Cuma Hutbeleri

Esselamüaleyküm

İL : İSTANBUL
AY-YIL : MAYIS-2007
TARİH : 11.05.2007

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لَنْ تَنَالوُا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا
تُنْفِقوُا مِنْ شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
[1]

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم
إِذاَ ماَتَ اِبْنُ آدَمَ اِنْقَطَعَ عَمَلُهُ إِلاَّ مِنْ ثَلاَثٍ
صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ
يَدْعُو لَهُ
[2]


SOSYAL DAYANIŞMA MÜESSESESİ OLARAK VAKIFLAR

Değerli Müslümanlar!​

Yardımlaşma ve dayanışma halinde bulunan toplumlar, güçlü toplumlardır. Getirdiği ilkelerle insanların iyiliğini, hayır ve mutluluklarını temin etmeyi gaye edinen dinimiz mü’minlerin yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalarını emretmiştir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz, her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir” [1].Diğer bir âyet-i kerîmede de:
“…Onlardan bir kısmı da hayırda yarışırlar. Bu büyük bir fazilettir” [3]

Sevgili Peygamberimiz de, “Sizden birisi kendi nefsi için istediğini, kardeşi için de istemedikçe olgun mü’min olamaz” [4] ve “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler” [5] buyurmaktadır.

Muhterem Mü’minler!​
Dinimiz kesintisiz hayır işleme bilincini geliştirmiş, bunun sonucu olarak, ihtiyaç sahiplerini gözetmek üzere vakıflar ortaya çıkmıştır. Âhiretteki kurtuluşumuz bu dünyada yapacağımız fedakârlıklara bağlıdır. İşte vakıf anlayışı böyle bir imanın, maddî bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvî bir düşüncenin mahsulüdür. Bu sebeple vakıf kurma, İslâm’ın başlangıç yıllarından itibaren asırlar boyunca İslâm dünyasında büyük bir önem kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde de derin tesirler icra etmiştir.

Bunun temelinde “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan; malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan; vakfın en hayırlısı da insanların en çok ihtiyaç duydukları şeyleri karşılayandır” ilkesi yatmaktadır. Bu ilkenin mânasını çok iyi kavrayan müslümanlar, özellikle de bizim atalarımız bu yolda birbirleri ile âdeta yarışırcasına vakıf eserleri kurmuşlardır.

İslâm tarihinde ilk vakıf, Medine-i Münevvere’deki yedi parça mülkünü bağışlayan Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından kurulmuştur [6]. Onun yolundan giden sahâbe-i kirâm da çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet etmişlerdir. Nitekim Hz. Câbir “Ben, muhâcir ve ensâr arasında mal ve mülk sahibi olup da vakıf ve hayır kurumu kurmamış birini hatırlamıyorum.” [7] diyerek bu durumu belirtmiştir.

Değerli Mü’minler!​
Yardımlaşma ve dayanışmanın gereği olarak ortaya çıkan vakıflar, hastahane, cami, okul, yol, köprü, çeşme ve aşevi gibi toplumun ihtiyacı olan bir çok tesisin yapılması ve yaşatılması gibi toplum yararına olan hemen her alanda büyük hizmetler görmüşlerdir. İnancımıza göre bu eserlerden insanlar yararlandığı sürece yaptıranlar, yapılmasına vesile ve destek olanlar, hem yaşarken hem de öldükten sonra sevap kazanmaya devam edecektir.
Vakıf kurumumuza ilham kaynağı olmuş bir hadis-i şerifin meâliyle bitirelim: “İnsanoğlu öldüğünde amelleri de sona erer. Ancak şu üç şey bundan müstesnadır; sadaka-i câriye (yani toplumsal yararı sürekli olan hayır yatırımı), faydalı ilim, ölene arkasından dua eden hayırlı evlat” [2].

_____________________
[1] Âl-i İmrân, 3/92.
[2] Müslim, “Vasıyyet”, 14; Ebû Dâvûd, “Vasâyâ”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36; Nesâî, “Vasâyâ”, 8.
[3] Fâtır, 35/32.
[4] Buhârî, “Îmân”, 13.
[5] Buhârî, “Edeb”, 27.
[6] M. A. Köksal, İslâm Tarihi, XVIII, 181.
[7] Ö. N. Bilmen, Istılah, IV, 304.


Sedat CANBAZ
Sinanağa Camii İmam-Hatibi
BEYKOZ​

Renkler:
Ayet
Hadis

SELAM VE DUA İLE...
 
GenÇlİk..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : MAYIS-2007
TARİH : 18.05.2007 (3. HAFTA)



بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنوُا بِرَبِّهِمْ وَزِدْ نَاهُمْ هُدًي{1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم
لاَ تَزُولُ قَدَماَ عَبْدٍ يَوْمَ اْلقِيَامَةِ حَتَّي يُسْأَلُ عَنْ عُمُرِهِ فِيمَ أَفْنَاهُ وَعَنْ عِلْمِه فِيمَ فَعَلَ فِيهِ{2}



GENÇLİK


Muhterem Müslümanlar!

Bir ülkenin maddî ve manevî gelişmesinde, varlığını korumasında, dinî ve kültürel değerlerini yaşatıp zenginleştirmesinde en önemli unsur gençliktir.
Gençlik, ömrün en bereketli dönemidir. Hayat boyu insana gerekli olacak bilgiler, güzel alışkanlıklar, feragat, sabır, irade, azim ve mücadele yeteneği gençlik çağında oluşur. Gençlerin imkan ve fırsatlarıyla büyüklerin tecrübeleri bir araya geldiğinde, bundan din ve dünyamız için nice hayırlar, iyilik ve güzellikler doğar.

Aziz Cemaat, Sevgili Gençler!


Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Ashâb-ı Kehf gibi [1] gençlerden sözeder. Bütün insanlık için onların, iman, ahlâk, cesaret, iffet ve haya gibi erdemlerde örnek ve rehber olduklarını bildirir [3].
Kur’ân-ı Kerîm’in gençliğe model olarak gösterdiği en önemli simalardan birisi Yûsuf (a.s)’dır. Yûsuf (a.s), kardeşlerinin kendisini kıskanmasıyla başlayan, kuyuya atılması ile derinleşen, köle olarak satılması ile ağırlaşan, iftiraya uğraması ve iffet sınavı ile doruğa ulaşan büyük ve kapsamlı bir sınava tâbi tutulmuş ve hepsinin üstesinden gelmiş bir gençtir [4].
Böylece O, kendi dönemindeki ve daha sonraki bütün nesillere iman, karakter ve iffet örneği oldu. Her türlü dinî, ahlâkî ve kültürel yozlaşmalara karşı günümüz gençliğine, Hz. Yûsuf’un Allah’a olan bağlılığını, iffet ve sadakatini öğretmek gerekir.








Değerli Kardeşlerim!


En canlı ve başarılı faaliyetler, genç yaşta olmaktadır. Hicret esnasında putperestler Peygamberimizi yatağında baskın yapıp öldürmeye karar verdiğinde Resûlullah (s.a.v)’in yerine onun yatağına girip hiç tereddüt etmeden kendisini feda etmeyi göze alan gencecik yaştaki Hz. Ali olmuştur. Sahabenin büyükleri varken, Hz. Peygamber’in orduya komutan tayin ettiği Üsâme b. Zeyd, 20 yaşında Yemen Valisi yaptığı Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Kuzey Afrika fatihi Ukbe b. Nâfi’, Peygamber (s.a.v)’ in müjdesine nail olma aşkıyla İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, birer genç idiler. Bütün bu misaller gösteriyor ki, gençlik dönemleri muazzam başarılarla taçlandırılabilir.

Aziz Kardeşlerim!


Gençlik, bir enerji dönemidir. Bu dönemde gençlere iyi rehberlik yapabilen, onları iyi eğitebilen milletler daima kazançlı çıkmışlardır. Onları eğitmeyen, kendi hallerine terk eden milletler ise çok büyük zararlara uğramışlardır.
Bu gerçeği çok iyi gören aziz Atatürk, Gençliğe Hitabesi’nde İstiklalimizi ve Cumhuriyetimizi müdafaa ve muhafaza görevini gençliğe emanet etmiş; İstiklal Savaşımızın başlangıç noktasını simgeleyen 19 Mayıs Bayramını da gençliğe armağan etmiştir.
Hutbemi Peygamber Efendimiz’in gençlik döneminin önemini anlatan şu mübarek sözleriyle bitirmek istiyorum: “İnsanoğlu, kıyâmet günüde beş şeyden sorulmadıkça Rabbinin huzurundan ayrılamaz: Ömrünü nerede bitirdiği, gençliğini hangi yolda tükettiği, malını nereden kazandığı, malını nereye harcadığı, bildiği ile ne kadar amel ettiği” [2].




______________
[1] Kehf, 18/13.
[2] Tirmizî, “Kıyâmet”, 1.
[3] En’âm, 6/80-81; Yunus, 10/83; Meryem, 19/41-48, 49; Nahl, 16/20; Enbiyâ, 21/51-70.
[4] Yûsuf, 12/8-23.



Dr. Kerim BULADI
Vaiz/Zeytinburnu Müftülüğü
 
Allah razı olsun...Bu sefer yetişmişsin tez elden..Saolasın..;)
 
Fetİh Ruhu

İL : İSTANBUL
AY-YIL : MAYIS-2007
TARİH : 25.05.2007 (4. HAFTA)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا{1}
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم
لَتُفْتَحَنَّ اْلقُسْطَنْطِنِيَّةُ فَلَنِعْمَ اْلأَمِيرُ أَمِيرُهاَ وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ{2}


FETİH RUHU

Muhterem Mü’minler!


Her milletin, kendisine ışık tutan, şevk ve heyecan kaynağı değerleri vardır. Fertler, bu değerlerin etrafında kenetlendikleri zaman gerçek manada millet olma, onun değerleriyle kimlik kazanma şuuruna ererler. Bu değerler, bir toplumun kendi dinî, tarihî zenginliklerinden gelir; onun ortak kimliğini ve kişiliğini oluşturur; fertlerini birbirine kaynaştırır.
Bizim tarihimiz, imanımızdan kaynaklanan, millî birlik ruhuyla kazanılmış eşsiz zaferlerle doludur. Bu zaferler, geçmişimizi süsleyen ve geleceğimizi aydınlatan çok önemli dönüm noktalarıdır. Tarih sahnesinde müstesna bir yere ve değere sahip olan İstanbul’un fethi de, bu dönüm noktalarından birisidir.

Değerli Mü’minler!


Temelleri Malazgirt’te atılmış olan bu zaferle, milletimiz sesini dünyaya daha gür bir şekilde duyurmuştur. İnsanlık tarihi, İstanbul’un fethiyle, bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına sebep olan en önemli olaylardan birine şahit olmuştur. Peygamber Efendimiz’in; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir”[2] şeklindeki müjdesi bu şanlı fethin hem ilham hem de güç kaynağıdır.
Bu fetih ayrıca, o zamanki İstanbul’un Ortodoks halkı için de bir dönüm noktası olmuş, onlar için huzur, güvenlik ve özgürlük ortamı sağlamıştır. İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimizin o kutsal övgüsünü hak eden büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı bir fermanla Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına almış; idaresi altındakilere, günümüzde dahi örnek olacak şekilde, sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır.




Hiçbir ayrım yapmadan herkese yardım elini uzatmış, yoksulları gözeterek sosyal adaleti yerleştirmiş ve örnek yönetimiyle, Bizans halkının yaşamakta olduğu zulme son vermiştir. İslâm’ın “Bütün insanlık bir ailedir.” şeklindeki evrensel ilkesinden kaynaklanan bu erdemli davranışıyla o büyük hükümdar, İstanbul’un fethini gönüllerin fethiyle taçlandırmıştır. İstanbul’u geri almak için harekete geçen kuvvetlere, öncelikle kilise önderleri ve şehrin yerli halkının karşı koymuş olması, bu fethin, müslümanlara sadece Bizans topraklarını değil, Bizans insanının gönüllerini de açtığını net bir şekilde göstermiştir.

