K€LKiTLi
Banned
- Katılım
- 11 Ara 2008
- Mesajlar
- 473
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Sevgili okuyucular, Türkiye'nin sosyal ve siyasî huzurunu bozmak için istismar edilen belirli tarihler vardır. Bunun en tipik örnekleri 27 Mayıs ve 23 Aralık'tır. 27 Mayıs 1960 günü, millet tarafından seçilen, meşru ve demokratik yönetime karşı darbe yapanlar, bu tarihi tam 20 yıl zorla 'bayram' diye kutlattılar. Bu kutlamalara katılan, dönemin merkez-sağ iktidarlarının yöneticilerinin -özellikle Demirel - gözlerinin içine baka baka onları gericilikle itham ettiler. Bereket versin ki, halk tarafından seçilen iktidarların kaldırmaya cesaret edemediği '27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı'nı(!), bir başka darbeci ekip olan 12 Eylülcüler kaldırdı da, milletin 'matem' tuttuğu bu günü bayram olarak kutlamaktan kurtulduk.
'Of aman aman Menemen'
Lâkin, milleti ve millî iradeyi 'laiklik düşmanı' ve 'irticacı' olarak ilan etmeyi iş edinmiş bazı çevreler, Büyük Atatürk'ün vefat ettiği 10 Kasım'ı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı, hatta 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı dahi milletin temsilcilerini suçlamak için vesile saydılar. Yüksek yargı organlarının 'lâyüsel' başkanları ile şanlı ordumuzun kuvvet ve ordu komutanlarının emekliye ayrılırken hükûmetlere 'irtica fırçası' attıkları yetmezmiş gibi, bu belirli tarihlerde 'kutsal devlet' bürokrasisinin elinde kılıç ve terazi taşıyan güzide mensupları, 'devrimci' medya çevrelerinin çığırtkanlığının desteğinde, milletin temsilcilerine 'irtica' konusunda hadlerini bildirmeyi görev saydılar.
İşte, bu istismar edilen tarihlerden önde gelen birisi de 23 Aralık 1930'daki, yani bundan tam 76 sene önceki 'Menemen Olayı'dır.
'Menemen Olayı' konusunda, hiçbir tarihî ve bilimsel araştırmaya dayanmadan, tamamen afakî ve asılsız iddialarda bulunulmuş; basit ve mahallî bir polisiye olay büyütülerek 'Cumhuriyete karşı bir isyan hareketi' şeklinde takdim edilmiştir. Bu konuda yapılmış tek bilimsel çalışma, değerli araştırmacı Prof. Dr. Nurşen Mazıcı'nın 'Menemen Olayı'nın Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Analizi' isimli araştırmasıdır (Bkz. Toplum ve Bilim Dergisi, Güz 2001, X. Millî Türkoloji Kongresi'ne sunulmuş bildiri). Ayrıca, tarihçi Mustafa Müftüoğlu'nun 'Kanlı Oyun-Menemen Olayı'nın İçyüzü' adlı eserini de okuyucularıma tavsiye ediyorum.
Şeriat isyanı mı, esrarkeş cinayeti mi?
Menemen Olayı hakkında en doğru tesbiti Atatürk yapmış; bu başıbozuk sözde mürtecileri, 'Birtakım cahillerden ibaret' şeklinde nitelendirmiştir.
Menemen Olayı'nın, gerçekten bir dinî ayaklanma olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Bu olay, cahil, esrarkeş, deli 6 kişinin kafayı çekip başlattığı münferit bir zabıta hadisesinden ibarettir. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı (ATASE)'nın incelemesinde, 'Mehdî Derviş Mehmet, kendisinin peygamber olarak geldiğini...' ifadesi kullanılmaktadır. Müslüman halkın 'peygamberlik' iddiasında bulunanları nasıl karşılayacağını tahmin etmek güç olmasa gerektir. Gene, TBMM Zabıt Ceridesi kayıtlarına göre, Derviş Mehmet'in, 'Esrar içerek Miraca çıkıp Allah'la görüştüğünü, bu yüzden sürekli esrar içmeleri gerektiğini söylediği' kaydedilmektedir. Allah aşkına söyleyiniz, siz hiç esrar içen, peygamber olduğunu söyleyen, Allah'la görüştüğünü iddia eden bir
tarikat ehli ve Müslüman görüp işittiniz mi?
