Explaining Shariah for Dummies
Mesaj başlığım yanlış anlaşılmasın. "for Dummies" serisi kitapları duymuşsunuzdur. Özellikle bilişim sektörünü ilgilendiren konular için birçok kitap yayınlayan Wiley yayınevinin kullandığı ve kulağa ilginç gelen bir tabir. Herkesin anlayabileceği dilden yayın yaptıkları iddiasıyla bu tür kitap isimleri kullanıyorlar. Ben de herkesin anlayabileceği dilde, aslında bir âlimin(ilim sahibinin) görüşüyle şeriatın ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Ne de olsa "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" öyle değil mi? Ama bazı beyin hücreleri sertleşmiş insanlar da çıkabiliyor karşımıza. O tür insanlara ilmî gerçekleri ne kadar anlatırsanız anlatın bağnazlıklarından vazgeçiremiyorsunuz.
Ünlü Türk din bilginimiz Maturidî'ye göre din Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmektir. Hz. Adem peygamberden itibaren yaratılan peygamberlerin her birisi de insanları tek yaratıcı olan Allah'ı tanımaya ve yanlızca ona ibadet etmeye davet etmişlerdir. Yani Allah tarafından tayin edilen tüm peygamberler tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir peygamber kendisine inananlara bir önceki peygamberin tebliğ ettiği dini reddetmeyi emretmemiştir.
Hz. Adem'den bu yana din değişmediyse peki değişen neydi? Evet, değişen şeriattı. Her peygamberle aynı tevhid dini ancak farklı bir şeriat gönderilmiştir. Örneğin, Hz. İsa peygamber de İslâm (Allah'a teslimiyet) dinini kendisine vahiy edilen şeriatla bildirmiştir. Namaz ve oruç gibi ibadetler bilirsiniz ki Hz. Muhammed'le gönderilen İslâm şeriatından önce de vardı. Yani insanlar yine namaz ibadetinde bulunuyorlardı ama beş vakit farz olan namaz ibadeti miraç mucizesi ile birlikte vahyedilmiştir.
Kur'an-ı kerimdeki Maide suresinin bir ayetinde "Sizden her biriniz için bir şeriat (bir yol) belirledik." buyurulmaktadır. Ardından "Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın" diye buyuruyor Allah (c.c.). Kısaca Hz. İsa (aleyhisselam) peygamberin ümmetiyle Hz. Muhammed (s.a.v)'in ümmeti (yani bizler) farklı şeriatlarla yükümlendirilmişiz.
Bu arada ümmet kelimesi de birileri tarafından farklı anlamlara çekilmeye çalışılmaktadır. Bunun farkındayız ama kur'an-ı kerim'deki ümmet tanımı bizim için esastır. Başkasının ne gibi anlamlar yüklediği bizleri bağlamaz.
Ümmet: Her peygamberle bildirilen din, sadece o peygamberin kavmi için değil bütün insanlık için gönderilmiştir. Yani buradaki "bütün insanlık" tanımının yerini tutan aslında "ümmet" kelimesidir. "İsa'nın ümmeti" diye Hz. İsa'nın peygamberlikle görevlendirilmesinden itibaren bir sonraki peygamberin gelişine kadar yaşamış insanlara denilir. Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamber ilan ediliş ânından, yani ilk vahyin indirilişiyle birlikte ahirete kadar geçen sürede yaşamış veya yaşamakta olan insanlar ise "Muhammed'in ümmeti" olarak adlandırılırlar. Kur'an-ı kerimde ümmet kelimesi de kullanılmaktadır, millet kelimesi de. Yani "millet" kelimesi yüzyıllar öncesinden Kur'anda geçen bir sözcüktür. Kısaca "millet" kur'anî bir tanımlamadır aslında. Kur’an-ı Kerim’e göre “Millet” tanımlaması, bir peygambere inanan ve bu peygambere vahyedilen değerler ve esaslar etrafında toplanan cemaati tarif eder. Ümmet ise inananlar kadar inanmayanları da kapsayan bir tanımlamadır. Ama yıllarca bu sözcükleri gerçek anlamları dışında anlamlar yükleyerek kullanan sivri şahıslar yüzünden insanların büyük bir çoğunluğu bu konularda bilgisiz kalmaya mahkum edilmişlerdir.
Konumuza yani şeriat meselesine dönecek olursak; bu günümüzde kendini şeriat karşıtı ilan edenler ve şeriatı uyguladığını zannedenlerin düşündüklerinin aksine, şeriat dini fiziksel olarak yaşamanın bir yoludur diyebiliriz. Kısa ve öz olarak, iman edenler için "doğru yol" sözünün kısaltmasıdır. Günümüz ilahiyatçıları da bunu doğrulamaktadırlar.
