onun öyle olduğunu zannetmiyorum.ama velev ki öyle bundan sanane ki.dinde zorlama yoktur.zaten herkes müslüman olsa.bu dünyaya ne gerek vardı ki.dünya bir sınav.ve o sınavda insanlar sadece kendinden sorumludur."İmamın kim? diye sormuşsun diğer arkadaşa bu hoş bir soru değil.çünkü ne yani herhangi biri imam çıkacakta ona mı uyacağız biz.saçmalık.önce ALLAH'ın kitabı kur'an-ı Kerim'e bakarım,sonra olaya bir de imam olarak bakacaksam sadece Hz. Muhammed'e bakarım.
Keşke tüm insanlarımız böyle bilgili olsa...........
Allah varken Kuran varken kendimize neden başka veli bulalım banane şafiiisinden hanbellisinden fetullahından sati nursisinden, Allahtan daha iyi velimi bulacağım Allahtan daha iyi bir dost mu bulacağım? Tabikii hayırrrrr öyleyse neden kendime başka veliler/dostlar bulayım .
Ben TAĞUTLARA SIRTIMI döndüm, yüzümü Allahın Dini İslama çevirdim, banane mezhebinden tarikatından cemaatından banane şafisinden hanbellisinden fetullahından saiti nursisinden.
Tüm müslümanları arı din olan islama davet ediyorum, tağutların peşini bırakın tağutlara sırtınızı dönün arı din İslama yönelin.
_____________________________________________________
Nedir laiklik?
Laiklik,toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olmasıdır.
Din-devlet ayrımı,ya da din ve vicdan özgürlüğü,bu bütünün birer parçasıdır.
Laikliğin ortaya çıkışını zorunlu kılan iki temel neden var.
Birincisi;farklı inançtan insanların barış içinde bir arada yaşamalarını sağlamak.İkincisi;değişen koşullara,aklın ve bilimin ışığında çözüm arama yolunu açık tutmak.
Bu gereksinme ilk kez Batı'da,Hristiyan dünyası içinde doğmuş.
Çünkü din savaşlarını,mezhep ayrımı nedeni ile komşuların birbirini öldürmesini ilk kez onlar yopun olarak yaşamışlar.Din adına yapılan baskılarla,onlar bin yıl kadar süren karanlık bir dönem yaşamışlar.
Ve gericilikten ve kardeş kavgasından kurtulmanın ön koşulu olarak laiklik gündeme gelmiş.
* * *
Acaba onları laikliğe zorlayan nedenler İslam dünyasi için geçerli değil mi? Anadolu müslümanları için geçerli değil mi?
Hristiyanlık uzun bir geri ve karanlık dönem yaşarken,İslam aydınlıktaydı.Endülüs müslümanları,sanatta,bilimde,felsefede çok ilerideydiler.Bir İbni Rüşt çıkıyor,''Tanrı'ya imanla değil akılla ulaşılabilir'' diyordu.Ve sadece İslam düşünürlerini değil,Hristiyan din adamlarını ve düşünürlerini de etkiliyordu.
Bundan birkaç yıl önce,ANAP'lı bir milli eğitim bakanı,ders kitaplarından Darwin'in evrim kuramını çıkattırdı..Niçin?.İnsanın kökenini maymuna götürdüğü ve bu nedenle de dinsel inançlara ters düştüğü için.
Oysa zamanımızdan yaklaşık elli yıl önce yaşamış olan bir İbni Haldun vardı.Tunuslu bir İslam bilgini,'Mukaddime'' adlı kitabında neyi savunuyordu biliyor musunuz? İnsanın kökeninin maymuna kadar değil,bitkiye kadar uzandığını..
Yanlış olup olmaması önemli değil!
Asıl önemli olan,İbni Haldun'un bunu yazabilmiş ve yazdığı için de başına birşey gelmemiş olması.. Kimsenin ne onu,ne de kitabı yakmaya kalkışmamış olması.. Hatta tam tersine,toplumda ''dini bütün bir müslüman'' olarak da saygınlığını sürdürmüş olması..
