TARİHİMİZDEN HİKAYELER...gurur duyacaksınız

eftalya

Deniz Kızı
Katılım
2 Ağu 2008
Mesajlar
13,644
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Almanya
Osmanlı döneminde savaşa gidilirken ülkede ne kadar deli ya da görünüş bakımından eli-ayağı bozuk gulyabani tipli insan varsa hepsi toplanır ve ordunun en ön sırasında düşmanın üzerine yürütülürmüş. Amaç düşmanın psikolojisini bozmakmış.

Bi sonraki sırada ise (affınıza sığınarak söylüyorum ama anlatanlar hep böyle söylüyo) "daltarrak" denen adamlar bulunurmuş. Bunlar ise saraya ufak yaşta alınan gayrı müslüm çocuklarıymış. Küçüklüklerinden itibaren sadece pirinç ve hamur işleriyle beslenip izbandut gibi olmaları sağlanırmış. Bi yandan da her gün yağlı elleri ile mermer tokatlayıp idman yaparlarmış. Böylelikle elleri sağlamlaşır beton gibi olurmuş. Zaten mermeri tokatlayarak kıramayanı da savaşa götürmezlermiş.

Bu daltarraklar savaşta gürz-kılıç filan kullanmayıp düşman askerlerinin beyinlerini tek tokatla (herhalde "Osmanlı tokadı" lafı da burdan geliyo) dışarı çıkartırlarmış. Düşünün adamın kafasında miğfer var ve bi vuruşta kafa miğferle birlikte dağılıyo. Bu hikayeden de Osmanlının bunca yeri nasıl fethettiği anlaşılıyo zaten. Hey gidinin koca ecdadı be!


syxn3t.gif



2. Dünya Savaşı'nda İngiltere başbakanı Churchill Türkiye'nin Almanya'ya karşı savaşa girmesi için elinden geleni yapmış. Hatta sırf bunun için Türkiye'ye gelmiş ve İsmet Paşa'yla Adana'da görüşmüş. Ancak İsmet Paşa'yı savaşa girmeye ikna edememiş.

Churchill görüşmeden sonuç alamayacağını anlayınca gerisin geriye dönmüş. Ama Churchill bu. Hemen pes etmemiş kurt politikacı. İngiltere güçlü ama zaten Almanya ile savaş halinde. Bir başka savaşı göze alamadığından Türkiye'yi yolu yordamıyla tehdit etmek istemiş. Ne yapayım da edeyim diye düşünmüş taşınmış. En sonunda ne yapacağına karar vermiş. Hemmen yaverinden bir çuval buğday getirmesini istemiş. Bir mektup yazıp çuvalın içine koymuş. Yaverine "Bunu Türkiye'ye İsmet Paşa'ya bizzat götür. Ve Paşa'nın yanıtını almadan da geri dönme" demiş.

Çuval askeri uçakla anında yola çıkmış. Yaver çuvalı İsmet Paşa'ya teslim etmiş ve Churchill'in hemen yanıt beklediğini bildirmiş. İsmet Paşa bir çuval buğdayı görünce çok şaşırmış taabii. Çuvalı açmış bir bakmış ki çuval ağzına kadar buğday dolu ve en üstte de bir mektup var.

Mektupta "Biz İngilizler bu çuvaldaki buğdaylar kadar kalabalığız. Almanya'yla ilişkilerinizi kesin. Yoksa fena olur" gibisinden bir yazı varmış. İsmet Paşa'nın gözleri çakmak çakmak olmuş. Yavere beklemesini söylemiş. Odasına girmiş ve yardımcısından aç bir tavuk bulup getirmesini istemiş. Kendisi de oturup bir mektup döşenmiş. Mektupla tavuğu gelen buğday dolu çuvala koymuş. Churchill'in yaverine "İşte cevabım" demiş.

Yaver çuvalı almış uçağa atladığı gibi gıdak mıdak sesleri eşliğinde İngiltere'ye uçmuş. İngiltere'ye varır varmaz Churchill'in huzuruna çıkmış. Churchill kendinden emin biçimde çuvalı açınca bir de bakmış ki çuvalın içinde karnı yediği buğdaylardan şişmiş bir tavuk bir avuç buğday ve bir de mektup var. Hemmen mektubu açmış. İsmet Paşa mektuba şunları yazmış: "Bir tavukla başedemeyen İngilizler'den niye korkalım?"


syxn3t.gif


Osmanlı’nın ortalığı toz duman ettiği yıllar... Avrupa’da “Arthur oğlum o tabakta bi köfte kalırsa seni Türklere veririm vallaha” lafının çıkıp da halk arasında deyim olduğu zamanlar yağni.

Bi İngiliz gasteci Türk ordusunun anlatıldığı kadar disiplinli olup olmadığını araştırmak için (Nereye gelmiş? Türkiye’ye mi? Osmanlı’ya mı? Anadolu’ya mı? Ülkemize mi?.. Ne denir bur’da?) şeye gelmiş eee gelmiş işte. O sırada çok büyük bi alay Konya Ovası’ndaymış. (Niye?) Gasteciyi de Konya’ya getirmişler. İngiliz bütün gün fotoğraf çekmiş askerlerle komutanlarla konuşmuş. Herkese aynı şeyi soruyomuş “Böyle disiplinli bi ordunun sırrı ne?” Her seferinde de aynı cevabı alıyomuş: “Çünkü biz Türküz!”

Gece olmuş yatılmış. İngiliz gasteci sabah çadırının penceresinden sızan ışıkla uyanmış. Bakmış saat daha sabahın beşi. “Kalkayım da şu nöbet yerlerini gezeyim. Bakarsın uyuyan bi nöbetçi filan yakalarım da heriflerin fiyakalarını bozarım” diye düşünmüş. Fotoğraf makinasını hazırlayıp ayağının ucuna basa basa dışarı çıkmış. Anaaa bi de ne görsün? Alaydan tek bi Allahın kulu yok! Herrr taraf silme Konya Ovası... Yani o kocca alay binlerce asker çıt çıkarmadan gasteciyi uyandırmadan atını topunu tüfeğini yüklenip çadırlarını toplayıp gitmiş.

Osmanlı deyince durup beş dak’ka düşünücen taabi. Kolay mı öyle yedi cihana kök söktürmek! İngiliz gasteci ülkesine dönüp bu olayı yazmış da kimse inanmamış adama. “Sana bu masalı anlatman için kaç kese altın verdiler” demişler alay ederek. Adam da o sinirle evini barkını satıp İstanbul’a gelmiş. Topkapı Sarayı’nın muhafız başısına hikayesini anlatıp Türk ordusuna katılmak istediğini söylemiş. Gavur diye temkinli davranmışlar ama adamın istediği olmuş yine de. Silahhane de namlu yağlama işine vermişler. Orada ömrünün sonuna kadar huzur içinde çalışmış gasteci.


syxn3t.gif


İzmir dağlarında dolaşan bir efe varmış. Çok mert namuslu bir adammış. Bi tek kötü özelliği varmış: Bu adamcağız çok sık susar susadığı zaman da gözü başka bi'şey görmezmiş. Günlerden bi gün efemiz dağlarda gezerken yine susamış. İçecek bi'şeyler ararken sağdığı sütleri pazara satmak için götüren bir köylüye rastlamış.

Köylüye "Yanında içecek bir şey var mı?" diye sormuş. Bizim zavallı köylü az önce matarasındaki son damla suyu içtiğini söylemiş. Bunun üzerine "Güğümde ne var?" diye sormuş efe. "Süt" cevabına çok sevinmiş. Fakat ne yaptılar ne ettilerse bi türlü güğümün kapağını açamamışlar. Efe köylüye "Açıl bakalım hele biraz" demiş. Tüfeğini doğrultup güğüme nişan almış. Öyle bi atış yapmış ki güğümün sadece bi tarafını delmiş. E diğer tarafı da delecek olsa güğümü taşıyan eşek yaralanırmış. Efe açılan delikten kana kana süt içip sussuzluğunu gidermiş.

Bizim köylü akan sütü nasıl durduracağını bilememiş. Ne tıkadıysa süt akmaya devam ediyormuş. Efe bir müddet köylüyü izlemiş; sonra bi kez daha gök gürültüsü gibi sesiyle köylüye seslenmiş: "Hele bir kez daha çekil bakalım!" Köylü kenara çekilince efe nişan almış ve bi kez daha marifetini göstermiş: Az önce açtığı deliği tek kurşunla kapatmış. Ama kapatmak ne kelime kurşun güğümün üzerinde resmen perçin olmuş. Köylü mutlu efe gururlu ayrı ayrı yönlere devam etmişler. Bu olaydan sonra efenin namı "Perçinci Efe" olarak yürümüş.

syxn3t.gif


Devir Kore Savaşı günleri. Ne idüğü belirsiz bi savaşın içine müttefiklere hoş görüneceğiz diye dalmışız. Amarikalılar "zaten bizim navy aslanları işi bitirir ama hadi Türkler de istiyor hevesleri kırılmasın gelsinler bari" diye hafiften burun kıvırarak karşılamışlar bizim hükümetin savaşa katılma kararını... Vaay Coni'ye bak. Sen ne zaman adam oldun lan gavur! Sen önce tuvaletine taharat musluğu taktır kıçındaki b.kla geziyosun...
İlk Türk birliği Kore'ye varmış diğer müttefik askerlerle birlikte teftiş için sıraya dizilmiş. Bizimkiler tam da Amerikan askerlerinin yanındalarmış. Yalnız Mehmetçikler Amerikan ayılarının yanında biraz çelimsiz kalmış taabi. Amerikalıların komutanı bizim komutanın yanına gelmiş alaycı bir tavırla 'Siz bunlarla mı geldiniz Kore'de savaşmaya Hiç gelmeseniz de olurdu canım' diyerekten bizim askerlerden birini şöyle iki yanından sallamış. Askercik sendeleyip düşer gibi olmuş arkadaşlarından biri tutmuş garibi. Türk komutan bütün sakinliğiyle "Bakın bayım" demiş (Yani İngilizce olaraktan "look mister" demiş. Hem de herifin konuştuğu Kuzey Virginia aksanıyla söylemiş bunu) "Bu asker size saygısızlık olmasın diye öyle sarsıldı. İsterseniz şimdi tekrar deneyin. Aynı şeyi bir daha yapabilirseniz biz tasımızı+tarağımızı toplayıp derhal ülkemize geri döneceğiz."

Amerikan komutanı alay eder vaziyette o çelimsiz dediği Mehmetçiği yine sallamaya çalışmış. Ama çocuğu bir milim bile yerinden oynatamamış. Adam bütün gücüyle bir daha denemiş ama nafile. Amarikan komutanı anlamış taabi yanlışını. Hemen bizim komutanın elini sıkmış bütün birliği de tek tek alınlarından öpmüş... "Zaten İngilizcenizin mükemmeliğinden anlamalıydım. Beni affedin" demiş


syxn3t.gif

Churchill ile İsmet İnönü'nün ünlü Adana buluşmasında tarihin akışını değiştiren asıl olay İnönü'nün Churchill'e kanmayıp Türkiye'yi savaşa sokmaması değilmiş. Bu görüşme sırasında İnönü modern tıp dünyasına büyük bir yardımda bulunmuş.

İki lider buluştuklarında Churchill İnönü'yü ikna etmek için elini kolunu sallayarak hararetle konuşuyormuş. Ancak İnönü kurt politikacı tabii aslında karşısındakinin niyetini bildiğinden ve kararını çoktan verdiğinden pek de dinlemiyormuş. Öyle sağa sola bakarken Churchill'in elindeki lekelere gözü ilişmiş. Churchill'in ısrarlı konuşmasını durdurmak için bir ara "Sör elerinizin durumunu beğenmedim. Hayrola?" deyivermiş. İngiliz: "Hiç sorma İsmet Paşam! Egzama oldum ve tedavisi de yok mendeburun" demiş.

İsmet Paşa konuyu usturubuyla değiştirmenin yolunu bulduğu için gülümsemiş ve demiş ki: "Sör Winston sen bu işi oldu bil". Bundan sonra iki liderin görüşmesi egzamadan başlayıp geyiğe sarmış. Churchill de bir sonuç elde edemeden gerisin geriye dönmüş.

Görüşmeden sonra Ankara'ya dönen İsmet Paşa peynircibaşını çağırmış. Ustadan Churchill'e iki teneke küflü peynir yollamasını istemiş. Churchill'e gidecek pakete konması için bir de not yazmış. Notta "Azizim ellerini bunla sabah akşam ov. İki güne bir şeyin kalmaz. İmza: İsmet İnönü" yazıyormuş. Churchill Türkiye'den gelen paketi açınca dudak bükmüş önce ama bir kaç gün sonra elleri iyiden kaşınmaya başlayınca İnönü'nün tavsiyesine uymuş. İki gün içinde ellerinde egzama megzama kalmamış. Churchill kalan bir tenekeyi hemmen labaratuara yollamış. Uzmanlar küflü Türk peynirinde acaip antibiyotik


syxn3t.gif

İngiltere Cumhurbaşkanı Atatürk’ü ziyarete gelmiş Ankara’ya. Erzurumlu Teyyo Pehlivan da tesadüf Mustafa Kemal’in yanındaymış. Erzurum’un bi meselesi varmış kentin ileri gelenleri çok rica etmiş “Ata seni kırmaz n’olur şunu bi hallediver” demişler Teyyo Pehlivan da bu nedenle Gazi’ye gelmiş. Bi ara Atatürk’le İngiliz Cumhurbaşkanı satranç oynamaya karar vermiş. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı’na “Oynayalım ama yenersem bana ne vereceksin?” demiş. Bunun üzerine İngiliz “Yenersen Kuzey İrlanda’yı sana veririm. Ben yenersem sen ne vereceksin?” demiş. Gazi biraz düşünmüş “Eğer ben yenilirsem sana Doğu Anadolu’yu veririm” cevabını vermiş.
Bunu duyan Teyyo Pehlivan hemen itiraz ederek “Oo Paşam bizim ev n’olacak o zaman?” diye sitem etmiş. Atatürk “Doğru” demiş “Doğu Anadolu’yu veririm ama Teyyo’nun evi hariç”. Bu kez itiraz sırası İngiltere Cumhurbaşkanı’na gelmiş “Teyyo Pehlivan’ın evi yoksa ben Doğu Anadolu’yu ne yapayım” demiş ve satranç oynamaktan vazgeçmiş.



KONUNUN UZMANI DİYOR Kİ :

Hayatının son yıllarında da olsa ulusal şöhreti yakalamayı başaran Erzurumlu Teyyo Pehlivan -Gerçek adıyla Tayyip İde- bilindiği gibi “masum” yalanlarıyla ünlü. 1998’in son ayında hayata veda eden Teyyo Pehlivan’ın kahvelerde insanları etrafına toplayarak anlattığı pek çok yalan daha şimdiden şehir efsanesi durumuna gelmiş bile. Emin olun bi’kaç yıl sonra bunların masum yalanlar olduğu “unutularak” her biri kendi başına yaşanmış birer hikaye gibi anlatılacak

syxn3t.gif

devam edecek=)
 
Biliyorum Çocuğum..

Hatay sorununda Fransızların zorluk çıkardığı günlerdeydi. Atatürk sofrasına çağırdığı Fransız Fevkalade Komiserine içini döküyordu.
-Hatay işi benim kişisel davamdır. Beni üzüyorsunuz. Korkarım ki beni meseleyi başka türlü halletmek zorunda bırakacaksınız.
Atatürk bu sözleri Türkçe olarak yüksek sesle söylüyor ve herkes dinliyordu. Hazır bulunanlardan Kazım Paşa da onun sözlerini Fransızca’ya çeviriyordu. Atatürk’ün “Beni Üzüyorsunuz” sözü salona yansır yansımaz arka sıralarda bulunan bir genç ayağa kalkarak:
-Atatürk! Üzülme arkanda biz varız diye bağırdı.
Atatürk birden başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kaşları kalkmış ürkünç bir çehre almıştı. Salon birden derin bir sessizliğe gömüldü. Herkes Atatürk’ün gence sinirlendiğini sanıyordu. Oysa tam bu sırada gözlerini gence diken Atatürk onun bu sözüne karşılık olarak:
-Biliyorum çocuğum onu bildiğim için böyle konuşuyorum diye karşılık verdi



syxn3t.gif

Ata ya Hakaret eden Köylü

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Ata’ya bildirdiler.
-Mahkemeye veriyoruz dediler size küfür etmiş.
Atatürk sordu:
-Ben ne yapmışım ona?
Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar:
-Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan.
Bunu söyleyen o zamanın bakanlarından biridir. Bakana şu soruyu yöneltmiş:
-Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?
-Hayır...
-Ben Trablus’ta iken içmiştim. Pek berbat şeydir. Köylü gene bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğiniz yerde ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız


syxn3t.gif

Ata nın Cevap Veremediği Tek İnsan..?

Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi:
-Türklere rahat vermemeli ki başka sahalarda ilerleyemesinler...
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar savaşlar açarlar Balkan milletlerini “İstiklal” diye kışkırtırlardı.
Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi.
Onların neden zengin bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü Atatürk’e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.
Atatürk Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor’un...
-Ya şu koca bina?
-Yargo’nun...
-Ya şu?
-Salomon’un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de Tuna Boyları’nda Balkanlar’da Arnavutluk Dağlarında Kafkaslar’da Çanakkale’de Sakarya’da savaşıyorduk paşam...<br>
Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur der dururdu



syxn3t.gif

Atatürk ve Nöbetçi

İtalyanların Habeş Harbi sıralarında idi. Ege kıyılarında kıta ve tahkimat komutanları çok titiz davranıyorlar kıtaya herhangi bir yabancının sızması olasılığına karşı erleri sık sık uyarıyorlardı.
Bu günlerin birinde Atatürk’ün teftişe geleceği haber alındı. Atatürk beklenilen günde yanındaki erkanı ile geldi. Kıtaları teftiş edip dolaşmaya koyuldu.
Savunma mevzilerinden birine giden yolun dönemecinde Atatürk birdenbire durdu. Yanındakilere:
-Siz beni burada bekleyiniz ben yalnız gideceğim dedi.
Yanındaki komutanlar tereddütle birbirlerinin yüzüne baktılar. Fakat tabii bir şey söyleyemediler.
Atatürk patikanın kıvrımını döndü. Koruganın hakim bir noktasında nöbet bekleyen Mehmetçiğe doğru yürüdü. Uzaktan gelen bir sivilin kendisine doğru yürüdüğünü gören Mehmetçik hemen silahına davrandı. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden gür sesi ile:
-Dur!... diye gürledi.
Atatürk bu kesin ihtar karşısında durarak:
-Sen beni tanımıyor musun? Ben kimim?
-Mustafa Kemal’sin komutanım.
-Peki sen benim Mustafa Kemal olduğumu biliyorsun da hala neden yasak diyorsun?...
Mehmetçik bir an durakladı. Herhalde teftişten haberi vardı. Fakat onun bildiği Atatürk yanında kalabalıkla gelirdi. Böyle yapayalnız gelmezdi. Bir an daha düşündükten sonra kafasını salladı ve safiyetle yanıt verdi:
-Komutanım Mustafa Kemal’sin Mustafa Kemal olmasına ama... Düşmanların işine akıl sır ermez... Birini sana benzetir içeri sokarlar... Gözünü seveyim sen şu bizim yüzbaşıyı al birlikte gel o zaman nereye istersen git!
Atatürk geri döndükten sonra komutanlara bunu anlattı. Bu mert ve uyanık eri çavuşluğa yükselttirdi.




syxn3t.gif


TÜRK ün Şanı...

Mustafa Kemal 5. Ordu’da Arap ırkından olan askerlere özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından üstün tutulduklarını gördükçe üzülüyordu.
-Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygusundan ne zaman kurtulacağız? diyordu. Aynı ızdırabı ben de duyuyordum.
Yafa’da Mustafa Kemal’in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşı vardı. Yüzbaşı Anadolulu kıta çavuşlarına kötü davranıyor yeni Arap erlere karşı ise gereğinden fazla tolerans gösteriyordu. Onların azarlanmasına hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu.
Mustafa Kemal başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
-Bir gün Makedonyalı yüzbaşı kıta çavuşlarından birini bölük komutanı odasına çağırdı. Müfit’le ben de orada idik. Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı idi. Yüzbaşı gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı. Delikanlıdan çok mensup olduğu ırka hücum ediyordu:
-Sen diyordu nasıl olur da yüce Arap ırkına mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil sen onların ayağına su bile dökemezsin...
Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu. Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım. Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı. Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.
Dayanamadım.
-Yüzbaşı efendi susunuz!
Diye bağırdım birden şaşırdı sözlerinin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu.
-Yoksa fena bir şey mi söyledim? dedi ben de
-Evet çok fena hakaret ettiniz buna hakkınız yok bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi bir çok bakımdan yüce olabilir fakat senin de benim de Müfit’in de ve çavuşun da mensup olduğumuz ırkın da büyük ve asil bir millet olduğu asla inkar edilemez bir gerçektir.
Yüzbaşı başını önüne eğdi utanmıştı.
Yıllar sonra bir gün Ankara’da beni de şahit göstererek anlattığı bu gerçek olay karşısında görüşü şu idi:
-Bu ve buna benzer olaylar Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.
Mustafa Kemal’in Türk Tarih Kurumu’nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır. Atatürk Türk Milleti’nin asaletine büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir milletine:
-Ne mutlu Türküm diyene
hitabıyla seslendiği zaman buna varlığı ve içtenliği ile inanmıştı:

Ali Fuat CEBESOY Sınıf Arkadaşım ATATÜRK


syxn3t.gif

HATAY

1923 yılı Mart’ının On Beşi Pazar günüydü. Atatürk Adana İstasyonu’nda trenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları “Yaşa varol!” sesleri arasında yaya olarak kente giriyordu.
Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk’ün önünde durdular. Arkalarından bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın kişiliğinde henüz tutsak bulunan İskenderun’la Antakya’nın Türk olan bütün halkı:
“Bizi de kurtar” diye yalvarıyordu.
Herkesin gözleri yaşarmıştı hıçkırıklarını tutamayanlar vardı.
Atatürk’ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi. Genç kızın nutku bitince Atatürk’ün alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünde bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
-Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz! dedi.
On altı yıl sonra Hatay sorunun en heyecanlı günlerinde hasta ve bitkin olmasına rağmen Hatay’a yakın olmak için tekrar Adana’ya gitti. Dört saat ayakta durmak birliklerin geçidini izlemek gibi olağanüstü bir dayanıklılık gösterdi. Hatay kurtuldu fakat Atatürk’ü yitirdik.
İsmail Habib bu konuyu şöyle bitirir:
“Hatay Hatay! Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu!”



syxn3t.gif

ATATÜRK Ve Trikopis

Büyük Taarruz esnasında Gazi’nin yanında bulunan arkadaşları Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis’in Başkomutan Çadırı’na nasıl getirildiğini şöyle anlattılar:
Trikopis diğer esir kolordu ve tümen komutanları ile birlikte Gazi’nin huzuruna çıkarıldıkları zaman hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi bunları oturtmuş kendilerini teselli için bu gibi yenilgilerin tarihte örnekleri olduğunu sevk ve idareyi eksiksiz yapmış iseler vicdanen rahat olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:
-Askeri görevimi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl görevimi maalesef yapamadım diye intihar edemediğini anlatmak isterken Gazi:
-O size ait bir düşüncedir diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
-Şurada bir tümeniniz vardı. Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere sürseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Gibi bazı eleştiriler yapmış Trikopis:
-Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki Kolordu Komutanı’nı göstererek) bu yapamadı demiş.
Bu görüşmeler olurken esir komutan yavaşça yanında bulunan subaylarımızdan birine:
-Bizim ile konuşan bu general kimdir? diye sormuş subay:
-Başkomutan Mustafa Kemal deyince adam hayrete düşmüş:
-Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim Başkomutan İzmir’de vapurda oturuyordu diyerek derdini dökmüş.
 
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA NIN İDAMI

Viyana’da mağlup olan Merzifonlu Belgrad’a gelmiş padişahın kararını beklemekteydi. Neticede padişah Merzifonlu’nun kafasını getirmek üzere Ahmet Ağa’yı görevlendirdi. Ahmet Ağa Belgrad’a geldi ve Merzifonlu’ya:
-Hünkarımız sizden emanet olan mühr-i hümayunu sancak-ı şerifi ve müftah-ı kabeyi ister dedi.
Merzifonlu istenilen şeyleri Ağa’ya teslim etti ve:
-Bize ölüm var mı Ahmet Ağa diye sordu.
Ahmet Ağa da:
-Olmak gerek sultanım diye cevap verdi.
Merzifonlu bu sözlerden sonra iki rekat namaz kıldı odada bulunanları dışarı çıkardıktan sonra ilmeği eli ile boynuna geçirdi Ahmet Ağa’ya:
-Hadi Ahmet Ağa bizi dualarından eksik etme işini bitir dedi.
Celadlar iki yandan çektiler ve Merzifonlu’yu boğdular. Kesilen baş bir torbaya konulup Edirne’ye yollandı. Tarihi kaynaklara göre Merzifonlu’nun kesik başı Edirne Sarayı’nın önüne konduğu zaman bir yıldırım isabet edip kafayı yakmıştır



syxn3t.gif




MEKTUP

1677 yılında Osmanlılar aleyhine Rusya ile Lehistan gizli bir anlaşma yapmışlarsa da Merzifonlu Paşa’nın bundan haberi olmuştu. Derhal hem Rusya’ya ve hem de Lehistan’a aşağıdaki mektubu yazıp kendilerini tehdit etti:
-Lehistan ile Rusya devletlerinin aleyhimizde birleşmekte olduğunu biliyoruz. Ancak bu birleşme bizi ürkütmemiştir. Allah’a hamdolsun ki Osmanlı Devleti’nin kuvveti o kadar çoktur ki değil Rusya ve Lehistan’ın birleşmesi 7 ve 9 kral birleştikleri halde sakalımızdan bir tek kıl dahi koparmamışlardır



syxn3t.gif


BOMBACI MEHMED

Seddülbahir ve Conkbayırı’nın büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuş’tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca yakalar ve karşı tarafa fırlatırdı. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları birkaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş’un iadesini önlemek istemişlerdir. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş’un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı hastaneden tabur komutanına şöyle bir mektup yazmıştır:
“Sağ kolumu kaybettim zararı yok sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz affediniz muhterem komutanım.




syxn3t.gif


BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ

( Çanakkale Savaşı’ndan) O gün Boğaz tabyaları arasında en çok işi gören ve en çok hasara uğrayan Mecidiye tabyası oldu. Cevat Paşa tabyanın feci durumunu haber almış ve onları ziyaret için hareket etmişti. Tabyanın durumu hazindi. Yıkıntılar arasında dolaşırken bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip:
-Ne var evlat? diye sordu.
Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyetini aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.
Cevat Paşa:
- Gözlerine bir şey mi oldu oğlum diye sordu.
O zaman nefer tok bir sesle:
-Üzülmeyin efendim diye cevap verdi. Benim gözlerim göreceğini gördü. <br>
Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve Ocean destroyeri hareket edemez hale getirilmişti. Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu



syxn3t.gif


ADALET..

Bir aslan bir kurt ve bir tilki ava çıkarlar bir geyik bir koyun bir de horoz avlarlar. Aslan kurda:
-Şimdi bunları adaletle paylaştırıp sohbetimize tat verder.
Kurt:
-Ey cihan padişahı geyik sizin koyun benim horoz da su zavallı tilkinindir. Aslan bir kükremeyle kurdu kan revan içinde yere serer. Tilkiye dönüp:
-Tez sen üleştir der.
Tilki ey yiğitler ülkesinin tek hükümdarı:
-Koyun sabah kahvaltınız geyik öğle yemeğiniz horoz da sultanıma çerezdir der.<br>
Aslan:
-Aferin sana bu adaletli taksimi kimden öğrendin <br>
Tilki:
-Şu yerde yatan kurt kardeşten öğrendim der. (Mevlana C.Rumi Mesnevi’den )
 
II.MEHMED İN MEKTUB U

Haçlı ordularının Balkanlarda ilerlemeleri karşısında II.Mehmet (Fatih) devlet erkanının isteği üzerine babasını tahta davet etti. Ancak II.Murat oğlunun prestiji kırılmasın diye ilk teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine II.Mehmet babasına aşağıdaki tarihi mektubu yazarak onu ikinci defa tahta davet etti:
“Eğer padişah biz isek size emrediyoruz gelip ordunuzun başına geçin. Yok padişah siz iseniz gelip devletinizi müdafaa edin



syxn3t.gif


FATİH İ KIZDIRAN SUAL

Fatih Sultan Mehmet sefere giderken nereye gidebileceğini kimseye söylemezdi. Fatih gene bir sefere hazırlanırken kadılardan biri kendisine:
-Şevketlü sultanım dedi acaba sefer-i hümayununuz ne tarafadır?
Fatih bu soruya kızdı ve kadıya şöyle dedi:
-Hoca efendi sakalımın tellerinden biri yapmak istediğimi bilmiş olsaydı onu hemen koparır ve yakardım




syxn3t.gif


NEZAKET

Kanuni Süleymaniye Cami’nin temelini atarken yanında bulunan Şeyhülislam Ebusuud Efendi’ye:
-Üstadım dedi bu işe benden daha layıksınız yapılacak caminin temel taşını siz koyunuz. Bir şaheser olan Süleymaniye Cami bittikten sonra ise Mimar Sinan’a:
-Bu cami-i şerifi sen yaptın. Kapılarını ibadete açmak senin hakkındır demiştir



syxn3t.gif


KIYAFET

Yavuz Sultan Selim kıyafetinin sadeliği ile meşhurdur. Onun düşüncesine göre süs kadınlığın sadelik erkekliğin özelliğidir. İşte bundan dolayı bir gün şehzade Süleyman muhteşem bir kıyafetle karşısına çıkınca:
-Sen böyle giyinirsen anan ne giysin Süleyman? diye oğlunu azarladığı söylenir



syxn3t.gif

NAMIK KEMAL

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem bir gün babasından şu unutulmaz mektubu aldı:
-Ekremciğim ne yapacağım bilemediğim için sana mektup yazıyorum. Ama ne yazacağımı da bilemediğim için sözüme son veriyorum; gözlerinden öperim
 
eLLerine sağLık..harika dökümanLar..
 


syxn3t.gif


YARIM MİLYON..

Bir gün Müslüman memleketlerden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:
-Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.
Olabilecek bir şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
-Yarım milyonun bu uğurda ölür mü? diye sordu.
Adamcağız yüzüme baka kaldı:
-Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.
-Benimle olmaz beyefendi hazretleri yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.



syxn3t.gif


ATA NIN YOLUNDAN GİDENLER...

İzmir Hakimiyet-i Milliye Okulu’nda öğretmendim. Okulumuz bir çocuk balosu hazırlamıştı. Çok mutlu bir rastlantı ile o gün Atatürk de İzmir’de bulunmaktaydı. Onu da davet ettik.
“Acaba gelecek mi?” diye hepimiz heyecan içindeydik. Sonunda “Geliyor” denildi.
Koştuk karşıladık. Gülümseyen bir yüzle ellerimizi sıktı. Yanında yaverler paşalar vardı. Koca salon heyecandan karmakarışık olmuştu. Büyük küçük herkes onu yakından görmek sesini duymak için çırpınıyordu. Zorlukla ortalığa bir düzen verdik. Öğrencilerden Ali ortaya geldi. Çocuk heyecandan bocalıyor bir şeyler bulup söyleyemiyordu. Derken küçük Ali coştu. Kendinden geçti. Kollarını ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle:
-Senin ismini andıkça senin resmine baktıkça seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah! Seni doya doya öpmek istiyorum diye haykırdı.
O zaman o da kollarını açarak:
-Öyleyse gel öp! dedi.
Ali koştu boynuna atıldı. Öteki çocuklar dururlar mı?
-Biz de biz de!
Diye bağrışarak koştular. Kucağına atıldılar. Öptüler öptüler. Heyecandan sevinçten ağlıyorduk. Yaverler paşalar ve hatta kendisi bile...
Evet yaptığı harplerin heyecanı kazandığı zaferlerin sevinci belki onu ağlatmamıştır. Fakat bu bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu onu sarsmış heyecandan gözlerini bulandırmıştı. Gözlerine dolan yaşları tutmak için dudaklarını ısırdı. Sonra heyecandan titreyen bir sesle yanındakilere hiç unutamayacağım şu sözleri söyledi:
-İşte benim neslim bunlar!





syxn3t.gif


DÜŞMANDAN KAÇILMAZ..

Çanakkale Savaşı’nın en amansız günüydü. Mustafa Kemal 34 yaşında Arıburnu’nda İstanbul’u karadan çevirip almak isteyen düşmanların karşısındaydı.
25 Nisan günü İngilizler Arıburnu’na asker çıkarmaya başlamışlardı. Orada bulunan küçük birlik geri çekiliyordu. Bunu gören Mustafa Kemal karşılarına dikildi:
-Nereye gidiyorsunuz?
-Efendim düşman...
-Nerede?
-İşte
261 rakımlı tepede düşman çıkarma yapıyordu. Bizim birliklerden daha yakındı. Kaybedecek zaman yoktu.
-Düşmandan kaçılmaz.
-Kurşunumuz kalmadı.
-Süngünüz var ya... Süngü tak!... İleri?...
Mehmetçikler büyük komutana uymuş süngü takmışlardı. En uygun noktaya geldiler.
-Yat...
Düşman askerleri karşılarında ateşe hazır Türk kuvvetlerini görünce sindiler ve ateşe başladılar. Zaman kazanılmıştı. Mustafa Kemal yanındaki subayı gerideki birliklere haberci gönderdi. Yetişen Mehmetçikler düşmanı püskürttü.
NE KADAR BASİT BİR ANEKTOD GİBİ GÖRÜNSEDE İŞTE DEHA VE KOMUTANLIK BUDUR..İDARE ETMEK YÖNETMEK





syxn3t.gif



ATA VE KÖYLÜ

Bir gün bir köylü Atatürk’ün Orman Çiftliği sınırları içindeki bir tarlayı kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. Onu gördüler. Uyardılar dinletemediler. Bunun üzerine Atatürk’e söylediler.
Atatürk denetlemeye çıktığı zaman o tarafa gitti. Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
-İşte budur dediler.
Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü; yaklaşınca sordu:
-Burada ne yapıyorsun?
Köylü gülümsüyordu. Son derece sevip saydığımız fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. Sakin bir sesle cevap verdi:
-Tarlayı sürüyorum.
-İyi ama bu tarla senin midir?
-Değildir.
-Kimindir?
-Atatürk’ündür!..
Köylü bu cevapları vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. Bu itibarla dava kaybolmuş demekti. Atatürk kendi toprağına tecavüz edildiği için değil haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
-İyi ama sen başkasına ait bir toprağın ona sorulmadan ve izin alınmadan sürülüp ekilemeyeceğini bilmiyor musun?
Köylü hiç telaş etmiyordu. Aynı sükunetle dedi ki:
-Biliyorum fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
Atatürk’ün kaşları çatıldı büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
-Bu hakkı nereden alıyorsun?
-Çok basit... Atatürk bizim babamız değil midir? İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
Atatürk’ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının



syxn3t.gif




YUNAN BAYRAĞI

Atatürk İzmir’in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelince kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu: Bu ipekten kocaman bir Yunan bayrağı idi. Üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti:
Kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
-Buyurunuz geçiniz. Bizim öcümüzü alınız! Yunan Kralı bu evden içeri bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin. Bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir.
Atatürk o yerde serili bayrağın önünde bulunduğu noktada kaldı. Çevresindekilere tatlılıkla baktı.
-O geçmişse hata etmiş. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.
Bayrağı yerden kaldırttı bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi.
 
SULTAN ANA

Atatürk İzmir zaferinden sonra ilk kez Adana’ya gelmişti. Ayağının tozuna yüz sürmeyi adak edenleri zorla topraktan ayırabiliyorduk. O genç alçak gönüllü kurtarıcı bu coşkun kendinden geçmiş halkı selamlaya selamlaya hükümet konağına geldi. Biraz sonra evine dönecekti. Merdivenlerin yarısını indiği sırada bir kucak sarı çiçekle bir köylü kadınının nefes nefese sıçrarcasına merdivenleri çıktığını gördük.
Gazi Mustafa Kemal durdu köylü kadını yanına kadar çıktı. Anlatılamaz bir hayranlıkla O’nun gözlerine tutuldu ve bir süre bu dalgınlık içinde yerinden kımıldanamadı sonra bir ana sesindeki sevecenlik ve özlemle:
-Ah benim çakır oğlum! Yolunu bir deli gibi bekledim. Sana bu çiçekleri tarlamdan yoldum. Eğ başını! O sarı saçlarını öpeyim... Bu benim adağım umduğumu çok görme...
Genç komutanın yüzüne bir huzur ve sevinç yayıldı başını ona doğru eğdi. Köylü kadın bu sarı başı bağrındaki sarı çiçeklerin üzerine bastırdı. Kokladı öptü. Sonra da sarı fulyaları ayağının altına sererek:
-Adağım yerini buldu koca yiğit tuttuğun altın kılıcın keskin olsun her muradın yerine gelsin dedi.
Bu köylü kadın bizim cephe arkadaşımız “Sultan Ana” idi


syxn3t.gif

BEN GELİYORUM

Yavuz Sultan Selim 1515 yılında Dulkadiroğlu Alaüddevle’yi Turnadağ Savaşı’nda mağlup etmiş ve bu ülkeyi sınırları içine katmıştı. Ancak Mısır Sultanı Kansu Gavri elçi yollayarak bu fethi protesto etmişti. Elçi Yavuz Sultan Selim’e:
-Hutbelerinde sultanımızın adı okunan memleketleri iade ediniz dediğinde Yavuz Sultan Selim şöyle cevap verdi:
-Sultanına söyle hutbe ve sikkede adının muhafazasını bizim memleketimiz Anadolu’da değil Mısır’da düşünsün.
Elçi başını eğip:
-Ben bunları sultanıma nasıl söylerim. Siz bir elçi gönderin de o söylesin deyince Yavuz:

-Elçiye lüzum yok ben geliyorum demiştir



syxn3t.gif


İstanbul un Fethi Şu beşikteki yavruya nasip olacak.
Sultan II.Murad zamanında Ankara’da bulunan Hacı bayram Veli’yi vezir sultana şikayet eder:
-Ankara’da bir çıkmış etrafına bir çok mürid toplamış sizin makamınıza göz dikmiş der.
Padişah iki asker gönderir:
-Eline kelepçe vurun getirin der.
İki asker Edirne’den yola çıkarlar.
Hacı Bayram Veli bundan manen haberdar olur. Yanına bir müridini alır ve Ankara dışında askerleri karşılar.
Hacı Bayram Veli sorar:
-Nereye gidiyorsunuz?
Onlar da:
-Ankara’ya. Orada biri çıkmış sultanın makamına göz dikmiş. Onu alıp padişaha götüreceğiz derler.
Bunun üzerine Hacı Bayram Veli:
-O benim. Buyurun elime kelepçe vurun gidelim der.
Askerler:
-Aman efendim biz sizin gibi bir zatı götüremeyiz. Onu bulamadık diyelim biz dönüp gidelim derler.
Hacı Bayram Veli:
-Hayır padişahın emrini yerine getirmelisiniz der.
Beraberce Edirne’ye gelirler. Padişahın huzuruna çıkarlar. Padişah onun konuşmalarından hal ve hareketinden söylendiği gibi biri olmadığını anlar. Bu sırada kötü niyetli vezir Hacı Bayram Veli’yi zehirlemek ister. Hacı Bayram Veli’nin şerbetine zehir koyar. Şerbeti sıra ile verir. Sıra Hacı Bayram Veli’ye gelince alır yanındaki müridine verir:
-Oğlum bunu vezir niyetine iç der.
Mürid içer ve vezir ölür.
Bunun üzerine Hacı Bayram Veli der ki:
-Padişahım şerbeti ben içse idim siz ölecektiniz mürid içince vezir öldü.
Padişah Hacı Bayram Veli’ye sorar:
-Babam İstanbul’u fethetmek için çok çalıştı müyesser olmadı acaba bize müyesser olacak mı?
Hacı Bayram Veli cevap verir:
-Şu beşikteki yavruya nasip olacak.
Beşikte henüz altı aylık olan Fatih Sultan Mehmet vardır



syxn3t.gif


TÜRK OLARAK DOĞMAK...

Atatürk kendisinin insanüstü bir varlık olduğunu söylemelerini hiç hoş karşılamazdı. Çocukluk arkadaşı Nuri Conker’in sert şakalarını büyük bir neşe ile dinler ve hepimizin önünde tekrarlatırdı.
Bir gün sofradakilerden biri:
-Paşam demişti kim bilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız. Kim bilir ne eşsiz anılarınız vardır
Atatürk güldü ve Conker’e döndü:
-Nuri anlatsın dedi.
Nuri Bey her zamanki şakacı diliyle:
-Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi yanıtını verdi. Deminki soruyu soran kişi sözün bu yola dökülmesinden fena halde ürktü. Soruyu ortaya attığına bin kez pişman oldu.
-Aman efendimiz diyecek oldu Atatürk hemen sözünü kesti:
-Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdedir.


syxn3t.gif


EVLADIN NE ÖNEMİ KALIR ?

Atatürk Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçtikten ve Erzurum Kongresi’ni yaptıktan sonra Sivas’a dönmüş orada ikinci kongreyi açmıştı. Bu sırada lise binasında yatıyor; toplantılar yapıyordu. En basit ihtiyaçlarını bile temin edecek halde değildi; bazı geceler sabahlara kadar küçük petrol lambasının cılız ışığında çalışıyordu.
Bir aralık lise binasına baskın yapılacağı ve Atatürk’ün yakalanıp asılacağı hakkında şehirde haberler dolaşmaya başladı.
Atatürk’ün hizmetini basit fakat temiz ruhlu fedakar bir Türk genci yapıyordu. Bu delikanlının babası gizli ve sık sık geliyor oğluna:
-Etme eyleme evine dön bugün yarın şehir basılacak Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar her şeyi göze almışlar sen aileni düşün diyordu.
Atatürk bu geliş gidişin farkına vardı bir gün delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu:
-Sık sık sana gelen kimdir?
-Babam!..
-Ne istiyor?
Delikanlı her şeyi anlattı. O zaman Atatürk ona doğru biraz daha ilerledi; elini omuzuna koydu ve dedi ki:
-Hizmetinden memnunum fakat baba hakkı büyüktür. Madem ki razı olmuyor git! Git fakat babana söyle ki vatan elden giderse evladın ne önemi kalır?
 
GÖREV ADAMI

Osmanlı şeyhülislamlarından olan Molla Fenari şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti. Geri vermesi gerekiyordu ama satın aldığı adam zorluk çıkartır. Atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadı Molla Fenari’yi yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı.
Fakat o gece at öldü. Adam ertesi gün olanları Molla Fenari’ye anlattı mağdur olduğunu ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenari:
-Senin zararını ben ödeyeceğim dedi.
Adam hayretle Molla Fenari’ye baktı:
-Niçin siz ödeyeceksiniz konuyla ilginiz ve suçunuz yok ki dedi.
Molla Fenari:
-Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım olaya müdahale eder atı geri verdirir paranı iade ettirirdim. Bu imkan şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararı ben ödeyeceğim dedi




BANA BENZER Mİ ?

Bir gün askeri bölgeye giderken otomobili bozuldu.
- Yürüyelim otomobil yapılınca arkadan gelsin dedi.
Atamızla arkadaşları yürüdüler. İlerden Mehmetçik bağırdı:
- Dur. Kimsin?
Durdular Mehmetçik geldi:
- Buralara Atamız gelecek. Geçmek yasaktır.
Ata güldü:
- İyi bak Atatürk bana benzer mi?
Mehmetçik baktı gözleri parladı.
- Benzemeye benzer ama askerlik bu bir de onbaşım görsün dedi



syxn3t.gif

BU MİLLETE UŞAKLIĞI ÖĞRETEMEDİM !!

İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
- Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.
Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:
- Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim diyerek memnuniyetini bildirdi.
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:
- Bu millete her şeyi öğrettim fakat uşaklığı öğretemedim dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.



syxn3t.gif

ATA VE KİN

Atatürk’ün asla kini yoktur. Bir kimseye ne kadar kızarsa kızsın bir süre sonra affeder olanları unutur bir daha duymak bile istemezdi. Bu yüzden civarındakilerden birçokları zaman zaman gözden düşer sonra yeniden affedilir yeniden eski mevkiini alırdı. Fakat asla göz yummadığı şey bir kimsenin ekmeğiyle oynanmasıydı.
Yeni harflerin kullanılmasının kararlılıkla takip edildiği dönemde bir seyahati esnasında bir hükümet bürosuna girdi. Açtığı bir defterde bir deste eski harflerle yazılmış notlar ve kağıtlar buldu. Defterin sahibi yaşlı bir memurdu.
Atatürk hayatında ender rastlanan bir hiddetle memurdan başladı amirde bitirdi hepsini kovdu. Dışarı çıkarken de:
- Bunlar mikroptur efendim! Milli bünyenin iyiliği namına temizlenmeli!... diye bağırdı.
Akşam oldu vilayet konağında bir ziyafet vardı. Bir aralık söz yine yeni harflere geldi. Atatürk valiye sordu:
- Bugünkü yobazlara ne yaptın?
Vali:
- Görevlerine son verdim paşam. Esasen ücretli hizmetlilerdi.
Atatürk durakladı sonra usulca:
- O olmadı işte!... dedi. Bu adam kabahatli muhakkak!... Fakat çoluğunun çocuğunun suçu ne? Onları aç bırakmaya hakkımız yok. Onu görevine usulca iade et!... Biz adamları cezalandırmalıyız ama ekmekle oynamak doğru değildir


syxn3t.gif


İĞNECİYAN VE ATATÜRK

Mustafa Kemal’in dostları arasında İğneciyan adında bir de Ermeni vatandaş vardı. Zengin bir kişidir. Sık sık Mustafa Kemal’i Şişli’deki evinde ziyaret etmekte ve kendisine birçok yardımlarda bulunmaktadır.
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra bir Ermeni örgütü ile ilgisi olduğu iddiasıyla İğneciyan’ı tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar. Tüm servetine el konuluyor.
İğneciyan Malta’dan döndükten sonra üzerinde bir elbisesinden başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir kişi durumundadır. Bir de kızı vardır. Yedikule’de bir gecekonduya sığınmışlardır.
Atatürk zaferi kazanmış devlet başkanı olmuştur. Devrimler için geceli gündüzlü çalışmaktadır.
Atatürk 1927’de ilk kez İstanbul’a gelmiştir. Bu İğneciyan için iyi bir fırsattır. Hem dostunu görmek hem de uğradığı haksızlığı anlatmak için doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gider. İlgili memura başvurur:
- Ben Gazi hazretlerini görmek istiyorum.
- Sen kimsin?
- Ben İğneciyan... Gazi’nin eski bir dostuyum arkadaşıyım.
Memur İğneciyan’ı baştan aşağı süzer. Kılık kıyafeti pek güven verici değildir. Bir bahane uydurarak atlatır. Birkaç kez daha başvurur fakat sonuç alamaz.
Bir gün de kızını alıp birlikte saraya giderler. O gün sarayın önünde olağanüstü bir hal vardır. Motor sesleri sağa sola koşturan insanlar. Bu Gazi’nin bir geziye çıkacağına işarettir.
Polisler ve muhafızlar oradan uzaklaşması için İğneciyan’a işaret ederler. O sırada Gazi de Saray’dan çıkmıştır. Etrafındaki insan çemberi arasında otomobiline doğru ilerlemektedir.
O anda İğneciyan’ın kızı fırlayarak insan çemberini yarıp Gazi’nin karşısına sokulur. Gazi sorar:
- Kim bu kız?
Kız cevap verir:
- Ben İğneciyan’ın kızıyım.
- Nerede baban?
- Dışarıda bekliyor sokmuyorlar...
Gazi hemen emir verir. İğneciyan’ı huzuruna alırlar. İki dost özlem içinde kucaklaşırlar. İğneciyan başından geçenleri anlatır. Gazi’nin gözleri dolu dolu olur. Emir verir. Gerekli soruşturma yapılır. İğneciyan’ın haklı olduğu anlaşılır ve alınan malları geri verilir.
 
Eftelya abla sözüm sana değilde bu 3.hikayenin sallama olduğu fena bi şekilde ortada.Malum o devirde fotoğraf makinesi ne gezer.
 
ÇİFTÇİ

Atatürk sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile işçi sanatkar esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur meclise getirir milletvekillerinden bakanlardan hesap sorardı.
İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.
- Kolay gele bereketli ola ağa.
- Allah razı olsun bey
- Hayrola ağa öküzün teki ne oldu?
- Devlete borcumuz vardı bey icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
- Sağlık olsun ağa diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.

Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Salih Bozok Kılıç Ali Hüsrev Gerede Emir Subayı Resuhi Bey daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı.
-Salih yarın sabah git Halil Ağayı bul bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.
Ertesi gün Salih Bozok Halil Ağa’yı bulmuş Atatürk’ün yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak:
-“Buyur Halil Ağa deyip bir sandalye göstermiştir.
Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa’ya dönerek:
-Halil Ağa anlat şu vergi işini bir daha demişti.
Halil Ağa vergi borcunu icrayı satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya dönerek:
-Arkadaşlar biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti vatandaşı böyle mi koruyacağız gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.
Halil Ağa:
-Sen Atatürk Paşamsın galiba beni bağışla kusur ettim diye yalvaracak oldu.
-Sana güle güle Halil Ağa sen bizim gözümüzü açtın diye Halil Ağa’yı ayakta uğurlamıştı. Atatürk Türk Köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır


syxn3t.gif


ŞEHZADE

1921 Haziran’ında Ankara’daki Milli Devlet Birinci ve İkinci İnönü Zaferlerini kazanmış İngiltere ve Fransa ile görüşmeler yapılmış; varlığını bütün dünyaya tanıtmış bulunuyordu.
O zamana kadar saltanatı kurtarmak için düşmana yaranmak ve bu amaçla Türk milletinin zincire vurulmasına bile razı olmaktan başka çare görmeyen padişah şüpheye düştü:
-Ya milli hükümet bu davayı kazanırsa? O zaman Osmanlı sülalesi suçlu görülmeyecek mi? Her ihtimale karşı bir şehzadeyi Anadolu’ya yollamalı Milli Mücadele’de Osmanlı sülalesinin de payı olduğunu iddiaya hak kazanmalı!...
Veliaht Mecit Efendi’nin oğlu Şehzade Faruk bir vapura bindirildi; İstanbul’la Ankara arasında en kısa yolun başlangıcı olan İnebolu’ya gönderildi.
İleriyi göremeyenler için bir şehzadenin Ankara’ya gelmesi Türk milletinin hiç olmazsa manevi kuvvetini artırırdı; halbuki saltanat en büyük bela idi.
Şehzadenin geldiği Ankara’ya bildirildi; ne yapılacağı soruldu. İçişleri Bakanı şu emri verdi:
-Şehzadeyi layık olduğu tören ve saygıyla İnebolu’ya çıkarınız!
Şehzade Faruk Anadolu toprağına ayak bastı; onun şerefine İnebolu kasabası bayraklarla donatıldı; her tarafta şenlik havası vardI
Atatürk bunları öğrenince tehlikeyi sezdi; hükümet adına verilmiş ve uygulanmış olan emre rağmen kendi imzasıyla İnebolu’ya şu telgrafı çektirdi:
“Şehzadenin hemen vapura bindirilerek İstanbul’a geri gönderilmesi”

Bu telgraf mevcut tehlikeyi göremeyen ile ufkun ötesini görenin farkıydı



syxn3t.gif

KINA

Üstegmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu:
-Nerelisin? gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla:
-Adın ne senin evladım der.
Çocuk:
-Ali diye cevap verir.
-Nerelisin? der. Ali:
-Tokat Zilede'nim der.
-Peki evladım bu kafanın hali ne?
-Ali:
-Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.
-Neden? der komutan. Ali:
-Bilmiyorum komutanım der:
-Peki gidebilirsin Kınalı Ali der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa surede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma
yazması da yoktur arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadaşları yazar:
-Sevgili anne babacığım.Ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir
adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.
Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: (Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır.)
-Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmet’e de yakma onla da dalga geçmesinler der ellerinden öptüm diye bitirir.
Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştı. Gelibolu düşmek üzereydi.
Kınalı Ali’nin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak
temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti. Onlara insan bedeninin sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua ediyordu. Komutanların bu düşünceli halini gören ve durumun vehametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylediler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderdi.
Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler.
(Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesi’nde sergilenmektedir.)
Babası anlatır. Ali'nin.
-Oğlum Ali nasılsın iyi misin ? Gözlerinden öperim selam ederim dedikten sonra öküzü
sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der. Köyü akrabalarını anlatır ve meKtubu bitirir. Ali ananın da sana diyeceği bir şey var.
Anasını anlatır:
-Oğlum Ali yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin kardeşine de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler bizde 3 şeye kına yakarlar :
1-Gelinlik kıza gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye .
2-Kurbanlık koça a ALLAH’A kurban olsun diye.
3-Askere giden yiğitlerimize vatana kurban olsun diye.....
Gözlerinden öper selam ederim Allah’a emanet olun.
Mektubu okuyan Ali’nin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar




syxn3t.gif

Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
-Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var?
-Akşam garip bir rüya gördüm.
-Hayırdır inşallah?..
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
-Nasıl yani?
-Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar döner Vefa'ya Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o
sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar:
-Kimdir bu?
Ahali
-Aman hocam hiç bulaşma derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!..
-Nerden biliyorsunuz?
-Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer:
-Biliyor musunuz der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar Çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine..
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
-İsterseniz komşulara sorun der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?..
Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:
-Nereye?
-Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlamak gerek.
-İyi ya saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
-Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Aman efendim nasıl kaldırırız?
-Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayın etmeyin sultanım bunun yıkanması paklanması var. Tekfini telkini...
-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasılhane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama..
-Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bileyim Ayasofya'dan Süleymaniye'den en azından Fatih Camii'nden...

-Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...
Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur.
Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü sakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama vezirin de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler tabutlar musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
-Sultanım der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-Nasıl yani?..
-Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır belki yetimleri?..<br>
-Doğru öyle ya neyse... Sen başını bekle ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne tesbihine döner padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
-Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
-Biliyor musun oğlum? Bizim efendi bir alemdi vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
-Niye?
-Ümmet-i Muhammed içmesin diye...
-Hayret...
-Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
-Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O
çeker gider ben menkıbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Huccet-i İslam okurdum...
-Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
-Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
-İşte bu yüzden Nişancı'ya Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün:
-Bakasın efendi dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek inan cenazen kalacak ortada...
-Doğru öyle ya?..
-Kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü sonra:
-Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne...
 
KOSOVA SAVAŞIN NIN ACI SONU

1389 yılında Haçlılar ile Osmanlı ordusu arasında yapılan Kosova Meydan Muharebesi Osmanlı ordusu tarafından zaferle sonuçlanmıştır. Fakat bu şanlı zafer çok büyük bir acı ile neticelendi. Bütün gazileri derin bir matem içinde bıraktı.
Şöyle ki: Bu zafer sonunda yaralıların büyük bir kısmı düşman askerleri idi. Yerdekiler arasında tek tük Türk şehidi de vardı. Sultan Murad her şehidin önüne geldiği vakit büyük bir üzüntü ile:
-İnna lillahi ve inna ileyhi racuin” diyor ve her şehidin derhal kaldırılarak defnedilemesini emrediyordu.
Yaralı bir Türk’ün yanına geldiği zaman onu okşuyor yarasının acıyıp acımadığını ve bir arzusu olup olmadığını soruyordu. Böylece dolaşırken biraz uzakta ölüler arasında bir kımıldanma oldu. Sultan Murad o tarafa döndü. Ölüler arasından dev gibi uzun boylu bir Sırp’ın kalktığı görüldü. Miloş ismindeki bu Sırp (Kral Lazar’ın damadı) yerden kalkarak padişaha doğru gelmeye başladı. Padişahın muhafızları Sırp’ı derhal yakaladılar. Fakat Sırp padişahı mutlaka görmek istiyordu ve:
-Beni bırakınız korkmanıza lüzum yok. Ben padişahın elini öpmeye ve hem de Müslüman olmaya geldim. Ayrıca size de bir müjdem var. Kral Lazar yakalandı bakınız getiriyorlar dedi.
Padişah onun sözlerini işitmişti. İşaret ederek bırakmalarını söyledi. Muhafızlar da kralın yakalandığı tarafa bakarlarken yaralı taklidi yapan hain Sırplı padişaha yaklaştı elini öpecekmiş gibi eğildi bir anda yıldırım hızıyla koltuğunun altında sakladığı hançerini çekerek Sultan Murad’ın mübarek göğüs ve karnına sapladı. Muhafızlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Katil kaçmaya başladı. Sonra muhafızlar kafiri yakalayarak parça parça ettiler.
Hünkarın son sözleri şunlardır:
-İslam’ın muzafferiyeti benim şehit olmama bağlı ise şehadet şerbetini nasip buyurmasını Cenab-ı Allah’tan dua ve niyaz etmiştim. Duam kabul buyuruldu. Hazret-i Allah’a hamd ve sena olsun ki İslam askerlerinin zaferini gördükten sonra hayatım sona ermektedir. Oğlum Bayezid’e biat ediniz. Sakın esirleri incitmeyiniz. Mal ve canlarına tecavüz etmeyiniz. Ben artık sizleri ve muzaffer ordumuzu Cenab-ı Hakk’a emanet ediyorum. Mevla devletimizi bütün fenalıklardan korusun.
Sultan Murad’ın hançerle parçalanan bağırsakları şehit olduğu yere bir türbe yapılarak gömüldü. Cesedi ise Bursa’ya nakledilerek Çekirge’deki türbesine defnedildi.




syxn3t.gif


Trabzon un Anlamı

Karadeniz'in doğu kıyılarını bir taç gibi süsleyen Trabzon için bizim tatlı sözlü seyyahımız Evliya Çelebi şöyle der:
- Bu şehre küçük İstanbul denilse yeridir. İrem bağları gibi süslü bir şehirdir burası. Hamsi balığı pek meşhurdur. Onun için şu beyitleri söylerler:
Trabzondur yerümüz
Ahça tutmaz elümüz
Hamsi paluk olmasa
Nic'olurdu halumuz
Evliya Çelebi Trabzon'u bütün özellikleriyle anlata dursun biz adı üzerindeki söylentilere geçelim:
Bir zamanlar Trabzon'un bulunduğu yerde küçük şirin bir kasaba varmış. Bir gün kasabaya tozu dumana katarak dört nala bir atlı girmiş. Doğruca nalbant dükkanına giderek haykırmış:
- Atım terini soğutmadan tiz nallayın! Yoksa hepinizi kılıçtan geçirim.
Herkes süvarinin heybetinden titremeye başlamış. Nalbant hemen dört nal hazırlayıp süvariye uzatmış:
- Yiğidim gör nalları! Beğenirsen çivileyelim demiş.
Süvari nalları şöyle bir yoklamış avucunda sıkarak iki büklüm edivermiş:
- Ben teneke değil nal isterim! diye gürlemiş.
Nalbant bu defa halis çelikten dört nal hazırlamış atını nallamış. Atlı yabancı memnun. Cebinden bir altın çıkararak nalbanta uzatmış. Nalbant altını parmakları arasında şöyle bir sürtüştürmüş. Paranın bütün yazıları silinmiş. Kendine dikkatle bakan atlıya:
- Al bu bozuk altını! Baksana tuğrası bozulmuş diye uzatmış.
Yiğit adam şaşırmış bir altın daha çıkarmış. Nalbant bir sürtüşle onun da tuğrasını bozmuş. O zaman atlı karşısındakinin hiç de yabana atılır birisi olmadığını anlamış:
- Hey demiş. Atla atına düş peşime. Sen bir nalbant dükkanına değil er meydanına layıksın.
O günden sonra bu kasabanın adı "Tuğra bozan" olmuş. Ve bu isim zamanla "Trabzon" biçiminde söylenmiş.
Bir başka söylentiye göre de Trabzon kalesi sofraya benzer yuvarlak kesme taşlardan yapılmış. Bugün bile Trabzon'un Harmankaya'sında bu taşlardan varmış. Sofraya benzetilen taşlardan... Rumlar sofraya "trabeze" dediklerinden şehrin adı da Trabzon
olmuş.
Evliya Çelebi'miz Trabzon'un ilk kurucusunun zevk ehli şen şatır bir kadın olduğunu bundan dolayı bu şehre neşeli kadın anlamına gelen "Tarb-zen" denildiğini ya da suyu ve havasının hoşluğundan dolayı "tarb-ı efzun" adının verildiğini kaybeder. Bazı kitaplarda da Trabzon adının "Tuğra basan" dan geldiği bu şehirde de sultanların kendi adlarına tuğralı sikke yani madeni para bastırdıkları kayıtlıdır.




syxn3t.gif


Laleli Baba


Sultan III.Mustafa bu gün Laleli adı verilen bölgede bir cami yaptırmak istiyordu.
Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün bölgede Laleli Baba adlı bir evliyanın yaşadığını öğrendi. Laleli Baba ile görüşmek söz ve sohbetinden yararlanmak istedi. Laleli Baba bulundu ve padişah Laleli Baba ile uzun bir sohbet yaptı.
Sohbetin bitiminde III.Mustafa bu din ulusuna bir soru sordu:
-Efendi hazretleri bu dünyada en güzel şey nedir acaba?
Laleli Baba cevap verdi:
-Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacet (büyük hacet) yapabilmektir dedi.
Hükümdar bu cevaptan hoşnud olmadı. Başından beri büyüleyici konuşmaları ile herkesi etkileyen bir zata bu cevabı yakıştıramamıştı.Hatta bu cevabı biraz kaba da buldu. Bundan sonra bir şey konuşulmadı. Hükümdar maiyeti ile birlikte saraya döndü.
Ertesi gün hükümdar şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Sarayın bütün ilgilileri hekimbaşılar seferber oldular bilinen bütün ilaç ve yöntemleri denediler fayda etmedi.
Padişah kıvranıyordu.Günler geçmiş padişahın derdine derman bulunamamıştı. Nihayet birinin aklına geldi. Laleli Baba’ya haber verilirse onun himmeti ile hükümdar bu dertten kurtulabilirdi.Padişaha danışıldı o da:
-Ne gerekirse yapılsın dedi.
Laleli Baba hemen saraya getirildi. Hükümdar doğum sancısı çeken bir kadın gibi zorlanıyordu. Hükümdar Laleli Baba’ya yalvardı:
-Aman beni kurtar...
Laleli Baba:
-O kadar kolay değil karşılık olarak ne vereceksin dedi.
Hükümdar:
-Senin bölgende yaptırdığım camiyi sana hibe ederim.
Laleli Baba:
-Yetmez dedi.
Sultan Mustafa bir sürü vaadlerde bulundu Laleli Baba hazretleri bir türlü yeter demiyordu. En sonunda ağzındaki baklayı çıkardı:
-Sana himmet edeceğim ama karşılığında padişahlığı isterim dedi.
Padişah kem küm etti ama çaresi yoktu:
-Tamam o da senin olsun dedi.
Laleli Baba duasını yaptı hükümdarın sırtını sıvazladı:
-Hadi git kurtulacaksın dedi.
Padişah kurtulmuştu ama saltanat da gitmişti. Şifa bulmasının sevincini padişahlığı kaybetmesi gölgeliyordu.
Laleli Baba sultanın haline baktı ve dedi ki:
-Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değildir al yine senin olsun dedi ve evine geri döndü.




syxn3t.gif



Nargile


Eserleriyle Osmanlı Türk İslam tarihine damgasını vuran Türk mimarlık tarihinin yüz akı Mimar Sinan en büyük ve en muhteşem eseri Süleymaniye Cami’nin inşasını tamamladıktan sonra bazı bakımlardan bu ulu mabedi testlere tabi tutuyordu. Bunlardan biri de cami içinde sesin dengeli bir şekilde dağılıp dağılmadığını mihrapta Kuran okuyan imamın sesinin en arkalardan ve diplerden duyulup duyulmadığının denemesiydi.
Bunun için Mimar Sinan nargile kullanıyordu. Nargileyi mihraba koyuyor içinde suyu fokurdatıyordu.
Her devirde eksik olmayan gammazlardan biri Anadolu halkının evliya olarak bildiği bu insanı Kanuni’ye ispiyon etmişti:
-Efendimiz Mimar Sinan yeni yaptığı caminin mihrabında nargile fokurdatıyor...
Kanuni hiç ihtimal vermedi. Mimar Sinan’ın samimi bir Müslüman olduğuna böyle bir şey yapmayacağına güveni tamdı. Ama usulden de olsa olayın üzerinde durmadığı takdirde yanlış anlamalara ve dedikodulara meydan vermiş olabilirdi.
Bu nedenle bir gün aniden camiye geldi. Camide gezip dolaşırken mihraptaki nargileye gözü tesadüfen takılmış gibi yaptı. Sordu:
-Bu da ne oluyor camide nargile kullanan mı var?
Mimar Sinan kendinden emin bir cevap verdi:
-Haşa hünkarım. Beytullah’ta (Allah’ın evi) nargile içecek kadar din iman yoksunu değiliz. Burada bulundurmamızın sebebi onu fokurdatmak suretiyle caminin ses düzenini kontrol etmektir. Dikkat buyurursanız nargilede tütün bile yoktur.
Her şeyin tahmin ettiği gibi çıktığını gören Kanuni Mimar Sinan’ın sırtını sıvazladı gammaza da lanet ederek camiden ayrıldı


49
 
Ummanda Çamur..

Sultan Ahmet ile Aziz Mahmud Hüdai birbirlerini sever sayar birbirlerine o kadar da bağlıydılar.
Sultan Ahmet Şeyhi Aziz Mahmud Hüdai’ye bir hediye sunmak istiyordu. Mürşidinin bu hediyeyi kabul etmesi onu çok sevindirecekti. Sultan Ahmet bir gün kendisince uygun gördüğü bir hediyeyi Aziz Mahmud Hüdai’ye yolladı. Ama Şeyh hazretleri hediyeyi kabul etmedi. Gerçek din büyüklerinin çoğu hediye kabul etmezdi. Bu büyük insanların dünya malına hangi gözle baktıklarını başkaları için ulaşılmaz sanılan şeylerin hazarlarında hiçbir değer taşımadığını ifade etmenin yoluydu.
Sultan Ahmet Şeyhinin kabul etmediği hediyeyi yine Şeyhlerden Abdülmecid Sivasi’ye yolladı. Sivasi hediyeyi kabul etti. Kendisine padişahın bu hediyeyi Aziz Mahmud Hüdai’ye yolladığı ama kabul etmediği hatırlatılınca:
-Hüdai hazretleri bir karga değildir ki leş kabul etsin dedi.
Padişahın adamları hemen Aziz Mahmud Hüdai’ye giderek:
-Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasi kabul etti dediler.
Aziz Mahmud Hüdai’nin tepkisi ise şöyle oldu:
-Onun için hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü o öyle büyük bir umman ( okyanus) dır ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir...





syxn3t.gif

Kim Hayalperest...?

Atatürk; Milli Mücadele Hareketi’ne başlamak üzere daha kongrelerin düzenlendiği sıralarda ileride yapacağı devrimleri de kafasında tasarlamıştı. O bu devrimleri önceleri gizli tutmuştu. Mazhar Müfit (Kansu) bunu şöyle nakleder:
-O hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur hem de bazen şaka yapmaktan kendisini alıkoymazdı.
-Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak derdi. Defteri getirdiğimi görünce sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
-Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben bir Süreyya bir de sen bileceksin dedi. Şartım bu ...
Süreyya da ben de
-Buna emin olabilirsiniz Paşam ... dedik.
Paşa bundan sonra :
-Öyle ise önce tarih koy !... dedi.
Koydum : 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce :
-Pekala... yaz diyerek devam etti :
-Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha öncede bir sorunuz nedeniyle söylemiştim. Bu bir.
-İki: Padişah hanedan hakkında zamanı gelince gereken yapılacaktır.
-Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
-Dört: Fes kalkacak medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-Neden durakladın? Deyince :
-Darılma ama Paşam sizin de hayalperest taraflarınız var dedim gülerek :
-Bunu zaman gösterir. Sen yaz dedi. Yazmaya devam ettim.
-Beş: Latin harfleri kabul edilecek.
-Paşam yeter... yeter... dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile:
-Cumhuriyetin ilanını başaralım da gerisi yeter diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile :
-Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşçakalın diyerek yanından ayrıldım. Gerçekten de gün ağarmıştı. Süreyya da benimle beraber odadan çıktı. Fakat burada ve bu anda olayların beni nasıl yanıltıp ve M. Kemal’i doğruladığını daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile mahcup ettiğini itiraf etmeliyim.
Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa :
-Bu Mazhar Müfit yok mu kendisine Erzurum’da tesettür kalkacak şapka giyilecek Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğunu söylemişti dedi.





syxn3t.gif

Viyana neden Alınamadı ?

Kanuni Sultan Süleyman'ın 1529 yılının Mayıs ayında 75 bin kişilik büyük bir ordu ile Viyana'ya sefere çıktığını o yılın son 10 yılın en yağışlı yazını yaşadığını Kanuni'nin çamura saplanan toplarını geride bıraktığını Viyana önlerine de bu koşullar nedeniyle beş ayda ancak vardığını ordusunun yıprandığını bu arada Viyanalılara takviye geldiğini ve hazırlıklarını
tamamladıklarını asker sayılarını iki katına çıkardıklarını bu aksilikler olmasa Kanuni’nin büyük olasılıkla Viyana'yı almış olacağını ve tarihin değişeceğini biliyor muydunuz?




syxn3t.gif



ATA nın Önsezileri

Atatürk'ün büyük bir önsezi yeteneği olduğunu 1932 yılında Amerikalı general Mc Arthur ile yaptığı görüşmede kendisine:
-Almanlar kendilerini siyasi bir akıma kaptırırlarsa 1940-1945 yılları arasında savaşırlar.Bu savaş çok kanlı olur ancak Amerika müdahale ederse biter bu savaşın esas galibi ise Rusya olur dediğini
1907 yılında bu günkü Türkiye haritasının nerede ise (Musul ve Kerkük hariç) aynısını çizdiğini Çanakkale Savaşı’ndan 2 ay önce İngiliz ve Fransızların saldıracakları noktayı söylediğini 1936 yılında
-60 yıl sonra Rusya 60 parça olacak dediğini biliyor muydunuz.
 
Çanakkale Ruhu

Mustafa Kemal ATATÜRK Çanakkale Savaşlarında Türk askerinin manevi gücünü ve kahramanlığını şöyle dile getirmiştir:
-Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri'ni kazandıran bu yüksek ruhtur



syxn3t.gif


Develer...

Meksika ile 1855 yılında savaşan ABD çöl şartlarında nakliye işlerinde kullanılmak üzere Osmanlı Devleti’nden 30 deve talep etti. Meksika sınırında bulunan birliklerine iaşe ve ikmal yardımı yapamayan ABD Hükümeti bu konuda Osmanlı Devleti’nden talepte bulundu ve talebe bir cevap gelmesini beklemeden nakliye gemilerini İstanbul’a gönderdi. Dönemin Sadrazamı Fuat Paşa ABD’nin bu talebi üzerine Sultan Abdülmecit’e bugünkü anlamda Başbakanlık tezkeresinin karşılığı olan bir tezkere-i seniyye (sadrazamlık tezkeresi) gönderdi ve 30 devenin ABD’ye gönderilmesi için yetki istedi.

Abdülmecit Han aynı gün tezkerenin altına irade-i seniye (Padişah onayı) koyarak ABD’ye ikisi erkek ikisi dişi olmak üzere 4 adet de deve hediye edilmesine karar verdi. ABD’nin istediği 30 deveyle birlikte 4 hediye devenin gönderilmesi de tezkereye eklenirken tezkerelerin ayrı ayrı hazırlanması gibi bir sıkıntı yaşanmadı. Abdülmecit Han ABD’nin 30 deve talebi ile 4 hediye deveye ilişkin tezkereyi birleştirerek onayladı.

ABD bugünkü pek çok güney eyaletini aldığı savaşta askerlerine iaşe ve ikmal desteğini Osmanlı’nın develeri sayesinde sağladı. Motorlu taşıtların henüz yaygın olarak kullanılmadığı ve çöl şartlarında ulaşımın güçlükle sağlandığı dönemde Osmanlı develeri ABD’liler için adeta kurtarıcı oldu. Tarihçilere göre ABD’nin savaşı kazanmasında Osmanlı develeri büyük rol oynadı


syxn3t.gif

Geçmiş Olsun

Yugoslavya Kralı Alexander Atatürk’ü ziyarete gelmişti. Atatürk kralla odalarına çıkarlarken Kral Alexander:
-Size bir sırrımı söyleyeceğim dedi.
Biraz sonra misafir odasında koltuklara oturdular. Kral:
-Eğer bazı Avrupa devletlerinin vaadlerine inanmış olsaydık Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktık...
Atatürk gülerek Kralın elini sıktıktan sonra:
-Geçmiş olsun Kral Hazretleri! Dedi.




syxn3t.gif

Var Ol

Atatürk Milli Mücadele’nin buhranlı günlerinde Ankara civarında yaptığı bir gezintiden dönerken yolda sarıklı bir hocaya rast gelmişti. Konuşurken üstlerinden geçen uçağı göstererek sordu:
-Hocam bu uçak nasıl uçuyor?
-Ne bileyim ben?.. Öğretmediler ki bize?
-Peki sen ne bilirsin?
-Ne mi bilirim? Bu uçağa bin dersin binerim oradan kendini aşağı at dersin atarım... İşte ben bunu bilirim ama bunu da senden öğrendim Paşam!<br>
Mustafa Kemal bu söz üzerine yaşaran gözlerini hocadan ayırmadan:<br>
-Var ol hoca!.. Ama şunu da bil ki ben de senin gibiyim... Ben de milletin hiçbir arzusunu hiçbir istediğini hayatım pahasına da olsa yapmamazlık edemem!.. diyebilmişti
 
ekledim burayı favorilere hergün okurum 1-2 tane teşekkürler
 
Ayrıcalık ..?

Atatürk bir sabah Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönüyor. Yeşilköy İstasyonu’nun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyavere:
-Sorunuz tren var mı? diye emir veriyor.
O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir. Hep birlikte otomobilden inip emrindekilerle birlikte trene biniyor.
Karar ani verildiği ve uygulandığı için bu trene biniş hemen hemen kimsenin dikkatini çekmiyor.
Bir süre sonra her şeyden habersiz olan kondüktör Ata’nın bulunduğu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor:
-Görevini yap!.. (Emrindekileri göstererek) Bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Emrindekiler cevap veriyor:
-Paşam biz milletvekiliyiz. Tren bileti almayız. Parasız seyahat ederiz!.
Ata hayretle:
-Bu ayrıcalığı hiç beğenmedim diyor. Çok ayıp ve acayip bir usul. Çok güzel halkçılık!.


syxn3t.gif


Soramazdın..

Bir halk toplantısında bir genç O’na şu soruyu sordu:
-Paşam size diktatör diyorlar ne dersiniz?
-Ben diktatör olsaydım sen bana şimdi bu soruyu soramazdın



syxn3t.gif

Çanakkale

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Çanakkale bölgesine denetlemeye gidecek. Veda için ziyaret ettiği zaman Atatürk şöyle diyor:
-Çanakkale’ye gittiğin zaman aziz şehitlerimizi de ziyaret edeceksin. Bu görevi yapacağına şüphe yok. Yalnız nasıl bir nutuk söyleyeceksin. Ben söyleyeyim. Burada yatan aziz şehitlerimiz! Sizi hürmetle saygı ile anıyoruz diyeceksin. Mehmetçik anıtının başında bütün yeteneğinle konuşacaksın. Burada rahat ve huzur içinde yatınız diyeceksin. Siz olmasaydınız siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz bu boğaz aşılır; İstanbul işgal edilir; vatan toprakları istilaya uğrardı diyeceksin.
-Evet böyle konuşacağım!
-Hayır hayır... Sen böylenin üstünde çok daha başka konuşacaksın. Dünyaya seslenircesine konuşacaksın. Orada Çanakkale’de yalnız bizim şehitlerimiz değil bu toprak üstünde kanlarını döken insanları da o kahraman askerleri de hürmetle saygıyla anacaksın.
-Paşam ben bunları yapamam; çünkü bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir.
-Söyleyeceksin. Çanakkale’den dünyaya karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman gerekir.
Şükrü Kaya Atatürk’ün yanından ayrılıyor ve gece tekrar buluşuyorlar. Atatürk Şükrü Kaya’ya uzun bir kağıt uzatıyor. Bu Çanakkale’de söyleyeceği nutuktur. Atatürk bizzat hazırlamıştır ve Şükrü Kaya bu nutku alıp Çanakkale’ye gidiyor. Orada Mehmetçiğin mezarı başında bu nutku söylüyor. Nutukta Şükrü Kaya’nın yabancı askerlere hitaben belirttiği cümleler şunlardır:
-Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve rahat içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak ülkelerden evlatlarını savaşa gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Şükrü Kaya Atatürk’ün toprağında yendiği milletlere karşı gösterdiği yüksek insanlık hislerinin ifadesini taşıyan cümleleri Çanakkale’de söylüyor Ankara’ya dönüyor.
Meğer Mehmetçik Anıtı’nın başında söylenen bu sözleri kaydeden birkaç gazeteci varmış. Onlar bu sözleri gazetelerine bildiriyorlar nutuk dünyaya yayılıyor ve aradan hafta geçmiyor; Şükrü Kaya’ya telgraflar yağıyor. Ta Avustralya Yeni Zelanda’dan günlerce sonra mektuplar geliyor. Gözleri yaşlı analardan kardeşlerden siyasi şahsiyetlerden askerlerden. Şükrü Kaya bu konuşmasından dolayı tebrik ediliyor takdir ediliyor




syxn3t.gif


Herkes Yediğinden İkram Eder..


Yavuz Sultan Selim han zamanında İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor.
Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar kıymetli atlaskadife kumaşlar çıkıyor.
Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyooooor..
Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!
Cihan padişahı emir veriyor herkes düşünsün buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir.
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor.
İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı gönderiyor.
Şah sandığı açıyor.
Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum.
Anlam veremiyorlar tabii. <br>
Bizim elçi yiyor önce sonra oradakilere ikram ediyor.
Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor:
"Herkes yediğinden ikram eder...!!!!



61
 
Geri
Üst