Uyusunda büyüsün ninniiii!

TaBu 1905

New member
Bu Yolsuzluk Haberini Başka Yerde Göremezsiniz

Fatih Altaylı


Asagida okuyacaginiz haber aslinda dunyanin her "demokratik" ulkesinde gazetelere gunlerce manset olacak turden.

Ama ne yazik ki, Turkiye'de bunlarin hic biri olmayacak.

Bu haber buyuk gazetelerin hic birinde yer alamayacak.

Hürriyet, Emin Colasan'in anlattigi nedenlerden dolayi bu haberi gormezden gelecek.

Sabah, zaten devlet denetiminde ve yonetiminde ciktigi icin bu habere donup bakmayacak bile.

Ama onemli degil.

Burada yazilacak. Kayitlara girecek.

Yazalim o zaman!

Biliyorsunuz, Mersin Limani bir sure once ozellestirildi.

Onceleri Abdullatif Sener'e bagli olan Ozellestirme Idaresi, daha sonra kabine icinde yapilan bir degisIklikle Maliye Bakani Kemal Unakitan'a baglandi.

Mersin Limani Ozellestirmesini de Maliye Bakanina bagli Ozellistirme Idaresi Baskanligi yapti.

Liman 766 milyon dolar bedelle 36 yilligina Mersin Uluslararasi Liman Isletmeciligi (MIP) adli sirkete devredildi.

Buraya kadar olan gelismeler normal.

Anormal olan olay ise limanin satisindan sonra ortaya cikti. .

Limani satin alan Mersin Uluslararasi Liman Isletmeciligi A.S. (MIP), Mersin Limani'nin guvenlik otomasyonu icin Telemobil sirketi ile yaklasIk 2 Milyon ABD dolari tutarinda guvenlik kameralari sozlesmesi imzaladi.

MIP sozkonusu sirkete 150 bin dolar pesin odeme yapti.

Bu sozlesme ile ilgili islemleri MIP'de Genel Mudur Yardimcisi olan Ismail Kursat Tezkan yuruttu ve yurutuyor.

Degerli okurlar, hala diyorsunuz ki,

"Ne var bunda. Guvenlik kamerasi almislar. Bize ne?"

Peki o zaman size bir soru.

"2 milyon dolarlik guvenlik kameralarini satan Telemobil isimli sirketin sahipleri kim?"

Bunu da ben soylemeyeyim. Istanbul Ticaret Odasi'nin kayitlari soylesin.

Ozellestirilen Mersin Limani'ni 2 milyon dolarlik mal satan sirket ve ortaklari bakin kimler:

Telemobil Bilgi Iletisim Hizmetleri A.S.
Ticaret Sicil No: 543476 / 0
Adres: Cilehane Cad. Camlica Evleri Sitesi No: 13/3 Kucukcamlica
Telefon: 0216 545 20 11
Sermaye: 300.000 YTL
Yonetim Kurulu Baskani: Abdullah Unakitan
Baskan Yardimcisi: Fatma Unakitan
Baskan Yardimcisi: Zeynep Basutcu

Kimmis?

Maliye Bakanimizin meshur oglu Abdullah Unakitan ve kizlari Fatma ile Zeynep hanimlar.

Hani su daha once misir yolsuzlugunu yazdigim yumurta krali Abdullah Unakitan ve Telsim'in satisi oncesi Telsim binasina gidip gelirken yakaladigim Zeynep Basutcu veya Zeynep Unakitan.

Ozellistirme ihalesiyle satilan bir kurulusa, Ozellestirme Idaresi'nin bagli oldugu Bakan'in cocuklari, 2 milyon dolarlik mal satiyor.

Bu size ve necip Turk basinina "Siradan bir is" geliyorsa sorun yok.

Ama bence ortada ciddi bir sorun var.


paylaşımın için çok saol ama yapılan bu tür işler bir değil bin değil hangi birini anlatsak
 

Hacker-22

Atam izindeyiz!
çok üzücü bir tablo, amerikan yalakası polotikacılarımız olduğu sürece bu böyle devam eder. TBMM'ye genç,dinamik ve aktif siyasetçiler lazım.
 

Vtnsvr

New member
Uçak Kazasında Ölen Vatansever Nükleer Fizikçiler

Türk Gençliği Hareketi



Değerli vatanseverler;
Bugün (30 Kasım 2007) sabah saatlerinde Isparta'da düşen ve tüm yolcuların hayatlarını kaybettikleri uçak kazasında dikkat çekici isimler vardı.

Bunlardan biri; Profesör Doktor Engin ARIK.
Prof. Dr. Engin Arık ve ekibi bir konferans için Isparta'ya giderken uçak kazasında diğer vatandaşlarımızla birlikte hayatlarını kaybettiler.
Prof. Dr. Engin ARIK Türk milletinin ve devletinin menfaatleri için bilimsel araştırmalar yapan çok değerli bir şahsiyetti.
Sayın ARIK, Türk bilimadamlarının bilimsel araştırmalarını engelleyen TUBİTAK'a sert eleştirileri ile gündeme gelen bir bilim adamıdır.
TUBİTAK'ın "uydu yaptık" iddiasının bir "yalan" olduğunu söyleyen ilk ve tek bilim adamıdır.
Dünyanın geleceğinde çok önemli bir rolü olan Toryum madenine sahip olan ülkemizin neden bunu değerlendirmediğini sorgulayan ve bu konuda kamuoyunu harekete geçirmeye çalışan bilim insanlarının lideridir.
Türk bilim adamlarının Türk devletleri ile ortaklaşa araştırma yapmasına engel olan TUBİTAK'ı defalarca köşeye sıkıştırmıştır.
Sayın ARIK hakkında araştırma yapanlar Sayın ARIK'ın ne kadar değerli bir insan olduğunu göreceklerdir.
Yüzlerce vatanseverin suikastlere ve komplolara kurban gittiği ülkemizde Sayın ARIK'ın ve ekibinin ölümü de kirli bir planın sonucu olabilir mi? Buna dair şüphelerimizi dile getirmeyi ve vatanseverleri uyarmayı görev biliyoruz.
 

64general1

New member
Mehmet Gül'ün Gül Sözlerine Kaktüs Tespitler

Zeki Bingöl


Sayın Mehmet Gül, son zamanlarda daha önce savunduğu bütün değerler değişmiş gibi gelse de bazı tespitleri çok doğrudur.

Ancak geç kaldığını belirtmek lazım.

Katılmadığım ilk şey şudur;

Vatan Gazetesi'nde Mine Şenocaklı imzasıyla çıkan Mehmet Gül ropörtajı
büyük yankı yaptı.

MHP'nin önde gelen isimlerinden Mehmet Gül'e atfen,

"PKK'lılar da bizim şehidimizdir"

sözleri olmuştur.

Sonraki açıklaması ise ;

"Benim PKK'ya şehit demem tüm geçmişimi inkar anlamına gelir.
Türkiye, 30 bin şehit verdi dedim. Asla PKK'lılar şehittir demedim. Hainden
şehit mi olur?"

Derken de kendisi de belirtmiştir ki bu kendisini inkardır.

Ama söylemiştir.

O halde kendisine 'ŞEHİT' kelimesinden bahsetmek lazımdır;

Şehit kelimesi "şahitlik eden", "bildiğini söyleyen" anlamlarına
gelen Arapça kökenli bir sözcüktür. Kelimenin mastarı "şahitlik"
anlamına gelen "şehadet"tir.

Şehit sözcüğünün çoğulu "şuheda" ve "eşhad"dır.

Zamanla şehit kavramı Türkçe'de dini anlamından sıyrılıp vatanını veya
milletini müdafaa yolunda ölen herkes için kullanılır hale gelmiştir.

Türkçe'de şehit olarak nitelendirilen kimseler şu kategoriler altında
toplanabilir:

Vatani görevini yapmakta iken herhangi bir şekilde yaşamını yitiren tüm askerler,
Herhangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim, sağlık, güvenlik vb. görevlileri ile
Görev başında yaşamını yitiren polis, itfaiyeci vb. diğer görevliler.


Bu kimseler inançlarından bağımsız olarak Türkçe medyada yaygın şekilde "şehit" olarak nitelendirilirler.

Yukarıda bahsi geçen şahısların bir kısmının şehit kabul edildiği, bağlı oldukları kurumların tüzükleri ve yasalarla da sabittir ve geride kalan yakınları tazminat almaya hak kazanabilirler.

Bunların haricinde siyasi ve ideolojik görüşleri nedeniyle öldürülmüş kimseler de, yakınları, dava arkadaşları, meslek arkadaşları veya taraftarları tarafından "şehit" olarak nitelendirilebilirler; basın şehitleri, devrim şehitleri vb. gibi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, internet sitelerinde yer alan Basın Şehitleri listesinin başlığını 2005 yılında Öldürülen Gazeteciler olarak değiştirmiştir.

Manevi bir makam olan şehitlik İslam dininde çok önemlidir. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da sıklıkla bu kimselerin kurtuluşa erdiği, ahiretteki makamlarının diğer insanlardan üstün olacağı belirtilir.
(Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Şehit )

Burada şunu hatırlatmak isterim, ben şahsen PKK ve diğer terör kurbanlarının tamamının hayatta olmasını isteyen ve de bu vatanın evlatları olduğunu ve onların milletimizi ve ülkemizi perişan etmek isteyen güçler tarafından ki bunu yapan kim olursa olsun asıl
hainlerin kurbanı olduğu düşüncesindeyim.

Ülkemiz hep madden hem de manen yıpratılmak istemiş ve yıllarca bu durum devam etmiştir.

Asıl mesele bu terör örgütlerine en önemli malzeme olan İNSAN kaynağının nasıl sağlandığıdır.

İşte maddi olanakları kesilse de terör örgütleri var olmaya devam etmesinin asıl sebebi İNSAN KAYNAĞININ KURUTULAMAMASIDIR.

Sayın Gül'e bu kaynağın ne olduğu konusunda bir bilgisi olup olmadığını sormayacağım.

Belki de biliyordur…

Belki de kendisi de buna bilerek yada bilmeyerek katkıda bulunmuş olabilir…

Belki de bu yazımı okur ise (zannetmiyorum ama) ne demek istediğimi anlayacaktır.

Sayın Gül;

Siz 775 Sayılı Gecekondu yasasından haberiniz var mı?

YOK diyorsanız eğer (ihtiyatla karşılıyorum, siz bilmeden bu yasayı çiğnemiş durumdasınız.)!!!!

Var diyorsanız

(VAY Kİ, VAYYY… SÖYLENECEK TEK BİR ŞEY KALIYOR, SİZİ
KINAMAK, AMA HİNT KINASIYLA EN UZUN SÜRE BU KINA KALIYORMUŞ,
SEÇİMLERDE DE BU KINA KULLANILIYORMUŞ…)

Bu yasa 1966'da çıkarılan bu yasa ile kendisinin, eşinin ve erişkin olmayan dar gelirlilerin, gecekonduda yaşayanların, fakir, fukara, dul, yetim, harp malulü, gazi ve şehit ailelerinin eğer HİÇ EVİ YOK İSE bu yasaya göre 20 sene vadeli kredi alarak İNSAN ONURUNA yaraşır
bir ev edinme hakkının olduğunu da bilmeniz gerekir.

Hatta yasa diyor ki 20 sene boyunca bu yasada tarif edilen şahıslar yani yasanın 25 inci maddesinde tarif edilenler eğer kredi borcunu ödeyemezse 20 sene haciz işlemi yapılamaz diyor.

Devredilemez, diyor.

Satış vadi yapılamaz, diyor.

Neden mi?

O evde doğan Cumhuriyetin Çocuğu ERİŞKİN oluncaya kadar onu sıcak bir
yuvadan mahrum etmemek için diyor.

İşte o evlerde yetişecek çocuklar NÖBETE gideceklerdir.

Belki de Şehit yada Gazi olacaklardır.

Ama düşmana karşı savaşarak.

Yoksa sizin belki bildiğiniz belki de bilmediğiniz bu yasaya aykırı hareket edenler tarafından HAKLARI GASP edilince sıcak bir yuvadan mahrum olan gençlerimizden bir kısmı TERÖR tuzağına düşerek kendi kardeşine kurşun sıkmayacaklardı….

Ama öyle olmadı…

Bu yasanın çıkarıldığı tarihten beri maalesef hak sahibi olmadıkları halde ki; yukarıda izah ve tarih ettiğim memleketimizin evlatları yerine SAHTE FAKİRLİK BELGESİ uyduranlar yararlandı…

Bunlara küçücük bir örnek vereyim;

153 gazeteci, hakimler, milletvekilleri, sanatçılar… isim isim öğrenmek isterseniz Türk İşi Mortgage kitabına bakınız …

Daha acısı ise MORTGAGE yasası ile milletimizin fakirinin vergi ve
harçtan muaf tutulduğu 775 yasasını yok saydınız….

Onları faiz çemberinde emperyalist dediğiniz Amerikan ülkesindeki bu sistemde borcunu ödemeyenlerin borçlarını ödetir duruma düşürdünüz.

Eğer bu yasadan haberim diyorsanız o zaman sitem etmeye hakkım doğmaktadır…

Çünkü siz de HAK SAHİBİ OLMADIĞINIZ halde bu yasadan yararlanıp ev edindiğinizi bilmekte ve sizi acımasızca eleştirme hakkım olduğunu düşünmekteyim…

Sadece siz değil, üyesi olduğunuz partiden daha önce de vekil olan Mehmet Serdaroğlu'nu da sizin durumunuzda olduğu için yine eleştirmekteyim… Ki kendisi eski belediye başkanlığı yapmış biridir…

Jandarmaya verdiği beyanda ben bu yasayı bilmiyorum demesi hem abes hem de ayıptır…
Eski belediye başkanı olarak yasayı uygulamış biridir…

Vekil olarak da zaten yasa koyucu olarak da görev almıştır…

Yani mazereti külliyen geçersizdir…

Bir başka isim daha vereyim…

Bu da sizin partinizden, Tuğrul Türkeş…

O da fakir imiş ve 775 sayılı yasanın 25 inci maddesine göre 130 metrekarelik ev almış, toplam ödeyeceği para da 8.400 YTL imiş.

Adresi de Altınoluk Kooperatifi, Büyükçekmece imiş…

Komşuları da şu fakirler imiş; İlçe kaymakamı, ilçe belediye başkanı ve akrabaları, ilçe polis müdür, ilçe başsavcısı, ilçe jandarma komutanı ve de bir generalimiz ve de diğer fakiriz diyenler….

İsimlerini merak ediyorsanız seve seve açıklarım…

İşte siz ve sizin gibi saygı değer insanlarımız bu ülkede garibanın hakkı olan bir ev edinme, faiz ve vergiden muaf tutulan yasadan yararlanarak bu ülkenin dibine dinamit koyduğunuzu değerlendiriyorum…

Hatta son bir hatırlatma yapmak zorundayım ki maalesef yolsuzluğun abidesi olan bazı belde belediye başkanlarının şaibesine rağmen partinizde onur üyesi olması da çok ama çok inciticidir.

Milliyetçiliğinize halel gelsin istemem ama sizin 775 sayılı yasaya muhalefet ederek fakirim diye ev edinmeniz çok acı vericidir.

Sizi bu yasadan haberiniz yok ise haberdar etmek istemekteyim.

Eğer söylevinizde samimi iseniz, gelin yasada belirtilen hak sahibi kendisinin, eşinin ve erişkin olmayan dar gelirlilerin, gecekonduda yaşayanların, fakir, fukara, dul, yetim, harp malulü, gazi ve şehit ailelerinin ev edinmesi HAKKININ OLDUĞUNU DUYURUN…

Ve de kendi edindiğiniz evi de böyle bir fakire verilmek üzere İADE ediniz…

Bunları yapmayacaksanız, boşa söz sarf etmeyiniz…

Samimi olduğunuz konusunda kuşkum devam edecektir…

Eğer merak ederde şu 775 sayılı yasa ne imiş diye bakmak isterseniz
lütfen;
http://www.zekibingol.com/content/view/1071/2/
Adresine girin.

