( Fethullah Gülen İle İlgili Konular 1 )

‘Fethullah Gülen, PKK’ya rüşvet verdi’

‘Fethullah Gülen, PKK’ya rüşvet verdi’

İP’li Akfırat, MİT şemasını hazırlayanları suçladı, Gülen, Eymür ve Güney’in ilişkili olduğunu savundu.

MİT şemasını hazırlamanın suç olduğunu söyleyen İşçi Partili Adnan Akfırat “Kıvrıkoğlu, Özkök’ün Genelkurmay başkanı olmasını sakıncalı buluyordu. Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için bu şema yaratıldı” dedi. Erbil’deki Işık Koleji’nin ABD’nin talimatıyla kurulduğunu anlatan Akfırat, Gülen’in okulu açabilmek için Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Ergenekon davasının 50. oturumunda savunma yapan tutuklu sanık İşçi Partisi (İP) Merkez Karar Kurulu üyesi Adnan Akfırat, MİT şemasının, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türkiye’nin milli bütünlüğüne karşı bir tertibi açıkça ortaya koyduğunu belirterek “Davanın temeli olan bu MİT şemasını hazırlamak büyük bir suçtur” dedi. Akfırat, şemanın dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e gönderildiğini belirterek “Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için yalan dolan tertipler kuruldu. Bu şema arkasındaki tertip olmasa bugün Çankaya’da Nakşibendi müridi oturmayacaktı” diye konuştu.

Fethullah Gülen’in Erbil’deki Işık Koleji’ni açabilmek için PKK ile anlaştığını ve Tuncay Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Ergenekon davasına Akfırat’ın savunmasıyla devam edildi. Güney’e el yazısıyla şema yaptırıldığını anlatan Akfırat, Organize Suçlar Şube Müdür Yardımcısı Ahmet İhtiyaroğlu’nun “Kurulmuş gibiydi” sözlerine ve Adil Serdar Saçan’ın “Emniyet’te F tipi örgütlenme” olduğuna ilişkin sözlerine dikkat çekti. Akfırat “Genelkurmay başkanları ve orgeneraller İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Eşref Bitlis, Teoman Koman, Rasim Betir, Güven Erkal gibi paşaların bu örgütün içinde olduğu kayda geçirildikten sonra, bunlar rakiplerin bertaraf edilmesi için el altından kullanıldı” dedi. Bülent Ecevit başbakanlığındaki hükümetin Irak’a saldırıyı önlemek istediğini anımsatan Akfırat, şöyle devam etti: “Genelkurmay ve Dışişleri, ABD’nin Irak’a müdahalesini engellenmek için çalışma grubu oluşturdu. Kıvrıkoğlu’nu başında, Yaşar Büyükanıt’ın içinde olduğu çalışma grubu Irak’ın kuzeyinde güvenlik bölgesi oluşturmak istiyordu. Türkiye’nin bu kararlılığını bertaraf etmek için bu tertip düzenlendi. Kıvrıkoğlu, Özkök’ün Genelkurmay başkanı olmasını Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından sakıncalı buluyordu. Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için bu şema yaratıldı.”

Akfırat “Ulusal Medya 2001” belgesini yazmakla suçlandığına dikkat çekerek, “Bu belge Cumhuriyet gazetesi aleyhinde, Uğur Mumcu’ya İlhan Selçuk’a düşman. Belgede Ulusal Kanal ve Perinçek’e suçlamalar var. Ancak tertibi düzenleyenler ya da aklından zoru olanlar bu metni benim yazdığımı ileri sürebilir” dedi. Akfırat, Onursal Başkanlığı’nı Gülen’in yaptığı Abant Platformu’nun, 15-16 Şubat’ta Irak’ın Erbil kentinde toplanacağını anımsatarak, “Erbil toplantısı Türkiye’yi parçalayan BOP haritasını hayata geçirmenin adımı olacak” dedi. Erbil’deki Işık Koleji’nin ABD’nin talimatıyla Gülen ve Mehmet Eymür tarafından kurulduğunu ve Güney’in getir götür işlerini yaptığını anlatan Akfırat, Gülen’in okulu açabilmek için PKK ile anlaştığını ve Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Gülen’in yoksul bir vaizken 200 ülkede 800 okulu olan bir imparatorluk kurmasının ‘gladyo’ ile açıklanabileceğini söyleyen Akfırat, “MHP’nin bölünmesi ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Partisi’ni kurması, Gülen operasyonuydu. Tuncay Güney, mülakatında ‘Gülen, Yazıcıoğlu’na 10 bin dolar gönderdi’ dediği için özür diledi, bu bölümler makaslanmış” diye konuştu.

Hrant Dink’in öldürülmesi davasından yargılanan Ogün Samast, Yasin Hayal, Erhan Tuncel’in, Danıştay’a saldırı düzenleyen Alparslan Arslan’ın Nizamıalem Ocakları çevresinde örgütlendiklerine dikkat çeken Akfırat, “Nizamı-Alem Ocakları gladyonun Türkiye’ye karşı tertipleriyle anılır oldu” dedi.


kaynak
 
genelkurmay verilerine göre ülkede 3 milyon fethullahçı var ki muazzam bi rakam, ama daha da kötüsü ellerindeki maddi güç, adamlar parti kursa fethullah partisi diye yüzde 5 alırlar sırf cemaatteki tosunlarıyla, durum çok çok çok vahim, maddi güçleri kırılmazsa eğer anadoluda örgütlenmedik kasabayı geçtim, sokak bile bırakmıycaklar, işimiz zor arkadaşlar, malesef tablo çok kötü. işin daha da kötüsü bunlar amerikanın truva atı, bunları ülkeden silmek için hem miti, hem emniyeti, hem meclisi aynı anda püskürtmek lazım, hukuk mukuk dinlemeden neleri var neleri yok tek tek el koymalı, ve ne kadar fethullahçı varsa, fişlenip önemli kademelerden atılmalı, üst düzey yöneticileri zaten vatana ihanetle ilgili tüm kanunlardan yargılanmalı, tüm bunları yapabilmek için aynı zamanda hukuk da hiçe sayılacağından onlarla da ters düşmeli ama bunu yapabilmek için milli devrimci bir hükümet lazım ki bu şartlarda imkansız gibi, gene uzun vadeye kalıcak gibi iş ama ülke çok zaman kaybediyor, geçen günlere aylara yıllara yazık.
 
‘Fethullah Gülen, PKK’ya rüşvet verdi’

İP’li Akfırat, MİT şemasını hazırlayanları suçladı, Gülen, Eymür ve Güney’in ilişkili olduğunu savundu.

MİT şemasını hazırlamanın suç olduğunu söyleyen İşçi Partili Adnan Akfırat “Kıvrıkoğlu, Özkök’ün Genelkurmay başkanı olmasını sakıncalı buluyordu. Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için bu şema yaratıldı” dedi. Erbil’deki Işık Koleji’nin ABD’nin talimatıyla kurulduğunu anlatan Akfırat, Gülen’in okulu açabilmek için Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Ergenekon davasının 50. oturumunda savunma yapan tutuklu sanık İşçi Partisi (İP) Merkez Karar Kurulu üyesi Adnan Akfırat, MİT şemasının, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türkiye’nin milli bütünlüğüne karşı bir tertibi açıkça ortaya koyduğunu belirterek “Davanın temeli olan bu MİT şemasını hazırlamak büyük bir suçtur” dedi. Akfırat, şemanın dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e gönderildiğini belirterek “Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için yalan dolan tertipler kuruldu. Bu şema arkasındaki tertip olmasa bugün Çankaya’da Nakşibendi müridi oturmayacaktı” diye konuştu.

Fethullah Gülen’in Erbil’deki Işık Koleji’ni açabilmek için PKK ile anlaştığını ve Tuncay Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Ergenekon davasına Akfırat’ın savunmasıyla devam edildi. Güney’e el yazısıyla şema yaptırıldığını anlatan Akfırat, Organize Suçlar Şube Müdür Yardımcısı Ahmet İhtiyaroğlu’nun “Kurulmuş gibiydi” sözlerine ve Adil Serdar Saçan’ın “Emniyet’te F tipi örgütlenme” olduğuna ilişkin sözlerine dikkat çekti. Akfırat “Genelkurmay başkanları ve orgeneraller İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Eşref Bitlis, Teoman Koman, Rasim Betir, Güven Erkal gibi paşaların bu örgütün içinde olduğu kayda geçirildikten sonra, bunlar rakiplerin bertaraf edilmesi için el altından kullanıldı” dedi. Bülent Ecevit başbakanlığındaki hükümetin Irak’a saldırıyı önlemek istediğini anımsatan Akfırat, şöyle devam etti: “Genelkurmay ve Dışişleri, ABD’nin Irak’a müdahalesini engellenmek için çalışma grubu oluşturdu. Kıvrıkoğlu’nu başında, Yaşar Büyükanıt’ın içinde olduğu çalışma grubu Irak’ın kuzeyinde güvenlik bölgesi oluşturmak istiyordu. Türkiye’nin bu kararlılığını bertaraf etmek için bu tertip düzenlendi. Kıvrıkoğlu, Özkök’ün Genelkurmay başkanı olmasını Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından sakıncalı buluyordu. Özkök’ün Genelkurmay başkanı olması için bu şema yaratıldı.”

Akfırat “Ulusal Medya 2001” belgesini yazmakla suçlandığına dikkat çekerek, “Bu belge Cumhuriyet gazetesi aleyhinde, Uğur Mumcu’ya İlhan Selçuk’a düşman. Belgede Ulusal Kanal ve Perinçek’e suçlamalar var. Ancak tertibi düzenleyenler ya da aklından zoru olanlar bu metni benim yazdığımı ileri sürebilir” dedi. Akfırat, Onursal Başkanlığı’nı Gülen’in yaptığı Abant Platformu’nun, 15-16 Şubat’ta Irak’ın Erbil kentinde toplanacağını anımsatarak, “Erbil toplantısı Türkiye’yi parçalayan BOP haritasını hayata geçirmenin adımı olacak” dedi. Erbil’deki Işık Koleji’nin ABD’nin talimatıyla Gülen ve Mehmet Eymür tarafından kurulduğunu ve Güney’in getir götür işlerini yaptığını anlatan Akfırat, Gülen’in okulu açabilmek için PKK ile anlaştığını ve Güney aracılığıyla PKK’ye 15 bin dolar rüşvet verdiğini söyledi.

Gülen’in yoksul bir vaizken 200 ülkede 800 okulu olan bir imparatorluk kurmasının ‘gladyo’ ile açıklanabileceğini söyleyen Akfırat, “MHP’nin bölünmesi ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Partisi’ni kurması, Gülen operasyonuydu. Tuncay Güney, mülakatında ‘Gülen, Yazıcıoğlu’na 10 bin dolar gönderdi’ dediği için özür diledi, bu bölümler makaslanmış” diye konuştu.

Hrant Dink’in öldürülmesi davasından yargılanan Ogün Samast, Yasin Hayal, Erhan Tuncel’in, Danıştay’a saldırı düzenleyen Alparslan Arslan’ın Nizamıalem Ocakları çevresinde örgütlendiklerine dikkat çeken Akfırat, “Nizamı-Alem Ocakları gladyonun Türkiye’ye karşı tertipleriyle anılır oldu” dedi.


kaynak

..... önce kendinizi aklayın sizden ala gladyomu var?

Yav hiçmi istihbaratınız yok, gülen yolsulken şu kadar parası varmış okul açmış bilmemne. Bir gir bakalım içine nasıl oluşuyor o para nerden geliyor, ayrıca gülenemi ait, cemaatemi, karşıdan bak senaryoyu yaz.

Tuncay güney bbp ile ilgili iddaların kendisine işkence altında imzalatıldığını söylemiştir.

YALANLAMIŞTIR.
 
Fethullah’ın ve Kürt-İslamcıların Muhsin aşkı

Fethullah’ın ve Kürt-İslamcıların Muhsin aşkı

kapak231.png

İyi Bilmezdik

Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra öyle hikayeler anlatıldı ki, inanılır gibi değil. Ölen bildiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu değil de sanki evliya. Veya büyük bir düşünce adamı, toplumu birleştirmiş bir önder… Ya da memleketi defalarca uçurumun kenarından kurtarmış savaşlar kazanmış bir komutan…

Bu tantanayı kimler çıkarıyor?

İstisnasız hepsi iktidar borazanı gazeteler, Kürt-İslam faşizminin bezirganları... Zaman gazetesi, Vakit, Sabah, Star v.s…

AKP’nin seçimde oylarının keskin bir şekilde düşmüş olmasının verdiği sıkıntıyla bu cephe Muhsin gazına bastıkça basıyor. Kitlelerini böyle motive etmeye çalışıyorlar.

“O çok namusluydu”, “büyük vatanseverdi”, “hep dik durdu”, “ilkelerinden taviz vermedi”, “tüm millet onu severdi”, “demokrasi şehidi oldu…”

Başbakan Recep Tayyip bile çıktı ne büyük vatan evladı olduğundan bahsetti. İnsan sormadan edemiyor. Madem bu kadar mükemmel bir adamdı küçücük partisine oy verseydiniz.

Bir de güya bu adam bir muhalefet lideri. Neden iktidar borazanları hüngür hüngür ağlıyor? Başbakan bile çıkıp sanki AKP’li biri ölmüş gibi nutuk çekiyor.

Eski MHP'ye bağlı ÜGD terör örgütü

Muhsin Yazıcıoğlu'nun son dönem arkadaşlarından PKK'lı terörist Leyla zana

Muhsin Yazıcıoğlu Terör Örgütü
Ülkücü Gençler Denrneği’nin kurucusuydu.
Solda onun yakın arkadaşı
ülkücü katil Haluk Kırcı.
muhsin-zana.jpg

Yukarda ise Muhsin’in
son dönem arkadaşlarından PKK’lı terörist Leyla Zana.
Yazıcıoğlu hep teröristlerle birlikteydi.

Elbette ki bu tantananın nedeni Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve BBP’nin siyasi başarıları veya memlekete hizmetleri değil. Sağcı-gerici cephe bir zamanlar çok kullandıkları bir tetikçi çetesinin önde gelen isimlerinden birine vefa borçlarını ödüyor. Öyle ya 1980’den önce binlerce devrimcinin kanına girilmeseydi bugünkü sömürü düzeni kurulabilir miydi?

