Said-i Nursi'nin Türk Düşmanlığı

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

64general1

New member
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
1,720
Reaction score
0
Puanları
0
Said-i Nursi'nin Türk Düşmanlığı

S. Bağrışen - Türkçü Toplumcu

“Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün”
Yalnızca bir dakika durup düşünün. Yukarıdaki tümceyi kim söylemiş olabilir? Apo mu?

Aklınıza hemen Apo geldiyse, aslında bir bakıma başarılı oldular demektir. Görünen düşmana karşı Türk’ün savaşması zor olmaz.
Ama saf Türk halkının görünmeyen sinsi düşmana karşı savaşması çok daha zordur.

Yukarıdaki tümceyi söyleyen kişi amansız bir Türk düşmanı olan ve son soluğuna kadar Türkiye toprakları üzerinde bir Kürdistan kurma düşüyle ölen Kürt Said ya da çoğunun bildiği adıyla Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’dir.
Bu tümce, bir zamanlar çıkarılan ve kime hizmet ettiğini herkesin çok iyi bildiği Özgür Ülke gazetesinde yayınlanmıştır.

Yine bu gazetenin ifadesinde ve diğer Kürtçü yayın organlarında Kürt Said için “devrim şehidi” ifadesinin kullanılması nurculuğun hangi ereğe hizmet ettiğinin en kesin kanıtıdır
Nurculuk savaşla ulaşılamayan bir hedefin sinsi bir düşünce yapısı ile başarılması uğraşıdır. Bu uğraşın ana hedefini de Türkiye’nin doğusunda bağımsız bir Kürdistan kurmadır.

Yukarda da anlattığımız gibi bu işi ilk başta savaş ile başarmaya çalışmışlar fakat devlet ve ordu gelenekleri olmadığından dolayı sonları hep bozgun, hezimet olmuştur.
1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar.

Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır.

Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur.

Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bu burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister.

II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır.

Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.
31 Mart ayaklanmasında da Kürt Said, Volkan gazetesi ile beraber yeniden sahneye çıkar.

İngilizlerin tek bir kurşun atmadan bir Türk toprağı olan Kıbrıs’ı ele geçirmesinden büyük bir sevinç duyarlar.

İnsanın midesini bulandıracak şekilde, Volkan gazetesinde İngiliz propagandası yaparlar.

Çünkü umdukları şey Kürdistan için İngilizlerden görecekleri yardımdır.

31 Mart ayaklanmasında birçok Türk subayını vahşice katlettikleri halde Hıristiyanları n kapısına birer nöbetçi koyarak onları korurlar.

Yağmalanan Türkler ise umurlarında değildir. Fakat Mustafa Kemal’in kurmay başkanlığını yaptığı Yıldırım Orduları çok geçmeden bu isyanı bastırınca Isparta’ya sürülür.

Bu andan itibaren Kürt Said Mustafa Kemal’i artık unutamayacak ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tüm kinini kusacaktır.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca Said-i Nursi tekrar sahneye çıkar.

İngilizlerin güdümünde Kürt Teali Cemiyeti’ni kurar ve İngilizlerin işgal planlarına uygun olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeniden Kürdistan düşleri görmeye başlar.

“Uyan ey Selahattin Eyyübi’nin torunları Kürtler!”

diyerek Kürtleri ayaklanmaya çağırır.

16 Eylül 1919’da İkdam gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk Ulusunu Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye, hatta onlara karşı mücadele etmeye çağırır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra da Kürtlerin isyan dalgası devam eder.

Said-i Nursi de bu isyanlara katılır.

“Biraderi azamım” dediği Şeyh Sait’in isyanına katıldığından dolayı yeniden sürgüne gönderilir. Onun biraderinin,

“Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür”

sözü Said-i Nursi’nin düşünce yapısını dolaylı yoldan bize gösterir.

Şeyh Sait Türk Ulusu’na karşı bu hainliğinin bedelini darağacında sallanarak öder.

Said-i Nursi bunu asla unutmaz.

Hasta yatağında yatarken şimdi Hakpar Başkanı olan Abdülmelik Fırat’a

“Biraderi azamım Şeyh Sait’in öcünü alacağım.”

der.

Öcünü almak istediği kişi, yaşamını Türk’ü sırtından vurmakla geçiren, İngilizlere ruhunu satarak Musul ve Kerkük’ün Türklerin eline geçmesini engelleyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayarak bir Kürdistan kurma düşü olan kişidir.
Sıkça hezeyanlara kapılan Said-i Nursi’nin bir hezeyanı ise Atatürk ile ilgilidir.

Emirdağ Lahikası’ndaki

“Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlığını Mustafa Kemal’e vermediğim için bana hücüm ediyorlar.”

sözü, en koyu ikinci cumhuriyetçilerin bile akıllarına getiremeyecekleri ve kargaları bile güldürecek kadar komik bir laftır.
İslam ile çelişkileri
Said-i Nursi’nin düşünce yapısı da İslam inanışı ile çoğu yerde çelişki gösterir.

Ve bu çelişkiler İslam alimi olmayanlar tarafından bile hemen anlaşılacak şekilde çok açıktır.

Hiç evlenmemesi, Cuma namazına gitmemesi, kendisine Kuran öğreten hocalarına karşı gösterdiği saygısızlık gibi.

Ne Yunus Emre ne de diğer İslam büyükleri kendilerini yetiştiren hocalarına karşı “Sen bir şey bilmiyorsun.” lafını kullanmamıştır.

Belki de bundan dolayı Said-i Nursi ders almak üzere gittiği tüm medreselerden kovulmuştur.

Cuma namazı kalabalık olarak kılındığından ve kendisinin kalabalık yerlerde namaz kılmaktan huzur bulmadığını söyleyen Said’in durumu son derece ilginçtir. Çünkü Cuma namazı inananlar için müminlerin bir araya toplandığı bir andır ve cemaat ile kılınması zorunludur. Üst üste üç Cuma namazı kılmayan bir Müslümanın cenaze namazı bile kılınmaz.
Risaleleri ile ilgili söylediği sözler bile İslamı nasıl yorumladığını bizlere gösterir.

“Risale-i Nur okumak ona hizmet etmek bir ibadettir. Ona hizmet üç aylarda yapılan zikirlere bile tercih edilmelidir.”

Kısacası Said-i Nursi kendi yazdığı kitapları okumanın Allah’a karşı yapılan ibadetten daha hayırlı olduğunu söyler ve İslam’a yeni bir yorum getirir.
Bu noktada akla İngiliz casus Hempher’in anıları geliyor.

Az sayıdaki İngiliz casusa verilen “İslam’ı Nasıl Yıkarız” adlı kitapta da cihadın geçici bir farz olduğu ve artık cihad yerine başka işlerle uğraşmasının Müslümanlar için daha iyi olduğu propagandasını n yayılarak İslamiyetin zayıf düşürülmesi öneriliyordu.

Kurtuluş Savaşı sırasında da İkdam gazetesinde Kuvayı Milliyecilerin İngilizlere karşı savaşmaması için bildiri yayınlayan Said-i Nursi’nin davranışının bir nedeni de bu olabilir mi?
Said-i Nursi,

“Risale-i Nur okumak ya da yazmak alim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.”

sözü ile Kuran’ı, hadisleri ve diğer tüm İslam bilimlerini bir çırpıda silmiş temel kaynak olarak kendi risalelerini koymuştur.

Hattâ Hizbullahın öldürdüğü Zehra Vakfı’nın bir üyesinin cenazesinde de Kuran yerine risale okuyacak kadar ileri gitmişlerdir.
Bu ve bunun gibi İslamdışı yorumlarından dolayı nurcular, diğer bazı tarikatlar tarafından “narcılar” yani cehennemlikler diye adlandırılmaktadı r.
Said-i Nursi’den sonra Bayrak Fetullah’ta
Said-i Nursi’nin ölümünden sonra nurcular kendi aralarında bölünmüş Fethullahçılar, Med Zehracılar, Kırkıncılar, Aczmendiler gibi çeşitli akımlar türemiştir.
Jandarma Genel Komutanlığı’nın hazırlamış olduğu rapora göre, nurcular dokuz gruba ayrılmış olup, içlerinde en güçlü konumda bulunan Fethullahçılardı r.

Ekonomik yönden inanılmaz bir güce ulaşan bu grubun en tanınan şirketleri ise Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonudur.

Finans sektöründe Asya Finans eğitim sektöründe ise yurdun her tarafına yayılmış olan dersaneler ve Fatih Üniversitesi ile faaliyet göstermektedir. Bu dershaneler ve üniversite Fethullahçılar için bir numaralı insan kaynağıdır.
Bu çalışmalar yalnızca yurtiçinde değil yurtdışında da sürdürülmektedir. Dünyanın neredeyse yarısında Fethullah’a bağlı şirketler aracılığı ile okullar kurrulmakta ve İngiliz kültürü adına önemli hizmetler verilmektedir.

Buna en güzel örnek olarak bir Türk yurdu olan Yakutistan’ı verebiliriz.

Ana dili Türkçe olan bu ülkede, Fethullah bir üniversite ve 5 okul açarak İngilizce eğitim vermeye başlamış ve nihayet 1999 yılında ülkenin resmi dili Türkçe yerine İngilizce olarak değiştirilmiştir.

