Cuma Hutbeleri

S!yaĦ

Banned
12.01.2007
İBADET VE ÖNEMİ
ÖLÇÜLÜ VE TUTARLI OLMAK
İSRAF HARAMDIR
DİNİMİZ TEMİZLİĞE ÖNEM VERMEKTEDİR
MÜSLÜMAN BAŞKALARININ İYİLİĞİNİ İSTER
İSLAM’DA İFFET VE HAYA
RİYA VE ZARARLARI
CEMAATLE NAMAZ KILMANIN ÖNEMİ


02.04.2007
İSLAM’DA ADALET
AFFETMEK YÜCELİKTİR
ÇOCUK HAKLARI
HAYAT BİR İMTİHANDIR
HUZUR VE MUTLULUK VESİLESİ OLAN İBADETLERİMİZ
CUMA NAMAZI VE ÖNEMİ


23.02.2007
SELÂMLAŞMAK
ALLAH İÇİN SEVMEK
HELAL HARAM DUYARLILIĞI
VEDA HUTBESİNİN ÖNEMİ VE DEĞERİ


09.03.2007
İÇKİ ve UYUŞTURUCUNUN ZARARLARI


30.03.2007
PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU


06.04.2007
NAMAZ


23.02.2007
SELÂMLAŞMAK


13.04.2007
İNSAN SEVGİSİ


01.05.2007
İMAN ÜMİT KAYNAĞIDIR


27.04.2007
İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİ


04.05.2007
ANNE-BABAYA SAYGI


11.05.2007
SOSYAL DAYANIŞMA MÜESSESESİ OLARAK VAKIFLAR


18.05.2007
GENÇLİK


25.05.2007
FETİH RUHU


01.06.2007
HAYVAN VE ÇEVRE HAKKI


08.06.2007
İSRAFTAN KAÇINMAK


15.06.2007
KABİR ZİYARETİ


15/06/2007
ÇOCUK EĞİTİMİNDE KUR’AN ÖĞRENMENİN ÖNEMİ


29/06/2007
AİLENİN ÖNEMİ


29.06.2007
SU TASARRUFU


06.07.2007
AKRABA İLİŞKİLERİ


13.07.2007
ÜÇ AYLAR VE REGÂİB KANDİLİ


20.07.2007
DUA


27.07.2007
İNSAN HAKLARINA SAYGI


03.08.2007
İRŞAD VE DAVET SORUMLULUĞU


10.08.2007
Mİ’RAÇ KANDİLİ


17.08.2007
DOĞAL AFETLERE KARŞI TEDBİRLİ OLMAK


17.08.2007
ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLAR
TEVEKKÜL VE TEDBİR



01.05.2007 Hutbeleri

İstanbul Hutbesi​

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلا تَهِنُوا وَلا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ {1}
قال رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيهِ وَسَلَّم: قاَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: أنَا عِنْدَ ظَنَّ عَبْدِي بي، وَأناَ مَعَهُ حَيْثُ يَذْكُرُني، وَمَنْ تَقَرَّبَ إلَيَّ شِبْراً تَقَرَّبْتُ إلَيْهِ ذِراَعاً، وَمَنْ تَقَرَّبَ إلىَ َّذِراَعاً تَقَرَّبْتُ إلَيْهِ باَعاً، وَإذَا أقْبَلَ إليَ َّيَمْشِي أقْبَلْتُ إلَيْهِ أُهَرْوِلُ {2}


İMAN ÜMİT KAYNAĞIDIR

Muhterem Mü’minler!

İmanın insan için önemi, kelimelerle ifade edi-lemeyecek yüceliktedir. İman hayata benzer, iman-sızlık ise ölüm gibidir. Bugün imana bir başka açı-dan, ümit penceresinden bakıp hayata sağladığı kat-kıları görmeye çalışacağız.
İman ile ümit birbirinden ayrılmaz. İnançlı kişi, ümit alanı en geniş, düşünme ufku en yüksek, ilerisi için en iyimser, mutluluğa en yakın ve mutsuz-luğa en uzak kişidir. Çünkü iman; yüceler yücesine inanmak ve bağlanmaktır. O, rahmet ve merhametiy-le herkesi kuşatan, bağışlayan, pişmanlıkları kabul edip, hataları silen, kötülükleri iyiliklerle değiştiren, kişiye en yakınlarından daha yakın, mutlak güç sahi-bidir. O yüce güç; gündüz hata edenin tevbesi için gece, gece hata işleyenin pişman olması için de gün-düz rahmetiyle kullarını kuşatmaktadır. İyiliklere bire ondan yedi yüz katına kadar hatta daha fazlasıy-la karşılık verirken, kötülükleri ancak denk bir ceza ile cezalandırmakta veya tamamen bağışlamaktadır.
Bir kutsi hadiste Allah: “Kulumun bana o-lan zannı ne ise ben de ona öyleyim. Kulum beni andığında ben onunla beraberim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira kulum bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir adım yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim,”[2] buyurmaktadır.

Aziz Cemaat!

İnanç sahibi bilir ki, korkuyu güvene, zayıflığı kuvvete çeviren O’dur. “Allah kesinlikle onlara yardım edecek ve bizim ordularımız mutlaka galip gelecektir,” [3] ayeti onun parolasıdır.
Hastalanırsa ümitsizliğe düşmez, çünkü “Rab-bim beni yoktan var etti ve doğru yola iletti. Beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” [4] inancını taşımaktadır.
İnanan insan suçlu olsa da tevbe ettiğinde af edi-leceği ümidini taşır. Allah’ın rahmetinden ümit kes-mek onun inancına terstir. [5]
İnanan kişi, usanıp asla pes etmez. Çünkü: “El-bette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Ger-çekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen işe koyul ve yalnız Rabbine yönel,” [6] ayeti ona azim ve sebatkarlık kazandırır.
Yine, “O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman: “Bizim bütün varlığımız Allah'ın-dır. Sonunda O’na döneceğiz” derler. Onlara Rablerinden bol mağfiret ve rahmet vardır ve onlar doğru yola yönelmişlerdir,” [7] ayeti, onlar için her zaman bir ümit ve gayret kaynağıdır.
İnançlı insan, düşmanlıkları barışla halleder, ki-nin bir gün sevgiye döneceğine inanır. “Umulur ki, Allah sizinle düşmanlık ettiğiniz kimseler arasın-da bir dostluk meydana getirir.” “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahman gönüllere bir sev-gi koyacaktır.” [8]

Değerli Kardeşlerim!

Mü’minler yaşlanıp, saçları beyazlasa da ümitle-rini kesmezler. Çünkü onlar, Allah’ın kendilerine vaad ettiği cennetlere girecekler, O’nun vaadı ger-çektir. Orada boş söz yoktur ve rızıkları sabah akşam ayaklarına gelecektir. [9]
Bu inançla yaşayan mü'min, zorlukta sabrı, dar-lıkta ferahlığı, sıkıntıda huzuru, yalnızlıkta dostluk-ları düşünür. Zulme uğradığında Allah’tan yardım ister. İnananın hayatı ümitsizlik içinde kâbusa dö-nüşmez.“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapıl-mayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olan siz-siniz,”[1] ayeti onları canlı tutar. “Bizden tasayı, kederi gideren Allah'a hamdolsun; gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve lütufkârdır” [10]. Duasını dillerinden eksik etmezler.
Bunlar, insanı mutluluğa götürecek manevi di-namikler olup, imansızların sahip olamayacağı, sa-dece inanan kişilerde bulunan özelliklerdir. Gönlü-nüz iman, hayatınız ümitle dolsun. Allah’ın rahmeti, bereketi, af ve mağfireti üzerinize olsun.

___________________
[1] Âl-i İmrân, 3/139.
[2] Buhârî, “Tevhîd”, 15.
[3] Saffât, 37/172-173.
[4] Şuarâ, 26/78-80.
[5] Zümer, 39/53.
[6] İnşirah, 94/5-7.
[7] Bakara, 2/156-157.
[8] Mümtehine, 60/7; Meryem, 19/ 96.
[9] Meryem, 19/61-62.
[10] Fâtır, 35/34.

Recep ÖZTÜRK
Şişli Müftüsü


Ankara Hutbesi​

KAİNAT VE İNSAN

Hac,74
Muhterem Müslümanlar!
Kainatı yoktan var eden Allah’ın varlığı ve birliği, bu günkü ilim ve teknoloji gerçeği karşısında, inkârı kabil olmayan bir hakikattir.
İlim adamları, Allah’ın varlığını ispat etmek, inkarcıları susturmak için çeşitli deliller getirmişlerdir. Kimisi kainatın varlığından, kimisi maddenin hareket ve değişiminden, kimisi de, kainatın düzeninden ve her şeyin bir amaca göre yaratılışından hareket ederek; Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlamışlardır.
Düşünen her insan bilir ki; canlı, cansız, gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlık alemi, sonradan olmuş ve her varlık yaratılmıştır.
Aziz Mü’minler!
Aşağıda arz edeceğim birkaç ayeti kerimenin meali; üzerinde düşünüldüğü zaman ne kadar dikkat çekicidir!
Şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde; Allah’ın, gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda; yeryüzünde her canlıyı yaymasında; rüzgarları, yer ile gök arasında Allah’ın buyruğuna bağlı hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde; düşünen bir toplum için, (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan, üstün gücünü gösteren) nice ayet ve alâmetler vardır.”(1)
“Onlar, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl döşenip yayıldığına bakmıyorlar mı?” (2)
“Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi? Aranızda ölümü takdir eden biziz ve biz, dilediğimizi yerine getirmekten aciz değiliz.
Toprağa ektiğiniz tohumu bir düşünün! Onu, topraktan siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa biz miyiz bitiren?
Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? Onu, bulutlardan indiren siz misiniz? Yoksa biz miyiz indiren? İsteseydik, onu tuzlu bir su yapardık. Öyle ise şükretmeniz gerekmez mi?
“Söyleyin şimdi bana! Yakmakta olduğunuz ateşi (bir düşününüz), onun ağacını siz mi yarattınız? Yoksa biz miyiz yaratan? O halde sen Rabbini, Azim ismiyle tesbih ve takdis et, eksik sıfatlardan, vasıflardan onu uzak tut!” (3)
“Onlar Allah’ın kadrini hakkıyla bilemediler. Hiç şüphesiz ki Allah çok güçlüdür ve her şeye üstündür.”(4)
Değerli Mü’minler!
Gerçek huzur ve saadeti bulanlar; gök ve yerdeki eşsiz sanatı görenler, mülkün sahibini, eserleriyle tefekkür ederek, gönül rahatlığına erenlerdir.
(1)Bakara, 164.
(2)Gaşiye, 18-20.
(3)Vakıa, 57, 60, 63, 64, 68-74.
(4)Hacc, 74


İzmir Hutbesi​

AHİRETE İMAN
5 OCAK 2006
وَأَمَّا الَّذِينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفِي رَحْمَةِ اللَّهِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {1}
Değerli Müminler!
İmanın şartlarından birisi de ahiret gününe iman etmektir.
“Ahiret” kelime olarak “son durak, varılacak nihai yer, öteki dünya” anlamlarına gelir. Daha açık bir ifadeyle ahiret; öldükten sonra tekrar dirileceğimiz, ve yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğimiz yerdir.

Bir insanın kamil bir mümin olabilmesi için ahirete ve ahiretin hallerine kuranda zikredildiği üzere samimiyetle iman etmesi gerekir.

Ölümle başlayan bu ebedi yolculuk mümin olan için de, mümin olmayan için de bir daha asla bitmeyecektir. Çünkü Ahiret sonsuzluk mekanıdır. Orası Ademoğlunun ebedi kalacağı, dünyada ektiklerini biçeceği yerdir. İnananlar için huzur ve esenlik yurdu, inanmayanlar için de isyanları ve günahları karşılığında azap diyarı olacaktır.

Değerli Müslümanlar!
Ahirete hakkıyla iman eden bir insan, Allahın emir ve yasaklarına karşı dikkatli davranır, titizlikle yerine getirir. Bir gün, bu emir ve nehiylerin sahibi ile yüzleşeceğini ve yaptıklarından hesaba çekileceğini aklından çıkarmaz.
Ahirete hakkıyla iman eden bir insan, bizlere bu emir ve yasakları büyük bir mücadele ile hiç yılmadan, taviz vermeden tebliğ eden Peygamberimizin hayatından örnekler alır. Onun, hiçbir dünya nimetine meyletmeden, vazifesine sarılışı gibi bu emir ve nehiylere karşı hassasiyetle sarılır.
Ahirete hakkıyla iman eden bir insan, başta ailesine, akrabalarına, komşularına karşı vazifelerini bilir ve bu bilinçle hareket eder. Ana-baba, akraba, komşu hakkının, daha özet bir ifadeyle “insan hakkının” ahirette en ağır suallerden biri olduğunu aklından çıkarmaz ve bu bilinçle yaşar.

Değerli Müslümanlar!
Ahirete hakkıyla iman eden bir kişi, her türlü kötülükten uzak durur. Yalnızca insanların yanında utanacak duruma düşmekten değil, aynı zamanda yerin ve göğün gerçek sahibi ve her şeyi bilip-gören Allahın huzurunda da utanacak duruma düşmekten çekinir. Bu yüzden de yalan, hırsızlık, dedikodu, gıybet, iftira ve benzer diğer hastalıklı davranışlardan kendini uzak tutmaya çalışır.
Yaptığı her işin ardından, bu gidişin bir de ahireti var demeyi unutmaz!
Ahirete hakkıyla iman eden bir insan, vatanına, milletine karşı görevlerini aksatmaz. Bunun yanı sıra din, dil, ırk ve cinsiyet gözetmeksizin diğer tüm insanlara karşı sırf yaratandan ötürü hürmet besler. Saygı ve sevgide kusur etmez. Çünkü ahiret, insanın yaptıklarından sorguya çekileceği yüzleşme yeridir.
Ahiret bir takım yüzlerin ağardığı bir takım yüzlerin de kapkara kesildiği yerdir.{2}.
Allah bizleri ahirete hakkıyla iman edip, o gün geldiğinde yüzleri ağaranlardan eylesin.


Hazırlayan :
Mümin ŞENER
Merkez Vaizi

Dipnotlar :
{1} Ali İmran,107

Konya Hutbesi​


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ(Haşr 18)


NEFİS MUHASEBESİ
Muhterem müminler!
Nefis muhasebesi; kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendini kontrol etmesidir. İnsanın kendisini, yaratılış amacı ve sorumlulukları açısından hesaba çekmesi , iman ve amelinin kontrolünü yapması, durumunu değerlendirmesidir. Buna günümüzde oto kontrol denilmektedir. İnsanların kendilerini muhasebe etmesi, Allah’a kulluk görevini hakkıyla yerine getirebilmesi; dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşabilmesi için kaçınılmazdır. . Zira kendisini kontrol ve muhasebe eden kişiler, kendi içinde ve dışarıya karşı uyumlu, başkalarının “temel haklarına saygılı fertlerden oluşan” bir toplum meydana getirirler.
Nefis muhasebesinde başarılı olabilmemiz için; önceden işledigimiz günahlar ve bunların hesabının nasıl verileceğini düşünmeli; Allah tarafından bütün davranışlarımızın sürekli olarak kontrol altında tutulduğunu, hayatın hesabının en ince noktasına varıncaya kadar sorgulanacağını bilmemiz gerekmektedir.Ayrıca,bu konudaki engelleri ise Ahiretin Unutulması, Gaflet, Nefsin Heva ve Heveslerine uyulması, Zamanın Boşa Harcanması, Ayetlerden Yüz Çevirilmesi… şeklinde sıralayabiliriz.
Değerli müminler!
Mutlaka gerçekleşecek olan ölümü ve kıyameti hatırdan çıkarmamalı, davranışlarımıza bu kaçınılmaz gerçekleri göz önünde tutarak yön vermeliyiz.Bir ayeti kerimede şöyle buyurulur “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah size yaptıklarınızı haber verecektir” (1)
İbn-i Ömer (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) omuzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu.Yine İbnu Ömer (r.a) hazretleri şöyle diyordu: "Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.²

Aziz mü’minler!
Yeni bir yıla girmiş bulunuyoruz. Geçen yıldan bu zamana kadar gerek kendimiz, aile fertlerimiz, akraba ve komşularımız için, gerekse yaşadığımız toplum için ne gibi güzel işler yaptık? Yahut kendimize, topluma, insanlara ne gibi zararlarımız dokundu? İyiliklerimizi çoğaltmak, yanlışlarımızı düzelmek için böyle bir değerlendirme yapmamız gerekmektedir. Zira Peygamberimiz S.A.V. şöyle buyurmuşlardır. “Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan, aciz kimse ise, nefsinin arzularına tâbî olan ve Allah’tan (olmayacak şeyler) temennî eden kimsedir.”3
Acaba biz gelecek yıla ulaşabilecek miyiz? Böyle bir garantimiz olmadığına göre bir düşünelim: Şu anda ruhumuzu teslim edecek olsak, yaptıklarımızla Yüce Yaratan'ın huzuruna varmaya yüzümüz var mı, yok mu? O halde, her birimiz son nefesimizi vermeden önce kendimizi hesaba çekmeli ve nefis muhasebesi yapmalıyız. Zira yaptıklarımızdan Allah’ın huzurunda hesap vereceğiz. Nitekim Peygamber efendimiz (S.A.V.) Kıyamet günü kişinin tüm yaptıklarından sorgulanıp hesaba çekilmeden mahşer yerinden ayrılamayacağını4 bize haber vermektedir. Hz. Ömer (R.A) da: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz" uyarısında bulunmaktadır.
Yine Resulullah (S.A.V) buyurdular ki: "Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları[Rabbinin huzurundan] ayrılamaz:
* Ömrünü nerede harcadığından,
* Ne amelde bulunduğundan,
* Malını nereden kazandığından ve nereye harcadığından,
* Vücudunu nerede yıpratıp eskittiğinden.5
Bütün bunları değerlendirerek dinimizin haram ve yasak kıldığı birtakım günahları işlediysek onlara tövbe etmeli ve bu günahlardan vazgeçmeliyiz. Allah'a karşı görevlerimizde, ibadetlerimizde eksikliklerimiz ve kusurlarımız varsa onları telafi etme cihetine gitmeliyiz. Ömrümüzün sayılı olan günlerini Allah'ın haram ve yasaklarında değil razı olduğu iş ve ibadetlerle geçirmeye çalışmalıyız.
Hutbemi okumuş olduğum ayeti kerimenin mealiyle bitiriyorum: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (7)
2007 yılının ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa sağlık, mutluluk, barış, sevgi ve rahmet getirmesini Cenab-ı Haktan niyaz ederim.