Değerli Kardeşlerim!


Fetihleri ve zaferleri kalıcı kılan, ona ilham veren gücün yaşamasıdır. Milletimizi farklı unsurlarıyla yüzyıllardır bir arada tutan, Malazgirt’ten Çanakkale ve İstiklal Savaşı’na kadar birleştiren, yüce dinimizin verdiği güçtür. Bu gücün zayıfladığı milletlerin geçmişle bağları zamanla kopacağı gibi geleceğe dair hedeflerden uzaklaşmaları da mukadderdir. Bu itibarla fetih, zafer gibi yıldönümlerinde geçmişimizi daha sağlam bir şekilde öğrenmeli ve öğretmeliyiz.
Bu şehrin ve ülkemizin her yerinde bu düşünce ve şuur içinde olmalıyız. Bugün yaşadığımız şehrin maddî ve manevî mirasına sahip çıkmalıyız. Bu vesileyle, fethin yıldönümünde vatan ve mukaddesat uğruna canlarını feda eden fetih erleri şehit ve gazilerimizle, ülkemiz için her türlü fedakarlığa katlanan ecdadımıza Allah’tan rahmet diliyor ve hutbemi Fetih Suresi’nin ilk âyetinin mealiyle bitiriyorum: “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik” [1].

_________________


[1] Fetih, 48/1.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 325.


Bu hutbe Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 27.05.2005 tarihli hutbesinin, İstanbul Müftülüğü Merkez Vaizi Mustakim ARICI tarafından gözden geçirilip ilaveler yapılmış şeklidir.
 
İnşallah bizim kalbimizden daha fazla Allah ı hoşnut ediyorsundur, Allah razı olsun kardeşim...
 
Bismillahirrahmanirrahim

ESSELAMÜALEYKÜM

İL : İSTANBUL
AY-YIL : HAZİRAN-2007
TARİH : 01.06.2007

بسم الله الرحمن الرحيم

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ

لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
[1]

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم :" إِذاَ سَافَرْ تُمْ

فيِ الْخِصْبِ فَأَعْطُوا اْلإِبِلَ حَظَّهاَ مِنَ اْلأَرْضِ
(...)" [2]​


HAYVAN VE ÇEVRE HAKKI

Muhterem Müslümanlar!

Çevre, insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca içinde birlikte yaşadıkları, paylaştıkları ortak alandır. Yüce Allah, insanın da içinde bulunduğu bu âlemi canlı ve cansız bütün varlıklarıyla birlikte bir düzen içinde yaratmıştır. Canlıların hayatlarını sürdürebilmeleri için bu düzen ideal olup, onda her hangi bir eksiklik söz konusu değildir
[3].

Çevre sorununu, sadece maddî bir konu gibi görmek, bu konunun din ile ilgili olmadığını düşünmek ciddi bir yanılgıdır. Varlıkları manevî yönden ve yaratılıştan kutsal görme, İslâm çevreciliğinin manevî temelini oluşturur.
“Görmez misin ki; göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde ediyor” [4]. “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi birer topluluktur” [5].

Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi kâinattaki tek varlık insan değildir. İnsanın diğer varlıklar karşısında sorumluluğu vardır. Peygamber Efendimizin şu hadisi insanın bu sorumluluğunun inceliklerini ortaya koymaktadır:
“Otu bol yerlerde yolculuk yaptığınızda otlardan istifade etmeleri için hayvanlara (develere) imkan verin. Gece mola vereceğiniz zaman yoldan ayrılıp bir kenara çekilin. Zira yol hayvanların geçeceği ve böceklerin geceleyeceği yerdir” [2]
Bu temele dayanarak, müslümanlar çevreye her zaman sahip çıkagelmişler, onu bozup kirleterek sorun haline getirmemişlerdir.

Aziz Müminler!
Çevrenin temiz tutulması, çevre kirliliğinin önlenmesi insanlık için, hatta tüm canlılar ve dünyamız için hayatî önem taşımaktadır. Çünkü; çevremizi iyi korumadığımız zaman hayatımızı sağlıklı bir şekilde devam ettirmemiz zorlaşır. Yüce Allah, insandan tabiî çevresini ve kainatı korumasını, onların ekolojik dengesini bozmamasını istemektedir.
Aksi halde, bizzat bundan kendisinin zarar göreceğini şöyle ifade etmektedir: “İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Allah da, belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır” [1].

Değerli Kardeşlerim !
Hava, su ve denizlerin insan eli ile kirletilmesi, yeşilin ve ormanların giderek yok olması ve bunların sonucunda iklim değişikliklerinin meydana gelmesi yukarıdaki âyette belirtilen tehlikeyi açıkça ortaya koymaktadır. Halbuki; yararımıza sunulan her nimet, aynı zamanda Allah’ın, sorumluluğumuza verdiği bir emanettir. Şüphesiz çevre bunların başında gelir. Bu nimetleri Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmazsak, emanete ihanet etmiş oluruz. Doğal hayatın ve çevre kirliliğinin temel sorumlusu insan faaliyetleridir. Doğal hayatı ve çevreyi koruyan, geliştiren de ona zarar veren de insandır.

Değerli Kardeşlerim !
Bizler, kendi sağlığımızı ve çocuklarımızın geleceğini düşünüyorsak; o zaman kendi evimiz kadar dünyamızı ve içerisindeki canlıları da düşünmek zorundayız. Çevremize insanca yaklaşmak ve Cenâb-ı Hakk’ın bu değerli emanetlerini hem kendimiz, hem gelecek nesillerimiz, hem de diğer canlılar hesabına korumak en başta dinî görevlerimizdendir. En üstün varlık olarak yaratılan insanın yarın Allah huzurunda bütün bunlardan en ince ayrıntısına kadar hesaba çekileceğimizi [6] bilelim, davranışlarımıza ve alışkanlıklarımıza yön verirken bu gerçekleri göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuzu da unutmayalım.

