Cuma Hutbeleri

Sünnete Ittiba

İL : İSTANBUL
TARİH : 27.03.2009
KONU : SÜNNETE İTTİBA


بسم الله الرحمن الرحيم
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى - إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
و قال النبي صلي الله عليه وسلم:
فَاِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ، وَاِذَا اَمَرْتُكُمْ بِاَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَااسْتَطَعْتُمْ

Muhterem Müslümanlar

İslâm’ın en temel iki kaynağı kitap yani Kur’an ve sahih sünnettir. Kur'an-ı Kerim’den sonra dinin ikinci kaynağı olan sünnet, Resûlullah efendimizin sözleri ve davranışlarıyla, başkalarından gördükleri hakkındaki yargılarının bütününü ifade eder. Sünnet, vahyin açıklayıcısı olarak dinimizde ayrı bir öneme sahiptir. Hayatının her döneminde Allah’ın murakabesi altında bulunmuş olan Hz. Peygamber’in, din ile ilgili konuştukları ve yaptıkları dinî bakımdan önemli ve hatta –duruma göre- bağlayıcı olduğunu bilmemiz ve sünnete bakışımızı buna göre oluşturmamız gerekir.

Kur'an’da mutlak olarak yer alan birçok hükmün ayrıntısı ve uygulanılışı sünnet sayesinde anlaşılır. Kur'an bize “namazı kılın” diye emreder, sünnet ise namazın nasıl kılınacağını açıklar. Kur'an “zekatı verin” derken, sünnet hangi mallardan ve ne kadar zekât verileceğini gösterir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in din ili ilgili yaptığı, söylediği her şey bizim dinî hayatımız için birer ölçüdür. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Peygamber size neyi verdiyse onu alınız, ve neyi size yasakladıysa ondan da uzak durunuz” 1buyurulmuştur. Başka bir âyette, “O (Peygamber), nefsinin arzu ve istekleri doğrultusunda konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyedilenlerden başka bir şey değildir” 2denilmektedir. Kur’an’a göre din ile ilgili konularda Peygamber Efendimize itaat Allah’a itaat mânası taşır 3. Nitekim kendisi de “Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz” 4 buyurmaktadır.

Değerli müminler!

Resûlullah’ın sünneti hayatımızın her safhasında bize rehberlik etmelidir. Zihnimizi kurcalayan pek çok soruya, Hz. Peygamber’den bize intikal ettiği, bilimsel yollarla tesbit edilmiş bulunan sünnetinden cevaplar bulabiliriz. Allah Teâla Kur'ân-ı Kerîm’de “Hayır! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar”5 buyurmaktadır. Evet; bugün, problemlerimizi kendisine arzedebileceğimiz Hz. Peygamber aramızda yok. Ama –çok şükür ki- onun hadisleri ve sünneti bize yol göstermeye devam etmektedir.

Peygamberimiz efendimizin hayatı her yönüyle bizlere örneklik ve rehberlik edecek zengin bir hazinedir, aziz cemaat. O, bazan kucağında çocuğuyla ya da torunuyla müşfik bir baba veya dede, bazan ashabının arasında bir muallim, Mescid-i Nebevî’nin inşasında bir işçi, insanları adaletle yöneten bir devlet başkanı, bazan da ordusunun başında bir komutandır. Onun bu kuşatıcı örnekliği Kur'ân-ı Kerîm’de, “Andolsun ki, Resûlullah’ta, sizden Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır” 6şeklinde ifade edilir.

İslâm ümmeti, onun sünnetini kendilerine rehber edinip, ferdî ve sosyal hayatları için o ahlâk âbidesini örnek ve model aldıkları çağlarda dünyanın en erdemli, en insanî uygarlığını kurmuşlardır. Bu medeniyetin kucakladığı birçok dinden, ırktan, kültürden gelen insan toplulukları asırlarca barış ve huzur içinde bir arada yaşamışlardır.
Hutbemizi İstiklal şairimiz Mehmed Akif’in mısralarıyla bitirelim:

Dünya neye sahipse onun vergisidir hep; Medyûn ona cem’yyeti, medyân ona ferdi.
Medyûndur o mâsûma bütün bir beşeriyet. Yâ Râb! Bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.


Abdulkerim YATĞIN
Maslak Üçyol Camii /Şişli-İstanbul


1Haşir 59/7.
2Necm 53/3/4.
3Nisâ 4/80.
4Buhari, İ’tisam, 2.
5Nisa 4/65.
6Ahzâb 33/21.
 
örnek Insan Hz. Muhammed (s.a.v.)

İL : İSTANBUL
TARİH :10.04.2009​


ÖRNEK İNSAN HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

بسم الله الرّحمن الرّحيم
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم :
انما بعثت لاتمم مكارم الاخلاق

Önümüzdeki hafta, ülkemizin her yerinde Kutlu Doğum haftası olarak kutlanacak.

Bu haftanın cümlemiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah Teâlâ’nın kendisini risâletle görevlendirdiği ahir zaman nebisidir. O, nezih hayatı ve mümtaz kişiliği ile insanlığa rehber ve önder bir şahsiyettir. O, bütün güzel hasletleri şahsında barındıran, sevgisiyle gönüllerde taht kuran bir ahlâk abidesidir. Güvenirliği ve dürüstlüğü ile düşmanlarının bile takdirini kazanmış Muhammed’ül Emindir. Getirdiği ilahi mesajla zaman ve mekânla mukayyet olmayıp, âlemlere rahmet olan cihanşümul bir Peygamberdir. O,Yüce Allah’ın medh ü senasına mazhar olmuş müstesna bir insandır, dünya ve ahiret saadetini dileyenler için Kur’an’ın “üsve-i hasene” olarak şereflendirdiği yegâne fazilet timsalidir. O, beşerin bir defa gördüğü ve bir daha göremeyeceği gelmiş ve gelecek insanların en mükemmelidir. O, ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz, Peygamberlerin sertacı Muhammed Mustafa’dır.

Aziz Cemaat!

İtikadımıza göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) insanüstü bir varlık değildir. O, Allah’ın müminlere bir lütfu olarak aramızdan seçilen bir insandır. Allah’ın hem resulü hem de kuludur. Her insan gibi onun da beşeri ihtiyaçları olmuştur. Dünya ve ahiret saadeti için çalışmakla mükellef bir beşerdir. Allah Resulü (s.a.v.) de dünyanın çeşitli sıkıntılarıyla mücadele etmiş, nimetlerinden de istifade etmiştir. Her türlü zorluğun aşılmasında, sünnetullaha uygun hareket etmeyi esas almıştır. İşte bu noktada o tebliğ ettiği dinin nasıl yaşanacağını ve yaşanabilir olduğunu şahsında göstererek müminlere hayat modeli olmuştur. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Alah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1]

Ne mutlu bize ki Allah, onun ümmeti olmayı bize nasip etti ve onu bize sevdirdi. Ama şunu asla unutmamalıyız, Değerli Müminler! Peygamber (s.a.v.) Efendimizi seven, onun yolundan gider. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurur: “O, ümmi peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”[2] Peygamber Efendimizin şahsında tezahür eden yüce İslam dini herkesin kolaylıkla yaşayabileceği, insan fıtratına en uygun dindir. Bu dinin önderi ve örneği de Resul-i Ekrem efendimizdir. Dolaysıyla Peygamber’e ve getirdiği dine tabi olmak, dinî bir vecibe olduğu kadar o, yüce Resûle sevginin ve sadakatin de en önemli nişanesidir. Rabbimiz bu hakikati şöyle haber verir: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[3]

Muhterem Cemaat!

Peygamber Efendimiz insanlığın aradığı ve arzuladığı örnek bir hayat yaşamıştır. Nübüvvet şerefiyle başı mânen göklere değerken, kulluk şuuruyla ayakları hep yerde olmuştur. İbadetlerinde ihlas ve devamlılık onun en büyük şiarı idi. Her hususta aşırılığı men eder, itidali tavsiye ederdi.[4] “Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen”[5] Fahr-i Kâinat Efendimiz, kendisini ashabından üstün görmez, onların yaptığı işi o da yapardı. Hendek gazvesinde hendek kazmış, Kubâ mescidinin ve Mescid-i Nebevinin inşaatında sırtında toprak ve kerpiç taşımıştır. Şahsına gösterilen aşırı tazimden rahatsız olurdu. Muhtaçların yardımına koşar; yetimlere, ve yoksullara yardım edenlerin Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanacağını söylerdi.[6] Gördüğü kimselere selam verir, tokalaşır, yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Giyiminde temizlik ve sadeliğe önem verir, ev işlerinde eşlerine yardımcı olurdu. Çocuklara şefkat gösterir, başlarını okşar ve onlara dua ederdi. Hayatında hiçbir kimseye vurmamış, şahsına yapılan haksızlıktan dolayı intikam almamıştır.
Hülâsâ, Kur’an’da buyurulduğu gibi o, çok yüksek bir ahlâka sahipti.[7] Salât ona, selâm ona.