Zaten Kürt-İslam cephesinin son zamanlarda pek bir konuşkanlaşan lideri Fethullah Gülen ağzındaki baklayı çıkarıyor. Muhsin için bakın neler diyor: “Anadolu insanı belli bir dönemde İslam’a ve Türk dünyasına karşı gelen şer güçlere karşı koydu.”

Yani 80’den önceki kardeş kavgasından bahsediyor beyefendi. 1980’den önce faşist terör tarafından katledilen binlerce genç, gazeteci, akademisyen büyük hoşgörü şampiyonu “hümanist” yobaza göre İslama ve Türklüğe saldırıyordu. Anadolu insanı Muhsin gibiler de üzerlerine düşeni yapmışlar… Bahçelievler, Beyazıt, Çorum, Sivas, Maraş ve diğer kanlı katliamlar aslında şanlı bir cihadın ürünü… Muhsin gibiler de durumdan vazife çıkarıp “kafir kanı” döken saf Anadolu insanları…

Muhsin’in dirisi Fetocu saltanat ve bugün kurulan Kürt-İslam faşizmi için çok işlevsel olmuş ve faydalı işler becermiş. Bazı çok önemli engelleri ortadan kaldırmış. Ancak bu yetmemiş olacak ki, Fethullah adamın ölüsünü de kullanmak istiyor. Diyor ki: “Kazadan şüphelenin. Suikast olabilir. Tıpkı Eşref Bitlis gibi…”

Yani Muhsin Yazıcıoğlu’na aslında suikast düzenlenmiş ve buna kaza süsü verilmiş. Aksiyon dergisi de bunun propagandasını yapıyor.

Sorumlu kim?

Tabii ki Ergenekon…

Yeni kelle istiyor Fethullah. Kim bilir belki de helikopterin emekli subay olan pilotunu Ergenekoncu ilan ederler. Muhsin’in ölüsünü bunun için kullanmak istiyor. Bir de bize diyorlar ki ölüye saygı gerek. İyi de siz adamın dirisini kelle almak için kullanmışsınız, ölüsünü de kullanıyorsunuz. Bu şimdi saygı mı oluyor?

Terörist bir örgütün kurucusu

Bir kere herkes neyse onu yerli yerine koyalım. Öncelikle Muhsin Yazıcıoğlu için sık sık dile getirilen “fırtınalı bir hayat yaşadı” sözünü açığa kavuşturalım. Fırtına dedikleri 1980 öncesi yaşanan kardeş kavgası…

Ama kardeş kavgası dediğimize bakmayın. Bir kısım insan elbette ki bu kavganın sorumlusudur. Onlar kardeş kategorisine girmez. Sağdan veya soldan Türk gençleri, halk çocukları gitmiş olabilir. Bunlar kurbanlardır. Ama bir kısım elebaşları bu kan deryasından elleri kirli sıyrıldılar. Bunların istisnasız hepsi korunan, ABD’yle ilişkili ve bizzat vur emri veren kişilerdir.

Muhsin sıradan bir ülkücü militan değildi. Bizzat cinayetleri ve çatışmaları planlayan lider kadrosundaydı. Ülkücü Gençlik Derneği’nin (ÜGD) kurucu başkanıydı. ÜGD yargı sürecinde resmen silahlı terör örgütü olarak tespit edildi. Muhsin terör örgütü kuruculuğundan yargılandı. Yani tıpkı PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan gibi…

Binlerce cinayetin sorumlusu olan bu örgütün en tepesindeki isim Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. Yani fikirlerinden dolayı acı çekmiş bir siyasi değildir. Tıpkı Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi cinayetten yargılanan bir isimdir. Cinayet hele pusu kurmak ve arkadan vurmak ne zamandan beri “idealler için çekilen fırtınalı hayat” oluyor.

Ayrıca bahsedildiği gibi 12 Eylül’ün zulmettiği bir muhalif değildir Muhsin. Çünkü o dönem sıradan bir kısım ülkücü tetikçiler idam edilirken, 12 Eylül cuntası Yazıcıoğlu ve Türkeş gibi elebaşlarını özenle korumuştur. Oysa ayrıntılı bir şekilde provokasyonları tertipleyenler, eylemlerin esas planlayıcıları, silahları temin edenler ve vur emri verenler bu isimlerdir. 12 Eylül’de Amerikancı faşist cunta bu provokatörleri darbe ortamı sağlamak için kullandığından elebaşlarının istisnasız hepsini korudu. Bir tanesi bile cezalandırılmadı. Sonunda hepsi zaman aşımı ya da af sayesinde içeriden çıktılar.

Muhsin’in geçmişi asla aklanmamıştır. Tersine ÜGD bir silahlı terör örgütü olarak resmen damgalanmıştır. Muhsin de silahlı terör örgütü kurucusudur.

Muhsin çileli bir kuşağın temsilcisi değil, tersine bir kuşağa çile çektirenlerin baş sorumlularındandır.

Kimse bize hikâye anlatmasın. Kimse bize Muhsin’in ne geniş yürekli ne hümanist bir şair olduğundan, içeride yazdığı şiirlerden bahsetmesin. Muhsin’in “şiir”leri katledilen binlerce gencin analarının ağıtlarını bize unutturamaz.

Siyaset adamı değil operasyon adamı

Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül’den önce siyaset adamı değildi. Operasyon adamıydı. 12 Eylül’den sonra da farklı olmadı.

12 Eylül sürecinden sonra ülkücü terör kendi işlevini büyük ölçüde tamamlamıştı. Ancak ABD’nin Türkiye üzerindeki planları bitmemişti. Türkiye’nin başına bu sefer iki yeni bela açıldı: Kürtçü terör ve dinci terör…

İçerideki binlerce ülkücü tetikçi işsiz mi kalacaktı? Tabii ki hayır…

1980 sonrası ülkücülerin hidayete erme dönemi başladı. 1980 sonrası bir kesimden teröristler PKK’ya devşirilirken, bazı ülkücü teröristler de şeriatçı örgütlerin ve tarikatların emrine girmeye başladı.

Solcu ve devrimci düşmanlığından hızla devlet düşmanlığına evrilmeye başladılar. Oysa 80 öncesi katliamlarını devlet için yaptıklarını savunuyorlardı. Bu dönüşüm sürecinde sabit kalan tek bir şey vardı o da Atatürk düşmanlığı ve faşistlikti.

Bu dönüşüm çok önemlidir. Çünkü AKP’nin tepe yöneticilerinin hepsi Kürt-İslam ileri gelenleriyken, tabandaki yönetici ve militanlar genellikle eski ülkücülerdir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu dönüşüm operasyonunda önemli bir yeri vardır. Çünkü şeriatçı ülkücülüğü bir akım olarak örgütleme görevi kendisine verilmişti.

Fethullah Gülen’in Muhsin aşkı anlaşılabilir. 1990’larda MHP’deki bölünmede Fethullah bizzat taraf olmuş ve Muhsin ile yeni partisine kol kanat germişti. “Hep dik yürüdü”, “ilkelerinden hiç taviz vermedi” denen Muhsin, başbuğu Türkeş’e bile sırt dönmüştü. Çünkü artık o sadece bir ülkücü değildi. Aynı zamanda Kürt tarikatlarının müridiydi. Yeni emirlerini başbuğdan değil hoca efendiden alıyordu.

Her uğursuz olayda BBP izi

Muhsin Yazıcıoğlu’nun misyonu değişmemişti. Yine bir şiddet odağının başkanlığını yürütüyordu. Kendisine bugün saygıdeğer siyasetçi deniyor. Cenazesinde cumhurbaşkanından tutun DTP’li-Apocu milletvekillerine kadar her türlü Kürt-İslamcı gitti. Ona saygılarını sundu.

Ancak başkanlığını yürüttüğü BBP’nin adı hiç de saygıdeğer olaylarla anılmıyor. Bilindiği gibi AKP iktidara geldiği andan itibaren şeriatçı terör tekrar hortladı. Ancak bu eylemler eskisinden farklıydı. Çünkü şeriatçı cinayetler ne hikmetse hep Atatürkçülere ve Türk Ordusu’na yüklenmeye başlanmıştı. Ve ne hikmetse tetikçiler anında AKP iktidarı tarafından ele geçiriliyordu.

Bugün pek çok kişi Ergenekon’dan ve bu tetikçilerin cinayetlerinden yargılanıyor. Ancak ne hikmetse tetikçilerin hepsi Muhsin ile ve Fethullah ile bir şekilde bağlantılı. Bu cephede tık yok.

Bugün Kürt-İslamcıların ulusalcı dediği tetikçilerin istisnasız hepsi tarikat bağlantılı, bir şekilde BBP’ye girmiş ve hatta Muhsin ile can ciğer olmuş.

Danıştay olayındaki baş şüpheli Nizam-i Alemci…

Hrant Dink cinayetindekilerin hepsi Trabzon BBP teşkilatından. Hatta önceki suçlarından içeri girince BBP onlara bakmış. Muhsin Trabzon’a gelince yakın korumalığını yapmışlar.

Rahip Santoro cinayetinde aynı iz…

Malatya’da aynı iz…

Daha geri gidiyoruz. Sivas Katliamında baş kışkırtıcılar arasında yine BBP gözüküyor.

Kurulduğundan beri üç beş oy alan bu parti tek bir hayırlı olayla adını duyurmamış. Ama tek bir BBP yöneticisi de ne yargılanmış ne sorgulanmış.

Herkesi dinleyen, herkesi sorgulayan, herkesi tutuklayan meşhur savcılar ne hikmetse tüm olaylarda partisinin adı geçen Muhsin’e yanaşmamışlar bile.

Fethullah’ın Muhsin’i neden bu kadar çok sevdiği anlaşılıyor. Şu son Kürt-İslamcı provokasyonlar ve yargılamalar zincirinde Muhsin’in adamları çok ama çok işe yaradı. Plan belli. Kendi adamlarınla provokasyonu yap. Kendi emniyetinle adamları bul. Sonra da kendi savcınla Atatürkçüleri itham et ve tutuklat. Adım adım faşizmi kur.

Kısacası Muhsin tetikçileriyle birlikte hayatının her döneminde faşizmin hizmetinde oldu. Fethullah’ından Tayyip’ine, DTP’sinden AKP’sine Kürt-İslamcı faşistlerin hepsinin onun ölümüne bu kadar üzülmesi bundandır.

Kürt tarikatının mensubu Türk milliyetçisi (!)

Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra sağ cenah, Türk ve İslam dünyasının büyük bir liderini kaybettiğini ileri sürdü. Hayret diyoruz.

Öncelikle Muhsin Türk mü?

Veya Türk ise Türk dünyasına, Türk milletine ne hayrı dokunmuş?

Onu Türk dünyasının lideri yapan ne?

İslam dünyasına faydası ne?

Müslüman ülkeler Muhsin Yazıcıoğlu’nu tanır mı?

İslam dünyası için ne katkısı olmuş?

Muhsin Yazıcıoğlu için ağlayan bir Türklük veya İslam dünyası yok. Bir tek Kürt-İslamcılar ağlıyor.

Öncelikle Türk milliyetçiliği için Muhsin Yazıcıoğlu’nun hiçbir faydası dokunmamıştır. Tersine hayatının her dönemi ABD emperyalizmine hizmetle geçmiştir.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, 1980’den önce Türkiye’nin ABD emperyalizminden bağımsızlığını isteyen gerçek milliyetçi ve devrimcilere kurşun sıkan çetenin liderlerindendi. 1980’den sonra önce Türk-İslam adı altında Atatürk milliyetçiliğine karşı çıktı. Sonra da en sonunda Kürt-İslamcı cephenin değişmez aktörü oldu.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, en büyük Türk ve en büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e hayatının her döneminde hep karşı oldu.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, 80 öncesi Türk gençlerinin kanına giren kardeş kavgasında baş aktördü.

Ama söz konusu PKK ve DTP olunca bir numaralı demokrattı. Leyla Zana hapisten çıkınca ona geçmiş olsun dilekleri hemen ileten, hatta “yüzünün teni eskiden ipek gibiydi biraz yaşlanmış ve yıpranmış” diyen hassas bir duygu insanıydı.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, Hrant Dink için şiirler destanlar yazar bu arada Atatürkçüleri suçlamaktan geri kalmazdı.

O öyle bir “Türk milliyetçisiydi” ki, Kürt menzil şeyhine ram edip, Kürtçü Fethullahçıların kanatları altında yaşardı.


Türk halkı olarak onu iyi bilmezdik

Bizler onu iyi tanıyoruz. Kardeş kavgasının müsebbibiydi.

Hayatının her döneminde faşist ve gerici oldu.

Hayatının her dönemi Atatürk’e karşı oldu.

Türkçü değil ümmetçiydi.

Hep türbancı hep tarikatçıydı.

Solcu Türk’e karşı kaplan kesilir, Kürde ve Ermeniye ise kardeşlik şiirleri yazardı.

Fikir adamı değildi. Tek bir fikri yoktu. Sadece 1980 öncesi eylemleriyle ismi sivrilmişti.

Şiirleri vardı. Ama onlar da kötüydü.

Kürt-İslamcılar üzülmekte haklı olabilirler. Ama Türk halkına bunu dayatamazlar.

Bu millet vatan için, Cumhuriyet için, bağımsızlık için Ata’sının yolunda şehit olanları saygıyla anıyor. Tek bir Türk evladını bile unutmuyor.

Ama Muhsin’i nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa kusura bakmasınlar.

Biz iyi bilmezdik… http://www.turksolu.org/231/ozsoy231.htm
 
...............................ÖLen İnsandan Şeytan BiLe İLişkiyi Kesmiştir.Yorumum Bu.

_____________

Yukarıda Yazmış Olduğum SözLerimin Arkasındayım.Yeni Üye OLan Birinin Serbet Kürsüye Bu Tarzda Bir Konu Açarak BaşLaması Bu Tezimin DeLiLidir.Açtığınız KonuLarLa İnsanları Tahrik Etmekte ve Ceza Verdirmeye Çalışmaktansınız.NasıLsa KLon Üyelik KoLay.BakaLım Senin Gerçek Yüzün Ne Zaman Orataya Çıkacak.