HAZIRYALAN:Yusuf ARIKAN
ÜNVANI : Merkez Vaizi

----------------------------------------------------------------
1 Mâide, 10
2 Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, (2334)
3 İbn Mâce, Zühd, 31 (II, 1423, 1424).
4 Tirmizî, Kıyamet 1, (2419).
5 Tirmizi, Kıyamet 1
6 Buhari, Daavât, 4 (VII, 145, 146).
7 Haşr 18


Adana Hutbesi​

İSLAM’DA KADININ YERİ

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَـئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيراً
Değerli Müminler!

Toplumumuzda mevcut olan sorunlardan birisi kadınlara baskı yapma meselesidir. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesinde insanlık tarihinin temel sorunlarından biri olan, kadın haklarının korunması ve gözetilmesi konusunda şöyle buyurmaktadır:

“ Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah`ın koyduğu ölçülere hassasiyetle uymayı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah`ın emaneti olarak aldınız. Onları, Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır… Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız: Namusunuzu korumaları, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır… Kadınların sizin üzerinizdeki hakları: adet ve örfünüze uygun bir biçimde onların rızıklarını ve giyimlerini temin etmenizdir.”

Muhterem Müslümanlar!

Kur’an-ı Kerim, sorumluluk açısından kadın ile erkek arasında bir ayrım yapmamaktadır. Kadın ve erkek, her ikisi de Allah`ın emir ve yasaklarına muhatap olmada eşittirler. Peygamber Efendimiz, bütün insanların, insan olmaları itibariyle bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını vurgulamış, kadın ile erkeği bir bütünün iki yarısı şeklinde tanımlamıştır. Bunun için, İslâm’a göre üstünlük, ancak takva ile yani Allah’a karşı sorumluluk bilinciyledir.

Kur’ânı Kerim’de erkek ve kadın, herkesin yaptığı ibadet ve tüm hayırlı işlerin, llah katında değerlendirildiği, boşa gitmeyeceği haber verilmekte ve şöyle buyrulmaktadır: `... Erkek olsun, kadın olsun ki hepiniz birbirinizdensiniz. İçinizden hiçbir çalışanın amelini boşa çıkarmayacağım...`

`Erkek olsun kadın olsun her kim Mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar Cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.`

Kadın ve erkek birbirleriyle kaynaşmaları için yaratılmış, aralarına özel bir sevgi ve ünsiyet konmuştur.

Anne olarak İslâm`ın kadına verdiği değer ise her türlü takdirin üzerindedir. Bir sahabenin, `En çok iyilik etmem gereken kimdir?` sorusuna Sevgili Peygamberimiz, `Annendir` diye cevap vermiş, üç kez tekrar edilen bu soruya hep aynı cevabı vermiştir.

Muhterem Müslümanlar!

Dünyanın her yerinde olduğu gibi İslam dünyasında da maalesef kadınlara yönelik Kur’an ve Sünnet çizgisine ters düşebilecek bir takım olumsuz yaklaşımlar ve davranışlar vardır. Büyük ölçüde gelenek, görenek, örf ve adetten kaynaklanan bu tür hatalı yaklaşımlar asla İslam’a mal edilmemelidir.

Müslüman olarak bizler gerek düşüncede gerekse pratikte kadınlara hak ettikleri önemi vermeli, bu konuda bize yakışmayacak davranışlardan uzak durmalıyız. Özellikle eşlerimize karşı yumuşak bir üslupla yaklaşmalı ve onları incitmemeliyiz. Zira onlar bize verilmiş emanetlerdir.

Bu konuda müminler için en güzel örnek Sevgili Peygamberimizdir. O, hanımlara karşı daima sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış göstermiş, bırakın dövmeyi; hanımlara karşı hiçbir zaman kaba davranmamış; hep güler yüzlü olmuştur. Dolayısıyla Peygamberimizin hanımlara karşı gösterdiği bu tavır, hepimiz için örnek olmalıdır.



Nisa, 4/124.

Tirmizî, Rada’ 12; Ebû Dâvûd, Menasik 57; İbn Mâce, Nikah 3.

Ahzab, 35/35.

Ali İmran, 3/195.

Nisa, 4/124.

Rum, 30/21

Buhari, Edeb 2.

Antalya Hutbesi​

Aziz Müminler !

Mükemmel bir plana göre yaratılan ve kusursuz bir şekilde işleyen kâinatta gayesiz hiçbir varlık yoktur. Eşrefi mahlûkat olan insanın yaratılışı da gayesiz değildir. Yüce Rabbimiz Zâriyât sûresinin 56. âyetinde “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[1] buyurarak, yaratılışımızdaki amaç ve hikmetin Allah’a ibadet ve kulluk olduğunu bildirmektedir.



İbadet ve kulluk ise, “Allah’a gönülden yönelmek, iyi ve güzel bir niyetle, Onun rızası için salih amel işlemek; emir ve yasaklarını tutarak itaat etmek; imanı, güzel söz ve davranışlara dönüştürmektir. Diğer bir ifadeyle ibadet; hayatın bütününü kuşatan bir kulluk göstergesidir. Bu itibarla Allah’a ibadet ve kulluk; namaz, oruç, hac ve zekât gibi dinen belirli şartlara ve vakitlere bağlı olan bazı özel ibadetleri kapsadığı gibi; kişiye Allah katında değer ve sevap kazandırıcı her türlü güzel söz ve salih amelleri de kapsamaktadır. O halde namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek mutlaka edâ edilmesi gerekli birer ibadet olduğu gibi; başta ana-baba ve aile fertleri olmak üzere; eş-dost, komşu ve akrabalara karşı görev ve sorumlulukları yerine getirmek; hasta, yaşlı, ihtiyaç sahibi ve engelli kimselere maddeten ve manen yardımcı olmak; ruh, beden ve çevre temizliğine riâyet etmek, zararlı maddeleri yollardan kaldırmak da birer ibadettir. Aynı şekilde; insanlara güzel söz söylemek, güleryüz göstermek, selâm vermek, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirmek, insanlar arasında adâletle hüküm vermek, kazancı helâl yollardan temin etmek, İslâmî prensiplere uygun olarak ticarî ve iktisadî faaliyetlerde bulunmak; hatta her çeşit haram ve günahtan uzak durmak yine başlıbaşına birer ibadettir
Muhterem Kardeşlerim!

İbadetler Allah rızası için yapılır. Allah’tan başkası adına ibadet yapılamayacağı gibi, Allah rızası dışında başka bir amaçla da ibadet yapılamaz. Allah rızası için yapılan ibadetlerin maddî ve manevî hayatımız üzerinde çok olumlu etkileri vardır: Allah’ı anma vesilesi[2] olan İbadetler; her şeyden önce müminlere Allah katında değer kazandırır.[3] İmanımızın olgunlaşmasını, ruhlarımızın yücelmesini, kalplerimizde Allah sevgisinin yerleşip yeşermesini sağlar. Bizleri kötü düşüncelerden, her türlü zararlı alışkanlıklardan, günahlardan, fuhşiyyattan, yanlış söz ve davranışlardan uzaklaştırıp[4] ahlâkî güzelliğe kavuşturur. Kalplerimizi çeşitli sıkıntılardan, üzüntülerden ve stresten korur. Gönüllerimize huzur ve mutluluk verir.[5] Yaratılışta mevcut olan aşırı duygu ve eğilimlerimizi frenleyerek, hayatımıza düzen ve ahenk getirir.



Değerli Mü’minler!

O halde geliniz, ruhlarımızın gıdası, gönüllerimizin huzûr ve mutluluğu, maddî ve manevî sıkıntılarımızın ilacı, Yüce Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetlerin şükrü olan ibadetlerimizi yerine getirelim. Ahirette cezadan kurtulmanın ve ebedi mutluluk yurdu olan cennete kavuşmanın yegane vesilesinin de Allah’a ibadet ve kulluk olduğunu unutmayalım.



Ne mutlu, ibadetlerini yerliyerince ve düzenli bir şekilde içtenlikle yapanlara! Ne mutlu hayatını ibadete dönüştürenlere! Ne mutlu yüce Allah’ın dostluk ve sevgisini kazananlara!

Sözlerimi hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimenin meâliyle bitiriyorum: Rabbimiz buyuruyor: "Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz"[6]

___________

[1] Zâriyât, 56.
[2] Tâhâ, 20/14.
[3] Furkan, 77.
[4] Ankebut 29/45
[5] Ra’d, 13/28.
[6] Hac, 22/77


Sivas Hutbesi​

RÜŞVET VE ZARARLARI

Muhterem Müslümanlar !

İnsanı birbirine muhtaç,toplu yaşamaya mecbur olarak yaratan Yüce yaratıcı, toplum hayatında ahengi sağlamak ve fert haklarını diğer fertlere karşı emniyet altına almak amacıyla bazı emir ve yasaklar vazetmiştir. Çünkü fertlerin huzurlu bir hayat sürmesi toplumun ahengine, toplumun ahengi de fertlerin ahlaklı olmasına bağlıdır. Toplumların düzenini bozan ve onları çökerten bazı ictimai hastalıklar vardır. Bu hastalıkların başında ise rüşvet gelir.

Aziz Kardeşlerim !

İnsan sosyal bir varlıktır. Bu durum insan hayatını kolaylaştırmak amacıyla organize olma ve iş bölümü yapmayı zaruri kılmıştır. Neticede ise iş ve yetki sınıfları oluşmuştur. Tam bu noktada hak , hukuk ve adalet kavramları gündeme gelmektedir. Hak.hukuk ve adalet, toplumu ayakta tutan temel taşlardır. Bu müesseselerin sağlıklı işlediği toplumlar hayatın her alanında ilerlemiş, diğer toplumların tahakkümünden kurtulmuş, özgür ve müreffeh birer toplum haline gelmişlerdir. Rüşvetin ve ahlaksızlığın girdiği toplumlar sa hak ve adalet dengelerini yitirmişler zulüm, sefalet ve cehalet karanlığına gömülmüşlerdir.

Muhterem Müminler !

Ahlak,hukuk,siyaset,ekonomi ve bilim toplumları yücelten, medeniyetin doruklarına çeken bir zincirin halkalarıdır. Bu halkalardan birisinin kopması halinde diğer halkalarda görevlerini icra edemeyeceklerdir. Rüşvetin yaygınlaşması işte bu zincirin halkalarından birinin kopması demektir. Artık o toplumda bütün alanlarda çürümeler başlayacak ve toplum fesada uğrayacaktır. Böyle bir toplumdan sa ilerleme ve terakki diye birşey beklenemez.


Kardeşlerim !

Rüşvet toplum binasını temelden sarsan en önemli ahlak zaafıdır.
Rüşvetin hüküm sürdüğü bir toplumda, hükümlerde adalet,sorumlularda liyakat beklenemez.
Rüşvetin girdiği toplumlarda ne mal ne can nede namus emniyeti kalır.
Rüşvetin hüküm sürdüğü toplumlar mikropların ve hastalıkların istilasına uğramış bedenler gibidir.
Ve rüşvet haklıyı haksız-haksızı haklı yapan en beter yalan çeşididir.
Rüşvet « Alanı da vereni de cehenneme götüren « (1) kötü bir davranıştır.

Bizler Allah’a ve ahiret gününe inanan mü’minler olarak toplumun menfaatlerini kendi küçük çıkarlarımızdan üstün tutmamız gerekir.Küçük çıkarlar diyorum çünkü, bir insanın rüşvet vasıtasıyla sağladığı menfaat ne kadar büyük olursa olsun, bilmelidir ki topluma ve ictimai hayata açmış olduğu yara her zaman daha büyüktür. Çünkü kazandığı günah sağladığı menfaatten kat be kat daha büyüktür. Rüşvet karşılığında dünyanın bütün mülkünü kazanmış olsa dahi bu kazanç kendini ateşten kurtarmaya asla yetmeyecektir.

Gelin hep birlikte yaşadığımız toplumdan bu günahı söküp atmak için çalışalım. Ve Rabbimizin şu buyruğuna kulak verelim. « Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemek için onun bir parçasını yetkililere (rüşvet olarak) vermeyin.(2) »


1. Ebu Davut (Akdiyye)
2. Bakara 188


Sürekli Güncellenecektir
 

DeRSaaDeT

Islambol
valla şöyle söylemek isterim siyah kardeş güncellediğin sürece ben bu konuyu sabitte tutarım fakat bir hafta bile güncellemezsen indiririm haberin olsun :)

şaka bir yana bu hafta iman,ibadet,kadına karşı yaklaşım,rüşvet gibi konularda güzel hutbeler olmuş hepsini okudum
allah razı olsun kardeşim =)
 

.:CHECHEN

Banned
Çok güzel düşünmüşsün kardeşim Allah razı olsun inşAllah
Herkez gittiği cuma namazının hutbesinde akılda kalanı düzgün bi şekilde yazarsa ne güzel olur.:)
 

S!yaĦ

Banned
12.01.2007 Hutbeleri

İstanbul Hutbesi

بسم الله الرحمن الرحيم
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلإِنْسَ إِلاَّ لِيَعْبُدُونِ {1}
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم : اَفَلاَ اَكُونُ عَبْدأَ شَكوُرًا {2}


İBADET VE ÖNEMİ

Aziz Müslümanlar!

Mükemmel bir düzen içerisinden işleyen kainatta hiçbir şeyin başıboş olmadığını, her şeyin yaratılışına uygun olarak görevini yaptığını görüyoruz. Bütün varlıklar Yüce Yaratıcı tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirirken, en mükemmel bir surette yaratılan yerdeki ve gökteki birçok varlıklar hizmetine sunulan insanın ibadet görevini en iyi şekilde yapması gerekmez mi? Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirmiştir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” [1]. Demek ki dünyaya gelişimizin asıl gayesi Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. İbadet Allah’a saygı ile boyun eğmek ve emirlerine itaat etmek demektir.
İşte ibadet Allah’a, O’nun yüce zatına yaraşır bir şekilde en üstün saygının gösterilmesi ve bize verdiği sayısız nimetlerine karşı kendisine borçlu olduğumuz teşekkür görevinin yerine getirilmesidir. İnsanın böyle bir davranışta bulunması yaratılışının gereğidir. Nitekim Peygamberimiz Allah’ın büyüklüğü ve sayısız lütufları karşısında daha çok teşekkür etme gereğini duyarak geceleri bile kendisini ibadete vermiştir. Hz. Aişe diyor ki: “Peygamberimiz mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri ibadet ederdi”. Bunun üzerine kendisine, “Ey Allah’ın Resulü geçmişte ve gelecekteki günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğumda o, “Rabbime şükredici bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermiştir [2].
İbadet insanı Allah’a yaklaştıran en güzel vasıtaların başında gelmektedir. Hayatımızın en değerli vakitleri, ibadetle geçirdiğimiz vakitlerdir. Hakkıyla yerine getirilen ibadetler ruhumuzu yüceltir, kalbimizi kötü düşüncelerden, organlarımızı günah kirlerinden arındırır, davranışlarımızı düzelterek bizi ahlâken olgunlaştırır.

İbadet ebedi saadet yurdu cennetin anahtarı olan imanımızı korur. İbadetsiz iman açıkta yanan mum gibi korumasız kalır ve günün birinde sönebilir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında çok önemli bir yeri vardır.

Değerli Mü’minler!

