Cuma Hutbeleri

LOOPUSED

Altın Üye
İyilik insanı cennete götürür _____

İyilik insanı cennete götürür

Muhterem Müslümanlar! Küçük çocuklar belli dönemlerinde büyüklerine hep sorarlar:

Allah nerededir?

Bizi nasıl görür?

Şekli şemali nedir?

Bize kızar mı?

Her söylediğimizi duyar mı?

... Vesaire gibi soruların cevabını öğrenmek meraklarını gidermek isterler.

Peki Allah nerededir?

Aynı soruyu Hz. Musa da sormuş.

- Allah'ım! Seni nerede arayayım?

Rabb'ımız:

"Beni mahzun gönüllerde ara..." buyurmuştur.

Demek ki Allah zamana da mekâna da sığmaz. Zamana ve mekâna sığmayan Allah (c.c.), ancak mü'minin kalbine sığıyor.

Allah'ın nazar ettiği, taht kurduğu gönül Kâbe'sini yıkmamalı. Onu incitmemeli ve onu kazanmalıdır.

Bütün ilâhi emirler, insanı gönül kazanmaya sevkeder. Kur'ân-ı Kerim'de buyurulur ki:

"Ne her iyilik, ne de her kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel haslet ne ise onunla önle. O zaman görürsün ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dostun olmuştur." (Fussilet suresi, Ayet: 34)

Muhterem Müslümanlar!

İyilik de ayrıdır, kötülük de ayrıdır. İyilik insanı cennete götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Yolları ayrı, gayesi ayrı, hedefi ve maksadı ayrıdır bu iki yolun biri Allah'ın rızasına götürür, diğeri şeytanın rızasına götürür.

O hâlde yapılacak şey iyiliğe yapışmaktır. Kötülüklere bile iyilikle muâmele edilecek.

İyiliğe iyilik her kişinin kârı,

Kötülüğe iyilik er kişinin kârı.

Muhterem Müslümanlar!

Gönüllere taht kurmayı isteyen Allah'tır.

Bu, hayatın tadı ve lezzetidir.

Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz gönül kazanacak yolları gösteriyor. Buyuruyor ki:

"Siz mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Öyle ise onları güleryüz ve güzel ahlâkla memnun etmeye çalışın..." (İhya, c/2. s. 159)

Gönül para ile satın alınmaz. Mal ve mülkün geçmediği yerler vardır. Güzel ahlâkla, güler yüzle gönül kazanmaya çalışmalıyız.

Bizler öyle bir Peygamberin ümmetiyiz ki, huzuruna gelen kâfire bile güler yüz gösterdi. Şiarımız da tatlı dil ve güler yüz olmalıdır.

Şâir ne güzel söylemiş:

"Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksan,

Viran yeri bir yıla varmaz onarırlar.

Yalınız şu gönül mülkü harap olmaya görsün,

Tamire yetişmez onu dünyada zamanlar."

Muhterem Müslümanlar!

Bir insanın gönlünün incinmesi semayı titreten, arş-ı âlâyı sallayan, Allah'ın gazabını celbeden bir harekettir.

Gönül kazanmak. İbadetlerin hedefi de budur. Namazın, orucun, hacc'ın, zekâtın ve her çeşit ibâdetin yumuşattığı gönüller bunu duyarlar.

Peygamberimiz

"İki mü'min karşılaşıp musafaha ettikleri zaman, aralarında 70 mağfiret taksim edilir. Bunun 69'u güler yüzlü olanadır" buyurmuştur. (İhya, c/2. sf: 179)




Mevlüt Özcan / İyilik insanı cennete götürür - En Doğru ve Güncel Haber
 

WaTcHFuL

EVERYWHERE
Temizlik

İLİ : İSTANBUL
AY : KASIM
TARİH : 20.11.2009
KONU : TEMİZLİK


إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

قال النبي صلي الله عليه وسلم:

« الطُّهُورُ شَطْرُ الإِيمَان
ِ»



Muhterem Müslümanlar!

Çağımızda isabetli kullanılmayan teknolojinin sergilediği sonuç kirliliktir.
Kendi elimizle meydana getirdiğimiz kirlilik…
Maalesef bu kirliliğin doğurduğu tehlike ise; mikropların süratle yayılması ve hastalığa müsait ortamın hazırlanması…
Böylesi zamanlarda insanların vurdumduymazlığı, tedbirsizlikleri de felaketin büyümesine hız veriyor. Yüce dinimiz, koruyucu hekimlik alanına giren tedbirleri fizikî ve ruhî olarak sıralamasına rağmen, gereken önem verilmediği için sıkıntılarımız da eksilmemekte, bilakis artmaktadır.
Adına mikrop denen, hastalık ve pislik yapan, gözle göremediğimiz organizmalar en çok insan vücuduna ve canlı varlıklara musallat olmaktadır. Çünkü bunların beslenme alanı canlı varlıklardır.
Bunun için dinimiz mânevi temizliğe olduğu gibi beden temizliğine de önem vermiştir. Temizlik konusunda sayısız emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bildiğiniz gibi Peygamberimize ve onun şahsında hepimize gelen ilk vahiy, “Yaratan Rabbinin adı ile oku!” emri, ikinci vahiy ise, “Elbiseni temiz tut!” şeklindeki İlâhî buyruktur. Sevgili Peygamberimiz de temizliğin imandan geldiğini, imanın yarası olduğunu açıklamıştır.

Değerli Müminler!

Dünyamızda bize verilen büyük nimet sağlıktır. Kanuni’nin dediği gibi:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi.” Bu itibarla dinî ve dünyevî hayatımızda huzur bulmanın sağlıklı olmamıza bağlı olduğunu unutmayalım… İnsan hayatının kutsal olduğunu bilelim ve ona kıymayalım… Sağlığın kıymetini bilmemek de bir nevi hayata kıymaktır. Bilelim ki “fert sağlıklıysa millet de sağlıdır.” Hayır kapılarının çoğunun anahtarı da sağlıktır. Onu kaybetmeyelim.

Bu günlerde dünyayı saran bir sağlık sorunu var, aziz cemaat… Domuz gribi ülkemizde de yaygınlaşıyor. Daha büyük boyutlara ulaşmadan, gereken tedbirleri acilen almalıyız. Camilerimiz topluca ibadet ettiğimiz yerlerdir. Camilerimizde, cemaat arasında alınması gereken tedbirler vardır ve çok önemlidir.
• Camilerimizi en üst seviyede temiz tutalım.
• Camiye gelirken temiz kıyafetlerimizle gelelim.
• Nezle, grip gibi bir rahatsızlığımız varsa, daha başlangıç halinde de olsa tamamen geçmeden toplum içine çıkmayalım.
• Varsa kendi tespihlerimizi kullanalım, yoksa parmaklarımızla sayalım.
• Peygamberimiz’in tavsiyesine uyalım, sarılıp öpüşmeyelim:
Bir sâhâbinin “Yâ Rasûlallah! Bir arkadaşımızla karşılaştığımızda onun önünde eğilebilir miyiz?” sorusuna Peygamberimiz, “Hayır” buyurdular. Sahâbî, “Ona sarılıp öpebilir miyiz!” diye sordu; Efendimiz yine, “Hayır” buyurdular. Bu defa sahâbî, “Elini tutup musafaha edebilir miyiz?” dedi. Peygamberimiz: “Evet” buyurdular.”
Özellikle mikrop salgının bulunduğu şu kriz ortamında sarılıp öpüşmenin de sünnete aykırı olduğunu unutmamak gerekir. Bir diğer tedbir de millet sağlığına hizmet veren resmi kuruluşların aldığı tedbirlere titizlikle uymak ve bu suretle onlara yardımcı olmaktır.
Böyle zamanlarda meseleyi umursamamak, “Bir şey olmaz” diyerek tedbirlere uymamak ve bu yüzden kendimizin yanında insanlarının da sağlığını tehlikeye sokmak kul hakkına girer ve haramdır.

Hutbemi bir ayet meali ile bitiriyorum. “Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız”

Yüce Rabbimiz, dünya ve ahirette cümlemize huzur ve esenlikler versin.
Abdullah SEVİNÇ
Emekli Dini Yayınlar Dairesi Başkanı


Bakara 2/222
Alak 1
Müddessir 74/4
Dârimi, “Vuzû” 2; Müsned, V, 342-344
Tirmizi, İsti’zan 31
Bakara 2/195
 

eiffel

Forumun Kulesi
Sevgi toplumu

İL : İSTANBUL
TARİH : 27.11. 2009
KONU : SEVGİ TOPLUMU



بسم الله الرحمن الرحيم
"مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ اَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ "

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

"تَهَادُوا تَحَابُّوا".



Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz İslam, müminleri kardeş ilan etmiş, aralarındaki sevgi ve saygı bağlarını diri ve canlı tutacak emir ve tavsiyelerde bulunmuş, kin ve nefrete sebep olacak söz ve davranışlardan şiddetle sakındırmıştır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav) “Kendiniz için sevdiğinizi, din kardeşiniz için sevmedikçe kamil mümin olamazsınız ”1 buyurarak kendimizi düşündüğümüz kadar, din kardeşimizi de düşünmenin aramızdaki sevgiyi artıracağına işaret etmiştir. Sevgi bekliyorsak sevmeli, sevgi biçmek istiyorsak sevgi ekmeliyiz. Ekmeden biçilmez. Hasta olduğumuzda ziyaret edilmek istiyorsak, hastaları ziyaret etmeliyiz. Cenazemize gelsinler istiyorsak önce biz gitmeliyiz. Elbette iyilikler karşılığı gelsin diye yapılmaz. Bize gelmeyene de biz gitmeliyiz. Ama bu geliş-gidişler aramızdaki sevgi bağlarını artırır; kardeşliğimizi dostluğumuzu pekiştirir. Aslında yüce Kitabımızda buyrulduğu gibi “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.”2

Peygamber (sav) de hasta ziyaretini tavsiye etmiş ve bunun müslümanın Müslüman üzerindeki bir hakkı olduğunu3 bildirmiştir. Başka bir hadis-i şerifinde bir cenaze namazında bulunmanın ve defnedilmesine yardımcı olmanın iki Uhud dağı kadar sevap kazandıracağını müjdelemiştir4.

Muhterem Müslümanlar!

