Türk-kürt Kardeştir,ayrım Yapan Kalleştir

bakın arkadaşlar sizin dediğiniz mesele şuna geliyor sivastan sonrasını yakın... bakın bende sizin gibi kürt karşıtıyım ama bütün kürt halkına bunu mal etmeniz beni biraz üzdü... batı verilen imkan oralara verilse iş-aş-okul ve vb. bi ton imkan oradada ne cevherler olduğunu tahmin edebiliyorm... geçen gün kanal-d izlediğim kişi ve bunlar gibi bi tonu... ve o kişi çobanlık yaparak hacettepe üniversitesini kazanmş... bunun gibilere imkan verilse bunun gibi yok türk kürt kavgası ortamı doğmaz.... SAYGILARIMLA....
 
bakın arkadaşlar sizin dediğiniz mesele şuna geliyor sivastan sonrasını yakın... bakın bende sizin gibi kürt karşıtıyım ama bütün kürt halkına bunu mal etmeniz beni biraz üzdü... batı verilen imkan oralara verilse iş-aş-okul ve vb. bi ton imkan oradada ne cevherler olduğunu tahmin edebiliyorm... geçen gün kanal-d izlediğim kişi ve bunlar gibi bi tonu... ve o kişi çobanlık yaparak hacettepe üniversitesini kazanmş... bunun gibilere imkan verilse bunun gibi yok türk kürt kavgası ortamı doğmaz.... SAYGILARIMLA....


durum öyle sandığın gibi basit değil.....

önce zihniyetin değişmesi lazım önce Atatürkü benimsemeleri lazım ulusal birlektiliğimize inanmaları lazım SAMİMİYET LAZIM

-zamanında araplara arkamızı döndük yeterince dersler aldık ...
 
bende kardeş sanıyodum askerliğimi güneydoğuda yapana kadar ama anladım ki Onlar benim kardeşim falan değilmiş istisnalar mutlaka var ama artık o kadar ılımlı değilim.Hem bize ayrımcılık yapıyosunuz diyolar hem iki kürt bi araya geldimi hemen kürtçe konuşmaya başlıyolar.....
 
Atatürk Ne Demiş : "ne Mutlu Türküm Diyene"
Ne Mutlu Türk Olana Dememiş
 
kürt benim kardeşim olamaz kabul etmiyorum diye mesaj yazan şahısların hepsi nedense üç hilalli arkadaşlar.ırkçısın dediğimizde de hayır diyorlar.ama kürt kelimesini duyduklarında bile anında ırkçılıkları ortaya çıkıyor.ne türk milliyetçiliği ne kürt milliyetçiliği ne arap milliyetçiliği..hepsinin uç noktaları fanatikliği ülkemize zarardan başka bişey getirmez.birliğimize, bütünlüğümüze, beraberliğimize gölge düşürür. hiç bir ırk bir diğerinden üstün değildir.

unutmayın ki bu ülkede vatanını milletini seven milyonlarca kürt var.

her kürde pkk lı yada sempatizanı demekle her müslüman el kaideli dir demek arasında hiç bir fark yoktur.ikiside bu kadar sığ ve yanlış düşüncelerdir.
 
herkes düşünsün neden aleviden sunniden lazdan çerkezden terorist çıkmıyo da kürtten terorist çıkıyo kendi ülkesine ihanet eden tek ırk kürtler olsa gerek :S
 
benim kürt kardeşim yok olamazda sen vatanına göz koyanları kardeşin olarak görüyosan,tvdeki o şehit annelerinin feryadlarını duyduğunda hiç için sızlamıyosa o şehitler omuzlarda taşınırken için yanmıyosa hepsi senin kardeşin olsun ama benim değil!!!

benim vatanıma göz koymayan , o şehit annelerinin feryadına üzülen kürtler benim kardeşimdir zaten . diğerlerinin topunun bende .......

şimdi birileri yukarda sayı falan vermişler .yok su kadar şehit yok bilmem ne . bu ülkede yaşayıpta bu ülkeye bağlı o kadar kürt tanıdığım var ki sayısını bile sayamadım ve bunlar gibi benim tanımadığım temiz kürtleri de hesaba katarsan kürtlerin genelini dışlayamayız . o yüzden temiz kürtlerin az yada çok olduğunun hesabını yapamıyoruz . ayrıca o bölgede ne dümenler dönüyor .sadece dış odaklıda değil bizim devletimiz bile malesef çok oyun oynuyor o bölgede .devletin gereken tedbirleri almaması veya alamaması nedeni ile sorunlu kürtler almış başını yürümüşse bütün kürtler kötüdür diyemem kusura bakma .


bu ülkenin toprağında gözü olan ,cumhurbaşkanı dahi çıkarmış olmalarına rağmen bana 2. sınıf insan muamelesi yapılıyor diyip bu ülkeye ihanet edenlerin topunun .........


ama genede ne olursa olsun kürtlerde TÜRKtür ve bizim kardeşimizdir .her ne kadar soylarını inkar edenlerde olsa .

gün gelir sorunlu kürtlerde hesaba çekilir.kelleri koparılır ama ne olursa olsun TÜM KÜRTLER HAİNDİR PKK LIDIR DİYEMEYİZ ......

benim anlatmak istediğim şey bu

herkes düşünsün neden aleviden sunniden lazdan çerkezden terorist çıkmıyo da kürtten terorist çıkıyo kendi ülkesine ihanet eden tek ırk kürtler olsa gerek :S

dediğinde bir nebze haklısın ama işin içinde başka şeylerde var .çünkü kürtlerin üstünde yüzyıllardır oyun oynuyor yabancılar . devletde yeterli ilgiyi göstermiyor meydan yabancı servis elemanlarına kalıyor .ermeni kökenli kürtlere kalıyor .devlet göz yumuyor malesef çoğu şeye .ondan sonra bizde burdan diyoruz neden ayaklanıyor bunlar durup dururken .

millet isyan edemezmi eder .kim bastırır bu isyanı .devlet .o zaman devlet gerekeni yapsın .meydanı yabancı servis elemanlarına bırakmasın .kürdistan istiyenlerin kafasını koparsın .devlet bütün bunlara bir önlem almazsa onlara sırtını dönerse olmuyor işte .devletimizin üniter yapısından birliğinden taviz vermeyecek şekilde gereken düzenlemeler yapılmalı . ondan sonra gene birileri kürdistan derse farklı şeyler talep ederse onlarıda imha etsin .ne yani güneydoğuda hiçmi olmuyor faili meçhul .bari adam gibi önlemler alın gene birileri farklı ses çıkartırsa onların sesini kesin .onları faili meçhule kurban edin .o zaman bazı şeyler düzelir .

önce zihniyetin değişmesi lazım önce Atatürkü benimsemeleri lazım ulusal birlektiliğimize inanmaları lazım SAMİMİYET LAZIM


:clap:clap

önce senin dediklerinin olması lazım evet .bunlar olduktan sonra ve devletde orda kürtlere en iyi şekilde sahip çıktıktan sonra sorun düzelir .

önce bunların olması lazım gene düzelmediyse farklı ses çıkartanları asmak lazım kesmek lazım ,derilerini yüzmek lazım . ilker başbuğun bi kırk haramiler ekibi kurması lazım :durdurun
 
Kürtlerin Türk soyundan olduğu tezi, 1980 sonrası kürtlerin bölücülüğe kapılmaması için yaratılmış ama kürtler tarafından kabul kabul görmemiş, dönüp dolaşıp Türklerin kendisini bulmuştur. Tüm bu tez, sadece Yenisey ırmağı boyunda bulunan Elegeş anıtındaki tek sözcüğün çarpıtılmasına dayandırılmıştır. "Min körtül kan Alp Urungu", yani "Ben kuvvetli han Alp Urungu", çarptırılarak "kürt ihanı Alp Urungu"ya dönüştürülmüştür. Urungu, Altıoğuzlara komşu kürt boyunun değil, bizzat Altıoğuzların kağanıdır. Anıtın yazıldığı tarih 650 yıllarıdır ki, kürtler 7. yüzyılda islamı kabul etmişlerdir, ve ondan sonra sayısız kaynakta kürtler tanımlanmaya başlar ancak bu tezi yaratanlar bunları yok varsayar. Yani Moğolistan'daki bir Türk boyunun, hemen hemen aynı tarihlerde Orta Doğu'da bir etnisite olarak, hem de Türklüğünü unutmuş, ayrı bir etnisite olarak tanımlanabilmesi için Moğolistan'dan Orta Doğu'ya ışınlanması bile yetersiz kalır! Zaten, Divan-ı lügati Türk'te tüm Türk boyları sıralandığı halde kürt diye bir isim kesinlikle yoktur. Türk ile kürt isimlerinin aynı harflere sahip olmasına derin anlamlar yüklemek ise, "kürtler, karda kart kurt sesi çıkararak yürüyen dağ Türkleridir" demekten çok fazla bilimsel değildir.

Kürtler, Farsların ana kütlenin kent medeniyetinden uzaklaşmış, Araplarla ve başka ırklarla karışarak ayrı bir etnisite halini almış, ancak dil ailesi olarak Farsçaya bağlı kalmış ilkel bir koludur. Bir toplumun kökenini belirleyen en önemli kıstas, mensubu oldukları dil ailesidir. Bu bağlamda, kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinin Fars koluna dahildir. Ayrı bir etnisite sayılabilmenin temel şartlarından biri millet olmak, ya da güçlü devletler kurabilmiş olmak değildir. Ayrı bir etnik varlık ve kültür olmak başka, kendi etnisiteni millet ve devlet gibi siyasi boyuta yükseltebilmek başka şeydir. Zenci kabilelerinin hiç biri millet sayılamaz, ama kendi çaplarında hepsi de ayrı etnik gruplardır. Hutularla Tutular birbirini keserken, biz dışarıdan bakıp "bu zenciler ne yamyam, kendi kendilerini kesiyorlar" deriz, ama aslında kendi çaplarında etnik mücadele yapmaktadırlar. Çingeneler de millet vasfı taşımazlar, ama herhalde onların da Türk soyundan olduğu iddia edilemez. Kuzey Kafkasya topluluklarının hiçbirisi de millet değildir, ama Çerkezler, Çeçenler v.s. hepsi Kafkas ırk ve dil ailesinin üyesidirler, ve etraflarındaki Türk, Rus gibi milletlerden ayrı etnisite olarak tanımlanırlar. Yani kısacası kürtler, millet olarak tanımlanamasa da ayrı bir etnisite sayılmalarına yetecek kadar niteliğe sahiptir.

Ayrıca, herhangi biri, Türklere yönelik "kürtler Türk soyundandır" telkinin, Türklere ne gibi bir yararı olacağını söyleyebilir mi??? Bunun kürtlere daha çok tolerans ve sempati gösterilmesinden, kendilerine daha çok hareket alanı sağlamasından başka ne gibi bir yararı olabilir? Şu an hakları gasp edilen kürtler değil, Türklerdir. Böyle bir propaganda kürtler'e yapılsa anlarım, belki inanıp kendisini Türklüğe bağlayan olabilir -ki 20 senedir yapıldığı halde başarılı olamamıştır-, ancak Türklerin kürtleri kendileriyle aynı soydan saymasının günümüzde Türklere pratikte en ufak yararı yoktur, bilakis zararı olur. Zira, kimilerinin kabullenmekte zorlandığı gerçek şu ki, kürtler kendi toplumsal çıkarlarını Türklerinkiyle paralel görmüyorlar. kürtlerin politik olanları ve kürt kitlesi üstünde söz sahibi olan ideologları kendilerini kimle akraba görüyor, söyleyeyim. Dilleri Hint-Avrupa ailesinden olduğu için Almanlarla!! Onlar için kendilerini Almanlarla ve diğer Avrupa uluslarıyla akraba saymak, Türklerle akraba saymaktan çok daha fazla prim ve avanta getirecek bir şey. Bu durumda, hala gelip Türklere "kürtler de bizle aynı soydan, onlar da Türk" demek, Türklerin zaten yarım yamalak kalkık durumda olan kendilerini savunma kalkanlarını iyice indirmelerine yol açabilir.

Kürtler, Türklerin tam tersi olan bir topluluktur. Türk ile kürdü yanyana koyup, tiplerine ve davranış şekillerine dikkatli bakın, hiçbir benzerlik yoktur ve hemen ayırt edilirler. Tiplerin benzememesini geçin, ne onlar ne kadar uğraşsa "ghapı" değil de "kapı" diyebilirler, ne de bir Türk ne kadar uğraşsa onlar gibi gırtlaktan konuşabilir.

Ve, hiç bir Türk topluluğu bu kadar aciz ve varolma kabiliyetinden bu kadar yoksun olamaz. Türk, çoğunluk içinde eriyebilir, ancak hiç bir Türk boyu topyekün dilini ve benliğini geride hiç bir iz kalmamazcasına kaybedemez, ve burada yazmaya utandığım adetleri (ölen ağabeyinin karısını kendine almak gibi) milli töre diye yaratamaz! Ben bunu kesinlikle reddeder, Türklüğe hakaret telakki ederim.

Kürtleri Türklerle aynı soydan saymanın Türklüğe pratikte yarar sağlayacağına inansam, yine tüm bu bilimsel ve etik gerçekleri görmezden gelebilirdim, ama dediğim gibi şu an saldırı ve haksızlığa uğrama durumunda olan Türk toplumunun, kendisini bu şekilde inandırmasında yarar değil zarar görüyorum.

Durumu o hale getirmek zorundayız ki, biz başkalarını kendimizle bir sayıp içimizi rahatlatmaya çalışmayalım, başkaları bizi kendileriyle bir olduğumuza ikna etmek için debelenip, kendilerinin bunu kabul etmemize layık olduklarını ispat etmek için uğraşsınlar.

Türk ile ermeni ne kadar kardeşse, Türk ile kürt de o kadar kardeştir. Türk-kürt kardeştir diyenler gitsin kürtlerin olduğu bir yerde yapsın bu kardeşlik edebiyatını da, görsünler başlarına gelecekleri. Niye bu masalların hedefi hep Türkler oluyor? Çok mu salak görünüyoruz biz? Daha geçen yüzyılda da, aynı edebiyat ermeniler için yapılıyordu. "Milleti sadıka" ve Türklerin kadim dostlarıydı. Ondan önceki yüzyıllarda da rumlar için aynısı deniyordu. Padişahların rumları kendi öz soylarından çok sevip kayırmasıyla tepemize çıkmışlardı.

"Türk-kürt kardeştir" diyen, kürde baktığında aynada kendisini görüyor demektir. Kendisini öyle görenlere hayırlı uğurlu olsun. Yalnız bu cehaletten provakasyona gelme hikayeleri artık gına getiriyor. En cahil adam bile kitle halinde, ertesi gün işe gitmek için daha çok beklemesi gerekeceğini bile bile belediye otobüslerini taşlamaz. Hiç bir cehalet provakasyona gelmeye bu denli teşneliği açıklamaya yetmez. Bu cehalet falan değil, bilinç altına işleyen düşmanlıktır. Niye düşmanlık bilinç altlarına işliyor onu da söyleyeyim. Çünkü isteyen kabul etsin istemeyen etmesin, siz onyüzbin kez kürtler bizim kardeşimiz deseniz de, onlar öyle olmadığını pek güzel biliyor. Ve kürtlerin çıkarı da, sanıldığının aksine, güçlü değil güçsüz Türkiye; zira güçsüz Türkiye kendileri için uzun vadede çok daha büyük avantajlar demektir. "Türk-kürt kardeştir" diyenlerde ya kürtlük vardır, ya da ikinci şık, bu kişiler karşılarındakini saf sanan, aslında kendileri saf olan kişilerdir. Saf sandıkları da kardeşliğe layık gördüklerinin bizzat kendileridir. Be kardeşim, kürt kardeşimizdir diyorsun, ama kürtçeye izin verilmesin, özerklik olmasın, kürtçe şarkı çalmasın. E güzel, bunları ben de istemiyorum ve gerçekleşmemesi uğrunda ölürüm de, öldürürüm de, ama "kürtler kardeşimdir" demiyorum ve bütün bunlar da kürtlerin en başta istediği şeyler. Sen bunlara izin vermeden kaç tane kürdü kardeşliğe kandırabileceğini sanıyorsun? Zamanında bu talihsiz sözü eden politikacı da bunun farkında değildi. O yüzden de ne Türklere, ne de kürtlere yaranabildi. Hatta kürtler gücenmesin diye su katılmamış öz be öz kürt olan Apo'yu bile ermeni ilan etti.

Peki sonuç ne oldu? Kürt yine gerçeği bilmeye devam etti, Türk'ün ise kafası karıştı, kim Türktür, kim kardeştir, kimden sakınılmalıdır, tüm kavramlar birbirinin içine girdi. Yani bumerang, tersine dönüp hedef yerine avcıyı vurdu. Bu yüzden, bir kısım Türk bu masallara kanarken, bunların masal olduğunu bilen bir kısım Türk de, bu masalların en sıkı savunucuları, Türk milliyetçiliğinin bayrağını kimseye kaptırmayanlar olduğu için milliyetçiliği her yöne meyleden vatan, millet tüccarlığı olarak görüp milliyetçilikten soğudu. Bugün Türk toplumu kadar kendi milliyetçiliğine soğuk duran bir toplum yoksa, bunun esas nedenlerinden biri budur. Kürtlerin ise böyle masallara inanmasına imkan yoktu, çünkü propagandayı yapanlar kendi toplumlarının içinden çıkanlar değil, karşıt güç gördükleri Türk milliyetçiğinin temsilcileriydi. MHP'nin güneydoğuda aldığı oy oranlarına bakın, ve propagandanın kürtlere ne kadar inandırıcı geldiğini anlayın. Kürtler, kendileri inanmamasına rağmen, gerektiği an bu söylemi sahiplenip tepki göstermeye kalkan Türklere karşı da ağızlarını kapatmak için çok güzel kullanmayı bildiler. Maalesef egemen toplum olmanın dezavantajlarını sonuna kadar yaşıyoruz. İsteyen kürt, istediği ortamda çıkıp Türk gibi Türkçe yazarak ya da konuşarak "ben de Türküm, kürtler bizim kardeşimizdir, aksini iddia eden ırkçıdır, vatan hainidir, din düşmanıdır" diyip Türklerin beynini bulandırmak, psikolojik şartlandırma yapmak olanağına sahip. Aynı şekilde, sağcı, solcu, liberal, şeriatçı kürt kendi ırk dayanışmalarını hemşericilik maskesi altında gayet güzel yürütürken ve ortak müştereklerde asla birbirlerini yemezken, aynı kürtler Türklerin içine, çeşitli eğilimlerin içine girip, Türk gibi gözüküp, provoke edip karşıt görüşlü Türkleri birbirine düşmanlığa şartlama imkanına sahip, ve ne tesadüfse bu düşmanlıkların arasından karlı çıkan taraf her zaman kürtçülüğün emelleri oluyor. Sünni-Alevi olaylarında olduğu gibi. Sivas'ta şeriat adına otelde yakılanların tamamının alevi ve solcu Türk olması, Sivas'ın misillemesi olarak gösterilip, Alevi hakları savunuculuğu adına PKK tarafından katledilen Erzincan-Başbağlar halkının da sünni Türk olması gibi. Yani bir taşla iki kuş. Hem Türklerin birbirine Sünni-Alevi diye husumet beslemesi, hem de Doğu Anadolu'da Türklere karşı etnik arındırmanın maskelenmesi. Ya da Maraş olaylarında, Maraş'ın Alevi Türklerin, Maraş'ın sünni yerlileri tarafından değil, dışarıdan gelen kürtler tarafından yağma ve katliama uğraması gibi.

Türk milleti "Türk-kürt kardeştir" masalını yutmuyor artık. Yutmaya devam eden varsa da, hayırlı uğurlu olsun, saflığına doymasın ve bizden uzak dursun.

Biz Türkçülerin amacı, Türklüğün bir ırk olarak insanların beynine kazınması ve "başkaları gücenmesin, incinmesin" diye herkesi Türk saymaya çalışmak değil, Türklüğün eskiden varolan ırk dayanışması refleksini tekrar canlandırarak, Türkleri diğer etnikleri kardeş kabul etmek ihtiyacında bırakmak yerine, diğer etnikleri kendilerine Türkler tarafından kardeş bile değil, sadece dost payesinin lütfedilebilmesi için canla başla uğraşmak ihtiyacında bırakmaktır.