İnsan hayatta çeşitli sıkıntılarla karşılaşır, ümitsizliğe ve bunalıma düşebilir. Böyle durumlarda ibadetle bunalımdan kurtulur. İbadet sayesinde Allah’a yönelir, bütün umutların söndüğü anda O’nun sonsuz rahmetine iltica eder ve huzura kavuşur. İbadet inananlara Allah katında değer kazandırır. İbadet görevini yerine getirmeyenler bu nimetten mahrum kalır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuda şöyle buyrulur: “Ey Muhammed de ki: İbadetiniz ve yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” [3]
İbadetin insanın günlük hayatında ve ahlâkı üzerinde çok önemli bir yeri vardır. İbadet insanı topluma yaklaştırır ve toplumu sevdirir. İbadet mü’minin kalbine Allah korkusunu yerleştirir. Mü’min nerede olursa olsun –iyi veya kötü- bütün yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini bilir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır” [4].

Aziz Cemaat!

İbadet dünya ve ahiret mutluluğudur. O halde bu mutluluğa ulaşabilmek için, hem fert olarak hem de toplum ve millet olarak Allah’ın emrettiği ibadetlerimizi özenle yerine getirelim.
_________________
[1] Zâriyât, 51/56.
[2] Buhârî, “Teheccüd”, 6.
[3] Furkân, 19/77.
[4] Enfâl, 8/2-4.


Sait ÇOBAN
Kaynarca Bahçelievler Camii İmam-Hatibi​

Ankara Hutbesi

ÖLÇÜLÜ VE TUTARLI OLMAK

Muhterem Mü’minler!

Yüce dinimiz İslam, dünyevi ve uhrevi, her türlü aşırılığa karşıdır. Cenab-ı Allah Bakara süresi 143. ayeti celilesinde; “Böylece sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi mutedil bir ümmet kıldık.” (1) buyurmaktadır. Buradaki mutedil ümmetten maksat aşırılıklardan korunarak inancında, ahlakında, her türlü tutum ve davranışlarında, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayan; ölçülü, adaletli, uyumlu bir ümmettir.

Aziz Kardeşlerim!

Mutedil olmak sadece dünyevi işlerde değil, Allah’a ibadet konusunda da dikkat edilmesi gereken önemli bir davranıştır.Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah müminleri överken, inananların ahiret ve dünya dengesinde aşırılıklardan kaçınarak mutedil yolu tuttuklarını haber vermektedir. Şöyleki; “O mü’minler ki, harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar. İkisinin arasında orta bir yol tutarlar.” (2) Peygamber efendimiz de: “En faziletli ibadet hangisidir”? Sorusuna: “Az da olsa devamlı olanıdır.” (3) diye cevap vermişlerdir.
Hz. Aişe validemize Peygamber Efendimizin ibadetleri hakkında bilgi almak isteyen birkaç kişi gelir. Mü’minlerin annesi onlara bilgi verirler. Fakat onlar, Allah’ın, peygamberimizin en küçük yanlışını bile affettiğini düşünerek, kendilerinin daha çok ibadet etmeleri kanaatine sahip olurlar ve bu sebeple birisi, geceleri sabahlara kadar namaz kılacağını; öbürü hiç evlenmeyeceğini; bir diğeri ise hiç ara vermeden her gün oruç tutacağını söyler. Peygamber efendimiz bu sözleri duyunca onları ikaz eder ve kendisinin evlendiğini, her gününü oruçla geçirmediğini, her gece sabahlara kadar namaz kılmadığını söyler ve, “Bu benim sünnetimdir. Sünnetimden yüz çeviren bizden değildir.” (4) buyururlar.

Öyleyse Değerli Kardeşlerim!

Bizler de aile ve sosyal yaşantımızda ve her türlü ilişki ve davranışlarımızda ölçülü ve tutarlı olmalıyız. Konuşmalarımıza, edineceğimiz dostlara dikkat etmeliyiz. Bizlere bu konuda en güzel öğüdü dinimiz vermektedir. İnsanlık mutluluk ve huzur istiyorsa eline, diline, beline sahip olma kültürünü hayatına yerleştirerek Allah’ın emirleri doğrultusunda ölçülü ve tutarlı bir hayat yaşamak zorundadır.
Hutbemi, bir hadisi şerifle bitirmek istiyorum: “ Dinde aşırılıktan sakınınız. Muhakkak ki sizden öncekiler dinde aşırı gitmelerinden dolayı helak olmuşlardır.” (5)

Hazırlayan Adı:Ümit ŞENGÜL
Ünvanı :G.Ü. Sosyal Tesisler C.İ.H.
GÖLBAŞI​


1- Bakara, 2/143
2- Furkan,25/67
3-Buhari,Libas, bab 43 Hd:5861
4- Buhari, Nikah, 67/1 (VI;116)
5 -Müslim, İlim, 47/4 (3;2055)

İzmir Hutbesi

İSRAF HARAMDIR
Muhterem Müslümanlar!

İnsanı, Allah sevgisinden mahrum bırakan, toplum içinde kınanacak hallere düşüren davranışlardan birisi de israftır. İsraf, eşyayı yerli yerinde kullanmamak, harcamalarda ölçüsüz davranmak ve savurgan bir tutum içinde bulunmak demektir. İsraf hastalığını alışkanlık haline getirenler, ellerine geçen imkanlardan yeterince faydalanamazlar. Mallarını çarçur eder, sağlıklarını, güç ve kuvvetlerini boşa harcar, zamanı beyhude tüketirler; bilgi-birikim ve tecrübelerini heba ederler.
Müsriflik ve savurganlık, kazancın, emeğin ve birikimlerin yok olup gitmesine; kişi ve kamu mülkiyetinin telef olmasına sebep olur. İşte bu ve benzeri kötü sonuçların çıkmasına yol açan israf, dinimiz tarafından hoş karşılanmamış; israf edenler kınanmıştır. Allah Tealâ, harcamalarında ölçülü olmayanların, kınanacak hallere düşeceği uyarısında bulunarak, : “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” buyurmuştur.( İsra,29 ) Sevgili. Peygamberimiz de, insanı yoldan çıkaran, iyilik ve hayır istikametinden uzaklaştıran mal hususunda dikkatli davranmamız gerektiğini bildirmiştir. (Tirmizi, zühd, 3, 26)

Muhterem Müslümanlar!
Başta kimyasal maddeler olmak üzere tükettiğimiz bir çok madde, çevreye çok büyük zararlar vermektedir. Bu maddelerin, bilinçsizce ve israfa varan ölçülerde çok fazla tüketilmesi, zararlarını daha da katlamaktadır. Bundan dolayı kullandığımız veya boşa akıttığımız her damla suyun artık, kirli su haline dönüştüğünü ve tekrar temiz hale gelmesi için uzun yıllara ihtiyaç olduğunu bilelim. Boşa yanan lambaların ve gereksiz yere çalışan elektrikli aletlerin, sadece kesemize değil ülke ekonomisine ve tabii dengelere de zarar verdiğinin bilinci içinde olalım. Temizlik için kullandığımız maddelerin bir çoğunun, bizatihi kendilerinin kirlilik meydana getirdiğini unutmayalım. Çöpe giden her ekmeğin, lüzumsuz yere tüketilen her parça kağıdın nelere mal olduğunu düşünelim. Toplu taşım araçlarını kullanarak ekonomiye katkıda bulunalım, ekolojik dengelere zarar vermeyelim.

Kıymetli Mü’minler!
Bir araştırmaya göre İzmir’imizde günde 600 000 ekmeğin çöpe gittiği ve bunun büyük maddî kayıplara neden olduğu belirtilmektedir. Halbuki bayat ekmekten damak zevkimize uygun yemek ve tatlı yapılabilmektedir. Ülkemiz, Dünya ülkeleri arasında israfta, ön sıralarda yer almaktadır. Bu tablo, iman ettiğimiz kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; “Allah israf edenleri asla sevmez”(Araf, 31) diye yazan biz Müslümanlara kesinlikle yakışmamaktadır.
Hangi mü’min Allah’ın sevmediği bir kul olmak ister? Bir Müslüman olarak bütün hedefimiz, Allah’ın razı olduğu kullar arasına girmek değil midir? Öyle ise bizi, O’nun rızasından uzaklaştıracak, O’nun sevgisinden mahrum bırakacak davranışlardan biri olan israf alışkanlığını hayatımızdan çıkaralım. Bakınız! Allah, bizim şu özellikleri taşıyan kullardan olmamızı istemektedir. “(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” Furkan suresi, ayet 67:


İbrahim CEYHAN
İzmir Merkez Vaizi​

Adana Hutbesi

DİNİMİZ TEMİZLİĞE ÖNEM VERMEKTEDİR

إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ​
Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz ve sevgili peygamberimiz, maddî ve manevî her türlü temizliğe çok önem vermiştir. Kur’ân’ın “oku” emrinden sonra ikinci sırada inen âyeti temizlikle ilgilidir. Yüce Allah Peygamberimize şöyle buyurmaktadır: “Ey örtünüp bürünen (Peygamberim!) Kalk ve insanları uyar, Rabbini yücelt, elbiseni temizle (nefsini arındır), şirkten (pisliklerden ve günahtan) uzak dur` (Müddessir, 1-5). Sevgili Peygamberimiz de bu konuda `temizlik imanın yarısıdır` şeklinde buyurarak meselenin önemine vurgu yapmıştır.

Maddî pisliklerden, Allah`a ortak koşmak, inkâr etmek, iki yüzlülük yapmak ve günah gibi manevî kirlerden temizlenmek hem insânî, hem de İslâmî ve ahlâkî bir görevdir. Yüce Rabbimiz; `Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever` (Bakara, 222) buyurmuş, Peygamberimiz (a.s.) da bu gerçeği, `Allah temizdir, temizliği sever` sözü ile dile getirmiştir.

Günahlar, insanı manen kirlettiği gibi sevap olan söz, fiil ve davranışlar da insanı manen temizler. Yüce Rabbimiz; “Nefsini (şirk, küfür, nifak ve isyandan) temizleyen kurtuluşa ermiş, onu (bunlarla) kirleten ise ziyana uğramıştır” (Şems,9-10), (Ey Peygamberim!) Müminlerin mallarından bir miktar sadaka al ki bununla onları temizleyesin” (Tevbe, 103) buyurmuştur.

Allah`a kul olmanın, O`nun huzurunda durmanın ve O`nun sevgisini kazanmanın ilk şartı temizliktir. İslâm’ın temeli, dinin direği ve mü`minin miracı olan namazın temel şartlarından biri temizliktir. Boy abdesti almak ise tam temizliktir. Yüce Rabbimiz Mâide Suresinin 6. âyetinde; `Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın, başınızı meshedin. Cünüp olduğunuz zaman boy abdesti alın` buyurmuştur.



Değerli Müminler

Yüce Dinimiz, günlük beş vakit namaz öncesi abdest almayı emretmekle biz Müslümanlara günde beş defa elimizi, yüzümüzü, ağzımızı, burnumuzu, kulaklarımızı, boyumuzu ve ayaklarımızı temizlememizi hedeflemektedir.

Müslüman’ın bedeni gibi, giyeceği elbisenin, ibadet yapacağı yerin ve yaşadığı çevrenin de temiz olması gerekmektedir. Yüce Allah; `Ey Adem oğulları! Her mescitte zînetinizi takının (güzel ve temiz giyinin)` (A`raf, 31) buyurmuştur.

Aziz Mü`minler!

Peygamberimiz (a.s.), her konuda olduğu gibi temizlik konusunda da bizlere en güzel örnektir. O, hayatı boyunca temizliğe âzami dikkat göstermiş, camiye ve misafirliğe giderken, toplum huzuruna çıkarken temiz ve güzel elbise giyinmeye, güzel koku sürünmeye, gayret etmiş; soğan ve sarımsak gibi başkalarını rahatsız edebilecek şeyleri yemekten kaçınmıştır. `Avlularınızı ve çevrenizi temiz tutunuz` buyurarak bizlere çevremizi temiz tutmamızı öğütlemiş, halkın kullandığı umumi yerlerin temiz tutulmasını istemektedir: `Kim Müslümanların gelip geçtiği yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa; Allah ona sevap yazar. Allah kime sevap yazarsa; onu cennetine koyar` buyurarak din kardeşlerine iyi davrananları ve onlara zarar verecek davranışlardan kaçınanları cennetle müjdelemiştir.

Peygamberimiz ashabına `Laneti gerektiren iki şeyden sakının` buyurmuş; `Nedir o iki şey? Ey Allah`ın Rasûlü!` sorusuna `İnsanların gelip geçtiği yolları ve gölgelendikleri yerleri kirletmektir` şeklinde cevap vermiştir.

Aziz Müslümanlar!

Temizliğe gereken önemi verelim. Şehrimizi, kasabamızı, köyümüzü, mahallemizi, cadde, park ve sokaklarımızı, evlerimizin önlerini ve piknik yerlerini temiz tutalım. Çevremizi sigara izmariti, çekirdek kabuğu ve atıklarla kirletmeyelim. Bedenimizin, giysilerimizin ve ahlakımızın tertemiz olması, Müslüman oluşumuzun göstergesidir.



Bakara, 2/222.

Müslim; Teharet, 1; Tirmizî, Deavât, V, 536; Ahmed, V, 342.

Tirmizî, 41. IV, 112.

Aclüni, Kesfü`l Hafa 1/224.

Buhari Tecrid-i Sarih H.No:223.

Taç; 1/93.

Antalya Hutbesi

MÜSLÜMAN BAŞKALARININ İYİLİĞİNİ İSTER



Muhterem Müslümanlar,

Yüce Dinimiz, Allah’a ve insanlara karşı vazifesinin bilincinde olan, ahlaklı fertler yetiştirmek suretiyle huzurlu bir toplumun oluşmasını hedeflemektedir. Kur’an-ı Kerim bizlere, birbirini seven ve gözeten, din kardeşinin hayır ve iyiliğini isteyen ve yeri geldiği zaman onların iyiliğini kendi iyiliğine tercih eden insanları örnek göstermektedir. Sevgili Peygamberimiz de; “Sizden her hangi biriniz, kendisi için arzu ettiği hayır ve iyiliği, mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz”[1] buyurarak, bu konuda en güzel ölçüyü ortaya koymuştur

Değerli Mü’minler,

Allah rızasını uman ve ahirette bütün yaptıklarından sorguya çekileceğinin farkında olan mü’minler, birbirlerinin kardeşi oldukları bilinciyle, kin, öfke, nefret, haset, bencillik gibi kötü düşünce ve davranışlardan titizlikle sakınacaklardır. Bunların yerine sevgi, saygı, merhamet, dürüstlük, yardımseverlik, fedakârlık, başkalarının iyiliğini ve hayrını düşünmek gibi en güzel ahlakî özelliklere sahip olacaklardır. Bu ahlakî özelliklerle olgunlaşacak olan mü’minler, Yüce Allah’a yapmakta oldukları dualarında bile din kardeşlerini hatırlayacaklar, Yüce Kitabımızın bizlere örnek olarak sunduğu şu dualarda olduğu gibi, ben yerine biz diyerek, mü’minlerin hayır ve iyiliğini isteyecekler ve: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru”[2], “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği günde, beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla.”[3] diye dua edeceklerdir.

Aziz Mü’minler Dualarında ve düşüncelerinde din kardeşinin hayır ve iyiliğini isteyen mü’minin, bu güzel duygularını davranışlarına da yansıtmasını Yüce Allah şöyle emrediyor:
“Allah sana nasıl iyilik ve ihsanda bulunduysa, sen de aynı şekilde insanlara iyilik yap”[4] Kişinin bunu hayatına nasıl uygulayacağının en güzel örneklerini ise sevgili peygamberimiz birçok hadis-i şeriflerinde ifade etmişlerdir. Kendisine faydalı olacak bir şey öğretmesini isteyen kişiye Rasülullah (s.a.v) "Müslümanların yolundan rahatsızlık veren şeyleri kaldır"[5] buyurmuşlardır. Başka bir hadiste sevgili Peygamberimiz: "Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir" buyurmuşlar, buna gücü yetmeyen kişinin de darda kalmış birine yardımda bulunmasını tavsiye etmişlerdir. Kendisine; "Ya, buna da gücü yetmezse?" denilince Rasülullah (s.a.v), kişinin insanları iyiliğe ve hayra teşvik etmesini ve kendisini başkalarına kötülük yapmaktan alı koymasını tavsiye etmişlerdir.[6]

Sahabeden Cerir b. Abdillah ise şöyle naklediyor: “Ben, namazı kılmak, zekâtı vermek ve bütün Müslümanların hayır ve iyiliğini istemek üzere Hz. Peygambere biat ettim”[7] Sevgili Peygamberimizin bu konudaki diğer bir güzel tavsiyesi de şöyledir:"Yüzüne tebessümle bakmak bile olsa, mü’min kardeşine yapacağın hiçbir hayır ve iyiliği küçük görüp terk etme"[8]

Hutbemi, Medineli Müslümanların, Mekkeden hicret ederek gelen Muhacirlere nasıl kucak açtıklarını, onların hayır ve iyiliği için neler düşündüklerini anlatan ayet mealiyle bitiriyorum:“Muhacirlerden önce Medine’ye yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret eden mü’minleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[9]

Diyanet İşleri Başkanlığının 13.01.2006 tarihli hutbesidir.
[1] Buhari, İman 7.
[2] Bakara, 2/201.
[3] İbrahim, 14/41.
[4] Kasas, 28/77.
[5] Müslim, Birr 131.
[6] Buhari, Zekat 30, Müslim, Zekat 55.
[7] Buhari, İman 42.
[8] Müslim, Birr 144.
[9] Haşr, 59/9.


