Cuma Hutbeleri

Dua

İL : İSTANBUL
AY-YIL : TEMMUZ-2007
TARİH : 20.07.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَة الدَّاعِ
إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ
يَرْشُدُونَ
1​

قال النبي صلي الله عليه وسلم : "الدُّعَاءُ هُوَ
الْعِبَادَةُ"
2


DUA

Muhterem Müminler!

İnsanoğlunun en büyük ve değişmeyen ihtiyaçlarından biri, ulu ve şefkatli bir kudretin desteğini yanında hissetmesi, gerektiğinde hâlini ona arzedip yardımını dilemesidir. Bu bakımdan hepimiz sık sık dua ihtiyacı hissederiz. Yürekten kopup gelen bir yalvarışla beraber edeple, Allah’ın yüce huzurunda eğilerek yapmış olduğumuz bütün ibadet ve taatler, O’nu razı etmek için atmış olduğumuz her adım bir duadır. Peygamberimiz (s.a.v.), buna dikkatimizi çekerek “Dua ibadettir” [2] buyurmuştur. Her gün beş vakit namazda, Fâtiha sûresini okurken “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [3] diyerek dua ederiz.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de “(Ey Resûlüm!) Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben onlara çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm.” [1] buyurmaktadır. İhlâslı bir şekilde Rabbimize yapmış olduğumuz duaların kabulünden şüphe etmemeliyiz, dualarım kabul olmuyor diyerek dua ve ibadetlerimizde ümitsizlik ve tereddütler taşımamalıyız. Dua bize, kabul Allah’a aittir ve O bizim için en hayırlısının ne olduğunu eksiksiz bilir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de "Allah Teâlâ yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir. Ya kulun istediği şeyi ona verir, ya onun yerine o kulundan bir kötülüğü kaldırır ya da istediğinin karşılığını âhirete saklar” [4] buyurarak yapılan duaların bir şekilde karşılık bulacağını haber vermektedir.

Değerli Kardeşlerim!

Mümin sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbine dua etmez, aksine genişlik ve rahat zamanlarında da dua eder ve yalvarır ki darlık ve sıkıntı zamanında Allah onunla beraber olsun. Peygamberimiz (s.a.v.) “Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse bolluk ve mutluluk zamanlarında da çok dua etsin” [5] buyurmak sûretiyle rahat zamanlarda dua etmemizi tavsiye etmiştir. Çünkü dua ibadettir.

Mümin duanın kabulü için gerekli olan şartları da yerine getirmeli ve hayatını Allah Teâlâ’nın razı olduğu istikamette yaşamalıdır. Duanın kabulü için birinci şart ruhen ve bedenen temiz olmak, yüreğimizin iman ve içtenlikle dolu bulunması, hâlimizin Allah’a teslimiyet hâli olmasıdır. Zira “Allah tevbe eden ve temizlenenleri sever” [6] , Allah tarafından sevilenlerin de duaları kabul olur.

Haram lokma, kul haklarını ihlal duaların kabulüne engeldir. Mümin helal yolla çalışarak alın teri ile elde ettiği kazançla beslenirse duası kabul olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kişi saçı sakalı dağınık ağlayıp feryat eder, hâlbuki onun yediği haram giydiği haram, içtiği haram bu dua nasıl kabul olur” [7] buyururlar.

Aziz Kardeşlerim!

Bu şartlara uygun yapmış olduğumuz duaların kabulünden şüphe duymamalıyız, çünkü Yüce Allah “Dua edin, duanızı kabul edeyim” [8] buyurmak suretiyle yapmış olduğumuz duaları kabul edeceğini müjdelemektedir.

Hutbemi Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz tarafından tavsiye edilen bir dua âyetinin meâliyle bitiriyorum: “Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak, bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et! Rabbimiz Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru” [9].

__________________________
[1] Bakara, 2/186.
[2] Ebû Dâvûd, “Vitir”, 23.
[3] Fâtiha, 1/5-7.
[4] Tirmizî, “Dua”, 15.
[5] Tirmizî, “Dua”, 8.
[6] Bakara, 2/222.
[7] Müslim, “Zekât”, 65.
[8] Mü’min, 40/60.
[9] Bakara, 2/286, 201.


Hasan YAZICI
Terazidere Camii İmam-Hatibi
Bayrampaşa​

SELAM VE DUA İLE...

Renk :Ayet
Renk :Hadis
 
İnsan Haklarina Saygi

İL : İSTANBUL
AY-YIL : TEMMUZ-2007
TARİH : 27.07.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ
بِالْقِسْطِ
1

İNSAN HAKLARINA SAYGI

Değerli Müminler!​

İslâm dini, insana büyük değer vermiş, hayatını kendine yaraşır bir şekilde sürdürebilmesi için ona vazgeçilmez haklar tanımış ve bu hakları dokunulmaz kabul etmiştir. Günümüzde temel insan hakları olarak nitelendirilen bu haklar, dinî kaynaklarımızda hem “insan hakları” hem de “kul hakları” olarak anılır. Çünkü bütün insanlar Allah’ın kullarıdır ve kullarına bu hakları Allah vermiştir. Dolayısıyla insanların haklarına zarar vermek hem suç hem günahtır.

Kur’ân-ı Kerîm’de; “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyun…”[2] buyurularak, ilahî mesajların insanlar için “hayat” yüklü olduğu dile getirilmiştir. Gerçekten vaktiyle cehalet, zulüm, vahşet ve hayatı anlamsız kılan nice olumsuzluklar içerisinde yüzen insanlık, İslâm’ın gelişiyle adeta yeniden hayat bulmuştur.

Aziz Müminler!​

İnsanın hayatını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi öncelikle din, can, mal, akıl ve namus güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Kaynaklarımızda “zarûrât-ı diniye” adı verilen bu değerler aynı zamanda insanın temel haklarıdır ve dokunulmazdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, Vedâ hutbesinde; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Araba üstünlüğü olmadığı gibi; beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır, Allah’â derin saygı ve itaattedir” sözleriyle insan haklarının önemini, doğuştan gelen bu haklar konusunda insanların eşitliğini ifade etmiştir.

Temel haklar, insanı insan yapan, hayatımıza ayrı bir anlam katan değerler bütünüdür. Bu yüzden insanlık âlemi, tarih boyunca bu değerleri muhafaza etmek için gözlerini kırpmadan canlarını dahi feda edebilmiş nice kahramanlarla doludur. Onurlu bir hayat için insanlık hakikaten ağır bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.


Muhterem Müslümanlar!​

Kur’an’a ve Sevgili Peygamberimize (s.a.v) gönül vermiş kimseler olarak hiçbir ayırım gözetmeksizin, insanların haklarına saygı gösterelim. Kime ait olursa olsun, ihlâl ettiğimiz her haktan Allah katında mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım.