Olay, vukubulduğu zaman dahi o derece hissî ve mübalağalı şekilde değerlendirilmiştir ki, Menemen'in adının 'Mel'un Belde' olarak değiştirilmesi ve yöre halkının başka yerlere sürülmesi istenmiştir
(8 Ocak 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesi).
Aynı subjektif değerlendirmeler olayın faillerinin yargılanması sırasında da devam etmiş; Yahudi düşmanı Meczup Mehmet'i desteklediği iddiasıyla Jozef Biton adlı bir Yahudi vatandaşımız bile asılmıştır. Ayrıca, olayla hiçbir ilgisi bulunmayan 96 yaşındaki Erbilli Esat Efendi de idama mahkûm edilmiştir.
İşin aslı siyaset
Efendim, Menemen Olayı'nın perde gerisinde bal gibi siyaset vardır. Bizzat Atatürk'ün çok partili demokratik sisteme geçilmesini sağlamak için
yakın arkadaşı Fethi Okyar'a kurdurttuğu Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) halk tarafından olağanüstü bir ilgiyle karşılaşınca, Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF, bugünkü CHP)'nın yöneticileri, önce 7 Eylül 1930 günü Serbest Fırka'nın İzmir Mitingi'ni güvenlik güçleriyle sabote edip partiyi kapattırmış; daha sonra 23 Aralık 1930 günü ortaya çıkan (bazılarına göre de bizzat CHF tarafından tertiplenen) Menemen Olayı'nı istismar ederek rejim üzerindeki tek parti tahakkümünü kurmuşlardır.
Prof. Mazıcı bu olguyu şu şekilde tesbit etmektedir: 'Türkiye Cumhuriyeti'nde 1930'lar başında derinleşen çelişkiler, ideolojik yönden tutarsız söylemler ve politikalar hükümet açısından ülke sorunlarına egemen olmayı engelleyerek bir kaos ortamı yaratmış, kaostan kurtulmanın tek yolu olarak baskıcı bir rejimi sağlamlaştırmak için dernekler, siyasal partiler, basın ve üniversite başta olmak üzere özerk ve özgür olması gereken devlet dışı tüm kurumlar denetim altına alınmıştır. Bu bağlamda Menemen Olayı, laik devleti sağlamlaştırma gereğini ortaya çıkaran bir olay olmaktan çok, baskıcı ve totaliter devlet anlayışını egemen kılmanın aracı olan bir başlangıç niteliğinde görünüyor'.
1930'lara ait bu tesbitler, ne yazık ki günümüzde de aynen geçerlidir.
Menemen bahanesiyle baskı böyle kurulur
2002 Genel Seçimleri'nden sonra Genelkurmay Genel Sekreterliği'nin 22 Aralık 2002 tarih ve Haber Takip No: 1776 sayılı yazısı ile ATASE Başkanlığı'ndan istediği Rapor'un sonuç bölümünde, 'Her yıl 23 Aralık'ta yapılan anma törenlerindeki maksat, bu tehlikeli irtica olayını hafızalarda canlı tutmak, genç nesillerin Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmalarını sağlamaktır' denilmektedir.
Şimdi Menemen Olayı dolayısıyla birbiri arkasından yayınlanan tehditkâr bildirilerin gerekçesini anlıyor musunuz? Sorarım sizlere, bu beyanların 1930'ların tek parti CHP'sinin baskıcı devlet anlayışından farkı var mıdır?