Konya Hutbesi

İSLAM’DA İFFET VE HAYA
Değerli müminler!
Edeb ve haya insanların ahlakına yön
veren, ahlakı güzelleştiren huylardandır.
Hayâ; utanma, hicap, ar anlamlarına gelir.
Edebe aykırı olan olaylar meydana gelince
kalbin duyarlılık kazanması ve ızdırap
duymasıdır. Bu halin belirtisi derhal hayâ sahibi
kişinin üzerinde görülür. Çünkü, bu çirkin
olaydan dolayı, hayâ faziletine bürünmüş kişinin
benliği bundan etkilenir.
Edep ve hayâdan mahrum olan insan her türlü
iğrenç işe girişir. Yaptığı çirkin işlerden üzüntü
duymayan insanı, ahlâk ve fazilet yollarına sevk
etmek zordur. Toplumun gelişmesi, utanma
duygusunun canlı bir şekilde insanların arasında
yaygınlaşmasıyla yakından ilgilidir.
Edep: İnsanın söz ve hareket olarak diğer
insanlarla olan ilişkilerinde ölçülü davranması
ve iyi geçinmesidir.
Muhterem Müslümanlar!
Haya İmandandır
İbni Ömer (r.a)’dan rivayet edildiğine
göre Rasûlullah (s.a.v) utangaç kardeşine bu
huyunu terketmesini söyleyen Medine’li bir
müslümanın yanından geçerken ona: “Onu
kendi haline bırak; zira hayâ imandandır”
buyurdu. (Buhari, İman, 24)
Efendimiz (s.a.v)'in “Hayâ
imândandır” sözüyle anlatmak istediği şudur:
İman insanı fena davranışlardan nasıl engellerse;
utanma duygusu da tıpkı iman gibi insanın
fenalık yapmasına fırsat vermez, onu
kötülüklerden vazgeçirir. İnsana insanlığını
hatırlatır..
İşte bu nevi telkinlerle hayâ imanı
besleyip olgunlaştırır. Böyle olunca da haya
insana ancak hayır kazandırır ve onun
tamamının hayır olduğu ortaya çıkar.
Enes (ra) dan rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber
(sav) şöyle buyurmaktadır: "Her dinin kendine
özgü bir ahlakı vardır. İslam'ın ahlakı ise
hayadır" (İbn Mace, Zühd, 4321)
Demek oluyor ki, nereden kaynaklanırsa
kaynaklansın, hayâ duygusu baştan sona hayır
olup insana ancak hayır kazandırır.
Bu güzel duygu günümüzde maalesef bazı
telkinlerle zayıflatılmaktadır.
Açılıp saçılmayı, utanma duygusunu bir
yana atmayı çağdaş olmanın bir gereği gibi
gösterenler, ne pahasına olursa olsun vazifesini
lâyıkıyla yapmayı bir nevi aptallık sayanlar,
kaytarmayı ve gününü gün etmeyi işbilirlik kabul
edenler insana en büyük fenalığı yapıyorlar.
Onun fıtratındaki utanma duygusunu ve vazife
aşkını tahrip etmek suretiyle, kendini
mükemmelleştirmesine engel oluyorlar.
(Riyazü's-Salihin, Terc. ve Şerhi, Komisyon, C.4,
s. 79 Erkam yay.) Rasulullah (sav) şöyle
buyurmaktadır. "Peygamberlik sözlerinden
insanlara ilk ulaşan söz: Utanmazsan
dilediğini yap!" (Buhari, Edeb, 78/6120)
Şu halde mü’min, başkalarının yanında
yapılması ayıp olan davranışlardan kaçınmalıdır.
İnsana utanç veren hareketleri başkaları yaptığı
zaman bundan rahatsızlık duymalıdır.Haya ve
Edepten Mahrum Olan İnsanlardan Her Türlü
kötülük beklenir. Öncelikle haya duygusunu
kaybeden ve ar perdesi yırtılan insanın
kaybedecek başka bir şeyi kalmamıştır. Kısaca
bunlara kötülüklerin yuvası olarak bakılabilir.
Başta büyük günahlar olan zina, kumar,
haksızlık, gasp, içki, adam öldürme,
namussuzluk, zayıfları ezme, kaba hareketler,
saygısızlık, başkalarının haklarına riayetsizlik,
anne ve babaya itaatsizlik vb. diğer her türlü kötü
fiili bunlardan bekleyebiliriz.
Haya, ancak hayır getirir."Haya
imandandır, iman ise cennete götürür.
Ahlaksızlık ise cefadandır. Cefa ise sahibini
cehenneme götürür." (Tirmizi, Birr, 2140)
Haya ile iman, haya ile eylem arasında var
olan ilişkiler, temelde insanın Allah’tan hayâ
etmesi gerektiği noktasında birleşmektedir.
Kısaca, hayâ duygusunun esası, Allah’tan
hayâ etmektir denilebilir.
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan

HAZIRLAYANIN ADI :Ali ÖGE
ÜNVANI : Merkez Vaizi​

Trabzon Hutbesi

RİYA VE ZARARLARI



Muhterem Müslümanlar!

Yüce Allah insana sayısız nimetler vermiş, ondan kendisini tanıyıp ibadet etmesini, ilâhî emir ve yasaklarına uymasını, bütün bunları yalnız kendi rızası için yapmasını istemiştir. Nitekim Mü’min sûresinin 65. ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd alemlerin rabbine mahsustur.”[1]

Riya; iş, söz ve davranışlarda gösterişte bulunmak; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Özellikle maddî ve manevî çıkarlar elde etmek için, yüce dinimiz İslam’ın aracı kılınması, insanın Allah katındaki kıymetini yok ettiği gibi toplum içerisindeki itibarını da zedeler. Zira Yüce Allah’a karşı samimi olmayan, insânî ilişkilerde de samimiyet gösteremez. Kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Neticede bu kişilere kimse güvenmez. Bununla birlikte riya, ibadetin özünü bozar, sevabını giderir, ortada yalnız ibadetin şekli kalır. Bunun için kul, ibadet esnasında riyadan, gösterişten uzak kalmalı, ibadetlerini sırf Yüce Allah’ın rızası için yapmalıdır.

Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Her kim işlediği bir hayrı, menfaat umarak halka duyurursa, Allah da onun gizli işlerini duyurur. Yine her kim işlediği bir hayrı gösteriş için yaparsa Allah da onun riyakârlığını ortaya çıkarır.”[2]

Aziz Mü’minler!

Riya bahane edilerek ibadet terk edilmemeli, kesin bilinmedikçe de başkaları riyâkarlıkla suçlanmamalıdır. Riya kalbe ait bir durumdur. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir.

İbadetlerimizi ve işlerimizi eksiksiz yerine getirme gayreti içinde olmalı, gösterişten uzak, ihlaslı ve samimi duygularla hareket etmeliyiz. Amellerimizin sevabını gösteriş ve riya ile kaybetmemeliyiz. Yüce Allah’ın rızasını, insanların övgüsüne tercih etmeyi hayat prensibi haline getirmeliyiz.

Hutbemi Bakara suresinin 264. ayetinin mealiyle tamamlıyorum. Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[3]
___________

[1] Mümin,40/65

[2] Müslim, Zühd, 38

[3] Bakara, 2/264


Denizli Hutbesi

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ​
Bakara S. / 43.Ayet

CEMAATLE NAMAZ KILMANIN ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar!
Bizi yoktan var eden ve sayısız nimetler ihsan eden yüce Rabbimiz için kıldığımız namazlarımızı, camide kılmanın önemi ve sevabı çok büyüktür.
Camilerimiz, insanlar arasındaki sevgi, saygı, şefkat, toplumsal dayanışma, yardımlaşma ve kaynaşmanın en çok yaşandığı yerlerdir. Camilerimiz ruh ve gönül dünyamızı aydınlatan, huzur ve mutluluk veren yerlerdir.

Değerli Müminler!
Dinimizde camilerimizin yeri ve önemi çok büyüktür. Camilerimiz biz Müslümanların hayat kaynağıdır. Camilerimize devam ettiğimiz müddetçe içimiz huzur ve mutluluk dolar. Camiye gitmeyen insanlarda bu huzur ve mutluluğu görmemiz mümkün değildir.
Müslümanların camilerimizde günde beş defa bir araya gelerek, huşu ve huzurla namazlarını kılmaları, davranışların en güzeli ve ibadetlerin de en mükemmelidir.
Camide ibadete ve cemaate devam etmeli, herhangi bir zaruret olmadıkça terk etmemeliyiz. Hastalık, ihtiyarlık, şiddetli yağmur, soğuk, sel, fırtına gibi engeller olmadığı müddetçe, cemaate devam edilmelidir.

Kıymetli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (S.A.V.); “Cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan, yirmi yedi derece daha faziletli” olduğunu bildirmektedir.
Kendisi de namazlarını hep cemaatle kılarak bize bu konuda çok büyük örnek olmuştur. Bundan dolayı da cemaatle namaz kılmak en kuvvetli sünnetlerden biri olmuştur.
Bir Hadis-i şeriflerinde; “Evinde abdestini alarak, cemaatle namaz kılmak için camiye giden kişinin attığı her adımıyla günahlarının silinmesine ve derecesinin yükselmesine vesile olacağını” haber vermektedir.
Yine cemaatle namaz kılmanın önemi hakkında Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Camilere devam edenleri görürseniz, onların cennetlik olduklarına şahitlik ediniz” buyurmaktadır. “Cemaate devam edenlerden en çok sevap alanların en uzak yerden gelenlerin olduğu bildirilmiştir.”

Değerli Müminler!
Özellikle; “Müminlerin yatsı ve sabah namazları’nı cemaatle kılmanın sevabını bilseler di, camiye emekleyerek bile olsa gelirlerdi” buyrulmaktadır. Çünkü yatsı namazı’nı cemaatle kılanlar gece yarısına kadar namaz kılmış sayılırlar. Sabah namazı’nı cemaatle kılanların ise bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi olacakları bildirilmektedir.
Peygamber Efendimiz’e;“Cennete girmek için ne yapmalıyım? diye soran kişiye, Peygamberimiz:
“İmam ol, imamlığa gücün yetmezse müezzin ol, müezzinliğe de gücün yetmezse o zaman cemaate devam et. Ön safta yer almaya gayret eyle” buyurmuştur.
Bu konuda Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: “Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz, rükû edenlerle beraber rükû ediniz” diye emretmektedir.
Muhterem Müslümanlar!
Öyleyse Allah rızası için kıldığımız namazları camilerimizde kılalım. Böylece Yüce Rabbimizin o cami cemaati üzerine yağdırdığı nur, rahmet, bereket, feyiz ve sevaplardan bizler de istifade etmiş olalım.


HAZIRLAYAN :Mehmet PEKDEMİR
ÜNVANI :Müezzin Kayyım​

Müslim, Mesacid:51
Riyazü-s Salihin: C.2/H:1054
Riyazü-s Salihin: C.2/H:1061
Riyazü-s Salihin: C.2/H:1076
Riyazü-s Salihin: C.2/H:1075
Riyazü-s Salihin: C:2/H:1061
Bakara Suresi: 43.Ayet
 

ikRa

Banned
Siyah öLmedi, kaLbimizde yaşıyor :p

İstanbul Hutbesi​

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقُلْ ءَامَنْتُ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنْ كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ {1}
قالَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : أَهْلُ الجَنَّةِ ثَلاثَةٌ :" ذُو سُلْطانٍ مُقْسِطٌ مُوَفَّقٌ ، ورَجُلٌ رَحِيمٌ رَقيقٌ القَلْبِ لِكُلِّ ذِى قُرْبَى وَمُسْلِمٍ وعَفِيفٌ مُتَعَفِّفٌ ذُو عِيالٍ"{2}


İSLAM’DA ADALET

Muhterem Mü’minler!

Adalet düzenli ve dengeli davranmak, her şeyin hakkını vermek, bir şeyi yerli yerine koymaktır. İslam dininde adalet, kültür, bilgi, mevki, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözetmeden insanlara insan olmaları yönünden eşit davranmak ve haklarını vermek demektir.
Kişinin, hiçbir ayırım yapmadan nimet ve zorluklar karşısında eşit tutulması, işinin ehli olması ve işi yapabildiği ölçüde hakkını elde etmesi, adaletin yerini bulması demektir.
Dinimiz İslam, hakkında hüküm vereceğimiz veya şahitlik edeceğimiz kişiler yakınlarımız bile olsa doğruyu söylememizi emrediyor:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır! Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez) yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır” [3].
Bir gün hırsızlık yapan Fatıma adında bir kadın Hz. Peygamber’in huzuruna çıkarıldı. Suçu tespit edildiği için Hz. Peygamber onu cezalandıracaktı. Fakat Mekke’nin ileri gelen bir kabilesindendi. Bazı kişiler bu kadının cezalandırılmaması için Peygamberimizin çok sevdiği Hz. Üsame’yi aracı olarak gönderdiler. Bu duruma kızan ve üzülen Peygamberimiz yüksek bir yere çıkarak şu konuşmasını yaptı: “Ey İnsanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını biliyor musunuz? Onların asilzadeleri bir şey çalarsa onu cezalandırmazlar, itibarı az olanları çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki böylesine adi bir işi o Fatıma değil de kızım Fatıma yapmış olsaydı onu da cezalandırırdım” [4].






Değerli Mü’minler!

Hayatı en güzel ahlak örnekleriyle dopdolu olan Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “De ki: Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum” [1]
Adalet, her insanın uyması gereken çok önemli bir görev olmakla beraber bilhassa idarecilerin adaletli davranmaları daha da önemlidir. Hz. Peygamber buyuruyor ki:
“Adil, bilgili ve başarılı idareciler; hısım, akraba ve Müslümanlara karşı yumuşak kalpli ve şefkatli olanlar; aile fertleri kalabalık olduğu halde harama el uzatmayan, haramdan uzak kalmaya çalışanlar cennet ehlidirler” [2].
Hz. Peygamber hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününün boğucu hengamesinde Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde ferahlanacak yedi sınıf insanı zikrederken en başta “Adaletli davranan idareci”yi saymıştır. [5]

Aziz Müslümanlar!

Peygamber Efendimizden itibaren İslam tarihinde öyle adalet örnekleri vardır ki, bunlar melekleri dahi imrendirecek özelliktedir. Bunlardan yakın tarihimizdeki bir örnekle hutbemizi bitirelim. İstanbul’daki Fatih Camii’nin sütunlarını kısa kesen Rum ustanın elini kestiren Fatih Sultan Mehmet’in elinin kesilmesine de, kendi tayin ettiği mahkeme reisi Kadı Hızır Efendi hüküm vermişti. Böyle bir kararın çıkmasından çok etkilenen Rum usta davasından vaz geçmiş ve Fatih’in elinin kesilmesine mani olmuştu. İşte böyle bir adalet anlayışının uygulanmasıyladır ki Osmanlı Devleti 600 küsur yıl ayakta kalmıştı. Hülâsâ adalet mülkün temelidir.


_____________________
[1] Şûrâ, 42/15.
[2] Müslim, “Cennet”, 6
[3] Nisâ, 4/135.
[4] Buhârî, “Hudûd”, 11; Müslim, “Hudûd”, 8.
[5] Buhârî, “Ezân”, 36; Müslim, “Zekât”, 91.



Faik AKTAŞ
Eyüp Vâizi


Ankara Hutbesi
AFFETMEK YÜCELİKTİR

Muhterem Mü’minler!

Affetmek mü’minin özelliklerindendir. Müslüman her zaman güler yüzlü, hoşgörülü ve yumuşak huylu olmalı, kendisine bir kötülük yapıldığı zaman ona iyilikle karşılık vermelidir..
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: “O takva sahipleri ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah’da güzel davranışta bulunanları sever.” (1) buyuruyor. Peygamberimiz (s.a.s)’ de bir hadisinde: “Gereksiz yere kızmayan, yumuşaklık gösterip sabreden kimse, Allah’ın sevgisine mahzar olur.” (2) buyurmaktadır.

Aziz Mü’minler!

Her konuda olduğu gibi affedicilikte de rehberimiz Allah’ın Rasulü olmalıdır. Allah’ın Rasulü (s.a.s) hiçbir zaman kin gütmemiş, intikam peşinde olmamıştır. Zira Uhut savaşında kendisine ok atıp üzerine taşlar yağdıranlara ve dişini kırıp yüzünü kanlar içinde bırakanlara beddua etmeyip, şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! kavmimi bağışla!.. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” (3) Ve yine vaktiyle kendisini öldürmeye çalışan, Mekke’den Medine’ye hicret etmesine neden olan müşriklere, Mekkenin fethinde iyi davranmış, onları bağışlamış ve böylece insanlığa büyük bir ahlak dersi vermiştir.