________________


KOCA REİS



Yad olunca kılavuz,
Bir bir tükenir Oğuz,
Burda az kaldık, sanki
Ötede daha çoğuz.


Dün, bugün, yarın derken,
Ya geç olur, ya erken,
Yer ve gök genişlerken,
Yol vardı uca Reis.


Oy ne haldı, ne haldı,
Zaman- mekan kısaldı.
Dostların öksüz kaldı,
Halimiz nice Reis.


Sen gittiğin gideli,
Esmez Kafkas'ın yeli,
Yaralı Turan ili,
Gündüzler gece Reis.


Dağlar, dağlar Keş Dağlar,
Yol bilmez serkeş dağlar,
Tuğlarımla yazmışım,
Acuna Türk eş dağlar.


Doğruya “doğru” dedin,
Sustun, ya Hak söyledin,
Dik durdun baş eğmedin,
Namluya, taca Reis.


Baş kesen, Ali kıran,
Aşkına karşı duran,
Zindanlarda yatıran,
Lanet o güce Reis.


Dört yanım yara deniz,
Yaramı sara deniz,
Şimdi seni kim söyler?
Çırpın eyy Karadeniz.


Gülde gülü derenler,
Can evinden verenler,
Yürüyor alperenler,
Ülkümüz yüce Reis.


Ötüken'den er seçmiş,
Pîr dolu bade içmiş,
Sağ yanında yer açmış,
Yesevi Hoca Reis.


Sen Oğuz'un bileni,
Gök ışıkla geleni,
Sen Nizam-ı Alem'in,
Dualı kardeleni...


Yalnız O'ndadır salah,
Yalnız O'ndadır felah,
Kurban istemiş Dergah,
Sevdası koca Reis.

Sevdalı Koca Reis..



eurpqe.jpg


















_____________________
 
Fethullah’ın ve Kürt-İslamcıların Muhsin aşkı

kapak231.png

İyi Bilmezdik


İyi bilseydiniz kendimizden şüphe ederdik dinimiz kinimizdir. Kinimiz sizi yeryüzünden kazıyana kadardır.

Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra öyle hikayeler anlatıldı ki, inanılır gibi değil. Ölen bildiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu değil de sanki evliya. Veya büyük bir düşünce adamı, toplumu birleştirmiş bir önder… Ya da memleketi defalarca uçurumun kenarından kurtarmış savaşlar kazanmış bir komutan…

Bu tantanayı kimler çıkarıyor?

İstisnasız hepsi iktidar borazanı gazeteler, Kürt-İslam faşizminin bezirganları... Zaman gazetesi, Vakit, Sabah, Star v.s…

Sizden beklemiyorduk zaten. cumhuriyet, evrensel taraf v.s yazacak değildi ya şehidimizi. Siz ne anlarsınız müslümanlar birlikte ağlar birlikte güler bu güzelliği hiç bir zaman yaşayamadınız ki.

AKP’nin seçimde oylarının keskin bir şekilde düşmüş olmasının verdiği sıkıntıyla bu cephe Muhsin gazına bastıkça basıyor. Kitlelerini böyle motive etmeye çalışıyorlar.

“O çok namusluydu”, “büyük vatanseverdi”, “hep dik durdu”, “ilkelerinden taviz vermedi”, “tüm millet onu severdi”, “demokrasi şehidi oldu…”

Başbakan Recep Tayyip bile çıktı ne büyük vatan evladı olduğundan bahsetti. İnsan sormadan edemiyor. Madem bu kadar mükemmel bir adamdı küçücük partisine oy verseydiniz.

Bir de güya bu adam bir muhalefet lideri. Neden iktidar borazanları hüngür hüngür ağlıyor? Başbakan bile çıkıp sanki AKP’li biri ölmüş gibi nutuk çekiyor.

Eski MHP'ye bağlı ÜGD terör örgütü

ÜGD kime karşı mücadele etmişte terör örgütü olmuş? Türksolu komünistmisin, apocumusun, anarşitmisin moskof yalakalarına sahip çıkmandaki sebep ne?

Muhsin Yazıcıoğlu'nun son dönem arkadaşlarından PKK'lı terörist Leyla zana


Leyla zana olayı resimden ibarettir arkadaşlık felan söz konusu değildir. Muhsin Başkanın mhp den ayrılma sebebi bizzat zanaları meclise taşıyan sizin shp nize güven oyu vermediği içindir. Zana sizin aradaşınız meclise sizin sayenizde girdi unutmadık.

Muhsin Yazıcıoğlu Terör Örgütü
Ülkücü Gençler Denrneği’nin kurucusuydu.
Solda onun yakın arkadaşı
ülkücü katil Haluk Kırcı.
muhsin-zana.jpg

Yukarda ise Muhsin’in
son dönem arkadaşlarından PKK’lı terörist Leyla Zana.
Yazıcıoğlu hep teröristlerle birlikteydi.

Oha yav çamur atılırda bu kadarmı atılır. Başkanımızın ömrü bu ülkede teröriste karşı mücadeleyle geçti. BBP nin terör dosyalarını inceleyin bakalım en keskin çözüm önerilerini kim hazırlamış "ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız" sloganı kime ait?

Elbette ki bu tantananın nedeni Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve BBP’nin siyasi başarıları veya memlekete hizmetleri değil. Sağcı-gerici cephe bir zamanlar çok kullandıkları bir tetikçi çetesinin önde gelen isimlerinden birine vefa borçlarını ödüyor. Öyle ya 1980’den önce binlerce devrimcinin kanına girilmeseydi bugünkü sömürü düzeni kurulabilir miydi?

O düzen size ait, haka CHP kanalıyla borazanlığını yapıyorsunuz. Mücadele eden bizdik ezilende biz olduk kenan paşa ve avanesi sizin adamlarınızdı.

Zaten Kürt-İslam cephesinin son zamanlarda pek bir konuşkanlaşan lideri Fethullah Gülen ağzındaki baklayı çıkarıyor. Muhsin için bakın neler diyor: “Anadolu insanı belli bir dönemde İslam’a ve Türk dünyasına karşı gelen şer güçlere karşı koydu.”

Doğru olanı söylemese abes olurdu zaten neden şaşırdınız?

Yani 80’den önceki kardeş kavgasından bahsediyor beyefendi. 1980’den önce faşist terör tarafından katledilen binlerce genç, gazeteci, akademisyen büyük hoşgörü şampiyonu “hümanist” yobaza göre İslama ve Türklüğe saldırıyordu. Anadolu insanı Muhsin gibiler de üzerlerine düşeni yapmışlar… Bahçelievler, Beyazıt, Çorum, Sivas, Maraş ve diğer kanlı katliamlar aslında şanlı bir cihadın ürünü… Muhsin gibiler de durumdan vazife çıkarıp “kafir kanı” döken saf Anadolu insanları…

Kafir olduğunu her daim açıklayan adamlara bak zorlarına gitmiş. Ne o yoksa müslümanmısınız?

Muhsin’in dirisi Fetocu saltanat ve bugün kurulan Kürt-İslam faşizmi için çok işlevsel olmuş ve faydalı işler becermiş. Bazı çok önemli engelleri ortadan kaldırmış. Ancak bu yetmemiş olacak ki, Fethullah adamın ölüsünü de kullanmak istiyor. Diyor ki: “Kazadan şüphelenin. Suikast olabilir. Tıpkı Eşref Bitlis gibi…”

Yani Muhsin Yazıcıoğlu’na aslında suikast düzenlenmiş ve buna kaza süsü verilmiş. Aksiyon dergisi de bunun propagandasını yapıyor.

Sorumlu kim?

Tabii ki Ergenekon…

Yeni kelle istiyor Fethullah. Kim bilir belki de helikopterin emekli subay olan pilotunu Ergenekoncu ilan ederler. Muhsin’in ölüsünü bunun için kullanmak istiyor. Bir de bize diyorlar ki ölüye saygı gerek. İyi de siz adamın dirisini kelle almak için kullanmışsınız, ölüsünü de kullanıyorsunuz. Bu şimdi saygı mı oluyor?

Terörist bir örgütün kurucusu

Bir kere herkes neyse onu yerli yerine koyalım. Öncelikle Muhsin Yazıcıoğlu için sık sık dile getirilen “fırtınalı bir hayat yaşadı” sözünü açığa kavuşturalım. Fırtına dedikleri 1980 öncesi yaşanan kardeş kavgası…

Ne kardeşi? Rus askerine selam dur, türk askerini arkadan vur diyen komünistlermi kardeşimiz? Allah kitap vatan millet tanımayan hepsine düşman kesilenlermi kardeşimiz?

Ama kardeş kavgası dediğimize bakmayın. Bir kısım insan elbette ki bu kavganın sorumlusudur. Onlar kardeş kategorisine girmez. Sağdan veya soldan Türk gençleri, halk çocukları gitmiş olabilir. Bunlar kurbanlardır. Ama bir kısım elebaşları bu kan deryasından elleri kirli sıyrıldılar. Bunların istisnasız hepsi korunan, ABD’yle ilişkili ve bizzat vur emri veren kişilerdir.

Muhsin sıradan bir ülkücü militan değildi. Bizzat cinayetleri ve çatışmaları planlayan lider kadrosundaydı. Ülkücü Gençlik Derneği’nin (ÜGD) kurucu başkanıydı. ÜGD yargı sürecinde resmen silahlı terör örgütü olarak tespit edildi. Muhsin terör örgütü kuruculuğundan yargılandı. Yani tıpkı PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan gibi…

Yargılandıda ne oldu? Hiç bir ceza almadan 7,5 sene yattı içerde.

Binlerce cinayetin sorumlusu olan bu örgütün en tepesindeki isim Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. Yani fikirlerinden dolayı acı çekmiş bir siyasi değildir. Tıpkı Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi cinayetten yargılanan bir isimdir. Cinayet hele pusu kurmak ve arkadan vurmak ne zamandan beri “idealler için çekilen fırtınalı hayat” oluyor.

Kuyruk acısı böyle birşey işte. Bu memleketi sahipsiz sananların yüzüne tokat gibi çarpan destanlaşan ülkücü hareketin kuyruk acısı dinmemiş belliki. Yolundayız çatlı reis, yolundayız muhsin başkan.

Ayrıca bahsedildiği gibi 12 Eylül’ün zulmettiği bir muhalif değildir Muhsin. Çünkü o dönem sıradan bir kısım ülkücü tetikçiler idam edilirken, 12 Eylül cuntası Yazıcıoğlu ve Türkeş gibi elebaşlarını özenle korumuştur. Oysa ayrıntılı bir şekilde provokasyonları tertipleyenler, eylemlerin esas planlayıcıları, silahları temin edenler ve vur emri verenler bu isimlerdir. 12 Eylül’de Amerikancı faşist cunta bu provokatörleri darbe ortamı sağlamak için kullandığından elebaşlarının istisnasız hepsini korudu. Bir tanesi bile cezalandırılmadı. Sonunda hepsi zaman aşımı ya da af sayesinde içeriden çıktılar.

Ulan hala içerde yatan ülkücüler var utanın be. Ama polise askere kuşun sıkan teröristler dışarda.

Muhsin’in geçmişi asla aklanmamıştır. Tersine ÜGD bir silahlı terör örgütü olarak resmen damgalanmıştır. Muhsin de silahlı terör örgütü kurucusudur.


Muhsin çileli bir kuşağın temsilcisi değil, tersine bir kuşağa çile çektirenlerin baş sorumlularındandır.

Mekanı cennet olsun keşke hepinizin kafasına sıksaydıda ölüsünün arkasından konuşamasaydınız? Sağlığında yemiyordu değilmi? Andolsun ulan bunlar yanınıza kalmaz.

Kimse bize hikâye anlatmasın. Kimse bize Muhsin’in ne geniş yürekli ne hümanist bir şair olduğundan, içeride yazdığı şiirlerden bahsetmesin. Muhsin’in “şiir”leri katledilen binlerce gencin analarının ağıtlarını bize unutturamaz.

Siyaset adamı değil operasyon adamı

Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül’den önce siyaset adamı değildi. Operasyon adamıydı. 12 Eylül’den sonra da farklı olmadı.

12 Eylül sürecinden sonra ülkücü terör kendi işlevini büyük ölçüde tamamlamıştı. Ancak ABD’nin Türkiye üzerindeki planları bitmemişti. Türkiye’nin başına bu sefer iki yeni bela açıldı: Kürtçü terör ve dinci terör…

İçerideki binlerce ülkücü tetikçi işsiz mi kalacaktı? Tabii ki hayır…

1980 sonrası ülkücülerin hidayete erme dönemi başladı. 1980 sonrası bir kesimden teröristler PKK’ya devşirilirken, bazı ülkücü teröristler de şeriatçı örgütlerin ve tarikatların emrine girmeye başladı.

Biz şeriatı hep başımızın tacı yaptık. Çünkü biz müslümandık, dünde öyleydik bugünde böyleyiz. Kimsenin emrinede girmedik kutsal dava bayrağının altında mücadelemizi kaldığımız yerden sürdürdük.

Solcu ve devrimci düşmanlığından hızla devlet düşmanlığına evrilmeye başladılar. Oysa 80 öncesi katliamlarını devlet için yaptıklarını savunuyorlardı. Bu dönüşüm sürecinde sabit kalan tek bir şey vardı o da Atatürk düşmanlığı ve faşistlikti.

Bu dönüşüm çok önemlidir. Çünkü AKP’nin tepe yöneticilerinin hepsi Kürt-İslam ileri gelenleriyken, tabandaki yönetici ve militanlar genellikle eski ülkücülerdir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu dönüşüm operasyonunda önemli bir yeri vardır. Çünkü şeriatçı ülkücülüğü bir akım olarak örgütleme görevi kendisine verilmişti.

Laik ülkücülüktemi var? Vay be yeni bir şey daha öğrendik herifler bizi bizden daha iyi tanıyor bravo bravo.