Kendimiz için istediğimiz ve sevgi bağlarımızı kuvvetlendirecek bir şey daha vardır ki, o da sevinçli günlerimizde dostlarımızı yanımızda görmektir. Bundan dolayıdır ki sevgili Peygamberimiz (sav) “Biriniz düğüne davet edilirse gitsin ”5 buyurmuştur. Biz gidersek dostluklar, gidip gelmezsek soğukluklar artar. Nitekim bu hususa işareten Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki, bunlar Allah katında üstün ahlaktan sayılır: Sana kötülük edeni affetmen, sana cimrilik edene cömertlik etmen ve seninle ilişkisini kesenle ilişkini sürdürmendir” 6. Atalarımız “gele gele dost, gelmeye gelmeye düşman olunur” demişlerdir. Bizler bir acı kahveye kırk yıl hatır biçen bir toplumuz. Bu, misafire ikramın gönüllerde ne derin bir iz bıraktığının ifadesidir. Bu yüzdendir ki, sevgili Peygamberimiz (sav) “Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin ”7 buyurmuştur.

Aziz Mü’minler!

Bizleri kaynaştıracak güzel amellerden biri de selamlaşmaktır. “Önce selam, sonra kelam” esasını koyan peygamberimiz (sav) selamlaşmanın aramızdaki sevgiyi artırdığını ifade etmiştir8. Gönülden ve güler yüzle alınıp verilen selamın sevgileri artırdığını hepimiz biliriz. İnsanları kaynaştıracak diğer önemli bir sebep de hediyeleşmektir. Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hediyeleşin ki, birbirinizi sevesiniz.”9

Gösteriş ve aşırılığa kaçmadan hediyeleşmeyi ihmal etmeyelim. Bu güzel bayram günlerinde gönül kazanıp, aramızda sevgi ve saygıyı artıralım. Küçüklerimizi sevindirip, büyüklerimizin dualarını alalım. Geçmişlerimizi yâd ederek onlara dualar edelim. Hastaları ziyaret edip, fakirleri gözetip, yetimlerin başlarını okşayarak gönülleri şenlendirelim.
Bayramınızı tekrar tebrik eder, kurban ve hayırlarımızın makbul olmasını Yüce Mevladan niyaz ederim.


Dr. Ahmet EFE
Ebubekir Camii İmam-Hatibi/Bağcılar​



-----------------------------------------------
1 Buhari, İman, 7.
2 Fussilet, 46.
3 Buhari, Cenaiz, 2.
4 İbn Mace, Cenaiz, 34.
5 Buhari, Nikah, 71.
6 Kenzü’l-Ummal, no: 5239.
7 Buhari, Edeb, 31.
8 Müslim, İman, 93.
9 Beyhaki, Şuabü’l-İman, VI, 479.
 

eiffel

Forumun Kulesi
Peygamberlere iman !

İL : İSTANBUL
TARİH : 04.12.2009
KONU : PEYGAMBERLERE İMAN



ِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِنْ مِنْ أُمَّةٍ إِلَّا خَلَا فِيهَا نَذِيرٌ1

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:
الْإِيمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الاَخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشِرِّهَ2


Değerli Müminler!

Yüce Allah her topluma bir peygamber göndermiştir: "Hiçbir ümmet/toplum yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın"3 anlamındaki âyet-i kerîme bu gerçeği ifade etmektedir.

Yüce Allah, peygamberler ve onlara verdiği kitaplarla insanlara doğru yolu göstermiştir. Emir ve yasaklarını, helâl ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini kısaca dinini, insanlara peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir. Peygamberler, Allah'ın dinini sözlü ve uygulamalı olarak insanlara açıklamışlar, onlara örnek ve rehber olmuşlardır.

Peygamberlerin sadece bir kısmının ismi Kuran'da zikredilmiştir. Yüce Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır: "Andolsun (ey Resülüm!) Senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan bir kısmının kıssalarını sana anlattık. Bir kısmının kıssalarını ise sana anlatmadık."4

Peygamberlerin doğru sözlü, akıllı, güvenilir olmaları, günahtan korunmaları ve kendilerine verilen görevi eksiksiz yapmış olmaları ortak özellikleridir. Bunların dışında peygamberleri diğer insanlardan ayıran temel özellikler, ilâhî vahye muhatap olmaları ve Allah’ın izni ile mucize gösterebilmeleridir.

Bütün peygamberler müjdeci ve uyarıcılar olarak gönderilmişlerdir5. İman edip sâlih ameller işleyenleri cennet ile müjdelemişler, inkâr ve isyan edenleri ise ilâhî azap ile uyarmışlardır.

Peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri hak dinin iman esaslarında bir değişme
olmamıştır. Hepsi aynı imanı bildirmişlerdir. Yalnız ibadetler ve sosyal hayatla ilgili bir kısım hükümlerde (muâmelât) bazı değişmeler olmuştur.

Muhterem Müminler!


Allah Teâlâ tarafından gönderilen isimlerini bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün peygamberlere iman etmek imanın altı esasından biridir6.

Allah'ın gönderdiği peygamberlerden birine iman etmeyen kimse mümin ve müslüman sayılmaz. Bu husus Kuran'da şöyle ifade edilir: "...Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, tam manasıyla sapıtmış olur."7

Değerli Müminler!

Peygamberlerin ilki, Âdem (a.s.), sonuncusu ise Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. "O (Muhammed a.s), Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur..."8 âyeti bu hakikati bildirmektedir.

Hz. Muhammed (s.a.s.) ile peygamberlik sona ermiştir. Artık kıyamete kadar insanlığa peygamber gelmeyecektir. Mümin ve Müslüman olabilmek için, Hz. Muhammed'in (a.s.) hak peygamber olduğunu, tebliğ ettiği Kuran'ı ve dinî esasları kabul etmek şarttır.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önce gönderilen bütün peygamberler, belli bir kavme ve topluluğa, gönderilmiştir. Risaleti evrensel olan, yani bütün insanlığa gönderildiği kesin olarak bilinen tek peygamber Resûl-ü Ekrem Efendimizdir. Peygamberimiz, son ilâhî kitap olan Kuran'ı insanlara tebliğ etmiş, dinin hükümlerini sözlü ve uygulamalı olarak açıklamıştır.



Saim KÖKCÜ
Büyükçekmece Vaizi​


---------------------------------------------
1 Fatır, 35/24
2 Müslim, İman 1
3 Fatır, 35/24
4 Mümin, 40/78; bkz. Nisa, 4/164.
5 Nisâ, 4/ 165;En'am, 6/48
6 Müslim, İman 1
7 Nisa, 4/136.
8 Ahzab, 33/40.
 

WaTcHFuL

EVERYWHERE
Haklara Duyarlı Olmak

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 11.12.2009


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

وقال رسول الله (صعلم) :

لَتُؤَدُّنَّ الحُقُوقُ اِلَى اَهْلِهَا حَتَّي يُقَادُ لِلشَّاةِ الْجَلْحَاءِ مِنَ الشَّاةِ القَرْنَاء
ِ

HAKLARA DUYARLI OLMAK
Muhterem Müslümanlar,

Doğumundan ölümüne, hayatının her safhasında başkasına muhtaç olan insan için toplu halde yaşamak bir zarurettir. Bir arada bulunmak insana bazı haklar kazandırdığı gibi sorumluluklar da yükler. Huzurlu bir ortam oluşturmamız bu hak ve sorumluluklara, karşılıklı olarak riayet etmemize bağlıdır. Ailede başlayan hak ve sorumluluklar akraba ve komşularla çevre ve iş hayatıyla genişleyerek, çeşitlenerek devam eder.

Haklar ve özgürlükler mutlak ve sınırsız değildir, başkalarının hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Müzik dinlemek bir hak ise evde, araçta ve düğünde bu hakkımızı kullanırken başkalarını rahatsız etmemek de görevimizdir. Sokaklardan, yollardan ve diğer umuma açık alanlardan istifade ederken usulüne uygun davranmalı, başkalarının haklarına riayet etmeliyiz. Bu hem dinî hem insanî görevimizdir. Bacamızın dumanı ile havayı kirletmek, kullandığımız elektrik ve suyun bedellerini başkasına ödetmek, telif haklarını çiğnemek, marka taklit etmek, trafik kurallarını ihlal etmek, korsan taksicilik yapmak gibi pek çok husus günümüzde dikkat edilmesi gereken haklardandır. Bunlar kul haklarına girer ve Allah katında sorumluluğu ağırdır.

Aziz Müminler,

İnsaf sahibi her insandan, başkasının haklarına riayet etmesi beklenir. Özellikle ahirette iğneden ipliğe her yaptığının hesabını vereceğine iman eden Müslüman, kul hakkıyla ilahi huzura gitmemelidir. “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görecektir, kim zerre kadar şer yaparsa onu görecektir” buyrulduğunu hepimiz biliriz. Sevgili peygamberimiz de, “Kıyamet günü haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır” derken kul hakkının önemine ve bu konudaki sorumluluğun ne kadar ağır olduğuna dikkat çekmiştir.
“Cebrail bana komşu hakkı konusunda o kadar tavsiyelerde bulundu ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı yapacak sandım” buyuruyor Peygamberimiz… Bunlar hep kul hakkı ile ilgili ikazlardır. Gelip geçenleri rahatsız etmesin diye yoldaki taşı kaldırmayı imandan sayan dinimizin, yaya kaldırımlarını işgal etmeyi, trafiği aksatacak, insanların malını ve canını tehlikeye sokacak davranışlarda bulunmayı hoş karşılaması mümkün mü?

Muhterem Kardeşlerim,

Dinimiz kul haklarına bu kadar önem verdiği halde bugün İslam toplumlarında insan hayatının ve haklarının bu kadar ucuz olduğu acı bir gerçektir. Müslümanlar bu gerçek üzerinde derin derin düşünmeli, nefis muhasebesi yapmalıdırlar. Oysa Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde; “Müslüman Müslüman’ın dilinden ve elinden emin olduğu kimsedir” , veda hutbesinde de; “Canlarınız, mallarınız, ırzlarınız mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur” buyuruyor.
Hutbemi Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı şu nasihatle bitirmek istiyorum: “Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor.”
Yüce Rabbimiz bizleri kul hakkıyla huzuruna çıkanlardan eylemesin.