Hülya Avşar ise "Benim yarım kürttür" yada bunun gibi bir aciklama yazilmisti.. SOYSUZ Yunanin sanatcisi bile bas bas helenizm diye bagrirken Hulya Avsarin birakin "Turan"dan bahsetmesini benim yarım kürttür demesi ne kadar aşşağılayıcı.. Vel hasıl, "kürt Türk kardeştir" anlayışı ; sonuçları hiç analiz edilmeden, siyasi ve ekonomik rantlar için kullanılmıştır.. Sanki Türk Milleti hep barışla yaşadı ve yaşamaya mecburmuş gibi..

Ben yurt disinda yasiyorum ve buralarda bile bu kürtler suç isledikleri anda hemen kendilerini Türk gibi göstermeye çalisiyorlar. Geçen gazete'de su baslik yaziyor "6 Türk ...miktarla uyusturucuyla yakalandi"...halbuki bunlarin çogu her ay PKK için yürüyüsler düzenlemekte..burdaki yasayan Türk kizlarina satasmaktalar islerine gelince ben kürdüm ama sikistiklari an Türküm diyorlar ! Yeter artik ! Tanri bu asagilik insana benzeyen yaratiklarin belasini versin !



Türk-kürt kardeştir diyen kişilerin kürt olduğuna çok kereler şahit oldum. Türk gibi görünmeye çalışsalar da asılları kürt. bu tür kardeşlik söylemleriyle Türkleri uyutup pasifize etmeye çalışıyorlar ama o devirler artık geçti. Türkler bu konuda bilinçleniyor.

Aynı anadan babadan olanlar kardeş olabilir. Türklerle kürtler tarihin hiç bir devrinde aynı anadan ve babadan olmamışlardır.TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU VE KARDEŞİ YOKTUR.

Atsız ATA' Alıntı:
Malatya'nın bir köyünde,Şaban adlı bir öğretmen hem Atatürk büstünü kırdı,hem de Türk bayrağını yırttı.Bu öğretmen akıl hastası değilse,yaptığı işin üzerinde iyice durulmalıdır.Çünkü bir insan siyasi ve dini inançları veya dar görüşlü taassubu yüzünden Atatürk'e düşman olsa bile Türk bayrağına hakaret etmenin hiçbir tevili ya da hafifletici sebebi olamaz.Bundan dolayıdır ki,Şaban adındaki bu öğretmenin kanını ve soyunu araştırmakta,siyasi inançlarını incelemekte fayda vardır.

Bugün Türkiye'de Türklüğe ve dolayısı ile Türk bayrağına düşman üç zümre vardır:Moskofçular,kürtçüler ve Siyasi Ümmetçiler.

Vaktiyle Çukurovadaki Köy enstitüsünde Türk bayrağı kanalizasyona atılmış,bu alçaklığı Köy Enstitülerine sızmış olan o bol sayıdaki Moskofçulardan birinin yaptığı yüzdeyüz belli olmakla beraber suçlu bulunamamıştı.

Şaban adlı öğretmenin Türk bayrağı düşmanı takımlardan hangisine bağlı olduğu şimdilik belli değildir.Bir kürtçü olması ihtimali üzerinde ısrarla durmak ve ciddi tedbirler almak lazımdır.Unutulmamalıdır ki,kürtçülük almış yürümüş,idam istemi ile mahkemeye verilen kürtler "Büyük Millet Meclisi"ne girmiş,o ahım şahım kürtçe ile dergiler yayınlamaya başlamışlardır.Kürtçüler kürtlüklerini Türklük aleyhinde bir eda ile söylemekten çekinmyecek duruma gelmişlerdir.Bazı kürtçüler,öğrenci derneklerinde önemli yerlere gelmişlerdir.

Buna karşı ne yapılıyor?Hiç!Yobazlığı yapılan,şeriatin yerine geçen "demokrasi" bu hiçlik midir?

Eski Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel daha Milli Birlik Komitesi Başkanı olduğu sıralarda,İstanbul Üniversitesi profesörleri ile yapmış olduğu özel ve az çok mahrem toplantıda bizim için iki tehlikenin varlığını açık yüreklilikle söylemiş,"Komunizm ve kürtçülük" demişti.Cihan çapında güçlü bir tehlike olan komunizmin yanında ,Cemal Gürsel'in bir iki milyonluk ilkel kürtleri anması boşuna değildi.Çünkü bu cemaat hem doğu illerimizin petrol kaynağı bölgelerinde oturmakta hemde yıllardan beri İngilizler,Ruslar ve Amerikalılar tarafından desteklenip kışkırtılmaktadır.

Şeyh Said ayaklanması bir kürt ayaklanmasıydı ve açıkça İngilizler tarafından desteklenmişti.Said-i kürdi hareketi iseuzak hedefli ve örtülü bir kürt hareketidir veyine İngilizler tarafından "Müslüman Kardeşler" derneği kanalı ile yönetilmektedir.Kürtlüğü destekleyen,devletlerin maksadı insani değil,maddi çıkara,siyasi nüfuza ve jeopolitiğe dayanan niteliktedir.

Şimdi hep beraber düşünelim:"Türk Devleti"nin kürtçülüğe karşı tavrı ne olmalıdır?Bir devlet ,hiç şüphesiz yarınını tehdit eden bir tehlikeye karşı aklın ve şuurun gerektirdiği tedbirleri alır.Bu tedbirlerin yüzde yüz "milliyetçi" tedbirler olması şarttır.Çünkü milletlerin kendilerini başkalarından ayrı ve üstün tutmak ve kendilerini korumak için tuttukları yol ancak milliyetçiliktir.Türkiye Cumhuriyeti ırkçı bir devlet değildir.Kültür milliyetçisi olduğunu öne sürmesine rağmen böyle bile değildir ve tabiyet milliyetçiliği ile yetinmektedir.Bu bakımdan yüksek mekanizmada kürtlere alabildiğine yer verir.

Atatürk çağının Milli Eğitim Bakanlarından Vasıf Çınar ile İstiklal Mahkemeleri Başkanı Ali Saip Ursavaş kürttü.Fakat bunların aklına Türklükten ayrı kürtlük diye birşey gelmiyordu ve Atatürk çağında böyle bir şey akla gelemezdi de.Atatürk ortalığa bir "Türklük Dehşeti" saçmıştı.Bu sayededir ki kürt olan Ali Saip,İstiklal Mahkemelerinde birçok asi kürdün idamında büyük rol oynamıştı.Demokrat Partinin ileri gelenlerinden Kasım Küfrevi ve Ağrı Mebusu Halis Öztürkde kürttüler.O zamanın Milli Eğitim Bakanlarından Celal Yardımcı'nın da kürt olması kuvvetle muhtemeldir.Çünkü Kayseri Cezaevinde kendisini lider tanıyan bir iki Türk mebus bulunduğu gibi mahbusluk hayatında kürtçe öğrenmeye başlaması da mim konulacak noktalardandır.

Bugün de partilerin çoğunda kürtler bulunmaktadır.Yeni Türkiye Partisinin bir süre önce ölmüş bulunan mebusu Mustafa Ekinci ile Yusuf Azizoğlu kürttür.İkiside kürt milliyetçisidir.Yine aynı partiden Muhlis Görentaş da milliyetçi kürtlerdendir.

Halk Partisinden Cihat Baban ve Esat Mahmut Karakurt kürttürler.

Adalet Partisinden Devlet Bakanı Cihat Bilgehan ile Gümrük ve Tekel Bakanı İbrahim Tekin de kürt asıllıdır.

Kürtlere büyük millet meclisi dışında da rastlamak mümkündür.Prof Şükrü Baban ile Prof. Abdulkadir Karahan ve Yassıada Komutanı Tarık Güryay kürttürler.

Yani Türk Devleti şimdiye kadar bunlar kendisinden ayrı tutmamış,onlara her makamı vermiştir.Fakat ayrı kürt devleti kurmak gayesi ile bir takım davranışları olan üniversiteli kürtlerin çoğalmasından sonra devlet şüphesiz kürt asıllılara karşı daha uyanık olacak,bunları kritik noktalara getirmeyecektir.Kürtler mevcut nisbetteki akıllarını başlarına devşirmeyerek yabancı kışkırtılara oyuncak olmakta devam ve kürt devleti hayali ardında koşarlarsa nasipleri yeryüzünden kazınmak olacaktır.Türk ırkı oluk gibi kanı ve sayısız emeği pahasına yurt edindiği Türkiye'ye göz dikenleri ne yapabileceğini göstermiş,1915'de Ermenileri,1922'de Rumları bu ülkede yok etmiştir.

Bu sonuca varırken daha 1944 yılında yapılmış bir büyük muhakemeyi düşünüyor ve o zamanki sanıkların ne kadar haklı olduklarını düşünmekten kendimi alamıyorum.

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
ÖTÜKEN-30 NİSAN 1966 SAYI/28

Bana Irkçı diyecek olanlara teşekkür ederim.

Bana faşist diyecek olanlara gidip faşizmin ne demek olduğunu öğrenmelerini öneririm...
 
Oğuz Boylarından KÜRTLER

Cemal Anadol(*)

Komünist Kürtçülerin mütemadiyen, «Kürt» diyerek; Türk milletinden koparmaya çalıştıkları, doğulu kardeşleri­miz; Orta - Asya'dan gelme, öz-be öz Oğuz Türklerindendirler. Kürtler, Kurmanç ve Zaza olarak iki kısma ayrılırlar. «Zaza» lar «Kürt» olduklarını kabul etmezler.

Kürtlerin Türklüğünü ispatlayan en önemli husus dil me­selesidir. Bir milletin «millet» olarak kabul edilebilmesi için, gereken unsurlardan bir tanesi «dil birliği»dir.

Dünya üzerinde «Kürtçe» olarak kabul edilebilecek müs­takil bir dil yoktur. (177)

Nitekim; Petersburg Akademisinin yayınladığı Kürtçe -Rusça - Almanca lügat kitabında Kürt dili çeşitli tesirler al­tında kalmış bir kelimeler karışımı olarak kabul edilmiş ve buna ait bir istatistik verilmiştir.

Bu istatistike göre; Kürtçe şu kelimelerden meydana

gel­miştir:

3080 kelime Türkçe ve eski Türkmence'den

2000 kelime yeni Arapçadan (Türkçede kullanılıyor).

1240 kelime Zend lisanından.

1030 kelinle yeni Farsça'dan.

370 kelime eski Pehlevice'den.

300 kelime asıl Türkçe.

220 kelime Ermenice'den.

108 kelime Geldanice'den. 80 kelime menşei bulunamayan.

8428 kelime yekûn.

«Ahlat Kitabeleri» yazarına göre de, Pehlevî, Zent ve es­ki

Farsça'dan bahis yoktur.

Hart isimli İngiliz bilginine göre, İslâmiyetten önceki

Kürtçülüğe ait bir bilgi olmayıp, sonraki bilgiler Türk

idare­sinden başka bir şey değildir.

Siyasî ve ideolojik maksatlarla, «Kürt» adı ve milliyeti

altında birleştirilmek istenen kabileler, aslında dört büyük kola



AYNI HİLALİN ALTINDA BİRLEŞİNCE

ayrılmaktadır: Kurmanç'lar, Lûr'lar, Kalhur'lar ve Gûran'lar:





Bu dört kabile zümresi de birbirinin konuştuğunu anlamamakta ve dört ayrı dil konuşmaktadırlar: Kurmanca, Lûrca, Kalhurca, Gûranca.

Orhun Abidelerinden daha eski bir tarihe ait bulunan Yenisey Abidelerinin Elegeş taşında 8'inci satırda Kürt İl-hanı Alp - Urungu, şu öz Türkçe ifadesiyle, tarihe, Kürtlerin öz be öz Türk olduklarını sesleniyordu:

«Men Kürt el - Han Alp - Urungu. Altunluğ keşiğim bantım belde el'im dokuz kırk yaşım...»

«Ben Kürt İlhanı Alp Urugu'yum, altın (kemer) okluğu­mu bağladım belime. El'im (devletim) otuz dokuz yaşında öldüm.»

. «Macar âlimleri eski macar kabilelerinden Kürt - Gyar-mat kabilesinin adını, Elegeş Kitâbesi'ndeki Kürt kabile adıyla birleştirirler, (178)

Rasonyi, Kuman Türkleri arasında «Kurman» isimli bir kabilenin bulunduğunu söyler ki, «Kurmanç» adının buradan gelmiş olması çok mümkündür.

Bugünkü Macaristan'da 30 kadar «Kürt» köyü mevcuttur.

Bugün Urfa bölgesinde «Badıllı» adıyla anılan ve Türk­çe, Farsça, Arapça karışığı bir dil konuşan, kendilerine «Kürt» diye bir kavmiyet izafe eden kabileler. Kanunî devrinde Oğuz boylarına mensuptular ve 40 oymaklık «Beydili» kabilesini teşkil ediyorlardı. Bu kırk oymaktan biri, 204 nüfuslu «Kürt­ler» oymağı idi. (179).

Bozulus Türkmenlerine mensup, «Kürt Mihmatlu» oyma­ğı, iki asır kadar önce Aydın'ın, Kuşadası kazasına yerleş­mişti. (18°) Bugün Kuşadası'nda Türkmen Mahallesi denilen mahalleyi Kürt Mihmatlu oymağı kurmuştu. Aynı «Mihmad-lu Kürtleri»ni, Afyon - Dinar havalisine iskân edilen Danişmend Türkmenleri arasında da görüyoruz. (ı8ı) Urfa ile Ma-raş arasında oturan ve başka bir dil konuşan «Kılıçlı Kürt­leri» tarihî vesikalarda Türkmen aşireti olarak kaydedilmek­tedir. (182) Meşhur Şerefname, «Kürt Döğer» isimli bir Kürt kabilesinden bahseder. Halbuki, Döğer veya Döğerlü boyu, 24 Oğuz boyundan biridir. (183)

«976 (1568) tarihli Ruha (Urfa) sancağı defterinde bu ka­bile, Cemaat-ı Ekrâd-ı Döğerlü (Döğerlü Kürtleri Cemaatı) suretinde zikredilmektedir. Kabilenin vergiye tâbi şahısları arasında; Bayram, Gündoğmuş, Budak, Yağmur, Kaya, Sarı, Tanrıverdi, Durmuş, Dündar ve Satılmış gibi Türkçe adlar

taşıyanlar görülmekte ve hattâ Karkın gibi bazı Oğuz boyla­rı adı almış kimselere bile tesadüf olunmaktadır. Bu Döğerlü (oradaki halk arasında telâffuzu Düğerlü) kabilesinin Urfa'nın şimal doğusunda bulunan yurdu, son zamanlara kadar kendi adıyla anılmakta idî.» (184)

Çekoslovakya topraklarında dahi Kabar ismiyle tanınan Kazar, Kürt, Kesik gibi Türk aşiretleri vardır. (18S)

Ceyhun Nehri kenarında Kürdiş isimli bir yer vardır. Bu­rada yaşayanlara «Kütler-Kürtler» denilmektedir. (186)

Osmanlı resmî kaynaklarında da «Türkmen» ile «Kürt» aynı anlamda kullanılmaktadır.

Çoğu Ege, Marmara, Akdeniz ve İç Anadolu'da olmak üzere «Kürt» adını taşımış 81 köy vardır. (187) Bunların hep­sinin halkı Türktür, Türkmendir.

Kürt aşiretlerinde beylerin, ileri gelenlerin isimleri o ka­dar eski ve saf Türkçedir ki, onlara, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar devri Türk aşiret beylerinde bile rastlanamaz.

Hizan beylerinden Sultan Ahmed Bey'in beş erkek çocu­ğu vardır: Emir Muhammed, Yusuf Bey, Melik Halil, Melik Han ve Han Mahmud. (188)

Müks beylerinden Emir Ebdal ve torunu Abdal Bey (ı89)

«Ebdal», «Abdal»ın bozulmuş şeklidir. «Abdal», «sülâlenin» (Ehl-i Beyt'in) kulu» mânâsına gelmektedir.

İsbayerd beylerinden Muhammed Bey'in oğlu Mir Şeref iki erkek çocuk bırakmıştı: Bahaddin Bey, Örkmez Bey. (19°)

Kilis beylerine de, Menteşa'nın soyundan geldikleri için «Mend» denirmiş. Menteşa'dan sonra yerine «Arab Bey» geç­miş. Arab Bey'in torunu olan Ahmet Bey'in torununun adı, «Canpolat Bey» mis. (191

Lice beylerinden Ahmed Bey'in oğlunun adı, «Şahım Bey»miş. (192)

Tercıl beylerinden birinin adı, «Buduk Bey», daha sonra­ki nesillerden bir torununun da aynı adı taşıdığı yazılı. (193)

Sıvedî beylerinden birinin adı da «Ebdal Bey»miş. (194)

Kulp beylerinden Şah Beled Bey'in altı çocuğu vardı: Ali Bey, Mir Diyadin, Veli Han, Cihangir, Emir Yusuf, Emir Sü­leyman. Ali Bey'in iki oğlu varmış: Sultan Hüseyin Bey, Ve-li Han Bey. Sultan Hüseyin Beyin oğullarından birinin adı: «Kılıç Bey»miş (19S)

Adilcevaz beylerinden Emir Han Bey, Cihangir Bey ve oğlu Aksak ibrahim Bey.

Sohran beylerinden ilki, «Kelos» aslı «Keles».

Kelos'un üç oğlunun adları: İsa, İbrahim, Şeyh Üveys. İsa'nın oğlu: Şah Ali Bey, Şah Ali Bey'in dört oğlu var: İsa, Pir Budak, Mir Hasan, Mir Seydî. Pir Budak'ın yedi oğlunun biri müstesna (Emir Seyfeddin) isimleri verilmemiş. Amca çocuklarından birinin adı: Kulı Bey. Onun da oğlu «Budak Bey». Budak Bey'in amca oğlu «Kubad Bey».

Bu isimleri daha çok sürdürmek mümkündür: «Mir Eb-dal», «Pir Budak», «Budak». «Bayramoğlu Pir Nazar», «Hacı Şeyh», «Sarım».

«Mekri»nin «Sarım» ve «Baba Ömer». Şeyh Haydar, Mir Nazar, Mir Hıdır. «Bayram», «Uluğ Bey», «Mir Hasan», Emire, Hüseyin.

Gazi Kıran, Şah Mııhammed Bey, «Bucak Bey»., Nasır Bey, Şir Bey, Yusuf Bey, Karahan, Saruhan, Şah Muham-med, Timurhan, Hüseyni, Haydar, İvaz Bey, Hüseyin Kuli Bey, Şah Ali Bey, Hamza, Hasan, Budak, «Bayındır Bey», Şeyh Behlül, Çimşid Bey, Muhammed Bey, Halîkverdi Beyr Hacı Bey, Ahmed Bey, İsmail Bey, Cafer Bey, «Veli Bey», «Kılıç ey», Nazar Bey, Kılıç Bey, Hasan Bey. «Sohrab Bey», «Kubad Bey», Mir Muhammed Bey, Mirza Bey v.s.'

Kürtlüğü savunan ünlü Şerefname'den alınan yukarıda­ki isimler, asırlar boyu öz be öz Oğuz Türklerinden ve onla­rın en cengâver aşiretlerinden olan «Kürtlerin» dedelerinden günümüze kadar intikal etmiştir.

An'aneleri, örf ve âdetleri hep «Türk»e has usullerdir. Ayrıca, yalnız kendilerinden kız alıp vermiş, başka vilâyet­lerle hiç karışmamış bir tek köyü yoktur.

-----------------------------------------------------------

(177)Milliyetçi Gözüyle Bugünkü Türkiye — Cemal Anadol s. 104.

(178)Eski Türk Yazıtları — Hüseyin Namık Orkun. Cilt: 3-s. 180-1.