Eğer kim bu yolsuzluğu yapan derseniz şu adrese girim;

Erol Mütercimler çağrıda bulundu, Kim bu arazi yolsuzluğuna karışanlar? Başlıkla yayınlanmıştır ve de sizin de adınız
vardır

Sayın Gül…

http://www.zekibingol.com/index2.php?option=com_content&do_pdf=1&id=225

Sizi samimiyete davet etmekten başka bir seçeneğim yok!!

Çok isterseniz size ve partinize bu konuda daha önce gönderdiğim mesajlara bakınız

Eğer ulaşmadı derseniz şahsen de size ve partinize 240.000 konutun nasıl fakire verilmesi gerekirken talan edildiğini anlatmaktan şeref duyarım…

Tabi bu sizi ilgilendiriyor ise…

Ben yine de sizin üyesi olduğunuz TBMM'deki gurubu olan MHP'ye göndereyim de haberim yok demeyin…

Memleketimizde MİLLİYETÇİMİZ böyleyse Hainimizi tahmin etmekte
güçlük çekmekte haklı olduğumu düşünüyorum.

Hele de BÖYYÜK BÖYYÜK HUKUKÇULARIMIZIN tavrına söyleyecek çok şey
var ama o da başka bir yazıda olsun diyorum…
 

VolkaN

Altın Üye
paylasım için tesekkurler işallah bu gidişe son veririz
 

64general1

New member
Soros; İstanbul'da İki Kere İki İlginç Gün

Mustafa Yılıdrım




Kurtuluş Savaşı benzetmesi düşman olmadığı için enteresan!

Önce sıcak paralar ve Londra bankerleri, sonra IMF gelir. Daha sonra da Başkan'ın Adamları!.. Sonra, her şey yeniden başlar. Daha sonra, yine sıcak paracılar gelir! Öykü yeniden başlar. Ve hep öyle sürer gider.

Soros'un adamları, Mart 2001'de, Kemal Derviş'le görüşünce Türkiye medyasından ses çıkmaması şaşırtıcı değildi.

Yeni dünya düzeninin 'hık' deyicilerinin yanı sıra, "faiz haramdır," "kahrolsun sermaye," "kahrolsun emperyalizm" diyenler de, artık sivilleşmişlerdi.

"Sivil" toplumcuların Soros-severliklerini bir yana bırakıp, 1999 yılına dönelim.

Yayın ortamında "mega speculator" olarak sunulan George Soros, 20 Haziran 1999'da, Sabancıların konuğu olarak, İstanbul'da 2 gün geçirmişti.

G. Sabancı'nın eşliğinde, zamanın TÜSİAD başkanı E. Yücaoğlu ve eski başkan H. Komili ile yat gezisine çıkan Soros ile yakın görüşenlerden İ. Alaton, eşinin KEDV1 adlı örgütüne parasal destek aramıştı.

Soros'un Sabancı Center (Türkçesiyle 'Sabancı Merkezi')'de verdiği konferansa, ünlü işadamları, hazinenin eski bürokratları, bankaların üst düzey yöneticileri ilgi göstermişti.

Soros, "Open Society" adını verdiği projesini, yani Türkiye'de de, vakıflarla, derneklerle uzun süredir yaşama geçirilmeye çalışılan "açık toplum" yönlendirme işini anlatmıştı. Soros ayrıca, Türkiye'nin AB'ye girebilmesi için Balkanlarda yeni bir oluşumun içinde olması gerektiğini belirtmişti. Bununla da yetinmemiş; ABD'yi dünya polisi olmakla, IMF'yi basiretsizlikle suçlamış ve Türkiye'ye sıkı bir akıl vermişti:

"Sosyal devlet derseniz, ekonominiz yıkılır. (..) Kürt sorununu çözmelisiniz!"

Soros, salonlardaki ilgi karşısında coşup, NATO Genel Sekreteri ile görüştüğünü belirtip, 'faizlerin düşürülmesini' önermiştir. Önermekle kalmamış, bu konuda "IMF ile T.C devleti arasında görüşmelerin sürdüğü"nü bildirmişti.


"Hit and run capitalism" ve Açık toplum üniversitesi

Deneyimli devlet adamı rolünde konuşan Soros, hiçbir ülkede bu denli saygınlık kazanmamıştır.

Türkiye'nin önde gelen yöneticileri, Merkez Bankası bürokratları, işadamları, profesörler, kendisini ilgiyle dinlemektedirler. Açıklamalarına bakılırsa, Soros sanki IMF'nin de üstündedir. Suçlar göründüğü IMF'nin kendi önerilerini karara bağladığını ima etmektedir.

Ulusal para piyasalarını altüst etmesiyle ünlenen Soros'a, sevgi göstermek, 'sivil' olanların bileceği iştir. Ama, Soros, Türkiye'nin para politikasına değinince, salonlardaki heyecan da artmış olmalı. Seçkinler, Soros ve bağlantılılarının piyasalarda oynadığı oyunlara, Batı dünyasında "hit and run capitalism (vur ve kaç kapitalizmi) " denildiğini bilmiyor olamazlardı. Aksini düşünmek, 'globelleşme' düşkünlerini küçümsemek, onları dünyadan habersiz sanmak olur.

Soros'un şirketleri aracılığıyla, Türkiye'de çoktan işbaşı yaptığını, bir çok şirketin hisselerine sahip olduğunu, öncelikle onu dinlemekte olanlar bilmiyor olamazlardı.

Soros ile eğitim işbirliği, Sabancı Üniversitesi'ne nasip olur. Soros, Orta Avrupa Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi ortak girişimin mütevelli heyeti başkanlığına getirilir.

Orta Avrupa Üniversitesi, George Soros'un "açık toplum" misyonuna uygun elemanlar yetiştirmek üzere , 1989'da eski Yugoslavya'nın Adriyatik kıyısındaki Dubrovnik kentinde oluşturulan Inter-University Centre örgütü öncülüğünde kuruldu.

1991'de, Prag'da 100 öğrenciyle başlayan eğitim, şimdi 40 ülkeden 829 öğrencisi ile Budapeşte ve Varşova şubeleri ile sürdürülüyor. Öğrencilere sonsuz liberal iktisadi örgütlenme ve ulusal devletlerin sonladığı belletiliyor.

Avrupa Üniversitesi konseyinde ünlüler bulunuyor:

ABD Büyükelçisi D. M. Bilinken, Georges de Menil, Yehuda Elkana, Albert Fuss, Roger Hazewinkel, T. Lantos, K. Marton, P. E. Mroz, P. Nadosy, M. Nimetz, L. Robbins, J. Edwin Mroz ve John Brademas.

J.E. Mroz, EIW (East West Institute) kurucu başkanıdır. EIW (Doğu Batı Enstitüsü), glasnost günlerinde Moskova'da yürütülen "poject democracy" operasyonunda oldukça etkindi.

Mroz, Türkiye'deki TESEV ve ARI adlı derneğe sık sık konuk olmuştu.

Orta Avrupa Üniversitesi konseyindeki en tanıdık kişi, 2001'e dek, NED'in başkanlığını yapan ABD senatosunda Yunan kliği şefi, Onassis vakfı başkanı J. Brademas'dır.

Türkiye 1974'de, Türklerin katledilmesinin önüne geçmek üzere, Kıbrıs'a askeri müdahalede bulununca, ABD senatosunda alınan karar gereği Türkiye'ye karşı ambargo uygulanmaya başlanmıştı. İşte o ambargo kararının alınmasını sağlayan grubun lideri Brademas idi.

Brademas, Kemal Derviş'in Türkiye'ye getirilişinin hemen ardından, TESEV yönetimince, İstanbul'a çağrılmış ve Boğaziçi Üniversitesi'nde Yunanistan'ın ve Avrupa Birliği'nin Kıbrıs tezlerini yayma olanağını bulmuştu. Sabancılar'ın 'ortak girişim' başlattıkları üniversite işte böylesine değerlidir.

Sabancı-Soros eğitim imzalaşmasının ve konferansın ardından Soros, geceyi Cem Boyner, Bulent Karaçam ve Bülent Eczacıbaşı ile 'Ulus29' eğlence merkezinde geçirildi.

21 Haziran sabahında, İshak Alaton, Vedat Alaton ve Quantum'un Türkiye temsilcisi Philip Haas ile yapılan kahvaltının yararı ayrı bir konu...

Ne ki, G. Soros'un, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)'na, "kartondan kaplan" demesi ve SPK'nın suskunluğu akıllarda kalacaktır.

2001 yılı para piyasası yıkımından sonra, tarihinin en büyük çöküşüyle karşılaşan Türkiye'ye, Washington'dan hükümet ortağı olan K. Derviş'in, ABD Büyükelçisiyle özel yemekteyken arabada açık kalan telefon defterindeki "Soros " satırı da hep anımsanacaktır.

Ünlülere, iktisat ve siyaset dersleri veren George Soros kimdir?

Nereden nereye gelmiştir? Dünya onu nasıl bilir? Bunları salt halkın değil, devlet yönetimine geçenlerin ve geçmeyi düşünenlerin de bilmesi gerekir. Amerika'dan transfer edilen yeni tişörtlüler ve şortlular zaten biliyorlardır.


"Hit and Run : Vur ve Kaç '"

Soros'un kimleri temsil ettiğin anlayabilmek için, birkaç operasyona göz gezdirmekte yarar var.

1993 Mart'ında, Soros'dan sızan habere göre, Çin, büyük miktarda altın alacaktır. Sızıntıyı Altına hücum izler. Altın fiyatı % 20 yükselir. Bu arada, George Soros ve dostu Sir James Goldsmith'in ellerindeki altınları gizlice sattıkları söylenir. Altına hücum edenler aldanmışlardır.

Haziran 1993'de London Times Financial editorü A. Kaletsky, Soros'dan aldığı mektuptan söz eder. Soros, "Down with the D-Mark! -Alman Markıyla yerin dibine!" demekte ve ellerindeki Alman tahvillerini satıp, yerine Fransız tahvilleri alacaklarını bildirmektedir. Mark sallanır, Fransa'da tahvil yükselir. İşlem tamam, kazanç da kazançtır.

"Vur-kaç kapitalizmi"nin en önemli kuralı, denetimden kaçınmak için, ABD'de vakıf ağı kurmaktır. Zaten Amerika'nın ne kadar kartel ailesi varsa, onların o kadar vakıf içinde vakıfları, "think tank" leri vardır. Rockefeller ailesi, işin öncüsüdür.

Kişisel paralar ve mallar, vakıflarda, fonlarda, hisse senetlerinde, yabancı bankalarda, yabancı devlet tahvillerinde gezdirilir. Büyük paralar ülkelere girip, çıktıkça, çöküntüler oluşması o denli kolaylaşmıştır. Giriş-çıkış, sahibine kazandırırken, ABD ve Batı Avrupa'ya da siyasal çıkarlar sağlamaktadır.

Küreselleşmenin önündeki engellerin kaldırılmasından amaç, işte bu dolaşımın ve yıkımın özgürleşmesidir.

Devlet adamları ve entelektüel dünya ile ilişki kurmanın en kestirme yoluysa, 'cemaatler' oluşturmaktır.

1980'lerin sonlarında, Sovyet ülkesine demokrasi ihraç etmekte olan NED'in en büyük destekçisi Soros, Risa Gorbaçov ile "Cultural Initiative Foundation" adlı bir vakıf kurdu.

Kısa süre sonra, Gorbaçev oldu bittiyle devrildi. Boris Yeltsin, "Project democracy" eylemi sonucunda, tankın üstünden devlet başkanlığı koltuğuna atladı.

Soros, yeni Rusya'ya yardımcı olmak için Harvard'lı Prof. Jeffery Sachs'ı devreye soktu. Rus ekonomisine "şok terapisi" uygulandı.

Soros, bu işleri şöyle anlatır:

"Bir grup iktisatçıyı Sovyetler Birliği'ne yönelttim. Polonya'da birlikte iş yaptığım J. Sachs çok iştahlıydı. Sachs, İtalya'dan Romano Prodi ve IMF'den David Finch'i önerdi. Ben de IMF'den Stanley Fischer'i, Dünya Bankası'ndan Jacob Frankel'i, Harvard'dan Larry Summers'ı ve İsrail merkez bankasından Michael Bruno'yu önerdim."

Şok terapi kime yarar?

Rusya'da sanayi kredileri, "Şok terapi 1992" ile durduruldu.

Devlet kendi şirketlerini birdenbire parasız bıraktı.

Sonuç: Denetim dışı enflasyon, Rus sanayisi ile birlikte Rublenin çöküşü...

Ve dostlardan Marc Rich kolları sıvadı. Rusların alüminyumunu yok pahasına satın alıp, damping fiyatla Avrupa'ya sattıktan sonra, Sibirya petrolünün dış satımını ele geçirdi.

İlginç bankalar kenti Zug (İsviçre)'un kralı Rich, 33 milyar dolarla, 27 ülkede iş çevirmektedir.

Türkiye, "Marc Rich" adını 2001 başlarında öğrendi. FBI, İsviçre'de şatoda yaşayan Rich'i bir türlü bulamamaktadır. Eski Federal Savcı R. Gueliani'nin Rich için düzenlediği, 1982 soruşturma dosyasındaki 51 suçun özeti, silah ticaretinde kaçakçılık ve 48 milyon dolarlık vergi kaçırmaktır. ABD tarihinin en büyük kaçakçılığıdır bu. Arananlar listesinin en önemli ilk on kişisi arasındadır Rich. Rich, hızlı bir tüccardır.

Soros, ABD'yi Kosova nedeniyle Sırbistan'ı bombalamaya kışkırtırken, Rich, ambargoyu delerek Sırbistan'a petrol satmıştır. Rehine bunalımı döneminde petrol karşılığında İran'a silah satan Rich, yine ambargoyu delerek Irak petrolünü pazarlamıştır. Rich, metal borsasının en önemli aktörüdür. Romanya'da rafineri sahibi olan Rich'in büroları İspanya'da, fabrikaları Avustralya, Sardunya ve Batı Virginia'dadır. Rich, nikel, kurşun, çinko, kalay, krom, agnezyum, bakır ve kömür piyasasına egemendir.

Zamanın İsrail Başbakanı Ehud Barak, Rich bağışlansın diye, Clinton'a iki kez telefon eder. MOSSAD başkanı Shavit ise, mektubunda, Rich'in geniş ilişkileriyle, önemli işler başardığını belirtir. İsrail'deki vakıflar da, ABD Başkanı'na mektup yollarlar.

İsrail'deki "Marc Rich Foundation" adlı vakfı ve "The movement For Quality Government" adlı kuruluşu, Michal Herzog yönetmektedir. Michal Herzog, Ehud Barak'ın hükümet sekreteri Yitzhak Herzog'un eşiydi. Yitzhak Herzog, eski devlet başkanı Chami Herzog'un oğludur. Chami Herzog ise Çin ve Kazakistan gezilerini Shaul Eisenberg'in özel uçağıyla yapacak denli samimi ilişkiler içindedir.

Ayrıntılar biraz bunaltıcı olmakla birlikte, ülkemize dek gelip, 'açıklık' ve 'ahlaklı' yönetim önerenlerin niteliğini bilmek bakımından önemli olmalı. Küçük bir ayrıntı daha eklemeliyiz.

FBI ve Interpol tarafında aranan en önemli adam konumundaki Marc David Rich'in eşi, ABD'de ünlüdür. Denise (Eisenberg) Rich, bir yandan Sister Sledge, Bette Midler, Celin Dion gibi şarkıcılara güfte yazarken, öte yandan Akev'den ayağını kesmemiştir.

