Romantizm&Duygusallık&Sevgi Hikaye Yarışması (hediyeli=) )

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Öğretmen Ahmet.


Soğuk bir kış günüydü lapa lapa yağan kar insanın içine soğuğu adeta işliyordu. Yeni mezun olan Ahmetin ilk görev yapacağı yer belli olmuştu. Ağrı\doğubayazıtın atabakan köyünde görev yapacaktı heyecanlıydı tabiî kide fakat belli etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Eşyalarını yerleştirirken henüz geldiği lojmanına. Hem tedirgin hemde heyecan hal ve hareketlerinden okunuyordu. Yarın ilk ders e girecek ve öğretmenlik hayatına adım atacaktı…


Öğretmen Ahmet 1. sınıf öğrencilerine ders veriyordu. Gerek çocukların hiçbirşey öğrenememeleri gerekse ailesinden uzak düşmesinden bayağı bir üzgündü. Kendini köyde yapayalnız hissediyor du. Bir gece kapısı çaldı güzel mi güzel bir kız çalmıştı kapıyı öğretmen şaşırdı yeni geldiği köyde henüz kimseyi tanımıyordu bu kim olabilirdi ki… kız öğretmene bakıp öğretmen bey yeni geldiniz yerleşene kadar bir iki gün için size yiyecek bir şeyler getirdim dedi. Öğretmen şaşkın ve sevinçliydi gerek kızın güzelliğinden gerekse henüz bir iki gün olmasına rağmen kendisini düşünen birilerinin var olması gerçekten de öğretmeni sevindirmişti. Heyecanla teşekkür etti genç kıza. Buyurmazmısın diye içeri davet etti genç kızı genç kız nazikçe bunu red etti evde kimseler yok dedi. Babası ve anası vardı bir tek onlarda yaşlılardı 10 dakika yanlarından ayrılırsa onlar kendi başlarına bakamaz diye korkuyordu. Tamam dedi öğretmen anasına ve babasına bu denli bağlı birini görüpte sevinmemek doğru olmaz diyordu kendi kendine.…

Öğretmen ahmet haftalar aylar derken köye resmen alışmış artık öğrencilerinin hepsini tanır olmuştu. Onların masumane ve saflıklarına bakarak onlara bir şeyler vermenin haklı gururunu yaşıyordu. Öğrencileride öğretmen ahmeti gerekten çok sevip sayıyorlardı. Öğrenci velileri ahmetin öğrencilerine özel ilgisinden dolayı ahmeti çok seviyorlardı her akşam kahvehanede okey oynayan köy halkını toplayıp okuma yazma öğreten hiç kimse olmamıştı . öğretmen ahmeto kadar seviliyordu ki çevre köylere bile namı yayılmıştı…


öğretmen ahmet gidiyor

her şeyin bir sonu var diyerekten kaderden söz etmek gerek diyip : kısacık ama ne anlatılmak istendiği anlaşılmayan hikayenin sonunu getirmeye karar verdim :D :

öğretmen ahmet kapısına gelip kendisine yiyecek bir şeyler getiren genç kızıda her gece düşünüp hayaller kuruyordu öğretmen ahmet aşık olmuştu.. kaderin önüne geçilmiyor samimiyetler artınca her şey yoluna girince illa bir oyun yapacak yaa….öğretmenin tayini çıktı ve maalesef o sevdiği köyü o sevdiği öğrencileri ve o sevdiği çatısı zaman zaman akan küçücük tek göz lojmanından ayrılma vakti gelmişti en önemlisi köyde yaşayan o kızdan belki ebediyen uzak kalacaktı..