Allah’ın Peygamberi; “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir hak varsa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.”[3] buyurmuş ve bunu “gerçek bir iflas olarak” nitelemiştir. Allah cümlemizi ebedî âlemde böyle bir iflastan muhafaza eylesin!

Hutbemi konuyla ilgili bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum; “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma duyduğunuz kızgınlık sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[1]


__________________
[1] Mâide, 5/8.
[2] Enfâl, 8/24
[3] Buhârî, “Mezâlim”, 10, “Rikak” 48; Tirmizî,
Kıyâmet 2.


Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 02.12.2005 tarihli hutbesinin gözden geçirilmiş halidir.


SELAM VE DUA İLE...
 
İrşad Ve Davet Sorumluluğu

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2007
TARİH : 03.08.2007 (1. HAFTA)​
بسم الله الرحمن الرحيم
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم : "مَن رَأَى مِنْكُمْ اَلْمُنْكَرَ فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ وَ إِنْ لمَ ْيَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ وَ إِنْ لمَ ْيَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَ ذَلِكَ أَضْعَفُ اْلإِيماَنِ" {2}


İrşad Ve Davet Sorumluluğu

Muhterem Müslümanlar!


İnsanı saygın ve mükerrem bir varlık olarak yaratan Yüce Allah, diğer varlıklardan farklı olarak ona nice meziyetler bahşetmiştir. Bu meziyetlerin başında şüphesiz akıl gelmektedir. Akıl, insanın doğru yolu bulmasında en önemli cevherdir. Ancak sadece akıl, kişinin hakkı ve hakikati bulmasında her zaman yeterli değildir. Zira hepimiz kendi hayatımızdan biliyoruz ki kötü eğilimlerimiz, duygularımız, heva ve heveslerimiz karşısında tek başına aklımız bizi koruyamamaktadır. Bu bakımdan bizi aşan bir rehberliğe, Rabbimizin inayetine her zaman ihtiyacımız var. Bunun içindir ki Ulu Rabbimiz doğru yolu göstermek üzere çok sayıda Peygamber göndermiştir. İnsanlık için rahmet olan bu elçiler, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını, hak ve batılı, insanî ve ahlâkî erdemleri her türlü zorluğa rağmen insanlara tebliğ etmişlerdir. Peygamberlerin gönderilmesi, toplumda irşad ve davetin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.
İnsanlar, tabiatları gereği her zaman irşad ve davete, öğüt ve nasihate muhtaçtır. “Öğüt ver; doğrusu öğüt inananlara fayda verir” [1] âyeti, irşad ve davetin gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Gerçekten sıkıntı ve problemlerle bunalan gönüller, katılaşan kalpler, rahmet yüklü ilâhî mesajlarla huzur bulmakta, zihinler berraklaşmaktadır. Yeter ki gönül ve zihinler, hayatı ve ölümü, varlık ve yokluğu, dünya ve âhireti anlamlandıracak, ilâhî mesajlara açık olsun…Bu mesajlara kapalı kulaklar ve gönüller ise, elbette rahmetten gerekli haz ve huzuru alamayacaklardır. Rahmet elçilerine gönüllerini açmak yerine ona sırt dönecekler.

Aziz Müminler!

Dinimiz İslâm, iyiliklerin ve ahlâkî değerlerin yaygınlaştırılması ve kötülüklerin önlenmesi konusunda, ehil ve layık olan her müslümana sorumluluklar yüklemiştir.

Yüce Rabbimiz bu sorumluluğumuzu şöyle özetlemiştir: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız...” [3]. Sevgili Peygamberimiz de her müslümanın, ehliyet ve yetki derecesine göre kötülük, çirkinlik ve haksızlıklara karşı çıkması gerektiğini ifade buyurmuştur [2].

Değerli Müminler!


Biz Rahmet Peygamberi’nin ümmetiyiz. Onun için yalnız kendimizi düşünmemiz, yalnız kendimiz için yaşamamız bize yakışmaz. Başkalarının iyi ve mutlu olmaları bizi sevindirmeli, kötülükleri, acıları bizi üzmelidir. Yüce Kur’an’ın Resûlullah Efendimizi bize nasıl tanıttığını hatırlayalım: “Andolsun, içinizden size öyle bir Resûl gelmiştir ki, çektiğiniz sıkıntılar ona çok ağır gelir; o size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametli!” [4]. O Resûl insanları doğruluğa, iyiliğe davet ediyor, onları bu konuda irşad ediyordu; çünkü âyette de buyrulduğu gibi insanları seviyordu. Buna göre hepimizin, eşimize, evladımıza, komşularımıza, arkadaşlarımıza karşı yanlış davranışları konusunda sorumluluğumuz vardır. Sorumluluğun ihmali durumunda ise, ortaya çıkacak olumsuzlukların bedeli herkes tarafından ödenecektir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.) gayet dikkat çekici bir üslupla, kötülüklerle mücadele edilmesini vurguluyor: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emir ve kötülükten men edersiniz, yahut Allah Teâlâ size bir toplumsal sıkıntı verir ki sonra kurtulmak için Allah’a yalvarırsınız da duanız kabul edilmez”[5].

Hutbemi irşad ve davette temel esasları içeren bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum: “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir” [6].
____________________

[1] Zâriyât, 51/55.
[2] Tirmizî, “Fiten”, 11.
[3] Âl-i İmrân, 3/110.
[4] Tevbe, 9/128.
[5] Tirmizî, “Fiten”, 9.
[6] Nahl, 16/125.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu
 
Allah razı olsun beyler..Gönlünüze nur olsun inşallah...=)
 
Mİ’raÇ Kandİlİ..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2007
TARİH : 10.08.2007 (2. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى
الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ{1}
سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم:" أَيُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ ؟ قَالَ اَلصَّلاَةُ فِي أَوَّلِ وَقْتِهَا"{2}​




Mİ’RAÇ KANDİLİ

Muhterem Müslümanlar!

Önümüzdeki gece, Mi’raç Kandili’dir. İslâm âlemi olarak böyle mübarek bir geceyi idrak etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız. Mi’raç, Sevgili Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biridir. Bir gece içinde Mekke’den Kudüs’e, oradan da aşkın bir âleme doğru yaptığı mukaddes ve manevî bir yolculuktur. Bu yolculuğun özet şekli Kur’ân-ı Kerîm’de, ayrıntısı ise sahih hadislerde anlatılır. Birçok ilâhî sırrı, hikmet ve bereketi bünyesinde barındıran bu kutsal gece hakkında, İsrâ sûresinin ilk âyetinde şöyle buyrulur: “Kendisine âyetlerinden bir kısmını göstermek üzere kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiği Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir”[1].

