffak eylesin.


İsmail GÜLŞEN
Bolluca Şeyh Şamil Camii M.K.
Arnavutköy/İSTANBUL​
____________________________________________

1 Buhari, Büyû‘, 16.
2 Nisa, 4/29.
3 İsra, 17/35.
4 Mutaffifîn, 83/1-6.
5 Hûd, 11/84-85
6 Tirmizi, Büyû‘, 4
7 Münafikûn, 63/9.
8 Nur, 37-38.
 
Dünya-ahiret Dengesi

TARİH : 13.02.2009
KONU : DÜNYA-AHİRET DENGESİ


بسم الله الرحمن الرحيم
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا

DÜNYA-AHİRET DENGESİ

Muhterem Müslümanlar!

Cenabı Hak hangimizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattığını bildirmiştir.1 Hayat, faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebedi âleme geçiştir. Faaliyet alanımız dünya, karşılık göreceğimiz âlem de ahirettir. Dünya geçici, ahiret ise ebedidir. Dünya âhiretin tarlasıdır.

Bu bilinçle yaşayan mümin, kendisinin ve yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamak için çalıştığı gibi; vatanı ve milleti için, mukaddes bildiği manevi değerlerini korumak, kollamak ve hayrî hizmetlerde bulunmak için de çalışacaktır. Bütün iş ve faaliyetlerinde Allah’ın rızasını arayacaktır. Zira Cenabı Hak: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste, dünya’dan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık isteme; şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”2 buyuruyor.

Değerli Kardeşlerim!

İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır 3. “ Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”4 buyuran Sevgili Peygamberimiz, Dünya–Ahiret dengesini en güzel şekilde ifade etmiştir. Bizim açımızdan Dünya ve Ahiret, bir kuşun iki kanadı gibidir.

Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi: “Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz bir daha diriltilecek değiliz.” 5 diyenler Cenabı Hakk’ın huzuruna getirildikleri zaman gerçeği görecekler ve kendilerine “İnkar ettiğinizden dolayı, tadın azabı!” 6 denilecektir.
Ahiret gerçeğini bu şekilde bildiren Cenabı Hak, Dünya hakkında da şöyle buyuruyor: “Size verilen şeyler, Dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek mi?” 7

Aziz Müminler!

Şu kısacık ömrümüzde ebedi hayatı kazanmak durumundayız. Hayatımızın her anında Cenabı Hakk’ın bizi gördüğünü bilerek yaşamalı, fiil ve davranışlarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. İşte o zaman her işimiz ibadet olarak kabul görür ve karşılık bulur. Bizler Ahiret için Dünya’yı, Dünya için de Ahireti terk etmemeliyiz. Tamamen maddeci bir anlayış nasıl doğru değilse; “Bir Lokma, Bir Hırka Anlayışı” da doğru değildir. Çünkü dinimiz her iki dünya içinde çalışmayı emreder. Ayrıca bizim, müslümanlar olarak, iyilik ve güzelliklerde insanlık için rehberlik görevimiz vardır. Müslüman, “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” düsturuyla hareket etmeli, kimseye yük olmamalı, gerektiğinde kendisi başkasının yükünü sırtlamalıdır.

Hutbemizi Yüce Rabbimizin bize öğrettiği o güzel dua ile bitirelim: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru” 8



Muhsin KURTULMUŞ
Nusretiye Camii İmam Hatibi
BEYOĞLU/ İSTANBUL​

1 Mülk 67/2
2 Kasas 28/77
3 Necm 53/39
4 Cami’üs Sağir 2;12 Hadis No:1201
5 En’am 6/29
6 En’am 6/30
6 Kasas 28/60
7 Al-i İmran 3/110
8 Bakara 2/201
 
Islâm’da Tevhid Kavramı

Tarih: 20 Şubat 2009
Konu: İSLÂM’DA TEVHİD KAVRAMI


بسم الله الرحمن الرحيم

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ


İSLÂM’DA TEVHİD KAVRAMI

Aziz müslümanlar,

İslâm, vahdet dinidir; birlik, beraberlik, uyum dinidir. Bu ne anlama gelir?
Öncelikle Allah birdir, başka mâbud yoktur. Yalnız O’na ibadet ederiz, yalnız O’na sığınırız. O’na kulluğu bırakan, başka şeylere kul olur; birliği çokluk eyler.
Ruhumuz ve bedenimiz birlik oluşturur. Kâinatın ziyneti olan insan bu birlikten doğmuştur. Ne bedenimizi ruhumuza, ne ruhumuzu bedenimize feda ederiz. Etsiz-kemiksiz yaşayamayız; ama ruhsuz, akılsız, duygusuz da yaşamayız.

