Mecnunların bile hayal ve teşebbüs etmeyeceği hadiseden sorumlu, ellerinde, yaralı olarak tutulan tek kişi vardır; Zeki Mehmed... Kaçanlardan Giritli Hasan ile Nalıncı Hasan Manisa yolunda ele geçirilecek ve onlarla beraber fiilî teşebbüs kadrosundan tutulanlar 3 kişiye varacaktır. İşte, sonunda, cezalarına mâni olamayacak bu serseriler ve hususiyle Zeki Mehmed o türlü ifadeler vermeye zorlanıyorlar ki, mahallelerinde oturan habersiz ve günahsız insanlardan tutun, hiç tanımadıkları, bilmedikleri ve eserlerini okumadıkları din âlimlerine kadar, şahsiyet sahibi bütün müslümanları avlamaya mahsus zâlim bir ağ örülmesine hizmet ediyorlar...
TERTİP
Evet; bütün şahsiyetli müslümanları, bilhassa Nakşibendi tarikati büyüklerini ortadan kaldırmak için hükümetçe düzenlenen Menemen Vak'ası, tertiplerin en vicdansızını teşkil eder. Sebep, tek olarak, din güdücülerinin imhası ve halkın yıldırılması...
Bu esasî sebep etrafında iki tane de yardımcı sebep var:
Birincisi:
Serbest Fırka zamanında Menemen «7'sinden 70'ine kadar» tabiriyle o tarafa geçmiş ve aynı günlerde kendisini ,ziyarete gelen Halk Partisi kodamanlarına «yuha!» çekmiştir.
Hükümetçe karar:
«— Menemen'e en tesirli bir gözdağı vermek lazımdır!»
İkincisi:
Yine o tarihlerde bazı Halk Partisi büyükleri Bursa'da Adapalas Otelinde zevk ve safaya batmış, günü birlik hayattan kâm almak cümbüşü içinde yuvarlanırken, bir hâdise
oluyor:
Otellerin önünde duran taksi ve otobüslerden, bereli, kasketli, sakallı, dinî üslûp belirtici kılıklarla bazı insanlar iniyor.
Manzarayı yorumlayamayan kodamanlar (Vasıf Çınar, Şükrü Kaya, Mahmud Es'ad vesaire) hayretle birbirlerine soruyorlar:
— Kimdir bu softa kılıklı adamlar? Yoksa bizden istekleri mi var?
Aralarından biri cevap veriyor:
— Yok efendim; bizimle hiçbir alâkaları yok! Karşı oteldeki bir şeyhi ziyarete geliyorlar!
Ta karşılarında, Hakkı Paşa Oteli diye bir yer vardır ve oraya, İstanbul'dan bir Nakşî şeyhi gelip inmiştir.
Kodamanlar konuşmakta devam ediyor:
— Kim bu şeyh?
— Erbil'li Şeyh Es'ad Efendi... Meşhur Nakşî Şeyhi.
— Ya, öyle mi?
Ve o akşam bu kodamanların halkalandığı masada şu karar alınıyor:
— Artık bu adamların köküne kibrit suyu dökülmesi gereken zaman gelmiştir! Bizzat mahkûm kabul ettiğimiz Menemen'de bir hâdise çıkartılacak, hâdiseye rejime karşı bir kıyam süsü verilecek ve ondan sonra sürek avı halinde din elebaşları devşirilip birer birer ezilecektir.
Hâdisenin şahitleri, ilk Meclis âzasından merhum Hasan Basri Çantay ile Salih Yeşil'dir. 'ın getirdiği bir fırsat ve münasebetle bu kararı, toplantıda hazır bulunanlardan biri marifetiyle öğrenen ve o akşam otelde bulunan bu iki zat, vaziyeti, sağlıklarında yeminle anlatmışlardır.
Bunlardan ve hattâ toplantıda bulunanlardan çoğu sağ olmadığına göre diyelim ki, bu iddia (romantik) ve tumturaklı bir yalan...
Bahsimizin başında da kaydettiğimiz gibi, hâdisenin akışındaki garabettir ki, tertibi göstermekte en canlı delildir.
Şimdi iddiamızı, tertip tezine göre takip etmekte devam edelim:
— Jandarma karakoluna karşı meydan, cami ve avlu,hâdise için en uygun yer...