Manhattan ve Akev (ABD Başkanlık Sarayı, Whitehouse) sosyetesinin seçkini Bayan Rich, Demokratik Parti'ye 500.000 doların üstünde, Hillary Rodham Clinton'un Başkanlık Kütüphanesi projesine ise 450.000 dolar yardımda bulunmuştur. Hillary Clinton, senatörlük seçimlerini kazandıktan kısa bir süre sonra teşekkür etmek ve İsrail'e desteğini göstermek üzere Telaviv'e gitmişti. Öte yandan, M. D. Rich'in avukatı ve lobicisi Jack Quinn, önceleri Akev müşavirliği ve daha sonra, Clinton'un yardımcısı Al Gore'un personel şefliğini yapmıştır.

Bunca olumlu ilişkilerden sonra, hem İspanya, hem de İsviçre vatandaşı olan Marc David Rich ve suç ortağı Pincus (Pinky) Green, Clinton tarafından bağışlanan 141 kişi arasına girerler.

Ne ki, Rich, başkanların bağışladığı ne ilk ne de son kişidir.

Rusya'da, Soros ve ekibinin önerisiyle uygulanan şok terapiden kazançlı çıkan ikinci dost, Shaul Eisenberg'dir. Eisenberg, Özbekistan'da tekstil işine girer. Özbek yönetimi işin farkına varınca, Eisenberg'e yasak koyar. EIR'de yazan Eighdal, bu yasaklama sonucunda, MOSSAD'ın Orta Asya planlarının büyük darbe aldığını belirtmektedir.

Eisenberg, becerikli ve deneyimlidir. Kore'de 1961 hükümet darbesinden sonra, diktatör Park, 'temiz toplum' için gerekli işleri bitirir bitirmez, iki numaralı darbeci General Kim Jong Pil, KCIA (Korean CIA)'yı kurar.

Sıra, kirli işlere gelmiştir.

Yeni yönetimin has adamları, Unification Church tarikatının kurucusu Sung Myung Moon ve ABD'de yönetimle rüşvetli ilişkiler kurup para sızdıracak olan Tonsung Park'dır. K.J.Pil, Japon sermayedarlarıyla da işbirliğine girişir. Eisenberg, Japonların büyük iş adamları ile K.J.Pil arasında arabuluculuk yapar. Hem şirketler, hem Pil, hem de Eisenberg kazanır.

1979'da Çin ile İsrailli silah üreticileri arasında ilk ilişkiyi de, Shaul Eisenberg kurmuştur. İsrail 1990'da, Orta Asya'ya Eisenberg ile girer. Merkezi Telaviv'de bulunan büyük holding şirketinin sahibi Eisenberg, Mart 1997'de Pekin'de ölmüştür.

Soros'un "şok terapisi" içinde adını verdiği adamlardan Fischer, Türkiye'ye yabancı değildirler. Türkçe yayın yapan, Amerikan demokrasisi ithalatçısı, ülkelerde açık bilgilendirme ağı kurucusu televizyonlarda, sınırsız özgürlük düşüncesini yayan eski solcu, yeni ultra-liberal parlak iktisatçılar, Fischer'den 'arkadaşımız' diye söz ederler; Fischer ile mektuplaştıklarını açıklamaktan çekinmezler.


Ulusal sistemler nasıl çökertilir?

Hep aynı oyunla!

Yeni yeni, "açık toplum" olan, her şeyini para piyasasına emanet etmiş, plan ve programlı üretimi unutmuş, serbest piyasa oyuncularının "vur-kaç" hünerlerinden habersiz ülkelerde, bu tür oyuna, "iktisadi kriz" deyip geçerler.

Oyuna gelenlerin ulusal paraları, beş para etmez olur; sanayi ve ticaret yıkılır. Taiwan'da, Endonezya'da, Meksika'da, Arjantin'de, Malezya'da oynanır bu oyun. Ne ilginç rastlantıdır ki, ülkelerin ulusal piyasaları yıkılırken, yolsuzluk savları yükselir, etnik ve dinsel sürtüşmeler çatışmalara döner ve "project democracy" yollarında, para krallarının yeni dünya düzenine uyumlu yönetimler gelir iktidara.

Ayarlı medyada, 'smart boys (parlak çocuklar)' olarak nitelenenlerin, derin derin piyasa değerlendirmeleri yapanların, denetim dışılığı, "vur-kaç" özgürlüğünü, "devlet küçülsün" ya da "yolsuzluklar önlensin" gibi, sade suya tirit, bilgiççe değerlendirmelerle sundukları yayınlarda yer almayan işleyişin adımları yalın ve basittir.

1. Mega-Banker olarak pohpohlanmış Soros ve yandaşları, hisse/tahvil almaya başlar. Onun bir şeyler bildiğinden emin olan ötekiler de, Soros'u izler. Bu arada, dış sermayeli televizyonlar her yarım saatte bir piyasa haberi geçerken, yorumlarını da eksik etmezler.

2. Gelirleri daralmış olan küçük yatırımcılar alışa geçerler. Medya "piyasalar hareketlendi, hükümetin şu, IMF'nin bu anlaşması sonuçlanıyor" propagandasını yükseltir. Fiyatlar ve alışlar daha da yükselir.

3. "Vur ve Kaç" bankerleri, ikincilere satarlar ve katlayarak kazanırlar.

4. "Vur ve kaç" operatörü, topladığı parayı dolara çevirir ve aracı bankasından ülke sınırları dışına çıkarır. Para, yıkılacak yeni bir piyasa, altüst edilecek bir ulusal pazara yönelir.

5. IMF ülkeye gelir, tıpkı Soros'un buyurduğu gibi,"devleti küçültün" der. Ulusal üretim boğulur. Dış borç taksitlerinin tahsili için para piyasasının, güvensizlik ortamında ağır yaralar almış banka düzeninin, yani toplam olarak devlet düzeninin sürdürülebilmesi için, yeni borçlanma olanakları için yeşil ışık beklenir.

6. Yeşil ışık, tıpkı Soros'un buyurduğu gibi siyasal isteklere bağlanır. Buna direnecek yönetimler varsa, demokratik ve liberal (!) ortam hazırlanarak yıkılır.

7. Yıkıma uğratılan ülkeye dönülür. Yıkılan iktisadi ortamda, birdenbire değer yitiren şirket hisseleri, ham maddeler, ihraç ürünleri bir-iki misli değerlenmiş olan dolar karşılığında satın alınır.

İşlerin güvenlik içinde yürütülmesi için, iki koşulun yerine gelmesi gerekiyor.

İlki, geniş bir bilgi ağından ince bilgilerin toplanması.

İkincisi, yapılan işlerin şöyle ya da böyle sert tepkilerle sarsılmaması.

Her iki gereksinim ise, çok geniş bir dostluk çevresi gerektirir. Geniş çevrenin oluşabilmesi için, akademisyenlerden, hayır dernekleri ve vakıflara, iş adamlarından, bankacılara, insan haklarını gruplarına, siyasal partilere ve doğal olarak, sesli- yazılı-görsel yayın ortamına bağlanan bir ağ kurulması zorunludur.

Açılma örneği : Malezya'da çöküntü

"Açık toplum" ve IMF'nin serbest piyasa kuralları sürerken, Malezya'da kısa süreli bir işlem sonucu para piyasası çöker. Devlet yönetimi, olayın farkına varır ama, iş işten geçmiş, "sıcak para" diye bilimsel ve iktisadi bir ad verilen vurgun para, Malezya'dan yeni vuruşlar için başka ulusal paarlara yönelmiştir.

Parası çöken Malezya yönetimi, dış sermayeye en az bir yıl ülkede kalma koşulu getirir, IMF'den ülkeyi terk etmesini ister. Bu konu ABC televizyonunda görüşülür.

ABC News Nightline programında Ted Koppel sorar:

"Kolayca anlaşılabilir kavramlar kullanalım. Şimdi siz, Malezya'nın parasını tahrip ederek kazanç elde ettiyseniz, bu durumda (Malezya'dan) alıp götürmüş olmuyor musunuz?"

G.Soros, yanıtlar:

"Tam da öyle değil; çünkü bu benim eylemimin amaçladığı bir sonuç değildir. Ve bir (piyasa) katılımcısı olarak sonuçları hesap etmek benim işim değildir. Bu piyasanın doğasında var."

Öyle ya, ulusal paranın çöküşü de, Soros'un kazancı da serbest piyasa düzeninin bir sonucudur. Bir ülkenin ulusal iktisadı yıkılmış, parası yerle bir olmuş; milyonlarca kişi işsiz kalmış, ulusal devletin borçları bir anda katlanmış, çocuklar yoksulluk yükünün altında ezilmiş, ülkede etnik sürtüşme başlamış, kimin umurunda?

Malezya'daki "vur-kaç" işini, kendi "açık toplum" ahlakına yakışır biçimde açıklayan Soros, Türkiye'ye gelecek ve bunca ticaret kokan sözünü unutup,

"Malezya'daki ekonomik çöküntüden, Mahathir'in söylediği gibi siz mi sorumlusunuz?"

sorusuna,

"Hayır bu Malezya yönetiminin suçudur"

diyerek; karşısındakinin nabzına göre şerbet verecektir. Bundan daha doğal ne olabilir ki?! Adamın adı "Speculator."

"Temiz toplum" bir 'açık toplum' masalı mı?

Aslında, Soros'a şükran duyulmalı. Üçüncü ülkelerde, "vur-kaç" düzenine "küreselleşme" ya da "serbest piyasa ekonomisi" diyerek bilimsel kılıflar üreten liberallerin, yeni düzencilerin, "London School of Economics" eğitimli dünya bankası memurlarının, vakıf ve "think tank" uzmanlarının saatler süren gevezelikleri yanında, Soros'un sözleri daha anlamlı, daha açık ve yaptığı işe uygundur. Kısaca, gerekiyorsa vurulacaktır..

Bu arada, IMF'nin sınır dışı edildiği Malezya'da kampanya başlar.

Devlet yönetiminin en uç noktalara dek yolsuzluğa battığını ilan edilir. Liberal bir gazete çıkmaya başlar. Gazete, "temiz toplum- açık toplum" kampanyası açar.

Şiddet gösterileri yükselir. Yönetim, iktisadi düzeni rayına oturtmaya çabalarken, gazeteden kışkırtıcı yayınların durdurulması istenir. Gazete kışkırtmayı sürdürür. Gazete yöneticisi gözaltına alınır. İstenen olmuştur.

Bilumum NGO'lar (Non Government Organization's - Sivil Toplum Orgutleri) harekete geçerler.

Para kaynağının % 44'ünü A.B'den, geri kalanını Soros Vakfı, Ford Vakfı gibi sınır tanımayan "sivil" örgütlerden alan RSF (Sınır Tanımayan Gazeteciler) örgütü, Mahathir'i diktatör olarak ilan eder.

Aynı NGO'lar, bizdeki adlarıyla "STÖ"ler (Sivil Toplum Orgutleri), Malezya'nın soyulmasına, iktisadi düzenin 'vur ve kaç' işleriyle sarsılmasına ses etmemiştir.

Bu arada, iyi günlerde, Malezya ile işbirliği gösterileri yapmaktan, geri kalmamış olan Türkiye'nin ünlü İslamcılarından, protonculardan bir tekinin bile sesi çıkmaz!

En önemli açıklamayı da, Malezya yönetimi yapar: İçerdeki muhalefet yayınlarının Soros'dan gelen parayla desteklendiğini açıklar.

George Soros ise, Başbakan Mahathir Bin Muhammed'i Nazilikle suçlar.

George Soros diyor ki: "Ulus devletler gereksizdir."

Soros, yoktan varolmuş bir dahi midir? Yoksa, CNN'in Türkçe yayınında Ş. Alpay'ın belirttiği gibi, New York'da garsonluk yaparak mı yükselmiştir?

Yanıtları aramak gerekiyor.

Avrupa'nın aristokratları ve hanedanları, erklerini yitirmiş görünmektedirler. Ama, onlar, dünya egemenliklerini, açıktan görünmeyen, özel parasal çıkar ilişkileriyle, siyasal bağlantılarla birbirine kenetlenmiş yönetim düzeniyle sürdürürler.

İşin odağında Londra bankerlerinin oluşturdukları : "Isles Club" bulunur. Kulübün en büyük üyesi Rothschild ailesidir. Soros, işte bu ailenin elinde piyasacı olmuştur.

Oysa Soros, sermayesinin kaynağını ilginç bir öyküyle anlatmaktadır.

1944'de, Budapeşte'de, Nazi işgali başlayınca, Tivador Soros,

"Oğlum" der, "işgal yasa dışıdır. Şimdi olağan (yasal) kurallar işlemez."

Ve baba Soros, sahte kimlikler düzenler. George, Nazilerin bakanlığında işe başlar. Yahudi mallarını devir alır. George'un sermayesi oluşur. "Adam olacak çocuk.." deyişine uygundur bu öykü. Çünkü Soros, Nazilerle çalışırken, daha 14 yaşındadır. Bu noktada, hemen belirtelim ki, Sorosseverler bu öyküyü beğenmezlerse, kendileri bir öykü üretebilirler.

George Soros, 1947'de "London School of Economics" sınıflarında, Britanya Aristokrat Sosyetesi'nin önde geleni Sir Karl Pope ve ülkemizdeki ultra-liberallerin de hayranlığını kazanmış olan, Friedrich von Hayek'den "açık toplum" u öğrenir.

Soros'a göre ulusal devletler zararlıdır ve savaşların kaynağıdırlar. Öyleyse ulus devlet yıkılmalıdır. Soros'un tarihsel örneği de yabana atılacak türden değildir. Şöyle der:

"19. Yüzyılda, dünyada, global bir Britanya İmparatorluğu ve bir düzen vardı."

Öyleyse, Britanya imparatorluğunun çağdaş bir türü olarak, yeni bir dünya imparatorluğu, küresel devlet kurulmalı, düzen sağlanmalıdır.

Ulusal kimlikli ne denli devlet varsa, para imparatorluğunun kölesi olacak; çok etnikli, mozaik içinde mozaik düzenine dönüşecek. Gerisini getirmeye gerek yok. Akıllılar yönetecek ve düzen kurulacak. 'Yeni düzen' kime çalışır? Bunun yanıtının önemli bir bölümü, Soros'un yetişme ve gelişme sürecinde bulunabilir.

Sizinki "açık toplum" ya onlarınki?..

Soros, 1956'da Amerika'ya gider.

Singer & Friedlander, F.M. Mayer & Co. ve Wertheim & Co. aracılık firmalarında çalışır.

1961'de Amerikan vatandaşı olur.

Arnhold & S. Bleichroeder, Inc'de, J. Rogers ile birlikte 'portföy' yöneticisi olur. Bu firmada Rothschildler'in yatırımları bulunmaktadır. Bu banka, 1969'da Rogers ile ortaklaşa kuracakları Quantum şirketinin işlerini Citibank ile birlikte üstlenecektir.

1969'da Rogers ve Soros, Arnold & Bleichroeder'den ayrılırlarken, bazı yatırımcıları da yanlarına alırlar.

OECD raporlarında "uyuşturucu parasının yıkanma merkezi" olarak nitelenen, vergi cenneti Curacao (Hollanda Antilleri)'da kayıtlı bir şirket kurarlar: Quantum Fund N.V.

Soros'un ilk yatırımcıları hanedanlardır. 5 Kraliçe Elizabeth'in ve 90 bireysel yatırımcının paralarının Quantum ile işletildiği ileri sürülmektedir.