İngiltere’nin Kazakistan Büyükelçisi 1995 yılında Fetullah’ın Kazakistan’daki okulları için

“Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür
ediyoruz”

diyordu. Londra’da Fethullah için düzenlenen ödül töreninde de Lord Rotherham Fethullahçıları n okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek

“50’den fazla ülkede 500’den fazla okulumuz var.”

demiştir. Böylece Said-i Nursi gibi Fethullah’ın da kime hizmet ettiğini tüm Türk Ulusu görmüştür
Fethullah saf insanları etkilemek için üstadının taktiklerini birebir uyguluyor.

Sabah gazetesinde yayınlanan bir röportajında, cehennemin önünde kollarını acıp beklediğini insanların yığınlar halinde cehenneme doğru giderken kendi cemaetinden kimsenin olmadığını Allah’ın adını vererek yemin ediyor.

Böylece Fethullah İslam dünyasına Hıristiyanlıkta bulunan ruhbanlığı sokmuş oluyor.

Hz. Muhammed bile sahabelerden en fazla 10 kişiyi cennet ile müjdeleyebilirken Fethullah tüm cemaatini cennet ile müjdelemektedir.
28 Şubat’tan sonra
28 Şubat sürecinde eski hastalıkları yinelediğinden ABD’ye giden Fethullah ne hikmetse bir türlü iyileşememiş ve ülkesine dönememiştir. Aradan 6 yıl geçmiştir.

Ezan sesini ve minareleri çok özlediğini söyleyen Fethullah her ne hikmetse Türkiye olmasa bile başka bir Müslüman ülkeye gidip bu özlemini gidermeyi akıl edememiştir. İnsanın aklına gelen başka bir soru da insanın bir emekli maaşı Amerika’da nasıl yaşamayı başardığıdır.

Bizim emeklilerimiz devlet hastenesine bile gidemezken kendisinin Mayo Clinic gibi tüm dünyanın bildiği bir sağlık kurumunda nasıl tedavi olduğunu açıklarsa en büyük hizmeti yapmış olur.
Fethullah şu an yaşamını Pensilvanya’daki bir çiftlikte CIA tarafından en düzeyde korunarak sürdürmektedir.

11 Eylül’ün ardından tüm dünyada Müslümanlar için sürek avı başlatan ABD neden Fethullah’ı korumak için en üst düzeydeki örgütünü görevlendirmektedir?
Bunun nedeni aslında çok açıktır. ABD’nin ılımlı İslam uygulaması için Fethullah biçilmiş kaftandır.

Irak-ABD savaşında ABD’yi desteklediğini açıklaması, savaşta ölen İsrailli çocuklar için üzüldüğünü söylerken, Iraklı çocuklar için tek laf etmemesi onu İslamı Protestanlaştı rmak için en uygun aday yapmaktadır.

ABD eski başkanlarından Bill Clinton’un danışmanı Eckelman da Fettullah Gülen’i “İslam’ın Martin Lutheri” olarak tanımlıyor.

Vatikan’ın bundan dolayı Fethullah’ı sevmesinden daha doğal birşey olamaz.

Vatikan’ın Türkiye temsilcisi Maroviç’in,

“O şeriatı getirmez çünkü ‘Muhammedun resulullah demeyen de cennetlıktır’ dedi. Onun için biz onu çok seviyoruz?”

diyerek bağrına basmıştır.
Türk Birliği’nin önündeki en büyük engel: Nurculuk
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce ABD, ortaya çıkacak yeni durumu çok iyi değerlendirmiş , tüm Türk dünyasının tek bir çatı altında birleşmesinin kendisi için en büyük tehdit olacağını anlamıştır.
İşte tam bu noktada doğan boşluğu doldurmak üzere Fethullah devreye girer. Orta Asya ülkelerinde birbiri ardınca İngilizce eğitim veren okullar açılır.
Katledilmeden önce Necip Hablemitoğlu, Fethullah’ın ABD adına üstlendiği rolü de yazdığı bir rapor ile ortaya çıkarmıştı:
“Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre; hocaefendileri yakın zamana kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. Bir başka ifade ile gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amaçlarının örtülmesine yönelik olarak (second cover)-Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre devam etti. CIA bağlantısı, Fethullahçıları n ve de Hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmesi (defection in place) sonucuna yol açtı. Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MIT farkedinceye kadar! CIA nezdinde tüm Fethullahçılar (walk-in) diye tabir edilen bir kategoride tutulmaktadır. Yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetine talip olmuşlardır”


Kısacası kendi gizli amaçlarına ulaşmak için Fethullah, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve MİT’in işine yaramayacak bilgiler veriyor ve bu arada gerçek görevi olan CIA ajanlığını sürdürüyordu. Kısacası çift taraflı oynuyordu.

Türk tarihinde devletini, ulusunu satanların sonu her zaman bellidir.
Rapordaki bir tümce son derece dikkat çekicidir:
“Fethullahçılar, Türkiye’nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardı r”
İngiliz kültürüne yaptığı çok büyük katkılardan dolayı ödül alan, yüzlerce yıllık Türk yurdu olan Yakutistan’ın ana dilinin İngilizce olmasını sağlayan Fethullah’tan bunları beklemek hiç garip olmasa gerek.
Fethullah’ın eğitim alanındaki hizmetleri yalnız yurtdışı ile sınırlı değildir.

Fethullah Heybeliada’daki ruhban okulunun açılmasının en büyük destekçilerinden birisidir.

Bu konudaki çalışmaları için Patrik Bartholomeos her seferinde ona teşekkür etmekte ve “Ona bir emrimiz değil ancak bir ricamız olur.” diyerek gözlerimizi yaşartan bir dostluk tablosu sunmaktadır.

Aynı Fethullah ise Batı Trakya’da yaşayan Türk yurttaşlarımızın eğitim hakkı için en ufak çaba göstermemektedir.

Hoş! Aslında bu çabayı gösterse ne için olacağı da oldukça açıktır.
Fethullah Türk milliyetçileri arasına girerek onları bölmeye çalışmakta ve nabza göre şerbet verme ustalığını en iyi şekilde kullanmaktadı r.

Askerliğinde Cemal Tural adlı komutanının milliyetçi olduğunu öğrendikten sonra bir anda milliyetçi söylemlere başlayan Fethullah tüm Türkler için “Peygamber Ocağı” sayılan ve bu görevi tamamlamayanlara kız bile verilmeyen askerlikten yırtmak için neler yaptığını anlatır.

Ona göre askerlik yılları tüm yaşamının en kabuslu yıllarıdır. Korkulu bir rüya gibi sürekli olarak askerliğinin bitmesini beklediğini söyler.

Herkesin 24 ay askerlik yaptığı bir zamanda 17 ay askerlik yaptığını böbürlenerek anlatır.
Zaman kime hizmet ediyor?
Tüm bu süreç içinde Zaman gazetesine biçilen rol ise Türk tezlerine karşı Ermeni ve Kürt tezlerini desteklemektir.

Sayfalarında Ermeni soykırımı masallarını büyük puntolarla duyuran Zaman, şehit haberlerini ise küçük puntolarla bir köşeye sıkıştırma gayreti içindedir. S

abrının sınırları zorlanan Türk halkının Bözüyük’te PKK sempatizanları na hak ettikleri karşılığı vermelerine

“Provokasyona gelmeyin”

diyen gazete, Türk insanı ile bir avuç PKK sempatizanına eşit uzaklıkta durduğunu son derece net şekilde göstermektedir.

Türk insanının PKK yandaşlarına nasıl davranmalarını bekliyorlardı ? Davullar calıp kurban keserek mi?
Samanyolu Televizyonu aynı yolda Türk insanına hizmetlerine (!) devam etmektedir.

Bilal Ercan adını çoğunuz duymamış olabilir.

Bu adam PKK propagandası yapan ve Türk Devleti’nin kapatmak için büyük uğraş verdiği Danimarkayı defalarca uyardığı Kürtçü ROJ TV’de düzenli olarak program yapan bir adam.

Berat Kandili nedeniyle Samanyolu televizyonu bu adamı programına çağırıyor. Ve bu adamın kasetlerinin reklamı, Fethullah’a bağlı kırtasiye mağazalarının vitrinlerini süslemekte.

Bir PKK sempatizanını Samanyolu neden ekrana çıkarıyor dersiniz?

Yanıt oldukça basit.

Çünkü Fethullah’ın şiirlerinden birini bu adama bestelemiş. Bundan dolayı bu adama sponsor oluyorlar. Etraflarında herhalde PKK sempatizanı olmayan bir besteci bulamamış olsalar gerek…

AB üyeliği uğruna Apo’yu salıverdiklerinde de Samanyolu’nda kahramanlık türküleri okuturlar artık.
22 Eylül 2005 tarihli Zaman gazetesinde şöyle bir yazı geçmekte:

“…Bize karşı yapılanlara karşı devleti bir sorgulamaya kalksak çoğu zaman dengeyi koruyamayız. Farkında olmadan devletine karşı milletin güvenini sarsmış oluruz…”

Bu sözlerin kime ait olduğunu hemen anladınız herhalde.

Yani Fethullah diyor ki:

Bu devlet bana karşı haksız davrandı, ben bana yapılan haksızlıkları açıklarsam millet galeyana gelir, devletinden soğur. Doğrusu gözlerim yaşardı. Ne yurtsever ne mazlum insanmış Fethullah.