[1] Ahzab 33/21
[2] Araf 7/158
[3] Âl-i İmran 3/31
[4] Buhari, Nikah, 1
[5 ] Ahmed, II, 381
[6] Buhâri, İman, 22
[7] Kalem 68/4



Alaaddin DEMİRYÜREK
Erenler Köyü Camii İmam Hatibi /ŞİLE
 
Hz. Peygamber ve Çocuk Sevgisi

İL : İSTANBUL
TARİH : 17.04.2009
KONU : Hz. Peygamber ve Çocuk Sevgisi



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
ِفَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا
غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضَّوُا مِنْ حَوْلِكَ
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:
مَنْ لَمْ يَْرحَمْ صَغِيرَنَا فَلَيْسَ مِنَّا

Muhterem Müslümanlar


Yüce Allah, Peygamber Efendimizi sevgi ve rahmetiyle kuşatmış (2), Allah’ın rahmeti sayesinde oluşturduğu İslam toplumunun her kesimiyle bir sevgi medeniyeti meydana getiren sevgili Peygamberimiz çocuklara özel bir şefkat ve sevgi göstermiş, “Küçüklere şefkat etmeyen bizden değildir” (3)buyurmuştur. Onun çocuklara olan şefkati o kadar güçlü idi ki, bir çocuğun ağlamasına dayanamaz, ağlayan bir çocuk oldu mu namazı kısa tutardı. Buna mukabil secdede sırtına çıkan torunlarının hatırı için secdeyi uzatırdı.
Çağımızın pedagoji uzmanları çocukları sevgi yoluyla eğitme metodunu yeni yeni keşfederken Hz. Peygamber bu metodu bizzat uygulamış, öğretmiş ve öğütlemiştir. Çocuğun seviyesine inerek onun duygularını paylaşma noktasında “Küçük çocuğu olan, onun hatırı için çocuklaşın”(4) buyurmuştur.

Hz. Peygamber yetin çocuklara karşı da daha bir hassasiyete sahipti değerli Mü’minler
Yetimi himaye eden kişi ile kendisinin cennette yan yana olacağı müjdesini vermiştir. Bir bayram günü bir grup çocuğun yanından geçerken içlerinden birinin diğer çocukların oyununa katılmadığını fark etti. Çocuktan yetim olduğunu, kendisine bakacak kimsesinin olmadığını öğrenen Sevgi Peygamberi ona “İster misin, Muhammed senin baban, Aişe anan ve Fatma da kardeşin olsun” (5) buyurdu. Çocuk buna çok sevinerek bu müjdeyi arkadaşlarıyla paylaştı.

Sevgili Kardeşlerim


Hz. Peygamber çocuklara olan sevgisini sadece tavsiye ederek göstermiyor, aynı zamanda çocuklara bu sevgisini hissettiriyordu. Zaman zaman çocukları sever, başlarını okşar, oyunlarına ortak olur, aralarında yarışmalar tertip eder, yarışma sonrası çocuklar efendimizin boynuna sarılarak onun sevgisinden nasiplenirlerdi.

Bir gün Rasulullah (sav) Hz. Ali (ra)’in oğlu Hasan’ı öpmüştü. Yanında bulunan biri “Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim” dedi. Rasulullah (sav) hayretle o zatın yüzüne baktı ve
“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz” (6)
buyurdu. Bu vesile ile Anadolumuzun değişik yörelerinde yerleşmiş olan yanlış bir geleneğe değinmek istiyorum. Büyüklerin yanında babanın veya annenin çocuğunu öpüp sevilmesi ayıplanır. Hatta anne-babalar büyük aile ortamlarında çocuklarına sevgilerini gösteremeden evlatlarının yetiştiği görülür. Böyle bir ortamda yetiştirilen bir ailenin çocuğu kaza geçirir, hastaneye kaldırılır. Çocuğunu hastanede sağlıklı bulunca ona sarılıp öpen babaya evladım verdiği cevap ilginçtir: “Babacığım, bana sarılıp öpmen için kaza geçirmem mi gerekiyordu?”.

Bizler çağdaşlık namına hayatımıza sokulmaya çalışılan olumsuzlukları eleştirdiğimiz gibi gerektiğinde yanlış gelenekleri de hayatımızdan ayıklamalıyız.

Anne-babanın çocuğunu sevmesi neden ayıp olsun, günah olsun! Sevgi çocuğun gıdasıdır, Aziz Cemaat! Onu gıdasından mahrum bırakamayız. Peygamberimizden ilham alarak çocuklarımıza sevgi göstereceğiz, fakat sevgimiz onları şımartmayacak, hoşgörümüz onları başıboşluğa itmeyecek.

Çocuklarımızı sadece sevgi ile bağrımıza basmak yetmiyor. Onlara ahlaki değerleri kazandıracağız. Sorumluluğunu bilen insanlar olarak yetiştireceğiz. İslami ve insani değerleri benimseyerek olgunlaşmalarına zemin hazırlayacağız. İşte o zaman sevgimiz, onların hayatında gerçek tezahürünü gösterecek, çocuklar bizim cennetimiz, biz onların cenneti olacağız.

Yüce Rabbimiz, çocuklarımıza güzel ahlak ve güzel gelecekler ihsan eylesin.


Dr. Adil ŞAHİN
Çemberlitaş Gazi Atik Ali Paşa Camii İ.H.
Fatih / İstanbul


1- Al-i İmran, 3/159
2- Al-i İmran, 3/159
3- Ebu Davud, Edeb, 58.
4- Deylemi, II, 136b.
5- Hayran, Kütüb-i Sitte, 7057.
6- Buhari, Edeb, 18



-----------------------




İL : İSTANBUL
TARİH : 24.04.2009
KONU : AİLE

بسم الله الرحمن الرحيم

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ".

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم
ابغض الحلال الى الله الطلاق


AİLE

Değerli müminler!

“Aile toplumun temelidir” denir. Basit gibi görünen bu meşhur sözün ne kadar büyük bir gerçek olduğunu, ailenin büyük çöküntü yaşadığı modern dünyadaki ağır sorunlar göstermektedir.

Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Ey insanlar! Biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık ve sizi kavimlere, kabilelere ayırdık.”1 Böylece insanlık tarihinin başından itibaren evlilik hayatı, ailenin kurulmasına ilk adım olmuştur. Bu sebeple dinimiz, gençlerin evlenmelerini öğütlemiş; evlilik dışı kadın-erkek ilişkisini haram kılmış; evlenme hususunda maddi engelleri bulunanlara toplumun yardımcı olmasını istemiştir. Nitekim Hz. Peygamber, dar gelirli olup evlenemeyenlere hem kendisi yardım etmiş, hem de müslümanları buna teşvik etmiştir. Bizim tarihimizde de dar gelirli gençleri evlendirmek için vakıflar kurulmuştur.

Kur’an-ı Kerîm’de karı-koca arasındaki bağların sevgi ve şefkate dayanması, ailenin bir sükûn ve huzur ortamı olması gerektiğine işaret edilir.2 Peygamber Efendimizin de evlilik ve aile mutluluğu ile ilgili bize ilham kaynağı olacak açıklamaları, uygulamaları vardır: Şöyle buyuruyor: “Sizin en iyileriniz, eşlerine karşı en iyi olanlarınızdır.” 3



Aziz cemaat!


Kur’ân-ı Kerîm’de, hadis-i şeriflerde ve diğer dinî kaynaklarımızda, boşanma caiz olmakla birlikte hoş karşılanmamış; mümkün olan her türlü meşru çareye başvurarak aile hayatının yaşatılması istenmiştir. Peygamberimizin beyanına göre, “Allah katında en sevimsiz olan davranış boşanmadır (yani aile yuvasını yıkmaktır).” 4

Bildiğiniz gibi bugün Batı dünyasında aile hızla çökmekte ve insanlık adına bu korkutucu durum, ülkemizde de yayılmaktadır. Mâneviyattan yoksun, maddeci, zevk düşkünü, aşırı özgürlükçü ve bireyci hayat anlayışı bu çöküşü hazırlayan sebeplerin başında gelmektedir. İnsanlarda bu olumsuz eğilimleri dizginleyip normalleştiren güç ise din duygusudur. Bu bakımdan din eğitimi ve öğretimini sadece bir din meselesi olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Din eğitimi ve öğretimi, ailenin yaşatılması, gençliğin korunması için de bir teminattır. Son yüz-yüz elli yıllık tecrübeler açıkça göstermiştir ki, insanlarda dinî inancın zayıflaması, aile kurumunu da çökertmektedir. Bu açıdan dinin yerini tutabilecek başka hiçbir çare yoktur.

Son olarak şunu da belirtelim ki, bizim dinî ve milli kültürümüzde aile yuvası, dinin, ahlâkın, edeb ve irfanın ilk öğrenildiği; saygı, sevgi, fedakârlık gibi yüce değerlerin kazanıldığı, kısaca gerçek Müslümanlık ve insanlık değerlerinin, mânevi ve milli terbiyesinin verildiği bir rahmet ocağıdır.