(179) prof. Dr. Faruk Sümer, Bozoklu Oğuz Boylarına Dâir, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülteleri Dergisi, Cilt XI, Sa­yı 1, s. 80,

(180) Çağatay Uluçay, Saruhan'da Eşkıyalık ve Halk Hareket­leri, İstanbul, 1945, s. 384-5.

(181) Dr. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu'nda Aşiret­leri İskân Teşebbüsü, s. 69.

(182) Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, s.86, 96, 107, 191.

(183)Prof. Dr, Faruk Sümer, Döğerlere Dâir, Türkiyat Mec­muası, cilt X.s. 153.

(184) Aynı makale, s. 152.

(185) Yusuf Blaxkoviç (Kumanoğlu) — Çekoslovakya Toprak­larında Eski Türklerin İzleri — Reşit Rahmeti Arat İçin. s. 346.

(186) Şecere-i Terakime — Ebülgazi Bahadır Han.

(187) Köylerimiz — İçişleri Bakanlığı Yayını -1933.

(188) Şerefname — Şeref Han. s. 241.

(189) A.g.e. -s. 245. (190) A.g.e. -s. 247 - 248. (191) A.g.e. - s. 248-253. (192) A.g.e. - s. 274 - 275.

(193) A.g.e. —s. 280-281.(194) A.g.e. — s. 286.(195) A.g.e. — s. 297-299.

(*)Tarihe Hükmeden Millet Türkler/Milli Kültür Yayınları/1977/sf:203 vd.


http://islamtarihmecmuasi.8m.com/ogk.htm
 
Orhun Abidelerinden daha eski bir tarihe ait bulunan Yenisey Abidelerinin Elegeş taşında 8'inci satırda Kürt İl-hanı Alp - Urungu, şu öz Türkçe ifadesiyle, tarihe, Kürtlerin öz be öz Türk olduklarını sesleniyordu:

«Men Kürt el - Han Alp - Urungu. Altunluğ keşiğim bantım belde el'im dokuz kırk yaşım...»

«Ben Kürt İlhanı Alp Urugu'yum, altın (kemer) okluğu­mu bağladım belime. El'im (devletim) otuz dokuz yaşında öldüm.»

Tüm bu tez, sadece Yenisey ırmağı boyunda bulunan Elegeş anıtındaki tek sözcüğün çarpıtılmasına dayandırılmıştır. "Min körtül kan Alp Urungu", yani "Ben kuvvetli han Alp Urungu", çarptırılarak "kürt ihanı Alp Urungu"ya dönüştürülmüştür. Urungu, Altıoğuzlara komşu kürt boyunun değil, bizzat Altıoğuzların kağanıdır. Anıtın yazıldığı tarih 650 yıllarıdır ki, kürtler 7. yüzyılda islamı kabul etmişlerdir, ve ondan sonra sayısız kaynakta kürtler tanımlanmaya başlar ancak bu tezi yaratanlar bunları yok varsayar. Yani Moğolistan'daki bir Türk boyunun, hemen hemen aynı tarihlerde Orta Doğu'da bir etnisite olarak, hem de Türklüğünü unutmuş, ayrı bir etnisite olarak tanımlanabilmesi için Moğolistan'dan Orta Doğu'ya ışınlanması bile yetersiz kalır! Zaten, Divan-ı lügati Türk'te tüm Türk boyları sıralandığı halde kürt diye bir isim kesinlikle yoktur. Türk ile kürt isimlerinin aynı harflere sahip olmasına derin anlamlar yüklemek ise, "kürtler, karda kart kurt sesi çıkararak yürüyen dağ Türkleridir" demekten çok fazla bilimsel değildir.

Daha ne deyim?
 

kardeşim kaynaklara bak bakalım .sen nihal atsıza dayandırmışsın ben 50 tane yere dayandırıyorum .kaynaklara bak bi yaw .asıl ben ne diyim .seninki mi doğru yani illa

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ-1
Kategori: toplumsal


Tarih, Dil, Antropoloji, Etnografya, Etnoloji, Milli Destanlar, Gelenekler ve Folklor bakımından incelemeler
Prof Dr. Fahrettin Kırzıoğlu
1995 İstanbul

GİRİŞ

Muhterem misafirler, aziz Arkadaşlar, sevgili Öğrenciler!
Burada sizlere, 2700 yıllık Türk tarihinin, yazık ki az bilinen bir yönünü açıklayacağım. Doğuda 100. boylam da denilen Tul dairesinden, yani Moğolistan kuzeyindeki Baykal Gölü batısından; batıda Viyana doğrusuna kadar ki 17. Tul dairesi arasında ve kuzeyde, 55. paralel de denilen arz dairesinden, güneyde Afganistan ve Basra Körfezinin bulunduğu 30. arz dairesi aralarındaki beş ayrı bölgede, tarih boyunca görülen Kürt adlı Türk uruklarını, tarih ve dil bakımından tanıtmaya çalışacağım. Bendeniz bu konuyu , Mayıs1946’da İstanbul’da “Tasvir” gazetesinde üç makale halinde yazdığım “Kürmanç Kürtlerinin Aslı” adlı yazımdan beri 22 yıldır makale, konferans, risale ve kitaplarım ile işlemekteyim. Ankara’da toplanan “VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler” kitabında çıkmış ve ayrı basımı da yapılmıştır.

Hepsi bugünkü gibi, serbest münakaşalı olmak üzere, 1951’den beri Kürtler üzerine 9 defa konferans verdim. Bunların tarihini ve yerlerini saymamda, fayda vardır: Diyarbakır Lisesi’nde Tarih Öğretmeni iken 1951 Mayısında, önce Öğretmen Okulu Salonu’nda, sonrada Diyarbakır Öğretmenler Lokalinde, “Kürtlerin Menşei” adlı konferansımı verdim. Ergani’deki Dicle Köy Enstitüsü Müdürü (şimdi Kayseri Senatörü) Sayın Hüsnü Dikeçligil’in daveti üzerine, 1952 Mayısında Dicle Köy Enstitüsünde; Türk Milliyetçiler Derneği İstanbul Şubesi adına, 1952 Temmuzunda İstanbul-Eminönü Halk evinde; 1960 ara tatilindeki bir folklor seyahatim sırasında, Muş Valisi Erzurumlu Sayın Mehmet Belek’in isteği üzerine, Şubatta Muş’ta Sümer Sineması Salonunda; Erzurum Lisesinden Hocam, Türk Ocakları başkanı Sayın Prof. Necati Akder’in isteğiyle, 1960 Ağustosunda Kars ve Erzurum halk Eğitim Merkezi Salonlarında ve 1962 Kasımında, yine Ankara Türk Ocağında, aynı adla bu konferanslarımı tekrarlamıştım.

Şimdi de Atatürk Üniversitesinde “Tarih Öğretim Görevlisi” bulunuşumun ikinci ayında, Erzurum’da ilk konferansım olarak, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği’nin isteği üzerine, “Tarih ve Dil Bakımlarından Kürtler” adıyla bu konuyu, yüksek huzurlarınızda anlatmak, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bugün bu arada, milli ve ilmi bir konu olan, yeryüzünde Türklerin yayıldığı beş ayrı bölgede, tarih boyunca tanınan Kürt adlı Türk urukları’nı, birkaç saatinizi alacak olan bir uzunca konferansla anlatmaya çalışacağım. Bendenize bu mutlu fırsatı hazırlayan, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği’ne ve bendenizi dinlemek lütfunda bulunarak burayı teşriflerinizden dolayı, siz sayın dinleyicilere çok teşekkür ederim.

Asıl konumuza girmeden, tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika’ya hakim olarak yayılan Türklerin, umumi ve ülke-bölge tarihindeki birçok meseleler gibi, Kürt adıyla tanınan kalabalık ve güçlü bir uruk yani kavmının: Neden şimdiye kadar incelenerek, derli toplu bir kitapla tanıtılamadığını, haklı olarak düşünenler olacaktır. Bu haklı düşünce sahiplerine, kısaca şöyle cevap verebiliriz: Rahmetli Ziya Gökalp, Birinci Cihan Savaşı içinde 1916’da ders yılı başında, şimdiki İstanbul Üniversitesi demek olan, Darülfülün’u ıslah ederken, burada ilk defa bir “Tarih Kürsüsü”nü kurmuştu. Bu tarihten önce, koca Türk-Osmanlı İmparatorluğunda, Liselerin üstünde ancak Harbiye’lerde harp tarihleri ve Mülkiye Mektebinde de, çoğu tercüme olan siyasi ve idari tarih okutulurdu. Fakat, 1916-1933 arasında İstanbul Darülfülünu Edebiyat Fakültesi “Tarih Kürsüsü”nde “Müderris” (Profesör) unvanı ile ders okutan rahmetli Necib Asım, Ahmet Refik, Şemseddin Günaltay, Fuad Köprülü gibi zatların hiçbiri, “Tarih Enstitüsü”nde okumamış ve doktora yapmamış kimseler olup, lisan bilen ve kendi kendini yetiştirmiş Harbiye, Hukuk veya Mülkiye mezunu idiler. Bu yüzden, eski Türkleri tanıtan kaynakların yazdığı Çince, Hintçe, Eski İran’ca, Asurca, Yunanca ve Latince gibi dilleri bilmiyorlardı. Mezopotamya, Mısır ve Hitit yazılarını okuyan, tek bir Türk yoktu. Tarih ilmi “usul”ü bakımından da kendileri donanmış ol-madığından, 1916-1933 yılları arasındaki İstanbul Edebiyat Fakültesi “Tarih Mezuniyet Tezleri”de, çok zayıf olup, “Tez” vasfını taşıyanların sayısı, bir elin parmağını geçmezdi.

Ancak, rahmetli Atatürk’ün emriyle 1933’te “Darülfünun” adı da kaldırılarak ıslahat yapılıp “Üniversite” adı verilerek, yabancı uzman ve Profesörler İstanbul’a getirildikten sonra, Türk Tarih ilmide gelişmeye başladı. Yine rahmetli Atatürk’ün isteği ile, başkent Ankara’da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin 1935’te açılması ve gelişmesiyle, demin arz edilen Umumi Türk Tarihi kaynaklarının yazdığı dilleri, doğrudan doğruya okuyup değerlendirebilen Türk gençleri yetişmeye başladı; ve Ankara’da Macar dili ile tarihini öğreten Hungaroloji Enstitüsü’nün gayretli Macar Profesörleri , Türk Tarih araştırmalarına geniş ufuklar açtılar ve çok değerli gençlerimizi yetiştirdiler 1938’de yeniden İstanbul Üniversitesi’ne dönen Sayın Hocam Prof. A.Zeki Velidi Togan’da, burada “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olarak, bugüne kadar çalışmakta ve değerli, müdekkik gençler yetiştirmektedir.

Artık İstanbul’da Edebiyat fakültesi ve Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gittikçe gelişerek, milletler arası ilim kongrelerinde, “Umumi Türk Tarihi”nin ana meselelerini kavramış olarak, yetki ile konuşan ve hatırı sayılan Türk uzmanlarını yetiştirmektedir. Bu yüzden, milli ve umumi tarihimizin birçok meseleleri de çözülüp, aydınlığa kavuşmaktadır. Fakat, hiçbir milletin eski tarihi, Türklerinki gibi çok geniş ve dünyayı saran bir ululuk göstermemektedir ; yani, doğuda Japon Denizi’nden, batıda Atlas Okyanusu’na ve Kuzey Sibir ile Kazan bölgelerinden güney Hinde, Yemen’e, Habeşistan’a kadar, asırlarca hakim olup, medeniyetler geliştirerek, “Üç-Kıta”ya yayılan Türk ırkının, Yakınçağa kadar gerçekten “dünyanın efendisi” sayılan ve en büyük teşkilatçısı olan şanlı atalarımızın tarihini, bütün ayrıntıları ile 30-35 yılda aydınlığa kavuşturmak, kolay değildir.

İşte, kısaca arz ettiğim bu gibi sebepler yüzünden, yani Türkiye’de tarih araştırma ve öğretimin üniversitede çok geç başlamasından dolayı, daha Umumi Türk Tarihi içindeki birçok meselelerin bile çözülüp su yüzüne çıkmayışı gibi, Kürt diye anılan Asya ve Avrupa’daki Türk urukları da, tüm olarak bir arada araştırılmaya, yeni başlanmıştır. Edebiyat Fakültesi “Tarih Dalı” mezunu olarak bu işe, ilk defa bendeniz başladığımdan, mutluyumdur. 1944’te ikinci askerlikten terhisim üzerine İstanbul’a dönüp, “Kars Tarihi” adlı kitabımı hazırlarken, “Dede Korkut Oğuz Nameleri” ile, 1597’de Bitlis’te Farsça olarak yazılan “Kürtler Tarihi” üzerine iki eser olan “Şeref Name”de, bir “Kürt-Oğuz Namesi”nin bulunmasından ilham alarak, 1945 Ocak ayında Kürtlerin menşei meselesini çözdüm. Ertesi 1946 yılı Mayıs-Haziran ayında “Tasvir” adlı uzun uzun üç makale neşrettim. Ondan sonra da, konuşmamın başında arz ettiğim gibi :

1) 100. doğu boylamında Moğalistan kuzey batısındaki Sayan Dağları ve Yenisey Irmağı Başlarında,
2) Batı Türkistan (Horasan ile Afganistan) da,
3) Dağıstan ile Romanya-Macaristan Çekoslovakya gibi Tuna Boylarında,
4) Kuzey Azerbaycan’da Kür-Aras Irmakları boylarında,
5) Dicle boylarından yayılmış olarak, Türkiye, İran, Irak ve Kuzey Suriye’dekiler olmak üzere.

Asya ve Avrupa’daki başlıca beş ayrı coğrafya bölgesinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan “Kürt” adlı, güçlü ve kalabalık Türk uruklarını tespit ettim. Bunların tarih boyunca varlıklarını ve dillerini öğrenip tanıtma merakı da, bendenizi sarmış oldu.

1946’dan beri yaptığım yayınlar, gerçek kaynaklar ve sağlam delillere dayandığından, arz ettiğim ilk dört bölgedeki Kürtler gibi, bir Türk ve Oğuz uruğu olan ve umumiyetle “Kürmanç” denilen Dicle Kürtleri’nin de gerçek mahiyeti ve kökleri, artık aydınlığa kavuşmuştur. Kurucularından olduğum “Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği”nin 1963’te Ankara’da 32 sahife halinde bastırdığı “Kürtlerin Kökü I.Bölüm”; ve 1964’te bendenizin Ankara’da neşrettiğim iki haritalı, “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler I.” Adlı 130 sahifelik kitabım ile, “VI. Türk Tarih Kongresi”ndeki tebliğim, artık “Tarih” bakımından Kürtlerin kökünü, ilmi olarak ortaya koymuştur. Burada sizlere, Kürtleri, tarih yönünden başka,, son derece ilgi çekici olan, dil bakımından da tanıtmaya çalışarak, Türklüklerini ispat edeceğim. Vaktimiz kalırsa ve sabrınızı tüketmezsem, biraz da, antropoloji, etnografya/etnoloji ve folklor bakımlarından da, Kürmanç ve Zaza uruklarına ayrılan Dicle Kürtlerinin, asla İranlı/Aryani olmayıp, Türklüklerini belirteceğim.

Asıl konuya başlarken,şunu da arz edeyim ki, yurdumuzun doğusundaki aziz Atatürk’ün adını taşıyan bu en büyük ilim ocağı Üniversitemizde “Edebiyat Fakültesi” yakında gelişip, “Enstitü”leri ikmal edildikçe, buradan yetişecek Türk gençleri, bölgemiz tarihi ile birlikte –yabancı yayın ve ajanlarının propaganda ve yemleme telkinlerinden kendilerini sıyırarak- ilmin ışığı ve aklın ölçüleriyle, yalnız Kürtleri değil , yurdumuzdaki yerleşik veya göçebe : Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar, Manavlar, Mavalılar, Terekemeler, Karapapaklar ve başkaca adlarla anılan halkımızı da inceleyip, mazilerini aydınlatacaklardır. Bu uğurda, milletler arası ilim değeri taşıyacak eserleri ortaya getireceklerdir. Bu gerçeği unutmayalım ki, 1945’te “Kars,Ardahan,Artvin” başta olmak üzere , doğu Karadeniz illerimizi, Gürcistan “tarih hakları” adına; ve bütün Doğu Anadolu’yu da, Amerika’da toplattıran “Dünya Ermeniler Kongresi” ve “Revan Komünist Partisi Kararları” adına, Ermenistan için Türkiye’den, bu kutlu ve mutlu Son-Ana yurdumuzdan koparmak isteyen emperyalist ve korkunç derecede Türk düşmanı Moskoflar, “Tiflis-Gürcü Üniversitesi” ile “Revan-Ermeni Üniversitesi” gibi ocaklarda, Kars’tan çıkan Kür ve Erzurum’dan doğan Aras Irmakları boylarında, “ilmi siyasete alet ederek”, geceli-gündüzlü çalışmaktadırlar! On yıl önce Erzurum’da açılan “Atatürk Üniversitesi”,bu kutlu irfan ocağımız, her şeyden önce, “Doğuda Türklüğün bir manevi kalesi” olarak kurulmuştur.

Unutmayalım ki, eskiden Çinliler ile Bizanslıların güttüğü “parçala, hükm-et” düsturunu, 1552 yılından beri genişleyip yayılmakta olan Moskoflar, maharetle tatbik etmektedirler. Bu sayede Ruslar : Kazan Hanlığını,Astakan Ülkesini, Sibiri ve İstiklal Vadi ile Kırım Yurdunu, Kabartay-İlini, Gürcistan’ı, Dağıstan ile Kuzey Azerbaycan’ı, Batı Türkistan’ı, sıra ile istila etmiş; para ve türlü yollarla, Türk’ü ve Müslüman’ı biri birine düşürerek kırdırmış ve I.Petro’dan beri de, Osmanlı-Türk İmparatorluğunun, amansız düşmanı olarak, çöküşünü hızlandırmıştır. Bu yüzden pis Moskof ayakları, 1829 ile 1878’de ve 1916’da üç defa, kahraman Erzurum’u da çiğneyip kirletmiş; ve yüz binlerce Anadolu-Türkünün ocağını söndürmüş, yuvasını yıkmıştır. Şimdi de, Moskova’daki kurmaylar ve korkunç istila plancıları, Boğazlar ile Akdeniz’e çıkmak, Dicle petrollerine de konmak için, Türkiye’yi yıkacak usullere başvurmakta: Ansiklopedileri, Üniversite yayınları, aşırı solcu akımları ve yüz milyonlarca lira sarfiye yurdumuzu, yurttaşımızı parçalamaya çalışmakta; bu arada “kanı bizden,dini bizden donu (giyimi) bizden” diye söylenen halk deyimimizdeki gibi, her şeyi ile bir ve bizden olan milletimizi : Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi düşmanlığı, Sağcı-Solcu çatışması ve daha türlü türlü çökertici mikrop aşıları ile bölmeye, milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmaktadır.

Tanrıdan korkan, insanlık ve ilim hassasiyeti olan, gerçekten milletini ve yurdunu seven Aydınlar, bu gibi düşman tesirlerinden kendilerini kurtarıp; gerçeği ve doğruyu seçebiliyor. Burada, engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisini, yani kanımızdan ve canımızdan olan Kürtlerin: tarih, dil, antropoloji, etnoloji/etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini, bir konferansta sizlere arz ederken, gerekli gördüğüm bu Girişi uzattığım için, bağışlamanızı dilerim.*

KÜRT ADININ MANASI

Asıl konumuza girerken, hiçbir İran veya ı toplulukta görülmeyip, yalnız Türk ve Oğuzlar kolundan gelen urukların adı olan “Kürt” deyiminin, anlamından işe başlayalım. Başta Macar dilcileri olmak üzere, Türkologlar, doğru olarak “Kürt” adının, Türkçe “yatkın kar , sertleşmiş kar, yazın dağ başlarında bulunan ve geç eriyen kar” anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Türkistan, Kırım ve Kafkas İllerinde bugünde, “kar” anlamına kullanılan “Kürt” sözü, Azerbaycan ile Anadolu’da , kışın insanı, hayvanı ve kızağı batırmaz derecede, tahta gibi sert kar yığını demek olan “kurtuk” (Ah ıska, Artvin, Çorum, Kırşehir), “kürtük” (Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Malatya, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari) ve “kürtün” (Kastamonu,Bolu, Edirne, Konya, Isparta*) deyimlerinde yaşamaktadır, ki bu sonuncular, dağların kuzey ve kuytu yerlerinde yaz ortalarına kadar kalan kar anlamına gelmektedir. Tipi veya boranın çukur yerlere doldurduğu ve sertleşerek uzun zaman kalan “kar yığını” anlamına da gelen “kurtuk-kürtük” ile, Orta Asya (Doğu) ve Kuzey Türk dillerindeki “kar” demek olan “Kürt” sözü, yatkın ve sertleşmiş karın üzerinde yürünürken çıkan, “Kürt-Kürt” gibi sesten kalmadır.