Bizler, âlemlere, yani canlısıyla cansızıyla bütün varlıklara rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin ümmetiyiz. Böyle bir peygamberin ümmetine de ancak bütün varlıklara rahmetle yaklaşmak yaraşır; yıkmak, yakmak, yok etmek değil; yapmak, yaşatmak yaraşır.

________________
[1] Rûm, 30/41.
[2] Müslim, “İmâre”, 178; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 57; Tirmizî, “Edeb”, 75.
[3] Kamer, 54/49; Mülk, 67/3-4.
[4] Hac, 22/18.
[5] En’âm, 6/38.
[6] Tekâsür, 102/8.



Mehmet Ali BAL
Şile Cezaevi Vaizi​

SELAM VE DUA İLE...
 
İsraftan KaÇinmak

ESSELAMÜALEYKÜM

İL : İSTANBUL
AY-YIL : HAZİRAN-2007
TARİH : 08.06.2007


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالَّذِينَ إِذَا أَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ
قَوَامًا
{1}
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم : "إِنَّ اللهَ تَعَالىَ

يَرْضَى لَكُمْ ثَلاَثاً وَ يَكْرَهُ لَكُمْ ثَلاَثاَ(...) وَ يَكْرَهُ لَكُمْ قِيلَ وَ
قَالَ وَكَثْرَةَ السُّؤاَلِ وَ إِضاَعَةَ الْماَلِ"
{2}

İSRAFTAN KAÇINMAK


Muhterem Müslümanlar!​

İsraf, “ihtiyaç sınırını aşmak, aşırı harcamalarda ve ölçüsüz davranışlarda bulunmak” demektir. Cenâb-ı Hak; nimetlerini yeryüzünde ölçülü olarak yaratmış, israf edilmesini, boş yere tüketilmesini ise yasaklamıştır. Harcamalarımızda ne israf, ne de cimrilik olmayan orta yolun takip edilmesini istemiştir. Böylece tabiattaki denge korunacak, toplumlar nimet ve rızıklardan adaletle, makul bir şekilde istifade edeceklerdir. Nitekim Furkân Sûresi 67. âyetinde müminlerin güzel vasıfları belirtilirken şöyle buyurulmaktadır. “Onlar (yani müminler), harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında, orta bir yol tutarlar”[1].

Aziz Müslümanlar!​

Mü’minin her işi hayırlıdır, güzeldir, faydalıdır. Şu halde Cenâb-ı Allah’ın lütfu ile verilen nimetleri, gerek kendimiz kullanırken ve gerekse başkalarının istifadesine sunarken israf etmemeye dikkat etmeliyiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz israf edenleri sevmediğini
[3] , saçıp savuranların ise şeytanların kardeşleri sayıldığını [4] belirtmektedir.

Yüce Rabbimiz, insanoğluna sorumluluklar yüklemiş, hem de ona büyük nimetler vermiştir. Gökte ve yerde bulunanları onun istifadesine sunmuş, ama bu nimetlerden imtihana tabi tutulacağını haber vermiştir.

Ne yazık ki millet olarak israftan kaçınabildiğimiz söylenemez. Özellikle, çöpe atılan ekmeklerden tutun da kamu malları, doğal kaynaklar, elektrik, su ve zaman gibi sayısız değerlerimizi israf etmekteyiz. Halbuki yeryüzünde hiçbir kaynak ve imkan sınırsız değildir. Günümüzde bunların değeri, daha da artmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bir akarsudan abdest alırken bile israf edilmemesi yönündeki öğütleri [4] , bunun ne kadar anlamlı olduğu asrımızda çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Aziz Cemaat!​

İsrafından en çok kaçınmamız gereken değerlerin başında “zaman” gelir. Akıp giden zamanın geri getirilmesinin asla mümkün olmadığını biliriz. Aslında Cenâb-ı Hakkın bahşettiği görünen ve görünmeyen bütün imkanlar aynı zamanda birer imtihan konusudur. Bunların israf edilmesi büyük bir vebaldir. Bunun için harcamalarımızda ölçülü olmak, ülke kaynaklarını dikkatli kullanmak, verimli alanlarda değerlendirmek, hem dinî hem de millî bir görevdir. Yarınlarımızın huzur ve rahatı için fert ve millet olarak iktisatlı davranmak ve israfa sapmamak zorundayız. Çünkü israf, Yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı bir nankörlük ve saygısızlıktır. İktisatlı olmak ise, o nimetlere gösterilen fiilî bir saygı ve gerçek bir şükürdür.

Hutbemizi başta okuduğum hadis-i şerifin meâliyle bitiriyorum: “Şüphesiz Allah Teâlâ sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine ibadet etmenizden, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan ve Allah’ın dinine sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden hoşlanır. Dedi kodu yapmanızdan, çok sual sormanızdan ve malı telef etmenizden de hoşlanmaz” [2].

[1] Furkân, 25/67.
[2] Müslim, “Akdiye”, 10; Mâlik, Muvatta’, “Kelâm”, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/327, 360, 367.
[3] A’râf, 7/31.
[4] İsrâ, 17/27.
[5] İbn Mâce, “Tahâret”, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XI/221.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​

SELAM VE DUA İLE...
 
