Şeriata giden yol

bbxvv

New member
Bir camiyle bir hastaneyi karşılaştırmak yanlış...
Biri bütün insanların kullanacagı bir yer diyeri belli bir kesimin.
Ayrıca kendi oturdugum yerden ornek 1km mesafemde toplam 5 cami var biri başlıyor 2 dakka sonra diğeri peki bunun ne anlamı var?
Ayrıca ülkemizde hastaneler bu kadar dolu ve bu kadar işe yaramıyoru iken nasıl bir hastanenin gereksiz oldugunu ima edebiliyorsunki?örn:dedem hayatında 1 2 kere hastaneye gitti...
Eeee ben 10 20 kere gittim ne yapacaz şimdi?
kardeşim ben hastane gereksiz dedim mi hangi cümlemden çıkardın böyle bir anlamı. ben sadece yapılan karşılaştırma ve hesaplama tarzı yanlış diyorum.
 

AhmetCapar

New member
Explaining Shariah for Dummies

Mesaj başlığım yanlış anlaşılmasın. "for Dummies" serisi kitapları duymuşsunuzdur. Özellikle bilişim sektörünü ilgilendiren konular için birçok kitap yayınlayan Wiley yayınevinin kullandığı ve kulağa ilginç gelen bir tabir. Herkesin anlayabileceği dilden yayın yaptıkları iddiasıyla bu tür kitap isimleri kullanıyorlar. Ben de herkesin anlayabileceği dilde, aslında bir âlimin(ilim sahibinin) görüşüyle şeriatın ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Ne de olsa "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" öyle değil mi? Ama bazı beyin hücreleri sertleşmiş insanlar da çıkabiliyor karşımıza. O tür insanlara ilmî gerçekleri ne kadar anlatırsanız anlatın bağnazlıklarından vazgeçiremiyorsunuz.

Ünlü Türk din bilginimiz Maturidî'ye göre din Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmektir. Hz. Adem peygamberden itibaren yaratılan peygamberlerin her birisi de insanları tek yaratıcı olan Allah'ı tanımaya ve yanlızca ona ibadet etmeye davet etmişlerdir. Yani Allah tarafından tayin edilen tüm peygamberler tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir peygamber kendisine inananlara bir önceki peygamberin tebliğ ettiği dini reddetmeyi emretmemiştir.

Hz. Adem'den bu yana din değişmediyse peki değişen neydi? Evet, değişen şeriattı. Her peygamberle aynı tevhid dini ancak farklı bir şeriat gönderilmiştir. Örneğin, Hz. İsa peygamber de İslâm (Allah'a teslimiyet) dinini kendisine vahiy edilen şeriatla bildirmiştir. Namaz ve oruç gibi ibadetler bilirsiniz ki Hz. Muhammed'le gönderilen İslâm şeriatından önce de vardı. Yani insanlar yine namaz ibadetinde bulunuyorlardı ama beş vakit farz olan namaz ibadeti miraç mucizesi ile birlikte vahyedilmiştir.

Kur'an-ı kerimdeki Maide suresinin bir ayetinde "Sizden her biriniz için bir şeriat (bir yol) belirledik." buyurulmaktadır. Ardından "Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın" diye buyuruyor Allah (c.c.). Kısaca Hz. İsa (aleyhisselam) peygamberin ümmetiyle Hz. Muhammed (s.a.v)'in ümmeti (yani bizler) farklı şeriatlarla yükümlendirilmişiz.

Bu arada ümmet kelimesi de birileri tarafından farklı anlamlara çekilmeye çalışılmaktadır. Bunun farkındayız ama kur'an-ı kerim'deki ümmet tanımı bizim için esastır. Başkasının ne gibi anlamlar yüklediği bizleri bağlamaz.

Ümmet: Her peygamberle bildirilen din, sadece o peygamberin kavmi için değil bütün insanlık için gönderilmiştir. Yani buradaki "bütün insanlık" tanımının yerini tutan aslında "ümmet" kelimesidir. "İsa'nın ümmeti" diye Hz. İsa'nın peygamberlikle görevlendirilmesinden itibaren bir sonraki peygamberin gelişine kadar yaşamış insanlara denilir. Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamber ilan ediliş ânından, yani ilk vahyin indirilişiyle birlikte ahirete kadar geçen sürede yaşamış veya yaşamakta olan insanlar ise "Muhammed'in ümmeti" olarak adlandırılırlar. Kur'an-ı kerimde ümmet kelimesi de kullanılmaktadır, millet kelimesi de. Yani "millet" kelimesi yüzyıllar öncesinden Kur'anda geçen bir sözcüktür. Kısaca "millet" kur'anî bir tanımlamadır aslında. Kur’an-ı Kerim’e göre “Millet” tanımlaması, bir peygambere inanan ve bu peygambere vahyedilen değerler ve esaslar etrafında toplanan cemaati tarif eder. Ümmet ise inananlar kadar inanmayanları da kapsayan bir tanımlamadır. Ama yıllarca bu sözcükleri gerçek anlamları dışında anlamlar yükleyerek kullanan sivri şahıslar yüzünden insanların büyük bir çoğunluğu bu konularda bilgisiz kalmaya mahkum edilmişlerdir.