Ama burada ince bir nüans var. Fethullah aslında aba altından sopa gösteriyor. Yazının devamında milletin güveninin sarsılması halinde anarşi doğacağını söylüyor.

Yani bana yapılan haksızlıkları bir açıklarsam Türkiye Cumhuriyeti anarşiye boğulur diyor Hocaefendi.
Artık Türk gencinin böyle laflara karnı tok.

Atatürk’ün dediği gibi içteki düşmanlar hiç ara vermeden calışmaktadır.

Eğer günün birinde Türk toprakları üzerinde bir Kürdistan görmek istemiyorsak, nurculuk gibi ABD çıkarlarına hizmet eden sapık tarikatların oyunlarına karşı dikkatli olmalıyız.

Bu yurdu atalarımızdan aldığımız şekilde çocuklarımızı da bir Türk yurdu olarak bırakmak için nurcu hareketi engellemek her Türk için bir namus borcudur.
 
Rebel;Saidi-nursi ve Fethulah Gülen Türkiye tarihinde siyasetin hep içinde olmuşlardır.O nedenle oraya yazdım.Yinede takdir sizin.
 
Güzel aydınlatma kardeşim,aydınlatman için sagol.
 
brawo bu sanırım benim için di beklersen cevabını vereceğim

Bediuzzaman Said Nursi

Bediüzzaman'ın bütün ömrü insanları Allah'a imana ve Kur'an ahlakını yaşamaya davet ederek geçmiştir. Bu uğurda çok fazla eziyet görmüş, ancak o yaşadığı hayattan her zaman razı olmuş ve her geçen gün Allah'a daha büyük bir sevgiyle bağlanmıştır. Bediüzzaman'ın hayatını yakından bilmek ve öğrenmek, Allah'a olan derin sevginin insana nasıl bir ahlak kazandırdığını görebilmek için çok önemli bir fırsattır. Bu nedenle her müslüman Üstad'ın yaşamını bilmeli ve verdiği mücadeleyi öğrenmelidir.

Bediuzzaman 1876 yılında, Bitlis'in Hizan kazasının Nurs köyünde, Sofi Mirza Efendi ve Nuriye Hanım'dan dünyaya geldi. Üstadımız, kendisini 8-9 yaşına kadar misafir eden bu güzel köyün, kıbleye bakan yamacındaki taş duvarlı, toprak damlı mütevazi bir evinde dünyaya geldi. Ancak küçük yaşta ilme meraklı olması nedeniyle ilk tahsilini yapmak üzere, nahiyeleri İsparite bağlı Tağ köyüne gitti. Tağ Müderrisi Molla Muhammed Emin Efendi'nin yanında tahsiline başladı. Daha sonra Hocası Seyyid Nur Muhammed Efendi eşliğinde 1886 yılında Arabi ilminin temeli olan gramer kitapları üzerinde çalışmaya başladı. Ancak burada bir kaç talebenin kendisini rahatsız etmesi üzerine buradan ayrıldı. Bir müddet Vastan'da kaldı, daha sonra Doğu Beyazıt'a geçti. Burada Beyazıt Medresesinde üç ay kadar tahsil gördü. Burada kaldığı bu üç aylık müddeti, Ahmet-i Hani Hazratlerinin türbesinde özellikle gece vakitlerinde mum ışığında ders çalışarak geçirdi.

Bu sıralarda Bediüzzaman ilmini çok fazla artırmış ve bu kadar kısa bir süre içinde yaklaşık 100 kitap okuyarak kendisine "Molla Said-i Meşhur" denmeye başlanmıştır. İslam dinini yayma şevki nedeniyle gece gündüz çalışan ve Kur'an'ın kendisine gösterdiği yola tabi olarak ilmini artırmak için evinden ayrılan Üstad, bir daha annesini görememiş ve babasını ise yıllar sonra görme imkanı elde edebilmiştir.

14-15 yaşında olmasına rağmen kendisine "Molla Said" denilen Bediuzzaman, Doğu Beyazıt'tan ayrılmak için Şeyh Muhammed Celali Hazretlerinden izin alır ve Bağdat'a gitmek üzere yola çıkar. Önce Bitlis'e gelir, burada iki sene kadar kaldıktan sonra 1897 yılında Vali Hasan Paşa'nın daveti üzerine Van'a gider. Bu sıralarda yirmi yaşındadır. Önce Valinin, daha sonra da İşkodralı Tahir paşa'nın konağında uzun zaman kalır. Burada geçirdiği dönemde tarih, coğrafya, matelatik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi ve felsefe gibi ilimlerde ilerlemeye başlar. Sahip olduğu bu yüksek ilim nedeniyle insanlar sürekli Üstad'ı münazaraya davet etmeye başlarlar. Ancak Üstad bu kişilere karşı her seferinde ilmen üstün gelir. Bu nedenle kendisini sevenlerin yanısıra, gıbta eden ve sahip olduğu bu üstünlüğe karşı hadiseler meydana çıkartan insanlar da çoğalmaya başlar.

Bu dönemlerden edindiğimiz bilgilerden biri, 1894 yılında Üstad Tahir Paşa'nın yanında kalırken, 80-90 ciltlik kitabı sürekli ezberden kısık sesle tekrar etmesi ve Tahir Paşa da misafirinin odasının kapısına yanaşarak Üstad'ın zikir yaptığını sanarak onu dinlemesidir.
Üstad bu dönemleri öğrencisi Mustafa Sungur Bey'e şu şekilde anlatır:

"Mahfuzatım olan 80-90 kitapları ezberden tekrarlardım. Bunlar Kur'an'ın hakikatlerine çıkmağa basamaklar oldu. Sonra Kur'an'ın hakikatlerine çıktım. Baktım her bir ayetin kainatı ihata ettiğini gördüm. Artık başka bir şeye ihtiyacım kalmadı. Kur'an bana kafi geldi."

Bediüzzaman Allah'ı tanımak ve yakınlaşmak için bilimin ne kadar önemli olduğunu anladığı için, ülkede eğitim veren merkezlerin çoğalması için büyük gayret sarfetmiştir. Özellikle ihmal edilen Doğu vilayetlerinin insanlarını eğitecek bir Darü'l Fünun açılması için Tahir Paşa'nın da yardımlarıyla Erzurum ulemasıyla görüşmek üzere Erzurum'a gitmiştir. Bu yıllarda. Ezrurum'un önde gelen ulemasıyla yaptığı sohbetlerde bilimin din için ne kadar büyük önemi olduğunu, Avrupa'nın bu konuda büyük ölçüde ilerlediğini, hatta İslam alemini ve Osmanlı'yı bu şekilde mağlup etmek istediklerini ve bu nedenle doğuda bir üniversite açmanın şart olduğunu söylemiştir.

Bu görüşmelerden sonra aynı yıllar içerisinde Üstad Siirt'e gelir ve burada o dönemin meşhur Mollalarından Molla Fethullah Efendinin medresesine uğrar. Said Nursi'nin ilk defa "Bediüzzaman" ünvanıyla adlandırılması bu medresede olmuştur. Sorduğu sorulara aldığı cevaplardan yola çıkarak, Üstad'ın ilmine, aklına ve zekasına hayran kalan Fethullah Efendi, "Zeka ve hıfzın bu şekilde aşırı derecede bir insanda toplanması nadirdir" diyerek hayranlığını dile getirmiş ve ilk defa orada Üstad'a Bediüzzaman diye hitap etmiştir. Bu yıldan sonra Said Nursi, "zamanın en güzeli, çağın eşsizi" anlamına gelen Bediüzzaman olarak anılmaya başlamıştır.

Bediuzzaman 1907 yılında İstanbul'a gelir. Burada Fatih Cami yakınlarındaki Osmanlı alimlerinin toplanma yeri olan Şekerci Hanına yerleşir. Üstad'ın bu hanın kapısına astığı

"Burada her suale cevap verilir, her müşkil halledilir; fakat sual sorulmaz" yazan levha, dönemin uleması arasında büyük yankı uyandırmış ve bu levhayı asacak kadar kendisine güveni olan kişinin kim olduğu merak edildiği için Şekerci Hanının ziyaretçisi çok fazla olmuştur. Bunlardan biri de Diyanet işleri Müşavere Kurulu azalığı yapan Hasan Fehmi Başoğlu'dur ve kendisi Üstad'ı gördükten sonra şunları söylemiştir: "...Ve yakinen anladım ki, onun ilmi bizim gibi kesbi değil, vehbidir."

Üstad'ın İstanbul'a geliş sebebi doğuda bir üniversite açılması meselesini zamanın yönetimine iletmekti. Nitekim Abdülhamit'e bir dilekçe vererek, bu isteğini yazılı olarak dile getirmişti. Ancak halkın düşündüklerini ve arzularını rahat rahat dile getiremediği böyle bir dönemde, Üstad'ın fikirlerini cesur bir şekilde dile getirmesi oldukça dikkat çekmiş ve bu durum onun 1908 yılında Yıldız Askeri Mahkemesine çıkmasına sebep olmuştur. Bediüzzaman buradan çeşitli bahanelerle Topbaşı Tımarhanesine gönderilmiş ve kendisini kontrol eden doktorlar Üstad için şunları söylemiştir: "Eğer Bediüzzaman'da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur." Nitekim, doktorları Üstad'a kendisine yapılan bu haksızlıktan dolayı itidal tavsiye etmiş ve özür dileyerek, üzüntülerini dile getirmişlerdir.