Yer ve gökler birdir ve evren bir âhenktir. “Gözünü çevir de bir bak evrene, bir uyumsuzluk görebilecek misin?” buyuruyor, Yüce Rabbimiz.
Hayat ve ölüm de birdir, birliktir. Allah, Hayatı ve ölümü, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için yarattım” buyurur. Hayat olmasaydı ölüm olmazdı; ölüm olmasaydı hayatın kıymeti bilinmezdi.

Dünyamız ve âhiretimiz de birdir, değerli müminler... Dünya olmadan âhiret kazanılmaz. Ahireti yok saydığımızda da ebedi kurtuluşumuzu kaybederiz.

Hz. Âdem’den Peygamberimiz’e kadar bütün nebîlerin yolu birdir; onlara bildirilen dinler birdir; hepsi İslâm’dır, yani teslimiyettir, kurtuluş, esenlik ve barıştır.

İçtiğimiz su, yediğimiz besin, bedenimizde kanımız, canımız olur. Öyleyse İnsan olarak biz ve bizi kuşatan doğal dünya hep biriz, bütünüz. Bu birliği bozduğumuzda başımıza ne belâlar açacağımızı çevre sorunları apaçık göstermektedir.

Fert ve toplum da aslında çokluk değil, birliktir. Fertsiz toplum olmaz, toplumsuz fert yaşayamaz. Onun için rahmet

Peygamberimiz, “Müminler, sevgileriyle, merhamet ve şefkatleriyle bir beden gibidirler. Birinin derdi olsa, diğerleri de bunun acısını yaşar, gözlerine uyku girmez” buyurmuşlardır.
Velhasıl, sûfîlerin dediği gibi, âlem, insan, ruh, beden, madde, mâna, fert, toplum, canlı, cansız... herşey ve herkes “kesrette vahdettir”, çoklukta birliktir. Mutlak mânada bir olan Allah’tır, Bütün çoklar, çokluklar Onundur, Ondan gelir, Ona döner: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”

Hiçbir şeyi, “benden değil” diye dışlamaya, “öteki” saymaya hakkımız yoktur, muhterem cemaat... Her şey ve herkes, kanımız kadar, canımız kadar bizdendir. Onun için, insan olarak ve müslüman olarak, görevimiz yok etmek değil, yaşatmaktır. Kendimizi yaşatmak için çırpındığımız gibi başkası için de çırpınacağız.

Yüce Resûl buyuruyor ki: “Hiçbiriniz, kendiniz için sevdiğinizi kardeşiniz için de sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” Yine o bize bildiriyor ki: Bir kadın bir kediyi hapsedip ölümüne sebep olduğu için -amellerine rağmen- cehennemi boyladı. Bir başkası da susuzluktan kıvranan bir köpeğe kuyudan su çekip içirdiği için cennete gitti.
Kalbimiz, bütün varlığı böylece kucaklasın; sevgiyle, merhametle, dostlukla dolup taşsın ki, insanlığımız da müslümanlığımız da kusursuz olsun; ve dindarlığımızın doyulmaz tadına ulaşalım.

Tarihimizde yüz yıllarca yetmiş iki milleti bir arada yaşatan gücümüz, işte bu sevgi ruhu oldu. Bu ruhu yaşatalım ki, dinî ve milli ruhumuzla biz de yaşayalım. Ve ilâhî güzelliklere nâil olalım. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın dediği gibi:


“Hiç kimseye hor bakma / İncitme, gönül yıkma / Sen nefsine yan çıkma / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”


Mevlâ, dünyamızı-ukbâmızı güzel eylesin.


Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
Kabir Ziyareti !!

İL : İSTANBUL
TARİH : 27. 02. 2009
KONU : KABİR ZİYARETİ


بسم الله الرحمن الرحيم

مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ


KABİR ZİYARETİ

Değerli Müslümanlar !