Değerli Mü’minler!

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı kerim’de bizlere vermiş olduğu şu mesajlara kulak verelim: “ Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (4).
“Bir iyiliği açıklar yahut gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah da affedicidir. Güç yetirendir.” (5) “Ey İnanlar! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olabilir. Onlara karşı uyanık davranın, ama siz affeder, suçlarını hoş görür ve bağışlarsanız, Allah da çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (6) “ Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, yumuşak davranandır.” (7)

Kıymetli Kardeşlerim!

Birlik ve beraberliğimizin devamı, dünya ve ahiret saadetinin temini için, bir birimize kin ve nefretle değil sevgiyle, öfkeyle değil, tebessümle yaklaşalım. Peygamberimizin bir hadisiyle hutbemi bitiriyorum: “Allah Teala suç bağışlayanın ancak şerefini artırır.” (8)



Hazırlayan Adı:Kerim KARA
Ünvanı :Alpagut Mah.C.İ.H
KAZAN
1- Ali İmran, 3/134
2- Diyanet 250 Hadis 82. Hadis
3- Diyanet İlmihali 537 .Sayfa
4-Araf, 7/199
5-Nisa, 4/149
6-Tegabun, 64/14
7- Bakara, 2/263
8-Müslim birr 19

İzmir Hutbesi

Çocuk Hakları

Değerli Mü’minler!
Bildiğiniz gibi çocuklar ülkenin ve geleceğin güvencesidir. Bu nedenle geleceğini güvenceye almak isteyen milletler genç nesillerin iyi eğitim görmesi ve yetişmesi konusunda her imkanı kullanırlar. Ülkesini seven, milletini düşünen aileler ve yöneticiler genç nesle yatırım yaparlar.
Değerli Kardeşlerim!
Yüce dinimiz ve onun şanlı Peygamberi, yüzyıllar önce çocuklara nasıl davranılması gerektiğine dair evrensel ilkeleri ve uygulamaları ortaya koymuştur. Bu konuda Kur’an-ıKerimde şöyle buyrulur: “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükafat Allah'ın katındadır.” (Enfal, 28). İslam alimleri buradaki “imtihan” kavramının, onların haklarına uyulup uyulmadığının denenmesi anlamında olduğunu ifade etmektedirler.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Hiçbir baba, çocuğa güzel terbiyeden daha üstün bir miras bırakmış olamaz.” buyuruyor. (Tirmizi, Birr, 33, IV, 388) Diğer bir hadisi şeriflerinde de: “Çocuklarınıza iyi davranınız ve onları güzel terbiye ediniz.” Buyrulur.(İbn Mace, Edep, 3,II, 1211)
Aziz Mü’minler!
Hz. Peygamberin sünneti dikkate alındığında çocuğun anne babası üzerindeki hakları, ona güzel bir isim koyma, onun iyi bir eğitim ve öğretim almasını sağlama, evlendirme ve çocuklar arasında adaletli davranma şeklinde özetlenebilir. Nitekim Hz. Peygamber çocuklara isim koyma konusunda titiz davranılması gerektiğini bildirmiş ve bu konuda ısrarlı tavsiyelerde bulunmuştur. İslam’ın çocuklarla ilgili olarak getirdiği en önemli düzenlemelerden birisi de, kız ve erkek çocukları arasında adaletli davranmak ve ayrım yapmamaktır. Bunların dışında İslam, çocukları istismar etmeyi, onları yaşına uygun olmayan alanlara sürmeyi ve emeklerini sömürmeyi yasaklamaktadır. İslâm âlimleri çocuklara sert davranılmaması gerektiğini, dayağın bir terbiye yolu olmadığını vurgulamışlardır.
Çocuklara karşı derin bir sevgi besleyen ve şefkat duyan Hz. Peygamber, onları ciddiye alıp seviyelerine inmeyi ve sorunlarını dinleyip çözmeyi öğütlemektedir. Peygamberimiz her zaman çocukların dostu, yardımcısı, koruyucusu ve şefkat kaynağı olmuştur. O, çocuklara ilgi gösterir, selam verir, başlarını okşar ve şakalaşırdı.
Değerli Mü’minler!
Çocuklarımızın, hem kendi geleceğimiz hem de ülkemizin geleceği açısından bize emanet oldukları bilinciyle hareket edelim. Unutmayalım ki bizler de bir zamanlar çocuktuk. Ve çocukken büyüklerimizin bize yapmalarını istemediğimiz şeyleri şimdi biz onlara yapmayalım. Onların bilgili ve ahlaklı birer birey olarak topluma kazandırılması için üzerimize düşeni yapalım. Yardımcı olamadığımız konularda ise ilgili ve yetkililerle görüşmekten çekinmeyelim.

Konya Hutbesi


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ​
(Mülk 2)

HAYAT BİR İMTİHANDIR

Muhterem Müslümanlar!

Hayat bir imtihan, insanlar her halü karda denenmekte… Gerçek bu iken, nice insan gaflete dalıp bu dünyada niçin bulunduğunu, dünyanın mahiyetinin ne olduğunu, ahirete hazırlanmak için buraya geldiğini unutup, ebedi kalacakmışçasına dünyaya dalıvermektedir.
İnsanın olduğu her yerde imtihan vardır. Büyükler; “Mümin, dini ve imanının gücü miktarınca imtihana tabi tutulur” derler. Ebu Sa’idi’l –Hudri (R.A) : “ Rasulullah (S:A:V) hasta yatıyor iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum Hararetini, yorganının üstünden elimin altında hissettim. Ey Allah’ın Rasulü, hararetiniz çok fazla:” dedim.
“Biz Peygamberler böyleyiz, belalar bize katmerli gelir. Buna mukabil ücretleri de katmerli verilir” buyurdular. “ Ey Allah’ın Rasülü! Hangi insanlar daha çok bela çekerler? dedim.
“Peygamberler” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resulü! Sonra kimler” dedim. “Sonra Salihler” buyurdular ve açıkladılar: “Onlardan biri fakirliğe öylesine müptela olur ki, kendisini örten abadan başka bir şey bulamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikte de sevinirler.” buyurarak, İmtihanın insanlar ve bilhassa üstün insanlar için bir yükselme noktası olduğuna işaret eder.
Değerli Müminler !
Yaratılış gayemiz, Kur’an-ı Kerimde çeşitli yerlerde, yapılabilecek en güzel amel, en hayırlı işe ulaşmak olarak tespit edilmiştir. Mülk süresinin ikinci Ayetinde Yüce Rabbimiz. “ O ki Hangimizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” buyurmaktadır. Görüldüğü üzere, kainatın yaratılışı yeryüzünün güzelliklerle donatılması , ölüm ve hayatın yaratılması , kısacası insanla ilgili her şeyin varlığa kavuşturulması hep insan için ve insanların güzel işlere kavuşup kavuşamamalarının ortaya konması içindir.

Aziz Müminler!
Allah’ın vermiş olduğu bütün nimetler yine imtihan için ve insanların şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğini sınamak içindir. Kur’an-ı Kerimde Yüce Allah ”.. Süleyman, Kraliçenin tahtının yanı başında durduğunu görünce , bu Rabbimin lütuflarındandır. Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir…(2) buyurur.
Demek ki, maddi- manevi her hangi bir nimet ve güzelliğe kavuşan bir kişi, bu lütuflarla imtihan olduğunu asla unutmamalı ve neticede kendisine faydalı olan şükrü kesinlikle elden bırakmamalıdır. Çünkü nimetlerin ihsan edilmesinin sebeb-i hikmetlerinden biri de budur. Ayrıca, her hangi bir nimete kavuşulduğunda bunun Allah tarafından olduğu bilinmeli ve : “Bu Rabbinin lütuflarındandır” denilmelidir.
Değerli Kardeşlerim!
Bize sunulmuş ilahi bir lütuf olan hayatın her şeyden önce geçici ve sonlu olduğunu, içindeki bütün güzellikler ile zevklerin bir gün mutlaka biteceğini, ölümün insanı bekleyen geri döndürülemez büyük kırılma anı olduğunu , bütün her şeyin varlık nedeninin ise, baki var oluş yurdu olan ahiret için bir sınanış olduğu hakikatini hep hatırda tutmalıyız. Bütün yaptıklarımızla ya da yapamadıklarımızla kayda geçtiğimizi, bunlardan sorgulanacağımızı , bu nedenle hayatımızın dünya – ahiret olmak üzere, parçalı bir bütünlüğü kapsadığını aklımızdan çıkarmamalıyız.
O halde , imtihan yurdu olan bu dünyada da bize bahşedilmiş hayatı güzel düşünceler, örnek teşkil edecek ameller ve varlık kubbesinde çınlayacak hoş sedalarla taçlandırmaya çaba sarf edelim.
Netice olarak; Hayat bir imtihandan ibarettir. Burası bir hizmet ve çalışma yeri, ötesi ise imtihanın sonucuna göre nimetlere doyma, ya da bitmeyen çileyi doldurma mekanıdır. Rabbim bizleri, imtihanımızın şuuruna varıp, her türlü imtihan unsurundan başarıyla geçmeye muvaffak eylesin ve sonunda da, rızasına ve sevgisine ulaştırsın.

HAZIRLIYAN: Nevzat BÜYÜKSARIKULAK
ÜNVANI: Merkez Vaizi

----------------------------------------------------
1-Mülk . S ,2
2-Neml S, 40


Antalya Hutbesi

HUZUR VE MUTLULUK VESİLESİ OLAN İBADETLERİMİZ



Aziz Müminler !

Mükemmel bir plana göre yaratılan ve kusursuz bir şekilde işleyen kâinatta gayesiz hiçbir varlık yoktur. Eşrefi mahlûkat olan insanın yaratılışı da gayesiz değildir. Yüce Rabbimiz Zâriyât sûresinin 56. âyetinde “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[1] buyurarak, yaratılışımızdaki amaç ve hikmetin Allah’a ibadet ve kulluk olduğunu bildirmektedir.



İbadet ve kulluk ise, “Allah’a gönülden yönelmek, iyi ve güzel bir niyetle, Onun rızası için salih amel işlemek; emir ve yasaklarını tutarak itaat etmek; imanı, güzel söz ve davranışlara dönüştürmektir. Diğer bir ifadeyle ibadet; hayatın bütününü kuşatan bir kulluk göstergesidir. Bu itibarla Allah’a ibadet ve kulluk; namaz, oruç, hac ve zekât gibi dinen belirli şartlara ve vakitlere bağlı olan bazı özel ibadetleri kapsadığı gibi; kişiye Allah katında değer ve sevap kazandırıcı her türlü güzel söz ve salih amelleri de kapsamaktadır. O halde namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek mutlaka edâ edilmesi gerekli birer ibadet olduğu gibi; başta ana-baba ve aile fertleri olmak üzere; eş-dost, komşu ve akrabalara karşı görev ve sorumlulukları yerine getirmek; hasta, yaşlı, ihtiyaç sahibi ve engelli kimselere maddeten ve manen yardımcı olmak; ruh, beden ve çevre temizliğine riâyet etmek, zararlı maddeleri yollardan kaldırmak da birer ibadettir. Aynı şekilde; insanlara güzel söz söylemek, güleryüz göstermek, selâm vermek, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirmek, insanlar arasında adâletle hüküm vermek, kazancı helâl yollardan temin etmek, İslâmî prensiplere uygun olarak ticarî ve iktisadî faaliyetlerde bulunmak; hatta her çeşit haram ve günahtan uzak durmak yine başlıbaşına birer ibadettir.
Muhterem Kardeşlerim!

İbadetler Allah rızası için yapılır. Allah’tan başkası adına ibadet yapılamayacağı gibi, Allah rızası dışında başka bir amaçla da ibadet yapılamaz. Allah rızası için yapılan ibadetlerin maddî ve manevî hayatımız üzerinde çok olumlu etkileri vardır: Allah’ı anma vesilesi[2] olan İbadetler; her şeyden önce müminlere Allah katında değer kazandırır.[3] İmanımızın olgunlaşmasını, ruhlarımızın yücelmesini, kalplerimizde Allah sevgisinin yerleşip yeşermesini sağlar. Bizleri kötü düşüncelerden, her türlü zararlı alışkanlıklardan, günahlardan, fuhşiyyattan, yanlış söz ve davranışlardan uzaklaştırıp[4] ahlâkî güzelliğe kavuşturur. Kalplerimizi çeşitli sıkıntılardan, üzüntülerden ve stresten korur. Gönüllerimize huzur ve mutluluk verir.[5] Yaratılışta mevcut olan aşırı duygu ve eğilimlerimizi frenleyerek, hayatımıza düzen ve ahenk getirir.



Değerli Mü’minler!

O halde geliniz, ruhlarımızın gıdası, gönüllerimizin huzûr ve mutluluğu, maddî ve manevî sıkıntılarımızın ilacı, Yüce Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetlerin şükrü olan ibadetlerimizi yerine getirelim. Ahirette cezadan kurtulmanın ve ebedi mutluluk yurdu olan cennete kavuşmanın yegane vesilesinin de Allah’a ibadet ve kulluk olduğunu unutmayalım.



Ne mutlu, ibadetlerini yerliyerince ve düzenli bir şekilde içtenlikle yapanlara! Ne mutlu hayatını ibadete dönüştürenlere! Ne mutlu yüce Allah’ın dostluk ve sevgisini kazananlara!

Sözlerimi hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimenin meâliyle bitiriyorum: Rabbimiz buyuruyor: "Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz"[6]



Diyanet İşleri Başkanlığının 17.02.2006 tarihli hutbesidir.

___________

[1] Zâriyât, 56.
[2] Tâhâ, 20/14.
[3] Furkan, 77.
[4] Ankebut 29/45
[5] Ra’d, 13/28.

[6] Hac, 22/77

Trabzon Hutbesi

CUMA NAMAZI VE ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar !

Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği sayısız lütuflarından biri de Cuma günüdür. Cumayı diğer günlerden ayıran en önemli özellik, o günde cemaat halinde Cuma namazının kılınmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.”1 Bu ayet-i kerime, Cuma vaktinin cuma namazı kendilerine farz olanlar için bir ibadet zamanı olduğuna işaret etmektedir. Bu ayete kulak veren Mü’minler Yüce Allah’ın bu çağrısına uyarak her türlü dünyevi meşgaleyi bir tarafa bırakıp Cuma namazına koşarlar. Camide hayatlarına yön verecek nasihatleri dinler, birlik ve beraberlik içerisinde Yüce Mevlâdan af ve rahmet dilerler.

Aziz Mü’minler!

Cuma namazı, Müslümanların tanışmaları, kaynaşmaları, yardımlaşmaları, birlik ve beraberlik şuurunu kuvvetlendirmeleri, Allah’a birlikte yaklaşmaları için önemli bir vesiledir. Cuma namazı, toplumun eğitilmesinde de büyük rol oynamaktadır. Cuma günü yapılan vaazlarda, okunan hutbelerde, iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin önlenmesi, insan haklarına saygı, çevre temizliği, birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi, şehitlik ve gazilik ruhu, vatan savunmasının önemi, anne ve babaya hürmet, akraba ve komşulara iyilik, doğruluk ve dürüstlük gibi değerler anlatılmaktadır. Bunun yanında Cuma namazı, camiye ve beş vakit namaza alışmanın da ilk adımını teşkil etmektedir.

Cuma namazını eda etmek üzere camiye giden mü’min kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken bir takım kurallar bulunmaktadır. Buna göre, cumaya giderken temiz ve güzel elbiseler giyilmeli, insanlara rahatsızlık verecek her türlü kokular giderilmeli, ön safta boş yer varken arkada saf tutulmamalı, safları aralıksız ve düzgün tutmalı, ön safa geçmek için cemaat rahatsız edilmemeli, hutbe okunurken susup dinlenilmelidir. Mazeretsiz olarak Cuma namazının terk edilmesinin günah olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca kadınların da Cuma namazlarında cemaate iştirak edebilecekleri bilinmeli, dini, milli ve ahlaki değerlerle yetişmeleri için çocukların da cumaya gitmeleri teşvik edilmelidir.

Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; Cuma namazını usulüne uygun olarak kılanların günahlarının bağışlanacağını biz mü’minlere müjdelemiştir.

Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı kılındıktan sonra Müslümanların yeryüzüne dağılıp Allah’ın kendileri için takdir ettiği rızkı aralamaları emredilmektedir. Şu halde Cuma namazını kıldıktan sonra hemen işlerimizin başına dönerek, bir ibadet şuuru içinde çok çalışmalı, üretmeli, ülkemizi ve milletimizi kalkındırmak için elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz.
 