Bundan 900 yıl önceleri yazılmış olan Kaş garlı’ nın “Divanü Lügat’i Türk” adlı büyük sözlüğünde, “Kürt” deyimi iki anlamda geçmektedir. :

1-“At arpanı (arpay&#305 Kürt Kürt yedi” cümlesi misal veriliyor ve insanın “hıyar” (salatalık) gibi sert nesneleri yerken çıkarılan sese de “Kürt-Kürt” (şimdiki İstanbul ağzımızla “kütür-kütür”) deniyor ;

2-“Yay, kamçı ve değnek gibi (sert, dayanıkl&#305 nesneler yapılan kayın ağacına da , “Kürt” dendiği belirtiliyor.

Azerbaycan, Dağıstan ve Doğu Anadolu’da Çoban Hesabı (Takvimi) içinde “gücük” (şubat) ayı sonunda ki “üçüncü cemre” de “Kürdoğlu” veya “Kürdoğlu Kayada Kaldığı Gece” denilen sayılı bir gün vardır. İnanışa göre, bu sırada “Kürdoğlu, yarı geceye kadar soğuktan titreyip, diş dişe vururken, yarı geceden sonra, çağ (mevsim) dönüp, yer nefes aldığından, kışın dondurucu soğuğu sona erer ; yazın (İlk baharın) ilk saatlerinde başlar.” Bu yüzden Çıldır Gölü gibi, kışın kızaklar ve hayvan sürüleri geçen üzeri buzlanmış sulardan, artık hiç geçilmez. Bu “Çoban Hesabı” ndaki “Kürdoğlu” deyimi, halk inanışına göre, “Kar Adamı’nın oğlu, Kar Oğlu” dur ve artık ondan sonra, “İnsanoğlu” nun bulunduğu bölgelerden uzaklaşıp, gözden yitermiş!

Biraz sonra göreceğimiz gibi, Kürklerin “Kürt” adlı uruğu, yazın tepesinde ve kuzeyde kar bulunan yüksek yaylaklarda yaşadıklarından, böyle anılmışlardır. Biz, bu adın eş anlamını, “Karluk” diye tanınan Oğuzlarda da görmekteyiz. XIII. Yüzyıldan kalma Uygurca yazılı “Oğuz Kağan Destanı” nda, Orta Asya’daki yüce Tanrı Dağlar bölgesinde yaşayan “Karluk” (kar-lık) Türkleri’ne bu adın, “kar içinde” yaşadıkları için Oğuz Kağan tarafından verildiği belirtilmektedir. Türkistan’ın güney kesiminde Afganistan’a değin yayılan Karluklar, 751 Talas Savaşı sırasında İslam Arapların tarafını tutarak, Çinlilerin yenilmesini sağlamışlardı. Bu Karluk Türkleri’nin güneyde devlet kuran bir koluna verilen “Abdal” adının, kuzey-Hint dilince, “karlık” (karlı yerde yaşayan) anlamına geldiği tespit edilmiştir. Çin kaynaklarında bunlara “Ye-ta/ Hu-ta”, 568’deki Bizans kroniklerinde “Heptalit” (=Haptal’lar) ve İslam Arap eserlerinde “Ha batıla”(Habtallar) denilmekte idi. Hintçe kaynaklar bunların, “Huna” (Hun Türkleri) soyundan geldiğini belirtir. 563-567 yılları arasındaki savaşlar ile Göktürkler ve müttefiki Sasanlı İranlılar, Tanrı Dağların doğu ve batısına yayılarak geniş bir imparatorluk halinde yaşayan bu Heptalit/haptallar/Abdallar Devletini yıkarak, aralarında paylaşmışlardı. İşte bu Karluk/Abdal Türkleri kolundan bugün Türkiye’de Bingöl’den Silifke’ye ve Adapazarı’na kadar yer yer yayılmış olarak “Abdallar” veya “Abdalan” (=Abdallar) adıyla Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Yörükler topluluğu içinde, çoğu göçebe ve çalgıcı,oyuncu olarak tanınan oymaklar vardır. Köy adlarında da hatıraları yaşayan ve ana dilleri kür maçça, zazaca veya Türkçe olan Anadolu’daki bu Abdalan/Abdalların adının, “Karluk” (=karlı dağ bölgesinde yaşayan) anlamından geldiği ve hepsinin Afganistan ile doğusundaki eski Haptallar’dan oldukları anlaşılmıştır.

Kısacası, hiçbir İran veya Hint-Avrupalı/Aryani topluluğunda bulunmayan “Kürt” veya buna benzer bir etnik topluluk, yalnız Moğolistan kuzey batısındaki Sayan Dağları’ndan Viyana’ya ve Sibir’den Basra Körfezine kadar ki yerlerde yaşayan Türkler arasında, güçlü ve kalabalık bir uruk (kavim) olarak görülmektedir. Bunların adı da , tarihçi ve Türkologların belirttiği üzere, Türkçe’de “Kürt, Kürtlük, kürtün” deyimlerindeki gibi “sertleşmiş veya yaza da kalan kar yığını” anlamına gelmektedir. Azerbaycan ile Türkiye’de köylülerin : “Kürdün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz” biçimindeki atasözü ve Kars, Erzurum Halay türkülerinden birinde : “Allah Kürdü yaratmış, Dağlar khali (bo&#351 kalmıya” mısraları da koyuncu ve çoban Kürtlerin, karlı yaylaklar bölgesini severek, böyle yerlerde yaşamalarının hatırasından kalmadır. Oğuzların bir kolu Tanrı Dağlar bölgesi ve çevresinde “karluk” ve kuzey Hintlilerce “Abdal/Haptal” diye tanındığı gibi, Asya’nın kuzey ve batısında da, aynı anlamda “Kürt” (Karduk/Kortuk/Kortik ve Batı Sibir’de Kürdak varyantları ile) diye anılan Türk/Oğuz kolu tarih boyunca tanınmıştır.

I. BÖLÜM : Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü
Bizim araştırmalarımıza göre, M.Ö. VIII. Yüzyılda Orta Asya’nın doğusuna hakim Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip, Tanrı Dağlar bölgesine yerleşerek burada “karluk” ve “Abdal/Haptal (Heptalit)” adıyla tanınan Oğuzlara karşılık ; Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde yaşayanlarına, “Kürt” ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani, “Karluk/Abdal” urukları, Hunlar kolundan olup ; “Kürtler” ise , sakalar (İskitler) topluluğundaki yüce dağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır. Biz, tarih boyunca Sakaların ülkesinde başlıca beş ülke ve bölgede “Kürt” adıyla tanınan göçebe toplulukları görmekteyiz. Bunları, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yayılış yönlerine göre, sırasıyla gözden geçirelim.

Yenisey Kürtleri :
Türklerin Sibir ve Avrupalıların Sibirya/Siberya dedikleri, Asya’nın bütün kuzeyini kaplayan geniş ülkelerin ortasından geçen ulu ırmağın adı, Türkçe Yenisey’dir. Bu Yenisey Irmağı başlarında, Göktürklerin “Kögmen” dediği Sayan Dağları (En yükseği 3490 m.) arasında, küçük dağ gölleriyle donanmış çok güzel ve bol otlaklı yeşil yaylaklar vardır. Moğolistan’ın kuzeybatısı ile Baykal Gölü’nün batısında bulunan Yenisey başlarındaki bu toprakların doğu kesiminde, bugün Sovyet Rusya’ya tabi Tannu-Tuva adlı bir “Muhtar Türk Cumhuriyeti” vardır. Yüzölçümü 200 bin Km. tutan bu ülkede, ikinci Göktürk Kağanlığı’ndan (681 yılından) önce yaşayıp, “Altı Oğuzlar’a” komşu bulunan ve sürüler ile yılkılar besleyip geçinen “Kürt” adlı göçebeye bir Türk uruğu vardır. Bu Yenisey Kürtleri, 650 yıllarından öce, daha doğrusu, Doğu Göktürkleri’nin 630-681 yılları arasında Çin İmparatorluğuna tabi bulunduğu sırada, güçlü bir “el-kan’lık (il-han)” kurmuştu. Sayan Atay Dağları çevresinde ve Yenisey başlarında yaşayan Türkler, Orkun Irmağı bölgesindeki Doğu Göktürkleri’nden kalma anıtlardaki yazıdan daha eski olup, “Yenisey Yazısı” denilen 39 harfli en eski Türk alfabesini kullanıyorlardı.

Göktürk veya Orkun yazısının eski biçimi sayılan yenisey Yazısı ile yazılı 32mezar taşı bulunarak okunmuştur ; bunların hepsi Türkçe’dir. “Yenisey Yazıtları (Kitabeleri)” denilen bu anıt mezar taşlarının en uzun yazılanı, 12 satırlı olup, 650 yıllarından önce ölen “Kürt Elkan”lığı hükümdarı “Alp Urangu”ya aittir ve ölünün ağzından Türkçe bir ağıt gibi yazılmıştır. Yenisey Irmağı’nın baş kollarından Elegeş Suyu boyunda bulunduğundan, “Elegeş Yazıtı” da denilen bu anıt, çok büyük bir bitevi taş yontularak üzerine yazılmış olup; yere gömülü bulunan bu taşın topraktan yukarısı, 320 santim boyunda ve en geniş yeri 60 santim enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri uruğu, kendi padişahları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı”nın 8. satırında, bizi ilgilendiren şu sözler yazılıdır:

“(Men) Kürt El-Kan Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El’im, tokuz-kırk yaşım.” 14. yüzyıllık bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylece aktarabiliriz : “(Ben) Kürt İl-hani (Padişah&#305 Alp-Urungu’yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belime ; El’im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.”

100.Doğu boylamı bölgesinde Yenisey Kürtleri’nden ve 1300 yıldan önce kalan “Elkan Alp-Urangu”nun yazılı mezar taşında, zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki “Kürt” adı güçlü uruğun, Türk soyundan olup, Türkçe konuşup yazdığını gösteriyor. Asya’nın bu kadar doğu ve kuzey kesimine, eskiden hiçbir İranlı ve i kavim gelmemiştir. Yenisey başları, Türklerin Anayurdunun doğu kuzey kesimidir. Böyle iken, henüz mektep kitaplarımızda, bu Yenisey Kürtleri’nden hiç bahsedilmediği gibi, eski bir Rus diplomatı olan ve Çarlığın son yıllarında başkent Petersburg/Petrograd (şimdieningrad) daki “ Kürtler Masası Şefi” sıfatı ile, Rusların 1914-1917 arasında, Kars’tan İskenderun’a ve Tebriz’den Basra Körfezi’ne ilerleyen ordularına, yol üzerindeki “Kürtler”den nasıl istifade edilebileceğini, gizli ve numaralanmış olarak basılan bir kitabında anlatan V. Minorsky’nin 1927’de İslam Ansiklopedisi’nin Avrupa dillerindeki nüshalarında yazdığı “Kürtler” maddesinde de, asla bu hususa dokunulmamıştır. Ne yazık ki, bu korkunç Türk düşmanı ve Rusların Kürtleri bizden ayırıcı faaliyetlerinin akıl hocası olan Prof.V. Minorsky’nin “Kürtler” makalesi, 1955’te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”nde, olduğu gibi tercüme edilerek, basılmıştır!...

Umarız ki, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Profesörleri, “Türk Ansiklopedisi”nin zeyil Cildinde, “Kürtler” üzerine doğru ve ilmi bilgileri vererek, bu açık ve korkunç hatayı düzeltsinler.

Beş Kürtlük bölgesinden en doğudaki olan bu Yenisey Kürtleri, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile, batıya göçmüşler ve İrtiş Irmağı ile Tobol Suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken, batıdan don Kazakları Hatamanı Yermak’ın 1581-1582’de İrtiş boylarını top ve tüfekli birlikleriyle, Ruslar hesabına istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine, Türk Mollaları bunları XVI.Yüzyıl sonlarında, İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır. Son 400 yıldan beri bu eski Yenisey Kürtleri’nin Batı Sibir’de torunlarına, “Kürdak” denildiği biliniyor. Çarlık çağında Ruslar bunlara resmen, “Tara-Tatarları” “Tobol Tatarları” ve yurtlarına da, “Kurdak- Heskaya Vosolt” derlerdi.Dilleri Türkçe’dir.*

Yenisey Kürtleri’nin,M.Ö. VII.Yüzyılda doğuda Tanrı Dağlar ile Çin sınırına dayanan ve batıda Karpat Dağları ile Tuna Boylarına uzanan,güneyde Filistin ve Mısır kapılarına varan koca Saka/İskit İmparatorluğu’nun,kuzeydoğu ucundaki Türkleri teşkil ettikleri, anlaşılıyor.

Batı Türkistan veya Horasan-Afgan Kürtleri :
Ortaçağ başlarında, İran’ı kuzeydoğu kesimi ile bugünkü Türkmenistan ve Afganistan bölgelerine “Doğu Ülkesi” anlamında Farsça “Khorasan” ve (Topkapı Sarayı-Oğuz Namesi’ndeki gibi) Türkçe “Gün doğusu-Genkyer” denirdi. Horasan’ın Doğu İran ile Bakı Afgan kesimlerine, burada yerleşen Saka Türkleri’ne göre İlk ve Ortaçağlarda “Secistan/Seistan” denilmiştir. İran destanlarında eşsiz bir pehlivan,yiğit olarak anılan Zal’oğlu Rüstem’de, işte bu Secistanlı Sakalar soyundandır. İstanbul Üniversitesinde “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olup, bu uğurda dünyaca tanınmış bir otorite sayılan Sayın Hocam Ahmet Zeki Velidi TOGAN, yazılı kaynaklardaki Horasan Sakaları dilinden kalma yer ve kişi adlarındaki Türkçe sözleri ayıklayıp ortaya çıkarmıştır.

IV.-V. Yüzyıllarda Sasanlılar, Horasandaki Merv ile Bavurd şehirleri çevresinde, (24 Oğuzlardan iki boyu teşkil eden) “Khalaç” adlı Türklerin göçebe olarak yaşadığını bildirirler. 591 yılında Batı Göktürklerinin yardımı ile İran Devletine hakim olup, Bağdat yanındaki başkent Ktezifon’da tahtı ele geçiren Horasan Sakaları’nın Arşaklılar kolundan Behram Çopin kardeşine,mensup bulunduğu uruna göre, “Kürdi” ve kız kardeşine “Kürdiyye” denildiğini, 915’te eserini bitiren ünlü İslam tarihçisi Taberi, İran kaynaklarından alarak bildirmektedir. İranlılığın koyu olarak yaşadığı Taberistan’dan yetişen bu müellifin, Arapça’ya göre yazıldığı bu “Kürdi” ve bunun müennes (feminen) biçimdeki “Kürdiyye” gibi nispet bildiren sıfatlarla anılan kardeş ve kız kardeşin adları, İran tahtını zorla ele geçiren ve Sasanlı düşmanı olan Behram Çopin (Çüpin)’in de, Kürtlerden olduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki, Bitlis Sancakbeyi Şeref Han’da “İran Şahları”ndan “Behram Çübin’in, Kürtler Taifesi’nden” olduğuna işaret etmiştir.


KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ-2

VII.Yüzyıldaki İlk İslam/Arap Fethi sırasında, Horasan’ın Kah ıstan kesimindeki “Khalaçlar ile Kürtler”, bir arada konup, göçen deveci ve koyuncu boylar olarak tanınmışlardı. Hive Hanı Ebulgazi Baha dur Han, eski “Oğuz name”ler ile Türk soy kütüklerine göre, 1661’de yazdığı “Şecere-i Terakime” adlı kitabında, Hazar Denizi doğusundaki “Ulu Balkan” ve “Kiçi (Küçük) Balkan” adlı dağlar bölgesinde yaşayan Esrarı Türkmenleri’nin “Khızır Eli” içindeki “Kürtler” adlı bir boyunu tanıtır. Batı Türkistan veya Horasan Afganistan’daki Kürtler, 24 Oğuzdan iki boyun birleşiği sayılan Khalaçlar uruğu ile birlikte konup göçerdi ve güçlü komşuları da, yine Türk soyundan Gurlular (Guriler) idi.

Batı Türkistan Kürtleri gibi, Selçuklulardan önceleri, Dicle Kürtleri içinde de, Khalaç ve Gurlular bir arada ve komşu olarak yaylakçı-kışlakçı olarak yaşamakta idiler.Van bölgesinden yetişme Ermeni rahibi Arzerunili Thomas, kendi çağındaki vakaları anlatırken, 905 yılı hadiseleri arasında, Malazgirt-Erciş arasındaki bir yere, “Khalaç Deresi” anlamına “Halaç Ovit” denildiğini anar. Öteden beri burada yaşayan Dicle boyundan gelme Kürmanç Kürtleri, “Khalacan” (Khalaçlar) adı ile tanınmış olup, 1891’de burada kurulan ve Erciş ile Malazgirt köylerinde konaklayan “63.Hamidiyye Hafif Süvari Alayı”nın hepsi, Khacalan Kürtleri’nden sayılıyordu.Bunlar, Bağdatlı Mes’udi’nin 943’te yazılan “Mürüc’üz Zeheb” adlı ünlü kitabında, Dicle başlarındaki “Yakubi” denilen Hıristiyan mezhebindeki Kürtlerden gösterdiği “Çurukan” (Çuruklar) boyunun kardeşi ve komşusu sayılan boydan, kuzeydeki yaylaklarda yerleşen bir bölüktür. Öteden beri Müslüman olup, Mardin, Diyarbakır, Urfa arasında yaşayan ve 24’er oymaklı iki kola ayrılan “Kiki (Kikan=Kikler) boyunun “Kiki Khacalan kolu ile Malazgirt Khalacan Kürtleri, boydaş olduklarını bilirler.

Bunun gibi, Ortaçağda Afgan ile Pakistan ülkelerine de hakim olup, Gazneliler devletini yıkarak yerine geçen Gurlu adlı güçlü Türk uruğundan bir kolun, Miladın ilk yıllarında Arşaklılar idaresinde Dicle ile Fırat başlarına geldiği anlaşılıyor. Anadolu’ya yerleşen bu Gurlular’ın da “Kürtler”den sayıldığı, öteden beri Bingöl,Tunceli ve Siverek’teki, “Zaza,Desiman,Çarekli” veya “Dünbüli” denilen ve kendilerini “Türk”e “Tirk” demeleri gibi “Ü” yerine “İ” sesini kullanarak, “Kirt” (Kürt) diye anarak, Kürmançlar’a, “Kirtasi/Kırdasi” (=Kürtsü/Kürtümsü) diyen yarı göçebe uruktan olanların öteden beri hep, “Guran”dan veya “Gurani” diye tanınmalarından anlaşılıyor. Zaza diye toplayıcı bir adla anılan Kürtlerin dili, bu yüzden çok daha Afganca’ya çalmakta ve Kürmançlar’dan ayrılmaktadır.Türkiye’deki Guranlı uruğu Zazalar, Tanrı/Allah anlamına, “Homay/Omay” derler ve Hunlar gibi, sabahleyin “Doğan Güneş”e tapınırlar. Bunların çoğu Alevi olup, bütün adet ve töreleri gibi , ibadet dilleri de Türkçe’dir. Zazalar içinde çoklukla bulunan “Ab dalan” (=Abdallar) adlı oymakların da, Batı Türkistan’da “Gurlular” ile komşu iken, Ar şaklı (Part)ların fetih ve yayılışları sırasında onlarla birlikte Anadolu’ya göçtükleri anlaşılıyor. “Kürt” adının manasında anlattığımız Karluk adlı Oğuzların “Abdal/Haptal” kolundan Türkiye’de, hem Kürmanç ve Zaza dilleriyle konuşan, hem de anadili Türkçe olup, “Türkmenler” kolundan sayılan “Abdal” oymaklarının bulunması, bunların Batı Türkistan’dan Gurlular ile birlikte Hazar Denizi güneyinden ve İran yolu ile göçüp geldiklerini gösterse, gerektir. Khalaçlar’ın Kürmançlar içindeki oymakları da, bunlarla birlikte ve aynı yolla gelmişe benziyor.