Konumuza yani şeriat meselesine dönecek olursak; bu günümüzde kendini şeriat karşıtı ilan edenler ve şeriatı uyguladığını zannedenlerin düşündüklerinin aksine, şeriat dini fiziksel olarak yaşamanın bir yoludur diyebiliriz. Kısa ve öz olarak, iman edenler için "doğru yol" sözünün kısaltmasıdır. Günümüz ilahiyatçıları da bunu doğrulamaktadırlar.

Maturidî'nin görüşünü maddelerle özetleyecek olursak:

1- Din'de Nasih-Mensuh cereyan etmez. Ama şeriatta Nesh yani Hükümsüz Kılma mümkündür (özel durumlarda çeşitli ibadetlerden muaf olma gibi). Bütün peygamberler, kendilerinden önceki peygamberlerin akaid esaslarını (yani dinlerini) tasdik etmişler, fakat ibadet, ahlâk ve haram-helâl gibi hususlarla ilgili farklı emirler bildirmişlerdir.
2- Dinin yargı kalıplarıyla şeriatın yargı kalıpları farklıdır.
3- Din, kalbin ve inancın fiilidir. Şeriat ise organların fiili (eylemi)dir.
4- Dinin kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise; duyma, işitmedir.
5- Şeriat (yani dini hükümler ve ibadetler) dinden parça değildir. Şeriat dine inananların takip ettiği yoldur.
6- Aklı yerinde olan bir kimse dinde mazeret ileri süremez.

Son maddenin üzerinden gidecek olursak, gerçekten de aklı yerinde olan şahıslar dinde mazeret ileri süremezler ama fiziksel olarak özürlü insanlar şeriatın birçok hükmünden (örneğin bir takım ibadetlerden) muaftır. Dua etmek, namaz ibadeti gibi ibadetler şeriatın parçalarıdır. Özellikle de vazgeçilmezleridir.

Peki soracaksınız, bazı ülkelerde uygulanan "şeriat kanunları" ne oluyor? Devletlerin uyguladığı kanunlar başlı başına şeriat değildir. Şeriat hükümlerinin ve esaslarının referans alınarak hazırlanmış kanunlardır sadece. Tabiki ne derece doğru referans alınmıştır orası tartışılabilir. Şeriat'ın ölçülerini ve kalıplarını dinin gerçek sahibi olan yüce yaratıcı koyar. Devletler ise kanunlar hazırlarkerken şeriatın tavsiyelerini esas alıp almama konusunda özgürdürler. Ama insanlar tarafından konulan hiçbir kanun şeriat değildir. Şeriat bir kanundan ibaret değildir. Evresel hukuk normlarını da belirler. Şeriatı bir takım farklı ve yanlış kalıplara sıkıştırmak, ne yazıktır ki zamanımızın çok başvurulan dîne saldırı metotlarından birisi olmuştur. Bu tip şahıslar, dinê doğrudan saldıramayacaklarına akılları kestiği zaman şeriat üzerinden dolaylı olarak yıpratma çabalarına girmektedirler. Ama bilgili ve bilinçli bir toplum olabildiğimiz sürece bu tip çabalar karşılık bulamayacaktır.

Son zamanlarda gündemden hiç düşürülmeyen bir madde haline de gelen bir konu(başörtüsü meselesi) hakkında millî şef Atatürk'ün şeriat'ı da referans göstererek söylediği sözleri eminim birçoğunuz okumuşsunuzdur. Okumamış olanlarınız için aşağıya yazıyorum ve kaynak olarak "ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ" adlı kitabı öneriyorum.

"Memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, tarzı telebbüsümüz (giyim kuşamımız), kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Ya ifrat, ya tefrit. Ya çok kapalı, çok karanlık bir şekli harici gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arz edilemeyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de, şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz, kadını, o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata, hem fazilete, uygundur. Kadınlarımız, şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne de o kadar açılacaklardı. Tesettürü şer'i, kadınlar için mucibi müşkilât olmayacak, kadınların sosyal hayatta, iktisadi hayatta, erkeklerle teşriki faaliyet etmesine mâni bulunmayacak şekli basittedir. Bu şekli basit, heyeti içtimaiyemizin ahlâk ve adabına mugayir değildir..."

Gerçi son zamanlarda resmî belgelerde ya da hiçbir kayıtta yer almamasına rağmen bazı sözlerin Atatürk'ün ağzından çıkmış sözler gibi insanlara servis edildiğini farketmişsinizdir. Mesela ben küçüklüğümden beri "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır" sözünü Atatürk'e ait zannediyordum. Üniversite eğitimim sırasında farkettim ki meğerse bu söz Atatürk'e ait değilmiş. Toplumumuzun bir değeri olan Atatürk'ün atatürkçülük adı altında yozlaştırılması ve manipülasyonuna engel olacak önlemlerin alınmasına ihtiyacı var bu ülkenin. Ama bunu yapabilecek babayiğitlere de aynı ölçüde ihtiyaç vardır elbet.

Buradan büyük Türk alimimiz Maturidî'yi de rahmetle anıyorum. Onun ilmî çalışmaları bizim neslimizin çalışmalarına da ışık tutmaya devam etmektedir. Umarız ki gelecek nesillerin ilmî çalışmalarına ışık tutabilecek çalışmalara da imza atabilelim.

Dip notçuk: Bu arada farkında olmadan biraz uzun bir yazı yazmışım. Acaba yeni konu mu açsaydım diye düşündüm şimdi?
 

CarlionE

New member
senin üniversitelerdeki bütçe den haberin varmıı? tek yanlı ve amaçsız olmayalım.biraz ciddiyet.
 

CarlionE

New member
İyi de bu söylem, üniversiteleri cami karşıtı gördüğüne işarettir. Bugünkü üniversitelerin kaba taslak halini islami okullar yaratmıştır.

kesinlikle haklısın,o konuda bişey söyleyemem.ama kesinlikle böyle bir karşıtlık söz konusu olamaz.Öyle anlayanlar için söylüyorum amacım öyle bir karşıtlık doğurmak değil.cevabım üniversitede görev apanların mağdur olduğu iddiasına atfen bir cevaptır.yani üniversiteye giden gelirler camiye aktarılıyo gibi bir iddia var ortada.ama asılsız.seninde dediğin gibi keşke o kaba taslak uzantılar günümüzde de devam etsede kutuplara ayrılmasak.bju kurumlar birbirine paralel olsa dmi? Ben kutuplara ayırmayıda ayrılmayıda sevmiyorum.
 