Kabİr Zİyaretİ

ESSELAMÜALEYKÜM

İL : İSTANBUL
AY-YIL : HAZİRAN-2007
TARİH : 15.06.2007


بسم الله الرحمن الرحيم

قُتِلَ اْلإِنْسَانُ ماَ أَكْفَرَهُ مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ مِنْ نُطْفَةٍ
خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ثمُ َّالسَّبيِلَ يَسَّرَهُ ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأقْبَرَهُ ثمُ َّإِذَا
شَاَء أَنْشَرَهُ
{1}​


قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: زُرُوا اْلقُبوُرَ
فَإِنَّهاَ تُذَكَِّرُكُمْ اَلآخِرَةَ
{2}​



KABİR ZİYARETİ

Aziz Müminler!​

Şüphe yok ki, Allah’ın bize layık görüp verdiği bu hayatı sevmeli, ölümü değil yaşamayı istemeliyiz. Rabbimizin bizim için yarattığı nimetlerden meşru ölçülerde yararlanmalıyız. Ancak şu gerçeği hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız: Bu dünya, her şeyi ile fânidir. Bâki olan yalnızca Allah’tır. Her canlı mutlaka ölümü tadacak, bu dünya hayatı sona erecek ve inancımıza göre daha hayırlı ve ebedî olan âhiret hayatı başlayacaktır. Doğum gibi, ölüm de Allah’ın değişmez bir kanunudur. Ölüm, yok olup gitmek değil, yeni ve ebedi bir hayatın başlangıcıdır.

Âhiret hayatına geçiş için açılan ilk kapı, kabir kapısıdır. Nitekim Kurân-ı Kerîm, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah insanı neden yarattı? Onu, bir nutfeden, spermden yaratıp ona şekil verdi. Sonra ona, yolunu kolaylaştırdı. Sonra ona ölümü verdi ve kabre koydu. Sonra dilediği bir vakitte, onu yeniden diriltir” [1].

Muhterem Müslümanlar!​

Bir insanın, ölmüş olan yakınlarını, dostlarını, sevdiklerini ve hayatı birlikte paylaştığı kişileri unutması, elbette kolay değildir. Her fırsatta onları yâd etmek ve onlarla olan münasebetini, bir şekilde devam ettirmek ister. Bunun için onların kabirlerini ziyaret etmeyi bir vefâ borcu bilir ve bu ziyaretlerle de bir teselli bulur. Bu âyet normal bir insanî tutumdur. Ancak kabir ziyaretinin dinî bir sorumluluğu da vardır:
İslâm dininde, ölümü hatırlamak, âhiret hayatını düşünmek, ölmüş kişinin günahlarının affı için Allah’a dua etmek ve kabirde yatanlardan ibret almak üzere kabir ziyaretinde bulunmak dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Nitekim. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler size âhireti hatırlatır” [2].

Ancak kabir ve türbe ziyaretlerinde İslâm'ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikâdî bakımdan da yanlış olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek, bu zatların duaları kabul ettiğine, tanrısal kudretlerinin olduğuna inanmak, bir kısım ihtiyaç ve dilekleri, Allah’a değil de onlara arz etmek, onlardan medet ummak, bunun için kabirlerde, türbelerde bez bağlamak, mum yakmak, kurban kesmek, şeker v.b. yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek tevhid dini olan İslâm ile bağdaşmaz.

Değerli Müminler!​

Kabir ziyaretinde bulunan kişi, âhireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Kabrin yanına gelince; “Mü’minler yurdunun sakinleri sizlere selam olsun. Allah’ın dileği vakitte, yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim” [3] denilir. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun görülmüştür. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin demirlik ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak ise kabir ziyaretinin adabıyla bağdaşmaz.

_____________
[1] Abese, 80/18-22.
[2] İbn Mâce, “Cenâiz”, 47.
[3] Müslim, “Cenâiz”, 104.


Fadıl AYGAN
Vaiz/Ümraniye Müftülüğü​


SELAM VE DUA İLE...
 
Allah razı olsun
 
Çocuk EĞİtİmİnde Kur’an ÖĞrenmenİn Önemİ

İLİ:ANKARA
AY-YIL:HAZİRAN-2007
TARİH :15/06/2007

ÇOCUK EĞİTİMİNDE KUR’AN ÖĞRENMENİN ÖNEMİ

5y2yujl.gif


Aziz Müslümanlar!​

Gözlerimizin aydınlığı olan yavrularımız, Rabbimizin bizlere birer lutfu ve emaneti olup, tertemiz bir yaratılışla dünyaya gelirler.

Dünyamızda her türlü canlı neslinin devamı, ancak nesillerin korunması ile mümkündür. İnsan neslinin muhafazası ve devamı da , meşru ve yasal bir evlilik üzerine kurulan aile yuvası ve yuvanın meyvesi olan çocuklar iledir. Çocuklar,dinî ve sosyal hayata dair bilgileri ,ilk önce anne ve babalarının günlük yaşantılarını takip ederek öğrenirler

Değerli Kardeşlerim!​

Aile bahçelerimizin sevgi gülleri , milletimizin filiz ve fidanları olan yavrularımızı, ilim ve imandan, saygı – sevgi ve hoşgörüden mahrum bırakmayalım. Onların aydınlık dünyalarını, bütün insanî ve dinî değerlerin kaynağı ve sevginin merkezi olan Kur’an’la buluşturalım. Zira onların o tertemiz kalplerinde, çirkinlikten hiçbir şey yoktur. Onların yalnızca sevgiye ve ilgiye ihtiyaçları vardır. Sevgiyi üreten ve hayata dönüştüren ise, Kur’an’dır. Çocuklarımız muhtaç oldukları sevgiyi O’nda bulurlar. Böylece O’nun sevgisiyle dolup - taşan gönülleriyle, her şeye sevgiyle bakarlar. Aksi halde onların gönül dünyaları, büyüklerinin kusurları sebebiyle, bu güzel ve kutsal değerlere kapatılırsa; Sevgi yerine sevgisizlik, saygı yerine saygısızlık, hoşgörü yerine tahammülsüzlük vb. kötü huylar gelişir.

Muhterem Müminler!​

Bizlere emanet olan yavrularımızın gönüllerinde kültür ve inanç değerlerimizin gelişmesine gayret etmeliyiz. Aksi halde, onların o masum ve saf dünyalarında, millî ve dinî kültürümüze ters düşen yabancı tesirleri üzüntü ile izler ve toplum olarak sıkıntı çekeriz. Çocuklarımızın dini ve dünyevî zararlılara karşı korunması, bizlere yüklenen bir görevdir.