DeRSaaDeT

Islambol
23.02.2007 tarihli hutbeler

İstanbul hutbesi

İL : İSTANBUL
AY-YIL : ŞUBAT-2007
TARİH : 23.02.2007 (4. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ {1}
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :
ياَ أَ يُّهاَ النَّاسُ أَفْشُوا السَّلاَمَ {2}

SELÂMLAŞMAK
Değerli Müminler!
Dinimizde muaşeret kurallarına büyük önem verilmiştir; bunların en önemlisinin selâmlaşma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Selâm, bir müslümanın diğer müslüman hakkında hayır dilekte bulunması, sevgi ve dostluğunu dile getirmesidir. Selâmlaşma toplumda kaynaşma ve dayanışmayı arttırır. İnsanî ilişkileri güçlendirir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “Size, aranızda sevgiyi artıracak bir şey söyleyeyim mi?” diye sorduktan sonra, “Aranızda selâmı yayınız” buyurmuştur [2]. Dinimize göre selâm vermek sünnet, selâm almak ise selâm verenin muhatap üzerindeki bir hakkıdır.
Çeşitli dinî ve millî geleneklerde değişik selâmlama ifadeleri vardır. Bizim dinî ve millî geleneğimizde selâm verme, “Selâmün aleyküm” veya “Esselâmü aleyküm” şeklindedir. Selâma muhatap olan kişi de “Aleyküm selâm”, “Ve aleykümüssselâm” diyerek karşılık verir. Bu sözler, “Allah’ın selâmı üzerinize olsun”; yani “Allah’tan size esenlik ve güvenlik diliyorum” anlamında kullanılır.
Hz. Peygamber genellikle “Selâmün aleyküm”, “Esselâmü aleyküm”, “Merhaba” gibi ifadelerle selâm verirdi; bu ifadeler Kur’ân-ı Kerim’de de geçmektedir. Dolayısıyla bunlar Hz. Peygamber’in sünnetine en uygun olan selâmlama şeklidir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de milyonlarca köylümüz, kentlimiz böyle selâmlaşmaktadır. Bunların yanında, “Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar” gibi selâmlama ifadeleri de millî kültürümüzde ortaya çıkan yeni zenginliklerimizdendir. Bu tür ifadeler diğer Müslüman milletlerde de bulunmaktadır. Meselâ bizdeki “Günaydın” anlamında Araplar “Sabâhunnûr” deyimini kullanmaktadırlar.


Aziz Müslümanlar!
Aslında sözlerin şeklinden daha önemli olanı, onların arkasındaki iyi niyettir, temiz duygu ve dileklerdir; selâm verdiğimiz kişilere karşı içimizde hissettiğimiz sevgi ve saygıdır. Selâmlaşma, müslümanların birbiriyle tanışmalarına ilk adımdır; insanlar arasında dostluk ve kaynaşmaya vesile olan ahlâkî ve toplumsal bir görevdir.
Kur’ân-ı Kerim’de bildirildiğine göre, cennete girecek müminlere, meleklerin ilk hitabı “Selâmün aleyküm” şeklinde olacaktır. Söz konusu âyette şöyle buyuruluyor: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevkedilirler. Oraya vardıklarında kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle derler: Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedi kalmak üzere girin buraya!”[1]
Aziz Cemaat!
Müslümanların, evlerine girdiklerinde, eşlerine ve çocuklarına, iş yerlerinde arkadaşlarına ve çalışanlara, yolda karşılaştıklarına selâm vermeleri, Yüce Allah’ın rızasına vesile olur. Nitekim, Resûlullah’ın en yakınlarından Enes b. Mâlik’in anlattığına göre Peygamber Efendimiz, sokakta oynayan çocuklara bile selâm verirdi.
Hutbemizi bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum: “Size selâm verildiği vakit, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık veriniz. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapar.” [3]
___________________
[1] Zümer, 39/73.
[2] Tirmizî, “Kıyâmet”, 42; İbn Mâce, “İkâmet”; 174, “Et’ime”, 1; Müslim, “Îmân”, 93; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 131; Tirmizî; “İsti‘zân”, 1; İbn Mâce, “Edeb”, 11.
[3] Nisâ, 4/86.



Ankara hutbesi


İLİ : ANKARA

AY-YIL: ŞUBAT 2007

TARİH: 23/02/2007


ALLAH İÇİN SEVMEK

Muhterem Mü’minler!

Sevgi, yüce Allah (c.c) ’ın kullarına verdiği en önemli özelliklerden birisidir. İnsanoğlu sevgi sayesinde kendisinde bulunan kötü huyların önüne geçer, çirkin davranışlardan uzaklaşır ve böylece daha huzurlu ve mutlu bir hayata adım atar.
Sevginin gereğine inanan insan, kendisine nasıl davranılması gerektiğini düşünüyorsa, başkalarına karşı da aynı davranışları sergiler. Başkalarına karşı kırgınlık ve kızgınlıkla yaklaşmayan insan, bu sayede toplum içerisinde sevgi filizlerinin yeşermesine de vesile olur. Allah sevgisi ise, sevgilerin en yücesidir. İnsan gerçek sevgiye ulaşabildiği zaman yaptığı her işi Allah rızası ve sevgisi için yapar. Yüce Allah Haşr suresi 9. ayette: “ Daha önceden Medineyi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, yanlarına hicret edip gelenleri severler…”(1) buyurmaktadır.

Muhterem Mü’minler!

Okuduğum ayeti kerime, Allah sevgisinin önemini bizlere açıklıyor. Zira kendileri Medineli olup da, hiç tanımadıkları muhacirlere sadece Allah rızası için kucak açmışlar, yer ve yurtlarına onları ortak etmişlerdir.
İşte bu olay, bizlere Allah sevgisinin insana neler yaptırabileceğini de apaçık göstermektedir.
Bakın sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu konuda ne buyuruyor: “Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde bir birinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (2)
Bu Hadis-i Şerif, Cennete girmenin yollarından birinin, müslümanların birbirlerini hiç bir çıkar ve menfaat gözetmeden sırf Allah rızası için sevmeleri olduğunu ifade ediyor. Allah sevgisini ne kadar yayarsak düşmanlığın, kinin ve kötü huyların da önüne o derece geçmiş oluruz.

Aziz Mü’minler!

Bu söylediklerimiz doğrultusunda yüce Rabbimiz, kendi sevgisinin aramızda yayılmasını nasip eylesin, bizler de bunun gereğini her zaman ve mekanda idrak edelim. Bizler de fert ve toplum olarak birbirimizi hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca Allah için sevelim. Ve bu sevginin gelişmesi için gayret edelim. Yunus’un ifadesiyle “ Yaratılanı sevelim, yaratandan ötürü.” Hutbemi bir hadis meali ile bitiriyorum. “Din kardeşini seven kişi O’na sevdiğini söylesin.” (3)

1- Haşr, 59/9
2- Riyazü’s- Salihin C.1 Hd. N0: 379
3- Riyazü’s- Salihin C.1 Hd.N0: 384



İzmir Hutbesi

HELAL HARAM DUYARLILIĞI 23.02.2007



Tâhâ,20/81
Aziz Mü’minler!
İrade sahibi insan için esas olan, iradesini serbest olarak kullanabilmesi, dilediği gibi davranabilmesidir. Ancak davranışlara hiçbir sınırlama getirilmemesi halinde hayatın çekilmez bir hal alacağı da açıktır. Bu sebeple, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamanın yollarını gösteren dinimiz İslam, bazı şeyleri ve davranışları yasaklamış, bazılarını ise serbest bırakmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere “haram”, yasaklamayıp serbest bıraktığı şeylere de “helal” diyoruz. Mesela, başkasının malını gasp etmek, faiz alıp vermek haram, ticaret ve alış veriş yapmak, çalışıp kazanmak helal; zina etmek haram, evlenip yuva kurmak helaldir. Bir başka ifade ile, Allah’ın emir ve yasaklarına uymamak haram; yasaklamadığı konularda dilediğince davranmak helaldir.
Muhterem Müslümanlar!
Dinin getirdiği yasaklar ve kısıtlamalar hayatı zorlaştırmaya değil; kolaylaştırmaya yöneliktir. “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez”(1) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Hayatımızın verimini azaltan ve bize zararlı olan şeyleri Kur'an, “kötü ve çirkin” diye nitelerken; sahip olduğumuz insanî değerleri korumamızı sağlayan, bizi yücelten şeyleri de “güzel ve temiz” diye nitelemektedir.
Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır. Yüce Allâh, “..Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” (2) buyurmaktadır. Allah’ın haram kılmış olduğu şeylerden, kendi bakış açımızla “küçük” diyebileceklerimiz de, “ciddi” gördüklerimiz kadar önemsenmelidir.
Bile bile haram işlemek, haramlarda ısrar etmek büyük günahtır. İşlenen haramdan bir an önce vazgeçilmeli, pişmanlık duyup tövbe edilmelidir. Allah’ın açıkça haram kıldığı bir şeyin helal; helal kıldığı bir şeyin de haram olduğunu söylemek, Allah korusun, insanı dinden çıkarır. Bu konuda bilgili ve hassas olmamız gerekiyor.
Aziz Mü’minler!
Haram ve helal konularında duyarlı olmak, bizi yaratan, ilim ve kudreti ile takip ve kontrol altında bulunduran Allah'a olan imanımızı kuvvetlendirir ve zinde tutar. Buna karşılık helal-haram çizgisine dikkat etmeden yaşanan bir hayat, fıtratın sağladığı iyiye yönelme eğilimlerini köreltir. Kötü ve zararlı eğilimlerin önünü açar; İnsan çok kere sebebini anlayamadığı bir huzursuzluğa ve mutsuzluğa düşer.
Haram-helal konusunda göstereceğimiz hassasiyetin önemini ortaya koyması açısından şu hadis-i şerif oldukça dikkat çekicidir:
“Helal bellidir, haram bellidir. Bu ikisinin arasında bir çok kişinin bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kişi bunlardan sakınırsa dinini, onur ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden kaçınmayanlar, koruluğun kenarında hayvanlarını otlatan kimse gibidir. Kolladığı hayvanların her an koruluğa dalması mümkündür. Dikkat edin her hükümdarın bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haram kıldığı şeylerdir...” (3)
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz, helalinden kazanıp meşru ve mubah yerlere harcamamızı ve aşırılıktan kaçınmamızı emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım kimin üzerine inerse o muhakkak helak olur” (4) buyurulmaktadır.
_______________
[1] Bakara, 2/185. [2] Talak, 65/1.
[3] Buhârî, İman, 39. [4] Tâhâ, 20/81.


Çanakkale hutbesi

İL:ÇANAKKALE
AY-YIL:ŞUBAT-2007
23/02/2007

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ
عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِيناً


VEDA HUTBESİNİN ÖNEMİ VE DEĞERİ

Değerli Mü’minler!
Veda hutbesi, Peygamberimizin H.10. yılda hac farizasını ifa ederken Arafâtta yüz binden fazla kişiye irad ettiği hutbesidir. Sevgili Peygamberimiz bu hutbeyi irâd ettikten 81 gün sonra vefat etmesi sebebiyle bu hutbe O’nun bir manada vasiyeti olmuştur.

Muhterem Müslümanlar,
Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız Müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir. Zira hutbede 7-8 yerde geçen ve paragraf başlarını oluşturan “Ey nâs: Ey insanlar!” hitabı bu hutbenin/beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. Bu hutbe ile Hz. Peygamber, sadece huzurundaki müslümanlara değil, orada bulunmayan Müslim ve gayr-i müslim; hatta inançsız, Allah’ı tanımayan bütün insanlara seslenmeyi hedeflemiştir.

Aziz Mü’minler!
İnsan’ın hayatını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez temel hakları vardır. Can,akıl,din, namus ve mal güvenliği bu hakların en önde gelenleridir. Bu haklar, inanç, cinsiyet ve ırk gibi ayırımlar dikkate alınmaksızın dokunulmazdır. Sevgili Peygamberimiz meşhur veda hutbesinde işte bu hususlar tek tek ifade edilmiştir. Bu sebeple Veda hutbesi, 14 asır evvel tüm insanlığa ilan edilen insan hakları evrensel beyannamesi niteliğini taşır.

Muhterem Müslümanlar
Önemine binaen Sevgili Peygamberimizin bu hutbesini özetleyerek aktarmak istiyorum.
Ey İnsanlar!
Canlarınız, mallarınız, ırzlarınız mukaddestir, her türlü taarruzdan korunmuştur. Dikkat edin! Suç işleyen ancak kendisinden sorumludur. Baba çocuğundan, çocuk babasının yaptığından sorumlu değildir.
Ey İnsanlar!
Dikkat edin! Arabın Arap olmayana,Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi;kırmızı tenlinin siyah üzerine,siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvadadır.

Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz.

Cahiliye devrinde güdülen tüm kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da amcamın oğlu Rebia’nın kan davasıdır.

Ey İnsanlar,
Kadınların haklarına riâyet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Kadınlara karşı yumuşak davranın.
Zulümden sakının, birine ait bir şey sahibinin izni olmadıkça başkası için helal olmaz.
Ey insanlar,Size iki emanet bırakıyorum.
Siz onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.(7)

Muhterem Müslümanlar,
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber Vedâ Hutbesi ile insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmiştir. Oysa bugün batılılar, insan haklarını, 1215 tarihinde İngilizlerin sadece soylular için geçerli olmasını kabul ettiği(Manga Karta) Magna Charta/Büyük Hürriyet Akitnâmesine kadar götürmektedirler ki Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiş ve ayırım yapmadan tüm insanları kuşatmıştır. Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri vardır.

Değerli Mü’minler!

Kur’an’a ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’e gönül vermiş kimseler olarak insan haklarına saygı gösterelim, sahip çıkalım. Bu haklara riayet etmemizi, Sevgili Peygamberimizin bizlere vasiyet ettiğini unutmayalım.

_______________________
1-Muhammed Hamîdullah; İslâm Peygamberi, 1966, c. 1. s. 175.
2-Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, 1978, c. 1, s. 46.
3-Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’ân, 10.
4-İbn Mâce, Menâsik, 76.
5-Müslim, Hac, 147.
6-İbn Hişam, IV, 250 vd.
7-Osman Eskicioğlu, İslâm Huk. Açısından İnsan Hakları, s. 255.
 

1sc0rp!tX

Altın Üye
Allah hepinizden RAzı OLsun...
 

Nestal

New member
Allah razi olsun yurt disindayim ve ulkemdeki hutbeleri takip ediyorum :D entresaaan ve guzel saolun :)
 

NoMaD1978

Banned
İÇKİ ve UYUŞTURUCUNUN ZARARLARI

İL : İSTANBUL
AY-YIL : MART-2007
TARİH : 09.03.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَاْلأَنْصَابُ وَاْلأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {1}
قال عليه الصلاة و السلام:" اَلْخَمْرُ اُمُّ الْخَباَئِثِ" {2}


İÇKİ ve UYUŞTURUCUNUN ZARARLARI

Muhterem Müslümanlar!​

Yüce dinimiz İslam, insan sağlığına büyük önem vermiş, beden ve ruh sağlığımıza zarar veren şeylerin yenilmesini, içilmesini, kullanılmasını ve hangi yoldan olursa olsun vücuda alınmasını kesinlikle yasaklamıştır.

Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçmez misiniz?"[1] Peygamberimiz (s.a.v) iseİçkiden sakının, çünkü o, bütün kötülüklerin anasıdır.[2]. buyurarak pek çok kötülüğün ortaya çıkmasının sebebinin alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeler olduğunu belirtmektedir. Bu sebeple müslüman, içkinin ve uyuşturucunun her çeşidinden mutlaka sakınmalı, bu zararlı maddeleri kullanmaya teşvik edici ortamlardan kendisini, çevresini uzak tutmalıdır.
Değerli Mü’minler!​

İçkinin vücudu tahrip ederek birçok hastalıklara sebep olduğu, kişide fiziksel ve ruhsal bağımlılığa yol açtığı tıbben tespit edilmiş bir gerçektir. Alkollü içkiler, zihnin faaliyet dengesini bozduğu için insan kendini kontrol edemez, ne yaptığını ve ne söylediğini bilemez hale gelmektedir.

Bu yüzden içki, birbiri ile dost olan arkadaşlar arasında tartışmalara ve kavgalara sebep olmakta, sarhoşluk yüzünden çıkan kavgalar cinayetle sonuçlanabilmektedir. İçkili araç kullananların bir çoğunun trafik kazası sonucunda ölüme gittiğini ve pek çok kişinin de ölümüne sebep olduğunu hemen her gün görmekteyiz.


Evine sarhoş olarak gelen ve ailesi ile gereksiz yere tartışıp, evde huzursuzluk çıkaran, hanımını ve çocuklarını döven ve bu yüzden aile yuvasını yıkanların sayısı hiç de az değildir. Bu bakımdan dinimizin alkollü içkileri yasaklamış olması, hem fertlerin sağlığı, hem de aile ve toplumun huzuru için son derece önemlidir.

Muhterem Müslümanlar!​

Sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile uyum içinde olması, akıl ve zihin sağlığı ile mümkündür. Aklın ve zihnin en büyük düşmanı olan uyuşturucu, insanın uyum gücünü zaafa ve iflasa götürmekle onu aileden, toplumdan ve çevresinden kopararak, yalnızlığa, bunalıma ve hemen ardından da sorumsuzca bir hayata mahkum etmektedir. Bağımlıyı adeta yaşayan bir ölü haline getirmektedir.