öğretmenin gideceğini duyan genç kız kahrolmuştu. Küçük kız kardeşini okuldan alma bahanesiyle öğretmeni görmeye giden genç kız öğretmenin ona çok kötü davranmasıyla şok oldu adeta yıkıldı ağlaya ağlaya eve doğru koşarken öğretmen genç kızın arkasından bakıp kısık sesle ‘’ gidiyorum çiçeğim bende kalmamalı yüreğin ‘’ diyerek genç kızın geleceğine mani olmak istemediğini açık açık belirtmişti. Bütün eşyalarını toplayan öğretmen gidiyordu öğrencilerinin sevdiğinin ve bütün köy halkının huzurunda gidiyordu veda dan sonra ötübüse bindi...alkışlar eşliğinde hafiften yol alan ötübüsün önüne atlayan kişi öğretmeni şok etti. Evet bu o genç kızdı öğretmen aşağıya indikten sonra genç kız öğretme sarılarak ne olur gitme deyişi yürek yakıyordu öğretmen – gitmeliyim elimden bir şey gelmiyor desede kız ikna olmuyordu gitme gitme diye hıçkırarak ağlayan kız yürek burkuyordu… Öğretmen de kızı seviyordu beklide kalmalıydı ama öğretmenlik yapamazdı ki tayini çıkmıştı… Öğretmen tarlalar da çalışırdı belki buna kim karışır bu aşk sonuçta diyip hikayeyi sonlandırıyorum :D


10 yıl gibi süre zarfından sonra genç kız ve öğretmenin 2 çocuğu oldu biri erkek diğeri kız olmak üzere…

bütün öğrencileri ilk okul bitirmişti hepsi koskocaman olmuştu. Ve köy haklıda kahvehanelerde okey oynamak yerine köy için çalışıyorlar dı ve tabi öğretmen ahmetin sayesinde hepsi okuma ve yazmayı artık biliyordu.. VesSeLam.
 
Gerçek hayattan ve hayal dünyam ile boşlukları tamamladığım bir hikâye

İsimler tamamen bana ait uyum aramadım : )

Mustafa nın ilkokul 4. sınıfta dikkatini çeken Dilek hem sınıf arkadaşı hem de mahalleden arkadaşıydı Dilek ismindeki gizem Mustafa nın bu ismi her duyusunda felaketi olurdu hiçbir işi doğru yapamaz ve sürekli aptal konumuna düşerdi. Bu durum hiçbir zaman Mustafa yı rahatsız etmediği gibi Dilek in gülümsemesi Mustafa yı başka diyarlara götürmeye yeterdi.

Dilek in Mustafa yardım eder misin bizimle saklambaç oynar mısın gibi istekleri Mustafa ya can katar sevgisine sevgi eklerdi.
Mustafa nın terk derdi dileği Dilek ile konuşup Dilek e seni seviyorum demekti ama la mümkündü Mustafa bu cesareti bulamıyor eli kolu bağlanıyordu çünkü karşısındakini kırmak ve onu kaybetmekten korkuyordu.