Biliyoruz ki, dünya fânidir. Her yeni eskiyecek ve her konan göçecektir. Her nefis mutlaka ölümü tadacak, bu dünya hayatı sona erecek ve âhiret hayatı başlayacaktır. Âhiret hayatının ilk kapısı kabirdir. Bu kapıdan içeri giren her insanın ilk sorgusu burada yapılacak. Yüce Allah’ın, bizim için tayin ve takdir buyurduğu hayat güzergâhı böyledir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır:

“Allah onu (insanı) hangi şeyden yarattı? Onu, küçük bir nutfeden yaratıp ona özel bir şekil vermiştir. Sonra ona dünyaya geliş yolunu kolaylaştırmıştır. Sonra ona ölümü vermiş ve kabre koydurmuştur. Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltecektir.”1



Değerli Kardeşlerim!

Yakınlarımızdan ve dostlarımızdan bir çoğu, şimdi âhiret âleminin ilk durağı olan kabirlerinde bizi beklemektedirler. Bizde onların yanına gideceğiz. Bir insanın ölmüş olan yakınlarını, dostlarını, sevdiklerini ve hayatı birlikte paylaştığı arkadaşlarını unutması, mümkün değildir. Her insan fırsat buldukça onları yâd etmek ve onlarla olan münasebetini, bir şekilde sürdürmek ister. Bunun için onların kabirlerini ziyaret etmeyi bir vefa borcu bilir ve bu ziyaretlerle de vicdanı bir teselli bulur.

İslam dininde, ölümü hatırlamak, âhiret hayatını düşünmek ve günahların affı için Allah’a dua etmek üzere kabir ziyaretinde bulunmak sünnettir. İşte bu maksatla sevgili peygamberimiz (s.a.v) kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve “Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır”2 buyurmuşlardır.


Aziz Müslümanlar!

Dinimiz kabir ziyareti ile ilgili bazı ölçüler koymuştur. Özellikle mezarlıklarımız temiz ve tertipli, israf ve gösterişten uzak olmalıdır. Onlar, mesire yeri haline getirilmemeli ve kabirlerin üzerine oturulmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), böyle tavsiye etmiştir.3 Kabir ve türbe ziyaretinde bulunurken, tevhid inancına uygun hareket etmeli, Allah’tan istememiz gereken şeyleri ölüden istememeliyiz. Mezarlıklarda ağaçlara mendil bağlamak, mezarların taşını toprağını öpmek, üzerindeki örtülere yüz sürmek gibi hurafelerden şiddetle kaçınmalıyız.

Kabir ziyaretinde, geçici bir sure için de olsa, dünya meşguliyetini unutup ahireti hatırlamalıyız. Sevgili Peygamberimiz kabristana ziyarette bulunduğu zaman şu şekilde selam verir ve dua ederdi:

”Ey müminler yurdunun sakinleri! Size selam olsun. Allah’ın istediği bir zamanda bizde sizin yanınıza geleceğiz. Bize ve size Allah’tan afiyet diliyorum.”4

Öyleyse kabir ziyaretinde bulunan kişi kabrin yanına gelince uygun bir şekilde selam vermeli, biliyorsa Kur’an-ı Kerim okumalı ve hem kendisi, hem de ölmüşler için dua etmelidir.

Muhterem Mü’minler!


Görme engelli kardeşlerimize bir duyuruda bulunmak istiyorum.

Bu kardeşlerimiz Brill alfabesini okuyabildiklerini belgelemeleri halinde, İstanbul İl Müftülüğünce kendilerine Brill alfabesi ile yazılmış Kur’an-ı Kerimler ücretsiz verilecektir.
Brill alfabesini okuyabilenler İstanbul Müftülüğüne uğrayarak söz konusu kitabı alabilirler.
Rabbimiz dünya ve ukbâmızı hayreylesin. Ölülerimize rahmetini, kalanlarımıza rızasına uygun yaşamayı nasip eylesin!







İsmail TÜFEKÇİ
Seyrantepe Cumhuriyet Camii İmam-Hatibi
KAĞITHANE / İSTANBUL


Abese 80/18-22
İbn Mace “Cenaiz”, 47
Müslim, “Cenaiz”, 33
Müslim, “Cenaiz” 103
 
Mevlid Kandili

İL : İSTANBUL
TARİH: 06. 03. 2009
KONU: MEVLİD KANDİLİ


بسم الله الرحمن الرحيم
وماارسلناك الا رحمة للعا لمين

وقال رسول الله صلى الله عليه وسلم:
بُعِثْتُ ِلاُتَمِّمَ حُسْنَ اْلاَخْلاَقِ

Muhterem Müslümanlar!