Bu olaydan sonra, bu kez de 1909 yılında Üstad, ortada hiç bir sebep yokken 31 Mart isyancılarıyla birlikte İstanbul Üniversitesi'nin arkasındaki Bekir Ağa bölüğü hapishanesine, idamlıklar koğuşuna kapatıldı. Bu olayla ilgili olarak İstanbul Divan-ı Harb-i Örfisine çıkartıldı. Mahkeme başkanı Hurşit Paşa'nın kendisine idam cezasını hatırlatarak tehditkar konuşması üzerine, "Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan hayırlıdır" sözleriyle noktaladığı hayranlık veren savunması üzerine serbest bırakıldı.

1910 yılında İstanbul'dan ayrılıp Tiflis'e gitti. Buradan da Doğu Anadolu'yu il il dolaşarak, meşrutiyet lehine konuşmalar yapmaya ve halkın bu konudaki sorularını cevaplamaya başladı. Bu seyahat sırasında Muhakemat ve Münazat adındaki eserlerini yazdı. Üstad hayatı boyunca yaptığı gibi, bu yıllarda da hiçbir menfaat beklentisi olmadan, sadece Allah rızası için büyük zorluklar içinde tüm Anadolu'yu dolaşarak halkı eğitmek için gayret sarf etmiştir. 1911 senesinde Şam'ın Emeviye camiinde meşhur hutbesini vererek, İslamın geleceğinin parlak olduğuyla ilgili müjdeler vermiş ve müslamanları şevklendiren, kalplerine kuvvet veren çok hikmetli bir konuşma yapmıştır. Aynı yıl İstanbul'a geri dönmüştür.

Bu yıllarda 1. Dünya Savaşı çıkmış ve Üstad da memleketi savunma gayesiyle Van'da, Bitlis'de, Pasinler'de düşmana karşı savaşmış ve burada kazandığı zaferlerle Enver Paşa'nın hayranlığını kazanmıştır. Savaşın ilerlediği yıllarda Rus'ların 1916 yılında Van'a ilerlemesiyle Van'a geçmiş ve talebeleriyle birlikte cephede vatanı müdafa etmiştir. Ancak bu savaş sırasında yaralanarak Rus askerlerine esir düşmüş ve bir aylık bir sorgu sonrasında Sibirya'ya sürülmüştür.

1916 yılında 40 yaşındayken Sibirya'da vatanından ayrı kalmak zorunda kalan Bediüzzaman, bu sürgün sırasında Kafkas ordularından birinin komutanı önünde ayağa kalkmayı reddettiği için idama mahkum edilmiştir. Ancak idam kararını infaz etmeye gelen bölüm komutanı, namaz kılmak için izin isteyen ve abdest alarak iki rekat namaz kılan Üstad'ın bu samimi ibadetinden etkilenerek, şu sözlerle infaz hükmünü iptal etmiştir: "O hareketinizin, mukaddesatınıza olan bağlılıktan olduğuna kanaat getirdim. Sizi boş yere rahatsız ettim. Rica ederim beni affediniz."

Bu olaydan bir süre sonra Bediuzzaman Allah'ın yardımı ve inayetiyle, Rusça bilmediği halde Varşova ve Avusturya üzerinden esaretten firar etmiştir. Ve 25 Haziran 1918 tarihinde İstanbul'a ulaşmayı başarmıştır. Üstad Rusya'da tam iki yıl, dört ay, dört gün esir kalmıştır. İstanbul'a döndüğünde büyük bir hayranlık ve sevgiyle karşılanan Bediuzzaman, o zamanlar İşaret-ül İcaz kitabını basmaya karar vermiştir. Enver Paşa esaretten sağsağlim dönen Üstad'a hayranlığının bir ifadesi olarak, "Hocam benim de hizmetim olsun, bu kıymetli eserinizi müsaade ederseniz bastırayım" demiş ve Enver Paşa'nın da desteğiyle bu eser basılmıştır. İşte bu olay, Üstad'ın Eskişehir yıldız otelinde 1951 yılında söylediği

"...Askeriye de bir ruh var, o ruh benimle dosttur" sözünün bir tezahürüdür.
Said Nursi 1918-1922 yılları arasında sık sık İstanbul'a gelmiş ve Sarıyer'in Fıstıklı Bağlar semtinde mütevazi ahşap bir evde kalmıştır. Üstad, "Eski Said'den, Yeni Said'e geçiş"in bu dönemde gerçekleştiğini bildirir. Nitekim Bediüzzaman bu evde birçok eserini kaleme almıştır. Bu yıllarda Üstad Kuvay-i Milliyeyi desteklemiş ve İstanbul'un işgaline karşı çıkmış, hatta Hutuvat-ı Sitte adlı eserini bu amaçla kaleme almıştır. Bu nedenle zamanın yönetiminin "nerede görülürse vurulsun" emrine maruz kalmıştır. Ancak onun vatana yaptığı bu fedakarane hizmet karşılığında, 9 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Bediüzzaman'a Hoşgeldin merasimi yapılmış ve alkışlarla karşılanmıştır. Ankara Hükümeti Reisi Mustafa Kemal Paşa ise onu bizzat Ankara'ya davet etmiştir. Üstad da 19 Ocak 1923 tarihinde Meclise hitaben bir hutbe yazmış ve bunun Meclis'te okunması sonrasında 50 milletvekili daha namaza başlamıştır.

İstanbul'da geçen bu zorlu yılların ardından Bediüzzaman, 1923 yılında Van'a dönmüştür. Buradaki Erek dağının eteğinde bir manastır harabesine yerleşmiş ve günlerini ibadet ve tefekkürle geçirmeye başlamıştır. İki yıl burada kaldıktan sonra Şeyh Said'den, Üstad'ın kürt ayaklanmasını desteklemesini isteyen bir mektup gelmiştir. Bu mektuba Bediüzzamanın cevabı özetle şöyle olmuştur.

"Türk milleti asırlardan beri İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz müslümanız, onlarla kardaşız. Kardaşı kardaşla çarpıştıramayız. Bu şer'an caiz değildir. …Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır."

Bu örnekte de görüldüğü gibi Üstad her zaman isyancılara karşı olmuş ve kendisine gelen tüm teklifleri şiddetle reddetmiştir. Yıl 25 Şubat 1925'ı gösterdiğinde, Van'da bulunan Said Nursi isyanı bastırmak için uğraşan bir insan olmasına rağmen, isyanı teşvik bahanesiyle bazı şeyh ve ağalarla birlikte bir kısım jandarma eşliğinde Burdur'a götürülmüştür. Burdur'u Isparta ve Isparta'yı Barla kazasına nakledilişi izlemiştir.

Üstad Barla'ya geldiğinde yıl 1926 idi. Şark isyanlarını önlemeye çalıştığı halde, aksi bir bahaneyle buraya kadar getirilmiş ve kendisi burada küçük bir kulübeye yerleştirilmiştir. Böylece bu değerli müminin, ahirette kendisine büyük bir ecir ve dünyada büyük bir şeref olacak olan 25 yıllık esaret dönemi başlamıştır. Üstad Barla'nın, Risale-i Nur külliyatının telif edilmeye başlandığı ilk merkez olduğunu söyler. Büyük bir çınar ağacının yanında bulunan bu kulübede Üstad, milyonlarca müminin imanına vesile olan çok kıymetli bir esere imza atmıştır. Nitekim bir çok kıymetli esere ilham bulduğu bu mekan ve evinin yanındaki çınar ağacı için, Üstad "Ben bu ağacı Yıldız Sarayına değişmem" demiştir.

Said Nursi'nin durmadan farklı yerlere sürülmesinin sebebi, onu İslam hizmetinden vazgeçirmek ve Kur'an ahlakını yaymaktan caydırmaktır. Ancak tüm müslümanların kendisine büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanmasına sebep olan bu sürgün günlerinde Üstad, kendisini dine hizmetten çevirmek isteyenlere Barla'daki evinde yazdığı şu cevabı vermiştir:

"Dinsizlerin dahi içinde bulunduğu bütün Avrupa toplansa, Allah'ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşallah mağlub edemezler."

Bediüzzaman'ın oldukça zor şartlar altında geçen bu yıllarından sonra, 1934 yılı yaz ortalarında Barla'dan alınarak Isparta'ya getirildi. Üstad Isparta'ya geldiğinde Sözler ve Mektubat tamamlanmıştı. Burada bir süre kaldıktan sonra 25 Nisan 1935 tarihinde gene her zamanki gibi ortada hiçbir sebep yokken askeri bir kıta Isparta'ya gelmiş ve Üstad'la talebelerini elleri kelepçeli bir şekilde evlerinden alarak Eskişehir'e götürmüştür. Bunun sebebini ise Üstad'ın "gizli cemiyet kurduğu ve rejim aleyhtarı olduğu" gibi mantıksız bir bahane öne sürerek daha sonradan açıklamışlardır. Yazdığı eserlerin insanlar üzerinde büyük bir etki meydana getirmesinden ve bu etkinin gün geçtikçe büyümesinden tedirgin olan zamanın hükümeti, Bediüzzaman'ı 120 talebesiyle birlikte hapse atmış ve burada çeşitli işkencelere maruz bırakmıştır. Yapılan mahkemeler neticesinde hiçbir hukuki delil olmadığı halde Bediüzzaman'a 11 ay, on beş arkadaşına da altışar ay ceza verilmiş ve diğer 105 kişi beraat etmiştir. Üstad hapisteyken bir çok kişi imana gelmiş ve ahiretlerinin kurtulmasına bu ceza dönemi vesile olmuştur. Ayrıca bu süre içinde Üstad altı büyük Risaleyi kaleme alarak, inkarcıların yapmak istediklerini tam tersine çevirmiş ve bu 11 aylık sürede Kur'an'a hizmete büyük bir süratle devam etmiştir.