Aziz Müminler!

Mi’raç olayının en önemli sonuçlarından biri, İslâm'ın beş temel esasından biri olan, müminin miracı sayılan beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Namaz, dinin direği [3], imanın en belirgin işareti [4], amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır [2]. Namaz, kalbin nuru, gönüllerin safası, takvâ ehlinin göz aydınlığıdır; müminin günde beş defa Rabbiyle buluşmasıdır. Bu sebeple, her mümin namaza başladığında, namazın kendisinin mi’racı olduğunu, dolayısıyla Yüce Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilmeli, namazdan ayrıldıktan sonra da miraç şerefine ermiş olmanın şuuru ve sorumluluğu ile hareket etmelidir.


Değerli Müminler!

Mi’raç Gecesi, duygu ve düşüncelerimizi yenileyerek ilâhî rahmeti kazanacak işler yapmamız, kulluk bilincine ulaşarak dua ve niyazda bulunmamız için bir vesiledir. Kulluk şuurumuzu tazeleyen, günah ve kusurlarımızı daha iyi görmemizi sağlayan, sorumluluğumuzu hatırlatan bu geceyi iyi değerlendirelim. Bakışımızı, kendimize, iç dünyamıza çevirelim. “Hâsibû kable en tühâsebû; hesap zamanında hesaba çekilmeden önce, şimdiden kendinizi hesaba çekin.” Şeklindeki kutlu öğüde uyarak kendi yaptıklarımızı gözden geçirelim. Bu suretle hatalarımızı görüp tövbe edelim. Tövbe en değerli ibadetlerden biridir. Çünkü tövbe öncelikle –eskilerin deyimiyle- “ma’rifetü’n-nefs”tir; yani kulun kendini, kendi hatalarını bilmesidir. İkinci olarak tövbe “ma’rifetullah”tır; yani kulun, Hakkı, Rabbini bilmesidir. Bu bilgi ve imandan dolayıdır ki kul tövbe ile Rabbine yönelir. Hiç kimseye açamadığı günah sırlarını O’na açar; kurtuluş için O’nun inayetini ve affını diler. Nihayet tövbe bir arınmadır. Önce günahlardan nedamet duyarak kalbimizi arındırırız; sonra da kötü işleri bırakarak amellerimizi, işlerimizi, hayatımızı arındırırız. Onun için “Günahtan tövbe eden kişi hiç günah işlememiş gibi olur” buyrulmuştur. Şimdi mübarek Mi’raç Kandilinin bizim için ne kadar büyük bir fırsat olduğunu daha iyi anlıyoruz. Evet muhterem cemaat, bu gece Efendimiz’in Mi’raca yükseldiği, müminlerin de tövbesi, duası, tesbihleri, namazı ve kıratıyla ruhunu, gönlünü, ahlâkını arındırıp yücelttiği gecedir.
Mi’raç Kandili’nizi tebrik ediyorum. Mi’racın bir bölümünün gerçekleştiği Mescid-i Aksâ ve çevresinde meydana gelen üzücü olayların son bulmasını, bu kandilin İslâm âleminin birlik ve beraberliğine, insanlığın barış, huzur ve hidayetine vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.






__________________
[1] İsrâ, 17/1.
[2] Ebû Dâvûd, “Salât”, 426; Tirmizî, “Salât”, 170; Müslim, “Îmân”, 85, Buhârî, “Mevâkît”, 5.
[3] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 39-40.
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ II, 40.​



Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
DoĞal Afetlere KarŞi Tedbİrlİ Olmak..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2007
TARİH : 17.08.2007 (3. HAFTA)

بسم اللهِ الرحمن الرحيم
وَلاَ تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوا إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم :" إِنَّ اللهَ كَتَبَ اْلإِحْساَنَ علَىَ كُلِّ شَيْءٍ" {2}


DOĞAL AFETLERE KARŞI TEDBİRLİ OLMAK

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz kâinatı hassas bir denge, mükemmel bir âhenk ve nizam içinde yaratmıştır. Doğal denge dediğimiz bu âhenk ve nizamın bozulması, insanın kendi felaketini kendi elleriyle hazırlaması demektir.
Bildiğimiz gibi, coğrafya olarak doğal afetlere açık bir bölgede yaşıyoruz. Onun için de bu gerçekle yaşamayı öğrenmek, ona göre tedbirler almak zorundayız. Sık sık sel, deprem ve orman yangınları gibi felaketlerle karşılaşıyor, hepimizin yüreğini yakan ağır can ve mal kayıpları yaşıyoruz. Ödediğimiz bu ağır faturanın önemli sebeplerinden biri, fert ve toplum olarak yaptığımız bilinçsiz, ölçüsüz hatta bazen sorumsuz tutum ve davranışlarımızdır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” [1] buyuruyor. Dinimiz bizlere, yaptığımız işleri önemseyip güzel ve sağlam yapmamızı emretmektedir. Sevgili Peygamberimiz “Allah her şeyde ihsanı farz kılmıştır…”[2] buyurarak, yaptığımız her iş ve görevi en iyi, en güzel bir şekilde yapmamızı istemiştir. Her konuda olduğu gibi, doğal çevre konusunda da müslümanlar din ile bilimin yolundan ayrılmamalıdırlar.

Muhterem Müslümanlar!

Doğal afetler karşısındaki hata ve ihmalleri, cahillikleri yanlış tevekkül ve kader anlayışı ile geçiştirmek doğru değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İhtiyatî tedbirinizi alınız” [3] buyrulmaktadır. Bize düşen yapmamız gereken şeyleri tam olarak yaptıktan sonra Allah’a sığınmaktır. Her doğal afeti mutlak mânâda ilâhî bir cezalandırma olarak değerlendiremeyiz.





Fakat, ödenen bedelin büyüklüğü konusunda fert ve toplum olarak, ihmal ve kusurlarımızın önemli payı olduğunu da kabul etmeliyiz. Alınması gerekli önlemler konusunda devlet, millet el ele herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Bu hem dinî hem millî, hem de insanî bir görevdir. Bu görevin ihmalinin dünyevî ve uhrevî sorumluluğu gerektirdiğine işaret eden yüzlerce âyet ve hadis vardır.

Aziz Cemaat!