Ahmet GÜRSOY
Zeytinlik Camii İmam-Hatibi/Tuzla​



Zilzal, 99/7-8
Tirmizî, Kıyâme, 2
Buhari, Edeb, 28
Buhari, İman, 14
Buhari, İlim, 37
Lokman, 31/16
 

eiffel

Forumun Kulesi
Muharrem ayı !

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
TARİH : 18.12.2009


بسم الله الرحمن الرحيم
قال الله تعالى: وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ.
قال رسول الله (صعلم):
أحِبُّوا للهَ لِمَا يَغْدُوكُمْ بِهِ مِنْ نِعَمِهِ، وَاَحِبُّونيِ لِحُبِّ اللهِ، وَاَحِبُّوا اَهْلَ بَيْتِي لِحُبِّي
.

MUHARREM AYI

Muhterem Müslümanlar

İslâm tarihinde birçok önemli olayın cereyan ettiğine inanılan Muharrem ayına girmiş bulunuyoruz.

Muharrem ayı müslümanların takvim başlangıcı, hicri yılbaşıdır. Rasul-i Ekrem (sav) Efendimiz Mekke’de on üç yıl insanları Allah’a davet etti. Bu daveti kabul etmeyen müşrikler Hz. Peygamber ve müslümanlara büyük acılar çektirdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber Müslümanların Medine’ye hicret etmelerini emretti. Kendisi de miladi 622 yılında, Hz. Ebubekir ile birlikte Medine’ye doğru yola çıktı. İslâm tarihinde bir dönüm noktası olan bu mukaddes yolculuk daha sonra Hz. Ömer zamanında takvim başlangıcı kabul edilmiş, 1 Muharrem hicri yılbaşı olarak ilan edilmiştir.

Değerli Müminler

Muharrem ayının onuncu gününe “Âşüre günü” denilmektedir. Kimi rivayetlerde yer aldığına göre Hz. Adem cennetten yeryüzüne bu günde indirilmiş, Hz. Nuh’un gemisi Cûdi dağına bu günde oturmuş, Hz. Mûsâ ve kavmi Firavun’un zulmünden bu günde kurtulmuştur.[1] Rasulullah (sav) Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu günde oruç tutmuş, bunu müslümanlara da öğütlemiştir. Peygamber Efendimiz, Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da, “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan âşüre orucudur”[2] buyurmuş ve bu orucun, Muharrem ayının dokuz-on veya on-onbirinci günlerinde tutulmasını tavsiye etmiştir [3].

Aziz Kardeşlerim

Muharrem ayı, tarihte bazı büyük acılardan kurtuluş ayı olduğu gibi, bu ayda unutulmaz acılar da yaşanmıştır. Rasulullah (sav)’ın “Cennet gençlerinin efendileri” [4] diye nitelediği torunlarından Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi Muharrem ayının onuncu gününe rastlamaktadır.[5] Her müslümanı derinden yaralayan bu acı hadiseyi tasvip etmek elbette ki mümkün değildir. Ancak bu acıyı Müslümanlar arasında husûmet sebebi yapmak, elbetteki öncelikle Hz. Hüseyin’in aziz ruhunu incitir. Her şeyden evvel Rasulullah’ı, onun Ehl-i beytini ve sahabîlerini severiz; onları ancak rahmetle yâd eder ve yüce Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de öğrettiği şu duayı yaparız: “Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde müminlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” [6] Rasulullah (sav) da şöyle buyurur: “Sizi nimetleriyle donattığı için Allah’ı seviniz. Beni Allah’ı sevdiğiniz için seviniz. Ehl-i beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz.” [7] Bizlere düşen görev bu sevgi ile tarihten ders alarak benzer olayların bir daha tekerrür etmemesini ve müslümanların birbirleriyle kardeş olmalarını temin etmektir.

Hutbemizi Peygamber Efendimizin Veda Hutbe’sinden birkaç cümleyle bitirmek istiyorum.

Ey İnsanlar!

Kanınız, canınız, yaşama hakkınız, malınız, namusunuz, haysiyet ve şerefiniz, Rabbinizle buluşacağınız güne kadar saygıya ve korunmaya layıktır, dokunulmazdır.

Ey İnsanlar!

Sözlerimi iyi dinleyin ve iyi belleyin, Müslüman Müslümanın kardeşidir. Din kardeşinize ait herhangi bir hakka tecavüz helal değildir. Kimse haksızlık etmesin, hile yapmasın.
[8]



Dr. Behlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi



---------------------------------
[1] Dönmez, İ. Kâfi, “Âşûrâ”, İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, I, 178
[2] Müslim, Savm, 38.
[3] Buhari, Savm, 69.
[4] Tirmizi, Menakıb, 31.
[5] Dönmez a.g.e., I, 179.
[6] Haşr, 10.
[7] Tirmizi, Menakıb, 32.
[8] Veda Hutbesi
 

innuendo

HANZALA
ömür

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 25.12.2009​

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
قال رسول اللَّهِ (صعلم):
نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ الصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ

ÖMÜR

Muhterem Müslümanlar!

Allah Teala’nın bizlere önemli lütuflarından birisi de zaman nimetidir. Akıp giden zaman içerisinde bize emanet edilen ömrümüzü tamamlamaktayız. “Yalnız azamet ve ikram sahibi Rabbi’nin zâtı bâki kalacak” 1 mealindeki âyette ifade edildiği gibi, Allah Teâlâ’nın zâtı dışında bütün varlıklar fânidir.

Yunus Emre’nin dediği gibi
“Bu dünyaya gelen kişi / Âhir yine gitse gerek./ Müsafirdür, vatanına / Bir gün sefer etse gerek.” Evet, bu dünyada yolcuyuz. Günün birinde ebediyet âlemine yürüyeceğiz.
Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde zamanın önemine şöyle dikkat çekilmiştir. “(Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze andolsun”2 “Fecir vaktine, on geceye andolsun” 3 “Asra yemin ederim ki insanoğlu zarardadır.” 4

Zamanın önemini belirtmek için Atalarımız “vakit nakittir” demişlerdir. Her şeyi zaman sayesinde kazanabiliriz. Ama geçen zamanı geri getirmeye hangi sermayenin gücü yeter?

Aziz Müminler!

Ömür bize emanettir. Her insan kendisine biçilen ömrü, ilâhî irade doğrultusunda geçirmekle yükümlüdür. Dünya ve ahiret saadetini kazanmak, bu sınırlı zamanı iyi kullanmamıza bağlıdır.

İnsan, yaratılışı icabı hayatı sever, ömrünün uzamasını ister. Ancak, uzun ömür, hak yolunda tüketilmiş ise hayırlıdır. Nitekim bir sahabî Peygamberimiz’e, “Hangi insanlar daha hayırlıdır ya Resûlallah?” diye sorar. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “En hayırlı insan ömrü uzun olup ameli güzel olandır.” Sahabî, “Hangi insanlar daha şerlidir?” diye sorunca da Peygamber Efendimiz, “Ömrü uzun olup da, ameli kötü olan” 5buyurmuşlardır.
Allah Teâlâ, mükellef olan her insana düşünüp taşınacağı, öğüt alacağı ve hakkı kabul edebileceği kadar bir ömür vermiştir. Bu hususta Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Ve onlar Cehennemde şöyle feryad ederler: "Ey Ulu Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan! Dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan farklı, güzel ve makbul işler yapalım!" Allah onlara şöyle buyurur: "Biz size, düşünüp ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip uyardı.
Öyleyse tadın azabı! Zalimlere hiç bir yardımcı yoktur!" 6


Değerli Müminler!


Bilindiği üzere, bir miladi yılı tamamlayarak diğerine girmek üzereyiz. Hayat defterimizden bir sayfa daha eksildi. Bir adım daha âhirete doğru yaklaştık. Geçmişimize yönelik bir muhasebe yaparak yeni yıla girelim. Kendimiz adına, milletimiz ve insanlık uğruna ne gibi güzellikler, hayırlar, fedakârlıklar yaptığımıza bir bakalım.

Evet, yeni bir yıla girerken toplumumuzda yılbaşı çerçevesinde yapılan kutlamalar, esasen bizim milletimiz yönünden; dinî, ahlâkî, kültürel ve geleneksel hiçbir temele sahip değildir. Aklı ve sağlığı tehdit eden içki tüketimini, aile bütçesini tahrip eden kumarı, savurganlığı ve cinsel taşkınlıkları; dinî, milli ve ahlâkî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Bu tür davranış ve uygulamalar, ahlâkî yozlaşmaya, kültürel tahribata, gelenek ve göreneklerimizin bozulmasına da sebep olmaktadır. Dinî değerlerimize sahip çıkmak, kültürel mirasımızı korumak, örf ve âdetlerimizi gözetmek hepimizin görevidir. Bunlar bizim millî hasletlerimiz ve özelliklerimizdir.

Aziz Müslümanlar!

Unutmayalım ki, zaman en büyük sermayedir. Peygamberimiz (sav)’in ifadesi ile akıllı Müslüman, kendini hesaba çekip, ölüm ötesine hazırlık yapan kişidir.
Hutbemizi Peygamber Efendimiz’in bir mübarek sözü ile bitirmek istiyorum. “İki nimet vardır ki, insanoğlu bunlarda hep aldanır: Sağlık ve boş vakit.” 7

1Rahmân, 55/27.
2Leyl, 92/1-2.
3Fecr, 89/1-2
4Asr, 103/ 1, 2.
5Tirmizî, Zühd 22.
6Fâtır, 35/ 37.
7Tirmizî, Zühd 1.



Dr. Kerim BULADI
Vaiz/Zeytinburnu​
 

innuendo

HANZALA
İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 01.01.2010


بسم الله الرحمن الرحيم

قال الله تعالى: قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا أَذًى وَاللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ

قال رسول الله (صعلم):

مَنْ يَضْمَنْ لِي مَا بَيْنَ لَحْيَيْهِ وَمَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ أَضْمَنْ لَهُ الْجَنَّةَ

DİLİN AFETLERİ

Aziz Müminler,

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, konuşma kabiliyetidir. Konuşmak, Allah Teala’nın insanoğluna verdiği en büyük nimetlerdendir. Hangimiz dilsiz kalmayı isteriz? Ama biliriz ki her nimetin olduğu gibi konuşmanın da yerinde ve gerektiği şekilde kullanılması gerekir. Zira, insanlarla ilişkilerimizin sağlıklı yürümesi, dilimize yani konuşmamıza bağlıdır. Kulluğumuzun Yüce Yaratan katında değerli olup olmamasında da sözlerimizin, konuşmalarımızın büyük payı vardır.