Üstad Eskişehir hapishanesinde kaldığı süre içinde burayı medreseye çevirmiş ve adına da Medrese-i Yusufiye demiştir. Bu şerefli ayların sona erdiği 1936 yılında ise onu gene serbest bırakmamışlar ve Kastamonu'da gözaltında tutmuşlardır. Burada hem Said Nursi, hem de talebeleri yakın takibe alınmış ve her yaptıkları Ankara'ya bilgi olarak ulaştırılmıştır. Üstad burada üç ay karakolda, sekiz sene de karakolun karşısındaki bir evde göz hapsinde tutulmuştur. Buradan sık sık talebeleriyle mektuplaşmıştır. Bu mektuplar elden ele, ilden ile dolaşmış, hatta özel olarak bu işle görevlendirilmiş Nur postacıları türemiştir. Ancak 31 Ağustos 1943 günü polis baskını yeniden tekrarlanmış ve evinde bulunan ilmi, imani ve ahlaki konular içeren bu mektuplar, dolayısıyla Üstad, yeniden tevkif edilmiştir. Bu sefer de Çankırı yoluyla Ankara'ya getirilmiş ve buradan Denizli hapishanesine sevkedilmiştir. Farklı yerlerden getirilen 126 Nur talebesi de aynı günlerde tevkif edilmiştir. Burada talebelerine sürekli moral veren ve onların imanını ayakta tutmaya gayret eden Üstad, Denizli'de iki ay kaldıktan sonra Emirdağ'da kalmaya mecbur edilir. Mahkeme eserlerini inceleyerek kanuna aykırı hiçbir yön bulunmadığını beyan etmiş olduğu halde gene de kendisini özgür bırakmamışlardır. Ayrıca evinin önünde gece gündüz gelen gideni kontrol eden bir polis yerleştirmişlerdir.

1948 yılında Üstad yine talebeleriyle birlikte alınmış ve Afyon hapishanesine götürülmüştür. Burada Bediüzzaman yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen, çok soğuk ve rutubetli bir koğuşa konmuş ve kendisiyle değil görüşmek ve konuşmak, selamlaşmak bile yasaklanmıştır. İşte Bediüzzaman burada ilk defa vasiyetini açıklamış ve talebelerine şu emri vermiştir.

"Belki hayatta kalmayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve alem-i İslam ve beşerin ebedi refah ve saadeti uğruna feda olsun. Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar"

1949 yılında Üstad Afyon hapishanesinden tahliye edildi. İki yıl kadar Emirdağ'da kaldıktan sonra, Isparta'ya yerleşti. Burada yetmiş gün kadar kaldı. Bu arada Gençlik Rehberi'nin Türkçe harflerle basılması nedeniyle gene kendisine bir dava açılmıştır. Duruşmaya katılmak üzere 1952 yılının Ocak ayında Sirkeci'de Akşehir Palas oteline yerleşti. Binlerce kişi Üstad'ı görebilmek için bu davanın mahkemelerine geliyordu. Bir süre sonra dava beraatle neticelendi. 1953 yılında İstanbul'da bir süre kalan Üstad, bundan sonraki yıllarda çeşitli yerlerde ikamet ettikten sonra 1960 senesinde Ankara'ya geri döndü. Burada şiddetli bir zatürre hastalığına yakalandı ve talebelerine son derslerini verdikten sonra 21 Mart tarihinde Urfa'ya geldi. İpek Palas oteline yerleşti. Burada son günlerini geçiren Üstad, bu hasta haliyle bile yetkililer tarafından yolculuğa çıkartılmak istenmiş, ancak hayata veda ettiği için bu mümkün olmamıştır. Ve hepimizin gönülden sevdiği, hürmet ettiği bu değerli mümin, 23 Mart 1960 tarihinde gece 3.00 de bu hayata veda etmiştir. Ardında bıraktığı şu güzel müjdeyle "Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür sada, İslamın sadası olacaktır"…



İnkarcıların Said Nursi'ye Yönelik Alay Dolu İftiraları

İinkarcılar, iman edenlerin Allah'ın dinini anlatmalarını ve insanların onların tebliğ ettikleri gerçekleri dinlemelerini engellemek için türlü yollar denerler; iftira da bu yollardan biridir. "… sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz…" (Al-i İmran Suresi, 186) ayetinin bir tecellisi olarak, inkarcıların iman edenleri kendilerince aşağılamak için söyledikleri bazı yalanlardan söz edeceğiz. Allah'a ve dine düşman olan insanların, müminleri incitmek ve onları diğer insanların gözünde küçük düşürmek kastıyla, hakaret tarzında sözler sarf ettiklerini; ancak bu çabalarının asla başarıya ulaşamadığını anlatacağız.

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ İFTİRALARLA ENGELLENMEK İSTENMİŞTİ

Bediüzzaman Said Nursi, 20. yüzyılda yetişmiş en büyük İslam alimlerinden biridir. 87 yıl süren hayatı boyunca İslam'ı savunmuş, materyalist felsefeye, din ve mukaddesat düşmanlarına karşı büyük bir mücadele vermiştir. 6000 sayfalık dev eseri Risale-i Nur, hem çok derin bir Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi çürüten ve iman hakikatlerini en iyi şekilde ortaya koyan bir eserdir. Bediüzzaman Said Nursi, mütevazi üslubuyla ahiret, kader, iman gibi birçok konuyu o güne kadar hiç açıklanmamış bir şekilde anlatmış, ortaya koymuştur.

İnsanları Kuran ahlakına, hak dine davet etmek için verdiği bu fikri mücadelede Bediüzzaman Said Nursi'nin karşısına çıkan en büyük engel ise, materyalist felsefeyi ve din düşmanlığını kendisine temel prensip olarak kabul eden bazı çevreler olmuştur.

Bu çevreler, tüm dünyada devreye soktukları ''din ahlakından uzak bir toplum oluşturmak'' hedeflerini gerçekleştirmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Nitekim bu inkarcı çevrelerin yaptıkları yoğun telkin, propaganda ve baskı yüzünden din; toplumun bazı kesimlerince, gericilik ve yobazlık olarak algılanmaya başlamış, ülkenin ilerlemesi için bu sözde ''batıl inançlardan'' kurtulmak gerektiği düşüncesi yaygınlaşmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi de bu gibi asılsız felsefeleri çürüten, dinin akıl ve ilimle çatışmadığını, tam tersine aynı noktada birleştiğini ortaya koyan ve toplumda büyük bir manevi uyanış başlatan bir İslam alimidir. O dönemde bu büyük İslam alimini engellemek için de klasik iftira atma yöntemleri bir kez daha uygulanmıştır.

Kitabın başından beri vurgulandığı gibi, geçmişte yaşamış olan peygamberlerin, elçilerin ve salih müminlerin başlarına gelenler, onların yaşadıkları tecrübeler müminler için her zaman yol göstericidir. Bu açıdan Bediüzzaman'ın yakın geçmişimizde yaşadığı olayların, karşılaştığı zorlukların öğrenilmesi de günümüz Müslümanları için faydalı olacaktır.

Unutulmamalıdır ki, Allah bir ayette, ''Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız...'' (Bakara Suresi, 214) diyerek, müminlerin geçmişte yaşanmış olaylara hazırlıklı olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bediüzzaman'a atılan iftiraların bazılarına ve bu iftiraların Kuran'da bildirilen iftiralarla benzerliklerine bakmak, Allah'ın kanununda bir değişme olmadığının görülmesi açısından da son derece önemlidir.

"Menfaat Peşinde Koşmak" İftirası

Bediüzzaman'ın Allah'ın varlığını, milli ve manevi değerlerin önemini anlatan çalışmalarından rahatsız olan çevreler, ellerinde bulunan bazı basın organlarını da kullanarak, Bediüzzaman'a karşı en olmadık iftiraları atmışlardır. Dönemin gazetelerinden birinde Bediüzzaman için şöyle denmektedir:

"Said-i Kürdi, dini siyasete alet yaparak irticai propagandalara girişmiş ve birtakım adamları kandırarak doğru yoldan şaşırtmaya çalıştığı anlaşılmıştır... Otuz senelik mayalı bir mürteci olup ifsad edecek saf vatandaş aramaktadır... Şeyhin (Bediüzzaman'ın) bu meseledeki rolünün bazı safdilleri kandırarak kendilerinden para çekmek olduğu anlaşılmıştır..." (Cumhuriyet, 10 Mayıs 1935)

Aynı gazetede farklı tarihlerde ise, ''Dini istismar eden Said Nursi hakkında takibat başladı'', ''Said-i Nursi mühimsenecek bir kimse değildir. Maddi ve manevi menfaatler sağlamak amacında olan bir kimsedir'' diye haberler yayınlanmıştır.

Dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir malı mülkü bulunmayan, kendi deyimiyle ''kendisini beğenmemeyi kendisine meslek edinen'' ve son derece mütevazi bir hayat yaşayan Bediüzzaman'a talebelerinden para sızdırmak, liderlik hırsını tatmin etmek gibi asılsız, mantıksız, manasız iftiralar atılmış olmasının tek amacı, bu iftiralarla Bediüzzaman'ı etkisiz ve sözü dinlenmez hale getirmektir.

Bu iftira, geçmişte peygamberlere atılan iftiraların da bir benzeridir. Peygamberler de kavimleri tarafından dini kullanarak menfaat elde etme suçlamasıyla karşı karşıya kalmışlardır. Örneğin Hz. Nuh'a şöyle iftira edilmiştir:

... Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor... (Müminun Suresi, 24)

Hz. Musa ve Hz. Harun'a Firavun kavminin yaptığı suçlama ise şöyledir:

Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz. (Yunus Suresi, 78)

Bediüzzaman bu iftiraların sonucunda hapis cezası almış ve Eskişehir hapishanesine gönderilmiştir. Eskişehir hapishanesinden tahliye olan Bediüzzaman, Kastamonu'da karakol karşısında bir evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi 20 ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediüzzaman Emirdağ'a ''mecburi ikamet''e yollanmıştır.

Bütün bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca zehirlenmiştir. Son derece yaşlı ve hasta olan Bediüzzaman, özellikle soğuk, nemli ve havasız hücrelerde tutulmuştur. Ancak, ilerleyen sayfalarda da yer verileceği gibi, kendisine yapılan tüm bu eziyetlere sabır ve tevekkülle karşılık vermiş, imanının ve Allah'a bağlılığının ne kadar güçlü olduğunu tüm insanlara göstermiştir. Bediüzzaman, bu üstün ahlakıyla herkes tarafından örnek alınması gereken değerli bir İslam büyüğümüzdür.

Delilik İftirası

Önceki sayfalarda da örneklerine yer verildiği gibi, geçmişte müminlere en çok atılan iftiralardan biri deliliktir. Bediüzzaman Said Nursi de aynı iftira ile karşılaşmıştır.

1908 yılında, yine suni olarak oluşturulan sebeplerle, mahkemeye sevk edilmiş ve mahkemenin görevlendirdiği doktor heyeti kendisine ''akli dengesi bozuk'' raporu vermiştir. Daha sonra sevk edildiği akıl hastanesindeki doktor, Bediüzzaman'ın kendisiyle konuşması sonucunda ''bu adamda delilik varsa, dünyada akıllı yoktur'' diyerek, raporun asılsızlığını vurgulamıştır.

Bediüzzaman bundan sonra da söz konusu çevrelere ait basında sık sık delilik suçlamasıyla karşılaşmıştır. Dine düşman bazı çevrelere ait yayınlarda ''Said Nursi tımarhaneye de girip çıkmıştır'' gibi aldatıcı yorumlarla, bu büyük İslam alimi halkın gözünde küçültülmeye çalışılmıştır.

Çevresindekileri Kandırarak Saptırdığı İddiası

Bediüzzaman ve talebeleri için öne sürülen iftiralardan biri de "İnanç Sömürücüleri" başlıklı yazı dizisi ile dönemin gazetelerinden birinde yer almıştır. Bu yazı dizisinde Said Nursi'nin talebeleri hakkında da Kuran'daki inkarcıların ''büyülenmişler'' iftirası tekrarlanmış ve ''bunlar sadece ve sadece dini bir taassupla ona bağlanmışlar, gözleri kafaları başka bir şeyi görmez, anlamaz olmuştu'' diye yazılmıştır. Görüldüğü gibi bunların tamamı geçmişte yaşayan müminlere yöneltilen iftiraların tamamen aynısıdır. Kuran'da geçmişte yaşamış ve Allah'ın gönderdiği elçilere tabi olmuş müminlerin de "düşük akıllılık", "sığ görüşlülük" gibi sözlerle itham edildikleri haber verilmiştir:

Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)

Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)

Bu iftiralarla, Bediüzzaman'ın, çevresindeki gençlerin beyinlerini yıkadığı, bu gençlerin de, beyinleri yıkanacak kadar akıldan ve mantıktan yoksun insanlar oldukları havası oluşturulmaya çalışılmıştır. Yani Bediüzzaman -tıpkı geçmişteki Müslümanların karşılaştıkları gibi- bir nevi "büyücülük"le itham edilmiştir.

Oysa, Bediüzzaman ve yanındaki müminler, akılları, vicdanları ve Kuran'ın rehberliği ile hareket eden aklı selim sahibi insanlardı. Ve bu iftiraları atanlar da aslında bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu iftiraların hiçbiri Bediüzzaman'a ve yanındaki Müslümanlara bir zarar verememiş; aksine baştan beri üzerinde durduğumuz gibi bu olaylar karşısında gösterdikleri sabır ve tevekkül onların manevi olgunluğunun, ahiretteki derecelerinin artmasına vesile olmuştur.

Dini Sapkınlık İftirası

Bediüzzaman'a karşı yapılan suçlamalardan birisi de onun İslami hükümleri saptırarak, kendine göre bir din anlayışı savunduğu ve çevresindeki kişilere de bu sapkın dini telkin ettiği yönündedir. Bediüzzaman'ın, Kuran ve Peygamber Efendimizin sünnete uymadığı, kendine göre bir din uydurduğu şeklindeki provokasyonların amacı, halkı ve konuyu ayrıntısıyla bilmeyen bazı dindar çevreleri kışkırtarak Bediüzzaman'ı onlara yanlış tanıtmaya çalışmak olmuştur.

Ancak inkarcı kesimin bu iftirası da bir işe yaramamıştır. Çünkü Bediüzzaman'a karşı ortaya atılan bu ''sapkınlık'' iddiasının, Hz. Nuh'a ''... gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz'' (Araf Suresi, 60) diyen inkarcıların iftiralarının bir benzeri olduğunu akıl ve vicdan sahibi Müslümanlar açıkça görmüşlerdir.

Bediüzzaman'a Atılan İftiraları Desteklemek İçin Hazırlanan Bazı Komplolar

Allah birçok ayetinde, inkarcıların her dönemde hileli düzenler kurduklarını bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah'a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, inkar edenler pek yakında bileceklerdir. (Rad Suresi, 42)

Bediüzzaman için de döneminin din karşıtı çevreleri, iftiralarını destekleyebilmek için benzer hileli düzenler kurmuşlardır. Bu düzenlerin örneklerinden biri "Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi" adlı eserde anlatılmaktadır. Buna göre, bir içki dükkanında ''Said'in hizmetçisi Said'e rakı aldı'' diye yazılı bir kağıdın altına içki dükkanındaki sarhoşlardan imza alınmaya çalışılmıştır. Bu şekilde kendisine iftirada bulunulmuştur. Bu iftiranın amacı ise, Bediüzzaman'ı halkın gözünde küçük düşürmek, dini yönden samimiyetsiz olduğu imajını vermektir.

Kendisine yönelik komploların bir başka örneğini, Bediüzzaman bir mektubunda anlatmaktadır. Bu iftirada da, Bediüzzaman'ın sabahlara kadar alem yaptığı ve ''fahişe ve namussuzların Bediüzzaman'ın evine girip çıktığı'' söylenmiştir. Bu asılsız söylentiye karşı Bediüzzaman'ın verdiği cevap ise son derece açık ve nettir:

"Halbuki benim kapım geceleyin dışardan ve içerden kilitliydi ve sabaha kadar bir bekçi o bedbahtın (iftira atan adamın) emriyle kapımı bekliyordu." (Tarihçe-i Hayat, s. 451)

Görüldüğü gibi, halkı Bediüzzaman'dan soğutmak için onu fuhuşla, sarhoşlukla suçlayan iftiralar atılmıştır. Ancak elbette tüm bu iftiralar boşa çıkmış ve Bediüzzaman yürüttüğü iman hizmetine sabırla devam etmiştir. Kuran-ı Kerim'de, inkarcıların komplo ve tuzaklarının inananlara asla bir zarar veremeyeceği, sonucun mutlaka inananların hayrına olacağı şöyle bildirilmektedir:

… Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)

Bediüzzaman'ın, Kendisine Atılan İftiralar Karşısındaki Tavrı

Bediüzzaman'ın kendisine atılan iftiralara ve aleyhinde kurulan düzenlere karşı tutumu da, Kuran'da bildirilen peygamberlerin ve salih müminlerin ahlakı ile benzer olmuştur. Bu iftiralara karşı son derece sabırlı ve mütevekkil bir tavır göstermiş, çevresindekilere ise şevki, neşesi, kararlılığı ve imanı ile herzaman güzel bir örnek teşkil etmiştir.