Bugün Doğu Buhara’da “Kend-i Kürt” denilen köyde Karluklar yaşar. Çarlığın devrilişini müteakip Türkistan’da milli davranışlar başlarken, Sayın Zeki Velidi Togan Bey, bu “Kend-i Kürt’te toplanan Karlukların Milli Kongresine katılmış ve orayı yakından tanımıştı. Temür çağında, Afganistan’da Her at Çayı solundaki Öleng Neşin yaylağı eteğinde bulunan “Kürt Neşin” (yani, “Kürt Konağı”) adlı kışlak, çok ünlü idi. Bugün de Afganistan ile İran’ın “Horasan Vilayeti”nde ve Sovyetlerdeki Türkmenistan’da bir çok köy, yaylak,kışlak ve konağın adı “Kürt”tür ve buralardaki yerli halkın dili Türkçe’dir. Ancak, İranlı şahı I.Şah Abbas’ın, Osmanlıların 1590’da kazandığı ve çekilmekte olduğu Batı İran’dan 1603’ten sonra kaldırıp,Sünni Türkmenlere karşı sınırı korusunlar diye Horasan’a yerleştirdiği Şii7Kızılbaş Kürtlerin torunları, Dicle Kürtleri’nin Kürmanç diliyle konuşurlar.

Dağıstan-Macar veya Tuna boyu Kürtleri :
Sayın dinleyiciler, bu yeni adı da, çok dikkate değer bulmuşsunuzdur. Avrupalı komşularınca “On-Ogur” veya “Hun-Ogur” gibi ikiz addan çıkma olarak, “Hungar” ve bunun Latince söylenişiyle “Hungarus” (Bu sonrakinden bozma olarak, Osmanlı kaynaklarında “Orgerus/Engürüs) denilen Macarlar, Turanlıların Urallı kolundan olup, son araştırmalara göre “ataları Türk ve anaları Fin-Ogurlu” sayılan bir kavimdir. Asya’nın kuzeyini kaplayan koca ülkelere “Si bir/Sibirya” adının verilmesine sebep olan “Saber/Sabir Türkleri”nin göçleri sırasında, Ural Dağları doğusundaki yurtlarından koparak, M.S.V. Yüzyılda Kafkas Dağları kuzeyine göçen Macarlar, 603 yılında Göktürklerinin en batı kolu olarak ayrı bir kağanlık kuran Kazar/Khazar Türkleri birliğine katılmışlardı.

İlk İslam fetihlerini anlatan “Derbendname”de, 660 ve 721 yılları vakaları anılırken, Dağıstan’ın kuzeybatı kesimlerinde, “Ulu Macar” ve Kiçi Macar” adlı iki müstahkem şehrin Khazarlar elinden Araplara geçişi de anlatılıyor. Bunlardan “Ulu Macar” yerindeki “Macar Şehri”ni XIV. Yüzyıl başlarında gören ünlü Arap gezgini İbn-i Batuta, burasının Altın orda Devletinde işlek ticaretli ve büyük bir belde olduğunu söyler. Dağıstan’da böylece yer adlarında hatıraları yaşayan Macarlar, Khazarlar içindeki karışıklıklardan bunalarak, 800 yıllarında anlaştıkları “Yedi Boy” ile bir “Birlik” kurarak, Dağıstan’dan göçüp, Karadeniz kuzeyindeki ovalara yayıldılar. Bizanslılarca hep “Türk” denilen bu Yedi Boy Macar Birliği, 830 yıllarında Ten Özü (Don Dnepr) ırmakları arasında iken, Bizans misyonerleri bunları Hıristiyan (Ortodoks) etmek için, aralarında dolaştılar ve bu uğurda Ayasofya’daki Patrikliğe, kilise raporları yolladılar.

Bu sıralarda Bizanslılar, Yedi Macar Boyu’nu “Türk” umumi adı ile anmış ve 7 boyu da ayrı ayrı tanımışlardı. Bizans Kayseri Konstantin Porfirogenetos, 950’de yazdığı “Devlet İdaresi” adlı kitabında, 120 yıl önceleri Karadeniz kuzeyindeki Macar Birliğini tanıyan rahiplerin yazarak gönderdiği rapordan faydalanarak, 7 Macar Boyunun adlarını verir. Bunlardan en güçlü bir boyun adı, “Kürt”tür. Porfirogenetos’un andığı “Kürt” boyunun adı, Macarca değil, Türkçe’dir ve Macar Türkologlarının da belirttiği gibi, “kar yığını” anlamına gelir. IX.Yüzyılın ikinci yarısında doğudan gelen yeni bir Türk göç kolunun itmesiyle, Karadeniz kuzeyindeki Yedi Macar Boyu, önce Purut Çayı bölgesine, sonra da Karpat Dağları güneyine ve Tuna Boylarına geçerek, oralarda yerleşti; burada, şimdiki Macaristan ile çevresini içine alan topraklarda bir devlet kurarak sonunda Katolik Hıristiyan oldu. Orta Tuna bölgesindeki Macaristan Kürtleri, tarihte 1138,1156 ve 1329 yılları vakalarında : “Kurtu”, “Kürdü” ve “Kürt” biçiminde anılmışlardır.**

Dağıstan Macar Kürtleri’ni coğrafyadaki hatıraları da, mühimdir. Bunlardan bir bölük Kırım’da yerleşmiş olduğundan, Kırımlı göçmenlerin İstanbul’da çıkardığı “Emel” adlı dergide (sayı:1, Temmuz-Ağustos 1967) “Kürt” adlı iki köyün bulunduğu bildirilmektedir. Sonradan dilleri Macarca olup, kökleri “Hunlar”dan geldiği anlaşılan ve 1918’de Romanya’da kalan Macar topraklarından Erdel(Transilvanya) bölgesinde yaşayan Sekel (atlarının ayakları “sekil” olmasından Türkçe böyle anılmışlardır) boyu içinde de, bir “Kürt” oymağı yaşamıştır. Bu Skeller, kendilerini, V.Yüzyılın ortalarında Avrupa’nın en üstün hakimi olan Atilla’nın (434-453) ordusundan kalma sayarlar. Macarlı Bara bâs Sam us, Sekeller’den “Medgeş” boyunun “Kürt” adlı oymağının, 1505 yılı Vakalarını anlatan kaynaklarda geçtiğini belirtmiştir.

Bugün Macaristan’da şu dokuz vilayetteki “Kürt” adlı yerlerin, eski “Macar Kürtleri”den kaldığı tespit edilmiştir:

· Baç,
· Borsod,
· Heveş,
· Solnok,
· Komaron,
· Nograd,
· Nyitra,
· Pojoni,
· Osmanlı kaynaklarında “Temeşvar” denilen Temeş

Erdel gibi 1918’de Macaristan’dan koparılıp Çekoslovakya’ya verilen ve kuzeyden Macaristan’a komşu bulunan topraklarda da bugün, on tane köy, “Kürt” adı ile anılmaktadır. Prag Üniversitesi Profesörlerinden (Kuman oğlu) Josef Blaşkoviç, 1966’da “Reşit Rahmet İçin” adıyla Ankara’da basılan bir anma kitabındaki “Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri” başlıklı makalesinde, öteden beri Çekoslovakya’da bulunan bu on köy adı için, şöyle diyor : “Kürt, on köyün ismidir. Macaristan’da yerleşmiş olan KÜRT adlı Türk asıllı boyun adındadır ; asıl anlamı ÇIĞ (Kar Yığın&#305 dır.” Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki Hungaroloji Enstitüsü Müdürü Profesör Rasony, Macarca tetkiklerinde, XIII.Yüzyılda Suriye ile Mısır’daki Kölemenli Kıpçak Türk Beylerinden “Kürt” ve “Kürt Bay” adlı kişilerden, 20 kadarını kaynakları tarayarak bulmuştur. Biz Yavuz’un 1514 Çaldıran Seferi’nden sonra, Bitlis-Muş bölgesinde Safili Şah İsmail ordusuna yardımcı “Kürt Beg” adlı bir Emiri de, Osmanlı ve Safili kaynaklarından tanıyoruz. Türklerin eski ad verme geleneğine göre : “yağmur, ay doğdu, gün doğdu, bora/boran, karyağdı, duman(sis)” gibi günlük hava durumu ile ilgili adların çocuklara konulmasından, karlı yaylakta “Kürt-Kürtlük” üzerinde doğan çocuğa da, “Kürt-Beg/Kürt-Bay” denildiğini anlıyoruz.

Dağıstan’daki coğrafya hatıralarını tespit edemediğimiz Dağıstan Macar Kürtleri’nin Kırım, Erdel, Macaristan ve Çekoslovakya’da yer adlarında hatıralar bırakıp, tarihte de anıldıklarını ve dillerinin Türkçe olduğunu görüyoruz. Dağıstan’da, Kırım’da, Karadeniz kuzeyinde ve Tuna boylarında, eski ve yeni ince haritalar ile tarih kaynaklarında yapılacak geniş araştırmaların, bu uğurda Dağıstan Macar Kürtleri’ni daha çok tanıtacağına şüphe yoktur.

Kuzey Azerbaycan veya Kür-Aras Kürtleri :
Kars ilinden doğan Kür Irmağı ile, Erzurum bölgesinden çıkan Aras, Hazar Denizine karışmadan önce, Kuzey Azerbaycan’da birleşirler. Bu iki ırmağın arasında kalan, Tiflis, Revan, Gence ve Kara bağ illeri bölgelerine Ortaçağda ve İslam eserlerinde, “Aran” denilirdi. Bugün de Azerbaycan ve Doğu Anadolu gibi, Dede Korkut Oğuz namelerinin “Oğuz Elleri” bölgesinde, “kışlak, engin yer” anlamına kullanılan “Aran” (“dağ” ve “yaylak” bunun zıddıdır), Türkçe olup, Kaşgarlıda da geçer. İşte bu “Aran” ülkesinde, biraz sonra arz edeceğimiz, M.Ö. VII. Yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen sakaların hükümdarlarının mensup bulunduğu en soylu uruğu, “Saka sen/Saka sun”lar yaşıyordu. Bunların “Bala sakan” (=Küçük sakalar) denilen boyu, “Kürtler” adıyla tanınmıştır. Kıyılarında yaşadıkları ırmaklara göre biz Kuzey Azerbaycan’daki bu uruğa, “Kür Aras Kürtleri” denilmesini uygun görüyoruz.

XII. Yüzyılda, İslam imanı ile Türk gücünün temsilcisi olarak, Kudüs’ten Haçlı kuvvetlerini temizleyen ulu kahraman Eyyublu Sultan Sala haddin Hazretleri, bu Kür Aras veya Aran Kürtleri’nin Ravadlı boyundandır. İkinci kolda gördüğümüz Batı Türkistan Kürtleri gibi, bu Kür Aras Kürtleri üzerine yazılı kaynak bilgilini de önce, Sayın Prof. A.Zeki Velidi Togan toplamış olup, bunların İlbeğleri sülalesinin, Dede Korkut Oğuz namelerinde hangi kütük (künye) ile anıldığını da, ilk defa ben deniz bulup ortaya çıkardım. Bu Aran veya Kür Aras Kürtleri’nin Hıristiyan kalan kolundan ve “Babırakan” (Babırlı Hanedan&#305 “Khél” (El) indein, “Kolu uzun oğulları”, önce Gregoryen/Ermeni ve 1150’den sonra Ortodoks/Gürcü mezhebinde olarak yaşamış; ve Kars’ın 40 Km. doğusunda Arapça’yı sağındaki ünlü Anı Şehrini merkez edinerek, Yukarı Aras ve Aran bölgelerinde 1200-1317 arasında bir uçbeyliği kurmuştur. Kür Aras Kürtleri’nin güçlü ve Müslüman Ravadlı boyundan Şeddadoğulları (950-1200) ise, Gence, Divin ve Anı’da üç kol halinde beylik kurarak, Selçukluların Anadolu Fethinde onlara öncülük ve kılavuzluk ederek, mensup bulundukları Türklüğe büyük hizmetlerde bulunmuşlar ; güzel sanatlarda, şaheser sayılan değerli mimarlık eserleri bırakmışlardır. Kısacası, Müslüman Şeddadlılar ile Eyyublular ve Hıristiyan Kolu Uzun Oğulları gibi üç ünlü sülale, Saka Türkleri’nin torunları olan bu Kür Aras Kürtleri’nden çıkmıştır.
 
Kürtleri Sorunlaştıran-lar!

Kürtler dün de vardı, bugün de var, yarın da var olacaklar inşallah. Aynı şekilde, dün de bugün de ne yazık ki bir Kürt sorunu var. Ama ben, bir Kürt sorunundan ya da Kürtlerin sorunlarından bahsetmekten öte Kürtlerin sürekli bir ‘sorun’ olarak görülmesinden ve bunu böyle gören zihniyetlerden bahsetmek istiyorum.

Sormak lazım; Kürtler durduk yere mi sorun çıkarıyor ya da Kürtlerin durduk yere mi sorunları oluyor? Kürtler durduk yere mi haklarının ihlalinden bahsediyor, durduk yere mi istemlerini gündeme taşıyor? Durduk yere mi gerekirse hapisleri, sürgünleri, ölümleri göze alıp haklarını istiyor?

Durduk yere yapılan bir şeyler var, doğru. Ama bunu yapan Kürtler değil, Kürtlerin topraklarını hiçbir haklı gerekçeleri olmadan işgal eden, yağmalayan, bölen birileri. Kürt topraklarını işgal eden ve kendi aralarında “eti senin kemiği benim” anlayışıyla paylaşan güçler ve onların zihniyeti, kendi sistemlerinin ve oradaki varlıklarının devamı için, işgal ettikleri toprakların ev sahibi olan Kürtleri devamlı bir sorun olarak gördüler ve görmeye devam ediyorlar.

Çünkü Kürtler; o toprağı kanıyla ve teriyle yoğuran, o toprağı vatan bilendir. Ne kadar güçsüz ve desteksiz olsalarda da, Kürtlerin kendilerine dayatılan işgali ve sömürüyü, baskıyı hiçbir zaman kabullenmeyeceği de ortadadır. Onlar, Kürtlerin yaşadıkları topraklara gelip zorla, hileyle, aldatmacayla, kaba güçle yerleşmişler -Elbette ki bu, doğal ve kabul edilebilir bir yerleşme tarzı değil!-. Yine onlar, Kürtleri doğal istemleri nedeniyle bir ‘sorun’ olarak, kendilerine kaybettirilenleri tekrar kazanabilme mücadelelerinden ötürü terörist ve büyük bir tehlike olarak görmüşlerdir.

Kürtler kimseyi topraklarına, ‘gelin bizim efendimiz olun’ diye davet etmemiştir ve zoraki bir misafirliği de kabul edecek değiller. İşte, bu zorla kendilerini efendi kılmak isteyenler, varlıklarının devamı için bir sorun olarak addettikleri Kürtleri, türlü yöntemlerle sindirme, asimile etme, umutsuzlaştırma ve bunların hiçbiri kâr etmezse birlik beraberliklerini manen ve madden parçalama, yaşam haklarını ellerinden alma yoluna gitmişlerdir.

Kürt topraklarının bütünlüğü ve Kürtlerin bir arada oluşu onların korkularını körüklediğinden, güçleri yettiğince bu toprakları bölüp, kendi aralarında paylaşmışlardır. Çünkü bütünlük, gücü ve büyük kazanımları beraberinde getirir. Güç belirleyicidir, insiyatifi kendi elinde bulundurur. Çünkü Kürtlerin bütünlüğü onların bu topraklarda eskisi gibi hesaplar yapamamalarına, bu toprakların bağrındaki maddi manevi kıymetlerden mahrum kalmalarına, bunca zamandır çıyanlar gibi üşüştükleri zenginliklerin ellerinden gitmesine sebep olacak ‘ en kötüsü de ellerinden giden bu imkânlara Kürtler sahip olacak!’

‘Kendi siyasetlerini kendileri yapan, kendi topraklarına sahip olan, kendi devletlerini yöneten, kendi çıkarları için çalışan, gerekirse ölen ve öldüren Kürt’ düşüncesi daima korkutmuş ve rahatsız etmiştir emperyal güçleri ve özellikle de Kürt topraklarının işgalci, sömürgeci güçlerini. Sadece kendi topraklarındaki değil, diğer devletlerin sınırları içindeki Kürtlerin dahi kazanımlarına tahammül göstermeyip, özgürleşmeye doğru giden sürecin baltalanmaya çalışılması da bu rahatsızlığın bir başka göstergesidir.

Bu nedenle nerdeyse hiçbir konuda ortak hareket edemeyen işgal güçleri, konu Kürtler olduğunda ikili, çoklu olarak; gizli ya da açık anlaşmalarla Kürtleri bölmüş ve kendi kanlı-kirli siyasetlerinin birer piyonu haline getirmek istemişlerdir.

Yakın tarihte Kürt topraklarının bölünüş süreci 1639′da Osmanlı ile İran arasında Kasr-ı Şirin anlaşmasının imzalanmasıyla çok acı bir şekilde başlamıştır. Bu bölünme sürecini takiben Kürt vatanı, 20. yüzyılın başlarındaki 1. Emperyalist savaş sonrası Lozan antlaşması ile de Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasında dört parçaya bölünmüştür.

Paylaşılan Kürt toprakları üzerinde yaşayan ve her türlü olumsuzluktan direkt etkilenen Kürtler, işgal devletlerinin boyunduruğundan kurtulmak için çok zor şartlar altında ayaklanmışsa da bu devletlerin ortak çıkarları gereği birbirleriyle paslaşarak gerçekleştirdikleri kanlı müdahaleleri sonucu, ayaklanmalar / kıyamlar ne yazık ki bastırılmış ve bu ayaklanmalar nedeniyle tüm Kürt halkı cezalandırılmıştır. Buna rağmen ne direnişler ne ayaklanmalar son bulmuş, bu da onların korkularını ve bu korkudan doğan şiddetlerini daha bir ziyadeleştirmiştir.

Buna bağlı olarak, kendi vatanlarında başkalarının boyunduruğu altında olan Kürtlerin özgürlükleri, daraltıldıkça daraltılmış ve her türlü haklı isteme de terör yaftası vurularak karşı durulmuştur.

Zulün sistemleri bu şekilde, çok yönlü bir cendereye aldıkları Kürtlerden tek bir ciddi tepki, karşı duruşa da tahammül etmemekte ve onları bu karşı duruşları nedeniyle durduk yere sorun çıkaran bir halk olarak görüp muamele etmektedirler.
Doğru ortada bir sorun var, birilerinin Müslüman Kürt halkıyla sorunları var. ‘Dağdan gelenin bağdakini kovması’ misali hazmedememe, kabullenememe sorunu bu. Kürtleri hazmedemeyen tahammül edemeyenlerin en çok kullandıkları yöntem şiddettir. Kürtlere karşı yapıla gelen bu şiddet tahammülsüzce, nefretle, kontrolsüz bir şekilde uygulanmaktadır.

Kürtleri insanlık ailesinin ve ümmetin bir parçası olarak görmeyip onlara vicdansızca, zalimkârane davrananlar, ne insanlıktan ne de imandan nasiplerini almıştır. Her türlü iletişim ve propaganda araçları kendi ellerinde olsa da, kurdu kuzu göstermeyi iyi becerseler de doğrular çok yakın bir zamanda gün gibi aydınlığa çıkacak ve kurdun kuzu postu, üzerinden düşecektir.