Soros, şirket yöneticileri arasında görünmez. Yöneticiler, İsviçre, İtalya ve İngiltere vatandaşıdır. Soruşturmalara karşı bağışıklık böyle sağlanır. Soros'un "Soros Fund Management (NewYork)" şirketi, Quantum'u danışmanlık örtüsü altında yönetir.

Soros'a ilk sermayeyi veren George Karlweiss, Baron Edmond de Rothschild'in temsilcisi ve Banque Privee S.p.A (Lugano)'nın sahibi ve Rothschild Bank AG (Zürich) in yöneticisidir Quantum'un ve ilişkili bankerlerin oluşturduğu ağı görebilmek için, yöneticilerini ve bağlantılarını bilmek gerekiyor:

Richard Katz: Rothschild S.p.A (Milan)'nın başkanı ve London N.M. Rothschild and Sons bankasının yönetim kurulu üyesidir. Bankayı Evelyn Rothschild yönetir.

Nils O. Taube: Quantum'da Baron Jacob Rothschild'in St. James Place Capital adlı şirketini temsil eder.

J. P. Rothschild, Fransız piyasa oyuncusu Sir James Goldsmith'in ortağıdır.

Lord William Rees: St. James Place Capital'in yönetim kurulu üyesi ve London Times yazarı.

Alberto Foglia: Banca del Ceresio (Lugano)'da yöneticidir. Bubankaya, 1980 sonrasında, mafya ilişkilerini kapsayan ve "Pizza Connection"adı verilen soruşturmada rastlanır. Foglia, 1993'de bir akşam üzeri Quantum' dan ayrıldı ve ertesi sabah Brezilya Ulusal Bankası başkanlığına getirildi.

Thomas Glaessner: ABD Federal Reserve (ABD merkez bankası) uluslararası finans bölümü'nde 5 yıl çalıştıktan sonra, Dünya Bankası'nda Doğu Asya ve Güney Amerika finansal risk sorumlusu oldu. Glaessner, Soros Fund Management LLC'de, Quantum Emerging Growth ve Quantum Fund'da yeni pazarlarda döviz stratejileri, portföy yöneticiliği yaptı. Ocak 2000'de Soros'dan ayrıldı. Dünya Bankası'na döndü ve gelişen pazarlarda banka politikasını oluşturmaya başladı.

Beat Notz: Geneve Banque-Worms'ün ortağı; borsa şirketi Albertini and Co. İle çalışır.

Isodoro Albertini: Aracı şirket, Albertini and Co.(Milano)'nun sahibidir ve "Tanrının Bankerleri" ağında önemli bir yere sahiptir.

Edger de Picciotto : Lübnan asıllı, Portekizli Musevidir. Yine Lübnan asıllı Musevi Edmond Safra'nın ortağıdır.

Safra, ABD -İsviçre- Türkiye ve Kolombiya eroin - kokain para trafiğine yardımcı olduğu gerekçesiyle soruşturuldu. Safra, aynı zamanda, Republic Bank of N.Y'un yöneticisidir. Bu banka, Rus mafyasının milyonlarca dolarının, Federal Reserve'den Moskova bankalarına transferine aracılık etti.

De Picciotto'nun bankası Union Banque Privee, daha sonra, American Express Bank ile ortak oldu. De Picciotto, 1990 sonrasında American Express Bank S.A Genova' nın yönetim kuruluna girdi. Yönetim kurulunda, ABD eski güvenlik uzmanı, Dışişleri eski bakanı H. Kissinger da bulunmaktadır.

De Picciotto, aynı zamanda, Venedikli Carlo de Benetti'nin ortağıdır.

Benetti, Olivetti şirketinin başkanlığından uzaklaştırılmıştır. De Picciotto ve Benetti, Societe Financiere de Geneve adlı 'yatırım holding'in yönetim kurulu üyesidirler.

De Benetti, 1980'lerin başlarında, İtalya'daki Banca Ambrossiano'yu batışa sürüklediği için soruşturulmuştur. O zamanlar, bankanın başkanı, De Picciotto'nun eski ortağı Calvi'dir. Roberto Calvi, Papasuikastından sonra, 1982'de Londra'da Blackfair köprüsünde boynundan asılı olarak bulunur. Polise göre bu tipik bir P2-Mason locası infazıdır.

"Rothschild and Sons"

Soros'un ilk işvereni, Quantum'da yöneticilerle temsil edilen hanedanların bankeri Rothschild and Sons'u bilmek, işin temeline inmek demektir.

Lord Rothschild, Amerikan bağımsızlık savaşının önderi George Washington'a karşı savaşan İngiliz hükümetini finanse etmekle başlar büyümeye.

Lord, 1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'a İsrail devleti kurulmasını talep eden deklarasyonu hazırlattırır ve daha sonra İsrail devletinin kuruluşunu destekler.

İşlerinin en önemlisi, altın ticaretidir. Altının borsa fiyatı, Londra'da altın ticareti yapan beş banka tarafından belirlenir.

Bunların başında da ailenin bankası gelir. Örtülü işlerin transferleri, 19 yıl boyunca BCCI adlı banka tarafından yönlendirilmiştir.

Reagan döneminde İran'a roket satışı (Irangate) örgütlenmesinin sorumlusu Yb. Oliver North, BCCI'yi kullanmıştır. BCCI yöneticisi Suudi istihbaratı eski başkanı Şeyh Kemal Adham'dır. Zamanın CIA yöneticisi de, George Bush'dur. Bush'un yardımcısı ve Akev Siyasi Direktörü Edward (Ed) Rogers, Ağustos 1991'de görevinden ayrılır ve "Rogers and Barbour" şirketini kurar kurmaz, Arabistan'da Şeyh Adham ile 600.000 dolarlık ABD temsilciliği sözleşmesini imzalar.

BCCI'nin yöneticilerinden Alfred Hartmann, İsviçre'nin üç büyük bankasından biri olan, Union Bank ile BCCI'nin 1976'da kurdukları, Banque de Commerce et de S.A.'nın murahhas azasıdır.

Hartmann, aynı zamanda Zürich Rothschild Bank AG yöneticisi ve Londra'da N. M. Rothschild and Sons'un yönetim kurulu üyesidir.

İsviçre'de daha 16 şirketin yönetim kurulu üyesi olan Hartmann, Rus mafyası ile ilişkili olduğu belirtilen Nordex şirketi ile iş yapan, silah tüccarı Helmut Raiser'in iş ortağıdır. Raiser, Quantum yöneticisi Picciotto'nun arkadaşıdır.

Temsilciler Meclisi Bankacılık Komitesi Başkanı Henry Gonzales, 8 Haziran 1993'de bu işlerin siyasi boyutunu vurgular ve Bush ve Reagan yönetimi döneminde Adalet Bakanlığı'nın BCCI'yi soruşturma taleplerini sürekli geri çevirdiğini açıklar. Gonzales, bu savsaklamayı, bankanın Irak yönetimiyle ilişkilerine bağlar.

Hartmann, Banca Nazionale del Lavoro'nun da yönetim kurulu başkanıdır.

Bush yönetimi, 1990-91 müdahalesinden az önce, Georgia Banca Nationale del Lavoro aracılığıyla, Irak'a gizlice milyarlarca dolarlık kredi açmıştır. BNL, ABD'de "Bağdat'ın bankeri" olarak adlandırılıyordu.

Senatör Gonzales haksız da sayılmaz.

Kissinger Associates şirketi, Haziran 1991'e dek, BCCI ile çalışan BNL'nin danışmanlığını yapmıştır. Hatta, Kissinger, Haziran 1989'da, iş adamları heyetiyle Bağdat'a dek gitmiş ve Saddam Hüseyin'e uluslararası borç almasını önermiştir.

Irak'ın, İran savaşında aldığı borçları bir biçimde ödemesi gerekmektedir. Yalnızca BNL aracılığıyla Irak'a verilen borcun toplamı 4 Milyar dolardır.

Bir milyar dolar, Irak'a askeri teknoloji satan örtü şirketlerine verilmiştir. Ne ki, Reagan'ın Irak'a 1983'den başlayarak verdiği CIA desteği artık sona ermektedir. Şimdi ödeme zamanıdır. Ödemenin şekli 1991'de açıklığa kavuşur ve Kuveyt'i işgale özendirilen Irak'ın tepesine çullanan ABD, tahsilatın tümünü gerçekleştirir.

Soros'un önemli adamlarından Kanadalı gayri-menkulcü Paul Reichmann, önceleri Olympia-York noteridir.

Macaristan doğumlu bir Musevi olan Reichmann, Soros'un gayrimenkul fonu, Quantum Realty'nin ortağı ve aynı zamanda İngiliz-Kanada yayın grubu "Hollinger" şirketinin yönetim kurulu üyesidir.

Henry Kissinger ve İngiltere Dışişleri eski Bakanı Lord Carrington da, Hollinger'ın yönetim kurulu üyeleridir. Lord Carrington, aynı anda, Kissinger Associates (New York)'in de, yönetim kurulu üyesidir.


Özellikle 1990'dan sonra ARI - TESEV gibi "sivil" örgütlerle ilişkilerini geliştiren "açık toplum" örgütlerinin kurucusu George Soros, Türkiye'den eksik olmaz.

Türkiye para piyasasında Quantum'un yanı sıra "Turkish Growth Fund" adlı şirket de iyi iş tutar.

Şirket "Türk" adını almıştır ama, merkezi Lüksemburg'dadır. Şirketin yatırım danışmanı "Alliance Capital Management L.P" New York'ta, idari temsilcisi "Brown Brothers Harriman SCA" Lüksemburg'dadır.

Adı "Türk" merkezi dışarda şirketin yönetim kurulu başkanı Dave H. Williams, başkan yardımcısı Nicholas H. Baring'dir. Yönetim kurulu üyeleri arasında iki de, T.C vatandaşı bulunmaktadır: Ahmet Çullu ve Cem Duna.

Quantum şirketinin yönetimiyle başlayan bağlantılarda adı geçen Nicholas H. Baring, işte burada karşımıza çıkmış bulunuyor. Ufkumuzu yenileyelim:

P2 Masonlarının bankeri Calvi'nin iş ortağı ve Quantum'un yönetim kurulu üyesi De Picciotto'yu London Barings Bank'ın İsviçre'deki banka yönetimine getiren kişi, Nicholas Baring'dir.

Baringler, yüzlerce yıl İngiliz Kraliyet ailesinin özel bankerliğini yapmışlardır. London Barings Bank, 1995'de batmış ve yıkama merkezi olduğu ileri sürülen Dutch ING Bank tarafından devir alınmıştır.

Bu denli ünlünün yönettiği "Turkish" şirketin piyasaya girişi de heyecan vericidir.

Firmaya verilen destek-haber yorumlarından en önemlisi Wall Street Journal'da yer almıştır.

J. M. Dorsey imzalı yazıda,

"Türkiye'de 'İslamcı' finans şirketlerine ordunun isteği doğrultusunda baskı yapılmasına karşın, "

İhlas Holding'e dokunulmadığı ve Turkish Growth Fund, George Soros'un Quantum Emerging Growth Partners, New Frontier Emerging Opportunities (Bahama) şirketlerinin İhlas Finans Kurumu A.Ş'den hisse aldıkları belirtilir.

Askeriyenin baskısından söz edilmesine karşın, bu şirketlerin riske girmelerinin nedeni daha da ilginçtir. New Frontier sözcüsü Philip Haas,

"İhlas Finans' ta çok büyük bir gelişme var,"

diyerek makul ve mantıklı bir yanıt verirken, Alliance Capital'in yöneticisi Sanem Bilgin,

"İhlas Finans'ın hükümet içinde çok iyi münasebetleri var. İslamcı diğer şirketler kadar radikal değil,"

diyerek, piyasa işlerinde iç ilişkilerin önemini açığa vurur. "Hükümet içi münasebetler" piyasa işlemlerine yansımıyordur kuşkusuz.

Düğmeye kim ne yaptı?

Türkiye'de birazcık ulusallıktan, birazcık bağımsızlıktan söz edildi mi, hemen "Yabancı sermayeye ihtiyacımız var! Amman ha, dikkatli olalım, küstürmeyelim" sözleri ortalığa dökülür.

Oysa, bu yabancı- severlerin büyük bir tutkuyla bağlandıkları yabancı sermaye, Türkiye'de üretime falan katılmaz. Soros ve ortakları, Haziran 1998'de yatırım yaparlar ama, aradan iki ay geçmeden satıp savıp, yabancı paraya çevirip çeker giderler. Elbette bu onların geri gelemeyeceği anlamını taşımaz. 2001 Ocak sonuna dek, gelip giderler.

Bu arada ulusal para çöker. Değer kaybı, % 200-300'e ulaşır. Son gidiş ciddi sonuçlar doğurur. Başbakan B. Ecevit, "Sanki düğmeye basmışlar gibi" der ama, yine de, Dünya Bankası'nın adamını (Kemal DERVIS) getirir. Tarihte görülmemiş bir iş olur ve koalisyon hükümetine tek kişilik bir siyasi ortak gibi sokulur.

ABD savunma Bakan yardımcısı, Endonezya operasyonlarının unutulmaz adamı Wolfowitz'in "yakın arkadaşım, iyi memurdur" dediği Kemal Derviş, 24 Ocak 1980'den bu yana uygulanan politika sanki IMF programının ürünü değilmiş gibi, IMF ile neredeyse ayda bir program yapar!

Kemal Derviş, Nisan 2001'de Dışişleri Bakanlığı'ndan hiçbir görevlinin bulunmadığı yemekte, ABD Büyükelçisi ile buluşur. Ne ki, büyük talihsizlik, telefon defterini otomobilin arka koltuğunda açık bırakmıştır. TV kameramanı sayfaya odaklar objektifini ve defterdeki "Soros" satırını kaydeder. Açık sayfanın gereği sonra anlaşılır.

K. Derviş, 11 Nisan 2001'de, iki adamla daha buluşur: Quantum'dan Anthony Richter ve Aryeh Neier.

Richter, 1988 yılında Soros'a katılmıştır. OSI'nin 1988'den bu yana, Orta Avrasya Projesi müdürüdür. Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu'da vakıf işlerini yürütmektedir. Richter, Eurasia Net' in kurucusu ve Central Eurasia Forum başkanıdır.

Richter, Sovyetler Birliği ve Türkiye hakkında güvenlik konularını işlemektedir. A. Richter, patronu Soros gibi, ABD dış politikasını yöneten seçkinler kulübü CFR'nin üyesidir.

Aryeh Neier ise, çok dalda oynar.

12 yıl, Human Rights Watch yöneticiliği ve 8 yıl American Civil Liberties Union direktörlüğü yapan Neier, 1993'de OSI (Açık Toplum Enst.)' nin başkanlığına gelmiştir. Neier, Soros'un önemli paralarla desteklediği "drug legalization (Narkotik ilaçların yasallaştırılması)" projesinin yönetmektedir.

Bakan Kemal Derviş'in, George Soros'un iki adamıyla neler konuştuğu açıklanmaz ama, ulusal paranın yerle bir olmasının faturası, birkaç bankacıya ve her zaman olduğu gibi köhnediği ileri sürülen devlete kesilir. "Vur ve kaç" kapitalistlerinden söz eden olmaz. Para piyasasını sallayan transferler açıklanmaz!

Görüşmelerin içeriğinden ulusa bilgi verilmez. Türkiye'nin iktisadi ve siyasi egemenliğini tersyüz eden yasalar, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmedik bir hızla birbiri ardına geçirilir. Aylık dış borç ödeme günleri yaklaştıkça, yeni borç gerekir. Yeni borç için IMF onayı gerekir. Onay için T.C'nin yasalarının değiştirilmesi gerekir.

Ve hızla "açık" toplumlaşılır.

Her şey, Soros'un dediği gibi gelişir. 'Sosyal devlet"ten vazgeçilir. Soros'un, 1999 Haziran'ında, büyük iş adamlarının, hazine bürokratlarının karşısında buyurduğu gibi artık "Kürt sorunu çözülecek" tir.