Bediüzzaman, Risale-i Nur'da, kendisine yöneltilen iftiralar sonucunda aldığı hapis cezasını ve kendisine çektirilen sıkıntıların güzel ve hayırlı yönlerini şöyle anlatmıştır:

"Benim şahsımı çürütmek fikriyle, hiç kimsenin inanmayacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gâyet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlahiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Manen: "Sen hapse Medrese-i Yûsufiye namı vermişsin; hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem mânevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekva yerinde binler şükrettirdi, her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibadet hükmüne getirdi; o fâni saatleri bâkileştirdi." (Lemalar, s. 244)

Bediüzzaman bir sözünde ise, çevresinde kendisiyle birlikte aynı iftira ve zulümlere maruz kalan müminlerin de, bu olaylardan dolayı ümitsizliğe kapılıp üzülmediklerini şöyle anlatmıştır:

"On aydan beri, münafıkların bir resmî memuru elde edip bütün desiseleriyle yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir… böylelerden böyle iftiralar, binden bir tesiri bize olmadığı gibi, inşâallah daire-i Nur'a da zararı olmayacak." (Şualar s. 410)

Bediüzzaman'ın ve çevresinde bulunan iman ehlinin zorluklara, iftiralara ve hileli düzenlere karşı gösterdikleri tavır, tüm Müslümanların kendilerine örnek alması gereken salih ve mütevekkil mümin tavrıdır. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in şahsında tüm Müslümanlara, inkarcıların düzenleri karşısında nasıl davranmaları gerektiğini şöyle hatırlatmıştır:

Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)

alıntı*

Said Nursi'nin hayatındaki önemli kısımların seslendirilmiş halidir.Ruslara esir düşüp ihlaslı ibadetleri sayesinde asılmaktan kurtulan ve elleri kelepçeli iken namz vakti gelince abdest almak isteyince askerlerin ellerini çözmemesi üzerine namazın bir kerameti olarak ellerindeki kelepçelerin kendiliğinden çözülmesinden, dünyada bir garip yolcu gibi yaşayan Said Nursi'ye Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisine hediyeler sunması,bazı konularda danışması ve birkaç meseleden oluşan ufak çaplı bir seslendirme eserdir.Ses formatı mp3.

http://rapidshare.com/files/29537366/BediuzzamaninHayati1.mp3
http://rapidshare.com/files/29532105/BediuzzamaninHayati2.mp3
http://rapidshare.com/files/29647761/ZindandaSahlanis.mp3

alıntı

Doğan GÜREŞ paşanın Barzani AŞKI

Al bir de burdan ye paşam

http://www.hackhell.com/showthread.php?t=221274&highlight=do%F0an+g%FCre%FE+barzani
 
bişi sorcam bu ahmak şu nur cemmattııı yani dimi
 
bişi sorcam bu ahmak şu nur cemmattııı yani dimi

Evet arkadaşım.
Matra;Türkiye'de tarihi iki kaynaktan izleyebilirsin.Biri normal tarih,diğeride senin ait olduğun cemaatin tarihi ve ayrıca Dogan Güreş benim tasvip ettigim bir general tipi hiç olamadı ve ben generalcide değilim.Ben yıkmak için yıpratılmak istenen,nadir temiz kalan kurumlarımıza da bulaşılmasın diyen biriyim.
 
Normal tarih ne ? senin için geçerli olan, sana ait, senin inandığın tarih değilmi. Bediuzzaman Said Nursi'nin hiç kitabını ya da yazısını okumadım. Yolu doğrudur yanlıştır bu beni ancak o insanlarda müslümanım dediği için beni ilgilendirir.Benim kızdığım en büyük nokta kulaktan dolma bilgilerle yanlış sıfatların takılması küfre ulaşılmasıdır. Biz birbirimize kılıçlar çektiğimiz sürece yaralarımızda ki kan kurucak mı zannediyorsunuz. Siz Bediuzzaman Said Nursiye küfür ederken Fethullah Gülen'e İT ŞEYTAN derken onların aydınlatıığı pencereden ( böyle düşünenlerin ) Peygambere ve Hâk'ka ulaşmak istiyenlerin susup , ses çıkarmasın diye mi bekliyorsunuz. Herkez değerleri ile yaşar. Değerleri için yaşar. Öyle ki tuttuğu futbol takımına küfüt etti diye biri diğer bir insanı öldürüyor günümüzde. Çok basit kaldı sanırım. Futbol. Ama bizi konumuz.İnanç. İnançlara saygı gösterilsin diye bir yaygara var.Medeniyetler arası, dinler arası. Peki bu barış bu anlayış bu hoşgörü bir yahudiye bir hristiyana gösterilirken. Belli bir düşünce kalıbına ulaşmış kendi insanımıza neden gösterilmemekte , dışlanmakta, küfürler edilip önlerine zorluklar çıkarılmakta. Sadece Nur cemaati için söylemiyorum.Ülkemizde bir çok farklı mezhepte insanımız var. Neden onlara Dış kapının mandalının mandalı gibi bakıyoruz.

Üstümüze korkular salınıyor. Bizi birbirimizden kopartıyorlar. Biz onlarsız daha mutlu daha huzurlu değilmiydik. Kurtuluş savaşında Erenlerimiz savaşmadı mı bizimle ? Cenabı- Hak yanımızda olmadı mı ? Neden medeniyet seviyesini yakalayacaz diye dinimizden örfümüzden adetlerimizden vazgeçiyoruz. Biz onlara benzeyeceksek onlardan farkımız olmayacaksa biz neden müslümanız diye sormayacakmıyız.

Nur cemaati-Süleyman cemaati- Menzil cemaati bu cemaatlarda fıkıh ve tasavvuf öğrenen yüzbinlerce insan var.Ve bu insanlar sizin sevdiğinizden daha az seviyor değiller bu ülkeyi bu bayrağı.Bizden olmayanla insanlara gösterilen ilgi alaka ve teşekkürleri bu insanlar çok daha fazlası ile hak ediyorlar.
Yeter ki sevmesini bilelim.
 
Güneşi balçıkla sıvamaya çalışan
Kişileri bırakın Cebelleşsin dursun
Güneşin balçıkla sıvanmayacağını bile idrak edemeyen kişiler için
Dua edin Rabbim hidayet ve akıl sağlığı nasip eylesin
 
el insaf

kötülediğiniz zatlar hakkında

ne kadar araştırma yaptınız da

böyle bi yazı yazdınız
 
matra;Türkiye'de iki tarihten bahsederken,Koskoca Türkiye Cumhuriyetinin tarihi yanlış olamayacagına göre yanlış olan Türkiye Cumhuriyetini yıkmak amaçlı oluşumun etkisinde olan cemaatin yıllardır yeniden çarpotıp yazdıgı tarih yanlış olacak başka ihtimalde olamaz zaten.Cumhuriyet tarihinin Kahraman gösterdigini,o cemaatin tarihi deccal,Düşmanla el ele kolkola gösterdigini ise,mükemmel ötesi bir şey olarak topluma sunmaya yutturmaya çalışmaktadır.Ne yazık ki ne yazık ki servis edileni bir şekilde yutan bir kesimimizde mevcuttur.Ne Saidi nursi,nede günümmüzdeki önde gelen diger temsilcisi benim maneviyatımda makbul degillerdir.O nedenle boşuna masum edebiyet yapmaya kalkma,gerçekten araştırmak istiyorsan,gerçekten dinini ve vatanını seviyorsan araştırama bunu yaparken o cemaatin çarpıtılmış yayınlarından uzak dur,göreceksin ki dedigim gibi Ülkemizde iki tarih olduguna ve digerinin çarpıtıldıgına kendinde şahit olacaksın.Benimde,inanca saygı çerçevesinde,cemaat liderlerinize saygı göstermem konusunda ise herkesin inancına saygı gösteririm ama Türkiye Cumhuriyetini ykmak amaçlı oluşumlara saygı gösteremem.Bu oluşumun farklı bir oluşum oldugunu samimi olarak bilmiyor olabilirsiniz ama,araştırmadan servis edileni,yutup gaflete uykusuna yatmanız sizide benim nazarımda suçlu yapar.Olayı burda yine çarptıyorsun ki kendinizden olmayanları yine dindışı gösterme yanlışına düşmüş ve dine,peygambere hakaret edildiginde nasıl susacagınızı soruyorsun?Olayları sapıttırma.Mevlana,Yunus Emre,Hacı-Bektaşı Veli'ye kim laf edebiliyor.Tarih boyunca rastladınmı bunlara bir tek kötü söz söylendigine?Ama Kurtuluş savaşımımız sırasında,İngiliz mandası isteyen,Türkiye Cumhuriyetini ele geçirmek için sinsi,sinsi çalışan bir oluşumu örgütleyenleri sakın erenler sınıfına sokmaya kalkmayın ,gerçek erenlere hata edersiniz.
Contak Killer;aklınca hakaret ettigini sanıyorsun degilmi?Acıyorum senin gibilere...
 
Hâk'a veya Peygamber efendimize küfür edildi demedim. Bu cemaatlarda öğrenci olan insanların en büyük ve tek amacı vardır.Rabbine ibadet ve Sevgili Peygamber Efendimizin selamına nâil olmaktır.Hani tabir varya dörtlük dörtlük. Dörtlük dörtlük müslüman olmaya çalışan insanlardır.Bu mertebelere ulaşmak o kadar kolay ve basit değildir. Takva ile fıkıh ile mümkün olan bir değerdir. İslam kültürüde inkâr edilemez şekilde dergahlar mevcuttu. Bu dergahların şeyhleri için öğrenceleri canlarını verecek şekilde itaat ederler ki , böyle olması gerekir.Bu isimleri hocası olarak gören insanlar var ve onlara küfür edilince, insanların değerlerine küfür edilmiş oluyor.