İlkokul yılları bu hasret ile bitti Mustafa unutmanın yollarını ararken hayat bu umutsuz aşığa yeni bir oyun oyandı aynı ortaokulda aynı sınıfta tekrar bir araya geldiler. Yeni bir okul yeni bir ortam yeni arkadaşlar, daha mantıklı düşünmesi gerekiyordu değişen sadece Mustafa değildi elbette Dilek de değişiyor gelişiyor ve daha da güzelleşiyordu Mustafa nın gözünde ve Dilek in güzelleşmesi Mustafa için sorun olmaya başlamıştı çünkü artık kıskançlık denen garip bir duygu ile karşı karşıya kalmıştı.
Yaz tatili boyunca Dilek in Ankara dan gelemsini bekledi 3 ay öyle zor yalnız geçti ki Mustafa aşık olan karınca misali yollara çıkmayı düşünüyor en azından sevgili uğrunda yollarda ölmeyi hedefliyordu ama sevdiği bu sevgiden bu istekten bi haberdi ve Mustafa yollarda ölse de bundan haberi olmazdı Mustafa bunun bilincinde olduğu için yapamadı harekete geçemedi
Okullun ilk aylarında artık harekete geçmeli ve istediğini söylemliydi bunun için düşündü taşındı ve Aralık 12 de Dilek in doğum günü için bir hediye almaya karar verdi. Hayatında bir ilke imza atacaktı ama ne almalıydı kasım ayı boyunca bunu düşündü ve en son kendisinin yapacağı özel bir hediyede karar kıldı bu özel hediye tahtayı oyarak yapmayı başardığı bir yelkenli gemiydi.
Her şey insanoğlunun istediği gibi gitmezdi elbet Aralık 7 de rahatsızlana Dilek hastaneye kaldırıldı Mustafa bunu okula giderken yolda gördüğü Dilek in küçük kardeşi Ayşe den öğrendi okul yerine hastaneye gitti ve Dilek in ertesi gün ameliyat olacağını öğrendi. Koşarken ayağı kırılan bir at gibi savruldu önce bakmaya kıyamadığı sevgili ameliyat masalarında olacaktı canı yanacaktı ama Mustafa nın eli kolu bağlıydı yapacak hiçbir şeyi yoktu çaresizlik bu imiş meğer…
Gün boyu Dilek ile beraber kalan Mustafa bir annenin şefkati ile bütün hizmetini gördü sevdiğinin, saatler ilerledikçe zaman daha da uzuyor saatler geçmek bilmiyordu. Ertesi gün saat 10 da ameliyat başladı canan yanıyordu can eriyordu bu durum karsısında belki dışarıdan küçük bir apandisit ameliyatıydı.
Ameliyat biteli bir hafta olmuştu ama hasta ayakta değildi günler geçmiyordu doğum günü planları tutmamıştı elindeki yelkenli gemiye bakarak ah çeken bir seven vardı. Mustafa artık güçsüz cesaretsiz idi ve zamana bıraktı her şeyi kimi zaman sineye çekti yılar geçti ama o cesareti bir daha bulamadı hayat imkânları bir bir tanıyordu. Mustafa harekete geçerken korkuyordu; çünkü Dilek ne düşünüyordu hiçbir zaman bilemiyordu. Ortaokul bitmiş lise başlamış gelişen değişen dünyaları düşünceleri vardı ama sevdiğini unutacak gibi değildi

Mustafa lise 1 ve lise 2. sınıflar biraz nefes aldı Dilek liseyi şehir dışında okuyordu ama her aksam eve geldiğinde Mustafa yaptığı gemiye bakarak iç çekiyordu her gece her gece, gözü görmüyordu gönlü katlanıyordu.
Lisede bitmek üzereydi son dönem son sınıftı artık Mustafa unutmaya yüz tutmuş bir aşkın peşindeydi hayat ne zaman ne ile insanı sınar bilinmez yine sınadı Mustafa yı
Okula yeni gelen birisinde söz açılıyordu Ankara dan gelen bir bayan Mustafa her defasında o mu diye soruyordu kendisine ve evet o idi gelen uzaklardan, bu yabancı o idi sorgusuz sualsiz sevdiğiydi.
Görüştüler hasret giderdiler bu eski arkadaşlar ama Dilek büyük şehrin kendisine kazandırdıkları ile yeniden Mustafa nın gönlünde taht kurdu isyan başlattı günler daha hızlı geçmeye başladı çünkü Dilek in anlatacak çok şeyi vardı koca 2 bucuk yıl…
Lise bitmiş bu iki arkadaş bir daha bir araya gelmemek üzere ayrılmıştı üniversite yılları başlamıştı Anadolu nun farklı şehirlerinde gelecekleri için uğraşırken ikisi de sınıf öğretmeni olarak Anadolu nun şirin şehirlerinde Kahraman Maraş a gönderilmişlerdi ve aynı okulda görev alacaklardı.
Mustafa üniversite yılarlında evlenmiş 2 çocuk babası olmuştu ama gönlünden bir gün olsun Dilek i çıkaramamıştı unutmak la mümkündü bu sevgiliyi, mutluydu ama gönlü yaralıydı.
Dilek nişanlanmıştı ve görünürde mutlu olsa da vicdanen rahat değildi ve gerçekten mutlu değildi.
Bu iki eski arkadaş ilk öğretmen oldukları gün bir birlerini öğretmenler odasında gördüler ilkin şaşırdılar.
Şaşkınlık uzun sürmedi selamlaşıp konuştular biraz Mustafa birazda Dilek anlattı üniversite yıllarını akşam görüşmek üzere sözleştiler ve sohbet kaldığı yerden devam edecek gibiydi.
Lakin dilek nişanlısından bahsetti ve mutlu olmadığını söyledi Mustafa nın evli olduğunu bilmeden ve yılların eskitemediği sevgisini itiraf etti Mustafa ölüm günü diri iken yaşadı.