dely_kadir

New member
Siyaset sosyolojisi, çeşitli sınıf ve zümrelerle politika arasındaki ilişkiyi inceler. Bu açıdan Türkiye’nin 85 yıllık hikayesini ’ sadece bir cümleye’ indirgersek, şöyle diyebiliriz: "Cumhuriyet kurulduğunda yüzde 15 civarındaki kentli nüfusun, 2000’li yıllarda yüzde 75’e ulaşmasıyla ortaya ciddi yapısal sıkıntılar çıkmıştır."
Silahlı bürokrasinin, sivil bürokratları, aydınları ve Anadolu eşrafını yanına alarak kurduğu siyasi yapı 1950’ye kadar idare etti. Ama sonra aksamaya başladı.
Siyasi sistem; tarımdaki kapitalistleşme, sanayileşme ve iç göçle ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap veremiyordu.
Bürokratik elit bu ihtiyaçlara 1960 darbesiyle çözüm bulmaya çalıştı. İmtiyazlı pozisyonu sürdürebileceği yeni bir siyasi ortam yarattı: 1961 Anayasası.
Yeni düzenleme 1970’lerde tekrar tıkandı. Bu kez de 1980 darbesi yapıldı. Hedef aynıydı: Toplumu bir miktar rahatlatırken, kendi konumunu korumak... 1982 Anayasası bu arayışa bulunan çözümdü.
Ancak çevreden merkeze, yani toplumdan devlete yönelen baskı devam ediyordu. Bu kez başvurulan çözüm "açık" değil, "üstü örtülü" 28 Şubat ( 1997 ) darbesiydi.
Bir ara toparlama yaparsak: Tüm bu dönemlerin ortak noktası "restorasyon" idi.
Yani askeri bürokrasinin öncülüğünü yaptığı devlet eliti, müttefikleriyle birlikte, " eski yapıda bozulmuş, yıkılmış olan bölümleri, yapının aslını bozmadan " onarmaya çalışıyordu.
2000’li yıllarda, siyasi yapıyı zorlayan kapitalistleşme, orta sınıflaşma gibi faktörlere bir yenisi daha eklendi: Küreselleşme.
Turgut Özal’ın ektiği serbest piyasa tohumları, bürokratik elitin ve müttefiklerinin karşısına yeni bir siyasi rakip çıkarmıştı: Bir yandan küresel düşünen, Avrupa Birliği’ne girmeyi isteyen ama geleneksel değerlerini de terk etmeyen Anadolu sermayesi ve onun temsilcisi olan AKP.
İşte bugün yaşadığımız krizin siyaset sosyolojisi açısından öyküsü kabaca böyle bir şey.
Bugün bürokratik elitin amacı, bir kez daha restorasyon yapmak. Hedef: Çevre güçlerini dağıtmak ve ulaştığı pozisyonlardan atmak... Bunun için de birkaç aşamalı bir planları var:
İlk adım: Partiyi kapatıp liderini siyasi yasaklı hale getirerek milletvekillerini başsız bırakmak.
İkinci adım: Partinin başına bürokratik elitin sözünü dinleyecek, onun çizdiği sınırların dışına çıkmayacak bir kişinin gelmesini sağlamak.
Üçüncü adım: Cumhurbaşkanını istifaya zorlamak ya da makamından indirmek.
Dördüncü adım: Anayasa ve kurumlarda çeşitli değişiklikler yaparak, 10 ila 15 yıllık bir süre daha kazanmak.
" Malezya gibi olacağız ... Başımızı zorla örtmelerinden korkuyoruz ... Mahalle baskısı var ... Ülke muhafazakarlaşıyor ... Yüzde 47 oyla her şeyi yapacaklarını sandılar ... Üniversitede türbana serbestlik laikliğe aykırıdır ..."
Bu ve benzeri söylemlerin amacı, yukarıda saydığım dört aşamalı restorasyon planına meşruiyet sağlamaktır.
Demokrasiye, hukuk devletine, Avrupa Birliği’ne karşı olduğu için; ben de bu plana karşıyım!

Emre AKÖZ-Sabah
 

Kara Kartal

Banned
İran'a şeriat 'demokrasi' ve 'özgürlük' vaatleriyle geldi

AKP'nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye'nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye'nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran'ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran'ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
 

tesbih22

New member
şeriat yürüyerekmi yoksa koşarakmı geliyor:D
ne sanıyorsunuz bu şeriat denen kavramı anlamış değilim.
 

algoritmaA

New member
İran'a şeriat 'demokrasi' ve 'özgürlük' vaatleriyle geldi

AKP'nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye'nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye'nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran'ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran'ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
kaç defa daha bu tarz yazılar vriceksiniz bu yazıyı anlamıyorum bare şeriat diye bunu gostermeyin bu tamamen çıkarlar üzerine oturtulmuş bir düzen ve bak Türkiye de demokrasi var diyoruz ama bir kesim aç gezer diğeri bir tabak çorbaya bir kişinin aylık maaşını verir;demokrasi var deriz kaç tane zengin çocuğu doğuya askerliğe gitti diye sormak lazım?........ne farkı kaldı şimdi şeriat diye adlandırdığımız yonetim biçiminden orda kişilerin kurduğu düzen geçiyor burda ise para....
 

SEGMEN

İstiklal Mahkemesi Hakimi
devletin bütçesini hesaplamak sana mı kaldı. üstelik ah vah demenin bi anlamı yok 2 kişi den 1 kişi akp ye oy verdi


13500akp ye oyveren
-------------------------------- = %31 akp ye oyveren oranı
42500 toplam oysayısı

yani 3 ün 1 i vermiştir


müslümanı %99yaptık
türbanı %60 yaptık
akp yi % 50 yaptık

hep abartı



abartmayın sayıları

abartacaksanız başımıza gelecek belaları abartın
 

_black_sun

New member
bu ülke müslüman ülke tabi olucak camii side efendim kuran kursuda ama demekki bu geliri sağlayan kişilerce okula falan gerek yok o zamn hasta olan bi çocuğa nazar duası okurlar geçer
tümörü vardır hacı yağı sürer olurmu allahın aşkına tamam dinine düşkün bi ülkeyz ama eğitim öğretimde çok önemli ilk önce kalcak yatacak yer ibadet her yerde yapılır insanın içinde olunca sen camii yaptırdın die günahlarından muhaf olmuyon ama insanlarda değişik
bide derlerki bu ülkede insanlar dinini özgürce yaşayamıo bak okuldan çok cami var git yaşa bu kadar yardım yapılıo baksana ülkede kaç bin tane ibadet yeri var kimse sana gitme oraya demio ibadet yapma demio
aklınızı biraz başınıza alın sonra yobaz trküye sonra şeriat geldimi gelecekmi dersiniz bu böle olursa şeriat değil her bişey gelir ülke elden gitmese bari