Bu sebeple, alkollü içkiler ve uyuşturucunun, bağımlıya, aile hayatına, doğacak çocuklarına, iş hayatına, aile ve ülke ekonomisine, ferdi ve toplumsal ahlaka verdiği zararlar ifadelere sığdırılamaz. İntiharların, cinayetlerin, her türlü fuhuş, gasp ve anarşinin temelinde alkol ve uyuşturucu vardır. İç ve dış düşmanların en tahripkar silahı da yine alkol ve uyuşturucudur.


Değerli Mü’minler!​

Aslî kaynaklarında sarhoş edici ve uyuşturucu madde kullanımını yasaklayan tek din İslâmiyet’tir. Buna rağmen ülkemizde bu tür maddelerin kullanımının bu kadar yaygınlaşması, son derece üzücü ve düşündürücüdür. Her şeyden önce Allah’ın haram kıldığı bu maddeleri kullanmak müslümana yakışmaz. Ayrıca insanın, kendi sağlığını kendi elleriyle bile bile tahrip etmesi de çok acıdır. “Bir kere kullanmakla bir şey olmaz” diyerek içki, uyuşturucu ve sigara gibi zararlı maddelerin pençesine düşenlerin bir daha bunlardan kurtulması kolay olmamaktadır. Bu bakımdan zararlı maddelerden uzak duralım. Hem kendimize hem de aile ve çocuklarımıza sahip çıkalım, geleceğimizin teminatı yavrularımıza ve gençlerimize güzel örnek olalım. Dünyada ve âhirette huzur ve mutluluğun ancak Yüce Rabbimizin emir ve tavsiyelerine uymakla mümkün olduğunu unutmayalım.

______________
[1] Mâide, 5/90-91.
[2] Nesaî, “Eşribe”, 44.
 

anatolia66

New member
"Şüphesiz Allah (C.C.) , adaleti,iyiliği,doğruluğu,haddi aşmamayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder. O; düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." Böyle bir dinin mensubu olmak kadar gurur verici başka bir şey olabilirmi ? İnsanoğlunun varlığını sürdürdüğü her mekan ve yaşam formatında gerçek huzuru ve mutluluğu verebilen tek oluşum dinimiz ama işte ne hallere ve ne kılıflara sokuyoruz elbirliği ile. Cezasını çekmek bir tarafa Allahın karşısına hangi yüzle ve pişkinlikle çıkabileceğiz hiç bilmiyorum. O yine de af edeceğim diyor,bunca rezilliğimize ve ihanete rağmen.
 

NoMaD1978

Banned
İL : İSTANBUL
AY-YIL : MART-2007
TARİH : 30.03.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَمَا اَرْسَلْناَكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعاَلَمِينَ {1


قال رسول الله صلىالله عليه و سلم :
أَناَ مُحَمَّدٌ وَ أَحْمَدُ وَ نَبِيُّ الرَّحْمَةِ" {9}

PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU

Muhterem Müslümanlar!

Dünya tarihinde önemli dönüşüm ve değişimlere sebep olan olaylar vardır. İnsanlık tarihinin en tesirli ve en etkili hadiselerinden biri de hiç şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in dünyaya teşrifleridir.

“(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”[1]. “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…”[2] âyetlerinde açıkça belirtildiği gibi, rahmet peygamberini, bütün dünya beklemekteydi.

Hz. Musa aleyhisselâma gönderilen Tevrat’ta “müjdeci, uyarıcı, kaba ve katı yürekli olmayan, sokaklarda bağırıp çağırmayan, kendisine yapılan kötülükleri iyilikle karşılayan, affeden [3] özelliklerle anlatılan Peygamber Efendimizin gelişini, herkes hasretle bekliyordu. Kur’ân’ın ifadesiyle Hz. İsa onun gelişini şöyle müjdeliyordu: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti…”[4]


Aziz Kardeşlerim!

Peygamber Efendimiz daha dünyaya teşrif etmeden ve Peygamberlikle görevlendirilmeden ona inananlar olmuştu. şairimiz Arif Nihat Asya bu gerçeği şöyle dile getirir:

Günler, ne günlerdi yâ Muhammed;
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
[5]


Milli Şairimiz Mehmet Akif de, Peygamber Efendimizin gelişini, bütün insanlığın beklediğini şu mısraları ile anlatır:

On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi
![6]




Değerli Kardeşlerim!

Allah Teâlâ, bütün peygamberlerden ümmetleri adına onun peygamberliğini tasdik edeceklerine ve ona yardımcı olacaklarına dair söz almıştır. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle anlatılır: “Hani, Allah, Peygamberlerden: “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti”[7].

Kur’ân-ı Kerim’den önce gelen bütün kutsal kitaplarda, Peygamber Efendimizin geleceğinden ve özelliklerinden söz edilmiştir. Ancak Hıristiyan ve Yahudi din adamları bu gerçeği gizlemişler ve tahrif etmişlerdir. “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler”[8] âyeti bu gerçeği vurgulamaktadır
.

Değerli Mü’minler!


Allah Teâlâ’nın, insanlığa gönderdiği en son rahmet elçisi ve hidayet öncüsü Hz. Muhammed (s.a.v)’in Allah katından getirdiği ilahî davetini ve onun örnek ahlâkını anlamak, anlatmak, ona duyulan engin sevgiyi gönüllere yerleştirmek, topluma aktarmak maksadıyla yıllardır müslümanlar, onun dünyaya teşriflerini Mevlid kandili olarak kutlamaktadır. Bu akşam Mevlid kandilidir. Hepimize, İslâm âlemine ve bütün dünyaya hayırlı olmasını niyaz ederiz.

Mevlid kandilinizi tebrik ederken hutbemi bir hadisle bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ben Muhammedim, ben Ahmedim, ben Rahmet peygamberiyim” [9].


__________________
[1] Enbiyâ, 21/17.
[2] Sebe’, 34/28.
[3] Muvatta, “Mukaddime”, 2.
[4] Saf, 61/6.
[5] Arif Nihat Asya, Dualar Ve Âminler, İstanbul, 1976, s. 64.
[6] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, 1977, s. 499.
[7] Âl-i İmrân, 3/81.
[8] Bakara, 2/146.
[9] Müslim, “Kitâbu’l-Fedâil”, 126; Tirmizî, “Daavât”, 118.



Dr. Kerim BULADI
Vâiz/Zeytinburnu Müftülüğü​

Siyah kardeşim bıraktığın yerden devam ettireceğiz inşaallah!
 

Y£$!L

New member
İL : İSTANBUL
AY-YIL : NİSAN-2007
TARİH : 06.04.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَر وَلَذِكْرُ اللَّهِِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

{2} بُنِيَ اْلإِسْلاَمُ عَلَى خمَسٍ :قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم

NAMAZ​

Değerli Mü’minler!

İmandan sonra İslâm’ın en önemli esaslarından biri olan namaz, Allah’a şükranda bulunmanın en güzel ifadesidir. Namaz beş vakit olarak inananlar üzerine farz kılınmıştır. Namaz imandan sonra İslâm’ın en önemli esaslarından biridir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur “İslam beş temel üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır”[2].

Muhterem Müslümanlar!


Namaz insana daima Allah’ı hatırlatarak kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesine vesile olur. Her türlü kötülüklerden, haramlardan mü’minleri korur. Zira namaz Allah’ı hatırlatır. Allah’ı hatırlayan insan da fenalığa meyletmez ve kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususu şöyle ifade etmektedir: “(Resûlüm) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (İbadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir”[1].

İnsan, zaman zaman dünyanın aldatıcı lezzet ve meşgaleleri ile kulluk bilincinden uzaklaşabilir. Her şeyin hesabını Allah'a vereceğini, ölümü, cennet ve cehennemin varlığını unutabilir. İşte ruh ve beden bütünlüğü içinde kılınan beş vakit namaz da, bu gafleti yok ederek mü’minin bilinç ve iradesini canlı tutar. Bu itibarla namaz, Allah ile olan bağımızın sürekliliğini sağlar.

Aziz Cemaat!

Bunun yanında namazın temizlik ve vücut sağlığı bakımından insana pek çok faydalar sağladığı da bilinen bir gerçektir. Çünkü namaz kılan bir kimse abdest almak zorundadır. Bu ise günde birkaç defa hem maddî ve hem de manevî olarak temizlenmek demektir. Peygamberimiz (s.a.v) “Sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa ve o kimse bu nehirde günde beş defa yıkansa kendisinde kirden bir şey kalır mı?” diye sormuş sahabilerin de: “Hiç kir kalmaz Ya Resûlallah” diye cevabını alınca: “İşte beş vakit namaz da buna benzer, Allah namazla günahları siler”[3] buyurmuştur.

Muhterem Müslümanlar!


Şartlarına riayet edilerek kılınan namaz, Yüce Mevla’mızın ifadesiyle kötülük ve çirkinliklere karşı kalkandır. Namazlarımızı bütün beden ve gönül varlığımızla Allah’a yönelerek huşu içinde kılalım. Namazda huşu; Yüce Rabbimizin huzurunda O’nun azametini kalbimizde hissederek, saygı dolu bir yönelişle bu ibadeti yerine getirmektir. Bu itibarla bir mümin, huşuyu engelleyebilecek her şeye karşı önlem almalı, namazda elinden gelen dikkat ve gayreti göstermelidir. Unutmayalım ki namazlarını huşu içinde kılan mü’minler huzura ererler. Samimiyet ve ihlastan yoksun, hele hele gösteriş ve riyanın karıştığı bir ibadetin, sahibine hiçbir faydası olmayacağı muhakkaktır.

O halde Allah Teâla’nın nimetlerine karşı şükrün ifadesi olan bu ibadeti güzelce yerine getirmeliyiz. Zira namaz bizim kulluk borcumuz ve Allah’ın huzurunda sorgulanacağımız ilk ibadetlerdendir. Bu kulluk borcumuzu îfa ederek Allah’ın rızasına ulaşmalıyız. Hutbemizi şuurlu bir şekilde namaz kılan mü’minlerin durumunu anlatan ayetlerle bitirelim. “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu içerisindedirler. Onlar faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler, zekatı verirler, iffetlerini korurlar...Ve onlar, emanetlerine ve verdikleri sözlerine riayet ederler. Onlar namazlarını kılmaya devam ederler”[4].
_____________________
[1] Ankebût, 29/45.
[2] Buhârî, “Îmân”, 1,2; Müslim, “Îmân”, 19-22.
[3] Buhârî, “Salât”, 6.
[4] Mü’minûn, 23/1-5, 8-9.
 

Y£$!L

New member
EsselamaleykÜm

ESSELAMÜ ALEYKÜM
İL : İSTANBUL
AY-YIL : ŞUBAT-2007
TARİH : 23.02.2007

بسم الله الرحمن الرحيم

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا​
جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ
(1)عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ​

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم
: ياَ أَ يُّهاَ النَّاسُ أَفْشُوا السَّلاَمَ
(2)​

SELÂMLAŞMAK​

Değerli Müminler!

Dinimizde muaşeret kurallarına büyük önem verilmiştir; bunların en önemlisinin selâmlaşma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Selâm, bir müslümanın diğer müslüman hakkında hayır dilekte bulunması, sevgi ve dostluğunu dile getirmesidir. Selâmlaşma toplumda kaynaşma ve dayanışmayı arttırır. İnsanî ilişkileri güçlendirir. Nitekim sevgili Peygamberimiz,“Size, aranızda sevgiyi artıracak bir şey söyleyeyim mi?”
diye sorduktan sonra, “Aranızda selâmı yayınız” buyurmuştur [2]. Dinimize göre selâm vermek sünnet, selâm almak ise selâm verenin muhatap üzerindeki bir hakkıdır.

Çeşitli dinî ve millî geleneklerde değişik selâmlama ifadeleri vardır. Bizim dinî ve millî geleneğimizde selâm verme, “Selâmün aleyküm” veya “Esselâmü aleyküm” şeklindedir. Selâma muhatap olan kişi de “Aleyküm selâm”, “Ve aleykümüssselâm” diyerek karşılık verir. Bu sözler, “Allah’ın selâmı üzerinize olsun”; yani “Allah’tan size esenlik ve güvenlik diliyorum” anlamında kullanılır.

Hz. Peygamber genellikle “Selâmün aleyküm”, “Esselâmü aleyküm”, “Merhaba” gibi ifadelerle selâm verirdi; bu ifadeler Kur’ân-ı Kerim’de de geçmektedir. Dolayısıyla bunlar Hz. Peygamber’in sünnetine en uygun olan selâmlama şeklidir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de milyonlarca köylümüz, kentlimiz böyle selâmlaşmaktadır. Bunların yanında, “Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar” gibi selâmlama ifadeleri de millî kültürümüzde ortaya çıkan yeni zenginliklerimizdendir. Bu tür ifadeler diğer Müslüman milletlerde de bulunmaktadır. Meselâ bizdeki “Günaydın” anlamında Araplar “Sabâhunnûr” deyimini kullanmaktadırlar.

Aziz Müslümanlar!

Aslında sözlerin şeklinden daha önemli olanı, onların arkasındaki iyi niyettir, temiz duygu ve dileklerdir; selâm verdiğimiz kişilere karşı içimizde hissettiğimiz sevgi ve saygıdır. Selâmlaşma, müslümanların birbiriyle tanışmalarına ilk adımdır; insanlar arasında dostluk ve kaynaşmaya vesile olan ahlâkî ve toplumsal bir görevdir.

Kur’ân-ı Kerim’de bildirildiğine göre, cennete girecek müminlere, meleklerin ilk hitabı “Selâmün aleyküm” şeklinde olacaktır. Söz konusu âyette şöyle buyuruluyor: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevkedilirler. Oraya vardıklarında kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle derler: Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedi kalmak üzere girin buraya!”[1]

Aziz Cemaat!

Müslümanların, evlerine girdiklerinde, eşlerine ve çocuklarına, iş yerlerinde arkadaşlarına ve çalışanlara, yolda karşılaştıklarına selâm vermeleri, Yüce Allah’ın rızasına vesile olur. Nitekim, Resûlullah’ın en yakınlarından Enes b. Mâlik’in anlattığına göre Peygamber Efendimiz, sokakta oynayan çocuklara bile selâm verirdi.

Hutbemizi bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum: “Size selâm verildiği vakit, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık veriniz. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapar.” [3]


[1] Zümer, 39/73.
[2] Tirmizî, “Kıyâmet”, 42; İbn Mâce, “İkâmet”; 174, “Et’ime”, 1; Müslim, “Îmân”, 93; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 131; Tirmizî; “İsti‘zân”, 1; İbn Mâce, “Edeb”, 11.
[3] Nisâ, 4/86.


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​


SELAM VE DUA İLE...
 

Y£$!L

New member
ESSELAMÜ ALEYKÜM
İL : İSTANBUL
AY-YIL : NİSAN-2007
TARİH : 13.04.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُُُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ
{1}

قال النبي صلي الله عليه وسلم: "لاَ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ
حَتَّى تُؤْمِنُوا وَ لاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحاَبُّوا"
{2}​

İNSAN SEVGİSİ

Değerli Mü’minler!​

16-22 Nisan tarihleri arası Kutlu Doğum Haftasıdır. Sevgili Peygamberimizin doğumunu kutlamak için bu hafta boyunca, çeşitli faaliyetler yapılacaktır. Bu yıl konferans, seminer, panel ve vaazlarda “insan sevgisi” anlatılacaktır.
Yüce dinimiz İslam, önemli ahlakî ilkeler koymuştur. Bu önemli ilkelerden birisi de insan sevgisidir.*

Sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en önemli unsuru ve toplumsal hayatın gelişip güçlenmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bütün müslümanların kardeş olduğu vurgulanarak, onlar arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür.

Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin”[1]. “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir” [3].

Yüreği sevgi dolu Peygamberimiz (s.a.s) de :
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kamil mü’min olamazsınız”[2]. “Mü’minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine yakınlıkta, şefkat gösterip birbirlerini koruyup kollamada bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir yerinde bir rahatsızlık olduğunda; bunu, vücudun tüm uzuvları hisseder” [4]buyurarak sevgi ve kardeşliği öğütlemektedir.

İslam Dini’nin bu güzel öğütlerinden aldıkları ilham ile “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü'' diyen Yunus Emreler, ''Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir, ne olursan ol yine gel'' diyen Mevlânalar ve ''bir olalım, iri olalım, diri olalım'' diyen Hacı Bektaş-ı Veliler hep sevmeye ve sevgiye çağırmışlardır.

Değerli Mü’minler!​

Bir ülkenin bireylerini ve nesillerini bir araya getirip kaynaştıran sevgidir. Toplum sevgiyle kaynaşır, huzurla yaşar. Sevgi ya ana-babanın evladını sevmesi gibi doğal olarak; ya da insanların adalet, cömertlik, edep, hayâ gibi ortak değer ve faziletlerde birleşmeleriyle iradî olarak gerçekleşir. Bu surette birbirini seven insanlar kendi mutluluğunu düşündüğü kadar diğer insanların yarar ve mutluluklarını da düşünürler. Böylece aralarındaki birlik ve kaynaşma daha da artar.