Fethullah Gülen’in Muhsin aşkı anlaşılabilir. 1990’larda MHP’deki bölünmede Fethullah bizzat taraf olmuş ve Muhsin ile yeni partisine kol kanat germişti. “Hep dik yürüdü”, “ilkelerinden hiç taviz vermedi” denen Muhsin, başbuğu Türkeş’e bile sırt dönmüştü. Çünkü artık o sadece bir ülkücü değildi. Aynı zamanda Kürt tarikatlarının müridiydi. Yeni emirlerini başbuğdan değil hoca efendiden alıyordu.

Başbuğun adını ağzınıza almayın Başbuğumuz Türkeş, Başkanımız Muhsindi biz hiç ayrılmadık.

Her uğursuz olayda BBP izi

Muhsin Yazıcıoğlu’nun misyonu değişmemişti. Yine bir şiddet odağının başkanlığını yürütüyordu. Kendisine bugün saygıdeğer siyasetçi deniyor. Cenazesinde cumhurbaşkanından tutun DTP’li-Apocu milletvekillerine kadar her türlü Kürt-İslamcı gitti. Ona saygılarını sundu.

Ancak başkanlığını yürüttüğü BBP’nin adı hiç de saygıdeğer olaylarla anılmıyor. Bilindiği gibi AKP iktidara geldiği andan itibaren şeriatçı terör tekrar hortladı. Ancak bu eylemler eskisinden farklıydı. Çünkü şeriatçı cinayetler ne hikmetse hep Atatürkçülere ve Türk Ordusu’na yüklenmeye başlanmıştı. Ve ne hikmetse tetikçiler anında AKP iktidarı tarafından ele geçiriliyordu.

Bugün pek çok kişi Ergenekon’dan ve bu tetikçilerin cinayetlerinden yargılanıyor. Ancak ne hikmetse tetikçilerin hepsi Muhsin ile ve Fethullah ile bir şekilde bağlantılı. Bu cephede tık yok.

Bugün Kürt-İslamcıların ulusalcı dediği tetikçilerin istisnasız hepsi tarikat bağlantılı, bir şekilde BBP’ye girmiş ve hatta Muhsin ile can ciğer olmuş.

Danıştay olayındaki baş şüpheli Nizam-i Alemci…

Hrant Dink cinayetindekilerin hepsi Trabzon BBP teşkilatından. Hatta önceki suçlarından içeri girince BBP onlara bakmış. Muhsin Trabzon’a gelince yakın korumalığını yapmışlar.

Rahip Santoro cinayetinde aynı iz…

Malatya’da aynı iz…

Daha geri gidiyoruz. Sivas Katliamında baş kışkırtıcılar arasında yine BBP gözüküyor.

Kurulduğundan beri üç beş oy alan bu parti tek bir hayırlı olayla adını duyurmamış. Ama tek bir BBP yöneticisi de ne yargılanmış ne sorgulanmış.

Herkesi dinleyen, herkesi sorgulayan, herkesi tutuklayan meşhur savcılar ne hikmetse tüm olaylarda partisinin adı geçen Muhsin’e yanaşmamışlar bile.

Fethullah’ın Muhsin’i neden bu kadar çok sevdiği anlaşılıyor. Şu son Kürt-İslamcı provokasyonlar ve yargılamalar zincirinde Muhsin’in adamları çok ama çok işe yaradı. Plan belli. Kendi adamlarınla provokasyonu yap. Kendi emniyetinle adamları bul. Sonra da kendi savcınla Atatürkçüleri itham et ve tutuklat. Adım adım faşizmi kur.

Kısacası Muhsin tetikçileriyle birlikte hayatının her döneminde faşizmin hizmetinde oldu. Fethullah’ından Tayyip’ine, DTP’sinden AKP’sine Kürt-İslamcı faşistlerin hepsinin onun ölümüne bu kadar üzülmesi bundandır.

Onun ölümüne üzülenler ancak müslüman türklerdir. Sizin gibi Allahsız vatan hainlerinin de sevindiği ortadadır. Ama o sevinç elbette kursağınızda kalacak.

Kürt tarikatının mensubu Türk milliyetçisi (!)

Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra sağ cenah, Türk ve İslam dünyasının büyük bir liderini kaybettiğini ileri sürdü. Hayret diyoruz.

Öncelikle Muhsin Türk mü?

Moskofun uşakları Türklüğü sorguluyor. Kızıl bayrak yürüyüşleri yaparken siz TÜRKMÜYDÜNÜZ yoksa HAİNMİ?

Veya Türk ise Türk dünyasına, Türk milletine ne hayrı dokunmuş?

Onu Türk dünyasının lideri yapan ne?

İslam dünyasına faydası ne?

Müslüman ülkeler Muhsin Yazıcıoğlu’nu tanır mı?

İslam dünyası için ne katkısı olmuş?

Sizler kıçınızı yayarak oturuken, Muhsin Başkan kosovada, çeçenistanda kuzay ırakta özbekistanda, bosnada, azerbaycanda, doğu türkistandaydı, gönlüyle filistinde afganistandaydı. Sadece görüşmeye gitmedi, gönüldaşları bizzat cephede çarpıştı.

Muhsin Yazıcıoğlu için ağlayan bir Türklük veya İslam dünyası yok. Bir tek Kürt-İslamcılar ağlıyor.


O yüzdenmi Türk dünyasının temsilcileri cenazeye katıldılar?

Öncelikle Türk milliyetçiliği için Muhsin Yazıcıoğlu’nun hiçbir faydası dokunmamıştır. Tersine hayatının her dönemi ABD emperyalizmine hizmetle geçmiştir.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, 1980’den önce Türkiye’nin ABD emperyalizminden bağımsızlığını isteyen gerçek milliyetçi ve devrimcilere kurşun sıkan çetenin liderlerindendi. 1980’den sonra önce Türk-İslam adı altında Atatürk milliyetçiliğine karşı çıktı. Sonra da en sonunda Kürt-İslamcı cephenin değişmez aktörü oldu.

Atatürk milliyetçiliği 12 eylülcülerin çıkardığı bir argümandır. Biz Türk milliyetçisiyiz. Şahısların değil milletin milliyetçiliği olur. Devrimci dediklerinide herkes biliyor. marksizt apocu maocu bölücü yığınlar.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, en büyük Türk ve en büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e hayatının her döneminde hep karşı oldu.

Türklüğü, Türk Milliyetçiliğini her daim faşizm olarak algılayan sizler bizim milliyetçiliğini asla sorgulayamazsınız.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, 80 öncesi Türk gençlerinin kanına giren kardeş kavgasında baş aktördü.

Ama söz konusu PKK ve DTP olunca bir numaralı demokrattı. Leyla Zana hapisten çıkınca ona geçmiş olsun dilekleri hemen ileten, hatta “yüzünün teni eskiden ipek gibiydi biraz yaşlanmış ve yıpranmış” diyen hassas bir duygu insanıydı.

O öyle bir “milliyetçiydi” ki, Hrant Dink için şiirler destanlar yazar bu arada Atatürkçüleri suçlamaktan geri kalmazdı.

O öyle bir “Türk milliyetçisiydi” ki, Kürt menzil şeyhine ram edip, Kürtçü Fethullahçıların kanatları altında yaşardı.


Menzil şeyhine bağlı olan siyasetçileri yazarım buraya apışır kalırsın sanki sadece Muhsin Başkan sofuydu. Üstelik kürt olması ancak ırkçılar için sorun teşkil eder gerçek faşistler için. Müslümanlar için değil.

Türk halkı olarak onu iyi bilmezdik

Siz Türk Halkı değil, Türkiyede yerleşmiş asalaklarsınız.

Bizler onu iyi tanıyoruz. Kardeş kavgasının müsebbibiydi.

Hayatının her döneminde faşist ve gerici oldu.

Hayatının her dönemi Atatürk’e karşı oldu.

Türkçü değil ümmetçiydi.

Hep türbancı hep tarikatçıydı.

Şeref nişanesi olsun o saydıklarınız.

Solcu Türk’e karşı kaplan kesilir, Kürde ve Ermeniye ise kardeşlik şiirleri yazardı.

Fikir adamı değildi. Tek bir fikri yoktu. Sadece 1980 öncesi eylemleriyle ismi sivrilmişti.

Şiirleri vardı. Ama onlar da kötüydü.

Yapmay yav :clap

Kürt-İslamcılar üzülmekte haklı olabilirler. Ama Türk halkına bunu dayatamazlar.

Bu millet vatan için, Cumhuriyet için, bağımsızlık için Ata’sının yolunda şehit olanları saygıyla anıyor. Tek bir Türk evladını bile unutmuyor.

Ama Muhsin’i nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa kusura bakmasınlar.

Biz iyi bilmezdik… http://www.turksolu.org/231/ozsoy231.htm

Cenazesine koşan bir milyonu aşkın kişi, akp lisi, sp lisi, mhp lisi kendi başkanı gibi sahip çıktı ve sizlere iyi bir ders çıksın burdan, biz İslama tabi olanlar, hangi partiden cemaatten tarikattan olursak olalım HEPİMİZ BÜYÜK BİRLİKÇİYİZ .... Kederimizde sevincimizde birdir. Bu ülkenin yüzde yetmiş beşiyiz. Ve siz azınlıksınız öyle kalacaksınız. Muhsin Yazıcıoğlu bu ülkede müslümanlara asla muhalefet etmedi, bütün müminleri sevdi, haklarını kolladı. Bu ülkede particilik yoluyla biribirinden koparılan müslümanları bir büyük birlikte toparlamayı amaçladı. Anadoluda düşürülen İslam sancağını tekrar Anadoludan kaldırmak gerektiğini söylerdi, ve bu uğrda bir hayat yaşadı. Elbette İslamın i sinden bile nefret eden zihniyetin Başkanmızı iyi bilmeyeceği muhakkaktır.

Hasan Basri hz bir cenaze merasiminden sonra ordaki halk bu rahmetli cok iyiy di cok yardımseverdi, düşmanı hiç yoktu dediler bunu duyunca Hasan Basri hz. bunu cenazeden önce söyleseydiniz ben bu cenaze namazını kılmazdım demiş. Çünkü bir Müslümanın Düşmanları olur, iSLAMIN DÜŞMANLARI MÜSLÜMANINDA DÜŞMANIDIR.....



 
Hakkı Öznur'un Derin Sol adlı kitabı gerçek yüzleri ortaya çıkan Amerika güdümlü bazı sol grupları böyle ajan-provakatör eylemlere yöneltti...70 milyonun içinde siz koca bir hiçsiniz...Diğer solcu kardeşlerim de alınmasınlar...lafım dev-sol, tikko gibi terörist sol gruplar içinde olanlaradır...
 
Endişe Verici Bir Nüfuza Sahip Bir Cemaatin Hikayesi...

Türkiye'de hep bir "cemaat" konuşulup tartışılıyor. Kimi eğitim çalışmalarını alkışlıyor, kimi açılan okulların gizli ajandasından bahsediyor.

Kimi "cemaatin" toplumsal uzlaşma için çaba sarf ettiğini iddia ediyor, kimi "cemaatin" emniyetten adalete, milli eğitimden TSK'ya kadar gizli örgütlenmeler içinde olduğunu ileri sürüyor. Biz aynı şekilde tartışılan başka bir "cemaati" tanıyalım: Opus Dei. Okullar, üniversiteler açıp medyada büyük bir güç haline gelen ve kiminin "kutsal mafya" diye tanımladığı bu "cemaatin" adını hiç duymuş muydunuz?

BEŞ kıtada 475 üniversite ve yüksekokulu, 200 koleji vardı...604 gazete ve dergiye sahipti...52 radyo ve televizyon kanalı aralıksız yayındaydı...
Bu bilgiler 30 yıl önce Opus Dei üyesi Alvaro del Portillo'nun 1979'da ağzından kaçırdığı bilgilerdi.

Bugün ne kadar bir güce hükmettiği bilinmiyor.
TV ve radyo sayısının 700 olduğu tahmin ediliyor.
Bu "cemaatin" endişe verici bu nüfuzu hep tartışma konusu. Kimilerine göre milyar dolara hükmeden Opus Dei, aslında sadece "kutsal mafya"!
Peki iş ve siyaset dünyas ında karmaşık ilişkiler yürüten Opus Dei neydi?..
'Allah'ın Eseri'
Adı, Josemaria Escriva de Balaguer'di.
Madrid'de sıradan bir Katolik papazdı. İnzivaya çekildiği kilisede "Tanrı'dan gelen vahiy" sonucu 2 Ekim 1928'de "Opus Dei" (Allah'ın Eseri) adlı gizli "cemaatini" kurdu.
Amacı; Vatikan ve kiliseler dışında Papa'ya destek olacak iyi e ğitim görmüş elit bir grup oluşturmaktı.
Opus Dei'ye göre Papa'nın kimliği, kilisenin ve Papalık kurumunun üstündeydi!
Papa; Tanrı Krallığı'nın kutsal önderi "olağanüstü" bir kişiydi.
Opus Dei'nin ruhaniliği kendine özgündü. "Çilecilik"; acı çekme yüceltiliyordu. Müritler
kırbaçla göğü slerine, sırtlarına vuruyordu. Çünkü onlara göre acılar ruhu Allah'a yaklaştırıyordu!

Müritler okullarda yetiştirildi
Papaz Balaguer "müritlerini" genelde Katolikliğe sıkı sıkıya bağlı varlıklı, iyi eğitim görmüş zenginlerden oluşturmaya gayret etti. (Cemaate bağlı işadamları genellikle turizm ve inşaat sektöründeydi.)
Mesleğinde başarılı doktor, mühendis, gazeteci, yazar vs. hepsini "cemaatine" kazanmaya çalıştı. Başarılı da oldu. Tamamen gizli olan "cemaate" üç tipte katılım olanağı vardı.

En kalabalık olan "kadro dışı" olanlardı. Bunlar günlük hayatını "cemaat" idealine bağlı olarak yaşayan evli ya da bekar müritler idi.

"Kadrolular" ise kendini tamamen "cemaate" adamış seçkin, önderlik edecek erkekler ve kadınlardı.