"Open Society (Açık toplum)" ve ilginç ilişkiler

"Açık toplum"un özellikle, Doğu Avrupa ve eski Sovyet ülkelerinde "project democracy" operasyonunun para kanalı olarak örgütlendiği, eğitim, yardım, özgür(!) medya girişimlerini kullandığı bilinmektedir. Balkan ülkelerinde hayli iş başarılmıştır. Yugoslavya'nın parçalanması sürecinde muhalefete milyonlar akıtılmıştır.

Akıtılan milyonların sonucunu, Hırvatistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Franjo Tudjman'ın Hırvatistan Demokratik Birlik Partisi grubundaki, 7 Aralık 1996 konuşmasında arayalım.

Soros'un Hırvatistan toplumuna sızdığını belirten Tudjman, "açık toplum" örgütlenmesini şöyle özetliyordu:

"..çalışmalarının içine 290 ayrı kurumu ve yüzlerce insanı almışlardır. (..) parasal desteklerle, liselilerden gazetecilere, üniversite profesörlerine ve akademisyenlere, kültürel, ekonomi, bilim, adalet ve edebiyat çevrelerinin tümündeki her sınıftan ve her yaştan insanı kandırdılar. (..) Açıkça söylüyorlar: Görevleri, mülkiyet ve devlet yapılarını bağışlarla değiştirmek. (..) hatta açıkça belirtiyorlar ki, onlar için gazetecileri ve ötekileri çeşitli Amerikan, BBC ve benzeri (kurumların) burslarıyla yetiştirmek yeterli değildir. (..) fakat bu (yetiştirilen) kişilerin parasal (ve) teknik yönden desteklenmeleri gereklidir."

Tudjman'ın, açık toplumcuların parasal ve teknik destekleriyle varılmak istenen aşamayı belirten sözleri daha da açıklayıcıdır:

".. (Amaçları) Hırvatistan'daki mevcut otoritenin yerini alacak, kendilerine yandaş bir çevre yaratarak, yaşamın tüm alanlarında denetimi ele geçirmektir. Enerjilerini ve etkilerini medya ve kültür dünyası üstünde yoğunlaştırıyorlar. Özetle Hırvatistan'ın düzenini karıştırmak üzere devlet içinde devlet yaratmaya çalışıyorlar."

Tudjman, şaşırmış gibi görünüyor. Nasıl şaşırmasın ki, sonradan Hırvatistan sınırları içinde kalacak olan Dubrovnik'de 1989'da yapılan Avrupa Üniversitesi kurma toplantılarının ilk görünümünü demokrasi atılımı sanmışlardı.

Daha sonra Sırbistan'ın Hırvatistan'a askeri saldırısını hoş gören Batı Avrupa, Hırvatistan'a gecikmeli destek vermiş, bu arada Bosna, ateşe ve kana bulanmıştı. O zamanlar, ülkesinin, bağımsız ve onurlu bir devlet yönetimine kavuşacağını ve yeniden planlı bir dönemle, adım adım ilerleyen demokratikleşmeyle gelişeceğini uman Tudjman, birkaç yılda, iplerin açık toplumcular çevresinde kümelen güdümlü toplulukların line geçtiğini görüvermişti.

Bu arada, ulusal sanayilerinin yok pahasına yabancıların eline geçmesini dış sermayenin demokratik katkısı olarak görürken, birdenbire ülkenin kültürel, bilimsel ve iktisadi yaşamı yabancının denetimine girivermişti. Her şey, hoş bir ortamda sessizce gerçekleşivermişti. Bu öyle derinden etkili ve hızlı bir süreçtir ki, en katı Marxistleri bile bir anda Open Society sözcüsü yapıvermişti.

Oysa, 1980'li yıllarda Hırvatistan'da esen rüzgar, kültürel bağımsızlık, merkezi yönetimin finansal denetiminden ve merkezi planlamadan kurtulmak istemleriyle içten içe gelişmişti.

Bu "de- santralizasyon" düşüncelerini kendi üretimleri sanan Hırvat aydınları ve politikacıları, önce ulusalcılık ateşiyle canlanmışlardı ama, sonrasında, ulusal neleri varsa hepsinin yabancının eline geçtiğini görmüşlerdi. Böylece, dış pazarlarda Yugoslav sanayi ürünleriyle rekabetten yılan Batı şirketleri de, derin bir soluk almışlardı.

Devlet merkezlerine paralel bir devlet yaratmanın birinci koşulu, merkezi zayıflatmak. Merkezi zayıflatmanın yolu, etnik milliyetçiliği önce kültürel alanda kışkırtmak. Soros'un büyük paralar yatırdığı Human Rights Watch (HRW) gibi örgütlerin raporlarıyla merkezi devlet yıpratılırken, iç muhalefetle doğrudan bağlar oluşturmak. Ve sonuç, aynen Tudjman'ın, biraz geç kavradığı gibi, ulus devletin yıkımı, vur-kaç parasının önündeki engellerin kaldırılmasıdır.

Peki Türkiye'de ne oluyor?! Açılma örnekleriyle bir bölüm

Türkiye'de de başka bir yol izlenmiyor.

Soros'un HRW direktörü Neier'in Türkiye turu boşuna gitmemiştir. Soros'un da buyurduğu üzere, "Kürt sorunu" açık toplum yollarında çözülecektir.

Yüzlerce milyon dolarla desteklenen H.R.W'un katkılarıyla çözülecektir! Soros'un parasal kanalı, insanlık namına çalışma adı altında, "Project Democracy" operasyonunda, toplumları ayrıştırma projelerine destek sağlarken, ulus devletleri de açtıkça açmaktadır. Ne var ki, Soros'un Kürt sorununu çözmek için elinden geleni ardına koymadığı da bir gerçektir.

Bir belgesel yapılmış.Tanıtımında şu satırlar yer alıyor:

"The Untold Story of US Weapons & Two Million Refugees in Kurdistan -İyi Kürtler, Kötü Kürtler: Birleşik Devletlerin Silahları ve Kürdistan'da İki Milyon Göçmenin bilinmeyen öyküsü-" ..

Kaliforniya'da yaşayan bir Kürt-Amerikan ailesinin Türk-Kürt iç savaşı içindeki insanlık öyküsünü anlatmakta ve Birleşik Devletler'den müttefiki Türkiye'ye silah transferini ve askeri yardımı araştıran bu belgeselin yapımcısı ve yönetmeni, Kevin McKiernan'a "Soros Foundation" tarafından 40,000 Dolar ödenmiştir.

Soros tarzı açıklığın sonucunda, Türkiye'de anayasa değişiklikleri hızla geçirilmiştir. Bunlar yetmez, "project democracy"nin sonuna dek gitmek gerekir.

Temmuz 2001'de, emekli Koramiral A. Kıyat ve İ. Alaton, NTV'ye çıktılar ve halkın ek vergilere karşı gösteriler yapmasını, yolları kapatmasını, ve yeni bir devlet kurulmasını önerdiler. Ne var ki, halk bu çağrıya uymadı.

Halk, "Alaton ve Kıyat yürüyecekse kendileri yürüsün, herkesin vergi derdi kendine" diye düşümüş de olabilir.

ARI ve ABD Cumhuriyetçi Parti örgütü IRI, iki yıl süren Anadolu çalışmalarının sonunda, 12-13 Mayıs 2001'de, gençleri, İstanbul'da topladılar. ARI lideri Kemal Köprülü, yeni bir cephe açtıklarını, liseli gençleri de işin içine kattıklarını açıklayıp, ekledi:

"Bu sistem iflas etti.. Ankara'dakilerin sizden korkmalarının bir sebebi de, eğer siz meydanlarda yürürseniz hükümet üç günde düşer. İşçi ve memur haklarını satın alıyor. Ama sizin istediğiniz geleceğiniz."

TESEV, Sabancı Holding ve TUSİAD yöneticisi Can Paker,

"Amerikanın yerine ben olsam, partiler yasası çıkmadan (Türkiye'ye) parayı vermem,"

diyerek, ekmeğini yediği ülkeye gözdağı verilmesini önerdi.

Derviş'le birlikte Yeni Demokrasi Hareketi (sonra Partisi)'ni kuran Cem Boyner, Kıbrıs sorununun hemen çözülmesini isterken, "Vatan sadece harita değildir" diyerek, vatan sınırı ile fabrikasının dış duvarını karıştırdı.

TÜSİAD heyeti, ABD'de, NED başkanı, ambargocu Brademas'a Türkiye anayasasında öngördükleri değişiklikleri içeren bir rapor sundu ve M.G.K'nın kaldırılmasını istedi.

Brademas, TESEV tarafından İstanbul'a getirildi ve Kıbrıs tezlerini savunma olanağını elde ederken, Türklere demokrasi dersleri verdi.

Denizli Genç İşadamları Derneği (DEGIAD)'nin konuğu olan ABD Büyükelçilik memuru Halberg, işyerlerini dolaştı ve

"Derviş hakkında ne düşünüyorsunuz? Siyasi durumu nasıl görüyorsunuz?"

gibi sorular sordu. Denizliler tepki göstererek bu girişimleri kınadılar. Derviş, Denizli gezisini bir ay erteledi ama, kısa süre sonra Denizli'ye geldi. Derviş'in Polonya asıllı, Kanada vatandaşı eşi, "yılın anası" ilan edildi.

Ve sonra:

İsveç misyonunun ulusal devletin anlamsızlığını belirten kitapçık dağıtması;
Alman 'Stiftung' örgütlerinin iç politikayı yönlendirmeye yönelik girişimleri;
Orient enstitüsünün mezhep araştırmaları;
Fethullah Gülen adına Georgetown Üniversitesi'nde, Fuller ve Harris gibi, eski istihbaratçıların da katıldığı konferans düzenlenmesi;
aynı üniversitede Erbakan'a ödül verilmesi;
Kürt siyasal tarihi saptırıcısı M. Von Bruniessen'in İstanbul dersleri;
egemenliğe aldırmadan iç politikayı yönetme-yönlendirme girişimlerinde bulunan A.B elçisi K. Fogg'a devlet yönetimince sahip çıkılması;
Daha sonra, Fogg'un aynen Brademas gibi, Denktaş'ın devre dışı bırakılmasını istemesi;
8 Haziran 2002'de Washington'da yapılacak "Iraqi Kurts" konferansına TESEV yöneticisi eski elçi Samberk'in katılacağının açıklanması...

Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın

"Ulusal program hayata geçtikçe, Cumhuriyetin lafzıyla ayakta duran nice saltanat yerle yeksan olacaktır"

ve

"Avrupa'ya giden yol Diyarbakır'dan geçer"

dedikten 8 ay sonra, A.B' ne girmek için "Alevilerden yardım" istediğini açıklayarak, laikliğe son derece uygun (!) davranışlarda bulunması.

Yardım ve dostluk adı altında sürdürülen misyonerlik etkinliklerinin yerleşik düzene geçmesi. Yunan tezleri savunucularının, Pontus girişimcilerinin eksik olmayan ziyaretleri ve Bağımsızlık savaşının ve cumhuriyetin kuruluş merkezi I.Meclis binasının girişine, ABD'de kaçakçılıkla suçlanan tütün karteli "Philip Morris" adının yazılması ve ilanihaye...

İkinci 2 gün: asker ihracatı ve reform için kriz - kriz için reform

Halkın suskunluğunu, politikaların kabullenildiğine yormanın aldatıcılığı, kısa süre sonra anlaşılmaya başlancaktır.

27 Şubat 2002'de, Türkiye'nin bir hayli borçlu olduğu Dünya Bankası'ndan bakanlığa getirilişinin yıl dönümünde ODTÜ'nde konuşan Kemal Derviş'e bir genç bayan,

"Siz hep masal anlatıyorsunuz! Masal!.."

deyiverdi.

Ve George Soros, 1-2 Mart 2002'de, yine G. Sabancı'nın konuğu olarak geldi.

Önce Bebek'deki "OSIAF" irtibat bürosu elemanlarıyla Kafkasya- Asya-Ortadoğu işlerini kapalı olarak görüştü.

CNN'in Türkçe yayınında, bir tür aklama programında konuştu. Programda, Dünya Bankası ve IMF eleştirmeni, yardımsever, insanlık timsali olarak gösterilen George Soros,

"Başka ülkelerde parayı ben veriyorum ama, burada önemli 'think tank' örgütleriyle birlikte para koyacağız"

dedi ve önemli işler başardığını belirterek övdüğü TESEV ve bazı "sivil" toplumcularla birlikte, Türkiye'de eğitime katkı koyacağını açıkladı.

Ne rastlantıdır ki, aynı günlerde "Turkish media"da, İstanbul'da Avrupa Üniversitesi kurulmasının gerekliliği anlatılmaktaydı. Tevhid- i Tedrisat kanunu ve misyoner okullarının kapatılması, "açık toplum"a zaten uymazdı!

Ama Soros, ikinci 2 günlük ziyaretinde, Sabancı Üniversitesi salonunda daha önemli bir açıklama yaptı:

"Türkiye asker ihraç etmelidir!"

Acaba kimin adına ve nereye?

Soros kapalı toplantılarını gerçekleştirirken, Kemal Derviş de :

"Annem Alman, babam Arnavut, annemin annesi Alman, annemin babası da Hollandalıdır. Babam iyi bir Osmanlıydı. Ben iyi bir Türkiyeliyim"

gibi bir açıklama yaptı.

Yalnızca iktisattan sorumlu olduğu sanılan, Devlet Bakanı, böyle köken açıklamaları yapma gereğini neden duyar, bilinmez. Ama, onun bir yıl önce yaptığı açıklama daha da ilginçti:

"Ancak Türkiye gerek tarihi gerekse coğrafyasıyla küreselleşmeye özel olarak hazır. (..) Arnavutlar, Bosnalılar, Çeçenler, Gürcülerle aynı şekilde Kürtler de Türk halkının bileşenlerinden birini temsil etmektedir.Türk halkı etnik bir mozaiktir ve gücünü çeşitliliğinden almaktadır. Yarının en büyük sınavı Cumhuriyete bağlılığı ve ayni ulusa ait olma duygusunu koruyarak bu çeşitliliği geliştirmektir."

Derviş'in "kriz nasıl olsa gelecekti" demesini, 1990 öncesini 'es' geçişini ve masal içinde masal anlattığını saptayan öğrencinin, açık görüşlülüğünü akılda tutmakta yarar var. Kemal Derviş, dışardan gelen her adam gibi, yaban ellerde daha açık konuşuyor.

İngiltere'de, Oxford Üniversitesi'nde kriz sayesinde reform yapıyoruz, demekten kendini alamadı.

Reformların siyasi-parasal sonuçları Derviş'in etnik açıklamalarında ve şu sözlerinde görülüyor:

"Önümüzdeki on yıl çok daha iyi geçecek. A.B üyeliği burada anahtar öneme sahip. Türk (Türkiyeli demeyi unutmuş) insanında Avrupa ailesine mensubiyet isteği büyük."

Ne ki, George Soros, Derviş gibi mensubiyet ruhuyla konuşmuyor; doğrudan konuya giriyor.

Soros'un, CNN'in Türkçe yayınında, Türkiye'deki bunalımın uzun süreceğini ve suçun kötü yönetime ait olduğunu belirten sözlerini de unutmamalıyız. Soros'un dünya bankasına ve IMF'ye karşıymış gibi gösterilmesinin, ünlülerce yere göğe sığdırılamayışının anlamını da... Ve elbette, George Soros ile Kemal Derviş' in aynı otelde kaldıklarını da!

Şimdi, masalcının yerine George'u tercih etsek mi?!