8 Mart Pazar akşamı gönüller sultanımızın doğum yıldönümünün sevincini hep birlikte yaşayacağız. Hiç şüphesiz, Peygamber Efendimizin dünyayı teşrifleri, insanlık tarihinin en müstesna hadisesidir.

Kur’ân-ı Kerîm, onun kâinatı kuşatan özelliğini şöyle dile getirir: “(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” O, başta insanlığa ve bütün varlıklara Allah’ın bir rahmeti ve bereketidir.

Kur’ân’da onun ahlâkı “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” şeklinde övülmüştür. Onun üstün bir model şahsiyet olduğu da şöyle bildirilmiştir: “Andolsun, Resûlüllah’ta sizin için güzel bir örnek vardır” Fahr-i kâinat Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuştur: “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”

Resûlullah Efendimiz, Kur’ân’ın canlı şahidi idi. Nitekim bu konuda Âişe validemiz, onun ahlâkını öğrenmek isteyen bir sahâbîye “Sen, Kur’ân okuyorsun değil mi” diye sormuş “Evet okuyorum” cevabını verince, Hz. Âişe “İşte Peygamber’in (s.a.v.) ahlakı Kurân’dır.” buyurmuştur .”

Peygamber Efendimizin risâleti, müminler için büyük bir lütuftur. Kur’ân-ı Kerim, bu nimet ve ihsanı şöyle anlatır: ”Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden ve inkardan) onları temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir dalâlet içinde idiler.”

Âyet-i Kerîmede açıkça belirtildiği gibi o, ümmetini tertemiz yapmış ve onları yüceltmiştir. Fikir ve gönül dünyalarını arıtmış, birey, aile, toplum, millet ve devlet hayatlarını tanzim etmiş, evlerini, eşyalarını, sosyal yapılarını düzene koymuştur. Eğitim, ahlak, ticaret ve iktisat hayatlarına yeni bir kavrayış kazandırmıştır.

Pakistan’ın ünlü düşünürü Muhammed İkbal, bu gerçeği şöyle dile getirir: “Ey zuhuru ile hayata gençlik getiren (Hazreti Muhammed)! Cihanda hayat mumunu sen yaktın, köleleri efendilik mertebesine yükselttin...” “Müslüman’ın kalbinde Mustafa’nın (a.s.v.) makamı vardır. Siz onun adı ile şeref kazanırsınız. Din anahtarı ile dünya kapısını o açtı. Dünya anası, ona benzer bir evlât doğurmadı. Mahşer gününde bizim şeref ve itibarımız odur. Mustafa’nın dini, hayat dinidir.

Kültür tarihimizin büyük düşünürü Yusuf Hashacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde Peygamber Efendimiz hakkında dikkate şayan bir değerlendirme yapılır. Bin yıl önce yazılmış şu güzel ifadelerle hutbemizi bitirmek istiyorum:


“Esirgeyen Rabbim, halkın en seçkini ve insanların en iyisi olan sevgili Peygamberi gönderdi. O, karanlık gecede halka meş’ale idi; etrafa ışık saçtı ve seni aydınlattı. O, sana Allah tarafından gönderilen davetçi idi, sen bu sayede doğru yola girdin ey yiğit!.. Tek dileği ümmeti idi, ona yol gösterdi… Şimdi sen onu öv ve rızasını al. Bütün kaygısı ümmeti idi… Atadan ve anadan merhametli id… O, güzel tavırlı, dürüst ve güvenilir bir tabiatta idi. Alçak gönüllü, hayâ sahibi, şefkatli ve cömert idi. O, bütün rehberlerin önünde baş idi; sonra da bütün resullerin hâtemi oldu. Onun yoluna şimdi gönül bağladım; bütün dediklerine inandım ve severek sözünü tutum. Ey Allah’ım! Benim gönlümü gözet; kıyamette beni sevgili Peygamber ile birlikte haşret. Kıyâmette dolun ay gibi yüzünü göster; ey Allah’ım! Onu bana şefaatçi kıl.”
 
çanakkale

İL : İSTANBUL
TARİH : 13. 03. 2009
KONU : ÇANAKKALE



قال الله تعالى:
وَلاَتَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللهِ اَمْوَاتاً بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
وقال النبى صلى الله عليه وسلم:
مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ أهْلِهِ اَوْ دُونَ دَمِهِ اَوْ دُونَ دِينِهِ فَهُوَشَهِيدٌ

Muhterem Müslümanlar!