Bir de "yardımcılar" vardı "cemaate" üye olmayıp etkinliklere katılan ve özellikle de bağış yapan kişilerdi bunlar.

"Kadrolu" kişi Opus Dei'ye kabul edilmek için tanıklar önünde yemin etmek zorundaydı.
Sadakatle bağlı kalmak, gizliliğe harfiyen uymak ve havarilere özgü bir yaşam sürmek şarttı. Aile yaşantısı onaylanmayan müritler ailelerinden uzakta özel evlerde barındırıldı.
Eğitim yoluyla seçkin önder elemanlar yetiştirmeyi hedeflediler. Okullar açtılar ardı ardına.
Yetmedi taşradaki başarılı çocuklar için yurtlar hizmete soktular. Yurtdışı burs olanaklarını iyi kullandılar.
Yetişen müritleri devletin kilit yerlerine yerleştirdiler.
Ve hep devlet desteği gördüler.
Çünkü düşman ortaktı...

Ağca'nın Papa'ya suikastı
Opus Dei kurucusu Papaz Balaguer antikomünistti. "Cemaat" için komünistlerle mücadele esastı. Bu sebeple İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilere karşı savaşan Faşist Franko'nun yanında saf tuttular.
İlişki karşılıklıydı Franco iyi yetişmiş "cemaatin" insan kaynaklarından hep yararlandı.
"Cemaat" ise diktatör Franco'nun gölgesinde büyüdü.
Opus Dei, iş dünyası ve politikadaki gücünü her geçen yıl artırdı.
Bir yanda sürekli "partiler üstü" gözüktüler, diğer yanda ellerini politikadan hiç çekmediler.
İlk dönem İspanya ile sınırlı mütevaz ı gizli "cemaat" zamanla mürit sayısını, siyasi ve iktisadi nüfuzunu artırınca ülke dışına da "hizmete" başladı. Çünkü soğuk savaş dönemi başlamıştı.

Yıl 1947. Opus Dei kurucusu Papaz Balaguer, Roma Vatikan'a çağrıldı.
"Papa Hazretleri'nin Yüksek Papazı" unvanı verildi.
Opus Dei böylece dünyadaki kiliseler bünyesinde ayrıcalıklı bir yer edindi tanındı.
Özellikle 1982'den sonra Papa II. Jean Paul'ün kanatları altına girerek Vatikan'ın en etkili dinsel örgütü oldu.
(Ara not: Mehmet Ali Ağca'nın Papa II. Jean Paul'e 13 Mayıs 1981'de suikast yaptığını anımsatırım. Ergenekon soruşturması nedeniyle İtalya'daki Gladio'yu dillerinden düşürmeyenlerin Vatikan Opus Dei ilişkisini göz ardı etmemelerini öneririm.)

'Hoşgörü' ve 'diyalog'
Opus Dei'nin anahtar iki sözcüğü vardı: "Hoşgörü" ve "diyalog"!
Bu iki kavramı kullanarak dünyanın çeşitli ülkelerindeki insanlarla yakınlaştılar, konferanslar seminerler düzenlediler, okullar açtılar, TV gazete satın aldılar. Adları duyulmamış aydınları ünlü yaptılar.
Sahibi oldukları 12 film şirketini psikolojik savaşın emrine verdiler.
"Hoşgörü", "diyalog" sözcüklerini ağzından düşürmeyen Opus Dei, diğer yandan soğuk savaşın en güçlü antikomünist örgütlerinden biri oldu.
Özellikle İspanyolca konuşulan Latin Amerika'daki ülkelerde sosyal hareketleri destekleyen kiliseler ile sol hareketlerin kurduğu ittifakı bastırmak için aktif olarak kullanıldı. Örneğin, Şili diktatörü Pinochet gibi eli kanlı askerlerle sıkı işbirliği içinde oldu.
Arjantin, Paraguay ve Uruguay'da otoriter rejimleri destekledi. Nikaragua'da diktatör
Somoza'yı, Peru'da Fujimori'yi finanse etti. Yani CIA ile Opus Dei hep içli dışlı idi.
"Cemaat" Avrupa'daki politik kirli işlerin de içindeydi.
Fransa'da sosyalist Mitterrand karşısına Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarılan Maliye Bakanı Valery Giscard d'Estaing'i desteklediler.
Zaten baba Edmond Giscard d'Estaing, Opus Dei'nin sahibi olduğu Banco Popular
Espanol'un başkanıydı!
(Ara not: Gladio'nun Türkiye'deki dinci ayağı hep gözlerden kaçırılmak istenmektedir.
Komünizmle Mücadele Derneklerini, İlim Yayma Cemiyetlerini hangi hoca efendiler kurdu?
CIA, Türkiye'de hangi hoca efendilere kefildir?)

Tanrı'nın Ahtapotu
Opus Dei'nin kurucusu Papaz Balaguer, ülkesi İspanya'ya bir daha dönmedi. Hayatının sonuna kadar Vatikan'da yaşadı.

1975'te öldükten sonra önce 1990'da "üstat" ilan edildi. Ardından 2002'de azizlik mertebesine çıkarıldı! 300 yıl beklemesi gerekirken 15 yılda bu unvanı alıvermişti!

Tüm bunlara rağmen kamuoyundaki imajını hiç iyileştiremedi. Milyar dolarlık serveti nedeniyle "kutsal mafya" olarak değerlendirildi.
İngiliz araştırmacı Michael Walsh, "cemaate", Opus Dei (Tanrı'nın Eseri) değil Actopus Dei (Tanrı'nın Ahtapotu) adını verdi.
İsviçreli toplum bilimci, siyaset adamı Jean Ziegler ise Opus Dei'yi terörizm kadar mücadele edilmesi gereken a şırı sa ğcı bir hareket olarak gördüğünü yazdı.
Bu arada şunu yazmalıyım:
"Avrupa'da Gladio'lar bir bir açığa çıktı bir tek Türkiye'deki bilinmiyor" diye yeri
göğü birbirine katan liberaller, İspanya'daki Gladio Opus Dei ilişkisinin neden açığa çıkarılmadığını biliyorlar mı?
Bilmiyorlar. Bilmedikleri çok...
Opus Dei, Vatikan'ın en önemli "Hıristiyanlık Dışı Dinler ve İnançsızlar" kurumunu elinde bulunduruyor. Bu "diyalog arayıcısı" hoşgörülü kurum, Müslüman ülkelerdeki bazı "cemaatler" ile sıkı bir işbirliği içinde. Peki kimdir bu "cemaatler"? Ortak paydaları nedir?
Yeni Dünya Düzeni'nin "İslam ayağı" olan "Ilımlı İslam Projeleri" nerelerde, nasıl kotarıldı?
Neymiş, "cemaatler yalnızlaşan insanın terapi merkezi" imiş!
Keşke mesele bu kadar basit olsa.
Opus Dei ve benzeri "cemaatler" aslında gerçeği yüzümüze çarpıyor.
Tabii görmek isterseniz.

Soner Yalçın
kaynak

not:yazı kısaltılarak alınmıştır...
 
Hoca Efendi Ne Zaman Dönecek?

Hocaefendi ne zaman dönecek?
Hüseyin Gülerce, Star Gazetesi'nden Fadime Özkan'a Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve Gönüllüler Hareketi'ni anlattı.

Bilmeyenler, merak edenler, anlamak isteyenler için, dolaşımdaki iddialar da dâhil hemen her şeyi cemaatin önde gelenlerinden, Hocaefendi’nin ‘dostu’, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’ye sorduk. Gülerce, hiçbir sorumuzu geri çevirmedi. Röportajda tüm bu soruların cevaplarını bulacaksınız.

İşte o röportaj:

Fethullah Gülen kimdir?

Ülkesi, insanı ve insanlık için sancı çeken, dertlenen, çare için fikir geliştiren bir aksiyon adamı. Hem fikir, hem aksiyon adamı.

Cemaatin nesi olur?

Cemaatin büyüğüdür.

Önder denebilir mi?

Önderde bir işaretle arkasından gidilen ve son sözü söyleyen, anlamı var. Ama Sayın Gülen istişareye önem verir. İstişare edilecek insanı bilir, istişarede ortaya çıkan sonucu savunur.

Böyle bir çağda, yaşadığımız konjonktürde hele de 11 Eylül’ü yaşamış bir dünyada 110 ülkede okulları ve diyalog merkezleri olan biri olarak küresel anlamda neye tekabül ediyor?

Tablo ilginç tabii: Sayın Gülen önce Edirne’de bir cami hocası, İzmir’de öğrenci yurdu yöneticisi. Sonra vaazlara başlıyor, daha o yıllarda gençlerle ilgileniyor. Fethullah Gülen bugün gerçekleştirdiği planını genç yaşında yapmış biri. Eğitim var o projenin içinde, insan yetiştirmek var ama o insanı mana kökenimizde yetiştirme var. Yola küresellikle değil yerellikle çıkmış. Hani bir söz vardır; bir bayrak rüzgar bekliyordu, diye. Türkiye ve dünya böyle bir ses bekliyordu. Önce bizim insanımıza makul geldi Gülen’in fikirleri, sonra küresel manada makul geldi. Tavsiye ettiği sevgi barış diyalog yolu buna denk geldi. 2. Dünya Savaşı sırası olsaydı, insanlar o çatışma içinde dönüp bakamazlardı böyle bir sese. 11 Eylülden sonra ise Batı bir diyalog arayışına girdi. Bir bakıldı ki Gülen başından beri, diyalog ve barıştan başka yol yok, diyor. Kendisini anlatabilmek için iki şey önemli oldu; biri din dersinin verilmediği, insani değerlerin temsil edildiği Türk okulları, diğeri 110 ülkede olan diyalog merkezleri.

Sayın Gülen’in sağlığı nasıl?

Elhamdülillah iyi, konuşuyor, her hafta sohbetler yapabiliyor ama şekeri, tansiyonu var ve kalbinde stent takılı. Bir de artık o alışmış ama ciddi uyku problemi var. Günde toplam iki saat uyuyor. Onu da bölük pörçük, senelerden beri böyle.

22 SAAT ÇALIŞIYOR, 2 SAAT UYUYOR

Bütün o 22 saati nasıl geçiriyor?

Çalışıyor. Yazılarını tashih ediyor. İki ayda bir kitabı çıkıyor. Sohbet ediyor. Bunu da yine bizlerin, sevenlerin hatırı için yapıyor. Çünkü büyük bir çoğunluk onu görebilme imkânına sahip değil.

Nasıl bir hayatı var orada, günü nasıl geçiyor?

Sağlığı yerinde oldukça misafirlerini kabul ediyor. Yanında kalan 7, 8 kişi var. Sabah namazı tesbihatla kılınıyor ve namazda bulunuyor. Sonra istirahata çekiliyor. 10 gibi kahvaltı için odadan çıkıyor ve sonra istirahata çekiliyor. Sonra tekrar öğle namazı için çıkıyor. Orada zamanı saatlerden çok namaz vakitleri belirliyor.

Müslüman saati işliyor yani.

Evet, orada saat kaç denmez mesela. Bir de en çok sorulan soru; ‘odasından çıktı mı, odasına girdi mi’dir.

6 AY BAHÇEYE BİLE ÇIKMADI

Evden dışarı çıkmıyor mu hiç?

Sağlıkla ilgili olarak, göz ya da diş muayenesi için çıktığı oluyor tabi. Ama evin bahçesine bile altı ay çıkmadığı oldu.

Yarı münzevi hayatı yaşıyor sanki.

Normal bir insanın buna dayanması zor. İnsan istemez mi eş dost akraba gelinsin gidilsin. İnsanın yaşıtlarıyla rahatlaması da çok önemli. Hocaefendi’nin akranı yok orada. Şaka yapacağı kimse yok. 10 yaş küçüğüz ama bazen gittiğinizde o espri ihtiyacını görüyorsunuz onda.

O, cemaat için sıkıntılara katlanıyor, özlediği halde memleketine dönemiyor mesela, cemaatten bir yaşıtı da arkadaşlık etmeye gönüllü gidemez mi oraya?

O hayata dayanılması da kolay değil. İnsanlar hevesle gidiyorlar ama bir ay daha kalamaz mısınız dense, o kadar sevmeye rağmen düşünürler yani. Onun kendine göre bir hayatı var orada.

Siz Sayın Gülen’in nesi oluyorsunuz?

Ben arkadaşı, dostu oluyorum. Bunu da bana imzaladığı bir kitaptan biliyorum. Ne yazdığı bende kalsın.

Nasıl hitap ediyorsunuz?

Hocam, diye Efendim, diye hitap ederim. Zaten saygı gereği kendinizden büyüklere Efendim dersiniz.

O size nasıl hitap eder?

O bana Hüseyin Bey diyor.

DÖNÜŞ ERGENEKON’DAN SONRA MI?

Türkiye’ye ne zaman dönecek, planı ne?

Kendisi “dönmek için konjonktürü müsait bulmuyorum” dedi.

Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu kararıyla beraat etti, hiçbir engel yok, neyi bekliyor?

Evet, beraat etti, bu bir içtihattır fakat şunu söylüyor: “Türkiye’de henüz demokratikleşme sağlanamadı, ben geldiğimde harekete zarar vermek için birileri komplo yapabilirler, şu kadar yurt dershane okul var”. Düşünün ki Türkiye’ye ayak basar basmaz peş peşe üç dört tane hadise olsa, buna teşne medya ne diyecek? Beraat kararı açıklandığı günün ertesi günü Milliyet gazetesinin manşeti şuydu: “Gülen’in yeşil kart başvurusu reddedildi”. Oysa ne başvuru reddedilmiş, ne böyle bir şey var! Aldı da zaten o kartı. Bu bir tesadüf olabilir mi?

Amaç neydi sizce?

On yıl sürmüş bir dava beraatla neticelenmiş, edilmedik laf kalmamış. Çete kurdun, laik düzeni yıkmak için çalıştın denmiş. Bundan beraat etmiş. Milyonlarca seveni mutlu olmuş, hak yerini buldu demiş. Ama Milliyet ‘Gülen’e soğuk duş’ diyor. Göçmenlik bürosunun avukatı, savcı olarak takdim edildi o haberde ve Cumhuriyet gazetesinin iddiaları tekrarlandı. Sanki ‘Türkiye’de beraat etti ama bakın Amerikalıların da kafa karışık’ demeye çalışıyorlar. Bu iyi niyetle yapılmış bir şey olabilir mi?

NORMALLEŞMEYİ BEKLİYOR

Ergenekoncular planları ve silahlarıyla yargı karşısına çıkarılıyor artık ama burası Türkiye. Bu tür provokasyonlara her zaman açık ne yazık ki?

Ben öyle düşünmüyorum. Ergenekon davası inşallah demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldıracak. Kurumlar Anayasadaki görev alanlarına oturacak, herkes kendi vazifesini yapacak. Bakın, Ergenekon davası başladığından beri faili meçhul cinayet işlenmiyor artık Türkiye’de.

Sayın Gülen Ergenekon davası sonuçlandığında dönecek demek ki bu?

O dava 5, 6 sene de sürebilir. Dava, devlet içinde artık bir daha Ergenekon türü hukuk dışına çıkma hareketleri, yapılanmaları cesaret bulamayacak şekilde ilerlerse ve artık TSK, emniyet, başka kurumlar kendi içlerinde böyle yapılara asla taviz vermeyeceklerini kararlılıkla ifade eder, bunu davranışlarıyla sergilerlerse, bu, Türkiye’de demokratikleşmeyi çok hızlandırır. İşte buna o zaman normalleşme denebilir ve komplolara kimsenin izin vermeyeceği böyle bir atmosferde Sayın Gülen’in dönmesi mümkün olur. O, o atmosferi bekliyor.

SONRASINI ALLAH BİLİR

Allah uzun ömürler versin ama Sayın Gülen’in, Gülen sonrası için bir planı var mı?

Bu, bünye içinde asla konuşulan bir şey değil. Bu işin sahibi Allah. Sayın Gülen hep “Biz yapmıyoruz Allah yapıyor” diyor, okullar falan açıldığında. Her şeyin sahibi Allah olduğuna göre bu işin ortada kalması, göçmesi mümkün değil. Allah dilemezse hiçbir şey olmaz. Peygamberimiz (S.A.V) vefat ettiğinde de sahabe efendilerimiz büyük şaşkınlık yaşamış. Hz. Ömer, ‘kim öldü derse alırım başını’ demiştir. Makul ve doğru söz ise Hz. Ebu Bekir’den gelmiştir. Ayeti, Efendimizin de vefat ettiğini hatırlatmıştır. İslamiyet O’ndan sonra daha çok yayılmıştır. Bu hareket de Allah geçinden versin, Hoca efendi vefat ettikten sonra daha da büyüyecektir.

Cemaatin Hocaefendi ile ilişkisi, sahabenin Peygamber Efendimizle ilişkisi gibi midir?

Ben fizik hocasıyım, dinen yanlış olur mu böyle bir şey söylemek bilmiyorum ama Mehmet Akif de Çanakkale Şehitleri için “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” demiş. O kahramanlıklarını benzetmiş, ben de Peygamberimizin, sahabe efendilerimizin muhabbetini benzetiyorum. Başka bir örnek bulamıyorum.

Sizin bunu cevaplamak zor biliyorum ama sonrasında ne fark olur?

Şu olur: Bugünkü tat bir daha yaşanmaz. (gözleri nemleniyor) ben mesela üzüldüğüm sıkıldığım zamanlarda rahatlama, manen şarj olma adına Hoca efendiye gitmeyi arzu ediyorum. Bir şey çekiyor beni. Onu özlüyorum. Allah geçinden versin, ben hayattayken o vefat etse kime gideceğim? Hizmetlerimden elbette vazgeçecek değilim. Ama artık olmayan, yerine hiçbir şeyin konamayacağı bir durum olacak.

Hocaefendi hizmetin zarar görmeden devamı için mutlaka tedbir almıştır gibi geliyor bana.

O tedbir alınmış zaten. Bütün bu çalışmalar zaten bir istişare mekanizmasıyla götürülüyor. Çizgide bir değişiklik olmaz, yine öyle devam eder.

AMACIMIZ ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK

Cemaat için ‘Gülen hareketi’ deniyor. Nasıl bir hareket bu, ne hareketi?

Aynı duyguyu heyecanı hedefi paylaşan insanların bir araya geldiği bir hareket.

Hedef ne?

Hedef, sadece ve sadece Allah’ın rızasıdır. Mümin olmayan biri için bu laf sıradan gelebilir. Geç bunu kardeşim, senin bu işte menfaatin ne, diyebilirler. Halbuki bu dünyada en büyük kâr Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hocaefendi “Bu dünyada en pahalı şey Allah’ın rızasını kazanmaktır” demişti, öyle bir şeyi hedefliyorsunuz ki hiç kolay değil.

Bir ‘Gülen fenomeni’ oluştu. Humeyni’nin Fransa’dan dönüp devrim yapması gibi Gülen’in de ABD’den dönüp rejimi değiştireceği sanısı, bütün diyalog barış söyleminize rağmen cemaatle ilgili bir korku ve kuşku var. Cevabınız ne?

Sayın Gülen, Humeyni’ye benzetilmesine şiddetle itiraz ediyor. İran’daki İslami anlayışla Anadolu’daki anlayış bir değil, orada din adamları yönetimin içinde. Fakat ağzınızla kuş tutsanız, Türkiye’de dine düşman insanlar var fakat dürüst davranmıyorlar. Kur’an’a karşıyız diye yürüyüş yapmıyorlar, şeriat istemeyiz diyorlar. İyi de Türkiye’de şeriat isteriz diyen mi var? Cami avlusunda şeriat isteriz hilafet isteriz diyenler Ergenekoncu çıktı. Provakosyon var yani. Sayın Gülen 1994’te dedi ki “Türkiye’de ve dünyada demokrasiden dönüş yok2, 15 sene önce. Demokratik laiklikten, hukukun üstünlüğünden insan haklarından özgürlüklerden yana bir hareketin manevi büyüğü, diyalog ve uzlaşma yoluyla buluşmak istiyoruz diyen bir insanın laiklik karşıtlığıyla karşılanmasını anlamam mümkün mü?

KANLI ELİ TUTMAYIZ

Diyalog anahtar kelimelerinizden ama kırmızı çizgileriniz ne? Şeriat istemezük diyenlerle Ergenekoncularla diyalog kurar mısınız mesela?

Herkesle diyalog olmaz, yılan adamı ısırmış, yılanla diyalog kuramazsınız tabi. Ergenekoncularla uzlaşma olmaz, elinde kan olan adamın elini tutamazsınız.

Cemaatin devletle ilişkisi nasıl? Devleti ele geçirmeye çalışıyor, diyenler var. Yargıda f tipi, emniyette f tipi, eğitimde f tipinden devleti ele geçirdiğinden bahsediliyor.

İnsanları yargıya emniyete neyle alıyorlar? Sınavla! Sayın Gülen diyor ki; “Milletin evladı, devletinin bütün kurumlarına hak ettiğinde girer. Mülkiyeye de girer askeriyeye de girer tıbbiyeye de girer”. Ben bu vatanın evladıyım. Vergimi veriyorum, dürüst vatandaşım, kimse bana sen şu kötülüğü yaptın dememiş. Soruyorum: Ben bu milletin evladıyım. Devlet milletimin devleti. Kendi devletime nasıl sızmış oluyorum? Bunun mantığı yok. Birileri ‘girmiş’ oluyor, onlarla aynı fikirde olmayanlar girince ‘ele geçirmiş’ oluyorlar, nasıl oluyorsa. Mantık buysa ben de derim ki, demek ki onlar devleti geçirmiş zamanında.

GÜCÜMÜZ SAMİMİYETİMİZ

Peki. Gücünü nereden alıyor cemaat, siyasi, ekonomik, sosyal gücünü?

Bu hareket bütün gücünü bence samimiyetinden ve güvenden alıyor. Şimdiye kadar İslami camiada öne çıkan hareketler çok olmuştur. Fakat Müslümanların bu alanlarda çok kandırıldığına şahit olduk. Bu hareketin 80’den beri içindeyim. Gördüğüm ihlas, samimiyet, sevgi ve güven. Bir örnek anlatayım: Yalova’da özel bir okul olsun dedik. Biri arsasını verdi, biri çimentosunu, biri bir başka ihtiyacını. Yakın bir arkadaşıma da dedim ki ‘biz bu işi himmetle yapıyoruz. Her ay senden 10 lira talep ediyorum’. Olur, hocam, böyle bir şeye veririm dedi. Sonra kolejin açılışına geldi, bana dedi ki, “Ben sana kırıldım, Yalova’ya böyle güzel bir müessese yapıyorsunuz, çocuklarımız okuyacak, niye benden 10 lira değil de 20 lira istemedin”. Böyle bir güven itimada dönüşmüş, tecrübe edilmiş bir güven var. Bu hareketin adı gönüllüler hareketi. Gönüllüsünüz ve gönüllere girmek istiyorsunuz. Bu insanları kimse tutamaz. İnsanlar hayırda yarışıyorlar. Ama siz de çok oldunuz deniyor, hayır peşinde koşanların sayısının çok olmasının kime ne zararı var?

Sahip olunan bu güçten memnun mu peki cemaat?

Bir laf var: İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar diye. Aslında güç olmak hareketin kendisi için çok tehlikeli. Günlendikçe siyaset size göz kırpar. Sayın Gülen buradayken, her seçim dönemi bütün siyasetçiler geliyor görüşüyorlardı. Şu dönemde olsaydı yine olacaktı. Ama şöyle bir sözü var, 1996’da falan söylemişti galiba: “Ben isterim ki bir gün bu hareket büyüdüğünde ortaya koltuk çıkar, size koltuk teklif edilirse, arkadaşlarımız bizden bu kadar deyip gitsin. Eğer bu hareketin içindeki insanlar fiili olarak siyasete girerlerse bu harekete yapılmış en büyük hakarettir. Neden? Çünkü insanlar, bunu yapanlara derler ki, ha, meğerse dertleri iktidarmış. Bu kadar genişleme iktidar içinmiş. O samimi ihlâslı hizmetler üzerinde bir sürü soru işareti tereddütler oluşur” dedi.

DEMOKRAT OLSA BAYKAL’I DA DESTEKLERİZ

Fiili siyaset değil ama hep bir siyaset zannı vardır cemaatin üstünde?

Sayın Gülen “Ben bütün partilere eşit uzaklıkta değil eşit yakınlıktayım” dedi. Şu anda da bir kesim ısrarla demokratikleşmenin önündeki engeller kaldırılsın, AB reformları yapılsın, diyor bir kesim de CHP başta olmak üzere buna karşı çıkıyor. Zaman, Samanyolu demokratikleşme istiyor. İktidar partisi de demokratikleşme AB reformlar anayasa değişikliği için uğraşıyor. Bunu başka parti yapsaydı onu da desteklerdik. CHP yapsın onu destekleyelim.

Baykal ''din temelinde ayrışmaların ve cemaatleşmelerin, eğitimi, hukuku, yargıyı ve emniyeti yönlendirmeye başlamasına göz yumulması ihanet projesi değilse aymazlıktır'' dedi.

Bu suçlama 98’den 2008’e kadar hem de çok ağır şekilde “devleti ele geçirmek için çete kurma” iddiasıyla yapıldı ve dava beraatla sonuçlandı. Ayıp değil mi yargısız infazlardan şikâyet eden Baykal yargıya kararına rağmen yargısız infaz yapıyor, üstelik kendisi de hukukçu. İnsanlar makul buluyorlarsa bu hizmetleri, metodu üslubu ki bu üslupta kavga yok hoşgörü var - bu hareketin genişlemesi Türkiye’nin o kadar yararına ki. Allah korusun tersi olsa, radikal insanlar genişleseydi ben de Baykal ile birlikte bu tehlikenin karşısında dikilirdim. E, bunlar mülayim insanlar. Ne yapıyorlar? Okul!

BAŞBUĞ DA HATIRLASIN

Başbuğ konuşmasında cemaati neden işaret etti sizce?

Aynı şeyi yine söylememiz lazım. Yargısız infaz yapılmamalı. Sayın Genelkurmay Başkanı’nın kast ettiği Gülen hareketi ise, herkese yapılan şu hatırlatmayı ona da yapmamız lazım: Burası bir hukuk devleti mi, burada insanların suçlanması ve mahkûm edilmesi mahkemeler kanalıyla mı oluyor? Evet. Peki. Sayın Başbuğ’un suçlarken söyledikleri 10 yıl sürmüş bir süreçte yargılandı ve beraat etti zaten. Yeni bir şey yok.

Kuzey Irak’ta 16 yıldan beri okulları var cemaatin. Erbil’de bir Kürt konferansı yaptınız. Bölgeyle ilişkileriniz iyi. Asker bundan, Kürt meselesiyle ilginizden rahatsız olmuş olabilir mi?

Kuzey Irak’ta ilk okulumuz açıldığında orada görevli bulunan rütbeli subaylarımız destek verdiler. Çok iyi bir şey yapıyorsunuz dediler. Hem Sayın Gülen Kürt meselesiyle özel olarak ilgileniyor değil. Bizi bölecek, birbirimize düşürecek, içerden ve dışarıdan kaşınan tüm yararlarla ilgileniyor. Mesela Sünni alevi çatışmasını önlemek için de çalışmaları var. 15 senedir camilerin yanında Cem evi açılmasını tavsiye ediyor. Laik dindar kavgası olmasın diyor. Yangına körükle değil köpükle gidiyor. Bunu, onu eleştirenler de biliyorlar ama yangını niye sen söndürüyorsun, kim oluyorsun, otur oturduğun yerde, diyorlar. Kendileri yapsa bunları sorun olmayacak. Saylan’ın okulları çok makbul değil mi?

TÜRKAN SAYLAN’A SAMİMİ BİR ÖNERİ

Bir iddiaya göre Fethullah Gülen Hareketinin “Işık evleri” ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin “Ata Evleri”nin kavgası sürüyor şu an.