1880 Kürt ayaklanması lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu ve Şeyh Said kıyamının öncülerinden olan Seyyid Abdulkadir’in idam sehpasındaki son sözleri geldi aklıma. 1925’in 27 Mayıs’ında Amed’deki Ulu Camii önünde asılmadan önce şunları söylüyordu tüm zulüm güçlerine başı dik, onurlu ve mağrur…

"Sizler yakma ve harap etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz! Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz! Şunu bilin ki, insafsızca dehşet, sömürü ile şeref kazanılmaz."

Evet, yakma, yıkma, talan, sürgün ve katliamlarda şöhret sahibi olanlar zannetmektedirler ki bu şekilde ilerleyecekler ve yücelecekler. Seyyid Abdulkadir doğru söylüyor ama şunu da belirtmek gerekir ki onların derdi şeref değil, şeref kazanmak değil… Her ne pahasına ve her ne yolla olursa olsun kendi devletlerinin ve siyasetlerinin, bireysel ve grupsal çıkarlarının devamını idame ettirmektir. Bu anlayış dün de böyleydi bugün de aynı şekilde devam etmektedir.

‘Şeref’ her Türlü Zulümle Karşı Karşıya Gelmesine Rağmen Yüzlerce Yıldır Başları Dik Halde Direnişine Devam Edenlerin Olacaktır
 
Kürtler dün de vardı, bugün de var, yarın da var olacaklar inşallah. Aynı şekilde, dün de bugün de ne yazık ki bir Kürt sorunu var. Ama ben, bir Kürt sorunundan ya da Kürtlerin sorunlarından bahsetmekten öte Kürtlerin sürekli bir ‘sorun’ olarak görülmesinden ve bunu böyle gören zihniyetlerden bahsetmek istiyorum.

Sormak lazım; Kürtler durduk yere mi sorun çıkarıyor ya da Kürtlerin durduk yere mi sorunları oluyor? Kürtler durduk yere mi haklarının ihlalinden bahsediyor, durduk yere mi istemlerini gündeme taşıyor? Durduk yere mi gerekirse hapisleri, sürgünleri, ölümleri göze alıp haklarını istiyor?

Durduk yere yapılan bir şeyler var, doğru. Ama bunu yapan Kürtler değil, Kürtlerin topraklarını hiçbir haklı gerekçeleri olmadan işgal eden, yağmalayan, bölen birileri. Kürt topraklarını işgal eden ve kendi aralarında “eti senin kemiği benim” anlayışıyla paylaşan güçler ve onların zihniyeti, kendi sistemlerinin ve oradaki varlıklarının devamı için, işgal ettikleri toprakların ev sahibi olan Kürtleri devamlı bir sorun olarak gördüler ve görmeye devam ediyorlar.

Çünkü Kürtler; o toprağı kanıyla ve teriyle yoğuran, o toprağı vatan bilendir. Ne kadar güçsüz ve desteksiz olsalarda da, Kürtlerin kendilerine dayatılan işgali ve sömürüyü, baskıyı hiçbir zaman kabullenmeyeceği de ortadadır. Onlar, Kürtlerin yaşadıkları topraklara gelip zorla, hileyle, aldatmacayla, kaba güçle yerleşmişler -Elbette ki bu, doğal ve kabul edilebilir bir yerleşme tarzı değil!-. Yine onlar, Kürtleri doğal istemleri nedeniyle bir ‘sorun’ olarak, kendilerine kaybettirilenleri tekrar kazanabilme mücadelelerinden ötürü terörist ve büyük bir tehlike olarak görmüşlerdir.

Kürtler kimseyi topraklarına, ‘gelin bizim efendimiz olun’ diye davet etmemiştir ve zoraki bir misafirliği de kabul edecek değiller. İşte, bu zorla kendilerini efendi kılmak isteyenler, varlıklarının devamı için bir sorun olarak addettikleri Kürtleri, türlü yöntemlerle sindirme, asimile etme, umutsuzlaştırma ve bunların hiçbiri kâr etmezse birlik beraberliklerini manen ve madden parçalama, yaşam haklarını ellerinden alma yoluna gitmişlerdir.

Kürt topraklarının bütünlüğü ve Kürtlerin bir arada oluşu onların korkularını körüklediğinden, güçleri yettiğince bu toprakları bölüp, kendi aralarında paylaşmışlardır. Çünkü bütünlük, gücü ve büyük kazanımları beraberinde getirir. Güç belirleyicidir, insiyatifi kendi elinde bulundurur. Çünkü Kürtlerin bütünlüğü onların bu topraklarda eskisi gibi hesaplar yapamamalarına, bu toprakların bağrındaki maddi manevi kıymetlerden mahrum kalmalarına, bunca zamandır çıyanlar gibi üşüştükleri zenginliklerin ellerinden gitmesine sebep olacak ‘ en kötüsü de ellerinden giden bu imkânlara Kürtler sahip olacak!’

‘Kendi siyasetlerini kendileri yapan, kendi topraklarına sahip olan, kendi devletlerini yöneten, kendi çıkarları için çalışan, gerekirse ölen ve öldüren Kürt’ düşüncesi daima korkutmuş ve rahatsız etmiştir emperyal güçleri ve özellikle de Kürt topraklarının işgalci, sömürgeci güçlerini. Sadece kendi topraklarındaki değil, diğer devletlerin sınırları içindeki Kürtlerin dahi kazanımlarına tahammül göstermeyip, özgürleşmeye doğru giden sürecin baltalanmaya çalışılması da bu rahatsızlığın bir başka göstergesidir.

Bu nedenle nerdeyse hiçbir konuda ortak hareket edemeyen işgal güçleri, konu Kürtler olduğunda ikili, çoklu olarak; gizli ya da açık anlaşmalarla Kürtleri bölmüş ve kendi kanlı-kirli siyasetlerinin birer piyonu haline getirmek istemişlerdir.

Yakın tarihte Kürt topraklarının bölünüş süreci 1639′da Osmanlı ile İran arasında Kasr-ı Şirin anlaşmasının imzalanmasıyla çok acı bir şekilde başlamıştır. Bu bölünme sürecini takiben Kürt vatanı, 20. yüzyılın başlarındaki 1. Emperyalist savaş sonrası Lozan antlaşması ile de Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasında dört parçaya bölünmüştür.

Paylaşılan Kürt toprakları üzerinde yaşayan ve her türlü olumsuzluktan direkt etkilenen Kürtler, işgal devletlerinin boyunduruğundan kurtulmak için çok zor şartlar altında ayaklanmışsa da bu devletlerin ortak çıkarları gereği birbirleriyle paslaşarak gerçekleştirdikleri kanlı müdahaleleri sonucu, ayaklanmalar / kıyamlar ne yazık ki bastırılmış ve bu ayaklanmalar nedeniyle tüm Kürt halkı cezalandırılmıştır. Buna rağmen ne direnişler ne ayaklanmalar son bulmuş, bu da onların korkularını ve bu korkudan doğan şiddetlerini daha bir ziyadeleştirmiştir.

Buna bağlı olarak, kendi vatanlarında başkalarının boyunduruğu altında olan Kürtlerin özgürlükleri, daraltıldıkça daraltılmış ve her türlü haklı isteme de terör yaftası vurularak karşı durulmuştur.

Zulün sistemleri bu şekilde, çok yönlü bir cendereye aldıkları Kürtlerden tek bir ciddi tepki, karşı duruşa da tahammül etmemekte ve onları bu karşı duruşları nedeniyle durduk yere sorun çıkaran bir halk olarak görüp muamele etmektedirler.
Doğru ortada bir sorun var, birilerinin Müslüman Kürt halkıyla sorunları var. ‘Dağdan gelenin bağdakini kovması’ misali hazmedememe, kabullenememe sorunu bu. Kürtleri hazmedemeyen tahammül edemeyenlerin en çok kullandıkları yöntem şiddettir. Kürtlere karşı yapıla gelen bu şiddet tahammülsüzce, nefretle, kontrolsüz bir şekilde uygulanmaktadır.

Kürtleri insanlık ailesinin ve ümmetin bir parçası olarak görmeyip onlara vicdansızca, zalimkârane davrananlar, ne insanlıktan ne de imandan nasiplerini almıştır. Her türlü iletişim ve propaganda araçları kendi ellerinde olsa da, kurdu kuzu göstermeyi iyi becerseler de doğrular çok yakın bir zamanda gün gibi aydınlığa çıkacak ve kurdun kuzu postu, üzerinden düşecektir.

1880 Kürt ayaklanması lideri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu ve Şeyh Said kıyamının öncülerinden olan Seyyid Abdulkadir’in idam sehpasındaki son sözleri geldi aklıma. 1925’in 27 Mayıs’ında Amed’deki Ulu Camii önünde asılmadan önce şunları söylüyordu tüm zulüm güçlerine başı dik, onurlu ve mağrur…

"Sizler yakma ve harap etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz! Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz! Şunu bilin ki, insafsızca dehşet, sömürü ile şeref kazanılmaz."

Evet, yakma, yıkma, talan, sürgün ve katliamlarda şöhret sahibi olanlar zannetmektedirler ki bu şekilde ilerleyecekler ve yücelecekler. Seyyid Abdulkadir doğru söylüyor ama şunu da belirtmek gerekir ki onların derdi şeref değil, şeref kazanmak değil… Her ne pahasına ve her ne yolla olursa olsun kendi devletlerinin ve siyasetlerinin, bireysel ve grupsal çıkarlarının devamını idame ettirmektir. Bu anlayış dün de böyleydi bugün de aynı şekilde devam etmektedir.

‘Şeref’ her Türlü Zulümle Karşı Karşıya Gelmesine Rağmen Yüzlerce Yıldır Başları Dik Halde Direnişine Devam Edenlerin Olacaktır



kürtler türk olduğunun idrakine varacak ve bu ülkede benim gibi yaşayacak lamı cimi yok .1071 den bu yana bu topraklar türkün yurdu . türk olduğunu inkar ederlerse soysuzluğu kabul ederlerse ırak suriye ve diğerlerine sie olup çeker giderler .

evet kürtler türktür .bunu kabul eden soyunu bilenlerin benden hic bir farkı yok .bilmeyen soysuzlarada bu memlekette rahat yok .bunu kendileri anlasın ve bu memleketi terketsin .yoksa seninde yukarda bahsettiğin kişiler gibi ipten kurtulamazlar



ayrıca konuya kaynak ekle dostum bir an önce yoksa yazını silerler

Kürtler ise öz be öz Türk kavmidir. Tarihî belgeler , Ortaasya`da kurganlarda, kazılarda ele geçirilen belge ve bilgiler de bunu ispatlamaktadır. Bugün Rusya`nın egemenliğinde kalan Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Başkurt, Yakut, Tatar, Gagauz, Uygur, Karaçay, Karaim, Balkar, Kumuk, Nogay, Hakas, Kaşkay, Hamse, Tuva, Çuvaş …vb2 Türk guruplarını bir zamanlar nasıl koparmışlarsa ve bazıları hâlâ kendilerine ben Türk değilim (Kazak`ım, Kırgız`ım, Türkmen`im) diyebiliyorlarsa; Kürtler arasından da böyleleri çıkabilir. Tarihî gerçekler ise böyle demiyor:
"5.yy.da Göktürkçe ile yazılı, Yenisey Irmağı`nın bir kolu olan Elegeş Çayı Vadisi`nde bulunan ANIT MEZAR ABİDESİ`ndeki yazıda: "Ben Kürt Türkleri Başbuğu Alp Urungu!..Kara budunum, gayret edin!.Ülke töresini bırakmayın!.. Siz ülkem, hanım…Kürt Eli`nin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu belime bağladım.Siz ülkem, hanım; otuzdokuz yaşımda ülkeme sizlere doyamadım. Hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım."3
Yer neresi? Ortaasya; dil nedir? Göktürkçe… Zaman 5.yy. Ne diyelim. "Aslını inkar eden benden değildir." Diyen Hz Peygamberimiz`in hadisleri gereğince başkalarının sözlerine inanarak dirlik ve düzenlerini bozanlara; bizden olmak istemeyenlere de bir diyeceğimiz yok… Yalnız İçtiğimiz suyu bulandırmasınlar. Gidip başka göletlerde çimsinler daha iyi olur… Yoksa Türk`ün yumruğu başlarına öyle bir iner ki: " Irkmış, dilmiş, toprakmış, televizyonmuş, yayınmış" andıklarına anacaklarına bin pişman olup dünya başlarına zindan olur…

A. ÇAĞRI ERGÜN
http://www.hikayeler.net/yazilar/turkce-ve-bizim-ulke/
 
Tarih ile ilgili pek bir bilginizin olmadığı açik bu yüzden sizlerlen tarihi tartışmıyacağim.
ve gelelim asıl konuya
Kürt-Türkmüdür ??
sizlere göre evet kürt türkün kölesidir (zihniyet)ve Türk(üstün ırk)milliyetcilik ...
ve bizlere göre Kürt bir toplumdur bir halktır .Zazalarda kürtür.
Buyrun tarihe bak kürt tarihine bak kaynak bulmakta güçlük çeken varsa size yardımcı olayim
birde aklıma Ahmet Altanın bir yazisi geldi
onuda ekliyim bir oku zahmet olacak ama okusan makbule geçer


7 Nisan 1995
Ahmet Altan



Mustafa Kemal, Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını “Kürdiye Cumhuriyeti” koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla “Atakürt” adını alsaydı...

Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına “Kürt” deneceği için hepimiz “Kürt” sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay Meydanı’na, Kordon’a “Ne mutlu Kürdüm diyene” pankartları asılsaydı...

“Kürdiye’de” Türk olmadığı, herkesin aslında Kürt olduğu söylenseydi, kendilerini Türk sananların aslında “deniz Kürdü” oldukları iddia edilseydi...

Kürtlerin “yedi bin yıllık” bir tarihi bulunduğunu, Anadolu’nun esas sahiplerinin Kürtler olduğunu, Moğolların, Hunların, Etrüsklerin aslında Kürtlerin atası sayıldığını, Osmanlıdaki Kürt paşalarının kahramanlıklarını derslerde okusaydık.

Teoman, Cengiz, Atilla, Osman gibi isimler almamız yasaklansaydı, Berfin, Beruj, Tiruj, Nevruz gibi isimler almak zorunda kalsaydık...

Türkçe televizyon kurulması yasak edilseydi, bütün televizyon yayınları Kürtçe yapılsaydı...

Romanlarımızı, hikayelerimizi, şiirlerimizi Kürtçe yazmak zorunda kalsaydık, yalnızca Kürt şarkıları dinleseydik, gazetelerimizi Kürtçe çıkarsaydık...

Okullarımızda yalnız Kürtçe okutulsaydı ve Türkçe okutulması yasaklansaydı...

“Biz Türküz, bizim bir tarihimiz, bir dilimiz var” dediğimizde sorgusuz sualsiz hapislere atılsaydık.

İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Bursa’da, Edirne’de polis sürekli olarak bizi izleseydi, “özel timler” bizim “Kürdiye Cumhuriyeti’ni” parçalamak isteyen “ayrılıkçılar olmamızdan” kuşkulanıp hepimize sürekli “suçlu” muamelesi yapsaydı, sırf Türk olduğumuz için hakaretlere uğrasaydık.

12 Eylül darbesinden sonra bütün batı bölgesindekiler hapishanelere doldurulsa, inanılmaz işkencelerden geçirilse, boğazlarına kadar çamurların içine battıkları hücrelere konsa, tazyikli sularla iç organları perişan edilse, azgın köpeklerle bacakları parçalansaydı...

Evlerimiz basılsa, ayrılıkçı “Türk teröristlere” yardım ettiğimiz iddialarıyla apartmanlarımız yakılsa, biz evimizden bir eşya bile alamadan çıkarılıp, Diyarbakır’a, Hakkari’ye sürgüne gönderilerek, çadırlarda yaşamak zorunda bırakılsaydık...

Biz Türkler buna razı olur muyduk, “işte hepiniz Kürdiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak birer Kürtsünüz, ayrıca Türklük diye niye tutturuyorsunuz, isterseniz başbakan bile olabilirsiniz” sözlerini bir hakkaniyet işareti olarak kabul eder miydik?

Yoksa, Türk kimliğimizin, dilimizin, kültürümüzün, bu ülkenin “eşit” vatandaşları olarak kabul edilmesinde ısrarcı mı olurduk?

Bu ülkenin Türk ve Kürt vatandaşları var ve tarih “Türk” çizgisinden yürümüş, bugün bizim “Türk” olarak kabul edemeyeceklerimizi Kürtlerin kabul etmesini istemişiz, bu yersiz istek sonunda patlamış, ülke önce teröre arkasından bir iç savaşa yuvarlanmış.

Türkiye’nin bu kanlı karmaşadan “demokrasiyle” ve Kürt vatandaşların “kimliklerinin” kabulüyle kurtulacağına inanan insanlar, bu düşüncelerini dile getirdiklerinde, bizim yöneticilerle taraftarları hep aynı soruyu soruyor:

- Nedir demokratik çözüm, nedir Kürt kimliği?

Biz Türkler, bir “Kürdiye Cumhuriyeti’nde” yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi.

Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit oldugunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemeye değer mi?

Değmez diyenler “demokrasi” istiyor işte.

Demokrasiyi getirmek çok mu zor zanaat?
 
Bakalım bakalım sevgili kürd kardeşleriniz kendilerinin nerelerden geldiğini düşünüyorlar Türk'mü yoksa başka bir şey mi?


Bitlis’in Kürt emiri Şeref Han’ın 1576 yılında yazdığı ‘Şerefname’ isimli eserinde yer alan Kürtlerin kökeniyle ilgili hususları belirtelim:
1) Kürtler, üzerlerinden perde kaldırılmış cin taifesindendirler.
2) Oğuzlar İslâm dinine girdiklerini arz etmek üzere Bağduz adlı bir Kürdü Peygamberimize yollarlar. Çok çirkin olan bu Kürt ve nesli, Peygamberimiz tarafından lânetlenir ve soyunun dağılmasını söyler; işte Kürtler bu adamın neslinden türemiştir.
3) Kral Dahhak, şeytanın tavsiyesi üzerine sırtında çıkan yaraya her gün iki insan beyin sürermiş.İnsafa gelen cellat, öldürmesi lâzım gelen gençlerden her defasında birini serbest bırakırmış; onlar da dağlara giderlermiş. İşte bu dağlarda toplananlar Kürtlerin atalarıdır.

Bunları diyen Bitlis’in Kürt emiri Şeref Han ... Kaynak : ‘Şerefname’ ... Production year : 1576

ERKAN ACAR
Ünlü Kürt tarihçi Şeref Han’ın 1597 yılında yazmış olduğu ‘Şerefname’ isimli kitabı, tartışmaya yol açtı. Emekli Kurmay Albay Ahmet Uludağ, Şerefname’nin Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun tezlerini desteklediğini öne sürüyor.
Ahmet Uludağ, emekli bir kurmay albay. Bölücü terör örgütü PKK’ya karşı mücadelenin yoğun olarak yaşandığı ve başarı da sağlandığı 1994-1995 yılları arasında Güneydoğu’da Komando Alay komutanlığı yaptı. Emekli Kurmay Albay Uludağ, terörle bir yandan silahı ile mücadele ederken bir yandan da bölge halkını tanıma fırsatı buldu. Bir psikolog, bir sosyolog gibi gözlemlerde bulundu. Bunu eserlerine de yansıttı.