Mevlana'nın ifadesiyle “sevgi; acıyı tatlıya, bakırı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür.” İnsanı hayata bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak en sağlam merdiven de yine sevgidir.

Muhterem Mü’minler!​

İnsanlar arasında olması gereken dostlukların azalması, ona bağlı olarak da kin, öfke, hiddet ve düşmanlıkların artması temelde sevgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.Yanlış düşünce ve davranışlarla pek çok kötülüğün en önemli sebeplerinden biri de yine sevgi eksikliğidir. Halbuki sevgi olsa, öfkeler diner, düşmanlık duyguları biter, bir daha ortaya çıkma imkanı bulamadan kaybolup gider. Unutulmaması gereken bir husus da şudur ki, tüm faziletler, tüm iyilik ve güzellikler, sevgi ve samimiyet ortamında doğar ve gelişirler. Bu bakımdan, günümüzde yaşadığımız rahatsızlıklara karşı Allah rızasına dayanan sevgi pınarını herkesin gönlüne akıtmamız gerekmektedir. Çünkü bu sevgi ve samimiyet olmadan, yüce dinimizin hedeflediği faziletli hayat ve kâmil insan idealini yakalamamız mümkün değildir.

Hutbemi bir ayetin meâli ile bitirmek istiyorum: “İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır” [5].

[1] Hucurât, 49/10.
[2] Müslim, “İmân”, 93; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 131; Tirmizî, “İsti’zân”, 1; İbn Mâce,“Edeb”,11.
[3] Fussilet, 41/34.
[4] Buhârî, “Edeb”, 27.
[5] Tâ-Hâ, 19/96.
* Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 09.12.2005 tarihli hutbesidir.



İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu

SELAM VE DUA İLE...
 

Y£$!L

New member
ESSELAMÜ ALEYKÜM

İL : İSTANBUL
AY-YIL : OCAK-2007
TARİH : 05.01.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ​


وَلا تَهِنُوا وَلا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
1

قال رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيهِ وَسَلَّم: قاَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ:

أنَا عِنْدَ ظَنَّ عَبْدِي بي، وَأناَ مَعَهُ حَيْثُ يَذْكُرُني، وَمَنْ تَقَرَّبَ

إلَيَّ شِبْراً تَقَرَّبْتُ إلَيْهِ ذِراَعاً، وَمَنْ تَقَرَّبَ إلىَ َّذِراَعاً تَقَرَّبْتُ

إلَيْهِ باَعاً، وَإذَا أقْبَلَ إليَ َّيَمْشِي أقْبَلْتُ إلَيْهِ أُهَرْوِلُ
2

İMAN ÜMİT KAYNAĞIDIR

Muhterem Mü’minler!

İmanın insan için önemi, kelimelerle ifade edilemeyecek yüceliktedir. İman hayata benzer, imansızlık ise ölüm gibidir. Bugün imana bir başka açıdan, ümit penceresinden bakıp hayata sağladığı katkıları görmeye çalışacağız.

İman ile ümit birbirinden ayrılmaz. İnançlı kişi, ümit alanı en geniş, düşünme ufku en yüksek, ilerisi için en iyimser, mutluluğa en yakın ve mutsuzluğa en uzak kişidir. Çünkü iman; yüceler yücesine inanmak ve bağlanmaktır. O, rahmet ve merhametiyle herkesi kuşatan, bağışlayan, pişmanlıkları kabul edip, hataları silen, kötülükleri iyiliklerle değiştiren, kişiye en yakınlarından daha yakın, mutlak güç sahibidir. O yüce güç; gündüz hata edenin tevbesi için gece, gece hata işleyenin pişman olması için de gündüz rahmetiyle kullarını kuşatmaktadır. İyiliklere bire ondan yedi yüz katına kadar hatta daha fazlasıyla karşılık verirken, kötülükleri ancak denk bir ceza ile cezalandırmakta veya tamamen bağışlamaktadır.

Bir kutsi hadiste Allah: “Kulumun bana olan zannı ne ise ben de ona öyleyim. Kulum beni andığında ben onunla beraberim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira kulum bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir adım yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim,”[2] buyurmaktadır.


Aziz Cemaat!​

İnanç sahibi bilir ki, korkuyu güvene, zayıflığı kuvvete çeviren O’dur. “Allah kesinlikle onlara yardım edecek ve bizim ordularımız mutlaka galip gelecektir,” [3] ayeti onun parolasıdır.

Hastalanırsa ümitsizliğe düşmez, çünkü “Rab-bim beni yoktan var etti ve doğru yola iletti. Beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” [4] inancını taşımaktadır.

İnanan insan suçlu olsa da tevbe ettiğinde af edileceği ümidini taşır. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek onun inancına terstir. [5]

İnanan kişi, usanıp asla pes etmez. Çünkü: “El-bette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen işe koyul ve yalnız Rabbine yönel,” [6] ayeti ona azim ve sebatkarlık kazandırır.

Yine, “O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman: “Bizim bütün varlığımız Allah'ın-dır. Sonunda O’na döneceğiz” derler. Onlara Rablerinden bol mağfiret ve rahmet vardır ve onlar doğru yola yönelmişlerdir,” [7] ayeti, onlar için her zaman bir ümit ve gayret kaynağıdır.

İnançlı insan, düşmanlıkları barışla halleder, ki-nin bir gün sevgiye döneceğine inanır. “Umulur ki, Allah sizinle düşmanlık ettiğiniz kimseler arasın-da bir dostluk meydana getirir.” “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahman gönüllere bir sevgi koyacaktır.” [8]

Değerli Kardeşlerim!​

Mü’minler yaşlanıp, saçları beyazlasa da ümitle-rini kesmezler. Çünkü onlar, Allah’ın kendilerine vaad ettiği cennetlere girecekler, O’nun vaadı ger-çektir. Orada boş söz yoktur ve rızıkları sabah akşam ayaklarına gelecektir. [9]

Bu inançla yaşayan mü'min, zorlukta sabrı, dar-lıkta ferahlığı, sıkıntıda huzuru, yalnızlıkta dostluk-ları düşünür. Zulme uğradığında Allah’tan yardım ister. İnananın hayatı ümitsizlik içinde kâbusa dönüşmez.“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz,”[1] ayeti onları canlı tutar. “Bizden tasayı, kederi gideren Allah'a hamdolsun; gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve lütufkârdır” [10]. Duasını dillerinden eksik etmezler.

Bunlar, insanı mutluluğa götürecek manevi di-namikler olup, imansızların sahip olamayacağı, sa-dece inanan kişilerde bulunan özelliklerdir. Gönlü-nüz iman, hayatınız ümitle dolsun. Allah’ın rahmeti, bereketi, af ve mağfireti üzerinize olsun.

___________________
[1] Âl-i İmrân, 3/139.
[2] Buhârî, “Tevhîd”, 15.
[3] Saffât, 37/172-173.
[4] Şuarâ, 26/78-80.
[5] Zümer, 39/53.
[6] İnşirah, 94/5-7.
[7] Bakara, 2/156-157.
[8] Mümtehine, 60/7; Meryem, 19/ 96.
[9] Meryem, 19/61-62.
[10] Fâtır, 35/34.



Recep ÖZTÜRK
Şişli Müftüsü​

SELAM VE DUA İLE...
 

eiffel

Forumun Kulesi
İL : İSTANBUL
AY-YIL : NİSAN-2007
TARİH : 27.04.2007 (4. HAFTA)




بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنْ لَيْسَ لِلإِ نْسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى{1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم: "فَمَنْ كاَنَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمّاَ يَأْكُلُ وَلْيُلْبِسْهُ مِمّاَ يَلْبَسُ {2}

İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİ

Aziz Mü’minler!

Müslümanlık hayat dinidir, çalışma dinidir. İslâm dini çalışmayı, iş görmeyi kendi elinin emeğiyle geçinmeyi teşvik etmiştir. Yüce Allah “İnsana çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur. Onun çalışması şüphesiz görüle-cektir.” buyurmuştur[1]. Helalinden kazan-mak farz kılınmış, bu uğurda çekilen her sıkıntı-nın bir kısım günahlara kefaret olacağı belirtilmiş-tir.
Çalışmak insanın asli vazifelerindendir. Helal rızık için meşru yoldan çalışmayı ve kazanmayı dinimiz ibadet kabul eder. Ancak çalışanın da, çalıştıranın da bir takım sorumluluklarının oldu-ğunu da hatırlatır. Çalışma hayatının iki önemli tarafı vardır. Biz buna işçi ve işveren ilişkileri diyoruz. Çünkü işçi olmadan işverenin, işveren olmadan da işçinin varlığı düşünülemez. İki kesim arasında karşılıklı sevgi ve saygı anlayışı esastır.

Dinimize göre işverenin ve işçinin, yü-kümlülüklerini şöyle özetleyebiliriz:
Mü’min bir işveren, öncelikle işyerini sağlık şarlarına uygun, her türlü tehlikelere karşı tedbirini alarak güvenli bir iş sahası olarak hazırlamalıdır. İşçiye ancak gücünün yeteceği işi yüklemeli, işçisiyle ayrıntılı bir sözleşme yapmalı ve yaptığı bu sözleşmeye sadık kalmalıdır. İşçilerine eşit ve adalet ilkelerine uygun ücret ödemeli ve hadis-i şerifteki şu kuralı aklından çıkarmamalıdır. “Ben kıyamet gününde şu üç kişiden davacı olurum:
1. Allah’a verdiği sözde durmayıp cayan,
2. Hür bir kimseyi köle gibi satıp da parasını yiyen,
3. İşçi çalıştırıp da hakkını vermeyen ” [3].

Değerli Mü’minler!


Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifte bu-yurduğu gibi, işveren işçisinin ücretini alın teri ku-rumadan zamanında ödemelidir. İşçisine kardeş, arkadaş, komşu gibi dostça yaklaşmalı, hatalı olduğu iş kazalarında işçisine tazminatını ödemelidir. Pey-gamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden birinin din kardeşi onun işinde, emrinde çalışırsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, ona gücünün üstünde yük yüklemesin.” [2].

Muhterem Mü’minler!

Bir kimse helal ve meşru işlerde çalışmalı, işinde dürüst olmalı, yaptığını kaliteli yapmalı ve üzerine aldığı işi bizzat kendisi yapmalı, başkalarına devretmemelidir. Sözleşmeye göre çalışmakla yükümlü olduğu iş günlerinde verimli çalışmalı, işinde asla baştan savma ve art niyetli olmamalıdır. Kısaca işçi aldığı ücreti hak etmelidir. Bütün bunların aksine davranmak kul hakkını ihlal etmek olur. Kul hakkı ise sahibi ile helalleşmeden Allah’ın affetmediği haklar arasındadır. Müslüman bir işçi kendisine teslim edilen iş araç ve gereçleri korumalı, çalıştığı işyerine asla zarar vermemelidir. Çalıştığı kurumdaki imkanları şahsî çıkarları için kullanmamalı, başkalarına ikram etmemeli, telefon, araba gibi araçları özel işlerinde kullanmamalıdır. Belirlenen bir tarihte bitirmek ve teslim etmek üzere mukavele yaptığı işi zamanında bitirmeli ve teslim etmelidir. Zira Yüce Mevlâ: “Mü’minler! sözlerinizin gereklerini yerine getiriniz.” buyurmaktadır [4]. Bunun yanında işveren de kendi kâr ve menfaatini düşündüğü gibi, işçilerinin de hak ve menfaatini düşünmelidir.

Hutbemi Peygamber Efendimizin şu hadisi-i şerifleri ile bitirmek istiyorum:
“Helalinden çalışarak yorgun bir vaziyette yatağa giren insanın günahları affedilecektir” [5].
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” [6].

___________________
[1] Necm, 53/39.
[2] Buhârî, “Îmân”, 22, “Itk”, 15; Müslim, “Eymân”, 40.
[3] Buhârî, “Büyû”, 106, “İcâre”, 10.
[4] Mâide, 5/1.
[5] Câmiu’s-sağîr, c.I, s. 287.
[6] Tirmizî, “Kıyâme”, 25.


Ahmet YAYLA Kağıthane Müftüsü


not:daha önce cuma hutbelerini yayınlayan arkadaşlar maalesef banlandılar ama inşallah biz de oyle olmayız...neyse bizden sonra da hutbeleri devam ettirenler olur elbet...
 

Y£$!L

New member
Anne-babaya Saygi

ESSELAMÜ ALEYKÜM​
İL : İSTANBUL
AY-YIL : MAYIS-2007
TARİH : 04.05.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا
{1}

قال النبي صلي الله عليه وسلم رِضَى الرَّبِّ فِى رِضَااْلوَالِد
{2}​

ANNE-BABAYA SAYGI


Muhterem Mü’minler!​

Her kültürün, onu diğer kültürlerden farklı kılan pek çok özelliği vardır. Bu özellikler, o kültürün mensubu olan toplumların kimliğini, kişiliğini oluşturmaktadır. Aile kurumu ve bu kurumdaki ilişkiler, böyle bir öneme sahiptir. Ailedeki ilişkilerin en önemlisi ise şüphe yok ki evlatların ana-babalarına karşı davranışlarıdır.

Ana-baba saygısı, bizim dinî ve millî kültürümüzde en başta gelen ahlakî görev ve erdemlerden biri olarak görülmüştür. Bunun en açık ifadelerinden biri Resûlullah Efendimiz’in şu uyarıcı sözleridir: “Küçüklerimize şefkatli olmayanlar, büyüklerimize saygı göstermeyenler bizden değildir”
[3].

Yüce Allah (c.c) şöyle emrediyor: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı, öf! bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle” [1]. Görüldüğü gibi bu âyette, daha birçok âyet ve hadiste Allah’a kulluktan hemen sonra ana-babaya saygı görevi gelmektedir.

Konuşmaktan, yürümekten, her türlü ihtiyacını görmekten aciz ve çaresiz iken hiçbir karşılık beklemeden, bizler için uykusuz kalan, yemeyip yediren, en ufak bir rahatsızlığımızda istirahatını terk eden, her şeylerini biz çocuklarına en içten duygularla veren, kederlerimizi dahi sevince dönüştüren annelerimiz, elbette ki saygının ve sevginin en güzeline layıktırlar.

Değerli Kardeşlerim!​

Allah Teala annelerin çektiği acıları Kur’ân-ı Kerîm’de onlara iyi davranılmasını emrederek şöyle haber verir: “İnsana anne-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır [4].

Onu ne zahmetlerle karnında taşıdı ve ne zahmetle dünyaya getirdi. Onun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır [5]. İnsana şöyle emrettik. Bana ve anne-babana şükret. Dönüş banadır” [6]

Anne ve babamıza iyi davranmanın şekli şudur. Onlarla konuştuğumuz zaman sözün en yumuşağını, davranışların en güzelini sergilemeliyiz. Tavır ve hareketlerin en gönül alıcı ve rahatlatıcısını içtenlikle anne ve babalarımıza göstermeli, meşru olan tavsiyelerini mutlaka yerine getirmeliyiz, onlara karşı kaba, kırıcı, üzücü söz ve davranışlardan sakınmalı, ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamalıyız

Allah Teala Kur’ân-ı Kerîm’de “Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni koruyup yetiştirdikleri gibi şimdi sen de onlara merhamet et’’ [7] şeklinde dua edilmesini buyurmak suretiyle, anne ve babalarımıza ne kadar içten ve nazik davranmamız gerektiğini anlatmaktadır

Değerli Kardeşlerim!​

Bizim dinî ve millî terbiyemizde ana-babaya saygı ömür boyu süren bir ödevdir. Onları razı etmek, gönüllerini kazanmak hayır dualarını almak her gün ve her saat, başta gelen görevlerimiz arasında olmalıdır.
Hutbemi anne-babaya itaat konusunda sevgili peygamberimizin tavsiyeleri ile bitiriyorum.


Allah’ın rızası (anne ve) babanın rızasına, Allah’ın hoşnutsuzluğu da (anne ve) babanın hoşnutsuzluğuna bağlıdır [2]. Anne babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınız da size itaat etsin ve saygı göstersinler [8]. Rızkının çoğalmasını ve ömrünün bereketlenmesini isteyen, anne ve babasına iyilik ve ikramda bulunsun [9].

______________
[1] İsrâ, 17/23. [2] Tirmizî, “Birr”, 3.
[3] Tirmizî, “Birr”, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 257.
[4] Lokmân, 31/15. [5] Ahkâf, 46/15.
[6] Lokmân, 31/15. [7] İsrâ, 17/23.
[8] Taberânî, Kebîr, II, 8. [9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 156



Hasan YAZICI
Terazidere Camii İmam-Hatibi
Bayrampaşa​

SELAM VE DUA İLE...
 
Üst