Dere yataklarına bina yapmak, kaygan ve zayıf zemine çok katlı binalar inşâ etmek, ormana ateş atmak, yakılan ateşi söndürmeden ayrılmak hem dine, hem de bilime ve akla aykırı tutum ve davranışlardır. Kuraklıktan barajlar kururken bir müslüman toplum her gün tonlarca suyu nasıl israf edebilir!
Ülkemizdeki yapı stoklarının büyük bölümünün niteliksiz ve afetlere karşı dayanıksız olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konmuştur. Bilgisizliğin, bencilliğin, kural tanımazlığın ürünü olan bu manzarayı, her işimizi sağlam, iyi ve güzel yapmamızı isteyen Müslümanlık ile bağdaştırmak mümkün mü! Allah korusun! Yarın bir deprem olur da yüz binlerce masum insan ölür veya sakat kalırsa, “Ben müslümanım” diyen bir insan bunun vebalini nasıl taşır! Camiyi, okulu, hastaneyi yaparken dahi malzemeden çalan birinin “Ben müslümanım” demesi ne kadar anlamlı olabilir ki! Toplumuzun bu hususta topyekün bir tövbeye ihtiyacı var. Sonra da artık işlerimizi müslümanca yapalım.
Muhakkak afetlere karşı dâima hazırlıklı ve tedbirli olmak zorundayız. Bu hazırlıkların neler olduğunu bilim adamları anlatıyor. Hepimize düşen şey, onların önerilerine kulak vermek, gerekenleri yapmak ve her türlü tedbiri aldıktan sonra Yaradan’a tevekkül etmektir.
Hutbemi, bir âyet-i kerîmenin meâliyle bitirmek istiyorum. “Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. Allah yine de çoğunu bağışlar”[4].



____________________
[1] Bakara, 2/195.
[2] Müslim, “Sayd”, 57.
[3] Nisâ, 4/102.
[4] Şûrâ, 42/30.

Fahri SAĞLIK
Büyükçekmece Müftüsü
 
17.08.2007 İzmir Hubesi

ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLAR

Muhterem Müslümanlar!

İnsan; Allah’ın yeryüzünde kendisine ibadet etmesi için yaratıp halife yaptığı, yerde ve göklerde bulunan her şey hizmetine sunduğu en değerli varlıktır.

Allah’u Teala insanı ibadet ile sorumlu tutmuş, bu görevi hakkıyla yerine getirilmesi içinde önder ve örnek olan Peygamberler, rehber olarak da kitaplar göndermiştir. Emir ve yasaklarına uyanlara “mükâfat” uymayanlara ise “ceza” olduğunu ve hangi inanç, söz ve davranıştaki insanları sevmediğini bildirerek iyi bir mümin olmayı teşvik etmiştir.Buna göre mü’min Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına ne kadar uyarsa o nispette yaratıcısının sevgisini kazanmış olur.

Değerli Müminler!

K.Kerim ve hadis-i şeriflere baktığımız zaman yüce Rabbimizin kimleri ve hangi özelliklerinden dolayı sevdiğini açık bir şekilde anlamak mümkündür.

Allah’u Azimü’ş-şan; iman edip ibadetler başta olmak üzere salih amel işleyen, (1) özü, sözü ve işi, doğru ve güzel olan muhsinleri (2) şirk, küfür, nifak, kötülük ve günahlardan korunan müttakileri (3) her durumda ve herkese karşı adil olabilenleri (4) verdiği nimetlerin kıymetini bilip şükreden ve hem ilahi musibetlere hem de kullardan gelen eza ve cefaya sabredenleri (6) işlediği günahtan pişman olup tövbe ile temizlenen (7) samimi müminleri elbette sevecek ve bağışlayacaktır.

Yine bunlardan başka ana –baba, akraba ve komşuya saygılı ve onlara iyilik eden yetim ve yoksulu gözeten mütevazı, merhametli ve yumuşak davranışlı iyilik ve cömertlikte yarışan erdemliler (8) hayâ ve iffet sahibi güzel ahlaklı müminler (9) çalışıp üreterek kendine ve ülkesine faydalı (10) yaptıklarını Allah için yapan birbirlerini Allah için seven gösterişten uzak mü’minler de Allan’ın en çok sevdiği kullardandır.(12)

Muhterem Müslümanlar!

Unutmayalım ki Hakk’ın sevdiği halkında sevdiğidir. İnsanlar arasında sevilmek kişiyi nasıl itibar sahibi yapıyorsa Yüce Allah tarafından sevilmekde tarif edilemez ve ebedi bir mutluluğun kaynağı olacaktır. Bu nedenle insan kendisini yaratan ve türlü nimetlerle donatan Allah’ın sevgisini kazanmaya çalışmalıdır.
Hutbemi iki hadis-i şerif mealiyle bitiriyorum.
“Allah dünyayı, sevdiğine de sevmediğine de verir. Ahireti ise sadece sevdiği kimselere verir.”(13)
“Allah sevdiklerini cehenneme koymaz” (14)


Dipnotlar:

1-Meryem 96 2-Bakara 195 3- A.İmran 76 4-Maide 42 5-Hud 11
6-Bakara 155, A.İmran 186 7-A.İmran 135–136 8-Nisa 36 9-Müslim, Birr, 3,203 10-Tirmizi birr,65 1V,365 11-İbni Hibban 3,209 12-Müsned5,233 13-Müsned1,207 14-Müsned 2, 255


Mustafa ACAR
Kemalpaşa Vaizi
_____________________________________________
_____________________________________________



17/08/2007 Ankara Hutbesi


TEVEKKÜL VE TEDBİR​


Değerli Müslümanlar,
Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de: “Allah anılınca yürekleri ürperen, ayetleri okununca imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenenler gerçek müminlerdir.''(1) buyurarak Müslümanların önemli niteliklerinden birisinin de tevekkül olduğunu bildirmektedir.

Tevekkül, "bütün tedbirleri aldıktan sonra Allah'a sığınmak ve O'na güvenmektir". Bir başka ifadeyle tevekkül: "Hedefe ulaşmak için gerekli bütün maddi sebeplerin hepsini yerine getirdikten ve yapacak hiçbir şey kalmadıktan sonra Allah'a itimat etmek ve ondan ötesini Allah'a bırakmaktır."(2)

Bir sahabinin; "Ey Allah’ın Elçisi! Devemi çöle salıveriyorum ve Allah’a tevekkül ediyorum!" demesi üzerine Peygamber (sas) cevaben: "Deveni bağla, ondan sonra tevekkül et!.."(3) buyurarak tedbirsiz tevekkülü yasaklamıştır.

Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicret ederken tedbir olarak düşmanlarını şaşırtmak için önce ters istikametteki Sevr dağına gitmesi ve burada belirli bir süre saklandıktan sonra Medine’ye yönelmesi, tevekkül ve tedbire güzel bir örnektir. Ayrıca yıkılmak üzere olan bir binanın yanından geçerken yürüyüşünü hızlandırarak oradan süratlice uzaklaşması üzerine “Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorduklarında: "Allah'ın kaderinden kaçışım da Allah'ın kaderidir."(4) demesi bizim için tam bir model davranıştır.