Asıl rahatsızlık dinden ve dindar insanlardan. Bir hareket içinde dini motifler, dini motivasyon, Allah’ın rızasını kazanma varsa bu birilerini rahatsız ediyor. Kendileri gibi düşünenler inananlar iş yapıyorsa, ayrım da yapsa sorun olmuyor. Bakın Saylan’ın okullarında başörtülüye, imam hatipliye burs yok. Gülen’in burslarında böyle bir ayrım yapmaya, bu başörtüsü takmıyor burs vermeyelim demeğe kimse cesaret bile edemez. Çünkü Hocaefendi en başta demiş ki “İnsanları kılık kıyafetine görünümüne göre ayırmayın”. Ölçüyü Allah koymuş, ölçü takvadır.

ÇYDD’nin yaptığı işlere ne diyorsunuz, onlar da çocuklar, kızlar okusun diye koşturuyor?

Bizim kimseye hasım olmamız mümkün değil. Hocaefendi’nin en güzel sözlerinden biri, “Biz dostluğa dost, düşmanlığa düşmanız”. Dolayısıyla biz onları hasım kabul edemeyiz. Ama onlardan gelen karalamalara suçlamalara da bir şey söylememiz lazım. Saylan okullarıyla ilgili samimi olarak şunu söylemek isterim: Aslında insani hizmet ettiğini, hayır peşinde koştuğunu söyleyen vakıflar birbirleriyle kavga edeceğine, çatışacağına herkes kendi kulvarında eğitime gençlere destek olsun, doğru olanı budur. Mesela ben kiliselerden misyonerlerden para almasına bile itiraz etmem. Demokrasiden bahsediyorsanız, hukuka uygunsa nereden alırsa alsın. Burada yanlış olan şu: Hem ulusalcılık yapıyorsunuz hem kiliselerden para alıyorsunuz. Hem apartmanların altında kiliseler açılıyor diye şikayet eder hem kiliselerden yardım alırsanız, eleştiririm.

İDDİA EDEN İSPATLASIN

Sayın Gülen’in zaman zaman ‘önümüzdeki günlerde terör olayları çıkabilir’ demesini istihbaratının güçlü olmasına bağlayanlar, bunu da Tuncay Güney’in “Eskiden Gülen, Ergenekon’un alt yapılanmasıydı, zamanla onu geçti. Emniyette güçlendi. 28 Şubat sonrası Ergenekon, Gülen cemaatini tasfiye kararı aldı. Şimdi Gülen ile Ergenekon arasında çatışma var” iddialarına dayandıranlar var. Cevabınız ne buna?

Herkes her şeyi söyleyebilir, dilin kemiği yok. Cevap yetiştirmek de mümkün değil. Bir dönem de birileri çıktı, hem de Müslümanların arasından bir grup, dedi ki, “Gülen aslında gizli kardinaldir. Vatikan’da yüz kardinal var, 99’u biliniyor biri bilinmiyor, o Gülen’dir” dedi. Bu da dolaşımdaydı bir dönem. (gülüyor) Bizim gençliğimizde de sağcılık solculuk vardı. Solcular komünistti ve bize göre hepsi Rusya’dan para alıyordu. Solculara göre de sağcılar, Amerika uşağıydı. Şimdi öğreniyoruz ki Gladyo bütün NATO ülkelerinde kurulmuş, para da CIA’den gelmiş. O dönemde aynı silahla sabahtan solcuları sağcılara, öğleden sonra sağcıları solculara vurdurtmuşlar. Burada da önemli olan akla gelen her şeyi söylemek değil, hukuka başvurmaktır. Hukuk devletinde iddiaların ispatı belgeyle şahitle olur. Emniyette Gülenciler var deniyor. Son olayı ele alalım. İstek Vakfı arazisindeki silahlar ihbarla ele geçti. Emniyet gidip buluyor da ihbarı kim yapıyor. Emniyet değil herhalde. Emniyet ilk kez bağımsız çalışıyor. Türkiye’de demokrasi gelişiyor, devlet organları hukuk devleti gereği kendi görevini yerine getiriyor. Rahatsız olanlar da söyleyecek laf bulamadıkları için Gülen’ciler sızıyor diyor. İşini yapan insanları suçlamak ne kadar ayıp. İtalya’da derin devletin tasfiyesinde halbuki ‘cesur savcılar çıktı, devleti temizliyorlar’ diyorlardı, e şimdi burada da çıktı cesur savcılar çıktı. Niye eleştiriyorlar?

Niye eleştiriyorlar?

E, tezgâh bozuldu. Bir ülkede 60 sene boyunca darbe olur da darbeciler hiç yargılanmazken bir gün gelince yargılanmaya başlarsa bu bazılarının kimyasını bozmaz mı?

DEVLET ZAAFA UĞRAMASIN

Hoca efendi devletle her zaman uyumluydu fakat onu çok itaatkâr bulanlar, 80 darbesini desteklemekten öte Sızıntı dergisinde methiyeler düzdüğünü söyleyenler var. 28 Şubat’ta da mesela türban kavga haline gelmesin diye açıklamalar yaptı. Şu an demokrasi çizgisi çok net ama o zamanla bugün arasında ne fark var?

Çok güzel bir soru. Sayın Gülen’in devletle hükümetle ilgili tavırlarında bir yanlış anlama var. Bakın. Sayın Gülen, bundan önceki bütün hükümetlere destek çıktı. Özal hükümetine, Mesut Yılmaz’a, Çiller’e, Ecevit’e. Ayrım yapmış mı? Bu siyasallaşma değildir. Soru şudur: Gülen hareketi hükümetlere destek veriyor çünkü ekonomik, sosyal istikrar isteniyor. Bu hükümetler Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri değil mi, başarılı olsunlar isteniyor. Aynı şekilde devletle ilgili meselelerde de, devlet zaafa uğramasın, bir çatışmanın ortasında kalmasın, taraf tutmasın deniyor 28 Şubat sürecinde başörtüsü ile ilgili yumuşak bir şey söylüyor. 28 Şubata destek çıktı diyenler oluyor. Hayır, efendim o süreçte artan gerilimi tansiyonu düşürmek için bir şey söylüyor. Kavga çıkmasın diye, uğraşıyor. Ortam yumuşasın diye başörtüsü fürüattır dedi, onu da ¬teferruat anladılar.

NAZLI ILICAK: İLK KEZ KENDİMİ İSLAM DAİRESİNDE HİSSETTİM

Fürüat ne demektir?

Öncelikli değil demektir. İslam’ın şartı 5, imanın şartı 6. Burada başörtüsü var mı, yok. Asıl olan kelime-i şahadettir. Müminsiniz, günahlara dalıp çıktıktan sonra vefat etmeden önce tövbe etmiş olsa o kimse, kim diyebilir ki cennete gidemez diye. Sayın Gülen bu minval üzere konuşunca toplumdaki tansiyon düşüverdi. Hiç unutmuyorum: Nazlı Ilıcak gazetesinde Sayın Gülen’i tanımıyorum, bu sözü ilk defa duydum ve ilk defa kendimi İslam dairesinde hissettim” diye yazdı. Yani sayın gülen dinin kolaylaştırıcı, hoşgörülü sevgi dolu yüzünü hatırlatıyor, birileri ise onu tehlike olarak görüyor. Oysa tehlikeli insan kavga çıksın ister?

ALLAH’A KUL OLAN AMERİKA’YA KUL OLMAZ

Cemaatin Amerika ile nasıl bir ilişkisi var?

Bir hareket evrensel insani değerlerde buluşalım bunun için hukukun üstünlüğünü, uzlaşmayı, hoşgörüyü diyalogu esas alalım diyorsa herkesle aranızın iyi olması lazım. Amerika dünyanın süper gücü, kavga etmenin kime ne faydası olur. Ama bu Amerika’nın yanlışlarını söylemenize de mani değildir. Hocaefendi Amerika’nın Irak işgalinin yanlış olduğunu, gücün menfaatler için kullanılmasının kimseye fayda getirmeyeceğini açık açık söyledi. Türkiye’de istikrar adına bütün hükümetlerle iyi geçiniyorsak dünyanın her yerinde okullarınız var, o ülkelerle de iyi geçinmek zorundasınız. O ülkelerde arkadaşların siyasetle hiç ilgisi olmaz.

Neocon iktidarında Bush döneminde Türkiye’de bir ılımlı İslam projesi güdüldüğü, ABD’nin bunu cemaat eliyle yaptığı iddia edildi.

Şuurlu Müslüman’ın Allah’ın rızasını kazanma gayretini hiçbir şey gölgeleyemez. Allah kul olan başka bir şeye kul olmaz. Ne makama, ne paraya, ne Amerika’ya Allahın adamı olan Amerika’nın adamı olmaz.

KOŞA KOŞA GİDİYORLAR

Cemaate giren herkes hizmeti, hayatının birincil amacı hedefi haline getiriyor. Hele ki uzak ülkelere öğretmen olarak giden gençler. Hepsi çok iyi okullardan mezun olmuş, burada kalsa çok konforlu güzel bir hayatı olacak ama o dilini bilmediğini, yemeğini yiyemediği yerlere gitmeyi göze alıyor. Bu nasıl oluyor?

Allah rızası için yapılan fedakârlıkları anlamanın en iyi yolu İstiklal Harbi ve Çanakkale’dir. Çanakkale şehitleri arasında 40, 50 yaşında hiç adam yok. Hepsinin yaşları 17, 19, 20, 23. Bu okullara giden çocuklar da Boğaziçi, ODTÜ mezunu. İsteseler çok iyi bir hayatları olur. Şehitler de isteselerdi bir yolunu bulur Çanakkale’ye gitmezlerdi. Koşa koşa gitmişler ama. Çanakkale’yi anlamadan bu hizmetteki gençleri anlamak mümkün değil.

Bu, bir kurtuluş savaşı mücadelesi midir?

Bugün şartlar değişmiş ama Allah Hz Âdem’den bu yana şu an doğan çocuğa kadar insanlara bir vazife veriyor. Emri bil maruf, Nehyil anil münker. İyiliği emret kötülüğe mani ol. Gülen Hocaefendi de bunu genç kuşağa güzelce anlatmış, onlar da bunu benimsemiş, kendilerinden Çanakkale’ye giden gençler gibi geçmişlerse, Vietnam’a Endonezya’ya okul açmak için gidiyorlarsa, bunda eleştirilecek bir şey yok. Bu bir hayat felsefesidir. Bu zorluğa gönüllü göğüs geriyorlar. Herkes gider misin dediğinde gitmiyor bu gençler Hocaefendi dediğinde gidiyor.

TEK TİP DEĞİLİZ, OLAMAYIZ

Tek tornadan çıkmış şekilde ‘altın nesil’ yetiştirdiğiniz için, herkese aynı format atıldığı için eleştiriliyorsunuz. Bu neden kaynaklanıyor?

Bu, kafadaki şablondan kaynaklanıyor. Gelse benim hayatıma baksa. Ben cemaatin önde gelen bir insanı değil miyim? Mesela evde kahvaltıyı yıllardır ben hazırlarım. Oğlumla maçlara giderim. Uzaktan bir şey söyleniyor da, bu camianın içindekileri kapsayan bir sosyal araştırma yapılsa şu görülecek: Kimse kimseye benzemiyor.

Zencilerin birbirine benzediği yanılgısı gibi mi?

Aynen öyle. Zaten isteseniz de tek tip insan yetiştiremezsiniz. Bir yandan demokratikleşmeyi bireyleşmeyi AB’ye girmeyi savunacak Almanya’da ABD’de okullar açacaksınız bir yandan da marangoz hızarından çıkar gibi tek tip insan yetişecek. Mümkün mü?

CEMAAT BASKISI OLUR MU HİÇ?

Cemaat üyeleri ne kadar birey, nereye kadar sorgulayabiliyorlar? “Aforoz edilme” riski yaşamadan itiraz etme, kendi doğrusunu yaşama, farklılaşma hakları var mı?

30 yıla yakındır hepsini yakından tanırım, ülkeyi geziyorum sohbetler ediyorum ve iddia ediyorum: Türkiye’de birey olma noktasında bu insanlardan daha ileri insanlar varsa ben onlarla tanışmak istiyorum. Bireyden nefsin her dediğini yapmak anlaşılmıyorsa� O arkadaşlar istişarede birbirlerine ne kadar ters şeyler söylüyorlar, ters fikirleri savunuyorlar. Hareketin içinde tam demokrasi var. Hareketin bir de nezaheti vardır. Tek tiplikte tek benzerlik, evet bunların tamamı kavgacı değildir. İnsanlarla uğraşmazlar fikirleri eleştirirler. Bir kere bireyleşmeyi istemeyen bir hareket diyalogtan kaçınır. Herkesle oturup kalkarsa etkilenebilirler diye düşünür ve içe kapanır. Ama bu hareket sürekli diyalog diyor ve herkesle diyalog halinde.

Cemaat baskısı var mıdır peki, aforoz edilmeyle sonuçlanmadan?

Bu hareketin hastalık derecesinde dikkat ettiği şey ‘insan kazanmaktır’. Siz kazandığınız insanı ki hiç kolay değildir kazanmak- kaybetmek ister misiniz? Baskı olur mu hiç?

TEKLİF VAR ISRAR YOK

Ayşe Arman bir röportaj yaptı gizemli bir Leyla hanımla. Kocamı kaptırdım, oğlumu vermem dedi kadın ve cemaat için “nezaketle insanların üzerine çöken bir kabus” dedi. Adam kazanmaya çalışırken ‘teklif var ısrar yok’ esası işlemiyor mu?

Bir insan siz onu kazanmaya çalışırken sizin kim olduğunuzu biliyor. Benimle 2 arkadaş bir sene ilgilendiler. Toptan anlamazlardı ama maçlara gelirlerdi. Defol git demedim onlara, arkadaşlıklarını sevdim. Israr da etmezler. Bana bir gün bile cumaya gidiyoruz sen de gel demediler. Ben bunu çok önemsiyorum. Teklif ile ısrarı ayıran üslup ölçüsü budur. Burada bir usandırma baskı olsa insanlar neden bunu kabul etsinler?

İnsan kazanma çabasının sınırı ne, küresel anlamda bir hedef var mı?