Onun için her konuda bizlere yol gösteren yüce Kitabımız, söz ve ifadelerimize de dikkat etmemiz gerektiğini bildirmekte, bu konuda çeşitli uyarı ve tavsiyelerde bulunmaktadır. Ayet-i celilede: “Bir güzel söz, bir bağışlama, arkasından incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır” 1 buyurulur. Yüce Rabbimiz, inciten, gönül kıran konuşmaların, yapılan sadakaların sevabını yok edeceğini bildirmiştir. 2

Güzel söz söylemenin başlı başına bir sadaka olduğunu 3 beyan eden Efendimiz (as), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Mümin karalıyıcı, lanetleyici olmaz, edep dışı, çirkin konuşmaz, ağzı bozuk olamaz” .4

Başkasının arkasından onun hoşlanmadığı bir üslupla konuşmak, koğuculuk yapmak, yalan yere şahitlik etmek, insanları çekiştirmek, alay ve iftira etmek, kaba ve incitici söz sarf etmek, sövüp saymak… Ahlâk kitaplarımızda bu tür söz ve konuşmalara “dilin afetleri” denilir. Eskiler “Uslûb-i Beyan, aynıyla insan” derlerdi. Yani birinin konuştuğuna bakarak nasıl bir insan olduğunu anlayabiliriz.

Değerli Kardeşlerim!

Allah Rasulü (sav) “Siz bana dilinizi ve iffetinizi koruyacağınıza garanti verirseniz, ben de size cenneti garanti ederim” buyurarak, dilimize sahip çıkmanın önemine dikkat çekmiştir. Bir diğer hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları dile şöyle yalvarırlar: Bizim hakkımızda Allah’tan kork! Çünkü biz sana tâbiyiz. Sen istikamette olursan, biz de istikamet üzere oluruz. Sen yoldan çıkarsan, biz de çıkarız” .6 Nitekim günümüzde aile ve sosyal huzurumuzu bozan ve bazan da büyük felaketlere yol açan sebeplerden biri de yalan yanlış ya da çarpıtılmış ifadeler, rencide edici, hakaret içerikli sözler değil midir?

Kimi zaman kendimizi kaptırıp, doğru veya yanlış olduğuna bakmadan bu söylentilerin ardına düşüp, kötü sonuçlar doğuran olaylara sebebiyet vermiyor muyuz? Bu konuda atalarımız ne güzel söylemişler: “Kılıç yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez”, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı”.

Öyleyse dilimizi, Rabbimizin istediği şekilde terbiye edelim, kendi dilimizle kendi kişiliğimize, edep ve ahlâkımıza zarar vermeyelim. Güzel sözler söyleyerek ahlakımızı güzelleştirelim. Tatlı dil, doğru söz ve güler yüzlerimizle sevgili Peygamberimiz’in rahmet ahlâkını yansıtalım.

Allah cümlemizi rızasına uygun söz ve davranışta daim eylesin.



Emir Faysal ARVAS
Yusuf Agâh Cami İmam-Hatibi
BEYOĞLU


1Bakara, 263.
2Bakara, 264.
3Buhari, Cihad, 128.
4Tirmizi, Birr, 48.
5Buhari, Rikak, 23
6Tirmizi, Zühd 61


 

innuendo

HANZALA
Ahde vefa

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 15.01.2010



بسم الله الرحمن الرحيم
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ1
قال رسول الله (صعلم)
مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا2


AHDE VEFA


Aziz Cemaat!

Allah’ü Teâlâ insanı toplum içinde yaşamak zorunda olan bir varlık olarak yaratmıştır. Bir arada yaşamanın gereği olarak insanlar ihtiyaç duyduklarında birbirleriyle anlaşmalar, sözleşmeler yaparlar. Cenab-ı Hak biz Müslümanlardan yaptığımız anlaşmaların, sözleşmelerin gereğini yerine getirmemizi istemekte3; insanın verdiği sözden dolayı sorguya çekileceğini hatırlamaktadır. 4

Muhterem Cemaat!

Ahde vefa, sözünde durma, verdiği sözü yerine getirme İslâm ahlâkının en önemli prensiplerinden biridir. İster Allah’a, ister kullara karşı verilmiş olsun her meşru ahit ve söz, atılan her imza insanı borçlu ve sorumlu yapar.

Ahdini bozmak ise zulüm ve haksızlıktır. Sosyal hayatın sağlıklı sürdürülebilmesi ve toplumda itimadın kökleşmesi açısından ahde vefa, hayatî öneme sahiptir. Bunun en güzel örneklerini Sevgili Peygamberimizin hayatında görmekteyiz. Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi can düşmanları bile onun vefasından, dürüstlüğünden asla şüphe etmezlerdi. Müslüman olan ve olmayan birçok kimsenin kıymetli eşyası emanet olarak ona verilirdi. Bu yüzden kendisine “Muhammedü’l-Emin”, demişlerdir.

Değerli Kardeşlerim!

Sözünde durmamak, insanları aldatmaktır. Oysa Peygamberimiz (S.A.V): “Aldatan bizden değildir.”5 buyurmuştur. Ahdini bozmak, sözünden dönmek dinen haram olduğu gibi sosyal hayat bakımından da zararlıdır. Çünkü vefasızlık her şeyden önce toplumda güveni yok eder. Bu ise ticari ve sosyal faaliyetleri, beşerî münasebetleri temelinden sarsar. Sözünde durmayan kimse, aynı zamanda şahsî itibar ve saygınlığını da kaybeder.

Kur’an-ı Kerim verilen sözü bizzat Allah adına verilmiş kabul eder. Yüce Allah bakınız ne buyuruyor: “Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle (küçük menfaatlere) satanlar yok mu! işte onların âhirette bir payı yoktur. (Eller boş kalacaktır). Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” 6 Allah Teâlâ, sözüne sadık olmayanların kıyamet günü hasmının bizzat kendisi olacağını haber veriyor7. Kıyamette bir kul için bundan daha büyük bir felâket düşünülebilir mi?

Değerli Kardeşlerim!

Hutbemizi Resûlullah Efendimizin çok önemli olan bir uyarısıyla bitirelim. Buyuruyorlar ki: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.” 8



Kadir KORKMAZ
Mehmet Zahit KOTKU
Cami Müezzin-Kayyımı BAŞAKŞEHİR​

1Mü’minun 23/8
2İbni Mâce, Ticarât 36
3Maide 5/1
4İsra 17/34
5İbni Mâce, Ticarât 36
6Al’i İmran 3/77
7Buhari İcare 10
 

eiffel

Forumun Kulesi
Geçici – gizli nikâh

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
TARİH : 22.01.2010


بسم الله الرحمن الرحيم

قال الله تعالى: وَأَنْكِحُوا الْأَيَامَى مِنْكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِنْ يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ1

قال رسول الله (صلعم)

اَعْلِنُوا النِّكَاحَ
2


GEÇİCİ – GİZLİ NİKÂH

Muhterem Müslümanlar!

Aile, bir milletin temeli ve toplumun çekirdeğidir. Aile olmadan millet var olmaz. Bir milletin gücü aile kurumunun sağlam olmasına bağlıdır. Evlenmek ve yuva kurmak, ruhen ve bedenen sağlıklı her insanın en tabii hakkıdır, zaruri bir ihtiyacıdır. Allah Teâlâ insanı bu ihtiyaç ile yaratmıştır. İnsan neslinin kıyamete kadar var olmasını murat eden Yüce Mevlâmız, bunu ilâhî bir kanun olarak erkek ve kadının beraber olmasına bağlamıştır Bu beraberliğin, Rabbimizin gösterdiği ölçüler dâhilinde olmasının adı nikâhtır, evliliktir Bu yol peygamberlerin yoludur Peygamberler evlenmiş ve ümmetlerine de evlenip çoğalmalarını tavsiye etmişlerdir.

Değerli Müminler!

Nikâh akdi, aralarında evlenme engeli bulunmayan erkek ve kadının herhangi bir zorlama ve baskı altında kalmaksızın, şahitler huzurunda karşılıklı rızalarını beyan ederek kurulmuş olur. Arada nikâh bağı olmaksızın kurulan evlilik dışı ilişkiler ve adı ne olursa olsun, geçici birliktelikler dinimizce haramdır. Hukukî sorumluluk doğurmayan bütün uygulamalar, İslâm’ın hedeflediği sağlam aile yapısını yansıtmaktan uzaktır. Bu uygulamaların özellikle kadını mağdur hale getirdiği, erkeğin de iffetini zedelediği hepimizin mâlumudur. Nikâhın, nesebi ve nesli koruyan toplumsal yapıda güveni temin eden bir sözleşme olduğu asla unutulmamalıdır.

Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Dîni ve ahlâkî yaşantısı hoşunuza giden kimseler size müracaat ettiğinde onları evlendirin. Aksi takdirde yeryüzünde kargaşa ve büyük bir ahlâkî bozukluk olur.” 3 Bu ahlâkî bozulmayla gününüzde karşılaşıyoruz ne yazık ki… Evet nikâhsız beraber yaşama, gizli nikah veya geçici nikah diye tabir edilen uygulamalar, çağımızda bilhassa –sözde- gelişmiş ülkelerde gittikçe yaygınlaşan ahlâkî bozulma ve sapmaları doğurmaktadır. Şu husus asla unutulmamalıdır aziz cemaat: İslam Dini, evliliğin devamlı olmak üzere kurulmasını öngörmüş, nikâh akdinin sıhhati için bunu şart koşmuştur. Yeni bir aile, ancak dinen ve hukuken geçerli bir nikâhla kurulur. Çeşitli mazeretler ileri sürerek geçici veya gizli kıyılan nikâhlar dinimizce geçerli değildir. Nitekim Rasulullah (sav) “Nikâhı ilan ediniz”4 buyurmuştur.

Muhterem Kardeşlerim!


Aile bütün toplumlarda görülen sosyal bir kurum ve bir duygu mektebidir. İnsanın içinde doğup hayatla tanıştığı bu kutsal müessesenin geleceği asla keyfi isteklere, kötü niyetlere bırakılmamalıdır. Temelleri sağlam atılmalı, yaşatılması için her türlü fedâkarlık gösterilmelidir.