İşte o zamanlar İslam dünyası aydınlıktaydı ve ilerdeydi.Ama ne yazık ki,Hristiyan dünyası -laikliği de içeren- bir Aydınlanma Devrimi ile karanlıktan ve gerilikten kurtulurken,İlsam dünyası aydınlıktan karanlığa geçti..Kaçınılmaz olarak geri kaldı.
Osmanlı'da ilk gözlemevi,Şeyhülislamın fetvası ile top atışıyla yıkıldı.Astronomi,matematik,ilk çağ tarihi kitapları,kitaplıklardan Şeyhülislamın fetvası ile atıldı,yakıldı.
Basımevi,bulunmasından çok geçmeden Osmanlı'ya geldi.Hatta 1660 yılında padişahın başçevirmeni Ali Bey,Tevrat ve İncil'i Türkçeye çevirdi ve basıldı.Ama aynı basımevinin müslümanlar için kullanılabilmesi için iki yüzyıldan fazla zaman gerekti..Hele Kuran'ın Türkçe basılabilmesi için,Atatürk'ün laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması beklendi!
Yapılan araştırmalar -laik Türkiye dışında tutulursa- tüm İslam dünyasının bilimin ve teknolojinin gelişmesine katkısının sıfır dolaylarında olduğunu gösteriyor.Koskoca Arap dünyasının bilime ve teknolojiye katkısı,küçük bir İsrail'in sadece yüzde 4'ü kadar..
Bunun suçu elbette ki dinde olamaz!Eğer olsaydı geçmişte de Hristiyan dünyası ilerde İslam dünyası geride olurdu.
* * *
İnanç kavgaları nedeni ile çıkan acımasız kavgaları biz de yaşadık ve yaşıyoruz.1978'de Kahramanmaraş'da yüzden fazla insanımız komşuları tarafından öldürüldü.Arkasından bir Çorum kıyımı meydana geldi..Ve daha birkaç yıl önce Sivas'ta olanları biliyoruz.37 pırıl pırıl insanımız,inançlarından dolayı,düşüncelerinden dolayı,çıra gibi yakıldı!
Dini bir çıkar aracı gibi kullananların baskılarıyla,koyulaşan geriliğin bazı örneklerini ise yukarda gördük..Laikliği Batı'da zorunlu kılan koşulların bizim için de geçerli olduğu açıktır.
Geriye,yanıtlanması gereken bir soru kalıyor:Laikliğin Hristiyanlık ile bağdaşıp,Müslümanlıkla bağdaşmayacağı savları doğru mu?
Hristiyanlık,çok güçlü bir merkezi otoritenin bulunduğu Roma İmparatorluğu toprakları üzerinde doğdu.Roma eşitsizlik,kölelik,sömürgecilik üzerine kuruluydu.Oysa İsa'nın insanların eşitliliğine dayalı bir söylemi vardı.Öyleyse -ezilmekten kurtulmak için- Roma'ya güvence vermek gerekiyordu.
''Sezar'ın hakkı Sezar'a,Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya'' sözü işte bu koşulların ürünüdür.Buna dayanarak,Hristiyanlığın din-devlet ayrımı içerdiğini söylemeye olanak yoktur..Nitekim kendisi güçlenip de Roma zayıflayınca,Hristiyanlığın da tavrı değişmiştir:
''Ruh bedene üstündür.Öyleyse ruhun iktidarı da bedenin iktidarına üstün olmalıdır!''
Ppa'ların kralları,imparatorları ''aforoz'' ettiğini,edebildiğini bilmiyor muyuz?Afaroz edilenlerin karda kışta Papa'nın şatosuna gidip,ayaklarına kapanıp af dilediklerini ve ancak bu sayede tahtlarını koruyabildiklerini unutabilir miyiz?
* * *
Hristiyanlık üç yönetim biçimi yaşadı.