Bu kadar beklemesinin sebebi Mustafa nın konuşamama sebebiydi aslında her iki genç birbirlerine mühürlenmişti dileri de mühürlenmişti.
Mustafa diyecek bir şey bulamadı bir tarafta yorgun gönlünde taşıdığı yıllanmış bir sevgi öteki yanda çocuklarının annesi vardı.


Bu her âdemoğlunun kaldırabileceği bir yük değildi. Ölüm tek çözüm gibi duruyordu masada

Hikâyenin buraya kadar olan kısmını ben yazdım gerisini herkes istediği şekilde tamamlasın çünkü gerisi benim içim gayp
 

Günlerden pazartesi idi,
onun için pazartesilerin ayrı bir havası vardı, nede olsa haftanın ilk iş günü idi bu yüzden olsa gerek pazartesileri oldum olası sevmezdi.
Her pazartesi olduğu gibi güne kasvetli değil ama huzrusuz başlamıştı adeti üzere güne erken başlar spor yapardı.
Askerden kalma eşofmanlarını üzerine giyer sabahın sessizliğinde kimseye rahatsızlık vermeden, boyası dökülmüş demir kapıdan çıkar,koşmaya başlardı.
Kafasında bir sürü düşünce ile koşardı düşüncesizlik edemezdi çünkü düşüncesizlik ona göre değildi.
Koşarken bile tefekkür eder bazen dalar giderdi,
Yine hem koşar hemde kafasında düşüncelere dalmış iken ne oldu ise aniden ve birden kendini yerde bulmuştu pürüssüz asfaltın üzerinde,
boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Ne olduğunu anlayamamıştı bile herşey okadar kısa bir zaman içinde olmuştu ki olanlara sanki inanamıyordu.
Çok geçmedi ki kafasının arkasında ki sıcaklığı hissetti elini kafasının arkasına götürdüğünde anlamıştı ama elinden birşey gelmezdi artık,
Gözü etrafında ki kalabalığa ilişiverdi birden her kafadan bir ses çıkıyordu kimisi yazık daha çok genç diyordu herkes birşeyler söylüyordu kendince,
içlerinden birisi aniden fırlayarak yardım edin ölmemiş yaşıyor eli kıpırdadı diye mırıldandı birden; birden hareketlilik başladı koşun battaniye getirin
taksiye koyalım, bırakın battaniyeyi adam gidiyor hemen hastaneye yetiştirelim mırıldanmaları arasında gözlerinin kararmaya başladığını hissetti,
göz kapakları ağırlaşmaya başladı anlamıştı ama bunun bu kadar kolay olacağını düşünmemişti.
Oysa senelerden beri istediği birşeydi isteyip de kendinin yapamadığı birşeydi bu.
Uzun seneler önce düşlediği hayali gerçek oluyordu sanki bu onun bayramı idi çünkü özlemini çektiği ailesine kavuşacaktı,
seneler önce kaybettiği özlemi ile yaşadığı anıları ile avunduğu canından çok sevdiği ailesine kavuşmasına az kalmıştı sanki,
ama ne oldu ise bundan sonra oldu tam herşey bitti derken istediğini elde edecek iken kalabalığın arasından, açılın ben doktorum ben doktorum
seslerini işitti bu sesi duymaması mümkün değil di, kendinden emin, kararlı ve gür bir sesle yaklaşmakta olan iri yarı bir adamdı, hemen müdahele etti
adamın eline sarılmıştı belli ki birşeyler söylecekti ama şu halde mümkün değildi.
İri yarı doktor olan adam hemen anladı ve eğilerek kulağını yanaştırdı,dokor bey ölmek üzere olan birine eziyet etmeyin bırakın son nefesimi rahat rahat vereyim dedi genç adam.
Doktor yavaşca kulağına şu sözcükleri mırıldandı hiç merak etme evladım ben seni rahatlatmak için burdayım dedi, artık üzülmene gerek yok ben azrailim senin canını almaya geldim.
Azrail eliyle sağ yanını işaret ederek özlemini çektiğin ailen bak orada onlara kavuşmana az kaldı dedi.
çok şaşırmıştı çünkü azraili bu şekilde hayal etmemişti,canını bu kadar kolay vereceğini düşünmemişti oysa hayatı boyunca düşünerek yaşamıştı genç adam,
son nefesini verirken gözlerini semaya dikti iki damla yaş aktı, yere düşmeden son nefesini vermişti genç adam