Dinimizin öngördüğü model aile; üyelerinin dayanışması, birbirlerine sevgi, saygı ve fedakârlıkları üzerine kurulur. Her insan ayrı bir dünyadır. Kadın ve erkek, cinsiyetlerine özgü yetenekleriyle büyük bir zenginlik ortaya koyar. Bu sebeple aile üyeleri arasındaki farklılıklar ayrışmaya değil, kaynaşmaya vesile olmalıdır.

Hutbemi Efendimizin bir uyarısı ile bitiriyorum:

“Nikâh (evlenme) benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden uzaklaşırsa benden de uzaklaşır.”
5


SELAHATTİN PALA
ŞİFA FATİH CAMİİ İMAM – HATİBİ
TUZLA/İSTANBUL


1 Nur 24/32
2 Müsned 4/171
3 Tirmizi,nikah,3/394,H.NO : 1084
4 Müsned, VI, 171
5 İbn-i Mâce, Nikâh 1


 

innuendo

HANZALA
Hz. ALİ (R.A.)

29.01.2010


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قال الله تعالى:​


وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ1

قال رسول الله (صعلم):

مَنْ كُنْتُ مَوْلاَهُ فَعَلِيٌّ مَوْلاَهُ



Hz. ALİ (R.A.)


Muhterem Müslümanlar!

Tabiîn’in büyüklerinden Süfyan b. Uyeyne: “Salihlerin anıldığı yere rahmet iner” der.2 Biz de ölüm yıldönümü münasebetiyle bugün, Dâmâd-ı Nebî Hz. Ali’yi, o büyük velîyi yâd ederek, inecek rahmetten nasibimizi almaya çalışacağız.
28 Ocak, İslam tarihinde çok acı bir olayın, Hz. Ali (r.a.)’nin şehid edilişinin yıldönümüdür.
Genellikle kabul edildiğine göre Hz. Ali Efendimiz bundan 1349 yıl önce Miladi 661 26 Ocak’ta Kûfe’de sabah namazı kılarken Abdurrahman İbn-i Mülcem isimli bir hâricî eşkıyası tarafından zehirli bıçakla yaralanmış, iki gün sonra da şehid olmuştur.

Muhterem Müminler!

Kara gün dostu olmanın, zor zamanlarda yardıma koşmanın fazileti başkadır. Daha ilk günden itibaren, inkârcılara ve zalimlere karşı mallarıyla, canlarıyla Rasûlullah (s.a.v.)’ın safında yer alan Ashab-ı Kiram, Allah ve Resulü’nün büyük takdirlerine mazhar olmuşlardır. Yüce Rabbimiz: “Radıyallahu anhum” diyerek onlardan hoşnut olduğunu bildirmiştir. Sevgili peygamberimiz de: “Ashabım hakkında kötü söz söylemeyin. Çünkü sizlerden biri, Allah yolunda, Uhud dağı kadar altın harcasa, onların verdiği bir ölçek hurmanın sevabına erişemez.”3 buyurarak onların zor zamanlarda İslam’a yaptıkları hizmetin büyüklüğüne işaret etmiştir.

Hz. Ali (r.a.) de bu takdirlere nâil olan bahtiyarlardan biridir. Hz. Ali İslâm’la ilk müşerref olanlardandır. Daha çocuk yaşta Hak davete icabet etmiş, Mekke döneminin sıkıntılarını yaşamış, Medine’ye hicret etmiş, Resul-i Ekrem’le beraber seferlere iştirak ederek cihad meydanlarının bükülmez kılıcı olmuştur. Bu faziletlerinden dolayı Peygamberimizin (s.a.v.) medh-ü senâlarına nâil olmuş, Müslümanların gönlünde taht kurmuştur.
Bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz: “Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur” 4 buyurarak ona olan derin muhabbetini ifade etmiştir. Efendimiz, Medine’de Ensar ve Muhacirleri kardeş yaparken Hz. Ali’ye kardeş vermemişti. Hz. Ali’nin buna üzüldüğünü görünce: “Dünyada ve ahirette senin kardeşin de benim” buyurmuştur.5 Hayber kalesinin düşmesi gecikince Rasulullah (s.a.v.): “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah da Resulü de onu sever; o da Allah’ı ve Resulünü sever” buyurmuş, ertesi gün sancağı şerîfi Hz. Ali’ye teslim etmişti. Hz. Ali de bu şanlı görevin hakkını vermişti.

Değerli Müminler!

Arz ettiklerimiz, Peygamberimizin Hz. Ali hakkındaki hadislerinden bazılarıdır. Hz. Ali'nin de içinde bulunduğu Sahabe nesli bu ümmetin en hayırlı neslidir. Onlar, İslâm için gösterdikleri büyük fedakârlıklardan dolayı Allah ve Resulünün övgülerine mazhar olmuşlardır. Bugün bize düşen, Allah ve Resulünün övdüklerini övmek, sevdiklerini de sevmektir. Onun için hiç ayrım yapmadan Ashab-ı Kiramı rahmetle ve minnetle yâd ederiz. Aralarında geçen nahoş olaylardan dolayı, onlardan birini veya diğerini sanık yerine koyup yargılamaktan kaçınırız. Sevgili Peygamberimizin ümmetinden isteği de işte budur. Hutbemi Peygamberimizin bir tavsiyesiyle bitirmek istiyorum:
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun. Benden sonra onları hedef almayın. Onları seven beni sevdiği için sever, sevmeyen de beni sevmediği için sevmez. Kim onları incitirse beni incitmiştir. Beni inciten Allah’ı incitmiştir.” 6



Ahmet Efe
Ebubekir Camii İmam-Hatibi
Bağcılar/İstanbul


1Tebe 100
2Risâletü’l-Müsterşidîn, sf. 4
3Buhârî, Fezâilu’s-sahabe, 5
4Tirmizî, Menâkıb, 19
5Tirmizî, Menâkıb, 20
6Tirmizî, Menâkıb, 58
 

eiffel

Forumun Kulesi
Aile içi şiddet ve istismar !!

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
TARİH : 05.02.2010


بسم الله الرحمن الرحيم

قال الله تعالي: وَاتَّقُوا اللهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَاْلأرْحَامَ إنَّ اللهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيباً1

قال رسول الله (صلعم)

مَاضَرَبَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم خَادِماً لَهُ وَلاَ امْرَأةً




AİLE İÇİ ŞİDDET VE İSTİSMAR

Muhterem Müslümanlar!

O meşhur ve yalın ifadesiyle aile toplumun temel taşıdır. Allah Teâlâ, aile sayesinde yeryüzünde insanların huzur bulmasını, nesillerin devam etmesini ve Yaratanın isteği doğrultusunda bir hayat yaşanmasını murat etmiştir. Dinimiz evliliği teşvik etmiş, evlilik dışı kadın-erkek ilişkilerini haram kılmıştır.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde maneviyattan yoksun, maddeci, zevk düşkünü ve bireyci bir anlayışın yaygınlaştığı dünyamızda şiddete yönelen insanların sayısı gittikçe artmaktadır. Acımasızca işlenen cinayetler artık aileyi de kıskacına almıştır. Yakın akrabalar dahi birbirini hunharca öldürebilmektedir. Hatta şefkat timsali olan anneler bile yavrularını katledebilecek duruma gelmiştir. Fedâkarlık ve özveri merkezi olması gereken aile, bencilliğin ve bireysel hesapların öne çıktığı bir şiddet ve istismar ortamına dönüşmektedir.

Değerli Müminler!

İnsanlar arasındaki bu olumsuz eğilimleri dizginleyen, toplumun sevgi ve şefkat ocağı konumundaki ailelere hayat veren, ailevi ilişkileri normalleştiren en büyük güç ise din duygusudur, Allah korkusudur. Ne güzel ifade etmiş İstiklal şairimiz:

“Ne irfandır, veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”

Bu korkunun kalplerden silindiği bir dünyada artık “insan insanın kurdudur.”
Bu bakımdan manevi hayatın yaşanmasını sadece belli zaman ve zeminlere tahsis etmek, Din eğitimini ve öğretimini sadece bir inanç meselesi olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Din eğitimi ve öğretimi, ailenin hem yıkımdan hem de şiddetten ve istismardan uzak tutulmasının, insan neslinin bozulmadan korunmasının teminatıdır. Yaşadığımız yüzyıl göstermiştir ki, insanların Dinden uzaklaşması ve dini duygularının zayıflamasında, aile kurumu da büyük zarar görmektedir. İnsanların, kalplerini imanla donatmaları hem ferdî hem de ailevî huzur ve mutluluğun en büyük teminatıdır. Bu gerçeği Mevlâmız şöyle ifade buyurmuştur: “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur”2.

Aziz Cemaat!

Bizim inanç ve kültürümüzde aile yuvası, kişiliğimizin ve kimliğimizin şekillendiği, dinin, ahlakın ve edebin, hak ve hukukun ilk öğrenildiği bir mekteptir; karşılıklı sevgi, saygı ve fedakârlık gibi yüce değerlerin kazanıldığı bir ortamdır. Burada şiddet ve istismar gibi yanlışlara yer yoktur. Bu güzel din, değil aile içersinde, savaş durumlarında bile çocuklara, yaşlılara ve kadınlara dokunulmasını, mâsum insanların kanının dökülmesini yasaklamıştır. Bizim Peygamberimiz, hayatında ne bir eşine ne de herhangi bir kadına ve çocuğa el kaldırmamıştır.3 O şefkat ve merhamet Peygamberinin ümmetinden buna rağmen aile içi şiddet ve istismara sapanlar, hem Aziz Peygamberimizin yolundan, ahlâkından uzaklaşmış oluyorlar; hem de günümüzde İslam’a karşı düşmanlık besleyenlere büyük bir fırsat vermiş oluyorlar. Aile içi şiddet ve istismar, Yüce Kitabımızla ve Sevgili Peygamberimizin temiz ahlakıyla asla bağdaşmayan ilkelliklerdir.

Yüce Rabbim her türlü yanlışlardan ve kötülüklerden bizleri esirgesin, ailelerimizi sevgi, şefkat ve huzur yuvaları eylesin.