Maturidî'nin görüşünü maddelerle özetleyecek olursak:
1- Din'de Nasih-Mensuh cereyan etmez. Ama şeriatta Nesh yani Hükümsüz Kılma mümkündür (özel durumlarda çeşitli ibadetlerden muaf olma gibi). Bütün peygamberler, kendilerinden önceki peygamberlerin akaid esaslarını (yani dinlerini) tasdik etmişler, fakat ibadet, ahlâk ve haram-helâl gibi hususlarla ilgili farklı emirler bildirmişlerdir.
2- Dinin yargı kalıplarıyla şeriatın yargı kalıpları farklıdır.
3- Din, kalbin ve inancın fiilidir. Şeriat ise organların fiili (eylemi)dir.
4- Dinin kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise; duyma, işitmedir.
5- Şeriat (yani dini hükümler ve ibadetler) dinden parça değildir. Şeriat dine inananların takip ettiği yoldur.
6- Aklı yerinde olan bir kimse dinde mazeret ileri süremez.
Son maddenin üzerinden gidecek olursak, gerçekten de aklı yerinde olan şahıslar dinde mazeret ileri süremezler ama fiziksel olarak özürlü insanlar şeriatın birçok hükmünden (örneğin bir takım ibadetlerden) muaftır. Dua etmek, namaz ibadeti gibi ibadetler şeriatın parçalarıdır. Özellikle de vazgeçilmezleridir.
Peki soracaksınız, bazı ülkelerde uygulanan "şeriat kanunları" ne oluyor? Devletlerin uyguladığı kanunlar başlı başına şeriat değildir. Şeriat hükümlerinin ve esaslarının referans alınarak hazırlanmış kanunlardır sadece. Tabiki ne derece doğru referans alınmıştır orası tartışılabilir. Şeriat'ın ölçülerini ve kalıplarını dinin gerçek sahibi olan yüce yaratıcı koyar. Devletler ise kanunlar hazırlarkerken şeriatın tavsiyelerini esas alıp almama konusunda özgürdürler. Ama insanlar tarafından konulan hiçbir kanun şeriat değildir. Şeriat bir kanundan ibaret değildir. Evresel hukuk normlarını da belirler. Şeriatı bir takım farklı ve yanlış kalıplara sıkıştırmak, ne yazıktır ki zamanımızın çok başvurulan dîne saldırı metotlarından birisi olmuştur. Bu tip şahıslar, dinê doğrudan saldıramayacaklarına akılları kestiği zaman şeriat üzerinden dolaylı olarak yıpratma çabalarına girmektedirler. Ama bilgili ve bilinçli bir toplum olabildiğimiz sürece bu tip çabalar karşılık bulamayacaktır.
Son zamanlarda gündemden hiç düşürülmeyen bir madde haline de gelen bir konu(başörtüsü meselesi) hakkında millî şef Atatürk'ün şeriat'ı da referans göstererek söylediği sözleri eminim birçoğunuz okumuşsunuzdur. Okumamış olanlarınız için aşağıya yazıyorum ve kaynak olarak "ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ" adlı kitabı öneriyorum.
"Memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, tarzı telebbüsümüz (giyim kuşamımız), kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Ya ifrat, ya tefrit. Ya çok kapalı, çok karanlık bir şekli harici gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arz edilemeyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de, şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz, kadını, o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata, hem fazilete, uygundur. Kadınlarımız, şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne de o kadar açılacaklardı. Tesettürü şer'i, kadınlar için mucibi müşkilât olmayacak, kadınların sosyal hayatta, iktisadi hayatta, erkeklerle teşriki faaliyet etmesine mâni bulunmayacak şekli basittedir. Bu şekli basit, heyeti içtimaiyemizin ahlâk ve adabına mugayir değildir..."
Gerçi son zamanlarda resmî belgelerde ya da hiçbir kayıtta yer almamasına rağmen bazı sözlerin Atatürk'ün ağzından çıkmış sözler gibi insanlara servis edildiğini farketmişsinizdir. Mesela ben küçüklüğümden beri "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır" sözünü Atatürk'e ait zannediyordum. Üniversite eğitimim sırasında farkettim ki meğerse bu söz Atatürk'e ait değilmiş. Toplumumuzun bir değeri olan Atatürk'ün atatürkçülük adı altında yozlaştırılması ve manipülasyonuna engel olacak önlemlerin alınmasına ihtiyacı var bu ülkenin. Ama bunu yapabilecek babayiğitlere de aynı ölçüde ihtiyaç vardır elbet.
Buradan büyük Türk alimimiz Maturidî'yi de rahmetle anıyorum. Onun ilmî çalışmaları bizim neslimizin çalışmalarına da ışık tutmaya devam etmektedir. Umarız ki gelecek nesillerin ilmî çalışmalarına ışık tutabilecek çalışmalara da imza atabilelim.
Dip notçuk: Bu arada farkında olmadan biraz uzun bir yazı yazmışım. Acaba yeni konu mu açsaydım diye düşündüm şimdi?