Şunu herkes idrak etmelidir ki, mesele Cumhuriyet'e ve Atatürk'e sahip çıkmak ise, genç nesiller devletlerinin kurucusunu ve O'nun muasır medeniyet görüşünü çok iyi bilmekte ve benimsemektedirler. Ayrıca, sadece Cumhuriyet'i değil Demokrasi'yi de hazmetmiş bulunmaktadırlar. Onları, saatleri 1930'larda durmuş baskıcı ve totaliter zihniyete geri döndürmek mümkün değildir.
Kimse, Menemen Olayı'nı bahane ederek aba altından deynek gösterip milleti baskı altına almaya kalkışmasın vesselâm...
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=208200
Hasan Celal Güzel
'Of aman aman Menemen'
Lâkin, milleti ve millî iradeyi 'laiklik düşmanı' ve 'irticacı' olarak ilan etmeyi iş edinmiş bazı çevreler, Büyük Atatürk'ün vefat ettiği 10 Kasım'ı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı, hatta 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı dahi milletin temsilcilerini suçlamak için vesile saydılar. Yüksek yargı organlarının 'lâyüsel' başkanları ile şanlı ordumuzun kuvvet ve ordu komutanlarının emekliye ayrılırken hükûmetlere 'irtica fırçası' attıkları yetmezmiş gibi, bu belirli tarihlerde 'kutsal devlet' bürokrasisinin elinde kılıç ve terazi taşıyan güzide mensupları, 'devrimci' medya çevrelerinin çığırtkanlığının desteğinde, milletin temsilcilerine 'irtica' konusunda hadlerini bildirmeyi görev saydılar.
İşte, bu istismar edilen tarihlerden önde gelen birisi de 23 Aralık 1930'daki, yani bundan tam 76 sene önceki 'Menemen Olayı'dır.
'Menemen Olayı' konusunda, hiçbir tarihî ve bilimsel araştırmaya dayanmadan, tamamen afakî ve asılsız iddialarda bulunulmuş; basit ve mahallî bir polisiye olay büyütülerek 'Cumhuriyete karşı bir isyan hareketi' şeklinde takdim edilmiştir. Bu konuda yapılmış tek bilimsel çalışma, değerli araştırmacı Prof. Dr. Nurşen Mazıcı'nın 'Menemen Olayı'nın Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Analizi' isimli araştırmasıdır (Bkz. Toplum ve Bilim Dergisi, Güz 2001, X. Millî Türkoloji Kongresi'ne sunulmuş bildiri). Ayrıca, tarihçi Mustafa Müftüoğlu'nun 'Kanlı Oyun-Menemen Olayı'nın İçyüzü' adlı eserini de okuyucularıma tavsiye ediyorum.
Şeriat isyanı mı, esrarkeş cinayeti mi?
Menemen Olayı hakkında en doğru tesbiti Atatürk yapmış; bu başıbozuk sözde mürtecileri, 'Birtakım cahillerden ibaret' şeklinde nitelendirmiştir.
Menemen Olayı'nın, gerçekten bir dinî ayaklanma olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Bu olay, cahil, esrarkeş, deli 6 kişinin kafayı çekip başlattığı münferit bir zabıta hadisesinden ibarettir. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı (ATASE)'nın incelemesinde, 'Mehdî Derviş Mehmet, kendisinin peygamber olarak geldiğini...' ifadesi kullanılmaktadır. Müslüman halkın 'peygamberlik' iddiasında bulunanları nasıl karşılayacağını tahmin etmek güç olmasa gerektir. Gene, TBMM Zabıt Ceridesi kayıtlarına göre, Derviş Mehmet'in, 'Esrar içerek Miraca çıkıp Allah'la görüştüğünü, bu yüzden sürekli esrar içmeleri gerektiğini söylediği' kaydedilmektedir. Allah aşkına söyleyiniz, siz hiç esrar içen, peygamber olduğunu söyleyen, Allah'la görüştüğünü iddia eden bir
tarikat ehli ve Müslüman görüp işittiniz mi?