Yüce Rabbimiz, bu rahmet ocağını koruma çabamızda bize yardım eylesin. Aile yuvamıza huzur ve mutluluk versin.

Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü


1 Hucurât 49/13.
2 Rûm 30/21.
3 Tirmizî, “Radâ”, 11.
4 Ebu Davud, “Talak”, 3.
 
İşçi ve İşveren

İL : İSTANBUL
TARİH : 01.05.2009
KONU : İŞÇİ VE İŞVEREN
MÜNASEBETLERİ

بِسْمِ
اللهِالرَّحْمنِالرَّحِيم

اَهُمْيَقْسِمُونَرَحْمَةَرَبِّكَنَحْنُقَسَمْنَابَيْنَهُمْمَعيشَتَهُمْفِىالْحَيٰوةِالدُّنْيَاوَرَفَعْنَابَعْضَهُمْفَوْقَبَعْضٍدَرَجَاتٍلِيَتَّخِذَبَعْضُهُمْبَعْضًاسُخْرِیًّاوَرَحْمَتُرَبِّكَخَيْرٌمِمَّايَجْمَعُونَ


قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: أعْطُوا اْلاَجِيرَ اَجْرَهُ قَبْلَ اَنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ
 
Değerli Müminler!
Toplum içinde yaşamanın gerektirdiği birçok hak ve sorumluluklar vardır. Haklara saygı göstermek her insanın asli görevidir. Bu hakların çok önemlilerinden biri de alın terine saygıdır. Bir hadis-i kudsîde çalıştırdığı işçiye emeğinin karşılığını vermeyenin davacısının Allah (c.c.) olacağı bildirilmektedir.
Ahlâkî değerlerle bezenmiş bir işveren çalıştırdığı elemanına hiç değilse insanî ihtiyaçlarını karşılayabileceği kadar bir ücret vermeye özen göstermelidir. Hak ihlaline sebep olabilecek durumlardan uzak durmalı, personelinin ücretini zamanında ve eksiksiz vermeye dikkat etmelidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “İşçilerin ücretlerini alın teri kurumadan ödeyiniz” buyurmuştur.
İş sahibi çalıştırdığı kişiye gücü üzerinde iş yüklememeli, ona değer vermeli ve üretime alın teri koyan bir kardeşi olarak görmelidir. İş yerinde sağlık ve iş güvenliği tedbirlerinin yanında ibadet için de zaman ve mekân ayırmalıdır.


Diğer taraftan çalışanlar da aldıkları ücretin helal olması için verilen işi zamanında ve en güzel şekilde yapmalı, hileye kaçmamalıdır. Bu konuda Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) “Bir iş yaptığınız zaman Allah (c.c) o işi sağlam ve güzel yapmanızı sever” hadisini bir düstur edinmelidir. Peygamberimizin (s.a.v) “İşçi, işverenin malının koruyucusudur” anlamındaki mübarek sözünü dikkate alarak iş yerini emanet bilmeli ve kendi malı gibi korumalıdır.

Muhterem Cemaat!

Dinimiz çalışma hayatında işçi-işveren arasında karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı ilişkilerin devam etmesini ve sorumluluk şuurunun hâkim olmasını istemektedir. Bundan dolayı dinimizde işçisine zulmeden ve onu küçümseyen işveren kınandığı gibi, işverenin malında gözü olan, çalıştığı yerde sadece kendi menfaatlerini öne çıkaran işçi de kınanmış; iş hayatında karşılıklı haklara âzami riayet edilmesi ve çalışma barışının sağlanması öğütlenmiştir.
Her şeyin asıl sahibi Allah (c.c.) tır,Muhterem Müslümanlar! Bizler O’nun mülkünde emanetçiyiz ve verilen emanetlerden sorumluyuz. Her birimize farklı imkânlar tanınmasının hikmeti; emeğimizle veya malımızla birbirimizin hizmetinde bulunmamızdır. Nitekim Yüce Rabbimiz buna işaret ederek şöyle buyuruyor: “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların Dünya hayatındaki maişetlerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”
Rabbim cümlemize kul hakkına girmeden, hayırlı dualar alarak, alnımızın akı ile huzuruna çıkmayı nasip eylesin.
 
Dr. Hüseyin SARAÇ
Galip Paşa Camii İmam - Hatibi
 
Vakıf Şuuru

İL : İSTANBUL
TARİH : 08.05.2009
KONU : VAKIF ŞUURU

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : مَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَمَةِ

 
Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz biz Müslümanlara iyilik ve takvada yardımlaşmayı emretmiş; bu maksatla vakıf müesseseleri kurulmasını tavsiye etmiş, böylece nice bereketli hayır işlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesi temin edilmiştir. Her şeyden evvel vakıfta bulunmak, Allah Teâlâ’nın, “İyilikte yarışınız” “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız” gibi emir ve öğütlerinin fiilî icrası ve öldükten sonra hayır defterinin kapanmaması demektir.

Vakıf, bir malın Allah rızası için toplumun hizmetine tahsis edilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et” âyetinde işaret edildiği gibi, infakta bulunmak, fakirlere, kimsesizlere yardımcı olmak sürekli olarak teşvik edilmiştir. Bir hadis-i şerifte, “Her kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarından kurtarır” buyurulur. Her konuda ümmetine örnek olan Allah Rasûlü Hayber ve Fedek arazilerindeki hisselerini Müslümanların yararına vakfetmiş, sahabe-i kirâmdan imkânı olanlar da Allah Rasülü’nün (sav) bu sünnet-i seniyyesini takip etmiştir.

 
İslâmiyet can taşıyan bütün varlıklar için rahmet ve şefkat dinidir,Aziz Kardeşlerim! Bu yönüyle vakıflar, yoksulların ihtiyacının karşılandığı, yaraların sarıldığı kurumlar olagelmiştir. Camiler, medreseler, mektepler, kütüphaneler, çeşmeler, köprüler, hastaneler ve kervansaraylar yanında, muhtaç çocuklara süt anne bulmak, kışın aç kalan hayvanların beslenmesini temin etmek, fakir kızlara çeyiz hazırlamak gibi pek çok konuda vakıflar kurulmuştur.

Vakıfların usulüne uygun şekilde idaresi ve vakıf mallarının kötüye kullanılmasının önlenmesi için vakfiyeler kaleme alınmıştır. Vakfiyelerde Allah’a hamd ve Rasülüne salât ü selâmdan sonra vakıf ile ilgili ayet ve hadisler, vakfedilen malların sarf yeri ve nihayet dua yer alır.

Vakfiyelerde; “Her kim vakıf malının bekasına gayret eder ve ona hıyanet etmezse Allah o kişinin sevabını kat kat versin ve onu her türlü beladan korusun” şeklinde dua cümleleri, “ Her kim vakıf malına zarar vermeye yeltenir ve onun eksilmesine bizzat veya dolaylı olarak sebebiyet verirse o kişi ahirette Allah’ın gazabına uğrasın, varacağı yer cehennem olsun”, gibi beddua cümleleri yer alır. Vakfedilen mal, her ne için vakfedilmişse ancak o amaçla kullanılır. Vakıf malı kişisel menfaate dönüştürülemez, alınıp satılamaz, suistimal edilemez ve üzerinde tahrifat yapılamaz.

Aziz Cemaat!

Ecdadımız elinin uzandığı her yerde vakıflar kurmuştur. Bu konuda imkanıolan herkes birbiriyle adeta yarış halinde olmuştur. İstanbulumuz vakıf medeniyetimizin en güzel şahididir. Geçmişimizden bize intikal eden vakıflar, muhteşem bir devrin bizlere birer emanetidir. Onları en güzel şekilde koruyup sonraki nesillere aktarmak ve vakıf şuurunu canlı tutmak dinî ve millî görevimizdir.

Rabbimiz, bütün hayır ehlinden razı olsun.
Dr. Ahmet ÇAPKU
Bağlarbaşı Huzur Camii İ.H./Üsküdar​
 
Gençlik

İL : İSTANBUL
TARİH : 15.05.2009
KONU : GENÇLİK



قال الله تعالى: وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَاماً
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلَّكُمْ مَسْؤُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ

Değerli Müminler!

Allah Teâlâ insanoğluna hayatının her devresinde ayrı özellikler ve imkânlar nasip etmiştir. Gençlik dönemi bunların en önemlilerinden birisidir. Çünkü gençlik döneminde çocukluk devresinin saf ve temiz duyguları, gençliğin heyecanı ve yaşlılık devresinin de sorumlulukları birlikte yaşanır.

Gençlik gül gibi saflığın, bülbül gibi coşkunun, kabına sığamayan heyecanın, yılmayan azim ve kararlılığın, bitmeyen enerji ve dinamizmin adıdır. Gençlik, korkmayan göz, çiğnenmeyen söz, hayata meydan okuyan özgüvenin adıdır.