Aziz Müminler!​

Eğitim-öğretim yuvalarımız olan okullarımız yaz tatiline girdi. Milyonlarca evladımızın sevinçlerine ortak oluyoruz. Her yaz olduğu gibi, bu yaz da, bütün camilerimiz ve Kur’an Kurslarımızda bir müddet sonra “yaz kursları” düzenlenecektir. Bu dönemde, çocuklarımıza, dini-milli değerleri ve Kur’an-ı Kerimi öğrenmeleri konusunda cami görevlilerimiz yardımcı olacaklardır. Böylece çocuklarımızın camilerin manevi havası ve Kur’an-ı Kerim’in berrak ve aydınlık dünyası ile tanışmaları sağlanacaktır.

Hutbemizi, ayet ve hadis mealleriyle bitirelim.
Yüce Allah buyuruyor ki: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku” (1)
Hz. Peygamberimiz: (s.a.s) “Sizin en hayırlınız, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.”(2) buyurmuştur.

Hazırlayan: Kemal AYDOĞAN
Ünvanı: Ankara İl Müftü Yardımcısı
REDAKSİYON:İL HUTBE KOMİSYONU​
___________________________
1- Alâk, 96/1,2
2- Riyazü’s-salihin Ter., 2/997 h
d.


SELAM VE DUA İLE...
 
Elhamdülillah güzel paylaşımlar abi..Allah razı olsun..;)
 
Aİlenİn Önemİ

İLİ :ANKARA
AY-YIL :HAZİRAN-2007
TARİH :29/06/2007

52xxmhz.gif

AİLENİN ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar !​

Dinimiz islam’ın temel prensiplerinden biri de nefsi ve nesli korumaktır.Kişilerin nefsini ve neslini korumakta en önemli faktör aile kurumudur. Aile toplumun en küçük birimidir. Aile ne kadar çok iyi korunur ise, kişiler dış etkenlere karşı o kadar güvende olur. Toplumun en küçük birimini oluşturan aileler sağlıklı ve sağlam bir şekilde kurulup yaşatıldığı müddetce toplum o derece sağlam olacak, ayakta kalacaktır.

Değerli Müminler !​

Aile kurumu nefsin ve neslin korunmasını evlilik müessesi ile sağlamaktadır.Evlilik nefsani arzuların meşru yoldan karşılanmasını sağlayan bir kurumdur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s) ``Ey gençler topluluğu! kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin.Zira evlilik gözü haramdan korur.``(1) buyurmuştur.Evlilik insanın sağlıklı ve düzenli bir hayatının oluşmasını sağlar. Toplumda meşru olmayan davranışlara engel olur. Dinimizce yasaklanan yaşantının, getirmiş olduğu çeşitli hastalık ve sıkıntıları önler.

Değerli Kardeşlerim!​

Aile nefsin ve neslin korunduğu milli ve manevi değerlerin öğretildiği , geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın yetiştirildiği en önemli kurumdur.Eğer aileyi oluşturan anne ve babalar ve aile kurumu ,üzerine düşen bu görevi yapmaz veya ihmal ederse, önce ailede sonra toplumda huzursuzluklar baş gösterir. Zamanında gerekli önlemler alınmadığı taktirde bu huzursuzluklar o toplumun sonunu hazırlayabilir.

Muhterem Müslümanlar!​

Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmek isteyen bir kişi, Allah`ın emri peygamberimiz (s.a.s) sünneti olan evliliği gerçekleştirip sağlam ve sağlıklı bir aile kurması lazım ki, hem fert olarak, hem de toplum olarak, geleceğe güven ve umutla bakabilsin.

Hutbemi yukarıda okumuş olduğum ayet meali ile bitiriyorum.
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah`ın varlığının delillerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.” (2)

_________________________

1-Buhari, Nikah, Hd: 5605
2-Rum, 30/21


HAZIRLAYAN: Cemal ÇIKRIK
ÜNVANI: Akyurt Müftüsü
REDAKSİYON: İL HUTBE KOMİSYONU​

SELAM VE DUA İLE...
 
Su Tasarrufu..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : HAZİRAN-2007
TARİH : 29.06.2007 (5. HAFTA)


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلا تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ {1}
وقال النبي صلى الله تعالي عليه و سلم :" اِرْحَمُوا
مَنْ فىِ اْلأَرْ ضِ يَرْحَمْكُمْ مَنْ فىِ السَّمآءِ {2}


Su Tasarrufu

Değerli Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz, bir âyette her şeyi, dünyadaki bütün varlıkları ve imkanları bir ölçü, bir denge içinde yarattığını bildirir [3]. Başka bir âyette, ilâhî kitapların ve peygamberlerin genel dengeyi korumak, adaleti ayakta tutmak için gönderildiğine işaret edilir [4]. Kur’ân-ı Kerîm’e göre İslâm ümmeti de her türlü aşırılıklardan uzak, dengeli ve uyumlu bir toplumdur. Demek ki, İslâm dini hem tabiat dünyasında hem toplumsal yapıda hem de insan davranışlarında denge ve uyumun korunmasını istemekte; her türlü aşırılıkları, ölçüsüzlükleri, sapmaları da reddetmektedir. Bu aşırılıklar da genel olarak israf diye ifade edilmektedir. İsraf, genel bir tanımlama ile “ölçüsüzlük, hakikatten ve doğru çizgiden sapma, özellikle aşırı ve yersiz harcama, tüketim” olarak açıklanabilir.

Allah Teâlâ bize, “İsraf etmeyin” buyuruyor [1]; “Saçıp savurmayın” [5] buyuruyor; sonra biz de Allah’ın nimetlerini ölçüsüz ve kuralsız bir şekilde, boş yere harcıyorsak, o zaman biz nimete karşı nankörlük ediyoruz demektir. Hatta bu, nimetin sahibi olan Rabbimize karşı saygısızlıktır. Ayrıca nimeti israf etmek, ona ihtiyacı olup da bulamayan insanlara, diğer canlılara karşı da bir saygısızlık ve merhametsizliktir. “Siz yeryüzündekilere merhametli olun ki, göklerdekiler de size merhamet etsin” [2]” buyruğunu unutmayalım.

Aziz Cemaat!

Bu sene ülkemiz genelinde ve İstanbul’umuzda ciddi bir kuraklık dönemi yaşıyoruz. Bu sıkıntının boyutlarını yetkililer bize anlatıyor. Şimdi hepimize bir fedakârlık düşüyor. Milyonlarca İstanbul’lu, hep birlikte bir karar vereceğiz ve yarın susuz kalmamak için bugün suyumuzu tasarruflu kullanacağız. Bu hem insanî hem de dinî bir görevdir.







Şunu hiç unutmamalıyız: Lüzumundan fazla harcadığımız her damla su kul hakkına girer. Onun için hiçbir müslüman, “Benim param var; faturasını da ödüyorum; o halde canımın istediği gibi de su harcarım!” diyemez. Dinimiz böyle bir bencilliği, sorumsuzluğu kesinlikle reddetmektedir. Ne buyuruyordu o Rahmet Peygamberi: “Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir” [6].

Değerli Müminler!

Aslına bakarsanız, böyle zamanlarda israfı önlemek için zorunlu su kesintisi uygulanması rahatsız edicidir. Neden mi? Çünkü tüketiciler olarak bizler, yukarıdan mecbur edilmeden, hür irademizle, bizzat kendimiz gönüllü kısıtlama yapmalıyız; ama bunu yapmadığımız için cebren tasarrufa zorlanıyoruz. Oysa olgun müslümana yakışan, odur ki, biri zorlamadan, kendisi özgürce gerekeni yapsın. Yani ilgililer vanaları kapatmak zorunda kalmadan bizler, musluklarımızı kısmalıyız. “Başkası tarafından hesaba çekilmeden, siz kendinizi hesaba çekin” şeklindeki altın öğüdün anlatmak istediği de bu değil mi?

Sevgili Peygamberimiz, “Irmak kenarında bile olsa, abdest alırken suyu israf etmeyin” buyuruyor [7]. Önümüzdeki su sıkıntısı problemini dikkate alırsak bu hadisin ne kadar anlamlı ve uyarıcı olduğunu daha iyi anlarız. Böyle bir kriz döneminde, yarın insanların belki de içecek su dahi bulamaması gibi bir tehlike ortada iken, her gün tonlarca suyu lüzumsuz yere tüketen insanın, o ahlâk Peygamber’ine layık bir ümmet olup olmadığını düşünmesi gerekmektedir. Müslümanlığımızı merhametimizle, sorumluluk duygumuzla taçlandırmalıyız. Bu hususta ailemizi, çocuklarımızı, öğrencilerimizi, elimizin ulaştığı, gücümüzün yettiği herkesi tasarruflu davranmaya çağırmalıyız. Eğer bu toplumsal bilinci geliştirirsek, emin olunuz, şu anda 160 günlük olan suyu 200-250 güne yetirebiliriz. Bunu kim istemez. O zaman her birimiz kendi bireysel görevimizi yapalım. Böylece en azından kendimiz, Allah ve insanlar katında sorumlu olmaktan kurtulmuş oluruz. Allah cümlemizi rızasına uymayan işlerden muhafaza eylesin.



_______________________
[1] En’âm, 6/141. [2] Buhârî, “Edeb”, 90.
[3] Vâkıa, 56/68-70. [4]Rahmân, 55/7. [5] İsrâ, 17/26.
[6] Buhârî, “İmân”, 4, 5; Müslim, “İmân”, 64, 65.
[7] İbn Mâce, “Tahâret”, 48.




Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
Akraba İlİŞkİlerİ..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : TEMMUZ-2007
TARİH : 06.07.2007 (1. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
فَآ ذَالْقُرْبيَ حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللهِ وَ اُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم : "لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَاطِعٌ"{
2}


AKRABA İLİŞKİLERİ

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Rabbimiz insanoğlunu toplumsal bir varlık olarak yaratmıştır. Bizi kuşatan en yakın sosyal çevre, ailemiz ve akrabalarımızdır. Bu sebeple dinimizin önemle üzerinde durduğu konulardan birisi de akrabalık bağlarının gözetilmesidir. Hem Kur’ân-ı Kerîm’de hem de hadis-i şeriflerde bu hususta önemli uyarılar ve müjdeler vardır. Hutbemin başında okuduğum âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Akrabaya, yoksula, veya yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu en iyisidir. İşte bunu yapanlar kurtuluşa erenlerdir” [1]. Nisa sûresinin 36. âyetinde şu önemli buyruklar yer alır: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, emriniz altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”

Aziz Müminler!

Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e tebliğ görevini yüklerken, “Önce yakın akrabanı uyar” [3] buyurmuştur. Bu âyet-i kerimenin bize yüklediği görev çok açıktır. Her müslüman önce kendi yakınlarından başlamak suretiyle eş, dost ve akrabalarını zaman zaman ziyaret edecek, dertleriyle ilgilenecek, bu vesileyle gerektiğinde iyiliği tavsiye ederek ve hataları konusunda uyararak onları Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya davet edecektir. Bu tür dostane ikazlara, aydınlatmalara hepimizin ihtiyacı var.




Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) birçok hadisinde, akrabalık hukuku ve âdâbı konusunda bizlere önemli mesajlar vererek şöyle buyurmuşlardır: “Akrabayla ilgisini kesen kimse cennete giremez”[2]. “Allah’a ve âhiret gününe inanan akrabasını gözetsin” [4]. Bir başka hadisi şeriflerinde ise: “Fakire yapılan yardımın sevabı bir, akrabaya yapılanınki ise iki kattır; biri yardım sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır” [5] buyurdular.
Sahabeden bir zat Peygamber Efendimiz’e gelerek, “Ya Resûlallah! Bana öyle bir şey söyleyiniz ki onu yapınca cenneti kazanayım, cehennemden de uzak kalayım” diye bir talepte bulununca Sevgili Peygamberimiz kendisine, “Allah’a kulluk eder, ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılar, varsa zekatını verirsin; sıla-i rahm yaşatırsın, yani eş dost ve akrabanı ziyaret edersin” [6] buyurdular.