Dr. Nihat TOSUN
Mimar Hayrettin Camii
ÇEMBERLİTAŞ - FATİH


1 Nisa 1
2 Ra’d Suresi 13/28
3 İbn Mace, Nikah, 51.
 

eiffel

Forumun Kulesi
Insanın kendini unutması !

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 12.02.2010



بسم الله الرحمن الرحيم

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنْسَاهُمْ أَنْفُسَهُمْ أُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ1

قال رسول الله (صلعم):

انََ مماَّ اَخَافُ عليكم مِن بَعدي ما يُفتَحُ عَلَْيكُم مِن زهْرَةِالدُّنياوزيِنتِها2 َ




İNSANIN KENDİNİ UNUTMASI



Aziz Cemaat!

Allah Teâla insanı en güzel şekilde yaratmış, onu, akıl ve idrak gibi üstün meziyetlerle donatmış, yeryüzünün nizam ve intizamını sağlamak üzere “halife”si, yani yeryüzünün sorumlusu, yöneticisi, yaşatıcısı olarak göndermiştir. Bu halifelik görevimizin gereği olarak bizler yalnız kendimizden değil ailemizden yakın ve uzak çevremizden, hatta canlı ve cansız tabiatın dengesinden, düzeninden sorumluyuz. Ne demiş Hz. Ömer:

"Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer'den onu!"


Değerli Kardeşlerim!

Yaşadığımız çağın tehlikelerinden biri de dünyevileşmedir; aşırı dünya tutkusunun yaygınlaşıp âhiretin unutulmasıdır. Dünya ve âhiret dengesini korumayı hedefleyen dinimiz, insanın orta yolu takip etmesini tavsiye etmiştir. İnsan bir beşer olarak zaman zaman nefsine uyarak kendisine yüklenen sorumlulukları unutabilmektedir. Bunun için dinimiz bize doğru yolu göstermekte, nefsimizin arzularına, şeytanın oyunlarına gelmemek için bizi uyarmaktadır. Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o şeytan hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. 3

Aziz Müminler!

Dünyevileşme hastalığının çaresi dünya hayatının fani olduğunu unutmayıp, Ahiret hayatını ve mahşerdeki hesabı devamlı olarak hatırda tutmaktadır.

Peygamberimiz (S.A.V.) bu hususta şu uyarıda bulunmuştur: “Benden sonra dünyanın nimetleri ve zinetleri önünüze serilip de onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.” 4 Peygamberimizin bu uyarısı dünyayı terk etmeye yönelik değildir. Nitekim bir defasında Resûl-i Ekrem Efendimiz, dünyadan el etek çekip ibadete yönelmeyi kararlaştıran üç kişiyi uyarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de dünyadaki her şeyin insanoğlu için yaratıldığı bildirilmiştir. Ayrıca, sık sık okuduğumuz “ Rabbenâ Âtina…” âyetinde “Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver”5 şeklinde dua etmemiz öğütlenmiştir. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalış” prensibi dünya için çalışırken âhireti unutmamamız gerektiğini ifade etmektedir.

Muhterem Cemaat!

İnsan kendisini dünyaya kaptırıp da âhireti unutunca başka neleri unutmaz ki!

Yüce Kitabımız bildiriyor ki, nefsine ve dünyaya kul olan insan Allah’ı6, Ahiret gününü, hesabı7 unutur. Uyarıları ve öğütleri unutur.8 Günahlarını unutur.9 Başkasını uyarırken nefsini unutur.10 Sıkıntıyı atlatınca Allah’a yalvarmayı unutur.11

Hutbemi Yüce Kitabımızın bir uyarısıyla bitiriyorum. Şöyle buyuruluyor:

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”12



Kadir KORKMAZ
M.Z. Kotku Camii M-K/ BAŞAKŞEHİR




1 Haşr 19
2 Buhari Zekat 47
3 Nur 24/21
4 Buhari Zekat 47
5 Bakara 2/201
6 Tevbe 67
7 Araf 53
8 Maide 13-14
9 Kehf 57
10 Bakara 44
11 Zümer 8
12 Haşr 59/19
 

innuendo

HANZALA
Mevlid kandili

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
قال الله تعالى:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا


قال رسول الله (صعلم):


إِنَّمَا بُعِثْتُ لأُتَمِّمَ مَكَارِمَ الأَخْلاَقِ


MEVLİD KANDİLİ

Muhterem Müslümanlar!

Önümüzdeki Perşembeyi Cuma'ya bağlayan gece "Mevlid Kandili", yani ay takvimine göre Sevgili Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin yıl dönü¬müdür.

Hz. Muhammed (s.a.v), miladi 571 yılında Rebiulevvel aynın 12'nci gecesi Mekke'de dünyaya geldi. Güneş henüz ufku ay-dınlatmadan, âlemler onun nuru ile aydınlandı.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz peygamberlik öncesi hayatında kendisini tanıyan herkesin gü¬venini, saygı ve takdirini kazanmıştı. Bu yüzden Mekkeliler ona, daha çocukluk döneminden itibaren "Muhammedü'l-emin" diyorlar; en kıymetli eşyalarını ona emanet ediyorlardı.

Kâbe'nin onarımı sırasında, "Hacer-i esved"in yerine konulması ile ilgili olarak çıkan anlaş-mazlıkta Mekkeliler onun hakemliğine razı oldular. Çünkü haktan ve dürüstlükten ayrıldığı hiç görülmemişti.

Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, İslam’a da¬vete başladığı sırada Mekke, putperestliğin merkeziydi. Kâbe ve civarı putlarla doluydu. Râsûl-i Ekrem (s.a.v.) yetim olarak büyümüştü, malî bakımdan da güçlü değildi. Geleneklerine ve putperestliğe körü körüne bağlı olan ve maddî yönden de bunda çıkar gören Mekke halkı¬na karşı; Allah'tan başka yardımcısı yoktu. Bundan dolayı müşriklerin şiddetli tepki¬ ve baskılarına maruz kaldı. Fakat karşılaş¬tığı zorluklar, sıkıntı ve eziyetler onun azmini kıramadı.
Taş ve ağaçtan put yapıp tapan; kendi öz kızını diri diri toprağa gömen bir kit¬leden; şefkat, merhamet ve nezaket örneği bir toplum mey¬dana getirdi.

Muhterem Müminler

Sevgili Peygamberimiz, güler yüzlü, nazik, ince ve hassas ruhlu idi. Katı yürekli, sert ve kırıcı değildi. Kendisinden sert ve kaba hiçbir söz duyulmazdı. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'ın rahmetinin bir eseri olarak sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi." buyurulmuştur.

Mekke'nin fethedildiği gün, kendisine her türlü kötülüğü reva gören ve nihayet çok sevdiği Mek¬ke'den göçe mecbur edenlere şöyle demişti:
-"Bugün ayıbınızı yüzünüze vurmayacağım... Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz..."

Aziz Cemaat

Bizler güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen bir peygamberin üm¬metiyiz . Kur'an-ı Kerim'de onun hakkında: "Allah'ın Rasûlünde, sizin için en güzel örnek vardır." "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin." "Kim Peygambere itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir." "Şüphesiz sen, büyük bir ahlâka sahipsin." buyurulmaktadır.

O halde Sevgili Peygamberimiz'i iyi tanıyalım. O'nun hayatını, örnek yaşayışını, üstün ahlâkını, güzel öğütlerini öğrenelim ve öğretelim. Çocuklarımıza küçük yaş¬tan itibaren Peygamberimizi tanıtalım. Onların temiz kalp-lerine Allah ve Peygamber sevgisi yerleştirelim. Mevlid Kandili dolayısıyla, onlara Peygamberimizi tanıtan, sevi¬yelerine uygun kitaplar hediye edelim. Hayatımızın her alanında, onu kendimize örnek edinelim ve onun gösterdiği aydınlık yoldan ayrılmayalım.

Rabbim cümlemizi ona layık ümmet kılsın, ahirette de şefaatine nail olmayı nasip eylesin.



Bekir KESGİN
Merkez Fatih Camii İmam-Hatibi
BÜYÜKÇEKMECE




İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 26.02.2010



بسم الله الرحمن الرحيم
قال الله تعالي: اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذٖينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ اٖيمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
قال رسول الله (صلعم):
1لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يَكُونَ هَوُاهُ مُتَّبِعاً لِمُا جِئْتُ بِهِ


MÜMİNLERİN ÖZELLİKLERİ

Muhterem Müslümanlar

İnsan olarak yaratılış gayemiz, Allahu Teâlâ’ya yüce dinimizin öğrettiği şekilde iman edip kulluk yapmaktır 2. Dinimizin bize öğrettiği iman, yalnız bir nazariyeden ibaret değildir. İman, hem dünya, hem de ahiret saadetimizi kazandıran en değerli manevi sermayemizdir. İmanın en önemli özelliği ise, kalbin derinliklerine nüfuz etmesi, insana hem tarifsiz bir güven ve huzur hem de derin bir sorumluluk hissi vermesidir. İman bu özelliği ile şirkin ve putperestliğin kirlettiği kalplere yeniden hayat vermiş, sahabe örneğinde olduğu gibi, mensuplarını cehalet ve vahşetten kurtarmış; sevgi, saygı ve adaletin oluşturduğu İslam medeniyetinin temelini oluşturmuştur.

Değerli Kardeşlerim!

Allah’a iman bilinci, renkleri, dilleri ve düşünceleri farklı olan insanları ortak bir duyguda birleştirerek din kardeşi yapmıştır. Bu husus Kur’an’da: “Müminler ancak kardeştirler”3 şeklinde vurgulanmıştır. Mümin, imanı, ibadeti, ahlâkı ve davranışlarıyla dürüst ve örnek insan olma durumundadır. Mümin, Allah’a kulluk yolunda Hz. Peygamberi (S.A.V.) örnek alan, haramlardan, günahlardan sakınan kimsedir. Mümin, insan haklarına saygılı, bütün insanları Allah’ın kulu olarak gören, geçimli ve uyumlu insandır. Allah inancının bilincinde olan insan, en güzel ahlâka sahip olmaya çalışır. Kin gütmez, düşmanlık etmez; yalan söylemez; iftira atmaz; başkalarının haklarını gasp etmez. Herkese yardım ve iyilik etmeye çalışır. Allah’ın her şeyi görüp bildiğinin farkında olarak davranışlarına dikkat eder. Zira Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır: “…O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir…”4 ; “Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.”5

Aziz Cemaat!