Savaşlar gençlerle kazanılır, bilgi gençlerle gelişir, medeniyetler gençlerle kurulur, milletin ümitleri gençlerle geleceğe taşınır.

Aziz Müminler!

Gençlik, rahmânî duyguların da, şeytânî vesveselerin de en kabarık olduğu, damardaki kanın kabına sığmadığı bir “delikanlılık” dönemidir. Bu özelliklerinden dolayıdır ki, şeytan herkesten çok gençlerin peşine düşer, şer odakları herkesten çok gençleri hedef alır.
Bu sebepledir ki, nefsani arzuların azgınlığına, şeytanî duyguların tahriklerine boyun eğmeyen, enerji ve heyecanını her şeye rağmen Allah Teâla’nın istediği yöne harcayan gençler nice ilahi lütuflara nail olmuşlar ve Rasûlullah’ın (sav) övgüsünü kazanmışlardır. Nitekim Allah Teâlâ, yalnızca rablerinin rızası için, mağara hayatını, Roma’nın saraylarına tercih eden Ashab-ı Kehf’i, harama düşmemek için zindanı saraya tercih eden Hz. Yusuf’u (as) kitab-ı keriminde methetmiş, onların sabır, sebat ve mücadelelerini kıyamete kadar gelecek nesillere örnek göstermiştir.

Rasûl-i zîşân efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, Arşının gölgesinde barındıracaktır. Bunlardan birisi de Allah’a kulluk etmekten neşe duyan gençlerdir.”

Aziz Müslümanlar!

Geleceklerini önemseyen milletler gençlerine ayrı bir önem verirler. Âlimler nasihatnamelerini onlar için yazar, yaşlılar tecrübelerini onlarla paylaşır, yöneticiler kurum ve kuruluşlarıyla onlara yol gösterir, ellerinden tutar, öğretmenler de onları yetiştirerek geleceğe hazırlamak için çırpınırlar.

Bizler de eğer geleceğimize önem veriyor, yarınlarımızın huzurla dolmasını istiyorsak gençlerimize sahip çıkmalıyız. Özellikle günümüzde saptırıcı eğlence, ahlaksızlık ve uyuşturucu piyasasının hedefi haline gelen gençlerimize sahip çıkmak, onları korumak anne-baba, okul ve yönetici olarak hepimiz için zorunlu bir görevdir. “Hepiniz çobansınız, idareniz altındakilerden sorumlusunuz” fermân-ı nebevîsine kulak vermeliyiz. İlgisizlik sebebiyle heba olan gençler adına kıyamet günü hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız. Yalnızlık sebebiyle bunalımdan bunalıma düşen gençlerimizle gönül bağları kurarak, dertlerine derman olmalı; cehaletin kurbanı olarak inkârcılık bataklığına saplananları bilgi ve sevgiyle tedavi edip, dünya ve ahiretlerini kurtarmalıyız. Böylece sorumluğunun idrakinde, kendisiyle barışık, çevresiyle uyumlu, din ve mukaddesatına bağlı, iffet ve ahlâk sahibi gençler yetiştirmek için her türlü fedakârlığı göze almalıyız.

Bizler, Rasulullah aşkına ölümü göze alan Hz. Alileri, mukaddesatı aşkına uykuyu kendine haram eden Selahaddin-i Eyyübileri, Kur’an aşkına sabahlara kadar kıyam duran Osman Gazileri, cepheden cepheye koşan Sultan Muradları, Sultan Fatihleri yetiştirmiş bir medeniyetin vârisleriyiz. Bugün de bilim ve fazilet kahramanı gençler yetiştirmek hepimizin temel hedefi olmalıdır. Hem dünyevî saadetimiz hem, uhrevî saadetimiz buna bağlıdır.
Hutbemi, bir dua âyeti ile bitiriyorum: "Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve nesiller bağışla, bizi takva sahiplerine önder kıl” .


Dr. Behlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi / FATİH​


1Buhari, Zekat, 15.
2 Buhari, İstikrâz, 20.
3 Furkan, 74.​
 
Trafik Güvenliği !!


İL : İSTANBUL
TARİH : 22.05.2009
KONU : TRAFİK GÜVENLİĞİ


بسم الله الرحمن الرحيم

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم

المسلم من سلم المسلمون من لسانه ويده


Muhterem Müslümanlar!

İnsanları akıl ve irade sahibi, varlıkların en şereflisi olarak yaratan Allah, onlara çeşitli sorumluluklar yüklemiştir. Yüce Rabbimiz “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse onun cezasını görecektir”1 buyurmaktadır. İnsanlar hiçbir zaman sınırsız bir şekilde özgür değillerdir. Bir kişinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünü engelliyor, kul hakkına zarar veriyorsa bu özgürlük değil, o kimsenin hakkına tecavüzdür. Bu açıdan üzerinde önemle durmamız gereken konulardan biri, trafikte ihlal ettiğimiz kul haklarıdır.

Çünkü maalesef ülkemizde trafik kazaları, insan hayatı için ciddi tehdit haline gelmiştir. Adeta kanayan yaramız, akan gözyaşımızdır. Nice yetişmiş insanımız, bilim ve devlet adamımız, din büyüklerimiz, pek çok kıymetli vatan evladımız trafik kazalarında kurban verildi. Binlerce aile yok oldu. On binlerce çocuğumuz yetim kaldı veya hayatını kaybetti. Bu kazalara sebep olan, insanın bizzat kendisidir. Trafik kazaları için “ne yapalım kadermiş” deyip geçemeyiz. Çünkü Allah Teâla iyiyi kötüden doğruyu yanlıştan ayırt edebilsin diye insana akıl ve irade vermiştir.

Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) “Müslüman eliyle ve diliyle diğer Müslümanlara zarar vermeyen kişidir”2 buyurmaktadır. Trafik kazalarına sebep olanlar, sadece kendi can ve mallarını tehlikeye atmakla kalmamakta, başkalarının da can ve malına zarar vermektedirler. Kuran’ı Kerim’de “…Bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibidir”3 buyurulmaktadır.

Yine Yüce Rabbimiz, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız”4 buyurmaktadır. Oysa trafik kazalarında kendimizi tehlikeye attığımız bir gerçektir. 2008 yılında trafik kazalarında 8.000 insanımız can verdi ve 185.000 insanımız da yaralandı veya sakat kaldı. Ortaya çıkan maddi hasar ise yaklaşık 13-14 milyar TL dir.


Değerli Mü’minler!​

Trafik kurallarına uymamak kul hakkını ihlal etmektir. Araçları yaya kaldırımlarına park etmek, gereksiz yere korna çalarak bebek, hasta ve yaşlıları rahatsız etmek, trafik ışık, işaret ve levhalarına zarar vermek, uykusuz ve yorgunken araç kullanmak, bakımsız araçlarla trafiğe çıkmak, aşırı hız veya hatalı sollama yaparak bırakın kaza yapmayı, başkalarının korkmasına, ürkmesine veya tehlike atlatmasına yol açmak bile kul hakkını ihlaldir. Oysa “Yürüyüşünde ölçülü ol”5 buyuran Rabbimiz, kul hakkıyla huzuruna gelinmesini asla istemez. Sevgili peygamberimiz “İbadetlerini yaptığı halde kul hakkı yüzünden, ahirete eli boş çıkacak kimseleri gerçek müflis” olarak nitelendirmiştir. Polis uyarısı ve trafik cezasından ziyade işin bu yönünü düşünmeliyiz. Trafik güvenliğini sağlamakla görevli devlet kuruluşlarında çalışan kişilerin de kul hakkı bilinci ile, boş vermişliğe kaçmadan ve kimseye ayrıcalık tanımadan yetki ve sorumluluklarını yerine getirmelidirler.

Aziz Müminler!​

“İnsanlara eziyet veren yoldaki bir taşı kaldırmayı” imanın gereği sayan bir dinin ve hayvanların açlıktan ölmemesi için vakıflar kuran bir kültürün mensuplarına trafik kurallarını çiğneyerek kendilerinin ve insanların can ve mallarını tehlikeye sokmak hiç yakışmaz.

Ortak aklın, uzun araştırmaların ve deneyimlerin sonucunda ortaya çıkan trafik kurallarına uymak hem insanlık ve vatandaşlık görevi hem de Müslüman olmamızın gereğidir.
Yüce Rabbimiz cümlemizi kendisine hayırlı kul, Resülüne hayırlı ümmet ve Allah’ın yarattıklarına zarar vermekten sakınan hayırlı bir Müslüman kılsın.



İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​


1 Zilzal 7-8
2 Buhari, İman 4,5
3 El- Maide 32
4 Bakara 195
5 Lokman 19
 
Teşekkürler çok Güzel Ve Yararlı Bi Paylaşım
 
Istanbul’un Fethi

İL : İSTANBUL
TARİH : 29.05.2009
KONU : İSTANBUL’UN FETHİ


بسم الله الرحمن الرحيم
(3)إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم
لَتُفْتَحَنَّ اْلقُسْطَنْطِنِيَّةُ فَلَنِعْمَ اْلأَمِيرُ أَمِيرُهاَ وَ لَنِعْمَ
الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ


Muhterem Müslümanlar!

Bugün İstanbul’un fethinin 556. yıldönümü… “Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordu!”(1) buyurmakta Peygamber Efendimiz… Bu müjdeye nâil olabilmek için Sahâbe devrinden itibaren birçok ordu İstanbul’u fethetmek maksadıyla yollara düşmüştür. Resûlullah’ı (s.a.v.) Medine’ye teşriflerinde evinde misafir eden Ebû Eyyub el-Ensârî başta olmak üzere yüzlerce sahâbî “o güzel ordudan” olabilmek için yaşları ilermiş olmalarına rağmen çölleri ve dağları aşarak İstanbul’a kadar gelmişlerdir. Fetih onlar için müyesser olmasa da, birçokları şehid olup bu topraklara defnedilerek İstanbulumuzun mânevî yıldızları olmuşlardır.

İstanbul’u fethetmenin hem siyasî hem de mânevî önemini ve anlamını çok iyi bilen Sultan Fatih, tahta geçmesinden hemen sonra “ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni alır” diyerek kararlılığını göstermiştir. Aldığı sağlam eğitimin yanında, Akşemseddin gibi bir gönül sultanının terbiyesi ile kemale eren Sultan Fatih:

Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim
Lütf-i Hak’tandır heman ümmid-i feth-ü nusretim diyerek işe başlamış, dört buçuk ay gibi kısa bir zamanda Rumeli Hisarını yaptırarak büyük kabiliyetini göstermiştir. O büyük Cihangir bu derin bilgisini, şecaat ve kahramanlığını iman ile besleyerek devamlı diri tutmuştur. O, askerî erkânın yanısıra, etrafına âlimleri ve velileri de toplamış, dua ordusunu da yanında bulundurarak azim ve kararlılığını ortaya koymuştur.

Peygamberimizin ifadesi ile O “Güzel Komutan”, gemileri karadan yürütüp Haliç’e
indirerek akıllara durgunluk veren bir işi başarmıştır. Elli üç günlük muhasaranın sonunda İstanbul’un surları yıkılmakla kalmamış, Ortaçağ kapanmış, yeni bir çağ açılmıştır.

Aziz Müminler!

Sultan II. Mehmet fâtihâne bir ihtişam ve büyük bir tezahüratla İstanbul’a girerken bile asla mağrur olmamış, fethi müteakip duyduğu haz ve süruru devlet erkânına açıklarken, “Bende gördüğünüz bu ferah yalnız bu şehrin fethine değildir. Ak Şemseddin gibi bir velînin benim zamanımda olduğuna sevinirim” demiştir.(2)

Sultan Fatih, bu büyük zaferin ardından savaşın izlerini silip şehri yeniden imara başlamıştır. O, fethin bir nişanesi olarak Ayasofya’yı camiye çevirip ilk Cuma namazını orada kılmıştır. Aynı zamanda Ortaçağ’da benzeri görülmeyen engin bir hoşgörü ile gayr-ı müslimleri dinî tercihlerinde serbest bırakmıştır.

Fatih, İstanbul’u bir irfan ve kültür merkezi yapmak için pek çok vakıf ve medrese kurmuştur. Dünyanın değişik yerlerinden âlimleri İstanbul’a toplamıştır. Molla Gürani, Molla Hüsrev gibi âlimlere büyük hürmet duymuş, Hızır Bey, Molla Zeyrek, Hocazâde, Ali Kuşçu gibi âlimlere destek vererek İstanbul’un bir ilim ve medeniyet şehri olmasının önünü açmıştır.

Aziz Müslümanlar!


Ecdadımızın elinin emeği, gözünün nuru olarak kurup geliştirdikleri müesseseleri, özellikle de vakıfları şartnamelerine uygun olarak kullanmanın ve korumanın hem millî hem de dinî bir vazife olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Bu vesile ile Sultan Fatih’i ve şehitlerimizi, ömürlerini vatanımıza ve milletimize adamış ecdadımızı rahmetle anıp hayırla yâd ediyorum. Allah Teâlâ cümlesine rahmet eylesin!


(1) Ahmed b. Hanbel Müsned, IV, 325
(2) Ayverdi, Semiha, Osmanlı Asırları, I, 282, İst.1977
(3) Fetih, 48/1



Dr. Hasan GÜMÜŞOĞLU
Merkez Vaizi / İstanbul​
 
Çevre Bilinci

İL : İSTANBUL
TARİH : 05. 06. 2009
KONU : ÇEVRE BİLİNCİ


بسم الله الرحمن الرحيم

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي
النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
لا يغْرِس مُسلِم غرْساً ، ولا يزْرعُ زرْعاً ، فيأْكُل مِنْه إِنْسانٌ وَلا دابَّةٌ ولا شَيْءٌ إلاَّ كَانَتْ لَه صدقةً
ÇEVRE BİLİNCİ

Allah Teâla İnsanı en güzel şekilde yaratmış, yeryüzü ve gökyüzünü bütün nimetleriyle donatıp tertemiz bir şekilde insanın hizmetine vermiştir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı kerim’de, “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız’’[1] buyurmaktadır.

Aziz Mü’minler
En büyük nimet olan sağlığımızı korumanın önemli unsurlarından biri çevremize karşı duyarlı olmamızdır. Allah’ın bize emaneti olan Çevremizi korumak, nimetleri israf etmemek ve Allah Teâla’nın bu kâinat için koyduğu dengeyi korumaya çalışmak aynı zamanda insânî ve dinî bir vazifedir. Bu konuda bir âyet-i kerimede: “Allah göğü yükseltti ve dengeyi koydu, sakın dengeyi bozmayın [2] buyrulmuştur.

Bir diğer âyet-i kerime’de “İnsanların kendi işledikleri kötülükler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır. Vazgeçip dönerler diye, Allah (c.c) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattıracaktır”[3] buyurularak sorumsuz davranışların kötü sonuçlarına bundan 1400 sene önce dikkat çekilmiştir.

Sevgili Peygamberimiz’in çevrenin korunması, temiz ve sağlıklı tutulması ile ilgili birçok hadis-i şerifi bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçı şöyledir: “Bir Müslüman bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan veya kurt-kuş yerse, bu o Müslüman için sadaka olur.” (4)

“Bir kimse bir ağaç dikerse, Cenab-ı Hak onun amel defterine o ağaçta yetişen meyve sayısınca sevap yazar.” (5)


Resûlullah Efendimiz “temizlik imanın yarısıdır” buyurmuş [6], evleri ve iş yerlerini temiz tutmayı tavsiye etmiş[7], sıkıntı ve zarar verecek şeyleri müslümanların yollarından kaldırmayı[8] imanın bir gereği olarak ifade buyurmuştur.

Değerli Mü’minler,

Günümüzde sanayi ve kozmetik atıklarının hiçbir önlem alınmadan çevreye atılması gibi yanlış işlerle doğal zenginliklerimiz ve çevremiz tahrip edilmekte, doğal denge bozulmaktadır. Kasıtlı kasıtsız yangınlarla ormanlar yok olmaktadır.

Çöl haline gelmiş bir ülkede yaşamak istemiyorsak, Yüce Allah’ın büyük bir lütfu olan tabiattaki dengeyi korumalı, ülkemizi ağaçlandırmalı, mevcut ormanlarımızın yanıp kül olmasına, tahrip edilmesine fırsat vermemeliyiz. Tarım alanlarını ve merayı muhafaza etmeli, şehirlerimizin oksijen kaynağı olan ormanlarımızı koruyarak sağlıksız şehirleşmeden kaçınmalıyız.

Yediğimiz içtiğimiz şeylerin, kullandığımız eşyaların, teneffüs ettiğimiz havanın, yürüdüğümüz sokak ve caddelerin temiz ve sağlıklı olmasına özen göstermek, hem medeni hem de dini görevlerimizdendir.

Ecdadımızın bizlere emanet ettiği kutsal vatan toprakları üzerinde orman yakan, ağaç kesen değil; ağaç diken, çevreyi kirleten değil, temizleyen insan olmalıyız. El ele gönül gönüle vererek birbirimize ve Yüce Alah’ın yarattığı her varlığa sevgi ve saygı duyarak çevremize sahip çıkmalıyız.


[1] İbrahim 14/ 34.
[2] Rahman 55/7-8.
[3] Rum 30/41.
[4] Müslim, Müsâkât 9,12.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/415.
[6] Müslim Teharet,1, Tirmizi Daavat 86
[7] Tirmizi Edep 41.
[8] İbn Mâca, Edep 7.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
Yaz Kur’ân Kursları

İL : İSTANBUL
TARİH : 12.06.2009
KONU : YAZ KUR’ÂN KURSLARI


بسم الله الرحمن الرحيم
وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا

قال النبي صلي الله عليه وسلم
خَيْرُ كُمْ مَنْ تَعَلَّمَ القُرَْانَ وَعلَّمَهُ


Muhterem Müslümanlar!