Gözünü açtığında başucunda nagihan hemşire vardı genç adamın geçmiş olsun dedi verilmiş sadakanız varmış zor bir beyin ameliyatından çıktınız,
bir ihtiyacınız olursa beni çağırırsınız deyiverdi ve gitti nagihan hemşire olanlara bir anlam verememişti genç adam hani ölmüştü ve ailesine kavuşacaktı,
bunları ölüm anında yaşamıştı yaşadıklarını kolay kolay unutmayan biriydi genç adam panikle beraber zile bastı genç adam nagihan hemşire hemen
geliverdi ne oldu diye sordu ben ölmedim mi dedi genç adam en son azrail ile konuşuyordum canımı alırken hayır dedi nagihan hemşire o azrail değildi
bendim benim ile konuşuyordun dedi elime sımsıkı sarıldın hiç bırakmayacakmış gibi eline sarıldığım azrail değilmiydi tekrardan hayır dedi nagihan hemşire
bendim dedi trafik kazası geçirdiniz tesadüfen oradan geçiyordum sizi yerde yatarken gördüm başınızdan ağır yara almıştınız kendi kendinize birşeyler
mırıldanıyordunuz anlaşılmayan şeyler hemen orada ilk müdehaleyi yapıp benim çalıştığım hastaneye kaldırdık sizi ağzınızdan çıkan ve anlaşılan tek şey
ailem sözcüğü idi genç adamın birden gözleri doldu sözler boğazında ilmik ilmik olmuştu daha fazla tutamadı kendini gözlerinden usulca aktı yaşlar.
iki ay içerisinde kendini toparladı genç adam,
hastaneden taburcu olduğunda ilk iş gözlerini semaya dikti içinden Allahım dedi sana şükürler olsun belki aileme kavuşamadım ama bana nagihan
adında tutunacak bir dal verdin şükürler olsun sana dedi, artık geriye değil ileriye bakıyordu genç adam sağ elindeki yüzüğü çıkardı içine baktı nagihan ve cemal yazıyordu
yüzüğü parmağına taktı hafif bir tebessüm ile yoluna devam etti Cemal ...
 
Genç adam her zamanki gibi işinden çıkmış..evinde dönmenin heyecanıyla yanıp tutuşuyordu çünkü hayat arkadaşı ile evliliklerin birinci senesiydi, sevinci hüznü birlikte yaşamışlar ve yaşamayada devam edeceklerdi...onu çok seviyor ve Allaha böyle bir eş verdiği için şükür ediyordu...yolu epeyce uzundu...
ve o yol bir türlü bitmek bilmiyordu...sevinç ve acelecilik beraberindeydi gönlünde...bu sevginin meyvesinin olgunlaşmasına 2 ay kalmıştı..bu onda başka bir haz uyandırıyordu...evinin sokağına yaklaştığında...İtfaye araçları, Ambulanslar bir karmaşa vardı..