Sonra Manisa ve bahsettiğimiz köylere gidip mahut kadroyu tesbit ediyor; bunların sefil, esrarkeş, cahil ve ahlâksız tabakadan olmaları gizli ajanın işini büsbütün kolaylaştırıyor. Hele din mevzuunda abuk sabuk görüşleri, ermişlik cinneti ve Mehdîlik özentisi dikkatini çeken Mehmed'i bulunmaz kıymette kabul ediyor ve uzun çalışmalardan sonra onlara teklifini yapıyor:
— Menemen'e Birinci Kânun (Aralık) ayında erkenden gireceksiniz! Filân yer, falan cami... Namazdan sonra minberdeki yeşil bayrağı çekip, cami ve avlu kapısını tutacak ve
«Bu bayrağın altına girmeyen, kâfirdir!» diye bağıracaksınız! Halktan veya jandarma ve askerden üzerinize gelen olursa silâhla karşı duracak ve mutlaka kan akıtmaya bakacaksınız. Bir kişiden olsun, kan akıtmak şart. Hâdise büyür büyümez hemen kaçıp başınızı kurtarmayı düşüneceksiniz! Neticede her birinize, sana şu, sana bu, sana filân, sana da falan bankadan onarbin (bugünkü paranın 100 misli kıymet) lira verilecek... Siz de çekip istediğiniz yere gideceksiniz!
Gerçekten, tekliflerin bu kadar ahmak ve sahtekârına, açma ve gülüncüne inanabilmek için, vasıflarını çizdiğimiz berduşlar kadrosundan daha uygunu bulunamazdı. Bu tiplerden hiçbirinin dinî bir harekete girişebilme vasfında olmaması, dinî her anlayış ve duygudan mahrum bulunması, başlarındaki sapığın da hiçbir din alâka ve bilgisi göstermez, eçhel bir ruh hastasından başka bir şey ifade etmemesi, gizli tertibi, başka bir delile ihtiyaç kalmaksızın ispat eder. Eğer böyle bir sapığın her zaman bu türlü hareketlere müstait olduğu ve düşünmeden girişebileceği iddia edilecek olursa cevabı hazırdır:
— Peki; o halde geriye kalanlardan hiçbiri deli olmayan, sadece serseri ve başıboş takımından 5 veya 6 kişi, ortada gizli bir teşvik, telkin ve menfaat vaadi olmadan nasıl bu adamın peşine düşebilir, tımarhaneliklerin bile kabul etmiyeceği bu işi nasıl benimseyebilir?
Misâl:
Şeyh Said isyanı, her cephesiyle rejime karşı bir harekettir ve bunu inkâra kimsede mecal yoktur. Zira Şeyh Said, din bilgini olmak iddiasında, şuurlu bir kimsedir, kendisine göre bir telâkki ve muhitinde büyük bir tesir ve kadro sahibidir. Hareketinde de, yine kendisine göre bir muvaffakiyet mantığı olabilir.
Fakat, hepsinin birden deli olmadığı, sadece cehalet ve hamakatte müşterek bu 6 şahsın gülünç ve maskara davranışlarında, kendilerinden bir teşebbüse nasıl ihtimal verilebilir?
Söylendiğine göre gizli ajan, hâdiseyi çarşaflı bir kadın kılığında uzaktan takip etmiş ve muradına erer ermez, ancak bir erkeğe mahsus sert adımlarla uzaklaşıp gitmiştir.
Bu manzarayı aynen görenler vardır ve onlardan biri hâlâ sağdır.
Subayları yerde kıvranırken 8 jandarmalık bir manga askerin silâhlarını bırakıp dağılmaları, kendilerine bir işaret verilmeksizin, mümkün olabilecek bir iş midir?
Ve nihayet en muazzam delil şudur ki: Evvelâ ölü taklidi yaparak yere yığılan, sonra da yakalanınca ellerine kelepçe vurulmasına hayretle bakan Zeki Mehmed şöyle bağırmıştır:
«— Hani bize para vereceklerdi. Bu ne iş?..»
Bunu da duyanlar ve duyanlardan duyanlar arasında hâlâ hayatta bulunanlar vardır.
Sadece gaflet ve ihtiyatsızlığına ve önceden tertipli plâna kurban giden Kubilây, topuğundan aldığı kurşun yarasiyle yerde kıvranmaya başladığı vakit, sancak kaldırma ve Mehdîlik ilânı hâdisesinden en aşağı 20 - 25 dakika geçtiği halde, hükümet (otorite) ve kuvvetlerinin meydana çıkmaması nasıl yorumlanabilir? Elde hiçbir vesika, hatıra ve müşahade olmasa dahi, zekâ ve irfan sahibi bir göz, hadisenin bizzat akış şeklinden gizli tertibi heceleyebilir.