Allah Teâlâ bizlere pek çok nimet vermiştir. Bu nimetler içinde çocuklarımızın ayrı bir yeri vardır. Onlar bizler için hem ilahî hediye hem de emanettir. Geleceğimizin teminatı, dünya hayatının zîneti ve Allah emaneti olan çocuklarımızı rûhen ve bedenen sağlıklı bir şekilde yetiştirmek hepimizin görevidir.
Peygamber Efendimiz (as), “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz” buyurur. Bu açıdan yetişen nesillerimizi Kur’an-ı Kerim ile tanıştırmak büyük önem arzeder. Çünkü Kur’an, insanlar için bir hidayet kaynağı, gönüllere şifa ve Allah’tan bir rahmettir.

Kıymetli Kardeşlerim!


Dinimizde ilim öğrenmek, beşikten mezara kadar kadın erkek herkese farzdır. Kur’an-ı Kerim’de, “Rabbim, ilmimi artır!” duası bu açıdan ne kadar dikkat çekicidir! Bizlere adaletli, edepli ve güzel ahlâklı olmayı öğreten Kur’an’ı tanımaya, öğrenmeye ve yaşamaya ihtiyacımız var. Onun için Peygamber Efendimiz, “Kalbinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan kişi harap olmuş ev gibidir” buyurmuşlardır.

Kur’an-ı Kerim eğitim ve öğretimi Hz. Peygamber’den günümüze kadar gelen mukaddes bir vazifedir. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” buyuruyor Allah Rasülü… Bu müjdesinin her müminin gönlünde ayrı bir yeri vardır. Bundan dolayıdır ki, İslam tarihinin ilk mektebi olan Medine Camii müştemilatındaki “Suffe” denilen okuldan sıbyan mekteplerine ve günümüzdeki Kur’an kurslarına kadar uzanan çizgide Kur’an hizmeti büyük bir heyecanla devam edegelmiştir.

Aziz Cemaat!

Kur’an eğitimi açısından bir yaz dönemine daha ulaşmış bulunuyoruz. Kur’an kursları ve camilerimizde bu yılki yaz kurslarımız 22 Haziran’dan itibaren başlamaktadır. Kurslarımızda dinî bilgiler bağlamında yüzünden Kur’an okuma, tecvid, namaz sûreleri, abdest alma ve namaz kılma, Hz. Peygamber’in hayatı, inanç esasları ve güzel ahlâk bilgileri verilmekte; ezan, bayrak, vatan, cami gibi; ana babaya ve büyüklere saygı, küçüklere şefkat gibi dinî ve millî değerlerimiz öğretilmektedir.

Yapılan çalışmalarla son yıllarda daha kaliteli Kur’an eğitimi vermekteyiz. Bir çocuğun hayatı boyunca kendisine lazım olacak temel dinî bilgileri öğrendiği bu kurslara olan ilgi hepimiz için sevindiricidir.

Hutbemi hadis-i şerif meâlleriyle bitiriyorum. “Allah’ın evlerinden bir evde (cami ve mescidlerde) Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için bir araya gelen topluluk üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah Teâlâ, onları kendi katındakilerle birlikte anar.” “Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü Kur’ân kıyamet günü onu okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.”
Yüce Rabbimiz bu müjdeye cümlemizi nail eylesin.

NOT: İstanbul İl Müftülüğünce geçen yıl olduğu gibi bu yılda görme ve işitme engelli vatandaşlarımız için yaz kursları düzenlenecektir. Konu hakkında geniş bilgi almak için İlçe Müftülüklerine müracaat edilmesi gerekmektedir.



Dr. Ahmet ÇAPKU
Bağlarbaşı Huzur Camii İ.H./ Üsküdar
 
YardımLaşma

İL : İSTANBUL
TARİH : 26.06.2009
KONU : YARDIMLAŞMA

بسم الله الرحمن الرحيم
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنْ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ
بِأَنَّ لَهُمْ الْجَنَّة
َوقال رسول الله صلىالله عليه وسلم

مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعاطُفِهِمْ مَثَلُ الجَسَدِ
 
Aziz Cemaat!
Atalarımız, özellikle İslâmiyet'i kabul ettikten sonra insanlık tarihinde derin tesirler ve eserler bırakan yüksek bir medeniyet kurmuştur. Bu medeniyetin çok çeşitli boyutları arasında insana hizmetin önemli bir yeri vardır.
Yüce Kitabımız, "Bütün insanların, aynı ana-babanın, Âdem ile Havva'nın soyundan gelen kardeşler olduğunu, birbirleriyle teâruf için, yani tanışmak ve barış içinde yaşamak için kavimlere, milletlere ayrıldığını bildirir. Nitekim Türkiye dışındaki birçok Türk halkının dilinde barış kelimesinin karşılığı olarak bugün "tanışlık" kullanılmaktadır.
Öte yandan Kur'an-ı Kerîm'e göre "Müminler ancak kardeştirler." Bundan dolayı yüzyıllar boyunca Endülüs'ten Balkanlar'a, Kuzey Afrika'dan Yemen'e, Anadolu'dan Hindistan'a kadar, Endonezya ve Malezya'ya kadar dünyadaki bütün Müslümanlar, görüşmeseler, tanışmasalar da, birbirlerini kardeş bilmişler; aralarında on binlerce kilometre mesafe de olsa, Aziz Peygamberimizin buyurduğu üzere, bir bedenin organları gibi olmuşlar, birbirlerinin acılarını yüreklerinde duymuşlardır.
Muhterem Cemaat!
Müslümanlar arasında bu duygu bağının en güçlü olduğu millet bizim milletimiz olmuştur. Bu, tarihte böyle olduğu gibi günümüzde de böyledir. Bugün de milletimiz, dünyada yardıma ihtiyacı olan değişik dinlerden insanlara yardım etmeye çalışmakta; ayrıca farklı ülkelerdeki dindaşlarımıza ve soydaşlarımıza da çeşitli alanlarda hizmet götürmektedir. Bunlardan biri de eğitim ve öğretim alanıdır. Ülkemizin insanları Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'daki kardeşlerimizin eğitim ihtiyacını karşılıyor, buralarda çeşitli seviyelerde okullar ve üniversiteler açıyor. Bu çabaların olumlu sonuçlar verdiği görülüyor. Eski bir Diyanet İşleri Başkanımız, Kazakistan'daki İslâmî gelişmeden bahsederken, bir Cuma namazında on beş-yirmi bin gencin, kar ve çamur üstünde nasıl namaz kıldığını gözleri yaşararak anlatıyordu.
Bu mutluluk verici gelişmelerde milletimizin oralara yaptığı yardımların büyük bir payı bulunmaktadır, değerli müminler...
Bu cümleden olarak, ülkemizin tanınmış âlimlerinden emekli bir ilahiyat profesörü olan bir büyüğümüz, benzersiz bir gayret ve fedakârlıkla, Kazakistan'ın Almaatı şehrinde bir üniversite kurulmasına öncülük etti. Bu üniversitenin acilen bir öğrenci yurduna ihtiyacı var... Bu hususta bize görev düşüyor. İstanbul halkı olarak camilerde yaptığımız küçük gibi görünen yardımlarla ülke içinde ve dışında nice eserlerin yapımına çok değerli katkılarda bulunduk; camiler, okullar yapılmasına, ata yadigârı eserlerin ihya edilmesine destek verdik. Şimdi de sizden sözünü ettiğimiz öğrenci yurduna yardım talep ediyoruz. Sevgili Efendimiz'in güzel tabiriyle "veren el" olmanızı bekliyoruz. Ne güzel "veren el olmak!"... Ve ne mutlu "veren el" olanlara!... Çünkü Yüce Kitabımızın bildirdiğine göre, onlar verdiklerinin karşılığında cenneti alacaklar...
Allah cümlemizi bu kutlu müjdeye lâyık ve nail eylesin!​

Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
Dua ve Önemi

İL : İSTANBUL
TARİH : 03.07.2009
KONU : DUA VE ÖNEMİ


بسم الله الرحمن الرحيم
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
و قال النبي صلي الله عليه وسلم
الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ

Muhterem Müslümanlar!

İnsanın Rabbine kulluğunu ve yönelişini göstermesinin çeşitli yoları vardır. Bu yollardan birisi de duadır. Dua, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve ta’zim duyguları içinde O’nun lütuf ve yardımını dilemesi, bütün kalbiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunmasıdır.