Allah’a iman eden insan huzurludur. Çünkü sıkıntı ve güçlükler karşısında ümitsizliğe düşmez. İçinde bulunduğu kötü durumdan kurtuluş için elinden geleni yaptıktan sonra ötesini Allah’a bırakır; Ona sığınır, O’na güvenir. O’ndan gelene rıza gösterir, İsyan etmez. Allah’a iman eden kişi, aç gözlü olmaz. Cimrilikten kaçınır. Adaletli davranır, haksızlık ettiği takdirde ahirette îlahî adalet karşısında yargılanacağını bilir ve hak sahibiyle helalleşir.

Kısaca Allah’a iman eden ve O’na gönülden bağlı olan insanlar her durumda güzel davranış sahibi olurlar. Bunun sonucunda topluma huzur ve güven gelir. İnsanlar rahat ve mutlu olurlar.

Hutbemizi bir âyet-i kerime mealiyle bitiriyorum. Rabbimiz buyuruyor ki: “Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine dayanıp güvenirler.”6

Kadir KORKMAZ
Mehmet Zahit Kotku Camii M-K
BAŞAKŞEHİR​


1 Kenzü’l-ummal, 1084.
2 Zariyat, 51/56.
3 Hucurat, 49/2
4 En’am, 6/59.
5 Mü’min, 40/19,
6 Enfal, (8) 2.
 

WaTcHFuL

EVERYWHERE
OKUMA TARİHİ: 05.03.2010



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

قال الله تعالى: أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ

قال رسول الله (صعلم):رَحِمَ اللَّهُ رَجُلاً سَمْحًا إِذَا بَاعَ وَإِذَا اشْتَرَى وَإِذَا اقْتَضَى






Ekonomik Hayatta Ticari ve Ahlaki Prensipler

Muhterem Müslümanlar!

Bizler hayatımızı sürdürebilmek, zarurî ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için ekonomik faaliyetler içinde olmak zorundayız. Bu sebeple dinimiz her konuda olduğu gibi ekonomik ve ticari faaliyetler hakkında da prensipler koymuştur. Cenab-ı Hak bir âyet-i kerimede şöyle buyurur: “Ölçüyü tartıyı doğru yapın, eksik yapanlardan olmayın.”

Yine Yüce Rabbimiz, bu uyarıyı dikkate almayanları Mutaffifin suresinde şöyle ikaz etmiştir: “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!” Peygamberimiz S.A.V. bir satıcının yaş buğdayın üzerine kuru buğday dökerek sattığını görünce, “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuş, diğer taraftan “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar (ahirette) peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber bulunacaktır” buyurarak dürüst tüccarı övmüş ve müjdelemiştir.

Değerli Müminler!
İslam’ın temeli güzel ahlâktır. Nitekim Efendimiz “Ben sadece güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Müslümana yakışan, hayatın her alanında olduğu gibi ticaretinde de İslâm’ın ahlâkî prensiplerine bağlı kalmasıdır. Buna göre dinimiz aldatma, yalan yere yemin etme, hileli ölçüp tartma, karaborsacılık ve müşteri kızıştırmayı yasaklamıştır. Dürüstlüğü, iş hayatında kaliteyi, çalıştırdığı işçinin hakkını alın teri kurumadan vermeyi, işini hakkıyla yapmayı emretmiştir. Bütün bunları ifade sadedinde Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “En temiz kazanç, o tüccarın kazancıdır ki, konuştuğunda yalan söylemez, müşterilerine hainlik etmez, vaadlerini yerine getirir, sözünden dönmez. Bir malı daha ucuza alayım diye kötülemez, satarken daha pahalıya satayım diye övmez. Borçlarını zamanında öder, geciktirmez. Alacakları hususunda da borçlusunu sıkıştırıp zora sokmaz” .

Bütün bunların yanında mümin ticaret yaparken diğer dinî sorumluluklarını da ihmal etmez, işini ibadetine engel görmez, namazını kılar, zekatını verir, ahiret muhasebesini her zaman yapar. Bu şekilde davranan Müslüman işadamını Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde şöyle övmüştür: “Onlar, ticaret ve alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. İşte Allah, yaptıkları işlerin en güzeliyle onları mükafatlandıracak, onlara lütfundan daha fazlasını bahşedecektir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir”

Muhterem Müminler,
Hutbemi bir hadis-i şerif mealiyle bitiriyorum: “Satarken ve alırken, borcunu isterken ve öderken kolaylık gösteren kimseye Allah merhamet eylesin”

Dr. Adil ŞAHİN
Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam-Hatibi
Çemberlitaş / Fatih / İstanbul


Şuara, 26/181
Şuara, 26/181-182
Mutaffifin, 82/1-2-3
Müslim, Îmân 164, Fiten 16
Tirmizi, Büyû; 4; İbn Mâce; Ticârât, 1
Beyhaki, Şehâdât 39
Et-Terğib ve’t-Terhib, II, 586.
Nur, 24/37
Buhari,Büyu,16
 

LOOPUSED

Altın Üye
Allah razı olsun tüm paylaşımlardan...Cumanız mubarek olsun...
 

eiffel

Forumun Kulesi
Çanakkale Zaferi

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 12.03.2010

بسم الله الرحمن الرحيم

قال الله تعالي:وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

قال رسول الله (صعلم):

مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الْأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنْ الْكَرَامَةِ



ÇANAKKALE ZAFERİ

Muhterem Müslümanlar!

Birey ve toplumlar için barış, Allah’ın en büyük lütuflarındandır. Peygamberimiz de Allah’tan savaş değil, barış ve esenlik dilememizi öğütlemiştir. Ama bağımsız bir vatanda, barış ve güven içinde yaşamamızı da, bu uğurda can verenlere, şehitlerimize borçluyuz.
Her milleti ayakta tutan, ona tarih şuuru veren, umut bahşeden değerleri vardır. Bu değerlerden birisi de milletin zaferleridir. Tarihimizin şeref levhalarından biri de 95. yılını idrak edeceğimiz Çanakkale Zaferi’dir.

Aziz Müminler!

Millet ve ümmet olarak varlığımız ve istiklalimiz, gerektiğinde canını feda etmeyi göze alan kahramanlar ister. Bu sebeple dinimizde şehitlik ve gazilik, mertebelerin en yücesidir. Ulu Rabbimiz bunu şöyle ifade eder. “Allah yolunda can verenleri ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rableri katında onlara güzel rızıklar verilecek.”1

Rasulullah Efendimizin de bir müjdeleri var. Buyuruyor ki: “Cennete giren hiç kimse, yeryüzündeki her şey kendisine verilse bile, dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister”2 . İşte Çanakkale gibi muhteşem zaferlerin altında yatan ruh da bu şehitlik ve gazilik ruhudur.

Değerli Müminler!

Çanakkale, insanlığın hafızasından çıkmayacak kadar derin, muhteşem, ama bir o kadar da hazin bir tablonun adıdır. Anneler ağıtlarıyla, şairler şiirleriyle, şehitler kanlarıyla, gaziler hatıralarıyla bu tabloyu tarihin unutulmaz sayfalarına not etmişlerdir. Ama Merhum Şairimiz Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitleri” Şiiri bir başka:

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer
Yedi iklimi cihânın, duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka…Llisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk…
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâûna da züldür bu rezil istilâ!


Çanakkale zaferi, işte böyle bir ortamda, bütün mukaddes değerleriyle yok edilmek, tarih sahnesinden silinmek istenen bir milletin, var oluş mücadelesinin, emsalsiz kahramanlık destanının adıdır.

Çanakkale Zaferi, Yemen’den Edirne’ye, Kudüs’ten Kars’a, bütün ecdadımızın ortak değerler etrafında kenetlenmesinin, sarsılmaz iman ve azminin, din ve vatan sevgisinin unutulmaz belgesidir. Mehmet Akif bu ruh ve heyecandan da söz eder:

“Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!


Yüce Rabbimiz bizlere bir daha böyle acılar göstermesin, millet olarak bizi sonsuza dek aynı ruh ve heyecanla yaşatsın.

Başta Çanakkale şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, makamları cennet olsun.


Ali GÜLER
Kavaklıbağlar Cami Müezzin-Kayyımı
Samandıra/ SANCAKTEPE​


1 Al-i İmran, 169.
2 Buhari, Cihad, 21.
 

eiffel

Forumun Kulesi
Müslüman işini sağlam ve güzel yapar

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 19.03.2010


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قَالَ اللَّهُ تَعَالَى: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلا

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

إِذَا وُسِّدَ الْأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أَهْلِهِ فَانْتَظِرْ السَّاعَةَ


MÜSLÜMAN İŞİNİ SAĞLAM VE GÜZEL YAPAR

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz, “İşinizi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever”1 buyuruyor. İyi işler yapmak ve yaptığını güzel yapmak, dinimizde “ihsan” kelimesiyle ifade edilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav), “İhsan nedir, yâ Resûlallah?” sorusuna, “Allah’a, O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir; çünkü sen onu görmesen de O seni görüyor”2 şeklinde cevap vermiş; böylece işlerimizi, yüce Allah’ın görüp gözettiğine dikkatimizi çekmiştir.

Dinimiz, hayırlı ve yararlı işleri Allah’a ibadet olarak değerlendirmekte, işimizi önemseyip güzel ve sağlam yapmamızı emretmektedir.

İşlerini kötü ve çürük yapanların kendilerine, ailelerine ve toplumumuza ne büyük zararlar verdiklerini deprem gibi, trafik kazaları gibi acı olaylarda görüyoruz. Hem ağır bedeller ödüyoruz hem de bu çağda dünyaya karşı mahcup oluyoruz.

Oysa Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Allah her şeyde ihsanı farz kılmıştır”3 buyurarak, insanın güzel işler yapmasını, yaptığı işi ve görevi güzel ve kaliteli yapmasını istemektedir. Başka bir hadisi şeriflerinde de “Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur”4 buyurmaktadır. Aslında, yaptığını güzel ve sağlam yapmak sorumluluk sahibi, mesleğine saygılı, onurlu ve haysiyetli kişilerin özelliğidir. Yüce dinimiz baştan savma işleri Müslümanın kişiliğine ve saygınlığına asla yakıştırmamıştır. İnançta sağlamlık, davranışta samimiyet, alış verişte doğruluk, sanatta incelik, yapılan her türlü işte kalite ve dürüstlük dinimizin emrettiği güzelliklerdendir.