Neticede belirttiğimiz vesikalar ve öne sürdüğümüz tahlil ve teşhisler ne nispette tatmin edici veya etmeyici olursa olsun, Menemen Hâdisesinin, kendi basit çapından dışarıya çıkarılarak memleket mikyasında bir din adamı avına vesile edildiği riyazî bir hakikattir. Eğer tertip yoksa bu sürek avına lüzum nedir?
SAVCININ AĞZINDAN
Menemen Hâdisesinin peşinden derhal o mıntıkada örfi idare ilânı... Yine tertibin yeri geldi.
Ne oluyoruz?.. Hâdise o anda bastırıldığına ve birkaç muvazenesizin eseri olduğuna göre, devletin umumî ve tabiî mevzuatı, gereken takibi yürütmeye ve suçluları cezalandırmaya yeterli değil midir?
Değildir!!
Zira evvelâ Menemen'in peşinden de, kaydetmiş olduğumuz gibi, bütün vatanı noktalayan din büyüklerinin mahvedilmeleri lâzımdır. Bunun için de örfî idare gibi, dediği dedik ve normal kanun üstü bir usul, şart.
Tımarhane kaçkını üç beş serserinin esasta gülünç hareketine karşı örfî idare ilânı, hükümetin ya budala, ya donuna edecek kadar ödlek, yahut da ne şu, ne bu; bahanelerin en sefili peşinden koştuğuna delâlet eder.
Şimdi hâdiseyi «Divan-ı Harb-ı Örfî» isimli, Örfî İdare Harp Divanı Mahkemesi Savcısının resmî ağzından ve iddianamesinden dinlersek, (realite)lere uymayan ve örtülmek istenen noktalardan gizli tertibi büsbütün sezebiliriz.
Üslûp ve lisan zaafı kendisine ait olmak üzere işte Harp Divanı Savcısı Hidayet Bey'in ağzından, aynen:
«— Devlet kuvvetleri aleyhine suç işlemekten ve tekkelerle zaviyelerin kapatılmaları kanunlarına karşı gelmekten sanık.»
………………………
«Mehdilik dedikodusu Manisa'da duyulmuştur. İşte hükümetin keyfiyetten haberdar olduğu işitilince Girit'li Mehmed'in emriyle köy yakınındaki çamlıkta Mehmed'in kardeşi Hacı İsmail ile Hoca Mustafa tarafından bir kulübe inşa ediliyor. Bu kulübede tam bir hafta esrar içilmek suretiyle zikre devam eden sanıklar, 1930 yılı Aralık ayının 23 üncü Salı günü Menemen'e gitmek üzere yola çıkmayı kararlaştırıyorlar.
Salı gecesi esrarkeş Mehdî, başta (Kıtmir)adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yola çıkıyorlar. Evvelden haberdar edildiği için, Görece köyünün berisindeki kömür ocağında, Hacı İsmail oğlu Hüseyin (tam babasiyle birlikte asılacağı zaman, sehpanın yanından kaçıp dağa çıkan, sonra yakalanarak Menemen'e getirilerek hakkındaki idam cezası infaz olunan şahıs) tarafından yakılan ateşte ısındıktan ve oraya, yine evvelden haberdar olduğu için Göreceli Mustafa oğlu Abdülkerim'in (bu sanık muhakemesi sırasında ağır hastalanıp İzmir Memleket Hastahanesinde tedavi altına alınmışken eceli ile öldüğünden hakkında verilen ölüm cezası yerine getirilememiş ve sukut etmiştir) getirdiği yemek de yenildikten sonra, bunların yol göstericiliği ile Menemen yolunu tutuyorlar.
Kafile Haşarılar geçidine varınca, kayıkçı Mehmed'in kayığı ile karşı tarafa geçiyorlar. Sanıklar Menemen kenarına geldiklerinde, Zeytinlik'te biraz durup dinlendikten sonra, Girit'li Mehmed, avanesinin hepsine çifte çifte esrarlı sigara dağıtıyor, hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen'e giriyorlar ve saat altıyı yirmi geçe Müftü Camii'ne gidiyorlar.