Olay, vukubulduğu zaman dahi o derece hissî ve mübalağalı şekilde değerlendirilmiştir ki, Menemen'in adının 'Mel'un Belde' olarak değiştirilmesi ve yöre halkının başka yerlere sürülmesi istenmiştir
(8 Ocak 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesi).
Aynı subjektif değerlendirmeler olayın faillerinin yargılanması sırasında da devam etmiş; Yahudi düşmanı Meczup Mehmet'i desteklediği iddiasıyla Jozef Biton adlı bir Yahudi vatandaşımız bile asılmıştır. Ayrıca, olayla hiçbir ilgisi bulunmayan 96 yaşındaki Erbilli Esat Efendi de idama mahkûm edilmiştir.
İşin aslı siyaset
Efendim, Menemen Olayı'nın perde gerisinde bal gibi siyaset vardır. Bizzat Atatürk'ün çok partili demokratik sisteme geçilmesini sağlamak için
yakın arkadaşı Fethi Okyar'a kurdurttuğu Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) halk tarafından olağanüstü bir ilgiyle karşılaşınca, Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF, bugünkü CHP)'nın yöneticileri, önce 7 Eylül 1930 günü Serbest Fırka'nın İzmir Mitingi'ni güvenlik güçleriyle sabote edip partiyi kapattırmış; daha sonra 23 Aralık 1930 günü ortaya çıkan (bazılarına göre de bizzat CHF tarafından tertiplenen) Menemen Olayı'nı istismar ederek rejim üzerindeki tek parti tahakkümünü kurmuşlardır.
Prof. Mazıcı bu olguyu şu şekilde tesbit etmektedir: 'Türkiye Cumhuriyeti'nde 1930'lar başında derinleşen çelişkiler, ideolojik yönden tutarsız söylemler ve politikalar hükümet açısından ülke sorunlarına egemen olmayı engelleyerek bir kaos ortamı yaratmış, kaostan kurtulmanın tek yolu olarak baskıcı bir rejimi sağlamlaştırmak için dernekler, siyasal partiler, basın ve üniversite başta olmak üzere özerk ve özgür olması gereken devlet dışı tüm kurumlar denetim altına alınmıştır. Bu bağlamda Menemen Olayı, laik devleti sağlamlaştırma gereğini ortaya çıkaran bir olay olmaktan çok, baskıcı ve totaliter devlet anlayışını egemen kılmanın aracı olan bir başlangıç niteliğinde görünüyor'.
1930'lara ait bu tesbitler, ne yazık ki günümüzde de aynen geçerlidir.
Menemen bahanesiyle baskı böyle kurulur
2002 Genel Seçimleri'nden sonra Genelkurmay Genel Sekreterliği'nin 22 Aralık 2002 tarih ve Haber Takip No: 1776 sayılı yazısı ile ATASE Başkanlığı'ndan istediği Rapor'un sonuç bölümünde, 'Her yıl 23 Aralık'ta yapılan anma törenlerindeki maksat, bu tehlikeli irtica olayını hafızalarda canlı tutmak, genç nesillerin Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmalarını sağlamaktır' denilmektedir.
Şimdi Menemen Olayı dolayısıyla birbiri arkasından yayınlanan tehditkâr bildirilerin gerekçesini anlıyor musunuz? Sorarım sizlere, bu beyanların 1930'ların tek parti CHP'sinin baskıcı devlet anlayışından farkı var mıdır?
Şunu herkes idrak etmelidir ki, mesele Cumhuriyet'e ve Atatürk'e sahip çıkmak ise, genç nesiller devletlerinin kurucusunu ve O'nun muasır medeniyet görüşünü çok iyi bilmekte ve benimsemektedirler. Ayrıca, sadece Cumhuriyet'i değil Demokrasi'yi de hazmetmiş bulunmaktadırlar. Onları, saatleri 1930'larda durmuş baskıcı ve totaliter zihniyete geri döndürmek mümkün değildir.
Kimse, Menemen Olayı'nı bahane ederek aba altından deynek gösterip milleti baskı altına almaya kalkışmasın vesselâm...
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=208200
Hasan Celal Güzel