Dergahlar İslam dinimizin en güzel şekilde öğretildiği ve paylaşıldığı yerlerdi.Hz. Mevlana'ya Mesnevilik (12.cilt)' i yazdıran güç Cenab-ı Hâk'ın kendisidir.Nur cemaati de Risaliye-Nur için böyle düşünüyor.Yani hiç kimse Kuran-ı Kerim' in yerine Risaliye Nur' un Hâk kitap olarak görmüyor.

Lâkin araştıracağım.
 
adamın kitaplarını oku ondan sonra bu konuyu ac...nerden alıntı yaptıysan doldurmussun..iki uc saksakcı da alkıslıyo...bu kadar da ayıp be yaaa
 
Bazı tarihi gerçekleri göz ardı etmeyin. Nurcular hayatı din kardeşliği üzerine kurarlar, müslümanım diyen biri güzel bir şey yaptığında sahiplenirken, kötü bir şey yaptığında o zaten müslüman değil islamiyetle alakası yok derler.
Tarihte değiştiremeyeceğiniz bazı tarihi gerçekler var, Saidi Nursi bir Kürt Milliyetçisiydi. Aynı Abdullah Öcalan gibi ya da bugün dağda askerlerimize silah sıkan teröristler gibi. Ayrıca Türkiye Cumhuriyetine olan kini dinle imanla değil, Kürt Milliyetçiliği ve Feodal Kültüründen temel alırdı.
Türkiye'de allaha ve imana ulaşmak için lambaya Fetullaha ya da ışığa ihtiyaç yoktur. İslamiyet'in ışık olarak gösterdikleri bellidir. Doğru yolu bulmak için Kur'an ve Peygamber dışında hiç bir kaynağa ihtiyaç yoktur olamaz.
Nurcular (fethullahçılar) ne yapıyor? Bence tarihleri boyunca üstü açık ya da kapalı bir biçimde ümmet kardeşliğine dayalı, Türk Etnik yapısını tamamen bastırıp eritip bir arap islam kültürü ve yönetimi kurmaya çalışıyor.
Fethullah Gülen neden amerika'da yaşar, Türkiye'de hapse girmek yerine? Dava adamı ülkesinde durur gerekirse hapse girer, eziyet görür. Canı kendinden önceki sahabe ve islam önderlerinden kıymetli midir ki ülkesine gelip mücadele edip eziyet görmektense dünyanın TESCİLLİ İSLAM DÜŞMANI olan ülkesi Amerika'da yaşamını sürdürmektedir.
Arkadaşın yazdıklarına aynen katılıyorum, bu coğrafyanın dini mezhepleri, tarikatları ve akımları siyasi manipülasyon için dış mihraklarca kullanılmıştır. Halen kullanılmaktadır, bundan sonra da kullanılacaktır. O nedenle ümmet olmak isteyen, cemaat olmak isteyenler bilmelidirler ki dış mihrakların güdümündeki bir cemaatin parçası olmaktansa, laik bir ülkenin bireysel müslümanı olmak daha hayırlıdır.

Osmanlı da son dönemindeyken toprak kaybetmemek için hilafet ve ümmetçilik kozunu oynamış ama kendisini ingilizlere satan din kardeşleri tarafından arkadan vurulmuştur. Nurcular, Aczmendiler, Nakşibendiler tarih boyunca siyasi etkinlik ve güç için mücadele etmiştir.

Bu bağlamda cemaatler dini kullanarak siyasete mi hizmet ederler yoksa siyaseti kullanarak dine mi hizmet ederler herkesin kendine sorması gerekir.

saygılar
 
hazırlamış olduğu cümlelerin hepside sayfalardan özenle seçilmiş, tek başına değişik manalar yüklenebilecek cümleleri koymuş,açmış ağzını yummuş kör olan gözünü (zaten körmüş) OLUR OLMADIK İFTİRALARA MARUZ BIRAKMIŞ. BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİYİ ırkçılık yaptığını ima etmiş, fakat kendisinin bu yazısının ırkçılığını yansıttığı farkında değil heralde...

hazırlamış olduğu cümlelerin hepside sayfalardan özenle seçilmiş, tek başına değişik manalar yüklenebilecek cümleleri koymuş,açmış ağzını yummuş kör olan gözünü (zaten körmüş) OLUR OLMADIK İFTİRALARA MARUZ BIRAKMIŞ. BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİYİ ırkçılık yaptığını ima etmiş, fakat kendisinin bu yazısının ırkçılığını yansıttığı farkında değil heralde...:eek:
 
Tarih işte böyle... Matematik gibi değil. Kesin doğru yok. Herkes istediği gibi yorumlar. Arkadaş Said nursi Türk düşmanı demiş diğeri ise insanlığa ve Allah'a hizmet eden bir kişi olarak tanımlamış. İki düşünceninde %100 cevabı var mı? Bence yok. Herkes fikrini değil işine geleni yazıyor bence :) Neyse tabi ki tüm fikirlere ve yazılanlara saygımız var.

Saygılar...
 
General kendini cemaatleri kötülemeye adamış birisi olarak yine bişeyler sunduğunu zannediyo heralde, ama yine çarpıtmalarla dolu bi yazı bulmuş...yaww kardeşim bu kadar meraklısın bu cemaatin işlerine neden açıp iki tane eserini okumuyosun sağdan soldan bulduklarını copy paste yapıyosun buraya.Önce oku kim bu adam ne yazmış amacı gerçekten ne?bi zamanlar bende senin gibi düşünüyodum ve aldım eserlerini okudum ve gördümki o insan sözünde yalan olmayan Allahın bu millete göndermiş olduğu bi hediye...Daha önce de sana dediğim gibi okumadan neyi kastettiğimiz hiçbizaman anlayamıycaksın...Piyasada bi sürü dinsiz komite var amaçları cemaatleri kötülemek,tarihi saptırarak iş yapmaya çalışan...Türkler hakkında bi sözü eserlerindeki:"Ben islamiyete yapmış oldukları hizmet yönünden 1 türkü 10 tane kürde değişmem" bu söz onun, böyle yazan birisi nasıl türk düşmanlığı konusunda çevresindekileri inandırabilsin biraz düşünün...Şeyh saitle bediüzzamanı özleştirmeye çalışıyosun yine şeyh saitin isyan çağrısına mektubunu hiç okumadın demi sen bu yazıyı bulduğun yerlerden?onu söylemezler çünkü onların amaçları gerçekleri çarpıtmaktan başka bişey değil...Bu millete kılıç çekilmez bu milletin ordusunda onlarla birlikte savaşan yüzlerce evliya var,onlarla savaşılmaz ancak onların peşinden gidilir...
Yanlış biliyosun ve yanlışlarınla insanların da beyinlerini bulandırıyosun dikkat et bunun vebali ağırdır diğer tarafta
 
Yani hiç üşenmeden bu kadar yazıyı buraya yazdın ( muhtemelen biryerden kopyala-yapıştır yapmışındır ). Bu kadar zamanda o zatlar hakkında bir araştırma yapsaydın yada kendi ağızlarından birkaç kelam duysaydın heralde bu hataya düşmezdin.
Birincisi O zatlar Türklüğe karşı bir kampanya yapmadılar ama yapanlar senin gibi cahil piyonları kullanarak bu şekilde propagandalarını yaptırıyorlar. Bölüyorlar.
İkincisi Nurcuların Türk ve Türkçe düşmanı olduğunu savunurken hiçmi vicdanın sızlamadı merak ediyorum. Bu adamlarki bu yıl 5.si ni düzenledikleri Türkçe olimpiyatlarıyla Türkçeyi dünya dili haline getirmeye çalışıyorlar. Bizler sıcak yataklarımızda yatarken yada iftira atarken hizmet adamları dünyanın dört biryanında Türkçe öğretip Türklüğü anlatmaya çalışıyorlar. Hemde karşılık beklemeden.
Yazıkki sana sana bile araştırmadan hak verenler var bu ülkede. İşte sende bu ülkeyi parçalamaya çalışanların diğer ayağını oluşturuyorsun.
 
Çok Yazık... NasıL Bir KötüLeme Kapmanyasıdır Bu? ALLAH ın SaLih KuLLarına Çamur Atarken Hiçmi Düşünmüyorsunuz Öteki ALemi? Hakkında Araştırma Yapmadan BiLmeden Hayatını Okumadan Yazmaya ve KaraLamaya NasıL Cesaret Gösterirsiniz Şaşıyorum.. Sırf Kürt OLduğu İçin Yapıyorsunuz BunLarı BiLiyorum Ama Şunuda BeLirtmeden Edemiyeceğim..
İçLerinde ALLAH Korkusunu TaşıyanLar IrkçıLık YapmazLar.. HeLe hele Büyük ALimLere Çamur AtmazLar..
 
apo devletimin anayasına birliğine katletmeye çalıştı.
said nursi de aynı şekilde. Yoksa Kurd-i die anılırmıydı ?

apo ve yandaşları ülkemi bölmek istedi
said nursi ve tarikatı Kuran Yerine Risaliye dedikleri cilt cilt kitapları her toplantılarında afiyet ile okumaları. Adeta Kuran dan üstün tutmaları Dini bölmeye çalışmıştır.
Bugün Risaliye okumayanlara düşmandır bu adamlar... Neden gülen tarikatıyla arasında bu kadar çok sürtüşme anlaşamamazlık vardır bu yüzden.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst