Sıradan bir şehirden sıra dışı bir insanın 107 yıllık hikayesi

react

Admin
Süper Moderatör
Katılım
18 Haz 2005
Mesajlar
25,237
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
an insatiable prsn from hell
hasandede.jpg


Rize Ziraat Çay Bahçesi’nde yapılabilecek “en kabul edilir” aktivite olan “çay içme” faslını tamamladıktan sonra, ufak adımlarla dağdan yokuş aşağıya yaklaşık yarım saatte inerken, zamanla bu küçük ilde meydana gelen değişimlere göz atıyorum. Büyük şehirlerin “rezidans”ları varsa bu şirin şehrin ise koca koca, yüksek yüksek beton yığınları göze çarpıyor. Her yolda hummalı bir çalışma ve bu çalışmaları takip eden “profil”den bakılınca “ben Rize’liyim” diyen görevliler. Ses kirliliği, görüntü kirliliği ve bir yandan da arsızca bir “umursamazlık” daha ilk bakışta zihnimde önemli bir yere sahip oluyor. Her adımı attıkça karşılaştığım turistlerin “ne kadar güzel, her yer yeşillik dolu” palavrasıyla kandırılmış olduklarını hissedebiliyorum. Şehir merkezine doğru ufak adımlarla yol alırken, alışılagelmişin dışında bir “insan” yoğunluğu gözüme çarpıyor. “Bugün Rize’nin kurtuluş yıldönümü mü acaba?” diye geçiyor içimden ama çok geçmeden anlıyorum ki karşımda Rize Orta Camii bulunuyor ve insanlarda “Cuma namaz”ına yetişme telaşesi var. 5 vakit namazını kılmayanların bile kaçırmamak için özen gösterdiği Rize’de ki en büyük sosyalleşme merkezi olan Orta Camii’ye yaklaşırken, daha önce anlatılan bir hikâyeyi merak ediyorum ve zaman kaybetmeden soluğu “hayata meydan okuyan” asırlık çınar Hasan Dal Dede’nin yanında alıyorum.

Kendisi Rumi takvime göre 1320 doğumlu(107 yaşında). “Asırlık çınar” yakıştırmasını en çok hak edenlerden bir tanesi. Dokunsam ağlayacak gibi duruyor, ama gözleri yanına pusmuş kediyi fark edip, kovabilecek kadar iyi görüyor. Cami kapısının girişinde küçük bir sehpaya oturuyor. Hemen önünde yıllarını beraber eksilttiği tartısı bulunuyor. Tartının kendini bile tartmaya takati kalmamış ama o da Hasan Dede ile birlikte tarihe tanıklık ediyor. Günümüz insanın en büyük dostu olan evcil hayvanlara duydukları bağlılık gibi o da tartısına bağlılık duyuyor. “Ben bu tartıyı hiçbir şeye değişmem” kelimeleri dökülürken ağzından, yüzü çocukça bir gülümsemeye bürünüyor. O tartıda kimler tartılmamış ki… Belediye başkanı, caminin imamı, askerlik görevini yerine getiren bir er, çocuğunu gezintiye çıkartmış bir anne ve “çorbada benim de bir tuzum bulunsun” diyen diğerleri…
Hasan Dede, kendisine acıyıp para vermek isteyenler olunca “yüreği”nin burkulduğunu anlatıyor ve bu yardım taleplerini reddediyor. Yer kürede ne kadar ağırlığa tekabül ettiğini merak etmedikleri halde, bozuk para bırakanlara da kızıyor. “Gururumla yaşıyorum” ben diyor ve ekliyor “herkesin bir zanaatı vardır. Bu da benim zanaatımdır” diyerek. Sağlığı da yerinde hani, çayını şekersiz içiyor! Cömert bir yapısı olacak ki daha ilk kez gördüğü birisine, “çay içer misin?” nezaketinde bulunabiliyor. Yaşı gereği kelimeleri ağzından “kerpetenle” almıyorsunuz, “bıraksan sabaha kadar konuşur” hissiyatında… Konuşurken zaman zaman duraksıyor, unutkanlık hastalığından dem vuruyor “yanlış konuşuyorsam kusura bakma” diyor. Çoğu insanın günlük hayatta yaptığı gibi “ezberlediği” kelimeleri kullanmıyor, yaşına rağmen kelime dağarcığı oldukça geniş. Kullandığı bazı Osmanlıca kelimeleri anlamayınca soruyorum, ayaklı sözlük gibi anlamını açıklayabiliyor. Üstümde ki kırmızı bordo renkli kazağa takılıyor gözü, “bu renklerden kırmızı değil mi?” diye soru veriyor arada. Tam o esnada yanda ki konfeksiyonun sahibi geliyor, “nasılsın Hasan Dede?” diye halini sorarken bir yandan da ağırlığını merak edip emektar tartının üstüne çıkıyor. Verdiği hizmetin karşılığı olarak “gönlünden ne kadar koparsa” demesine fırsat kalmadan, önünde ki kâsesinde 25 kuruş kendine yer ediniyor. Onunla birlikteyken fark ediyorum ki orada bulunmam Hasan Dede’ye müşteri kaybettiriyor. Kendisi konuşmaya hevesli, “seni yazacağım” deyince “şair misin oğul?” diye soruyor, “yok dede senin haberini yazacağım” dememle birlikte, “hangi gazete?” diye ekliyor ardından.

“Atatürk” diyorum “hiç gördün mü?” diye heyecanla soruyorum “görmez olur muyum oğul” diyor. Atatürk’ün sözünü açınca aklına hemen kurtuluş savaşı geliyor ve kurtuluş savaşından “istiklal muharebesi” diye bahsediyor. Günümüzde 15 ay askerliği çok görenlere nazire yaparcasına tam iki kere askerlik vazifesini yerine getirdiğini de gururla ekliyor. “İlk askerlik yerim Ağrı idi. Bölüğümüz Ağrı Dağının eteklerindeydi. Hiç unutmam Ağrı Dağında kocaman yazılarla Gazi Mustafa Kemal’i, Mareşal Fevzi Çakmak, İsmet İnönü’nün isimlerini yazmıştık.” diye anlatırken o zor zamanların bile özlemini duyduğunu gözlerinden okumak hiçte zor olmuyor. Akşam 6 dan sabahın 3’üne kadar nöbet tutar, bölük komutanlarıyla memleket meseleleri üzerine sohbet ettiğini de söylüyor. Zor zamanlarımız da en çok “limon”u kabuğuyla yerdik derken, “limon”un tok tutabildiğini belirtiyor.

Hasan Dede yıllardır memleketinde ki insanları tartıyor ama başka hangi işleri yaptın diye sormadan duramıyorum. Bu soruyu duyunca irkiliyor, düşünüyor ve “benim bilediğim bıçak ısırgan yaprağını bile havada keserdi” sözleriyle ilk mesleğinden bahsediyor. Zamanında Samsun’da yaya olarak 50 kiloluk bıçak bileme taşını sırtına alır, şehre inerek vatandaşların bıçaklarını bileyerek para kazanırmış. Yıllarca bu işi devam ettirmiş ve biriktirdiği paralarla memleketi Rize’ye esas dönüş yapmış. Rize’ye dönüşünde maddi durumu o kadar iyiymiş ki köyünün eşrafına yardımlarda bulunurmuş. Köyünde yapılan ilk camiye gücü yettiğince yardımda bile bulunmuş. Biriktirdiği paralarla 70’li yıllarda Rize’de tuhafiye dükkanı açmış. “Ne oldu tuhafiye dükkanı? O işi neden bıraktın?” diye sorunca o güleç yüzü durgunlaşıyor ve “Demirel yaptı. 24 Ocak kararları açıklanınca fazla dayanamadım, masraflarımı karşılamayınca iflas ettim. Gavurlar Rize’ye geldi, bizi bitirdi ” sözleriyle o zamanların kendisi için nasıl çetin geçtiğini anlatıyor. O gün bugün çeşitli işlerde çalışmış ve en sonunda emektar tartısıyla tanışmış.

“Sağlık” meselesi takılıyor aklıma… “Nasıl bu kadar sağlıklısın diyorum?”, o da “bu ne ki, her sabah erken kalkarım. İki saat yol yapıp caminin önüne kadar yürüyerek gelirim” diyor. Belindeki amansız ağrılar nedeniyle son zamanlarda bazı günler işine gidemediğinden yakınıyor. “Elimde meşe ağacından baston taşıdığıma bakma, bu baston köpekleri kovmak için” diye ekleyerek de “yaşlı kurt” kavramının canlı örneği olduğunu gösteriyor. 4 çocuğu var. 3’ü erkek 1’si kız. Erkek çocuklarıyla birlikte yaşıyor, “onlar benim canlarım, onlarsız yapamam” sözleriyle evlatlarına duyduğu minneti belirtiyor. Rizespor’u çok seviyor, maçlarını yakından takip ediyor. 107 yaşında olmasına rağmen en çok kaybettiği arkadaşlarına üzülüyor, “hepsi yolcu oldu, bir ben kaldım” diyerek. Şiir yazmayı seviyor ama sorunca bir türlü şiirlerini hatırlayamıyor. Yıllar öncesinde Rize sahilini ziyaret eden yunusları hiç unutamamış, “geçenlerde yunusları gördüm” diyor, en mutlu yüz ifadesiyle. “Rize” diyorum, “Allah çayı toplayanlardan razı olsun” şeklinde konuşuyor. Son olarak “ne olacak bu memleketin hali?” sorusunu sorarak, alışılmış ritüeli gerçekleştiriyorum ve manidar bir cevap alıyorum; “Tayyip memleketlim onu seviyorum ama bu vatanın evlatları artık ölmesin!”

Rize sahil yolundan İstanbul’a uygun adım dönüş yaparken bir yandan yüzyılın mucizesi denilen Karadeniz otobanının altında kalan kayıkhanemizi ve uçsuz bucaksız kumsalları düşünüyorum; bir yandan da Hasan Dal Dede’nin kulağıma taktığı küpeyi anımsıyorum, “vatana millete hayırlı bir evlat olabilmek”…

Hüseyin Aslan
 
Allah daha saglıklı ve uzun omurler versin.. Dedemiz kurtulus savaşında yer aldıysa neden kurtuluş gazilerinden değil..?
 
Çok hoş bi yazı olmuş elinize sağlık duygulanmamak elde değil :)
 
benim yaşlı dedelere saygım sonsuz kim olursa olsun kosup elini opesim gelir gercekten cok duygulandım
 
Geri
Üst