Hemen hepimizin hafızasında Çanakkale harbiyle ilgili bir hatıra mutlaka vardır. “Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni” gibi yanık türküler harp ateşinin yaktığı yüreklerin acılarını hep canlı tutar.

“Şu boğaz harbi nedir? Varmı ki dünyada eşi? / En kesif orduların yükleniyor dördü beşi”

gibi mısralar da Çanakkale Destanını edebiyatımızda ebedileştirir.
Zaferler milletlerin şanı, şerefi ve gururudur. Malazgirt’ten Çanakkale’ye ecdadımızın zaferleriyle iftihar ederiz. Onları andıkça, başımız arşa değer. Dualarla şehitlerin ruhlarını şad etmeyi borç biliriz. Bilindiği gibi zaferler gerekli tedbirlerin yanında nihayet şehit kanlarıyla yazılır.


Değerli Mü’minler!

İnsan için en kıymetli varlık canıdır. Kıymetli şeyler, ancak daha kıymetli şeyler uğruna feda edilir. Din, ırz, namus ve vatan da bir mü’min için icabında feda-yı can edebileceği ulvi ve mukaddes kıymetlerdendir. Onun içindir ki, komutan askerini hücuma hazırlarken önce mukaddes duygularını coşturur: “Haydı Aslanlarım! Irzınızı ve namusunuzu koruyun, vatan toprağını çiğnetmeyin, ezanı susturtmayın, bayrağı indirtmeyin. Cepheden kaçmak namertliktir, mert olun, Allah’ın melekleri sizinledir. Ölürseniz şehit olur, cennette peygamberlerle beraber olursunuz; kalırsanız gazi olur, şerefinizle yaşarsınız…” gibi tesirli sözlerle coşturarak taarruz emri verir. Çanakkale’de de “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” olan haçlı orduları, Mehmetçiğin bu yüksek inanç ve manevi duygularıyla defedilmiştir.


Gözünü kırpmadan insanı ölüme sevk eden bu mukaddes duyguların en bereketli kaynağı dinimizdir. Çünkü biz, Allah yolunda öldürülenlerin ölmediğini, cennetlerde, nimetler içinde olduklarını yüce Rabbimizin Bakara sûresinde verdiği bilgiden öğreniyoruz. 1
Dini, canı, malı ve namusu uğruna öldürülenlerin, şehit olduğunu 2, cennete giren hiç kimsenin oradan çıkmak istemediği halde, şehitlerin gördükleri ikramdan dolayı defalarca dünyaya dönüp yeniden şehit olmak istediklerini 3 de peygamberimiz bize haber veriyor.
Cepheden kaçmanın büyük günah olduğunu Yüce Rabbimiz “Ey İman edenler! Toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönüp (kaçmayın)’4 ayet-i kerimesinde açıkça bildirir. Her şeye rağmen cephede sabredenlere, Bedir’de olduğu gibi Yüce Mevlâmızın görünen ve görünmeyen ordularıyla imdada yetişeceği 5 yine âyet-i kerime ile sabittir.

Değerli Mü’minler!

Şehitliğin ne ulvi bir makam olduğunu Allah ve Rasulünden öğrenen milletimizin aziz evlatları Çanakkale destanını yazmış; dinini, ırzını, namusunu ve vatanını çiğnetmemiştir. Çanakkale tepeleri vatanımızın doğulusu-batılısı, güneylisi-kuzeylisi ile yan yana yatan şehitlerle dolmuştur.
Bu vesileyle başta Çanakkale olmak üzere, vatanı ve mukaddesatı uğruna canını feda eden bütün şehitlerimizi rahmetle yad eder, Allah’tan bizlere bir daha böylesi acı günler yaşatmamasını niyaz ederim.