Emekli Kurmay Albay Uludağ, geçen yıl kaleme aldığı “Çalınan 240 Komando Askeri” isimli eserinde Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun son zamanlarda tartışmalara yol açan tezlerini destekler mahiyette bilgiler yer alıyor. Uludağ, çok geniş bir coğrafyada yaşayan ve tamamı Müslüman olan Kürtlerin de Türkler gibi Müslüman olduktan sonra Anadolu’ya gelmiş olabileceği üzerinde duruyor. Prof. Dr. Halaçoğlu, bazı Kürtlerin Türkmen kökenli olduğunu savunmuştu. Uludağ da kitabında bu tezin doğru olduğunu savunuyor ve buna delil olarak yine Kürt tarihi kaynaklarını örnek gösteriyor. Bir yıl görev yaptığı Bitlis’te Kürt tarihçi Şeref Han’ın 1597 yılında yazdığı Şerefname isimli eserini duyduğunu belirten Emekli Kurmay Albay, daha sonra Ant Yayınları tarafından 1971’de basılan söz konusu kitabı bulmuş. Türkçe çevirisi 1971’de yayınlanan “Şerefname”, Kürt tarihi ve sosyolojisi açısından önemli bir kaynak olarak görülüyor. Ant Yayınları tarafından yayınlanan baskısının 24. sayfasında Şeref Han şunları anlatıyor:

“Hazret-i Muhammed’in peygamberliğinin ünü ufuklara yayıldığı, İslamiyet’in çağrı sesinin yankısı dünyanın her tarafına yansıdığı, ülkelerin kralları ve memleketlerin iklimlerin sultanları bu yeni görünümle ilgilenip, bu yüce Efendi’nin önünde eğilmek ve O’na bütün içtenlik ve coşkuluklarıyla itaatlerini sunmak şerefini kazanmak istedikleri zaman; o sırada Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından bir olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de bulunan, peygamberlerin övüncü ve yaratılmışların Efendisi’ne bir heyet gönderdi. Bu heyetin başında da Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı...”

Bitlis’in Mutki ilçesinde halkla zaman zaman sohbet toplantıları yaparak Kürt-Türk ayrımını konuştuğunu anlatan Uludağ, “O sıralar Avrupalı bir kısım destekçileri vasıtasıyla Kürtlerin Med kavminin devamı olduğu propagandası yapılıyor. Yurtdışında kurulan televizyonlarının adı da Med TV.” diyor.

Med kavminin yaşadığı tarihlerde Ermeniler de aynı bölgede yaşıyor. Uludağ, milattan önce 590 yılında Medlerin Persler ile yani İranlılar ile birleşip Ermenilerin yaşadığı yerleri ele geçirdiğine ve Ermenileri egemenlikleri altına aldığına dikkat çekiyor. Milattan sonra 114 yılında da Ermenilerin yaşadığı bölgeleri Romalıların ele geçirdiğini kitabında anlatan emekli kurmay albay, şöyle devam ediyor:

“M.S. 287 tarihinde de Ermenilerin Hıristiyanlık dinini kabul ettikleri tarihî bir vakadır. Şimdi bu olaylar bin yıl içinde yaşanırken Kürtler Ermeniler ile aynı bölgelerde yaşarken, bu tarihî olaylardan Kürtlerin hiç etkilenmemesi mümkün mü? Yani Roma İmparatorluğu egemenliğine girecekler, Romalıların etkisi baskısı, zorlamasıyla Ermeniler Hıristiyan olacak; ama bölgede Ermenilerle iç içe yaşayan Kürtlerin ataları oldukları varsayılan Med kavminin devamı olan bu insanlardan en küçük kısmı bile Hıristiyanlığı kabul etmeyecek, mümkün mü?”

Azerbaycan, İran, Türkiye, Irak, Suriye’de yaşayan Kürtleri örnek gösteren Uludağ, “Oralardaki Kürtlerin hiçbiri Hıristiyan olmamış ki. Günümüzde hiçbir Kürt yerleşim merkezinde bir Hıristiyan Kürt kilisesi, Hıristiyan Kürt mezarı kalıntısı bulamazsınız. Bölgede beraber yaşadıkları Arapların bir kısmı bile Hıristiyan. Hiçbir Kürt’ün Hıristiyan olmamasının bir nedeni olmalı.” diyor.

Uludağ, Şerefname’deki hikâyenin 410 yıl önce yazılmış bir kitapta geçtiğini belirterek, “Bu da hikâyenin 200-300 yıllık evveliyatı da var demektir. Günümüzden 600-700 yıl önce Kürtler arasında anlatılan bu hikâyeye göre Kürtler ve Türkmenler, Türkistan denilen bir ülkede beraber bir arada yaşıyor. Hükümdarları da Oğuz Han. Onun peygamber gibi yüce makama gönderdiği heyetin başı ise Buğduz isimli bir Kürt ileri geleni. Bu da Türkmenler ve Kürtler arasında ayrılık gayrılık olmadığının göstergesidir. Aksi takdirde Kürtler günümüzden 1000 yıl kadar önce anlattıkları kendi hikâyelerine niye Türkleri de dahil etsin?” sözleriyle “Çalınan 240 Komando Askeri” adlı kitabında vurgulayarak bu konunun bilim adamlarınca araştırılmasını istemiş.
Sayı: 41
Bölüm: Aktüel

Bugüne kadar birçok bilim adamı Kürtlerin kökenini Türkiye, Irak, İran ve Suriye"de araştırdı. Ancak ortaya çıkan sonuçlar meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Bazıları, Kürtlerin kökenini Medlere, Urartulara ve Araplara dayandırdı; bazıları da Asya"daki kavimlere& Kimi bilim adamlarına göre Kürtler, Finliler ve Cermenlerle akraba.

Avusturya'da yayımlanan haftalık Wieninternational dergisi yazarı Ferdinand Hennerbichler, "Kürtler" adlı kitabında Kürtler ve Yahudiler arasında akrabalık olduğunu kanıtlamak amacıyla genetik bilimine başvurdu.

Kitabın yayımlanmasının İsrail'in Irak'ın kuzeyindeki Kürtleri İran'a karşı silahlandırdığı ve kışkırttığı bir döneme denk gelmesi dikkat çekerken, Hennerbichler kitapta, Kürtlerin genetik olarak Yahudilere yakın olduklarını öne sürüyor. Hennerbichler'in kitabında, aynı kökenden dillere sahip olmalarına karşın Farslar ve Kürtler arasında herhangi bir akrabalık bulunmadığını ısrarla vurgulaması da dikkat çekti

Kürtlerin tarihi üzerine yazan Hennerbichler'in kitabı uluslararası arenada konu üzerine yapılacak çalışmalar için başvuru kaynağı olma iddiası taşıyor. Kitapta yakın zamanda yapılan genetik çalışmalara göre Kürtlerin yapılarının Yahudilere çok yakın olduğu iddia ediliyor. Kitap Kürtlerin aslında Fars kökenli olmadıklarını, Farslardan çok önce de bölgede yaşadıklarını ifade ediyor. Kürtlerin İran dili kullanmadan önceki dillerine bakılarak Kürtçenin M.Ö 2500 yılına dayanan bir tarihinin olduğunu iddia eden Hennerbichler, nüfus genetiği üzerine çalışan bilim adamlarının Kürtlerin bölgedeki en eski Taş Devri çiftçilerinin de ataları olduklarını belirtiyor.

Kürt dili hangisidir?


Kürt, bir kimlik olmayıp dilsel bir birliktelikten yoksundur. Kırmanç kimliği Bahdinani ve Sorani gibi alt kimliklere bölündüğü gibi, dilsel olarak birçok alt lehçeye ayrılır. Bahdinani dediğimiz Kuzey Kırmançası, Hakkari'de 12. yüzyılda gelişmeye başlayan ve asıl gelişimini Yavuz Selim'den sonra 16. ve 17, yüzyılda tamamlayan ve Botani, Beyazıdi, Hakkari gibi lehçelere ayrılan bir dildir. Keza Sultan Murat'ın Bağdat'ı alması sonrası kimliği gelişmeye başlayan ve Şafi kimliği ile ortaya çıkan Soraniler, 17. ve 18. yüzyılda geliştirilmiş bir dile sahiptirler. Etnik olarak da o yıllardan sonra toparlanmış olup, dilleri çok heterojen ve karmaşık olup başlıca lehçeleri Mukri, Erdalani, Germiyani, Hoşnav, Pijder, Warmava,Kermanşahi ve Erbilli'dir.

Kırmançlarla birlikte Güneydoğu'daki Şafi Dımıliler de Siveriki, Kori, Hozu, Moti, Sabak, Dumbili gibi farklı lehçeler de konuşurlar. Keza Güney Soranilerin Yezidi Goranilere geçişi söz konusudur. Soraniler karşısında gerileyen Goraniler Hewremani, Bacalani, Kelhuri, Nankeli, Kardula, Sencabi, Zengana, Kaka ve Kirmanşahi gibi lehçelere ayrılırlar. Ve buradan Lurlara geçiş göstererek kaybolurlar.

Goranilerin Nikitin tarafından Lurlara geçiş göstererek Kürt olmadığı ve Kürtlüklerini kaybettiği ileri sürülmektedir. Keza diğer taraftan da Kürtçe olarak tanımlanan Pahlevice lehçeyi konuşan yegâne topluluğun Goraniler olması Kırmançların ve Soranilerin 15., 17. ve 18. yüzyılda gelişmiş dilleri göz önüne alındığında tarihsel olarak da çok farklı köklerden gelmiş bir dilsel gruplaşmalar olduğu, hatta dağlık bölgelerdeki bir kabilenin diğer kabileyi anlamadığı onlarca yüzlerce dilin, ilkel toplumlardaki dilsel özelliği Kürt dilli dediğimiz topluluklar içinde görmekteyiz. Bunu söyleyenin bir Kürt bilgini olma iddiasında olan Izady olması, olgunun gerçekliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Görüldüğü gibi bir Kürt dil birliğinden söz edebilmek bu kesin farklılıklar karşısında mümkün değildir. Farklı kabile gruplarının oluşturduğu bu dilleri Goranice, Soranice ve Kırmançice ve Dımılice diye üst birliklerde birleştirmek olanaklı değildir. Kaldı ki Izady'in vurguladığı gibi Romence ve Fransızca arasındaki gibi farklılıklar "Hangi Kürtçe?" diye sormayı gerektirir. Keza Izady'nin itiraf ettiği gibi Kürtler, kendilerini tek bir ulusal grup olarak birleştirecek ortak bir dil ve dinden yoksundur. Şu anda birçok Kürt lehçesi arasındaki sözlü anlaşma düzeyi, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Portekizce arasındaki anlaşma düzeyinden farklı değildir. İç içe geçmiş vadi ve tepelerde bir arada bulunan toplulukların arasındaki dilsel anlaşma düzeyinin bu denli birbirinden kopuk olması, bu toplulukların tarihsel olarak bir arada bir ordu düzeninde, bir kolektif aksiyonda veya bir bütünleşmiş toplumsal düzende bir arada bulunmadığının açık göstergesidir. Bu olgu, daha önce de belirttiğim gibi yüzlerce farklı dili konuşan devlet öncesi ilkel komünal toplulukların veya Kafkasya'da bir dönem yüzlerce farklı dili konuşan dağlı etnik toplulukların bir ulusal kimlik oluşturamadığı dönemlerin temsilcisi olarak görülmektedir.

Bu boyutuyla bir ulus oluşturma süreci, tarihsel kolektif bir aksiyon ve ordu oluşturma ve bununla büyük bir akın yapma sürecinde ortaklaşmış askeri bir dilin yanında, uzun mesafeli ticaret yapma sürecinde geliştirilmiş bir ticari dille ortaya çıkmaktadır.

Ulus kavramı, süperetnos kavramı bu sürecin ürünüdür. Oysa Izady'in vurguladığı gibi bir vadinin diğer bir vadideki, bir tepenin diğer bir tepedeki topluluğu anlamakta zorluk çektiği topluluklar arasında tarihsel bir bütünlük, kolektif bir aksiyon, tarihsel bir konfederasyon olamaz. Bu gruplar Osmanlı tarafından alınarak gerek Güneydoğu'da gerekse Kuzey Irak'ta Türkmenlere karşı yerleştirilmiş ama yerleştirmeden sonra bir araya gelememiş, Osmanlı feodalitesi, bürokrasisi içerisinde paşalar ve beyler tarafından yönetilmiş ve bu beylerinde sürekli değiştiği bir yapının ürünü olan olguyu açıkça görmekteyiz.

Kürt kimliği yaratmayı ve bu kimliklerden Pankür*** bir ulus çıkarmayı amaçlayan milliyetçi bir Kürt bilgini olan M. Izady, Thomas Bois'in İslam Ansiklopedisi'nde Kürt kavramını "barbar dağ aşiretleri, göçebeler olarak yaşamlarını sürdüren, sefalet içinde köylere yerleşen topluluklar" olarak tanımlanması tepkisini çeker. "Atalarının tarihini yazmayı borç bildiğini" söyleyerek yeniden tarih yaratma uğraşına girer. Izady yalnızca Cambridge'deki İngilizce kaynaklara dayanarak, "Kürtler kendi tarihlerini kaydetmese de, Mezopotamya'da sürekli ilişki içinde oldukları okuma yazma bilen uygar pek çok halk tarafından tarihleri kaydedilmiştir" diyerekten Kürt tarihini yazmaya başlar. Ama burada vurgulanması gereken, Kürt tarihi içinde prensler, krallar, hanedanlar yaratma, onları tarihte bulma çabasına giren Izady'in ilk itirafında vurguladığı gibi Kürtlerin bir alfabesinin olmadığı ve bundan dolayı tarihlerini yazmadığıdır.

Kürtlerin Anadolu'ya yerleşimi


Yaptığımız bu alıntılardan açıkça görüldüğü gibi Kırmançlar, Osmanlının Alevi Türkmenleri Güneydoğu Anadolu'dan sürüp çıkardıktan sonra bu bölgeye Şafi kimlikleri ile yerleştirilen gruplardır. Göçebe Kırmançlar 16. yüzyıldan sonra başlayarak dillerini ve etnilerini geliştirmişlerdir.

Yüzyılımızda Kırmançlara Kürt kimliği Batılılarca ve Ruslarca yakıştırılmış ve kabul ettirilmeye çalışılmıştır. İronik bir şekilde, kendilerini Şafi Kırmanç kimliği ile tanımlayan ve yüzyılımıza kadar Kürtlüğü, "cinlerin ve Havva'nın kızlarından doğmuş ve aynı zamanda peygamber tarafından lanetlenmiş topluluk" olarak gören Kırmançlara Kürtlük kabul ettirilmeye çalışılmış, yerleşik reaya olan Yezidi İrani Goraniler ise Kırmançlık dışında kalmıştır.

Goraniler arasında saha araştırması yapan Soane, Goranların Kürt olmayıp Lurlar gibi İrani olduklarını ileri sürmüştür.

Osmanlı tarafından Şafi Müslüman kimliği ile öne çıkarılan Kırmançlar, Yezidi olan İranlı reaya Goranlara verilen Kürt ismi ile çağrılmak aşağılayıcı olduğu için bu kimliği reddetmişlerdir. Bu nedenle çoğunluğu oluşturan Kırmançları Kürt olarak tanımladığımızda, Kırmançlar aşağı sınıf olarak gördükleri Goraniler ile aynı kimlikte olmayı kabul etmemişlerdir. Bu durumda Kürt kimliği yaratma çabasında olanlar, başlangıçta Kırmançlara Kürtlüğü kabul ettirmek için Goranları Kürtlük dışı saymışlardır. Gerçekte ise Goranlar eski Farsça Pehlevice dilini konuşan yerleşik reaya (köylü-serf) İranilerdir. Kırmançlar ise Türk-Tatar tarihsel devrimleri sürecinde Türk kabileleri ile Anadolu'ya gelen Tacikleşmiş kabilelerdir. Selçuklunun Şafi veziri Nizamül-Mülk'ün etkisiyle Şafileşmiş Türk-Tacik göçer gruplarıdır. Dımıliler Şafi, Zazalar Alevilerdir. Kırmançlar ile birlikte bulunan Şafi Dımıliler, Goranice'ye yakın bir dille konuşurlar. Soylu Kırmanç aşiretlerin yanındaki reaya köylü-serf olan Goran-Dımıli topluluklarının beraberliği, Kırmanç-Dımıli beraberliğinin örneğini oluşturur. Sultan Yavuz'un fermanı ile Diyarbakır Beylerbeyi'nin gösterdiği yerlere yerleşen Kırmanç ve Dımıliler, Osmanlının kendilerini feodalleştirmesi ve yerleşik düzene geçirmesi ile ilkel toplumsal göçebe yapılarını aşmışlardır.

Zazalar ise Türkmen kabileleri ile birlikte İran ve Anadolu'ya giren topluluklardır. Harzem ve Horasan'dan ve hatta Türkistan'dan gelen gruplar İlhanlılar devrinde Anadolu'ya yerleşmiş Akhun, Karahun (Akkoyun, Karakoyun) adlarını alan topluluklardır. Akkoyunluların Hanedanlığı'nın Safevilere geçmesi ile Kızılbaş dinsel inanca dönen Türkmenler, Şah İsmail'in Sultan Selim karşısında yenilmesi ile Anadolu'dan sürülmüştür. Kızılbaş katliamından kurtulmak için, Zaza kimliği bu süreçte Türkmenler tarafından öne çıkarılmıştır. Emir Şeref tarafından yazılan Şerefname'de Çemizgezek beylerinin kökeninin Arap ya da Fars olmayıp Türk olduğunun vurgulanması buna verilebilecek bir örnektir. Akkoyunlular döneminde Çemişgezekliler en ünlü Türkmen kabilelerinden biridir. Fakat bu ikili yapı nedeniyle bu kabile daha sonra Zaza olarak adlandırılacaktır. Ama Şerefhan'ın açıkça belirttiği gibi bunların kökeni Türk'tür. Keza Zaza Balabanlar da Akhunlar ile Anadolu'ya gelen Eftalitlerdir.

Harzemşahlardaki Özbek, Tacik, Sart birlikteliği, Türkmen-Zaza birlikteliğini açıklayan örneklerdir. Keza Kırmanç-Goran, Kırmanç-Dımıli birlikteliği, savaşçı Türk göçebelerinin yerleşik Türkistanlı İranlı, Horasanlı, İranlı, Harzemli, Afganlı birlikteliğinin sonucudur. Efendi-köle, bey-reaya, altın-urug, ilegen-urug, boyarı-bogul birlikteliği, Türk-Aryen birlikteliğinin fetheden-fethedilen birlikteliğinin bir sonucudur.

Görüldüğü gibi İzady'nin de vurguladığı şekilde birbirlerinden çok farklı olan Kürt kimlikleri esas olarak dışardan Batılılar tarafından kabul ettirilmeye çalışılmış fakat Kırmançlar için Kürt olmak, Yezidi Goranlar ile bağlantılı bir olgu olduğu için bu kimlik dışlanmıştır. Böyle bir durumda Yezidi olan Goranlar Kürt kabul edildiği takdirde, Batılıların ilk hedefi olan Kırmançlar kendilerini Kürt olarak kabul etmeyeceği için Goranların ve Dımılilerin Kürtlük dışında olduklarını ileri sürmüşlerdir. Ama günümüzdeki Pankür*** tez bu aşamayı aşarak Büyük Kürdistan'ı oluşturma noktasında, birbirleri ile hiç bağlantısı olmayan toplulukları Kürt kimliği altında toplamıştır. Bunun dışında Kürtlük ve Alevilik'in birbirine zıt kavramlar olmasına karşın, Alevi Türkmenlerin içinde yer alan Dımıliler ve Zazaların Kürt sayılması gibi aynı oranda çelişkili yaklaşımlar doğmuştur. Zazaların Kürt olarak kabul edildiği bir yapıda Kırmançların Kürtlüğü kabul etmedikleri bir yapı söz konusudur. O zaman "Kürt dili hangisidir" sorununa gelmemiz gerekir.
Kürt dili hangisidir?


Kürt, bir kimlik olmayıp dilsel bir birliktelikten yoksundur. Kırmanç kimliği Bahdinani ve Sorani gibi alt kimliklere bölündüğü gibi, dilsel olarak birçok alt lehçeye ayrılır. Bahdinani dediğimiz Kuzey Kırmançası, Hakkari'de 12. yüzyılda gelişmeye başlayan ve asıl gelişimini Yavuz Selim'den sonra 16. ve 17, yüzyılda tamamlayan ve Botani, Beyazıdi, Hakkari gibi lehçelere ayrılan bir dildir. Keza Sultan Murat'ın Bağdat'ı alması sonrası kimliği gelişmeye başlayan ve Şafi kimliği ile ortaya çıkan Soraniler, 17. ve 18. yüzyılda geliştirilmiş bir dile sahiptirler. Etnik olarak da o yıllardan sonra toparlanmış olup, dilleri çok heterojen ve karmaşık olup başlıca lehçeleri Mukri, Erdalani, Germiyani, Hoşnav, Pijder, Warmava,Kermanşahi ve Erbilli'dir.