Değerli Müminler,
İnsanın başına gelen bir takım musibet ve felâketleri, kendi kusur ve tedbirsizliğini hesaba katmadan, kadere ve alın yazısına yüklemesi doğru değildir. Mesela; deprem kuşkusuz Allah'ın bilgisi dahilinde vuku bulmaktadır. Fakat binalarımızı ilmine ve tekniğine göre yapmadan, işleri Allah'a havale etmek ve netice itibariyle meydana gelen musibet, belâ ve kazaları, "Allah böyle dilemiş, takdiri ilâhî buymuş, kader" deyip geçiştirmek asla doğru değildir. Bize düşen görev, aklımızı ve diğer yeteneklerimizi kullanarak gerekli tedbirleri almaktır. Nasıl olsa böyle olacaktı, kader değişmez tarzındaki teslimiyetçi anlayış İslâm'a aykırıdır; bu yanlış anlayış sorumluluktan ve yapılan hataların acı neticeleri ile yüzleşmekten kaçmaktır. Bu konuda dindar olanla olmayan, günahkârla günahsız olan arasında bir fark yoktur. Zira yaratılış kuralları kim olursa olsun herkes için geçerlidir. Onun kurallarına uyan rahat bir hayat yaşar, uymayan da sonuçlarına katlanır. Bütün tedbirleri aldıktan sonra başımıza gelebilecek bir musibet karşısında ise yapılması gereken sabretmek ve rıza göstermektir.

Değerli Kardeşlerim!
Hutbemizi okumuş olduğumuz ayet-i kerime ve hadis-i şerif mealleriyle bitiriyorum. Yüce Allah buyuruyorki: “İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevkkül et (O’na dayanıp güven) şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”(5)

Hz. Peygamber(sas) de: “Allah'a gereği gibi tevekkül etseydiniz, yuvasından aç olarak gidip tok olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.”(6) buyurmuştur.


Hazırlayan : Yusuf ACAR
Ankara Merkez Vaizi

-----------------------------------
1- Enfal, 2
2- A.Hamdi Akseki, İslam Dini, Ankara, 1958, S.97.
3- Tirmizi, Kıyamet 60.
4- Ahmet İbn Hanbel, Müsned, C.II, S.356.
5- Al-i İmran, 159.
6- Tirmizi, Zühd, 33.
 
Berat Kandili

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2007
TARİH : 24.08.2007

بسم الله الرحمن الرحيم


قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا
مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ
الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
{1}​

BERAT KANDİLİ

Değerli Müminler!​

Ramazan ayının gelişinin müjdecisi ve ilâhî rahmetin gönülleri kuşattığı Şaban ayının onbeşinci gecesi Berat Kandili’dir. Önümüzdeki Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece bu kandili idrak edeceğiz. “Günahtan, suçtan, cezadan, borçtan kurtulmak” gibi anlamlara gelen Berat, günahlardan temizlenmeyi, Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade etmektedir. Bu bakımdan Berat Kandili, müminler için af ve mağfireti çok geniş olan Allah’a sığınarak günahlardan arınma, ilâhî lütuf ve bereketlere kavuşma fırsatını elde edebildikleri müstesna zaman dilimlerinden birisidir.

Muhterem Müslümanlar!​

Allah Teâlâ bu gece af ve mağfiret kapılarını sonuna kadar açar; kendisine samimiyetle yönelen kullarına rahmetini bolca ihsan eder ve istekleri kabul eder. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Şaban ayının onbeşinci gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, ona rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim! Yok mu başka isteği olan, ona da istediğini vereyim!’ buyurur”[2].

Diğer bir hadis-i şerifte de Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ bu gece ümmetimden Benî Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca kişiye rahmet eder. Ancak kendisine ortak koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına âsi olanların, içki ve zinada ısrar edenlerin, tövbe etmedikçe yüzlerine bakmaz” [3].

Aziz Müslümanlar!​

Mübarek geceler; geçmişi muhasebe ederek kendimizi yenileme, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlama için büyük bir fırsattır. Hayatî bir mahiyet taşıyan bu geceyi, günahlardan arınma vesilesi yaparak tövbe ile gönül dünyamızı temizleme gayretinde olalım. Bütün hayatı boyunca insana, gönderildiği bu dünya sınavından başarıyla çıkması için fırsat üstüne fırsat tanıyan ve insana neredeyse son nefesine kadar bir kurtuluş ipi sunan Rabbimizin, “…Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir.”[1] müjdesinin farkında olalım.

Değerli Kardeşlerim!​

Bu günlerin milletimiz için başka bir önemi vardır. İçinde bulunduğumuz Ağustos ayı aziz milletimizin tarihte müstesna zaferler kazandığı bir zaman dilimidir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt, I. Kosova, Otlukbeli, Çaldıran, Merc-i Dabık ve 30 Ağustos 1922 Başkumandanlık Zaferi bu zaferlerin en önemlileridir. Bu zafer ve topyekün Kurtuluş Savaşımız, hem millî bekâmız hem dinî bekâmız için, hem millî bağımsızlığımız ve özgürlüğümüz hem dinî özgürlüğümüz için tarihimizin en önemli başarılarındandır. İşte bu önemli günleri yâd etmek üzere Ağustos ayının son haftasını “Zafer Haftası” olarak milletçe bir kez daha kutluyoruz.

Bu vesileyle İstiklal Harbimizin büyük önderi M.Kemal Paşa’yı, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyoruz. Onları, içinde bulunduğumuz mübarek günlerde dualarımızda unutmayalım. Hepinizin Berat Kandili kutlu olsun.

[1] Zümer, 39/53.
[2] İbn Mâce, 1388.
[3] et-Tergib ve’t-Terhib, II, 118.



Sedat CANBAZ
Sinanağa Camii İmam-Hatibi
Beykoz
 
TÖvbe

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2007
TARİH : 31.08.2007 (5. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا {1}
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :" كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ"{2}​


TÖVBE

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Allah, iyilik ve kötülük konusunda bizleri aydınlatmış, iyiliği emredip kötülükten nehyetmiş, tercihlerimizde ise bizi serbest bırakmıştır. Buna karşılık yaptıklarımızdan sorumlu olacağımızı bildirmiş; iyilikleri ödülle, kötülükleri ceza ile karşılayacağını bildirmiştir. Bunun yanında günah işleyen kullarına, tövbe ve bağışlanma imkanı da vermiştir. Tövbe, kulun işlediği bir günahtan pişmanlık duyup, bir daha işlemeyeceğine dair yüce Yaratıcı’ya söz vermesi ve O’ndan af dilemesidir. Af dileme isteği, kulun hatalarından dolayı vicdanında duyduğu rahatsızlıktan ortaya çıkar. Günahlar, Allah’ın rızası ile kul arasında bir perdedir. Bu perdenin ortadan kalkması, kişinin yapacağı tövbeye bağlıdır. Sevgili peygamberimiz, kulların günah işlemeleri ve tövbe etmeleriyle ilgili şöyle buyurmuştur. “Her insan günah işleyebilir. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise tövbe edenlerdir”[2].