Dinin devlete egemen olduğu,zamanla engizisyon işkencelerinin devreye girdiği yönetim biçimi..Bizans'taki gibi kralın kiliseye -yani devletin dine- egemen olduğu yönetim biçimi..
Ve üçüncü olarak da laiklik.
Bu yönetim biçimini Anadolu'da biz de yaşadık.
Anadolu Selçukluları'nda ve Osmanlı'nın yükselme döneminde devlet dine egemendi.Sadrazam devlet işlerine,Şeyhülislam da din işlerine bakardı.Padişah kızdığında Şeyhülislam'ın kafasını bile vurdururdu.
Osmanlı hiçbir zaman hırsızın kolunu kesmedi,içki içene ağır ceza vermedi,kocasını aldatan kadını taşlatarak öldürtmedi.Hatta faizi yasaklamadı.Bazı fadişahlar ferman çıkararak,o yılın faiz oranlarını bile ilan ettiler..Ünlü Fatih Kanunnamesi'nin hiçbir yerinde şeriat yoktur.Osmanlı'da ''şeriat hukuku'' değil ''örfi hukuk'' egemendi..
Osmanlı'nın duraklaması ve giderek gerilesi ile durum tersine döndü.Dinci güçler devlete egemen olmaya başladılar.Her ileri atılım,''din elden gidiyor'' çığlıkları ile boğuldu.
Ve Atatürk laikliği getirdi.Anadolu yeniden aydınlığa döndü.
* * *
Kuran bir ahlak kitabıdır,hukuk kitabı değil!
Hukuk hükmü içeren ayet sayısı sadece 55'tir.Ve bunlar da aile hukuku ve kısman de borçlar hukuku ile ilgili hükümlerdir.
Hrisyianlığın tersine,İslam dini merkezi otoritenin bulunmadığı,aşiretlerin,kabilelerin yan yana yaşadığı bir ortamda doğdu.Bu nedenle de Hz.Muhammed bir yandan dinini yaymaya çalışırken bir yandan da devleti kurmak zorunda kaldı.Boşluğu doldurdu.
Şeriatı uygulama savında olan devletlere bakın!Hangisinin yönetimi birbirine benziyor?Hangisinin uygulamaları aynı?Var mıdır Kuran'da Suudi Arabistan'daki gibi,insanlara sokakta namaz kıldıran bir ''din polisi''?
Ve var mıdır,laikliği kabul etmemiş bir İslam ülkesinde,demokrasi ve aydınlık?
Fransız müslümanlarının manevi önderi,Arap kökenli Şeyh Abbas'ın,Avrupa'daki müslümanlar konusunda geniş kapsamlı bir araştırma yapan gazeteci-yazar Sıtkı Uluç'a söyledikleri daha çok taze:
''Türklerin Ata'sı dine karşı savaşmadı,cehalete karşı savaştı!'
Prof. Ahmet Taner KIŞLALI
http://www.khaos.info/kose-yazilari/801-islam-ve-laiklik-prof-ahmet-taner/
____________________________________________________________
_________________________________________________________
Taner Kışlalı, Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği.
Altı ok ile simgeleştirilen Kemalist ilkeler içerisinde, Atatürk'ün kuşkusuz ki, en önem verdiği ilkelerin başında "Laiklik" geliyordu. Mustafa Kemal, ülkenin koşullarının daha hiç hazır olmadığı bir aşamada bile, çok partili düzene geçiş için sakınca görmezken, tek bir koşul ileri sürmüştü: Laiklikten ödün vermemek! Serbest Fırka'nın önderliği'ni üstlenecek olan Fethi Okyar'a yazdığı mektupta şu satırlar dikkati çekiyordu: "Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz... Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur."
Bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak Kemalizm açısından Laiklik, demokrasi anlamındaki Cumhuriyetçiliğin de, Milliyetçiliğin de, Devrimciliğin de, ve hatta Halkçılığın da ön koşulu olduğu için bu ölçüde önem taşımaktadır. Demokrasinin ön koşuludur; çünkü Laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü, gerçek anlamda bir özgür seçim olamaz. ( Bütün dünyada özgürlük ve demokrasi rüzgarları eserken, baskı rejimleri birbiri ardına yıkılırken, bundan en az etkilenenin - Laikliği kabul edememiş - müslüman ülkeleri oluşu rastlantımıdır? ) Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü, Laiklik olmayan yerde önem taşıyan öge ulus değil, "ümmet"tir. ( Bu anlayış içinde örneğin Arap ve İranlı, Müslüman Türk ile, aynı tolumun bir parçası sayılırken, Hıristiyan Türk olan Gagavuzlar (Gökoğuzlar), Türkçe konuştukları ve çok daha ortak kültürel özellikler taşıdıkları halde "yabancı" sayılacaklardır. ) Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü, Laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışılması bile genellikle olanaksızdır. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü, din temeline dayalı bir devlette ağırlığı ve önceliği olan halk değil, dinsel seçkinlerdir.
Tarih boyunca hemen tüm devrimciler, din ile değil, ama bir kısım din adamları ile karşı karşıya gelmişlerdir. Çünkü eski düzenle çıkarları bütünleşmiş olan bir din adamları kesimi, köklü değişimlere hep karşı çıkmış, dini bir siyasal amaç için kullanarak kitleleri etkilemeye çalışmışlardır. Kendilerinin etkisini ve ağırlığını azaltacak her girişimi de "dinsizlik" olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir. Sultan'ın ve düşmanın çıkarları ile bütünleşerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal'in idam fermanını çıkaranlar gene bu tür din adamları olmuştur.
Fransa'daki Müslümanların manevi önderi Şeyh Abbas, Türk toplumunun dışından bir gözlemci olarak, bu konuda şöyle diyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde din adamları çok olumsuz roller oynadılar. Mustafa Kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehlikeyi anladığı için, devrimine önce onlardan başladı. O din adamlarının cehaletinden korkmakta, onların ülke için tehlike yarattıklarını düşünmekte haklıydı. O'nun savaş açtığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları İslam ile gerçek İslam arasında dağlar kadar fark vardı. Türklerin babası, dünyaya hakim bir Osmanlı İmparatorluğu'nu çökmüş, parçalanmış haliyle buldu. Bu koca imparatorluğun çöküşüne de İslam'ın yanlış tanınması, yanlış yorumlanması neden olmuştu. Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam'a karşı değil..."
Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu: "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar masum halkımızı aldatmışlardır; Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. Hangi şey ki, akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı."
Mustafa Kemal, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı öğenin - yorumlar ve boş inançlar olarak - işin içine girdiğini düşünüyordu. Çağdaş olmanın inançsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığı kanısındaydı, ama bilerek, mantığını kullanarak inanmalıydı. Şöyle diyordu: "Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır. Türk Kuran'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın."
Müslüman Türk halkı, Kuran'ı kendi dilinden okuyup anlama olanağına ancak laik cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştu. Türkçe Ezan gene aynı ortamda gerçekleşti; ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra, tutucu, Kemalizm'e karşı güçlere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.
Kemalizm, sırasıyla siyasal sistemi, hukuk sistemini, eğitim sistemini ve kültürü laikleştirdi. Bir islam ülkesindeki ilk laik devlet böylece doğdu. Eğer çok sayıdaki müslüman ülke içinde çağdaş demokratik bir hukuk devletine sahip tek ülke Türkiye ise, bunun laiklikle bağlantısını öne sürmek elbette ki olanaksızdır. Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, Türkiye'nin müslüman ülkeler içinde en sanayileşmişi, en ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip bulunanın oluşu da ayrıca düşündürücüdür!
Kaynak : A. Taner Kışlalı, Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği.
http://www.tekadamdevrimi.com/tekadamdevrimi/tad_ilkeler/tad_i_laiklik_01.htm