Savcı, biraz sonra göreceğimiz gibi, (realite)leri sade gizleyici değil, tahrif edici tarzda iddiasına devam ediyor:
«Bu camide Nalıncı Hasan, o (inna Fetahnâleke) sûresini okuyarak mihraptan bayrağı alıyor. (Bu sanık ölüm cezasına çarptırılmışsa da yaşının küçüklüğü sebebiyle idamdan kurtulmuş ve cezası 24 yıl ağır hapse çevrilmiştir) Hep birlikte cami içinde bekliyorlar ve camie gelenleri Mehdî (yâni Giritli Mehmed) yine davet ediyor ve Mehdî olduğuna dair bunun nişanesi olan Kıtmir dedikleri köpeğini kendilerine gösteriyor.
Namaz kılındıktan sonra sahte Mehdî, cemaati bayrak altına davet etmeye başlıyor ve bu davete icabet eden, isimleri meçhul bazı şahıslar, bunlarla birlikte Belediye Meydanına doğru ilerliyorlar. İçlerinden Abdullah oğlu Müezzin Hafız Ahmed (idama mahkûm edilip asılmıştır), sanıklar camiden çıktıktan sonra minareye çıkmış, minareden silâh atmış ve kendi ifadesine göre, etraftan gelecek 70.000 kişiyi beklemeye başlamıştır.
Müftü camiinden alınan bayrak burada Menemenlilerden Arabacı Hüseyin (idama mahkûm edilmiş ve asılmıştır) tarafından meydanlığa açılan bir çukura dikiliyor. Sanıklar tekbirlerle bu bayrağın etrafında dönerlerken, jandarma yazıcısı Ali Efendi olaydan haberdar edildiğinden arkadaşları dört nefer jandarmaya silahlarını almalarını tenbih etmiş ve kendilerini beklemeden doğruca Girit'li Mehmed'in yanına giderek ne istediklerini sormuş, Mehdi Giritli Mehmed de bu jandarma yazıcısına hitaben:
— Git, kumandanına haber ver de o gelsin! Bana top, kurşun işlemez! demiştir.
Bunun üzerine geri dönen Ali Efendi, durumdan Jandarma Bölük Kumandanı Fahri Beyi haberdar etmiştir. Vak'adan haberdar edilen Fahri Bey, doğruca âsilerin yanına giderek tam bir asker tavriyle Mehdî'ye hitaben:
— Ne istiyorsunuz? Buradan derhal dağılın!
Diyor. Buna Girit'li Mehmed de:
— Ben Mehdiyim. Şeriatı ilân ediyorum! Bana kimse mukavemet edemez! Çekil karşımdan!
Cevabını veriyor, Bu söz üzerine âsiler orada toplanan seyirci Menemen halkı tarafından el çırpmak suretiyle alkışlanıyorlar.
Durumun vahametini anlayan Jandarma Bölük Kumandanı Fahri Bey, tedbir almak üzere oradan hükümete gelip bu gibi hâllerde kanunun icaplarına uyarak alaydan asker ve kuvvet istiyor ve telefon başında askerle yola çıkan Kubilây Bey adındaki ihtiyat subay vekilinin gelmesini beklemeye başlıyor.
İhtiyat Zabit Vekili Kubilây Bey süngü takmış askerini, Belediye meydanlığındaki kahve önünde bıraktıktan sonra, kendisini öne atarak, âsilere dağılmalarını söylüyor ve Mehdîlik taslayan Girit'li Mehmed'i kolundan tutarak çekiyor. Buna Girit'li Mehmed silâh atmak suretiyle mukabele ediyor ve Kubilây Beyi ağır surette yaralıyor.»