Bize emanet edilen her iş kul hakkıdır, değerli müminler… Çünkü iyi yaparsak insanlar bundan faydalanacak, kötü yaparsak zarar görecek. “Müslüman, eliyle ve diliyle başka Müslümanlara zarar vermeyen kişidir.” Böyle buyuruyor Peygamber Efendimiz… Sırf “saatini doldurma” anlayışla yapılan baştan savma işlerden insanlar zarar görmektedirler. Dolayısıyla bu şekilde elde edilen kazançlar da helal sayılmamaktadır. İlim adamı ilmî çalışmasında, tüccar ticaretinde, işçi tezgâhında, kamu görevlisi görev mahallinde, velhasıl hepimiz kendi işimizde dinimizin, aklımızın ve vicdanımızın razı olacağı şekilde davranmak zorundayız. Aksi halde bunun zararını daha bu dünyada görmekteyiz, görüyoruz da…

Değerli Kardeşlerim!

İş hayatıyla ilgili kurtarıcı prensipler getiren dinimiz, her işi ehline vermemizi de emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sav) “İş, ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyiniz’’5 buyurur. Bu hadis açıkça, ehliyetsiz kimselere yaptırılan kötü ve yanlış işlerin bir toplum için çöküş olacağını göstermektedir.

Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

“İman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz işi iyi yapanların ecrini zayi etmeyiz.’’ 6
Allah’ın iyi işler yapanlara vaad ettiği bu ecir, dünyada huzurlu bir hayat, ahirette de ebedi saadet ve cennet olacaktır.


Yüce Rabbimiz cümlemize, hayırlı bir ömür sürmeyi, helalinden kazanmayı, kazandıklarımızı kendi rızasına uygun yerlere harcamayı nasip eylesin.



İsmail TÜFEKÇİ
Seyrantepe Cumhuriyet
Cami İmam-Hatibi/KÂĞITHANE​


1 Bakara 195
2 Müslim sayd 37
3 Buhari İman 37
4 Beyhaki, Şu’abu’l-iman IV,334
5 Buhari, ilim,2
6 Kehf 30
 

eiffel

Forumun Kulesi
çağımızın problemleri !!

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 26.03.2010


بسم الله الرحمن الرحيم
قال الله تعالى: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

قال رسول الله (صعلم لَيْسَ الْمُؤْمِنُ الَّذِي يَشْبَعُ وَجَارُهُ جَائِعٌ إِلَى جَنْبِهِ
1


ÇAĞIMIZIN PROBLEMLERİ

Değerli Müminler!

Bilim ve teknoloji alanında insanlık baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Hayatımıza her gün yeni icatlar, yeni keşifler giriyor. Bu değişimle birlikte hayat şeklimiz, değer yargılarımız, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerimiz de az çok değişiyor. “Eski komşuluklar kalmadı, artık kimse kimseye güvenmiyor, hayatın tadı tuzu yok” gibi sözler sıkça söylenir oldu. Bunlar sadece teknolojik gelişmelerin ve modern hayat tarzının insanı mutlu edemediğini, madde ve mâna arasındaki dengenin bozulduğunu göstermektedir.

Muhterem Kardeşlerim!

Vahyin getirdiği ilkelerden uzak bir hayatın insanlık için nelere mal olduğuna şahit oluyoruz. İnsanlık tarihinde bu kadar güçlenen inkârcı ve materyalist hareketlerin günümüz dünyasında ne kadar tahripkâr olduğunu, gelişmemiş ülkeler yanında “ileri” denen ülkelere bile ne ağır bedeller ödettiğini görmekteyiz.

Bir tarafta açlıktan ölenler, öbür tarafta aşırı yemekten hasta olanlar… Bir tarafta lüks içerisinde yaşayanlar, öbür tarafta evsiz barksız insanlar… Bir tarafta teknolojinin tüm imkânlarından istifade edenler, öbür tarafta en ilkel şartlara mahkûm edilenler…

Bir tarafta dünya imkânlarının yüzde seksenine sahip olduğu halde yine doymayan, daha fazlasını elde etmek için çalışan mutlu azınlıklar, diğer tarafta kalan yüzde yirmiyle yetinen ve bunun da elinden alınacağı korkusuyla yaşayanlar... Vahiyden uzak kalmanın neticeleri: savaşlar, gözyaşları, haksızlık ve zulümler, ilkesiz ve ölçüsüz bir hayatın acı tabloları...

Ancak mevcut durum müminleri hiçbir zaman umutsuzluğa sevk etmemelidir, değerli Müslümanlar… İman varsa, imkân da vardır. Hatırlayın: Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz de cehaletin ve zulmün en yoğun olduğu bir ortamda gelmişti. Bir kişiydi… Hira’da hayat damarları kurumuş insanlığı diriltmek üzere görevlendirildiğinde O, yılmadan mücadele etti. Vahyin diriltici bilgisiyle, cehalet ve zulüm toplumundan bir saadet toplumu meydana getirdi. Eşkıyadan evliya çıkardı. Sevgi ve merhameti öğretti insanlığa… Rahmet olup yağdı tüm mahlûkata…

Şimdi bizler, kaybolan güven duygusunu onun Muhammedü’l-emin vasfıyla; yok olan sevgi ve şefkati âlemlere rahmet oluşuyla2, kin ve nefret duygularını kardeşlik şuuruyla; haksızlık ve zulümleri adalet duygusuyla; hasret kaldığımız komşuluk, arkadaşlık ilişkilerini “komşusu açken tok yatan bizden değildir”3 ilkesiyle yeniden öğretmeliyiz, tüm insanlığa… Sanki Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi, vahyin diriltici bilgisi ve sâlih amellerle inşa etmeliyiz kişilikleri…

Yüce Rabbimiz tüm dünyaya adalet, sevgi, barış ve huzurun hâkim olduğu günleri görebilmeyi bizlere nasip etsin.

Mehmet YILMAZ
Yusuf Ziya-Hamire Üçüncü Camii
İmam-Hatibi/Maltepe/İstanbul​



1 Şuabu’l- İman, İkramu’l-Câr
2 Enbiya 21/107
3 Şuabu’l- İman, İkramu’l-Câr
 

WaTcHFuL

EVERYWHERE
Peygamberimizin örnek duaları 02.04.2010

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 02.04.2010



بسم الله الرحمن الرحيم

قال الله تعالي: وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ

فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

قال رسول الله (صعلم): اَلدُّعَاءُ مُخُّ اَلْعِبَادَةِ



PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEK DUALARI


Muhterem Müminler!

Bugünkü hutbemiz, Efendimiz’in (s.a.v.) hayatında duanın yeri ve O’ndan sadır olan dua örnekleri hakkında olacaktır. Bilindiği gibi dua kuldan rabbine bir yakarış, beşerî bir ihtiyaç ve kişinin Allah'a iman ettiğini gösteren önemli alametlerden birisidir.
Dua hakkında Hz. Peygamber’in hadislerinde çok geniş örnekler ve açıklamalar bulunmaktadır. O, “Dua, ibadetin özüdür” buyurmuş, her vesileyle bizzat dua etmiş ve dostlarından da kendisi için dua etmelerini istemiştir.

Değerli Müslümanlar!

Hz. Peygamber, her fırsatta Rabbine dua ediyordu. Ölülere dua ediyor, dirilere dua ediyordu. Gündüzün aydınlığında, gecenin karanlığında, yağmur yağdığında, güneş veya ay tutulduğunda, kuraklık olduğunda, savaşta, barışta, yolculukta dua ediyordu. Özetle o, Rabbini asla unutmuyor, lisanı O'nu anmaktan hiç geri kalmıyordu.
Yeni bir elbise giydiğinde “Allah'ım, sana hamdolsun. Onu bana Sen giydirdin. Onun hayrını ve yapılış amacının en hayırlısını senden diliyorum” diye dua ediyordu. Nefsin hile ve aldatmalarından korunmak için de Rabbine el açarak: “Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa beni nefsime bırakma Allah’ım” diye yalvarıyordu.
Yatağına uzandığında tam bir teslimiyetle Rabbine niyazda bulunuyor: “Allah'ım, canımı sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işimi sana havale ettim, sırtımı sana dayadım,” diyordu
Hz. Peygamber (s.a.v.) sabahları uykudan uyandığında, bir tür ölüm olan uykudan uyandıran Rabbine şöyle şükrederdi. “Bizi, öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Dirilerek dönüşümüz de O'na olacak.”
Bir meclisten kalktığında okuduğu duada şu cümleler de yer alırdı: “Allah'ım, hayatta kaldığımız sürece bizi kulaklarımızdan ve gözlerimizden faydalandır ve biz ölünceye kadar bu organlarımızı bizden alma. Bize zulmedenlerden hakkımızı al. Düşmanlık edenlere karşı bize yardım eyle. Bize merhamet etmeyenleri başımıza musallat etme.”
Efendimiz dualarında hastalara da yer verir, onlar için şifa dilerdi.
Kısacası, aziz cemaat, Hz. Peygamber, bir taraftan üzerine düşeni yapmakta kusur etmeden Peygamberlik görevini yerine getirmiş, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış, diğer taraftan, bu duaların muhtevalarında da görüldüğü gibi rabbinin karşısında âcizliğini ve muhtaçlığını itiraf etmiş, “Ya Rabbi! Elimden gelen her şeyi yaptım. Elimden gelmeyen için sana el açtım” diyerek Allah’a dua ve niyazda bulunmuştur.
Son cümlelerimiz, Ulu Rabbimizin bize yakınlığını ve merhametini anlatan bir ayetin meâli olsun. Efendimize hitaben Rabbimiz buyuruyor ki:
“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit onların dualarına icabet ederim. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar. (Bu şekilde) onların doğru yolu bulmalı ümit edilir.




Dr. Muhammet YILMAZ
İmam-ı Buhâri Camii İmam Hatibi
Bahçelievler/İstanbul







Kehf Sûresi, 18/28
Tirmizi, “Deavat”, 1.
Ebû Dâvud,” Libâs”, 1.
Buhari “Tevhîd”, 34
Buharî, “Deavât”, 7
Tirmizî, “Deavât”, 79
Bakara Sûresi, 2/186.
 
Üst