paylaşım için teşekkkürler
 

medalt47

New member
Elhamdülillah Önce Müslümanın sonra Şafii'yim ve Kürdüm...
Bizde ne inanca saygısızlık vardır ne de dine... Biz Kürd ve Türk kardeşler yüzyıllardır birlik içinde kardeşçe yaşıyoruz...
Benim ne dinime ne mezhebime ne de ırkıma hiçkimsenin söz söylemek gibi bir hakkı yoktur.
Zeka yaşı 0 ile 3 arasında olan bazı arkadaşlar terbiyesizce ve aşağılık bir şekilde yorum yapıyorlar.
Buyrun zeka yaşınız ve seviyeniz yetiyorsa düzeyli tartışalım. Ben hergün bu foruma giriyorum.
Hep söyledim her zamanda söyleyeceğim;
Dinime saldırıp söz söyleyenlere;Gücünüz ve cesaretiniz varsa buyrun öncelikle Kuran'ı Kerim'in mealini okumayla başlayalım... Bakın bakalım o zaman delilleriniz tek tek nasıl çürütülüyor. Tabi tekrardan söylüyorum gücünüz ve cesaretiniz varsa...
Saygılar...
 

tribute

New member
Arkadaşlar pek fazla camiye gitmediğiniz belli bizim buralarda 7 - 8 tane cami var bayram namazlarında yer bulunmuyor saoğukta sıcakta yağmurda dışarda kılıyoruz. ve cuma namazlarında yüzde 70 dolu Pek hasta olmayan biriyim 5 yılda bir defa hastaneye gitmişim ama camiye kesintisiz her cuma ramazan ayında her gün normal günlerde de sıklıkla giderim. Tabi ki hastane ihtiyaç var ama yardımlarla hastane kurulmuyor kurulsa yardım ederiz camilere gelince bizim buradaki üç camiye kendi paramız ve buranın halkından topladığımız paralarla yaptırdık devletten 5 kuruş para görmedik Eğitime her yerden para akıyor harç paraları her yıl yüzde 15 zam birçok hayırseverde okullara birçok yardımda bulunuyor anlamıyorum niye daha da eğitime gelen para eksik diyorsunuz. Lise yıllarımı hatırlıyorum kimya öğretmenimiz haftada 8 saat derse giriyordu. haftanın 2 günü okula geliyordu. Devletten tam maaş alıyordu böyle insanlar çalışırsa normal öğretmen eksiği. Hastaneler ihtiyaç okullar da ihtiyaç ama camiler de ihtiyaç camilerin çok olması zorunuza gitmesin arkadaşlar devletin parasıyla yaptırılmıyor camiler. Dinimize saygılı olalım arkadaşlar . ALLAH ın izniyle Türkiye 1 numaralı ülke olacaktır. Her yönden
 

gencfbb

New member
çok doğru bir tespit akp iktidari türkiyeyi yavaş adımlarla şeriat devletine sürüklüyor umaım halkımız çok zaman geçmeden uyanır
 

laz_hector

New member
güzel ülkem ne hale gelmiş özgürce yaşamak isteyenler yaşıyor utanma duyguları rafa alınmış

kımse karışmıyor dininin yaşamak isteyenlere herkez birşeyler söylüyor
yok şeriatmıs yok bilmem neymiş hangi devirde yaşıyoruz böyle birşey mümkün mü
veryansın edip ortalığı karıştırmanın bir anlamı yok
kendi fıkrenden olmayan herkesi yanlış gören karamaya çalışan bu zihniyet zihniyet değil
bu oyunlara daha ne kadar gelecez
müslümanı müslümana kırdıran amerika oyunlarına daha ne kadar gelecez
birbir yaşayışımıza inancımıza ne zaman saygı duyacaz

kuran ı kerımde kı şu ayet ne kadar açık


"De ki: 'Ey kitap ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah'ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeye yeltenerek inananları Allah'ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.' [ Ali İmran Suresi 99 ]
 

HTML

Üst