Savcı, tertibi gizlemeye hizmet edici şekilde, fakat hiç bir şeyden haberi olmadığı için, birçok yerde ipuçlarını meydanda bırakarak devam ede dursun:
«Yaralanan Kubilây yine tam bir metin asker tavrıyle oradan ayrılıyor, arkasından ikinci defa atılan kurşun kendisine isabet etmeden, hükümetin arkasındaki avluya kendini atıyorsa da aldığı birinci kurşun yarasından bitap düştüğü için uzaklaşamıyor, oraya yığılıyor. Yaralı Kubilây Beyin oraya düştüğünü her nasılsa haber alan Mehdi Giritli Mehmed, askerin kaçmasından ve halkın el çırpmasından ve bu suretle kendisine gösterilen müzaheretten cür'et alarak ortalığa dehşet havası salmak için bu anda cinaî bir rol yapmak istiyor, sanıklardan Ali oğlu Hasan'ın torbası içindeki bağ bıçağını derhal aldıktan sonra Şamdan Mehmed'le birlikte yaralı Kubilây Beyin yanına gidiyor, bıçağı ile bu vazife kurbanı Türk delikanlısını, bir koyun boğazlar gibi, boynundan keserek kellesini alıyor ve Türk ordusunun genç bir subayı ve asil bir Türk evlâdı, tam bir canavarca hisle şehit ediliyor. Bununla da kanmayan Mehdi, kesik kafa ile biraz gezdikten sonra, kesik kelleyi meydanlığa getirip dikili bayrağın üzerine takıyor ve bu kanlı facia karşısında hissiz kalan Menemen halkı tarafından ikinci bir alkış tufanı başlıyor. Bu arada bayrağın tepesinden yere düşen kesik başı, bayrak üzerinde durmasını sağlamak için elektrik direğine bayrağı bağlamak isteyen Yusuf oğlu Kâmil (idam edilmiştir) tarafından koşarak ip getiriliyor ve kanlı sancak ihtimamla elektrik direğine bağlanıyor.
Bu sıralarda alaydan yetişen diğer müfrezeler ve aynı zamanda hamiyetli ve namuslu iki bekçi ile âsiler arasında başlayan çarpışmada, Mehdî Giritli Mehmed, Şamdan Mehmed, Sütçü Mehmed vurulup ölüyorlar. Emrullah oğlu Mehmed Emin yaralanıyor, bu meyanda âsilerle çarpışan iki bekçi de şehid düşüyorlar. Asilerden Nalıncı Hasan ile oğlu Hasan da halk arasından kaçıp sıvışıyorlarsa da Manisa'da yakayı ele veriyorlar.»
Vak'aya dair Savcının serdiği (nötr) tarafsız olması gereken bilgilerle bizimkiler arasındaki küçük farkların hiçbir değeri yoktur. Öyle veya böyle... Esas ve ana çizgiler aynıdır. Şu var ki, biz sağladığımız bilgi unsurlarını, konferans için gittiğimiz Manisa'dan ve faciaya bizzat şahit olmuş yaşlı - başlı insanlardan devşirmiş ve doğruluklarından emin bulunuyoruz. Amma Savcının (nötr) tarafsız olmayan ve indi mütalâa ve kasdi ifade tarzına kaçan iddia ve izahlarında, kendisi hiç bir şey bilmese de, aldığı direktife göre, tezatlar içinde yüzdüğünü ve âdeta tertibi belli edici mantıksızlıklara düştüğünü gözden kaçırmıyoruz.
Şöyle ki:
Savcı, hâdiseyi Menemenliler tarafından benimsenmiş ve şiddetle alkışlanmış göstermekle Menemen'in öldürücü bir gözdağı alması kararına (Bursa'daki karar) mesnet tedarik etmeye çalışmaktadır. İddia hakikate zıddır; halk cinayet sırasında dehşet ve nefretle kaçışmıştır ve zaten alkışlamış olsaydı yalancı Mehdî'nin peşine düşmesi icap edeceği aşikârdır.
Yine, Savcı, Hafız Ahmed'i hükümete haber vermemiş ve minareden silâh atmaya başlamış olmakla suçlandırırken farkında değildir ki, bu kadar tumturaklı (mizansen) sahneye koyuş içinde bizzat hükümetin nerede olduğu ve nasıl olup da haber alamadığını düşünmek borcundadır. Yâni hükümet haber almak için, silâhlar patlar, tekbir sesleri yükselir ve kıyamet koparken Hafız Ahmed'e mi muhtaçtı?
Diğer noktalardaki zaaflar ise teker teker gösterilmeye değmez.
Divan-ı Harp Savcısının öz kaleminden ve ağzından çıkan iddia, iki bekçinin mitralyöz ateşiyle ölümünü isyancılara yükleyecek kadar tahrifli olduğu bir yana, hükümetin iş neticeleninceye dek seyirci kaldığını ve böylece ne acemi bir tertip karşısında bulunulduğunu göstermeye yeter. Akıl ve insaf sahiplerinin başka bir vesikaya ihtiyaçları yoktur.