Bizleri varlığın en şereflisi olarak yaratan Rabbimiz, bizim kendisine yönelmemizden, el açıp istememizden hoşnut ve razı olur. Allah Teâla’dan istemek ve niyazda bulunmak en önemli kulluk vazifelerimizden biridir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, “Dua, kulluğun özüdür.” buyurarak bu hakikati beyan etmiştir.

Yüce Rabbimiz ikram sahibidir, ikram etmeyi sever. Kul, âdâbına uygun bir şekilde istediğinde Cenab-ı Hakk onun isteğine cevap verir. Allah Rasülü (s.a.v.) de bir hadislerinde şöyle buyurur: “Kul ne zaman, ya Rabbi, derse, Cenab-ı Hakk da ona, söyle kulum. İste, sana verilecektir, der.” Bu konuda bir ayet-i kerimede, ‘Rabbiniz buyurdu ki, bana dua edin, size icabet edeyim. Muhakkak ki bana karşı, büyüklük taslayarak kulluk etmekten yüz çevirenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ buyrulmuştur.

Değerli Kardeşlerim!


Dualarımızın ibadet sayılması ve kabule layık görülmesi için bazı şartlar vardır. Her şeyden önce dua eden kimse yiyip içtiklerinin helal olmasına dikkat etmeli, elinden geldiğince haram şeylerden uzak durmalıdır. Dua etmenin belli bir zamanı ve mekânı yoktur. Ancak bir kimse dua edeceği zamanı ve mekânı mümkünse seçmelidir. Mübarek gün ve gecelerde, seher vakitlerinde, gönülden yakararak, ellerini semaya, gönlünü Mevlâ’ya açmalı, dünyevî ve uhrevî her türlü isteğini yüce Allah’a arzetmelidir. Dua ederken mümkün mertebe gözlerimiz yaşarmalı, duamız Allah’ın rahmet deryasını taşırmalıdır. Bu takdirde kişinin duasının kabulü umulur.

Dil ile dua etmenin yanında istenilen şeyin sebeplerine de sarılmak gerekir. İstediği şeyler için elinden gelen sebeplere başvurmadan Allah’tan bir şey talep etmek, toprağa tohum saçmadan mahsul beklemeye benzer! Çalışmadan rızık istemek, sağlığı bozan şeylere devam edip şifa beklemek, çare aramadan devâ ummak kulluktan uzak davranışlardır.

Her insanın dua etmeye ihtiyacı vardır, aziz müslümanlar! Hayatın getirdiği her türlü sıkıntı ve yükün hafiflemesi, kişinin gönül dünyasını Allah’a açıp ihtiyaçlarını arzetmesiyle mümkündür. Sevgili Peygamberimizin hayatına baktığımızda onun, güne dua ile başladığını ve dua ile bitirdiğini görürüz. Allah Rasulü’nün bir duası şöyledir: “Ya Rab! Seninle akşama erer seninle sabaha ulaşırız. Seninle yaşar seninle ölürüz. Sanadır dönüş.”

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere dua, hayatın her safhasında ve her zaman yapılması gereken bir ibadettir. Sıkıntı ve belalara düşüp çaresiz kaldığında dua ettiği halde, sıkıntılar geçince dua etmeyip Allah’tan gafil yaşamak kâmil bir mümine yakışmaz. Çünkü insan her an ve her yerde Allah’ın rahmet ve keremine muhtaçtır.

Cenâb-ı Hakk cümlemizi gerek kalbi ve diliyle gerek fiilleriyle kendisine hakkıyle dua ve kulluk edenlerden eylesin!


Yakup KABALAK/Vaiz
Beyoğlu/ İSTANBUL
 
Nikah


İL : İSTANBUL
TARİH : 10.07.2009
KONU : NİKÂH


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِحينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَائِكُمْ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَليمٌ

قال النبي صلى الله عليه وسلم
يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ البَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ،

Muhterem Müslümanlar!

İnsan neslinin kıyamete kadar var olmasını murat eden Yüce Mevlâmız, bunu bir ilâhî kanun olarak erkek ve kadının beraber olmasına bağlamıştır. Bu beraberliğin Rabbimizin gösterdiği ölçüler dâhilinde olmasının adı nikâhtır, evliliktir.

Kıymetli Müminler!

İlâhî nizamda insan neslinin bekası için tek meşru yol nikâhtır. Bu yol peygamberlerin yoludur. Peygamberler evlenmiş ve ümmetlerine de evlenip çoğalmalarını tavsiye etmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede; “(Ya Muhammed) Andolsun biz senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara eşler ve çocuklar verdik” buyurarak buna işaret etmiştir. Bir başka âyet-i kerimede nikahlanmaları meşru olanlarla evlenip yuva kurmak tavsiye edilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Evlenmek benim sünnetimdir (yolumdur). Kim onu yapmazsa benden değildir” anlamındaki hadisiyle bu sünnetini mazeretsiz olarak terk edenlerden hoşnut olmadığını bildirmiştir. Müslümana yakışan Rabbimizin emrine uymak, Peygamberlerin yolundan gitmek ve Peygamberimizin sünnetini yerine getirmektir.

Değerli Müminler!

Nikahsız birlikte yaşamak dinimizde kesinlikle haram olduğu gibi meşru nikahla aile yuvası kurmak da pek çok yönden ibadettir, kişiye ecir ve sevap kazandırır, kişinin dinî hayatının kemale ermesine vesile olur. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde: “Kişi evlendiğinde dinin yarısını tamamlamıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun” buyurur. Bir diğer hadisinde Resul-i Ekrem, eşin ve çocukların ihtiyaçları için yapılan harcamaların cihad uğruna harcanandan, fakire verilen sadakadan ve köle azadı için sarf edilenlerden daha sevap olduğunu bildirmiştir. Ardımızdan bize dua edecek, dine ve dünyaya faydalı olacak hayırlı ve salih nesiller yetiştirmek de nikâhın bir başka güzelliğidir. Peygamberimiz (s.a.v.): “Ey gençler, evlenmeye gücü yeteniniz hemen evlensin” buyurmuşlar ve evliliğin gözü haramdan nefsi zinadan daha iyi koruduğunu ifade etmişlerdir.

Muhterem Müminler!

Dinimizin emir ve tavsiyeleri hep bu yönde olmasına rağmen başta maddi sıkıntılar olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı evlilikler ya ertelenmekte veya tamamen ihmal edilmektedir. Bizler nikahın maddi külfeti için gerekeni yaparken Cenab-ı Hakkın şu vaadini de asla unutmamalıyız. Yüce Mevlâmız şöyle buyuruyor: “Aranızdaki bekârları, köle ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler Allah (cc) kendi lütfu ile onları zenginleştirir”. Peygamberimiz (s.a.v.) de iffetini korumak maksadıyla evlenen kişiye Allah’ın yardım edeceğini açıklamıştır.

Bu vaadin hak olduğuna imanımız tamdır. Ancak bizler Peygamber efendimizin:”Nikahın en bereketlisi masrafı en az olanıdır” tavsiyesine ve atalarımızın “ayağını yorganına göre uzat” nasihatine kulak verir, dinimizin haram kıldığı israf ve lükse de kaçmazsak bu ilâhî vaadin daha çabuk tecelli ettiğini görürüz.

Cenab-ı Hak hepimize huzurlu bir yuva ve hayırlı nesiller nasip eylesin!


Dr. Ahmet EFE
Ebubekir Camii İ.H./ BAĞCILAR​
 
bugünkü hutbenin daha detayLı anLatıLması Lazım bence çok önemLi ve istismarı oLan bi konu..
aLLah razı oLsun..
 
Mi’raç Kandili !!


İL : İSTANBUL
TARİHİ : 17.07.2009
KONU : Mİ’RAÇ KANDİLİ



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

{1} سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى
الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم

{2}أَيُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ قَالَ اَلصَّلاَةُ فِي أَوَّلِ وَقْتِهَا "


Muhterem Müslümanlar!

Önümüzdeki 19 Temmuz pazarı pazartesine bağlayan gece, Mi’raç Kandili’dir. İslâm âlemi olarak böyle mübarek bir geceyi idrak etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız. Mi’raç, Sevgili Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biridir, bir gece içinde Mekke’den Kudüs’e, oradan da aşkın bir âleme doğru yaptığı mukaddes ve manevî bir yolculuktur. Bu yolculuğun özet şekli Kur’ân-ı Kerîm’de, ayrıntısı ise sahih hadislerde anlatılır. Birçok ilâhî sırrı, hikmet ve bereketi bünyesinde barındıran bu kutsal gece hakkında, İsrâ sûresinin ilk âyetinde şöyle buyrulur: “Kendisine âyetlerinden bir kısmını göstermek üzere kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiği Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir”[1].

Aziz Müminler!