Değerli Müminler!

Tövbe bütün müminlere Allah’ın bir emri, bir kulluk vecibesidir. Çünkü kullar, Allah'ın kendilerini mükellef kıldığı her hususu, ne kadar gayret etseler de gereği gibi yerine getiremeyip hata yapabilirler. Bunun için yüce Rabbimiz: “Ey müminler hepiniz Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz”[4] buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz de, kulların tövbe etmesinden Allah Teâlâ’nın hoşnut olacağını şu şekilde dile getirmiştir: “Kulunun tövbesinden dolayı Allah Teâlâ’nın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde bineğini kaybedip de bulduğu andaki sevincinden daha fazladır”[3].


Muhterem Cemaat!


Tövbenin Allah katında makbul olması için; içten gelerek, tam bir ihlâsla yapılması gerekir. Bu da işlenen günahtan dolayı kalp ile pişman olup, dil ile istiğfar etmek, fiilen de günahı terk edip bir daha ona dönmemekle mümkün olur. Bunun yanında, kul hakkı ve kamu hakkı içeren konularda tövbenin kabul edilebilmesi için öncelikle hak sahiplerinin hakkını vermek ya da onlarla helâlleşmek gerekir. İşte böyle bir tövbe Kur’an’da içtenlikle yapılan tövbe olarak ifade edilmiş ve şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler Allah'a içtenlikle tövbe edin...”[1].

Kıymetli Müminler!


İnsanları hayata bağlayan âmillerin başında inanç ve ondan kaynaklanan ümit gelmektedir. İşte tövbe ve beraberinde gelen bağışlanma ümidi, günaha dalarak ümidini yitirmiş kişilerin yeniden hayata bağlanması ve yaşayışında ortaya çıkan çileli durumlara katlanmasını sağlar.
Öyleyse Allah'a iman etmiş kişiler, bilerek veya bilmeyerek günah işledikleri zaman hemen Allah'a yönelip tövbe etmelidirler. Çünkü Yüce Rabbimiz samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yapılan tövbeleri kabul edeceğini, günahları bırakıp kendisine yönelenlerden razı olacağını bizlere açık bir şekilde bildirmiştir. Zira günahkârlar için Yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Hutbemi, Şûrâ sûresi 25. âyetin meâli ile bitiriyorum: “Allah, kullarının tövbesini kabul eder, kötülükleri bağışlar ve yaptıklarınızı bilir”[5].

__________________
[1] Tahrîm, 66/8.
[2] İbn Mâce, “Zühd”, 30.
[3] Buhârî, “Deavât”, 4.
[4] Nûr, 24/31.
[5] Şûrâ, 42/25.



Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 21.10.2005 tarihli hutbesidir.​
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : EYLÜL-2007
TARİH : 07.09.2007 (1. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم
شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَان {1}
كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلم أَجْوَدَ النَّاسِ بِالْخَيْرِ وَكَانَ أَجْوَدَ مَا يَكُونُ فيِ رَمَضَانَ {3}

RAMAZAN AYINA GİRERKEN


Muhterem Müslümanlar!


Yüce Allah’ın sayısız lütuflarından birisi de bütün güzellikleriyle, maddî ve manevî bereketleriyle mübarek Ramazan ayıdır. Ramazan ibadet, rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereketi bol, hayrı çok olan bir aydır. Bu ay, yardım, bağış ve ihsan ayıdır; bir yıllık maddî ve manevî kirlerden temizleneceğimiz, insanî duyguların coştuğu, kusur ve günahlarımızdan tövbe edip hakka yönelme niyetimizin, irademizin geliştiği maddî ve mânevî terbiye ayıdır. İnsanlığı, fikrî ve ahlâkî yozlaşmadan, cehaletten kurtarıp, ilme, medeniyete, edep ve ahlâka yönelten, Kur’ân-ı Kerîm, bu ayda Rasûlullah Efendimize indirilmeye başlamıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi, bu aydadır.
Bu ayın faziletini Yüce Allah, özetle şöyle anlatır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’an’ın indirildiği aydır. Sizden her kim bu ayda bulunursa oruç tutsun”[1]. Peygamber Efendimiz de bir Ramazan öncesinde, bu ayın fazileti hakkında, bir hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunmaktadır. Bu ay içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Bu ayda Allah, gündüzleri oruç tutmanızı farz kıldı, ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size sünnet kıldım. Bu ayda gönüllü olarak bir iyilik yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ayda bir farzı yerine getiren kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi (mükâfât almış) olur. Ramazan sabır ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın mükâfâtı ise cennettir. Ramazan bereket ayıdır, müminin rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse, onun bu davranışı günahlarının bağışlanmasına, cehennemden kurtuluşuna ve iftar ettirdiği kimsenin tuttuğu orucun sevabından pay almasına vesile olur. Oruç tutan kimsenin sevabından da bir şey eksilmez”[2].

Aziz Müminler!

Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu ay olması münasebetiyle, mübarek bir aydır. Kur’an, müslümanların hidayet rehberidir. Şu halde bu ayda Kur’an’ı daha çok okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışalım.

Ramazan sabır ve şükür ayıdır. Oruç tutmak suretiyle hem nefsimizi sabırla terbiye etmiş oluruz; hem de Rabbimizin vermiş olduğu nimetlere karşı yapılacak şükür borucumuzu ifâ etmiş oluruz. Oruç elbette Allah’a kulluğumuzun, verdiği nimetlerden dolayı duyduğumuz şükran hislerimizin en güzel ifadesidir. Aynı zamanda oruç, insanın beden ve ruh sağlığına, toplum hayatına sayısız faydalar sağlayan yönüyle de önemli bir ibadettir.

Nihayet Ramazan bir cömertlik ve yardımlaşma ayıdır; Peygamber efendimizin cömertliğinin coştuğu aydır [3]. Müslümanlar olarak bu mübarek ayda, İslâm’ın beş şartından birisi olan oruç ibadetini tam olarak yerine getirmek için maddî ve manevî olarak güzelce hazırlanmalı, huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir Ramazan ayı yaşamaya çalışmalıyız. ,


___________________
[1] Bakara, 2/185.
[2] Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 1965.
[3] Buhârî, “Savm”, 7.


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
EĞİtİmİn Önemİ..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : EYLÜL-2007
TARİH : 14.09.2007 (2. HAFTA)


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اِقْرأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم :
"الْحِكْمَةُ ضَالَّةُ الْمُؤْمِنِ فَحَيْثُ وَجَدَهَا فَهُوَ أحَقُّ بِهَا" {2}​

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Muhterem Müminler!

Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu uhrevi cezadan kurtulmak olan ve içinde bin aydan hayırlı Kadir Gecesi’nin bulunduğu mübarek Ramazan-ı Şerif’e kavuşmuş bulunuyoruz. Ramazan ayı; oruç, namaz, zekât ve fitre ibadetleriyle; temeli Kur’an ve Sünnet’e dayanan maddî ve manevî aktiviteleriyle ahlâk ve fazilette zirveyi hedefleyen, insan eğitimi için yeri doldurulamayan bir fırsattır. Bilindiği gibi insanlık için en doğruya, en güzele, en iyiye götüren bir rehber olan Kur’an-ı Kerim bu ayda indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’den en iyi şekilde istifade etmenin yolu ise Kur’an eğitimini almaktır. Bu itibarla biz Müslümanlara düşen, kendimiz ve aile fertlerimiz için özel bir eğitim programı tasarlayarak, bu mübarek Kur’an ayından en iyi şekilde istifade etmektir.

Değerli Müminler!

Bu haftanın diğer bir özelliği ve güzelliği ise, yeni bir eğitim ve öğretim yılına başlangıç olmasıdır. Eğitim ve öğretim, insanı, akıl ve gönül bütünlüğü içinde, hem bu dünya hem de ebedî hayat için hazırlama ve yetiştirme sanatıdır. “Ben öğretmen olarak gönderildim” [3] buyuran Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s), eğitiminin temeline; “Müjdeleyin nefret ettirmeyin Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” [4] buyurarak, sevgi ile iç içe, hoş görülü, bağışlayıcı birer eğitimci olma düsturunu koymuştur. Kendisiyle barışık, vatanını ve milletini seven, saygı ve sevgi dolu nesiller ancak bu şekilde yetiştirilebilir.

Değerli Kardeşlerim!


Yüce dinimiz, okumaya ve yazmaya, ilme ve ilim öğretene büyük önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Rabbi’nin adıyla oku, O İnsanı Alaka (kan pıhtısından) yarattı. Oku! O İnsana bilmediklerini öğretendir. Kalemle yazmayı öğreten Rab’in nihayetsiz kerem sahibidir” [1]

buyuran Yüce Rabbimiz, insan yetiştirmenin temeline Allah’ın adıyla okumayı, kalemle yazı yazmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi koymuştur. “Sakın cahillerden olma” [5] buyurmak suretiyle de bilgisizliği, cahilliği ve cahillerden olmayı şiddetle yasaklamıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz de “İlim öğrenmek için gayret sarf etmek, kadın erkek her müslümana farzdır” [6] buyurmak suretiyle ilim tahsili konusunda kadınların da erkekler gibi sorumlu olduklarını bildirmekte, böylece günümüzde kız çocuklarının okutulması konusunda da en güzel mesajı vermektedir.

Muhterem Müminler!


Şunu unutmayalım ki her türlü kötülüğün, ahlâksızlığın temelinde “Allah’ın adıyla oku” emrini gerçek anlamda yerine getirmemek ve cahillik vardır. Bizler cahillik ve cahillerden kaynaklanan bütün kötülükleri ayaklarının altına aldığını ilan eden [7] Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmetiyiz. Bize yakışan okuma, ilim öğrenme, geleceğe ışık tutacak ilmî eserler ortaya koymaktır.

Tarihte ecdadımızın ortaya koyduğu başarıları örnek alarak, bugün de insanlığa bütün güzellikleri ve erdemli davranışları milletçe, biz sunmalıyız. Kültürel yozlaşmanın hat safhaya ulaştığı günümüzde, kültürel değerlerine, dinî ve millî kimliğine sahip gençler yetiştirmek, vereceğimiz eğitimin kalitesine bağlıdır. Bunu, aile-okul işbirliği ile başarmanın gayreti içinde olmalıyız.

Son olarak, bütün Müslümanların Ramazan ayını tebrik ediyorum. Ayrıca, yeni öğretim yılının, bütün öğretmen, öğrenci ve veliler için hayırlı ve başarılı geçmesini diliyorum.

______________________________________
[1] Alak , 96 /1-5.
[2] Tirmizî, “İlim”, 19.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328.
[4] Müslim, “Cihâd”, 1732.
[5] En’âm, 6/35.
[6] İbn Mâce, c. I, s. 81, hadis no 224.
[7] Veda Hutbesi, İbn Hişâm, II, 350.




Hasan YAZICI
Terazidere Camii İmam Hatibi
Bayrampaşa​
 
Zekat

İL : İSTANBUL
AY-YIL : EYLÜL-2007
TARİH : 21.09.2007 (3. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم:" إِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ" {6}



ZEKAT

Muhterem Müslümanlar!

İslâm’ın beş temel esasından biri de zekattır. Zekatı, dinen zengin sayılan kimseler verir. Kur’ân-ı Kerîm’de 34 yerde namazla birlikte, 28 yerde ise müstakil olarak zekata yer verilmesi bu ibadetin önemini ortaya koymaktadır.
Zekatın bir çok hikmeti vardır. Zekat, toplumda sosyal dayanışma ve paylaşma duygusunu geliştirir. Cimrilik hastalığını tedavi eder. Cömertlik duygularını güçlendirir. Hayır-hasenat kapılarını açar. Gelir dağılımındaki dengesizliğin giderilmesine katkıda bulunur. Servet düşmanlığını azaltarak zengin-fakir arasında köprü oluşturur, toplumda huzura ve birliğe katkı sağlar.
Değerli Müslümanlar!

Yüce Kitabımıza göre her zengin müslümanın kazancında, fakirlerin hakkı vardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Zenginlerin mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyip mahrum olanlar için bir hak vardır.”[1] buyrulmaktadır. Zekat vermemek, fakirin hakkını gasbetmektir. Bu ise kıyamet günü Allah’ın huzurunda hesabı ağır olacak bir vebaldir. Peygamberimiz de zekatı verilmeyen malın kıyamet gününde zehirli bir yılan misali mal sahibinin boynuna dolanacağını ifade etmektedir [2]. Ayrıca zekat ve sadaka, müminlerin, Allah sevgisini, mal ve servet sevgisinden daha üstün tuttuklarının bir ifadesidir. Çünkü sadaka veya zekat veren kimse, verdiği şahıslardan hiçbir karşılık beklememektedir. Bunu sadece ibadet kasdı ve Allah rızası için yapmaktadır.


Nitekim kendi rızası için harcayanlara Yüce Allah, harcadıklarının kat kat fazlasını dünya ve âhirette ihsan edecektir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksek yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile çiseleme bile yeter. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir”[3]. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir”[4].

Muhterem Müslümanlar!