Ne de olsa, George Soros, ABD ve Londra bankerlerinin yolunda yürüyen "açık" sözlü bir adamdır. 2000 yılında, Peru'da, devlete karşı sokak gösterilerini bir milyon dolarla desteklemekten geri kalmayan George, vururken de açık vuruyor. Vurduğu yerden ses getiriyor!

Ama, Türkiye'den ses gelmiyor.

Neden mi?

Yanıtını 1996 yılında, pek çok Türk'e de burs veren Carnegie Vakfı'nda yaptığı konuşmasında, zamanın ABD Dışişleri müsteşarı Strobe Talbott şöyle veriyor:

"Demokrasiler (ülkeler), ticaret ve diplomaside güvenilir ortaklar olmalıdırlar ve Amerikan çıkarlarına uyumlu savunma ve dış politika izlemelidirler!"

Uyumluluk her zamanki gibi, en önemli koşuldur.

Parada, pulda, kültürde, dilde, demokraside, etnik mozaikte, mezhepçilikte uyumluluk esastır. Uymazsan ne olur? Önce piyasa oyuncuları ve Londra bankerleri, sonra IMF gelir.

Daha sonra da, Başkan'ın adamları!..


Sonra, her şey yeniden başlar. Daha sonra, yine oyuncular gelir! Öykü yeniden başlar. Ve hep öyle sürer gider, ta ki, sınırlar silinene ya da akıl başa devşirilinceye dek!

Bir küçük olasılık daha var. Belki de, akıl başa devşirilir ve altmış yıldır yürünülen bu karanlık yoldan dönülür.

Belki bir ulus, bu dönüşün başını çekebilir!


Not:

Özetle belirtmek gerekir ki, "Vur-kaç kapitalist" düzenini, dinsel - mistik tekil bir örgüt düzeyine hapsetmek, dünyanın başına sarılan, organize siyasi-finansal-devletsel suç örgütünün, emperyalist devletlerin gerçek yüzünü örteceği gibi, özünde 'üstün ırk' sapkınlığına (ırklar arası hayali-hiyerarşik dizinlemeye) hizmet eder, hedef şaşırtır, ulusları 'cemaat' korumasına iter. Oysa emperyalizm dediğiniz, bir çete sistemidir
 

alpgg

New member
eski bakan-"Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF'den kurtulmamız
lazım."

yeni bakan-herkes orman arazisi kapatıyo ben bu ülkenin vatandaşı değilmiyim?

2 side ülkesi için uğraşıyor dimi?
 

64general1

New member
CIA ve İsrail'e Hizmet Edene Aç Bir Coca Cola

Behiç Gürcihan
(Kıvanç Değirmenli)

Zeynep Unakıtan'ın talihi babası bakanlık makamına yükseldiği gün açıldı.

Aslında daha doğru bir tahlil yapmak gerekirse; Zeynep Unakıtan'ın talihini babasının yükseldiği değil alçaldığı makam belirledi.

Burak Erdoğan'ın adı ilk kez Sevim Tanürek'i arabası ile ezip öldürdüğünde duyuldu.

Tabiki cezasız kurtuldu. Tayyip Erdoğan'ın ünlü aflarından biri ustaca kurgulandı. RTE projesinin bir haylaz oğlan yüzünden riske girmesine kimse izin veremezdi.

Sonra gemiciklerden ve çürük raporlu testislerden haberdar olduk. Küçük Bilal'in ise ABD Maryland'de mortgage sistemi ile 261.000 dolara ev aldığını okuduk.

2004 yerel seçimleri öncesinde yaptığı yurt gezilerinde gençlere

"Gencler, egitimle donanacak sonra tasi sIkIp suyunu cikaracaksiniz. Yan gelip
yatma donemi bitti. Bakin ben universiteyi bitirdigimde halim ne
olacak diye dusunmedim. Ben de fakir bir aileden geliyordum. Ama
tasi sIktIm, suyunu cikardim."

(http://www.radikal.com.tr/haber.php? haberno=109064 ve http://www.radikal.com.tr/haber.php? haberno=107560 )

öğüdünü veren Tayyip Erdoğan ve ekibi kendi oğulları ve kızları için taşın olmasa da başka şeylerin fazlası ile suyunu çıkardı.

Türk siyasi tarihinde baba faktörü ile kez yaşanıyor değil tabi ki.

Saymakla bitmez.

En ilginç örneklerinden birine geçenlerde Ecevit Kılıç'ın Özel Harp Dairesi başlıklı kitabında rastladım.

CIA ile gerekli işbirliğini yapmadığı için görevinden alınan MAH (MİT) Başkanı Naci Perkel'in yerine atanan Tümgeneral Behçet Türkmen'in oğlu imiş İlter Türkmen.

"Günaydın" diyenlerinizin oranı yüzde kaç bilemem ama beni şaşırtan başka bir şey oldu.

Hürriyet'te köşe yazıları ile tanıdığınız ve 12 Eylül hükümetinin Dışişleri Bakanı olan İlter Türkmen'in babası Behçet Türkmen MAH (MİT)'ın başına geçer geçmez teşkilatı hızla Almanların dümen suyundan çıkarıp ABD'lilerin dümen suyuna sokmakla suçlanıyor.

Öyle ki CIA'den doğrudan para alımı Behçet Türkmen zamanında başlıyor. Beyoğlu'ndaki dinleme noktasından Emirgan İstihbarat Okulu'na kadar bir çok noktada ABD'liler doğrudan zarflar içinde para dağıtmaya başlıyor.

Behçet Türkmen'in bu başarılı müttefikliği 27 mart 1957'de görevden alınmasına engel olamıyor fakat CIA tabiki kendine hizmet edeni unutmuyor.

Baba Behçet Türkmen; Türkmen Bağdat ve Stockholm'de büyükelçilik görevlerinde bulunduktan sonra emekliliğe adım atar atmaz Has ailesi ile birlikte Coca Cola'nın Türkiye ortağı olur. Bu ortaklıkla birlikte Türkmenlerin çok zengin olduğunu söylememize gerek yok sanırım.

CIA kendisine hizmet edene bir Coca Cola açar da; Coca Cola'nın gelirlerinin aktığı İsrail açmaz mı?

Fazlası ile.

Necdet Kent onurlu bir Türk diplomatıdır.

1942 yılında Marsilya'da görev yaparken 80 Yahudi'nin Auschwitz kampına gönderilmesini, Yahudilerin bindirildiği vagonlara bizzat kendisi binerek engellemiştir.

İnsanlık ve Türklük adına gurur verici bir cesarettir.

İsrail'in kuruluşuna en özgün katkıda bulunan Hitler'den 80 Yahudi'yi kurtaran Necdet Kent'in oğlu Muhtar Kent gün gelir Coca Cola'nın başına geçer.

Hitler uyguladığı soykırımla ne kadar İsrail'in kuruluşuna yardımcı olduysa; Coca Cola, gelirlerinin bir kısmını aktararak, milyonlarca insana Filistin'i ömür boyu Auschwitz'den beter eden İsrail'in ayakta kalmasına, aynı derecede olmasa da, katkı sağlamaktadır.

Ve şimdi bu kaynağın dümeninde yine bir oğul oturacaktır.

İnsanlık ve Türklük adına utanç verici bir tablodur.

Gazetelerde boy boy "Müthiş Türk" başlıkları atılır tabi. Muhtar Kent'in nasıl kamyon kullanarak işe başladığı hikayeleri anlatılır.

Bu kürenin gariban insanları ve gariban Türkleri kamyon sürerek Coca Cola'nın başına geçen Muhtar Kent'lerin ve "taşı sıkarak" Başbakan olan Tayyip Erdoğan'ların hikayelerini dinlemeye devam eder ve oğulları/kızları adına ümitlenirler.

Bir gün onların da....

Burak Erdoğan....

Zeynep Unakıtan...

İlter Türkmen...

Muhtar Kent....

gibi "Müthiş Türk" olması için dua ederler.

Bilmezler.

Bu dünyada "Coca Cola"'yı doğru yere hizmet edenler içer.

Kendilerine ise kazı kazan misali kapaklar dağıtılır ancak.

B.G.
 

64general1

New member
AKP'nin Kamuoyundan Gizlenen Rektörlere Ek Gelir Hamlesi

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - Ege Üniversitesi



Biz öğretim üyeleri ve kamuoyu rektörlerin ve YÖK'ün, AKP iktidarının üniversiteleri ele geçirme planları karşısında 2003 Ekim ayında Tandoğan'da miting düzenlemek ve Anıtkabir'e yürümek dahil oldukça sert tepkiler göstermesi sonucunda YÖK yasasının değiştirilmesini engellediklerini sanıyorduk.

Ancak durumun sanıldığı gibi olmadığı ortaya çıkmıştır.

2004 yılına kadar YÖK yasasında üniversite yöneticilerine döner sermayeden pay ödeneceğine dair hiç bir hüküm yokken AKP iktidarı 17 Eylül 2004 de çıkardığı 5234 sayılı yasanın 2. maddesi kapsamında YÖK yasasının 58. maddesini değiştirerek rektör ve yardımcılarına katkılarına bakılmaksızın, üniversitenin saat 14 den önceki döner sermaye gelirlerinden maaşlarının toplam olarak iki katına, saat 14 den sonraki gelirlerden ise dört katına kadar oldukça yüklü bir ek kazanç elde etme olanağı sağlamıştır (bakınızhttp://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5234.html )

Rektörlerin sert direnişi sonucu YÖK yasası değişikliğini askıya almak durumunda kalan AKP iktidarının bu dönemde bir yandan üniversiteleri mali baskı altına alıp iş yapamaz hale getirirken diğer yandan YÖK yasasını değiştirme girişimlerine engel çıkaran üniversite yöneticilerine kesenin ağzını açarak olağanüstü maddi olanaklar sağladığı, basının ve kamuoyunun dikkatinden özenle kaçırılmıştır.

Böyle bir yasa çıktığı ve getirilen yüksek ek gelir olanaklarının rektörlerce itiraz edilmeden kabullenilmiş olduğu gerçeğini ancak bu gün farkedebilmekteyiz.

İktidarın kavgalı olduğu halde rektörlere çıkar sağlayan böyle bir yasa çıkardığı nasıl olduysa medyanın dikkatinden kaçmış ve kamuoyunda hiç bir şekilde sorgulanıp eleştirilmemiştir.

Yalnızca 2005 yılında iktidar yanlısı bir gazetede rektörlerin döner sermayeden, üst limitini kendileri belirleyerek, maaşlarının birkaç katı pay almaları eleştiri konusu yapılmış, fakat bu olanağı AKP iktidarının sağladığına hiç değinilmemiştir

(bakınız: http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/ekim/28/g04.html).

AKP iktidarının laiklik ekseninde büyük çekişme içinde gözüktüğü rektörlere yasa çıkararak ek gelir sağlaması her şeyden önce, akıllara takılan

" İktidar, Üniversitelerin Laik Cumhuriyeti savunma görevini eksiksiz yerine getirmelerini bu yolla durdurmak mı istemişti?"

sorusu yönünden son derece endişe vericidir.

Bu endişenin ne derece yerinde olduğunu anlayabilmek için, rektörlere yüksek parasal olanakların sağlandığı Eylül 2004 den bu yana AKP iktidarının laik rejim karşıtı girişimlerini giderek tırmandırması ve özellikle son günlerde, dinsel bir sembol olan türban üzerinden yaptığı anayasaya aykırı dayatmalarını hukuk devletini savunanlara meydan okuma noktasına vardırması karşısında, üç ya da dört sayın rektör dışında, yüze yakın rektörün ve üniversite senatolarının en küçük bir itiraz ve eleştiride bulunup bulunmadıklarına bakmak gerekir.

Eğer rektörler ülkemizi karanlığa ve parçalanmaya sürüklemek isteyenlerin, Laik Cumhuriyetimiz için son derece yaşamsal Anayasa değişikliklerine giriştiği şu günlerde tarihsel görevleri gereği, üniversitelerinin öğretim üyeleri ve öğrencilerini de arkalarına alarak caydırıcı demokratik bir tepkiyi gösteremiyorlarsa o zaman da oturup düşünmek gerekir.

AKP iktidarının YÖK yasasını değiştirip üniversiteleri güdümüne alma girişimlerinin karşısında bir zamanlar dimdik duran rektörlere, katkılarına bakılmaksızın sağladığı ek gelirin, üniversitede emeği karşılığı en yüksek döner sermaye payını hak eden bir profesörün kat kat üstünde olup olmadığı halkımıza açıklanmalıdır.

Rektörleri ve YÖK'ü bu payların gerçekte ne kadar olduğunu açıklamaya çağırıyorum.

Üniversitelerin tüm çalışanları ve değerli basınımızı da bu çağrıya sahip çıkıp tatmin edici bir açıklama yapılıp yapılmadığının ısrarla takipçisi olmaya davet ediyorum.

Laik rejimi ve hukuk devletini savunan ulusalcı bir rektöre, devlet adamlığı ciddiyeti ve saygıdeğerlikle bağdaşmayan bir uslupla

"kimsin sen? otur oturduğun yerde"

diyerek azarlayan Sayın Başbakanı şiddetle kınıyor ve tüm üniversitelerin öğretim üyelerini rektörlerinin sessizliğini aşıp, yasaların tanıdığı demokratik hakları çerçevesinde hukuk ve yasa tanımayanlara gerekli yanıtı vermelerini diliyorum .

Kamuoyumuza saygı ile duyurulur.

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi
 

Vtnsvr

New member
Halkbank Egebank Benzerliği

Özgür Özkan - Gerçek Gündem



Yıllar önce banka krizi patladığı zaman Egebank'ın reklâmlar ve reklâm ajansı aracılığıyla nasıl boşaltıldığının hikâyesini hepimiz hatırlıyoruz.

Hatta o dönemlerde bu kadar çok reklâm vermesinin uyandırdığı şüphe ve ortamdaki gerginlik de hala unutulmadı.

Cen Ajans Grey ve Nail Keçili, davalar ve suçlamalar, hükümet düşüren bu krizin perde arkasında götürülen paralar unutulmadı.

Her özelleştirme öncesi özelleştirilecek kurumun reklâmlarının bombardıman edilmesi yeni bir şey değil.

Ahlaki ve mantıklı olmasa da yeni bir şey değil.

Şimdi bunun sebebinin satıştan önce fiyatın arttırılması olduğunu söyleyecek kadar safdillik etmenin çocukça kaçacağı da ortada.

Hükümetin satmakta kararlı olduğu Halkbank'ın da reklâmlarına sıkça rastlar olduk son günlerde.

Devlet bankasının yabancı sermayeye satılmasının riskleri, esnafın kredi bankası yapılabilecek ve başarılı bir ekonomik uygulama kaynağı olacak bir bankanın elden çıkarılması gibi noktalara değinmeyeceğim.

Benim eleştireceğim şey; elden çıkarılacak bir markanın kasasının boşaltılması ya da siyasi rant ve yandaş yaratmak için medyayı besleme yöntemine dönüştürülen uygulamanın mantıksızlığı üzerinedir.

Hadi boy boy verilen reklâmları geçtim. Sizce neden satılacak bir banka, HSBC'ye ait Advantage kartla ortaklığa gider ve bir anlaşma yapar. Bu mantıklı geliyor mu gerçekten sizlere?

Mantıklı ve ahlaki değil.

Çünkü belki Halkbank'ı alacak olan banka farklı bir kredi kartı hizmeti veriyor. Anlaşmanın feshedilebilir bir yapısı var mı acaba?

Yoksa bu fesih, HSBC'nin kasasını dolduracak bir sözleşme iptaliyle mi yapılabilecek sadece?

Hadi diyelim fesih olmayacak ve Halkbank'ı HSBC alacak.

Bu tür bir ön satım varsa ihale süreci ne olacak sizce?

Ya da bu şekilde sonuçlanan bir ihale sizin midenizi hiç bulandırmayacak mı?

Sadece basit bir tesadüf olarak mı bakacaksınız duruma?

Sorunların yanıtlarını hep birlikte öğreneceğiz. Bakalım Halkbank reklâmları artarak devam edecek mi? Ve bakalım kim Halkbank'ın sürpriz sahibi olacak?..
 

Vtnsvr

New member
Şekere Saldırının Anatomisi

Şekere Saldırının Anatomisi

Yaşar Erboz - Macit Soydan / Yeniçağ Gazetesi





Türkiye'nin en kritik sektörlerinden biri olan tarım ve tarım sektöründeki en değerli ürünlerden biri olarak değerlendirilen şeker, gelecek yüzyılın en önemli kaynaklarından biri.

Bunun nedeni hem dünyada meydana gelecek şeker açığı, hem de özellikle pancar şekeri üretimi sonucunda ortaya çıkan küspeden elde edilen enerji.

Dünyada ve özellikle de Avrupa Birliği'nde önümüzdeki dönemde şeker pancarı küspesinden üretilen bio etanol, önemli bir enerji yakıtı olarak gündeme gelecek. AB'de önümüzdeki dönem enerji kaynaklarının bir bölümünün yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesinin zorunluluğu bio etanolün de öneminin artmasını sağlıyor.

Bu noktada dünyada pancar üretiminde önemli sıralarda yer alan Türkiye'nin bu stratejik ürünün geleceği açısından, dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alması kaçınılmaz.

Ancak bu ülkede şeker pancarından şeker üretimine ağırlık verilmesi ile mümkün olabilecek.

Ülkemizi sömürmek için 'tatlı' engeller

Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, dünyanın en önemli pancar üreticileri arasında yer alan Türkiye'nin, 10 milyon vatandaşa iş ve ekmek sağlayan şeker sektörüne destek vermeyen tek ülke olduğunu söyledi.

Pancar üretimi konusunda Türkiye'nin önüne ya engeller getirilmek isteniyor ya da büyük yanlışlar yapılıyor.

Bu yanlışların başında elbette ki sektörde yapılan özelleştirmeler ve şeker pancarı üreticisine devlet desteğinin yeterli derecede verilmemesi geliyor.

Oysa başta Rusya olmak üzere Türkiye'nin etrafındaki tüm ülkeler, şeker pancarından şeker üretmek için ülkelerinde bulunan bütün şartları zorluyor. Rusya, coğrafi ve iklim şartları yeterli olmamasına rağmen tüm şartlarını zorlayarak şeker üretmek için elinden geleni yapıyor.

İstihdam kaynağı

Amaç sadece dünyada oluşacak şeker açığından dolayı şeker ihracatı yapmak değil, aynı zamanda geleceğin en önemli enerji kaynağı olabileceği varsayılan bio etonol üretiminde de dünyanın önemli ülkeleri arasında yer alabilmek.

Aynı girişimleri İran'da da görmek mümkün. Suriye'de de şeker üretimini arttırmak amacıyla fabrikaların kurulduğunu biliyoruz.

Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, pancar tarımı ve pancar şekeri sektörünün en fazla istihdam yaratan, yan sektörlere büyük katkı sağlayan, en fazla çiftçi geliri sağlayan sektör olduğunu açıkladı.

Gök, şeker sektörünün ülkemize yılda yaklaşık 3 milyar dolar katma değer yarattığını, taşımacılık sektörüne de yılda 25 milyon ton iş hacmi sağladığını kaydetti. Geçimini doğrudan veya dolaylı olarak bu sektörle ilişkilendirmiş 10 milyon insanımızın iş ve ekmek kapısı olan şeker sektörünün mutlaka desteklenmesi gerektiğini de belirten İsa Gök, şöyle devam etti:

Özelleştirme riski

"Bu özellikleri nedeniyle sektör tüm dünyada desteklenip korunmaktadır. Türkiye, bu sektörü desteklemeyen tek ülkedir.

Şeker Sanayii Türkşeker, 22 Haziran 2000 tarihinde IMF'ye verilen Ek Niyet Mektubu'nda belirtilen esaslar dahilinde, özelleştirme kapsamına alınmış, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun (ÖYK) 27 Haziran 2003 tarihinde aldığı kararla da özelleştirme yol haritası belirlenmiştir.

21.Ocak 2005 tarih ve 2005/17 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile özelleştirme yol haritası revize edilmiştir."

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin toplumsal ve sektörel riskler taşıdığını da kaydeden Gök,

"6 Aralık 2005 tarih ve 26015 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile birim üretim maliyetleri düşük, kar oranları yüksek fabrikalardan Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları özelleştirme programına alınmıştır"

dedi. Bu durumun, şeker fabrikalarından karlı olanların özelleştirilip, kalanların kapatılacağı yönünde endişeler yarattığını da anlatan Gök, şunları söyledi:

Bu şirkete dikkat!

"Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi çalışmalarına yardımcı olmak üzere 9 Kasım 2004 tarihinde sonuçlanan ihaleyle Oyak yatırım Menkul Değerler A.Ş. abo International Advisory Services B.V. ve ED&F Man konsorsiyumu seçildi.

ED&F Man 220 yıldır şeker ticaretiyle uğraşmaktadır. Şeker ticareti konusunda dünyanın 60 ülkesinde 35 şirket ile faaliyet göstermekte olan bu şirket, şeker ticaretinde dünya lideridir.

Ayrıca Ukrayna'daki tesislerinde, kamış şekeri üreten ülkelerden temin ettiği ham şerbeti işleyerek şeker üretmektedir. Ülkemizin şeker üretimindeki her azalış, bu şirket için kâr anlamına gelecektir. Böyle bir şirketin şeker sanayiinin özelleştirilmesinde kendi çıkarlarından ve kârından başka bir şey düşüneceğini, Türkiye'nin milli çıkarlarını gözeteceğini varsaymak kesinlikle mümkün değildir.."

Fabrikalar kapanacak

Öncelikle kâr eden fabrikaların özelleştirilmesi halinde, Türk Şeker Fabrikaları'nın pancar işleme kapasitesi ve şeker üretim miktarının daralacağına dikkat çeken Gök, şunları söyledi:

"Böylece, Türkşeker'in kapasite kullanım oranı yüzde 15-25'e kadar düşecek. Stoklar olağanüstü boyutlara ulaşacak.

Çoğunluğu eski teknoloji-düşük ölçekle üretim yapan bu fabrikalar pazar avantajlarını kaybedeceklerinden zarara sürüklenecek. 15 ile 18 arasında fabrika kapanmak zorunda kalacaktır. Bunların kapanması halinde, pancar tarımı ve şeker üretimi yüzde 40-50 oranında, sektörel istihdam yüzde 50-60 oranında azalacaktır. Bu durumun yan sektörlere yansıması olumsuz olacak, bölgesel kalkınma sekteye uğrayacaktır."

Yıllık ihtiyacımız 2.5 milyon ton

Bugün ülkemizin yıllık şeker ihtiyacının 2.5 milyon ton civarında olduğunu anlatan Şeker-İş Genel Başkanı bunun çok altında şeker üretilmesine rağmen stokların oluştuğuna dikkat çekti.

1 Eylül 2006 itibarıyla 42 bin tonu güvenlik stokları olmak üzere toplam 503 bin 185 ton stok mevcuduna ulaşıldığını ifade eden Gök,

"Stok oluşumunun temel nedenleri; yurda çok miktarda kaçak şeker ve tatlandırıcı girişi, yurt içinde kaçak şeker ve tatlandırıcı üretim ve satışı, kimyasal tatlandırıcıların resmi ithalatının 13 kat artmış olması, nişasta bazlı şekerlerin kotasının yüksek belirlenmesidir"

diye konuştu.

Türkiye şeker sanayinde üretimi tehdit eden bir başka unsurun da, kadro problemi olduğunu vurgulayan Gök, şunları kaydetti:

"Sanayimize 1998 yılından beri kadro tahsis edilmemektedir. Son yıllarda emekli olan üyelerimiz nedeniyle kadro ihtiyacı daha da artmıştır. Yapılan çalışmalar, sanayimizin en az 5 bin yeni kadroya ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Önümüzdeki dönemde emekli olacaklar düşünüldüğünde ise kadro ihtiyacı 7 bin civarında olacaktır. Türkşeker'in kadro ihtiyacı acil olarak çözümlenmediği taktirde, üretim ve verimlilik tehlikeye atılmış, özelleştirmeden önce kadrosuzlukla sektör yok edilmiş olacaktır. Kadro sorunu, Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları açısından da büyük önem taşımaktadır."

Türk şeker yaşatılmalı

Şeker-İş Genel Başkanı İsa Gök, Türk Şeker Fabrikaları'nın (Türkşeker)yaşatılması ve ülkemizin şeker üretiminde varlığını sürdürmesi için ise gerekli olanları şu şekilde sıraladı:

"Öncelikle şeker fabrikaları özelleştirme kapsamından çıkarılarak özerkleştirilmeli. AB'ye tam üyelik tarihi olarak belirlenen 2014 yılına kadar ülkemiz şeker sanayiini korunmalı ve devlet desteği sürdürülmeli. Bunun yapılamaması durumunda mülkiyet devri yerine işletme hakkının devri yöntemi benimsenmeli, en az 10 yıl süresince pancar ve şeker üretim garantisi, fabrikaların modernizasyonu ve mevcut istihdamın korunmasına ilişkin hükümler getirilerek fabrikaların yaşatılması temin edilmeli.

Türkşeker fabrikalarının teknoloji ve ölçek sorunları çözülmeli. Fabrikaların üretim maliyetleri minimize edilmeli ve pazar imkanları iyileştirilmeli. Bu konuda çalışanlar dahil tüm kesimler üzerine düşen görevleri yerine getirmeli ve gerekli fedakarlıklara katlanmalı. Devletimiz de kaçak şeker ve tatlandırıcı üretim ve satışını engellemeli. Gerekli kadrolar tahsis edilerek bu kadrolara yıllardır sanayimizde çalışan geçici işçilerin atanması suretiyle kadro sorunu bir an önce giderilmeli. Bor-Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları yeniden Türkşeker bünyesine kazandırılmalı. Ayrıca bu önlemler temel sorunların aşılması amacıyla alınacak diğer önlemlerle desteklenmeli."

Ulusal sermaye yok sayılıyor

Stratejik kuruluşlarımızı ele geçiren küresel sermaye, özelleştirme kervanına pancar sektörünü de katmak istiyor.

Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, IMF, Dünya Bankası'nın, ABD'nin, AB'nin ve uluslararası sermayenin baskısı altındaki Türk tarımı ile Türk sanayinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu kaydetti.

Aynı çevrelerin baskısıyla ulusal sermayenin yok sayıldığını ifade eden Gök,

"Çok değerli kamu kuruluşlarımız yok pahasına satılmakta, yabancılaştırılmakta ve hatalı özelleştirmelerle kapatılmalarına neden olunmaktadır.Ve yine aynı baskı odakları tarafından şimdi de bu özelleştirme kervanına pancar tarımı ve pancar şekeri sanayi katılmak istenmektedir. Böylece Türkiye'nin dünyada söz sahibi olduğu ender sektörlerden biri daha yok olma riskiyle karşı karşıya bırakılmakta, ülkemizin ekonomik ve sosyal geleceği karartılmaya çalışılmaktadır"

dedi. Türkiye'nin içinde bulunduğu kısır döngülerden kurtulmasının tek yolunun üretim olduğunu kaydeden Gök, şunları söyledi:

Kente göç artacak

"Üretim yapmakla yaratılacak katma değer, reel kaynaklara dayanan büyümeyi sağlayacaktır. Bu nedenle mümkün olduğunca istihdam yaratma kapasitesi ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimi konusunda gerekli politikalar oluşturulmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, üretim arttıkça, ülkemizin ve üretime katılanların geliri de o kadar artacak, bugün dengesiz olduğu bilinen dağıtım ve paylaşım mekanizmalarında adalet sağlanacaktır.

İşte pancar sektörü, tüm dünyada en fazla katma değer yaratan sektörlerin başında gelmektedir."

Şeker fabrikalarının kapanmasının milyonlarca kişiyi olumsuz etkileyeceğini belirten Gök,

"Köyden kente göç olgusu önlenemez boyutlara ulaşacak, büyük kentlerde güvenlik sorunları artacak, kırsal kesimde ise terör olağanüstü boyutlara ulaşacaktır. Türk şeker sanayi çökecek, Türkiye pancar şekeri üretiminde stratejik önemini yitirecek ve dev uluslar arası şirketlerin pazarı olacaktır"

dedi


Türkşeker peşkeş çekilmesin

Türkiye'de büyük tartışmalara neden olan uygulamaların başında Türkşeker'e ait fabrikaların özelleştirme kapsamına alınması gelmişti.

Bilindiği üzere Türkşeker, 2000 yılında özelleştirme kapsamına alınmış, 2003'te de özelleştirme yol haritası belirlenmişti.

2004 yılında Amasya ve Kütahya Şeker Fabrikaları'ndaki, 2005 yılında da Adapazarı Şeker Fabrikası'ndaki kamu hisseleri satılarak özelleştirilmişti.

21 Ocak 2005'te revize edilen yol haritasında, Türkşeker'in özelleştirmeye hazırlık süresinin 31 Aralık 2006 tarihine kadar uzatılmasına karar verilmiştir.

Alternatif şart

Yol haritasında belirlenen strateji çerçevesinde, Türkşeker'e ait fabrikaların her coğrafi bölge için tahmini pazar ve talep büyüklüğü ile endüstriyel kullanıcı talebi incelenerek oluşturulmuş portföyler halinde satışa çıkarılacağı açıklanmıştı.

Hiçbir çalışma yapılmadan, hiçbir alternatif yöntem geliştirilmeden, yaşanabilecek olumsuzluklar konusunda herhangi bir önlem alınmadan Türkşeker'in tamamının özelleştirme programına alınmasını öngören bu karar büyük riskler içermektedir.

Olumsuz etki

Maliyetlerde minimizasyon sağlanmadan, teknolojik yenilenme gerçekleştirilmeden, sektörel kesimlere danışılmadan bu kararın uygulanması, Türkiye'nin şeker sektöründen çekilmesine, pazar haline gelmesine neden olacaktır.

Karar, Türk şeker sektörünün karşı karşıya kalacağı olumsuzlukları katmerleştirecek, Türk Şeker Fabrikaları, SEKA gibi, Et Balık Kurumu gibi fason üretim yapan bir kuruluş haline getirilecektir.

Şeker sektöründe yapılacak özelleştirmelerden geri dönüş de mümkün olmayacak, ülkemiz şeker sektöründeki tüm geleceğini yitirecektir.

Şeker-İş'in mücadelesi

Şeker-İş Sendikası, şeker sanayiinin ve pancar tarımının geleceğinin garanti altına alınması ve varlığının sürdürülmesinin temini için siyasi ve hukuki girişimlerde bulunmuştu.

Bu girişimler neticesinde, hukuki alanda sendikanın haklılığını ortaya koyan kararlar alınmıştı. Başta Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarının ihale süreçleri önce iki kez ertelenmiş, ardından süresiz iptal edilmişti.

Danıştay kararları ile de yürütmenin durdurulması sağlanmıştı. Bilahare siyaseten alınan kararlara ve yargı kararlarına uygun olarak özelleştirme programındaki Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları yeniden Türkşeker bünyesine alınmıştı.

Ancak, 8 Ekim 2007 tarihli ÖYK Kararı ile, Türkşeker'deki kamu hisselerinin tamamının özelleştirme programına alınması kararlaştırılmıştı.

Talep sürekli artacak

AB Şeker Rejimi Reformu ile dünyada yaklaşık 4 milyon ton şeker açığı oluşacağı, bu açığın daha da artacağı, şeker fiyatlarının pancar şekeri fiyatına yakın bir şekilde yükseleceği bilinmektedir.

Bu durumda Türkiye, büyük şeker ithalatçısı ülkelerden olan Orta Asya ve Ortadoğu ülkelerine coğrafi yakınlığı nedeniyle büyük bir avantaj elde edecektir.

Türkiye, maliyetlerini minimize edebildiği, teknolojisini yenileyebildiği, pancar ve şeker üretimine ilişkin mevcut kotalarını koruyabildiği, hatta daha da geliştirebildiği takdirde, şeker üretiminde dünyanın yıldız ülkesi olacaktır. Aksi takdirde sektörden çekilmek zorunda kalacaktır.

Sadece kâr eden fabrikalar satılacak

İhale süreci başladığı andan itibaren, Türkşeker'in yalnızca kâr eden fabrikalarına talep gelecek diğerleri ise kapanacak. Bu durum sosyal dengeleri altüst edecek

Şeker fabrikaları ihaleye çıktığı anda sadece 5-6 kârlı fabrikaya talep gelecek, diğer şeker fabrikaları ve yan tesisler satılamayacak ve kapatılmak zorunda kalınacak.

Kar eden fabrikaların özelleştirilmesinin ardından kalan fabrikaların kotalarını kaybederek kapasitelerinin daha da daralması durumunda, kampanya süreleri 30-40 güne kadar düşecek.

Sabit maliyetlerin yüksekliğinden dolayı birim maliyetler olağanüstü artacak ve serbest piyasa koşullarında çalışmaları da imkansız hale gelecek. Pazar istikrarının bozulması, kalan fabrikaların piyasa koşullarında çalışmasını veya özelleştirilmesini de imkansız hale getirecek.

Dışa bağımlı olacak

Sonuçta ülkemiz şeker sektörü kısa vadede ve kalıcı olarak zarar görecek, fabrikaların 15 ile 18 tanesi kapanacak.

Ayrıca Türkşeker bünyesinde bulunan 5 adet makine, 1 adet elektromekanik aygıtlar, 1 adet tohum işleme ve 4 adet alkol fabrikası ve 2 adet tarımsal işletme de aynı akibete mahkum edilmiş olacak, ülkemiz sadece şekerde değil, bu ürünlerde de dışa bağımlı hale gelecek.

Fabrikaların kapanması sonucu işsizlik tahminlerin ötesinde artacak. Tüm sosyal dengeler yok olacak, varoşlar dolup taşacak, zaten hırsızlık, kap-kaç, gasp gibi olayların sıradanlaştığı büyük kentlerimizde huzurlu bir yaşam sürmek imkansız hale gelecek. Köyden kente göç edemeyenler, veya kentte yaşamını sürdüremeyenler ise büyük olasılıkla terörün pençesine düşecek.

Milyonlarca kişi işsiz kalabilir

Pancar üretiminden vazgeçilmesi, yaklaşık 6 milyon kişiyi işinden aşından edecek

Doğrudan ve dolaylı olarak ülkemiz nüfusunun yüzde 15'ini ilgilendiren pancar tarımı ve pancar şekeri sektörünün çökmesi, ülke ekonomisine büyük darbe vuracak.

Alternatifleri olmayan şeker fabrikalarının kapanması durumunda, bölgesel kalkınma sekteye uğrayacak.

Ülkemiz nüfusunun yaklaşık 10 milyonluk kesiminin geçimini pancar tarımı ve pancar şekeri sanayi ile ilişkilendirdiği göz önüne alındığında, yaklaşık 6 milyon kişi işinden, aşından, ekmeğinden olacak.

Bu gelişmeler neticesinde mevcut ülke şeker sanayi çökecek. Stratejik önemi olan pancar şekeri üretimi bitecek.

Ve sonuçta Türkiye, ABD ve AB gibi büyük şeker üreticisi ülkelerin, şeker ticaretiyle uğraşan çok uluslu şirketlerin, dev kartellerin pazarı haline gelecek. Pancar tarımından dışlanan çiftçiler ile işsiz kalacak fabrika çalışanları için büyük istihdam alanlarının olmaması da büyük handikap.

Göç dalgası artacak

Çiftçilerin büyük bir kısmı köyden kente göç edecek ve bunları yeniden toprağa döndürmek mümkün olmayacaktır. Meydana gelebilecek sonuçların en büyük boyutlusu ise kuşkusuz göç olgusudur. Özelleştirme kararıyla birlikte, köylerden büyük kentlere doğru çok büyük bir göç dalgasının yaşanacağı aşikardır.

Ankara Şeker Fabrikası'nda etiğe aykırı devir engellendi

ÖYK kararının ardından tarım sektörü en garip özelleştirme uygulamasına sahne oldu.

Ankara Şeker Fabrikası'nın piyasa değeri yaklaşık 375 trilyon lira olan 2 bin 150 dönümlük arazisinin büyük bir bölümü, yasalara ve etiğe aykırı biçimde bedelsiz olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi.

Şeker-İş Sendikası, bu usulsüz devrin iptali amacıyla Danıştay'a dava açtı ve yürütmenin durdurulmasını sağladı.
 

algoritmaA

New member
bakın arkadaşlar ben akp ci yada herhangi parti mensubu değilim.. akp nin bazı yaptıklarını onaylıyorum bazılarınında gerçkten vatana millete zarar olduğunu düşünüyorum ve şiddetle kınıyorum.. ancak herkezin akp yi elştrmedide bana mantıklı gelmiyor.. .çnkü zamanında diğer partilerde başa geçti onlardanda gereknleri goremedik.. demek istediğim birer fert olarak once kendi eksiklerimizi ve savunduğumuz değerlerdeki eksikleri kapatmalıyız sonra başkarlını elştirmeliyiz diye düşünüyorrm.
 

Vtnsvr

New member
Bedava "Gaste"ye Dikkat Sendika.org




İstanbullular 11 Şubat'ta ücretsiz dağıtılan ve günlük çıkan "Gaste"yle tanıştılar.

Her sabah İstanbul'un yüzlerce noktasında dağıtım görevlileri kucaklarında bir tomar "Gaste"yle bekleyerek yoldan geçen herkese birer tane uzatıyorlar.



Uzun süren bir yürüyüş sırasında sizin de elinize bir Gaste geçmemesi ihtimali neredeyse sıfır. Gaste'yi belediye otobüslerinden de rahatlıkla edinebiliyorsunuz.

Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyt Zapsu'nun ağabeyi Abdulaziz Zapsu ücretsiz dağıtılan Gaste'nin ortaklarından. Bir kent gazetesi olmasına karşın kent politikalarının hiçbir şekilde eleştirilmediği Gaste'de bol bol tam sayfa reklam var. Gaste Fettullah Gülen'in cemaatinin gazetesi Zaman'ın matbaası olan Feza Matbaacılık'ta basılıyor.

Halkın giderek yoksullaştırıldığı bir ülke de bedava gazete bedava bilgi demek. Gaste örneği düşünüldüğünde ise bu aynı zamanda bedava manipülasyon, bedava yalan anlamına da geliyor.

Gaste'nin yerel seçimlere bir yıl kala çıkmaya başlaması da dikkatlerden kaçmıyor.

Her gün Gaste okuyan İstanbullular artık ne kanalizasyon çukurlarına düşen Dilara'dan ve İSKİ'nin ihmalinin arkasında yatan rant ilişkilerinden, ne İstanbul ulaşımına yapılan örtülü zamlardan ne de İstanbul'u susuzluğa sürükleyen yanlış belediyecilik politikalarından haberdar olamayacak.

Bunların bazılarından haberdar olsalar bile Gaste onları bu olayları ya "Hak"kın takdiri olarak ya da resmi makamların yaptığı açıklamaları referans göstererek anlatacak. Yerel seçimler öncesinde Gaste'nin AKP'nin işini oldukça kolaylaştıracağı söylenebilir.

AKP iktidarı son dönemde yaptığı ataklarla medyadaki elini oldukça güçlendirdi.

ATV-Sabah grubu yayın organlarının Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın Genel Müdürlüğü'nü yaptığı Çalık Grubu'na devrinin RTÜK geçtiğimiz günlerde onaylamıştı.

Böylece AKP medya alanında Doğan Grubu ile başı çeken bir pozisyona geldi. Devlete ait olan TRT, Yeni Şafak, Zaman gazeteleri, STV, Kanal 7'nin başını çektiği İslamcı medya, Star Gazetesi ve daha bir çok basın ve yayın organı doğrudan veya dolaylı şekillerde AKP politikalarına emri amade. Şimdi bu listeye ATV-Sabah grubundaki yayın organları ve Gaste ekleniyor.

AKP Türkiye'de iktidarda payı olan ne var ne yoksa hepsini sırasıyla kontrol altına alıyor. Bu konuda medyadaki pozisyonunu ise çoktan sağlamlaştırdı.
 

Vtnsvr

New member
Propagandalarını yapsınlar bırakın.gastemi o broşür mü?eskiden ve şimdi zaman zaman,zamanı bedava dagıttıkları gibi yani.Sonra miting organize eden tuncay özkan 2,5 liraya bayrak sattı diye ortalıgı ayaga kaldırırlar.
 

64general1

New member
Neval Kavcar
[email protected]

Kesilen Hortumlar Çalık Holding’e Bağlanmış

Başbakan Erdoğan geçtiğimiz yıl, “Hortumlarını kestik onun için feryat ediyorlar.” Demişti. Yani yolsuzluklar AKP iktidarı döneminde sona erdi demeye getirmişti. Ardından devam etmişti, “Türkiye yüzde 13 büyüdü, milli gelir 4 bin dolara çıktı. Hedefimiz, 10 bin dolarlık milli gelire ulaşmak.” Ne güzel, kendileri değişirken Türkiye gelişiyor. Yandaşlarını zengin de etmiyorlar. Bu hesaba göre 3 Kasım 2002 den bugüne gelişen nedir? Mademki bu kadar zenginledik, büyüme oranı % 13 lere çıktı, niçin 14 milyon kişi yeşil kartlı?



İktidar oldukları ilk yıldan itibaren yoksul ailelere yardım adı altında uzaktan kumandalı bir seçmen kitlesi oluşturan kendileri. Okul kitaplarını bedava dağıtıyoruz diyerek milyonlarca aileye mavi boncuk dağıtan AKP iktidarına kimse “Vakıflar Yasası”nı niçin çıkardınız diye sormuyor. Çünkü bilmiyor vatandaş. Ne diyorlar biliyor musunuz bu konuda? “ Müslüman olmayan kesim Vakıflar Yasasına karşı çıkıyor. Çünkü bu yasa ile ecdat yadigârı camilerimizi, tarihi eserlerimizi onaracağız.” Bu kadar yalan, riya olur mu, derseniz oluyor işte.



Kömür dağıtımının tarihçesine bakarsak, “yardım mı yoksa oya transfer hareketi mi?” hemen anlarız.



“Yoksul ailelere yapılacak yardım ile ilgili ilk karar 2003 yılında Bakanlar Kurulu tarafından alınmış ve aynı yıl 1 milyon 98 bin aileye 687 bin 764 ton kömür dağıtılmıştı.”



Sonra ki yıllarda otomatiğe bağlanmış dağıtım miktarları şöyle:



2004 yılında 1 milyon 503 bin aileye, 1 milyon 56 bin 97 bin ton



2005 yılında 1 milyon 875 bin aileye, 1 milyon 319 bin 330 ton



2006 yılında 1 milyon 769 bin aileye, 1 milyon 273 bin 265 bin ton



2007 yılında 1 milyon 884 bin aileye, 1 milyon 521 bin 696 ton, kömür dağıtımı



İşte sadece bu sebepten TKİ özelleşmez. Bir iktidar düşünün ki yeni iş imkânı oluşturmak yerine, “dilenci kadrosu” tahsis ediyor kendi eli ile.



TKİ’nden aldığım bilgiye göre 2008 yılında da böyle bir kampanya varmış efendim. Yanlış duymadınız “kampanya”. Bu yıl ki kampanya ile 1.884.539 aileye 1.504.780 Ton kömür dağıtılacak. Yerel seçimler için ya da iktidarın yapmayı programladığı tüm icraatlarda vatandaş “vatan, millî devlet” gibi kavramlara kafa yorar mı? Aldığı kömürün kesilmemesi ona yeterde artar bile.



Bedava okul kitabı, 14 milyon kişiye yeşil kart, iki milyona yakın aileye kömür, kırtasiye yardımı yapan iktidarın, devlet imkânlarının bu şekilde dağıtılması seçimleri demokratik kılar mı, sorusu ne zaman sorulacak?



Başbakan Erdoğan “hortumları kestik” dediğine bugün pişman oluyor mu bilmem. Çünkü kestik dediği hortumlar ya AKP li belediyelere bağlanmış durumda ya da damadının şirketine. Hatta iş hortumu aşmış, rögarlaşmış.



Gelelim Başbakan Erdoğan’ın damadının genel müdür olduğu Çalık Holdinge. “Yürü ya Berat Albayrak” şeklinde ki gelişmelerin sebebini anlamaya. AKP iktidarı döneminde ki atılımların iktidar imkânlarının kullanılması ile ilgisi var mıdır? Kesildiği ifade edilen hortumlar Çalık Holdinge bağlanmış mı bağlanmamış mı, az sonra karar verin.



“Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, TPAO'nun, Çalık Enerji ile Afganistan’da doğal gaz santralı kurmak için gizli anlaşma imzaladığını ortaya çıkardı…Daha ilginç olansa anlaşmanın TPAO Genel Müdürü Osman Saim Dinç'in Çalık Enerji’nin başına geçmesinden 1,5 ay önce imzalanmış olması. “ (ANKA- 2.3.2008)



TPAO Genel Müdürü Çalık Enerji ile Afganistan’da doğal gaz santralı kurmak üzere anlaşıyor, 1,5 ay sonra Çalık Enerjinin başına geçiyor bu genel müdür. Devletin hortumunu damadın şirketine bağlayan bir genel müdür.



Amerika Afganistan’ı işgal etsin El Kaide numarası ile yandaş iktidarlar da “Müslüman –Türk” devleti ayağı ile orada ABD’nin menfaatlerinin de gözetileceği santraller kursun. Bunu da damadın şirketi yapsın. Şimdi Başbakan’ın üzerinde hangi mal varlığı var gibi anlamsız söyleme gerek var mıdır bu bilgilerden sonra.



“TPAO ile Çalık Enerji’nin “Ortak Çalışma Mutabakatı” 16 Şubat 2007’de imzalanırken, TPAO Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Osman Saim Dinç’in, bu sürecin hemen ardından, 30 Mart 2007'de emekliğe ayrıldıktan sonra 5 Nisan 2007'de Çalık Enerji Genel Müdürü olması dikkat çekti.” (ANKA- 2.3.2008)



Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı(TPAO)nın görev tanımında ise “doğal gaz elektrik santralı inşa etme görevi” yoktur. Ne yurt içinde ne de yurt dışında. Bununla birlikte:



“TPAO’nun Çalık Enerji ile imzalamış olduğu Ortak Çalışma İçin Mutabakat Zaptı’nda Çalık Enerji ile birlikte Afganistan’da doğal gaz elektrik santralı kurulması taahhüdünde bulunulmuştur.” (ANKA- 2.3.2008)



Hortumları kestiğini ifade eden Başbakan Erdoğan’ın kestim dediği hortumu, damadının genel müdür olduğu şirkete, yoluna yordamına da dikkat etmeden bağlamasının haberini okudunuz.



Kesildiği iddia edilen hortumlar Çalık Holding’e bağlanmış gördünüz mü?



Yoksa sırada “Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun” budanması mı var?



Düşünün karar verin.
 

HTML

Üst