1Bakara
2Ebu Davud, Sünnet, 32.
3Buhari, Cihad, 6.
4Enfal, 8/15
5Al-i İmran, 3/123-125.​


Dr. Ahmet EFE
Ebubekir Camii İmam-Hatibi/Bağcılar
 
TUTUMLULUK ve PAYLAŞMA

İL : İSTANBUL
TARİH : 20.03.2009
KONU: TUTUMLULUK ve PAYLAŞMA


بسم الله الرحمن الرحيم
ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

قال النبي صلي الله عليه وسلم
مثل المؤمنين في توادهم، وتراحمهم، وتعاطفهم مثل الجسد،

TUTUMLULUK ve PAYLAŞMA

Değerli müminler,

Yüce Kitabımızda da buyurulduğu gibi, Keremi bol olan Rabbimiz, normal ve meşru ihtiyaçlarımız için gerekli olan her türlü nimeti yaratmıştır. Ama bu nimetlerden istifade ederken aşırı gitmekten sakınmamızı da istemiştir. Esasen, “İşlerin en hayırlısı, dengeli olanıdır” kaidesince, her zaman makul ve dengeli davranmamızda hayır vardır.

Bu, harcamalarımız içir de böyledir. Faziletli bir müslüman, “Mal, mülk, para benim… Canımın istediği gibi de harcarım” anlayışında olamaz. İyi müslüman, nefsinin isteklerini değil, Allah’ın rızasını ve insanların iyiliğini ölçü alır. Mevlamızın şu uyarısını asla hatırımızdan çıkarmamalıyız: “Sonra o gün (kıyamet günü) her nimetten sorguya çekileceksiniz.”
Ne mutlu bu sorumluluğu duyanlara ve buna göre yaşayanlara!..

Aziz müslümanlar,


Yüce Rabbimizin verdiği malı mülkü, O’nun razı olacağı şekilde, yerli yerince kullanmak, dinî ve ahlâkî bir görevdir. Onları faydasız yerlere, gereksiz ve ölçüsüz şekilde harcamak ise her şeyden önce haramdır, günahtır; çünkü bu, nefsin rızasını Allah’ın rızasından üstün tutmak anlamına gelir. Ayrıca, faydasız, gereksiz ve ölçüsüz harcamak, fertler ve toplum için de zararlı ve tehlikelidir. Nitekim bu tür harcamaların hem harcayan hem de çevresi için, hatta genel olarak toplum için ne büyük zararlar doğurduğunu acı örnekleriyle görüyoruz. Modern dünyanın en büyük problemlerinden biri, tüketim çılgınlığıdır. Onun için yüzlerce âyet ve hadiste insanlar, nefislerine hâkim olmaya, harcama eğilimlerini dizginlemeye teşvik edilmiş; hemcinslerine şefkat göstermeye; elindekini, zor durumda olanlarla paylaşmaya çağırılmıştır.

Nefsinin bayağı isteklerini aşarak, bu ulvî çağrıya kulak verenler, evet işte bunlardır iyi insanlar, iyi müslümanlar… Bu güzel insanlar, yerken, giyerken değil; yedirirken, giydirirken mutlu olurlar; sevindirerek sevinirler… Bütün peygamberler ve diğer büyük insanlar, aldıkları için değil, verdikleri için büyük olmuşlardır. Çünkü onlar, kendilerinden çok başkaları uğruna yaşamışlardır.

Peygamberimizin evinde bir miktar et vardı. Akşam, “O et ne oldu?” diye sordu. “Komşulara verdik Yâ Resûllah, çok azı bize kaldı” dediler. “Hayır, buyurdu Efendimiz; bize kalan, evde bıraktığınız değil… Asıl verdiğinizdir bize kalan.”

Evet, muhterem cemaat, asıl verdiğimiz, paylaştığımızdır bize kalan. İşte Peygamber ahlâkı bu; gerçek müslümanlık ve insanlık işte bu.

Kur’ân-ı Kerîm, o ahlâk âbidesi Peygamber’in terbiyesinde yetişen Medineli müslümanları şöyle övüyordu: “Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları (Mekkeli muhacirleri) kendi öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlardır, kurtuluşa erenler.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz, müminlerin, bir bedenin organları gibi olmalarını istiyordu: Birinin bir derdi olunca, diğerleri de onun acısıyla sabahlara kadar uykusuz kalmalıdırlar.
Sevgili Yunus’umuz ne güzel demiş:

Bir hastaya vardın ise / Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele / Hak şerabın içmiş gibi.
Bir yoksulu gördün ise / Bir eskice verdin ise
Yarın anda sana gele / Hak libasın biçmiş gibi.


Ne mutlu iyilik edenlere… Ve Hakkın huzurunda daha güzeliyle karşılığını almaya layık olanlara!


Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İSTANBUL MÜFTÜSÜ​
 
Geri
Üst