Kırmançlarla birlikte Güneydoğu'daki Şafi Dımıliler de Siveriki, Kori, Hozu, Moti, Sabak, Dumbili gibi farklı lehçeler de konuşurlar. Keza Güney Soranilerin Yezidi Goranilere geçişi söz konusudur. Soraniler karşısında gerileyen Goraniler Hewremani, Bacalani, Kelhuri, Nankeli, Kardula, Sencabi, Zengana, Kaka ve Kirmanşahi gibi lehçelere ayrılırlar. Ve buradan Lurlara geçiş göstererek kaybolurlar.

Goranilerin Nikitin tarafından Lurlara geçiş göstererek Kürt olmadığı ve Kürtlüklerini kaybettiği ileri sürülmektedir. Keza diğer taraftan da Kürtçe olarak tanımlanan Pahlevice lehçeyi konuşan yegâne topluluğun Goraniler olması Kırmançların ve Soranilerin 15., 17. ve 18. yüzyılda gelişmiş dilleri göz önüne alındığında tarihsel olarak da çok farklı köklerden gelmiş bir dilsel gruplaşmalar olduğu, hatta dağlık bölgelerdeki bir kabilenin diğer kabileyi anlamadığı onlarca yüzlerce dilin, ilkel toplumlardaki dilsel özelliği Kürt dilli dediğimiz topluluklar içinde görmekteyiz. Bunu söyleyenin bir Kürt bilgini olma iddiasında olan Izady olması, olgunun gerçekliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Görüldüğü gibi bir Kürt dil birliğinden söz edebilmek bu kesin farklılıklar karşısında mümkün değildir. Farklı kabile gruplarının oluşturduğu bu dilleri Goranice, Soranice ve Kırmançice ve Dımılice diye üst birliklerde birleştirmek olanaklı değildir. Kaldı ki Izady'in vurguladığı gibi Romence ve Fransızca arasındaki gibi farklılıklar "Hangi Kürtçe?" diye sormayı gerektirir. Keza Izady'nin itiraf ettiği gibi Kürtler, kendilerini tek bir ulusal grup olarak birleştirecek ortak bir dil ve dinden yoksundur. Şu anda birçok Kürt lehçesi arasındaki sözlü anlaşma düzeyi, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Portekizce arasındaki anlaşma düzeyinden farklı değildir. İç içe geçmiş vadi ve tepelerde bir arada bulunan toplulukların arasındaki dilsel anlaşma düzeyinin bu denli birbirinden kopuk olması, bu toplulukların tarihsel olarak bir arada bir ordu düzeninde, bir kolektif aksiyonda veya bir bütünleşmiş toplumsal düzende bir arada bulunmadığının açık göstergesidir. Bu olgu, daha önce de belirttiğim gibi yüzlerce farklı dili konuşan devlet öncesi ilkel komünal toplulukların veya Kafkasya'da bir dönem yüzlerce farklı dili konuşan dağlı etnik toplulukların bir ulusal kimlik oluşturamadığı dönemlerin temsilcisi olarak görülmektedir.

Bu boyutuyla bir ulus oluşturma süreci, tarihsel kolektif bir aksiyon ve ordu oluşturma ve bununla büyük bir akın yapma sürecinde ortaklaşmış askeri bir dilin yanında, uzun mesafeli ticaret yapma sürecinde geliştirilmiş bir ticari dille ortaya çıkmaktadır.

Ulus kavramı, süperetnos kavramı bu sürecin ürünüdür. Oysa Izady'in vurguladığı gibi bir vadinin diğer bir vadideki, bir tepenin diğer bir tepedeki topluluğu anlamakta zorluk çektiği topluluklar arasında tarihsel bir bütünlük, kolektif bir aksiyon, tarihsel bir konfederasyon olamaz. Bu gruplar Osmanlı tarafından alınarak gerek Güneydoğu'da gerekse Kuzey Irak'ta Türkmenlere karşı yerleştirilmiş ama yerleştirmeden sonra bir araya gelememiş, Osmanlı feodalitesi, bürokrasisi içerisinde paşalar ve beyler tarafından yönetilmiş ve bu beylerinde sürekli değiştiği bir yapının ürünü olan olguyu açıkça görmekteyiz.

Kürt kimliği yaratmayı ve bu kimliklerden Pankür*** bir ulus çıkarmayı amaçlayan milliyetçi bir Kürt bilgini olan M. Izady, Thomas Bois'in İslam Ansiklopedisi'nde Kürt kavramını "barbar dağ aşiretleri, göçebeler olarak yaşamlarını sürdüren, sefalet içinde köylere yerleşen topluluklar" olarak tanımlanması tepkisini çeker. "Atalarının tarihini yazmayı borç bildiğini" söyleyerek yeniden tarih yaratma uğraşına girer. Izady yalnızca Cambridge'deki İngilizce kaynaklara dayanarak, "Kürtler kendi tarihlerini kaydetmese de, Mezopotamya'da sürekli ilişki içinde oldukları okuma yazma bilen uygar pek çok halk tarafından tarihleri kaydedilmiştir" diyerekten Kürt tarihini yazmaya başlar. Ama burada vurgulanması gereken, Kürt tarihi içinde prensler, krallar, hanedanlar yaratma, onları tarihte bulma çabasına giren Izady'in ilk itirafında vurguladığı gibi Kürtlerin bir alfabesinin olmadığı ve bundan dolayı tarihlerini yazmadığıdır.

Yanılgının nedeni


Bu noktadan hareket eden Izady, "Bugün yaşadıkları ülkelerin yerli halkları olan Kürtlerin hiçbir tarihi başlangıç noktası yoktur" diye Kürtlerin krallarının, uygarlıklarının, devletlerinin tarihini yazmaya başlar. Cambridge'deki tarih atlaslarına bakar, Kürdistan olarak varsaydığı, "Günümüzde Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki tüm uygarlıklar, devletler, ırklar, etniler Kürt'tür; Kürtler bu halkların torunlarıdır" diyerek tarih yazmaya başlar. "Hurriler, Guttiler, Kurtiler, Madlar, Zelalar, Karduçiler ya da Arimedler, Sagatlar, Mitanniler ve Kassitler gibi toplulukların Kürtlerin ortak atası olduğu" sonucuna varır. İleriki tarih yazımızda belirteceğimiz gibi birbiri ile hiçbir ilişkisi olmayan, bu bölgede birbirlerin üzerine gelmiş ve bu gelme sürecinde bir öncekini topluca yok etmiş, köle etmiş, serf etmiş veya etnik birliğini dağıtmış, devletini yıkmış toplulukların tümünü Kürt saymak gibi bir tarihsel yanılgıya düşer.

Bu yanılgının sebebi, Thomas Bois'ın Kürtlerin ilkel komünal toplum aşamasında olduğunu vurgulamasıdır. Oysa Thomas Bois dışında Nikitin de, Marr da ve Kürdistan konusunda çalışma yaptığını ileri süren tüm Batılılar da Kürtlerin antropolojik olarak ilkel komünal topluluk aşamasında olduğunu, henüz bir uygarlığa çıkmadığını ve uygarlık aşamasına gelmediği için de feodal bir yapıya geçemediklerini vurgular. Bu aşamada da ulus devlet oluşturmanın olanaksızlığından bahseder.

Günümüzde gerek Hobswam gerek Antony Smith, "Ulus devlet yaratmanın önündeki en büyük engel tarihsel bir kimliğin olmamasıdır" der. "Ulus devlet oluşturmak için de tarihsel bir kimlik yaratmaya ve yeniden bir tarih yazmaya başlarlar" tezini birebir kanıtlarcasına Kürtlerle hiçbir ilgisi olmayan toplulukları Kürt olarak kabul eden, baştan hatalı bir tarih tezini yazmaya koyulur. Kürtlerin bu bölgenin yerel halkı olduğunu kabul ettirmek için, Urartuların, Hurrilerin Kürt olduğunu ileri sürdükleri gibi Medler ve Mittaniler gibi bu bölgeye Turan yaylasından gelmiş olan halkların da Kürt olduğunu iddia eden çelişkili bir tarih yazımına başlar.

20. yüzyılda türetilen Kürt kavramına yakın ya da benzeşir sözcüklerin Cambridge Kütüphanesi'ndeki kitaplardaki İngilizce fonetiğindeki bozulmalarını da düzelterek tarihte Kürtleri aramaya başlar. Kendinden önce Minorsky, Nikitin, Marr ve Boyce'un yaptığı bu uğraşı bir Kürt bilgini olarak geliştirmeye başlar. Sami Akatlar'daki "Gurt", günümüzdeki "Kürt" oluverir. "Gordiani" sözcüğü günümüzde "Girdi" olur. Keza milattan önce kurulmuş olan Kommagene Krallığı'ndaki "Zelani" hanedanı "Zilanlar" olarak günümüzdeki Zilanlar kabilesi olarak çevrilir. Oysa Zilanların ismi Silvanlardır. Keza milattan 1200 yıl önceki Mittanilerin günümüzdeki Metani kabilelerine, milattan 3000 yıl önce yaşamış Asurlardaki Kyritaların Kürtlere, Ksenefon'un tarihindeki Karduçilerin Karduklara ve oradan Kürtlere işaret ettiğini söyler. Milattan önce 1200'lü yıllardaki Loki Soraniler'den günümüzdeki Soraniler türetilerek kendi içinde bile çelişkili bir Kürt tarihi yazılmaya çalışılır.

Kürt kavramının doğuşu


Oysa Kürt kavramı, hiçbir topluluğun kendini Kürt olarak kabul etmediği 20. yüzyılda yaratılmış bir kavramdır ve burada saydığımız "Kürt"e benzer sözcüklerden hareketle bu saydığımız devletlerin Kürt olarak kabul ettirilmeye çalışılması gibi amatör bir çabaya girişilmektedir. Oysa olayın biraz gerçeğine döndüğümüz zaman, örneğin Ksenefon'un "Onbinlerin Dönüşü"ndeki Kardokhouilerin Kürtlerle hiçbir ilgisi olmadığı ve Gürcistan'da İberyalılara Ermenilerin verdiği bir isim olduğu söz konusudur. Keza Gordiani'nin de Gürcüler olduğu ve Kürtlerle hiçbir ilgisinin olmadığı Nikitin tarafından açıkça vurgulanır. Asurca da görülen Kürti-i kelimesinin yanlış okuma olduğu ve gerçekte ise Kurri-i olduğu ve Kürtlerle bir ilgisi olmadığı artık açıkça ortaya çıkmıştır.

Hamidiye Alayları'nda yer alan bir aşiret bloğu olan Silis Partisi'ndeki Zilan ismini Kommagene Hanedanı Zelanların devamı olarak görmek, keza milattan önce iki bininci yıllarda Turan'dan Ön Asya'ya gelen Mittanileri günümüzdeki Metina Aşireti olarak görmek, 17. yüzyılda oluşmaya başlayan Soranileri milattan önce iki bininci yıllardaki Loki Soranlar'ın devamı olarak görmek ancak Izady gibi bir Kürt "bilgini"nin bilgiçliği ile bağdaşabilir.

Sasaniler öncesi milattan sonra 3. yüzyılda Adibane topluluğunu 12. yüzyılda Habbaniler ile bin yıl sonra ortaya çıkmış biçimde 2000 yılında yorumlamak keza Bakrauande isminden hareket ederek Diyarbakır ismine ulaşmak, tarihte hiçbir zaman Kürt şehri olmamış Diyarbekir ismindeki "Bekir" sözünden Kürtçe Bakrauande sözcüğüne ulaşmak Izady'in ufkunun genişliğini göstermektedir.

Nikitin'in ayrıntılı olarak vurguladığı gibi bu antik kelimeler ile Kürt kelimesi arasında bağlantı kurulamaz. O halde 20. yüzyılın başında ortaya çıkan "Kürt" kelimesi ile yüzyılın başında hiçbir grubun kullanmadığı Kürt ismini antik tarihte aramanın anlamsızlığı açıktır. 2000 yıl önceki isimler gibi, 19. yüzyılda ortaya çıkan Milan, Soran, Goran gibi kabile gruplarını da tarihte aramanın bir anlamı yoktur.

Antropolojik bir yaklaşım


Antropolojik olarak Kürtlerin kimliğini ele alan Mark Skyes, "Halifeliğin Son Mirası" gibi anlamlı bir ismi olan kitabında Kürtleri Arap tipi Milanlar, Girdi Kürtleri, Mükri tipi, Şemdinan Kürtleri, Nasturi-Hakkari tipi ve Türkmen tipi olarak ayırmaktadır. Kürtler üzerine yapılan antropolojik çalışmaları devam ettiren Başmakov Kürtleri Batı Kürtleri, Doğu ve Güney tipleri gibi farklı gruplara ayırır. Batı tipleri sarışın, mavi gözlü, uzun kafalı; doğu güney tipleri ise esmer, siyah gözlü, yuvarlak kafalıdır. İlk gruba giren Batı tipi kendilerini Türkmen (Sekman, İnan) ya da İranlı (Modi) ile aynı ırktan sayarken, Güney tipleri ise kendilerini Arap ve Ermeni'ye yakın görürler. Mark Skyes ise Kürtleri antropolojik olarak Arap, Musevi, Hıristiyan, Nesturi ve Türkmen tiplerine ayırır. Field Kürtleri Ermenioid, Avroanadolu, Değişmemiş Akdenizli, Balkan, Afgan ya da Melez İranlı gibi tiplere ayırmaktadır. Bu çokluk skalasına göre yapılan Kürt tipi ayrımında Ermeni tipi en çok rastlanan Kürt tipidir. Bunu takip eden ise Anadolu ve Akdenizli tipidir. Kendilerini Kafkas, Aryen, Hint-Avrupalı ırk tipi sayan Kürt tarih yazıcılarının tersine Kürtler bir etnik tip oluşturmazlar. Bu anlamda etnik bir Kürt tipinden söz edilemeyeceği gibi, bir Kürt grubundan ya da Kürt dilinden söz etmek de olanaksızdır. İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Romence gibi birbirinden uzak dilleri konuşan gruplar dilsel bir birlik değil, dilsel bir aglomera, üst üste gelmiş dağlık bölge dilciklerini konuşan topluluklardır.

Etnik olarak da Ermeni tipi, Arap tipi, Türk tipi, İran tipi gibi bölgedeki etnilerden bir araya gelmiş topluluklar oldukları görülür. Bunların, karışarak etnik bir homojenite oluşturmadığı açıkça görülmektedir. Esas olarak da bu tiplerin gerçekte Türk süperetnosu içinde kalık kimeralar olarak yer aldıkları bir gerçektir. Bu gerçek içinde Kürt kimliği ile anılan topluluklar Türkmen ve Türk kimliği, süperetnosu içinde küçük kalıntı etnik adacıklardır. Görüldüğü üzere Kürtler bir etnos olarak ortak bir sürecin ürünü topluluk değildir. Süperetnos ve etnoslar tipik tarihsel devrimler ve kolektif bir aksiyon sürecinde gelişirler. Bu süreç askeri-etnik bütünleşmenin başlangıcı olan "Orda"yı oluşturulur. Bu ordanın oluşturduğu yer içinde kabileler bir araya gelir ve burada dilsel bir birliktelik gelişir. Keza ticaret bağları gelişir ve ticareti yönetmek için, egemen olan gruplar ve bezirgan sınıfıyla gruplar arasında ticaret dili gelişerek bir birlik oluşur. Bu süreçte oluşan ulusal bütünlüğe biz süperetnos deriz ve süperetnos tarih boyunca Akdeniz ile Çin arasındaki köprüyü oluşturan Türk toplulukları tarafından oluşturulmuş bir süreci taşımaktadır.

Kaynak isteyen arkadaşların makale içindeki kaynakları incelemesi dileğiyle...
 
turk milliyetciligi artıkca kurt miliyetciligi artar buda ulkede terore sebebiyet werir yoksa hicbir sorunu olmayan biri neden daga cıkıp terorist olsun
 
BENİM DOGU'DA HER GÜN KAC TANE MEHMETCIGIM ASKERİM SEHİT OLUYOR..SİZ DAHA NE KURDÜNDEN BAHSEDIYORSUNUZ --NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ---TÜRK'ÜN TÜRKTEN BASKA DOSTU YOK!!
merrhaba_haberresim.jpg

00336167.jpg

sehitlerimiz_2.jpg

BU RESIMLERE BAKINCA HICMI ICINIZ SIZLAMIYOR HICMI INSANLIGINIZ KALMADI
 
Tarih ile ilgili pek bir bilginizin olmadığı açik bu yüzden sizlerlen tarihi tartışmıyacağim. tartışma kardeşim o zaman .sen kimsin filazofmusun ayıptır sorması .git o zaman denginle tartış alla alla.kelimelerin sen farkında değilsin ama hakaret içeriyor sevgili filazof kardeşim

ve gelelim asıl konuya
Kürt-Türkmüdür ??
sizlere göre evet kürt türkün kölesidir (zihniyet)ve Türk(üstün ırk)milliyetcilik ... kürtler bana göre değil tarihe göre türktür .bakma şimdi apo gibi ermeni kırması pijlerle kirleniyorlar ama tarihe göre kürtler türktür .ayrıca atatürkün dediği gibide ne mutlu türküm diyen herkes türktür .alparslan türkeşe ve milliyetçilere göre kendini türk hisseden türktür .kafatasında kimsenin kemik aramaya gerek yok .bizler yani milliyetçiler insanların bu vatana bağlılıklarına bakarız .soyunu inkar etmiyorsa bir kürt (yani türk olduğunu ) problem yok demektir .soyunu türklüğünü inkar eden kürtlerin biçoğu ermeni kırmalarıdır .bu konuda türk tarih kurumu başkanı yusuf halaçoğlu da gereken belgeleri kamuoyuna açıkladı zaten . açıkladıklarına tepki gösterenlerde ermeni kırmaları olan kürtler neden se . işlerine gelmedi galiba kürtlerin türk olduğunu söylemesi .ingilizlerden aldığı emirleri uygulamak iyice zorlaştırdı işlerini .zaten öyle olduğu içinde doğruyu söyleyen 9 köyden kovulur misali ttk başkanlığından alındı .bunda da akp nin birilerinden aldığı emirleri uyguladığını gördük

ve bizlere göre Kürt bir toplumdur bir halktır .Zazalarda kürtür. kürt ,kökeni türk olan ağacın sadece ve sadece dalıdır .yörükler ,lazlar vs gibi .kökenide türktür .her ne kadar inkar eden soysuzlar olsada .

Buyrun tarihe bak kürt tarihine bak kaynak bulmakta güçlük çeken varsa size yardımcı olayim kardeş biz yeterince kaynak ekledik .istersen sende ekle farketmez .fazla kaynak göz çıkarmaz .ama altta yazısını koyduğun ne olduğu belli olmayan şahsiyetsiz insanların şeylerini koycaksan hiç koyma kalsın .herkes tarafından kabul edilen kaynaklar varsa ekle .fark yapmaz .

birde aklıma Ahmet Altanın bir yazisi geldi
onuda ekliyim bir oku zahmet olacak ama okusan makbule geçer


7 Nisan 1995
Ahmet Altan



şu isim gibi karaktersiz şahsiyetsiz ve hatta soyu bile belli olmayan kişiler yüzünden kürtler de kirleniyor ya ona yanıyorum .birde bunun yazdığı saçmalığı alıp buraya koymuşsun kardeş .valla hiç koymasaydın daha iyiydi .bi kere bu adam kürtlerin türk olmadığını ispatlamaya çalışan ama yapamayan ancak yazıda da görüldüğü üzere "yok şöyle olsaydı yok böyle olsaydı " demekten de öteye gidemeyen bir zavallı . bu adamın ben saçmalıklarını okumaktan bıktım .kaldı ki bu eklediğin yazıyı ben seneler oldu okuyalı . tamamen kendi hayal ürünü olan saçmalıkları .ben bu yazıya cvp bile vermek istemiyorum .her saçmalayanın saçmalıklarına cevap yazarsak işimiz var
 
Geri
Üst