Mi’raç olayının en önemli sonuçlarından biri, İslâm'ın beş temel esasından biri olan, müminin miracı sayılan beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Namaz, dinin direği [3], imanın en belirgin işareti [4], amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır [2]. Namaz, kalbin nuru, gönüllerin safası, takvâ ehlinin göz aydınlığıdır; müminin günde beş defa Rabbiyle buluşmasıdır. Bu sebeple, her mümin namaza başladığında, namazın kendisinin mi’racı olduğunu, dolayısıyla Yüce Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilmeli, namazdan ayrıldıktan sonra da bunun şuuru ve sorumluluğu ile hareket etmelidir.

Değerli Müminler!

Mi’raç Gecesi, duygu ve düşüncelerimizi arındırmamız, ilâhî rahmeti kazanacak işler yapmamız, dua ve niyazda bulunmamız için bir vesiledir. Kulluk şuurumuzu tazeleyen, günah ve kusurlarımızı daha iyi görmemizi sağlayan, bu geceyi iyi değerlendirelim. Bakışımızı, kendimize, iç dünyamıza çevirelim. “Hâsibû kable en tühâsebû; hesap zamanında hesaba çekilmeden önce, şimdiden kendinizi hesaba çekin” şeklindeki kutlu öğüde uyarak yaptıklarımızı gözden geçirelim. Bu suretle hatalarımızı görüp tövbe edelim. Tövbe en değerli ibadetlerden biridir. Çünkü tövbe öncelikle –eskilerin deyimiyle- “ma’rifetü’n-nefs”tir; yani kulun kendini, kendi hatalarını bilmesidir. İkinci olarak tövbe “ma’rifetullah”tır; yani kulun, Hakkı, Rabbini bilmesidir. Bu bilgi ve imandan dolayıdır ki kul tövbe ile Rabbine yönelir. Hiç kimseye açamadığı günah sırlarını O’na açar; kurtuluş için O’nun inâyetini ve affını diler. Nihayet tövbe bir arınmadır. Önce günahlardan nedamet duyarak kalbimizi arındırırız; sonra da kötü işleri bırakarak amellerimizi, hayatımızı arındırırız. Onun için “Günahtan tövbe eden kişi hiç günah işlememiş gibi olur” buyrulmuştur. Şimdi mübarek Mi’raç Kandilinin bizim için ne kadar büyük bir fırsat olduğunu daha iyi anlıyoruz. Evet muhterem cemaat, bu gece Efendimiz’in Mi’raca yükseldiği, müminlerin de tövbesi, duası, tesbihleri, namazı ve kıratıyla ruhunu, gönlünü, ahlâkını arındırıp yücelttiği gecedir.

Mi’raç Kandilinizi tebrik ediyorum. Mi’racın bir bölümünün gerçekleştiği Mescid-i Aksâ ve çevresinde meydana gelen üzücü olayların son bulmasını, bu kandilin İslâm âleminin birlik ve beraberliğine, insanlığın barış, huzur ve hidayetine vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.


__________________
[1] İsrâ, 17/1.
[2] Ebû Dâvûd, “Salât”, 426; Tirmizî, “Salât”, 170; Müslim, “Îmân”, 85, Buhârî, “Mevâkît”, 5.
[3] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 39-40.
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ II, 40.


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
İL : İSTANBUL
TARİH : 24.07.2009
KONU : ÖLÜM VE ÖTESİ




بسم الله الرحمن الرحيم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم
اَلْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ


 

Muhterem Müslümanlar!
Bizler ve içinde yaşadığımız dünya fanidir. Bir gün gelecek bu hayat sona erecek; her canlı ölümü tadacaktır. Mahşer günü de bütün insanlar yeniden diriltilecek ve herkes dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah’ın huzurunda toplanacaktır.
Şöyle geriye doğru dönüp baktığımızda görüyoruz ki, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, niceleri bu dünyadan gelip geçti. Zaman bedenlerimizi biraz daha yıpratıyor, saçlarımızı biraz daha ağartıyor. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için ecelimizi bekliyoruz. Şairin dediği gibi:

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Muhterem Müslümanlar!
Dünya hayatının sonu olan ölüm, bir yok oluş değil, fani hayattan, baki hayata bir geçiştir. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, amellerimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir.
O günle ilgili olarak Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün bir takım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, gülerler sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha dalanlardır.".
Aziz Kardeşlerim!
“Dünya ahiretin tarlasıdır” düsturundan hareketle Ahiret hayatına hazırlık yapmalıyız. Çünkü kişi bu dünyada en küçük bir iyilik ya da kötülük yapsa onu muhakkak karşısında bulacaktır. Ahirette: ‘‘Oku kitabını! Bu gün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’’ denilecek ve böylece hesaba çekilecektir.
Hesaba çekilmeden önce adımlarımızı dikkatle atmamız ve hesabını veremeyeceğimiz işlerden uzak durmamız hususunda Yüce Allah bizleri şöyle uyarmaktadır: ‘‘Ey iman edenler! Allaha karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allaha karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’’
Peygamber Efendimiz ise şöyle buyuruyor: ‘‘Akıllı kimse, (ölmeden önce) kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlanan kimsedir. Aciz kimse ise, nefsanî arzularına tabi olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.’’

Aziz Cemaat!

Bir gün gelecek kıyamet kopacak, mahşer kurulacak, mahşer meydanında hepimiz yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Hesabın sonucunda kimileri cennete; kimileri ise cehenneme sevk edileceklerdir. Cennetlikler güzel amellerine karşılık cennet nimetlerinden istifade ederken; cehennemlikler de dünya hayatında yaptıkları kötülüklerin bedelini ağır ödeyeceklerdir.
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir hadisiyle bitirmek istiyorum: "Âhirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden"
Cenab-ı Hak hesabımızı kolay verecek işler yapmayı bizlere nasip etsin.



Bahattin TURGUT
Sultanbeyli/ Vaiz​
 
Berat Kandili

İL : İSTANBUL
TARİH : 31.07.2009
KONU : BERAT KANDİLİ


بسم الله الرحمن الرحيم
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

2

قال النبي صلي الله عليه وسلم
إِذَا كَانَتْ لَيْلَةُ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ فَقُومُوا لَيْلَهَا وَصُومُوا نَهَارَهَا1

Değerli Müminler!

Allah Telâ’nın üç aylar içersinde bize bir lütuf olarak verdiği mübarek gecelerden birine daha yaklaşmış bulunuyoruz. 5 Ağustos Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece, mübarek Berat Kandili’dir. Berat kelimesi, günahlardan arınmayı ve Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade eder. Berat kandili gibi özel zamanlar gönüllerimizin Allah’a yöneldiği, O’nun affına rahmet ve mağfiretine en fazla yaklaştığımız anlardır. Ayrıca böyle zamanlarda kalplerimizde şefkat, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının daha yoğun olduğunu hissederiz. Toplumsal olarak da günahlar ve suçlar azalır, hayırlar artar. Bu geceler, kulluk şuur ve bilinciyle kendimizle hesaplaştığımız, hayatımıza Yüce Yaradan’ın rızası doğrultusunda yön vermeye karar verdiğimiz fırsat geceleridir.

Muhterem Kardeşlerim!

Berat gecesi konusunda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:“Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim!.. Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim” [1] buyurur.

Bu itibarla, Berat Gecesi’ni idrak eden herkes, Yüce Allah’ın; “…Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”[2] müjdesinin farkına varmalıdır. Bunun gereği olarak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı, günah ve kusurlarından dolayı tövbe etmeli, bundan sonraki hayatını daha da güzelleştirme kararını vermelidir.


Değerli Kardeşlerim!

Kutsal geceler; iman, ibadet ve düşünce bakımından kendimizi yenilememiz, geçmişimizi muhasebe etmemiz, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlamamız için büyük bir fırsattır. Bu tür vesilelerle, günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme gayretinde olalım. Unutmayalım ki tövbe, kendini bulma ve bilmenin, gönlü arındırmanın en güzel yoludur. Yüce Mevla, ameli her ne olursa olsun istisnasız herkesi tövbeye davet etmektedir.[3] Sevgili Peygamberimiz sürekli tövbe-istiğfarda bulunurdu. Bizler de bu tür geceleri, ibadetin özü olan dualarla en güzel bir şekilde değerlendirmeli, günahlardan arınmak için Yüce Mevla’ya yalvarıp yakarmalı, tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız.

Aziz Kardeşlerim!

Bu kandil vesilesiyle çevremize karşı olan görev ve sorumluluklarımızı hatırlayalım. Bu çerçevede ana-baba ve akrabalarımızın kandillerini tebrik ederek, hayır dualarını alalım. Dargınlık ve kırgınlıklara son verelim, gönülleri yıkmayalım, gönüller yapalım. Muhtaçlara imkanlarımız nispetinde yardım elimizi uzatalım
Çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan ruhlara, mânevi hayatın ihmaliyle daralan kalplere, bu gecenin şifa olmasını diliyorum. Hepinizin Berat kandilini tebrik ediyorum.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​

[1] İbn Mâce, Sünen, “İkâmetü’s-salât”, 191.
[2] Zümer, 39/53.
[3] Nûr, 24/31.
 
Geri
Üst