Zekatın, sadakanın ve diğer yardımların fakirleri incitmeyecek şekilde verilmesi oldukça önemlidir. Riya ve gösteriş maksadıyla veya fakirin onurunu zedeleyecek tarzda yapılan yardımlardan sevap elde edilemeyecektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa şu şekilde dikkatlerimizi çekmektedir: “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonrada harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma ile gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir [5].

Muhterem Müminler!

Mal ve mülkün hakiki sahibi Allah’tır. Bizler O’nun emanet olarak lütfettiği malın ve mülkün geçici bekçileriyiz. Şeytanın, zekat verdiğimiz takdirde fakir düşeceğimiz vesvesesine kapılmadan zekatlarımızı verelim. Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek ve yoksul kimselerin onurunu incitmeden, yapacağımız yardımların sevaplarımızı çoğaltmasının yanında, malımıza bereket, yuvalarımıza huzur getireceğini unutmayalım.
______________________
[1] Zâriyât, 51/19.
[2] Buhârî, “Kitâbü'z-zekât”, 3.
[3] Bakara, 2/265.
[4] Bakara, 2/261.
[5] Bakara, 2/262-263.
[6] Buhârî, “Kitâbü'z-zekât”, 10.

İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : EYLÜL-2007
TARİH : 28.09.2007 (4. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلاَةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ
اللّهَ فَعَسَى أُولَـئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ



CAMİLER


Muhterem Müslümanlar!

1 Ekim’de “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” başlıyor. İslâm’ın ilk yıllarından itibaren camiler İslâm ümmetince en mübarek mekanlar olarak bilinmiştir. Peygamber asrında mescitler hem müslümanların Allah’a kulluk görevlerini arzettiği özel mekanlar, hem Resûl-i Ekrem Efendimizin, ilk müslümanlara yüce dinimizin esaslarını, müslümanlık ve insanlık değerlerini öğrettiği ilk eğitim kurumları, hem de toplumsal meselelerinin müzakere edildiği, dertlerin paylaşıldığı sosyal kurumlardı.
İslâm tarihinin her döneminde müslüman fatihler, hükümdarlar, ülkeleri, şehirleri fethettikleri zaman, ilk idealleri, oralara camiler yapmak olmuştur. Böylece hem yeni topraklarındaki varlıklarını bu eserlerle ebedileştirmişler, hem de Kur’an’da geçen, “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’a derin bir saygıyla bağlı olan kimseler yapıp yaşatırlar”[1] meâlindeki ilâhî iltifata mazhar olmak istemişlerdir.

Aziz Müminler!

Bizim medeniyetimizde camiler, elbette öncelikle birer ibadet yerleridir. Ama hepsi o kadar değil... Bizim medeniyetimizde camiler, beşerî âlemle ilâhî âlem arasında ruhânî birlikteliğin yaşandığı, ruhlarımızı ve iradelerimizi Allah’a teslim ettiğimiz yerlerdir.
Bizim medeniyetimizde câmiler, aynı zamanda sanatta güzelliğin ve zerafetin, yönetimde ihtişam ve azametin, insan ilişkilerinde inceliğin, özverinin, birlik ve beraberliğin, dostluk, kardeşlik ve dayanışmanın tecelli ettiği yerlerdir. Bizim medeniyetimizde camiler, dinî ve millî değerlerimizin, edep ve ahlâkımızın hem öğretildiği hem de en zarif bir şekilde örneklerinin sergilendiği, uygulandığı birer eğitim merkezidir.
Hulasa, üzerinde yaşadığımız yerin bizim yerimiz olmasının en büyük alameti, orada yükselen kubbeler, minareler, orada gök kubbeyi inleten ezanlar olmuştur.


“Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumda benim inlemeli.”

Onun içindir ki ecdadımız, sanatta ulaştığı ustalığın zirvesini hep camiye saklamış, büyük bir gurur ve vecd ile cami mimarisinde ifade etmişlerdir. En güzel taş işçiliğimiz, en güzel mermer, ağaç, sedef ve çini işlemelerimiz, halılarımız, şamdanlarımız, rahlelerimiz, hat örneklerimiz... Hepsi camide buluşmuştur. Özellikle böylesi Ramazan günlerinde teravihleri, mukabeleleri, vaaz ve irşadlarıyla camilerin tadı daha bir doyumsuz olmaktadır.
Bu arada İstanbul Müftülüğü camiası olarak siz hayırsever İstanbul halkına bir takdir ve şükran borcumuzu da ifade etmek istiyoruz. Bilindiği gibi zaman zaman camilerde siz İstanbullulardan yardım talep edilmektedir. Bilesiniz ki yaptığınız küçük küçük katkılarınızla her sene İstanbul içinde ve dışında, hatta ücra köylerde, yurtdışındaki müslüman beldelerde, Sakarya Üniversitesi Camii’nden, Kazakistan’da Dede Korkut’un memleketi olan Gazaliye kasabasındaki camiye kadar yüzlerce cami yaptınız, yapmaktasınız. Bu millete, biz İstanbullulara yakışan da budur. Allah bizleri “veren el” olmaktan geri koymasın.
Yüce Rabbimiz, vatanımızı camisiz, gök kubbemizi ezansız, mihraplarımızı imamsız bırakmasın!

Aziz Cemaat!

Bu hafta bizim canımızı, malımızı korumak, kurtarmak için adeta kendilerini ateşe atan itfaiyecilerimiz 293. kuruluş yıldönümlerini kutluyorlar. Dinimizde insanların can ve mal güvenliği için çalışmanın ibadet değeri taşıdığını anlatan pek çok âyet ve hadis vardır. Mâide sûresinin 32. âyetinde “Bir insanın hayatını kurtaran kişi, bütün insanlığa hayat vermiş gibidir” buyrulur. İnsan hayatına böylesine değer veren bir dinin mensupları arasında, lüzumsuz ihbarlarda bulunma, yanlış park yapma gibi çirkinliklerle itfaiye çalışanlarının işlerini güçleştiren insanların bulunması ne acı!
Her gün ortalama 100 itfaiye hadisesinin yaşandığı İstanbul’da bu kardeşlerimize güçlük çıkarmak değil, işlerini kolaylaştırmak hem insanlık ve vatandaşlık görevi, hem de “İnsanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunandır” buyuran Sevgili Peygamberimizin bize miras bıraktığı ahlâk-ı Muhammedî’nin gereğidir.

Yüce Rabbimiz cümlemizi her türlü afetlerden muhafaza eylesin.
___________________
[1] Tevbe, 9/18.
Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
bende bundan sonra bu konuya gayret göstereceğim İnşaallah.
Yük sadece bir kaç kardeşin omuzlarında kalmasın.
 
cok güzel calısmalar bunlar kutlarım ellerinize sağlık
 
Geri
Üst