İnsanlık tarihine bakın, dünya hiçbir zaman tamamen müminlerden ibaret olmamış. Hz. Adem’in iki çocuğundan biri olmamış. Bu sizin elinizde olan bir şey değil ki. Allah’ın elinde.

Cemaatte kaç kişi vardır?

Bunu aslında en iyi devlet bilir, herkesi fişlediğine göre. (Gülüyor). Tahminim 70 milyonun 5 ya da 6 milyonudur. Bunun içinde dostlar, sevenler, fiilen katılanlar vardır, işini gücünü hizmete adayanlar hepsi vardır. Ama bana göre nüfusun yüzde 80’i 85’i bu hareketi destekliyor, iyi işler yapıyorlar diyor. Özellikle yurt dışındaki okulları, Türkçe olimpiyatlarını izleyip bravo diyordur.

110 ülkede okullarınız var. Türkçe dünya dili haline geliyor. Açılan okulların Türkiye’ye geri dönüşü ne olacak?

Bizim bir rüyamız var: 20 sene sonra BM’de Türkiye büyükelçisi kürsüye doğru giderken en az 80 büyükelçi ayağa kalkıp alkışlayacak ve Türkçe “yaşa, var ol” diyecekler. Onlar Türk okullarından yetişmiş insanlar olacak.

Star gazetesi
 
Cemaat kalabakmış he :) Saymışlar mı acaba ?

Yahu insanlar ekmek derdine düşmüş. Bunlar mürit derdindeler..

Açıklamadan da anlaşılacağı üzere kendilerince güç oluşturmaya çalışıyorlar. Silahsız örgüt. Nasıl olsa herkes bir örgüt mensubudur gidiyor.
 
Cemaat kalabakmış he :) Saymışlar mı acaba ?

Yahu insanlar ekmek derdine düşmüş. Bunlar mürit derdindeler..

Açıklamadan da anlaşılacağı üzere kendilerince güç oluşturmaya çalışıyorlar. Silahsız örgüt. Nasıl olsa herkes bir örgüt mensubudur gidiyor.

senin gibi fitne felata karışmıs , Allah korkusu, perygamber sevgisi olmayan , Allahın 'ın emir ve yasaklarını verilen akıl nimetiyle harman etmemiş bir kişi tabiki böyle söyleyebilir.. Şasırmamak gerek .. İnsanın kalbinde allah korkusu olsa bir sonra atacağı adımın ve sözun doğru mu yanlış mı olduğunu düşünür..
 


senin gibi fitne felata karışmıs , Allah korkusu, perygamber sevgisi olmayan , Allahın 'ın emir ve yasaklarını verilen akıl nimetiyle harman etmemiş bir kişi tabiki böyle söyleyebilir.. Şasırmamak gerek .. İnsanın kalbinde allah korkusu olsa bir sonra atacağı adımın ve sözun doğru mu yanlış mı olduğunu düşünür..


İnsanları tanımadan yargılamak size mi düştü. Herkes haddini bilsin. Sömürgeye devam.
 
Cemaat Kavgası

pic.php

Nereye Gidiyor?..

Şiddet-sükûnet-siyasallaşma!.. Aslında Güneydoğu’daki terör örgütlerinin tamamı son dönemde bu strateji üzerinde hareket ediyor! 10 yıl önce PKK ile girdiği kanlı çatışmalar ve mezar evleriyle korku saçan Hizbullah da sosyal hizmetlere yönelerek imaj yenilemeye çalışıyor. Ancak birileri bu süreçte onları fena halde huzursuz ediyor, hatta galeyana getiriyor! Peki neden?..

Fethullahçı Samanyolu TV, Zaman gazetesi ile Aksiyon dergisinin son üç yıldır yaptığı yayınlar hem PKK hem de Hizbullah örgütünün tepkisiyle karşılaşıyor. Bu yayın organlarının siyasi misyonuna bakıldığında, iki örgüte yönelik yaklaşımın sıradan gazetecilik duruşunun çok dışına çıktığı görülüyor. Yani Fethullahçılar 1995 yılına kadar birbiriyle çatışan iki örgütü durup dururken kendilerine düşman etmiyor. Açıkçası artık Güneydoğu’da herkes cemaatin hem PKK hem de Hizbullah tabanında erozyon yaratmak için medyadan ekonomiye, siyasetten bürokrasiye kadar her gücü kullandığını düşünüyor!..

Fethullahçılar Kürt sorununda tek aktör ve tek karar verici güç haline gelmek için çırpındıkça PKK ile Hizbullah’ın tepkisini çekiyorlar. PKK’liler şimdilik molotoflu saldırılar ve Kandil Dağı’ndan gelen tehditlerle grubu uyarmaya çalışıyor. Hizbullah ise diyalog yolunu izlemeyi tercih ediyor. Örgütün Diyarbakır’daki yöneticileri geçtiğimiz haftalarda Fethullahçıların kentteki temsilcileriyle bir araya geldi. Görüşme konusu Fethullahçı yayın organlarında Hizbullah’a karşı yürütülen kampanyaydı. İddiaya göre cemaatin temsilcileri bu yayınlardan kendilerinin de rahatsız olduğunu dile getirdiler. Hatta Diyarbakırlı Fethullahçılar bölgede tepki çeken bu yayınlarla ilgili üst birimlerine uyarılar da yaptılar. Ancak Hizbullahçıların son basın açıklamasındaki öfkeli satırlara bakılırsa bu uyarılardan hiç de sonuç çıkmamıştı.

Fitne, fesat ve ateş!..

Hizbullah 17 Ocak 2000’de, lideri Hüseyin Velioğlu’nu da kaybettiği operasyonun ardından salt çöküş sürecine girmedi. Örgüt 2003 yılından itibaren bir yandan sivil toplum örgütleri içinde yapılanırken diğer yandan üzerindeki giz perdesini de araladı. Üç yıl öncesinden itibaren web sayfalarında açıkça propaganda yürüten Hizbullahçılar, örgütü yakından izleyen gazetecilere mektuplar göndermeye başladı. İşte 20 Nisan tarihli son mektup, Diyarbakır’da yapılan Hizbullahçı-Fethullahçı görüşmesinin ardından geldi. Mektup, Fethullahçıların medya gücünü “yalan, iftira, karalama ve dezenformasyon aracı olarak kullandıkları” yakınmasıyla başlıyordu. 1990-2000 yılları arasında PKK ile girdikleri savaşa dikkat çeken Hizbullahçılar mektupta şöyle demişlerdi:

“Dikkat çekmek istediğimiz tehlike 2000 öncesi dönemde yaşanılan olayların bir benzerinin tekrar yaşatılmak istenmesidir. Yani bu sefer de Fethullah Gülen grubu üzerinden, Türkiye genelinde çatışma ortamı oluşturarak bir fitne ateşinin fitilinin tutuşturulmak istendiği müşahede edilmektedir. Gülen grubu kendi iradesiyle böyle tehlikeli bir işe kalkışabilecek bir konumda değildir. Yine herkes çok iyi biliyor ki, bir çatışma durumunda Hizbullah tarafından kısa süre içerisinde etkisiz hale getirilebilecek bir pozisyondadırlar.”

Hizbullahçılar, örgüte yönelik bir komplo hazırlandığını, bunun için de Fethullahçı grupların kullanıldığını öne sürmüşlerdi. Mektubun sonunda cemaate gözdağı da vardı:

“Hiçbir şekilde bunlara şiddet uygulamayacağız. Oynanmak istenen oyunu bozmak için elimizden gelen her çabayı göstereceğiz. Buna rağmen birileri Hizbullah ismini kullanarak bazı tepkiler gösterebilir. Gelişebilecek hiçbir şiddet olayında kesinlikle Hizbullah olmayacaktır.”

Fethullah, Hizbullah’ı kızdırdı!..

Aslında Hizbullahçıları bu kadar öfkelendiren cemaatin yayın organlarındaki tavır değildi. Bu kez bizzat Fethullah Gülen’in kendisi örgütü çıldırtmıştı. Gülen nisan ayının başında cemaate yakın bir internet sitesine Hizbullah’la ilgili değerlendirmeler yaparken şöyle konuşmuştu:

“Bu örgütler, çıkar kavgası, uyuşturucu ve silah ticaretindeki paylaşım kavgası sebebiyle bunları oluşturanların kontrolü dışına çıktı. Mesela Hizbulvahşet diye bir şey çıkarırsınız. Sonra kalkar, bir kısım vatan evladı eşkıyaya karşı mücadele ediyor dersiniz. El Kaide’nin Türkiye’de ne işi var? Türkiye’de Hizbulvahşet’ten sonra bunu da icat ettiler.”

İşte Gülen’in bu sözleri iki grup arasındaki gerginliği kavgaya dönüştürdü. Bu sözlerin gazetelerde yayımlanmasının ardından Gülen’e yanıt gecikmedi. 10 Nisan’da örgütün yayın organlarında “Fesat grubu Hizbullahi Müslümanlardan ne istiyor” başlığıyla yayımlanan yazıda öfke dolu şu satırlar vardı:

“Son iki üç yılda Mevlid kandillerinde ve Peygamber’e saygı mitinglerinde yüz binlerin toplanışı Fesat grubunu çılgına çevirmiştir. Fesat grubunun diğer bir düşmanlığı, Hizbullahi cemaatin anti Amerikancı, anti Siyonist ve antiemperyalist bir çizgiye sahip olmasıdır. ABD’de malikâne kurup sırtını ABD’ye dayayan Fesat grubunun lideri Hamas ve Hizbullah’ı terörist hareketler olarak görmektedir.”

Tartışma bununla da kalmadı. Fethullahçı Aksiyon dergisi Gülen’in sözlerinden cesaret almış ve 20 Nisan tarihli sayısında örgüte ağır suçlamalar yöneltmişti. “Hizbullah’ın derin sızma planı” başlıklı yazıda, “Hizbulvahşet olarak tarihe geçen Hizbullah terör örgütü, yine sahnede. 2003 yılında yeniden yapılandırılan örgüt yeraltına inerken bazı cemaat ve sivil toplum kuruluşlarına sızmaya çalışıyor” denilmişti. Dergide, Hizbullah lideri Velioğlu’nun başkalarınca yönlendirildiği, örgütün Ergenekon’la bağlantısı olduğu, Güneydoğu’daki “ölüm kuyuları”nın ardında Hizbullah-JİTEM işbirliği bulunduğu öne sürülmüş ve “Hizbullah sigara ve insan kaçakçılığı yapıyor, El-Kaide’nin uyuşturucu ticaretinden de pay alıyor” iddiasına yer verilmişti.

PKK’liler, DTP’ye yönelik gerçekleştirilen ve 300’den fazla kişinin gözaltına alındığı son operasyonların Fethullahçılar tarafından yaptırıldığını öne sürüyor. Anlaşılıyor ki Hizbullahçılar da benzer bir operasyonun kendilerine yönelik düzenleneceği kaygısını taşıyor! Son günlerde iki grup arasında medya aracılığıyla yürütülen söz düellosunun ardında bu kuşku da bulunuyor!

Ancak üzerinde asıl durulması gereken konu şu ki; Fethullah Gülen grubu açısından Güneydoğu giderek tehlikeli bir bölge haline geliyor! Çünkü birbirine zıt ve üstelik ezeli düşman olan iki örgütün, yani PKK ile Hizbullah’ın cemaate yönelik tehdidi giderek büyüyor.

Cemaatin özellikle Diyarbakır’daki uzantılarını koruma altında tutan güvenlik birimleri de çatışma kaygısı yaşıyor!

Kaynak
 
İnsanları tanımadan yargılamak size mi düştü. Herkes haddini bilsin. Sömürgeye devam.

''insanın fikri neyse zikri odur'' senin fikir ve düşüncenden senin nasıl biri olduğun açıkça belli oluyor zaten. biz seni yargılamıyoruz. sen kendi yargını kendin oluşturuyorsun zaten. biz sadece o yargıyı senin yüzüne vuruyoruz. ve buda sana gerçekten çok dokunmuşa benziyor... (kendi oluşturmuş olduğun yargı sadece bu başlıkta değil birçok yerde gözlemlediğim düşüncelerinden oluşmuştur)
 
valla bence bir kişi büyüğüne değil emir aldığı kendisinden büyük gördüğü birine efendim der.

ben kimseye efendim demedim şu ana kadar

diyebileceğimide zannetmiyorum.

başlıktaki soruya gelince

bence türkiyeye gelmez
gelse gelse anadolu islam cumhuriyetine gelir

onada zor gelir
 
genelkurmay verilerine göre ülkede 3 milyon fethullahçı var ki muazzam bi rakam, ama daha da kötüsü ellerindeki maddi güç, adamlar parti kursa fethullah partisi diye yüzde 5 alırlar sırf cemaatteki tosunlarıyla, durum çok çok çok vahim, maddi güçleri kırılmazsa eğer anadoluda örgütlenmedik kasabayı geçtim, sokak bile bırakmıycaklar, işimiz zor arkadaşlar, malesef tablo çok kötü. işin daha da kötüsü bunlar amerikanın truva atı, bunları ülkeden silmek için hem miti, hem emniyeti, hem meclisi aynı anda püskürtmek lazım, hukuk mukuk dinlemeden neleri var neleri yok tek tek el koymalı, ve ne kadar fethullahçı varsa, fişlenip önemli kademelerden atılmalı, üst düzey yöneticileri zaten vatana ihanetle ilgili tüm kanunlardan yargılanmalı, tüm bunları yapabilmek için aynı zamanda hukuk da hiçe sayılacağından onlarla da ters düşmeli ama bunu yapabilmek için milli devrimci bir hükümet lazım ki bu şartlarda imkansız gibi, gene uzun vadeye kalıcak gibi iş ama ülke çok zaman kaybediyor, geçen günlere aylara yıllara yazık.






truva atı tabiki
amerika ele geçirmek istediği yada istiabarat toplamak isteidği ülkelere fetulalh okulları açtırıyor

amerikanın ortadoğudan sonraki durağı ise fatullahın şu anda gözdesi olan afrika


söylemedi demeyin
 
Geri
Üst