Değerli Müminler!

Hutbemi bir âyet-i kerime meâliyle bitiriyorum: “Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondanda eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbine karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a asi olmaktan sakının, akrabalık haklarına da riayet edin. Şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyicidir.” [7]

________________________

[1] Rûm, 30/38.
[2] Buhârî, “Edeb”, 11; Müslim, “Birr”, 18,19.
[3] Şuarâ, 26/214.
[4] Buhârî, “Edeb”, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75.
[5] Tirmizî, “Zekât”, 26.
[6] İbn Mâce, “Zekât”, 28.
[7] Nisa, 4/1.​



Abdullah BABAOĞLU
Vaiz/Maltepe Müftülüğü
 
ÜÇ Aylar Ve RegÂİb Kandİlİ..

İL : İSTANBUL
AY-YIL : TEMMUZ-2007
TARİH : 13.07.2007 (2. HAFTA)


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونيِ َاسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذيِنَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم: الَّلهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبَ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَان {2}

ÜÇ AYLAR VE REGÂİB KANDİLİ

Muhterem Müminler!


Yüce Allah’ın insanlara rahmetini ve nimetlerini çokça ihsan ettiği belli vakitler, belli mevsimler vardır. Haftanın günleri arasında Cuma; kamerî aylardan olan Recep, Şaban ve Ramazan bu türden feyiz ve bereketi bol zaman dilimlerindendir.
Allah’a şükürler olsun ki, İslâm dinine gönülden bağlı Yüce milletimizin “üç aylar” diyerek özel bir önem verdiği Recep, Şaban ve Ramazan aylarının başlangıcına ulaşmış bulunuyoruz. 16 Temmuz Pazartesi günü üç aylar başlayacaktır. Sevgili Peygamberimiz, bu aylarda her zamankinden daha çok ibadet eder ve “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.” [2] diye dua ederdi. Kuşkusuz bu aylar, dünyanın ağır meşgaleleriyle bunalan ruhlarımızı dinlendirmek ve kulluk şuuru içinde Yüce Allah’ın rahmet ve merhametine sığınmak için çok kıymetli fırsatlardır. Bu aylarda yapılacak dualar, tevbe-istiğfarlar, kalıcı iyilik ve hayırlar, sevinç ve kederlerin gönülden paylaşılması Rabbimizin katında karşılığını fazlasıyla bulacaktır.
Üç ayların ilki olan Receb’in ilk Cuma gecesi Regâib kandilidir. İnşaallah önümüzdeki 19 Temmuz Perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece Regâib kandilini idrak etmiş olacağız. Bu gecede Yüce Allah’ın ilahî ihsan ve manevî hediyelerinin diğer zamanlardan daha çok tecelli etmesi, samimi kalple Allah’a yönelenlerin affedilmelerinin ümit edilmesi ve müminlerce gönülden arzulanması sebebiyle bu geceye “Regâib” denilmiştir.

Muhterem Müslümanlar!

Bu gecede öncelikle yapılması gereken, nefis muhasebesi, kendimizi sorgulama ve yargılamadır; sonra da tövbedir, duadır. Madde ve mânâ arasındaki dengenin, madde lehine bozulduğu; insanlar ve toplumlar arası ihtilafların bütün dünyayı olumsuz yönde etkilediği; akl-ı selim yerine silahların konuştuğu bir zamanda, insanın ruhunu, derin kırılmalardan ve acılardan koruyabilmek için, nefis muhasebesine, tövbeye ve duaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Emin olmalıyız ki bu bizi daha sorumlu kılacak, olgunlaştıracak, pişirecektir. Dinimizin bize ısrarla tavsiye ve telkin ettiği bu yol ihmal veya terk edilirse, insanın varlığı değersizleşir. Bunun toplumsal tezahürü de adaletsizlik, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kin ve intikam duygularının yaygınlaşması; merhametsizlik ve sevgisizlik biçiminde ortaya çıkar. Nefsiyle hesaplaşmayı hakkıyla yapanlarda en önemli değişimlerden biri kötülükleri olabildiğince arkalarına atıp Allah’ın yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanı kardeşlerinin acılarını yüreklerinde hissetmeleridir.

Aziz Cemaat!

İşte Regâib Kandili, sözünü ettiğimiz nefis muhasebesinin yapılması bakımından bizim için bulunmaz bir fırsattır. Şu halde bu gece hatalarımız varsa onları terkedelim, kötü duygu ve düşüncelerimizi kalplerimizden atalım. Allah ve Resûlünü bize unutturan şeyleri bir tarafa bırakalım. Yüce Kitabımızda “Nefsini, ruhunu arındıran kurtuluşa ermiştir; onu kötülüklere gömüp kirleten de ziyana uğramıştır” [3]. Gönül sarayımızı bulandıran haset, kin, düşmanlık, haksızlık ve zulüm çamuruna bulaşmaktan sakınalım. Birbirimize, anne ve babamıza, yakınlarımıza sevgiyle ve iyilikle yaklaşalım. Dünyamızı saran düşmanlıklara karşı birlik ve beraberlik içinde olalım. Gönüllerimizde iyilik, fazilet ve bilgi ışığını yakalım. Kalplerimiz bu güzel duygularla dolsun. Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun.
_________________
[1] Mü’min, 40/60.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259.
[3] Şems, 91/9-10.​
İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
Allah razı olsun..mümin sorumluluk sahibidir..Sorumluluklurından yılmadan paylaşım yapan arkadasların elleri dert görmesin...
 
Geri
Üst