Hayırdır inşallah diye mırıldandı...insanlar telaşlı bir şekilde koşuşturuyorlardı...Allahım sen hayırlara tebdil eyle diye tekrar mırıldandı..
evine yaklaştıkça kalbi buruk bir şekilde daha bir hızla daha bir başka atıyordu...her tarafı kaplamış bir duman..!

Allahım yoksa..yoksa...derken...gördüğü manzara karşısında dondu kaldı...çünkü yuvasında yangın çıkmış..her zaman eşinin evde olmasını isteyen
genç yürek bu defa Allahım ne olur evde olmasın ne olur diye yalvarıyordu..evlerinin önüne geldiğinde...manzara dahada korkunçtu..alevler yuvasının her tarafını kaplamış...
içeride eşinin olup olmadığını merak ediyordu...alevlerin içine dalmak istedi biricik hayat arkadaşını ve meyvesini kurtarmaktı tek gayesi...görevliler..lütfen..lütfen sakin olun dediler....

Genç adam..eşim..eşim..oradamı dedi...içeride birinin olduğunu biliyoruz dedi görevliler...
Allahım eşim mi...ne olur o olmasın ne olur Allahım diye yalvardı...yangın kısmen söndürülmüş...içerideki durum hakkında bilgi veriliyordu...bir itfaye eri kapıdan belirdi..kucağında tanınmayacak derecede bir ceset vardı...bir hamleyle önündeki görevliden kurtuldu genç adam....

İtfaye erinin kucağındaki cesede baktığında...ağlamak istedi ağlayamadı..zira o biricik eşiydi...onu hediye ettiği kolyeden tanımıştı..!
Allahım ben ne yapacağım..yardım et yardım et..derken...bir ses duydu...Canım Canım...ne oldu sana...! Allahım bu eşimin sesi..dedi...!!
bir el yanağını okşuyor öpüyordu onu...gözlerine inanamadı...eşi sapasağlam karşısındaydı...!

Ne oldu hayatım dedi genç kadın....
Genç adam..ne olur bana sıkı sıkı sarıl..ne olur dedi..bir taraftanda Allahım senin hikmetinden sual olmaz..diyerek boğulurcasına ağlıyor ağlıyordu....

Şimdilik Rüyayla sınırlı olan bu imtihanı başarmaktı artık tek gayesi...!
 
Saatçi


Her şey bir saate bakarken başladı. Saate bakarken başladı insanın geçmiş ve gelecek merakı. Altın bir saatti ama onun değerini bilmiyordu. Gümüşten yapılmış akrep ve yelkovanı gümüşten yazılmış romen rakamlarının üzerinden geçiyordu. Dalmıştı aslında, aklı saatin ayarıyla onayıp oynamadığında değildi. Yelkovanla akrep birbirlerinden uyumlu bir şekilde uzaklaşırken geleceği , birbirlerine yaklaşırken geçmişi gözlerinin önüne getiriyordu. Yelkovanın, akrebi her geçişinde merakı daha da artıyor, bu merak ellerini titretiyordu. Birden sıçradı. Telefonun çalıyordu. Altın saatini avucunun içine aldı. Derin bir nefes çekti. Odasındaki ağır koku yüzünü ekşitmesine sebep olmuştu. Telefonu açarken ayağa kalkmış, pencereye doğru yönelmişti. Karşısındakine sıkıntısını belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladı:

- Alo?

Cevap veren olmadı. Numarası da bilinmiyordu.



Birden bir fren sesi, onu takip eden çığlıklar ve büyük bir patlama sesi duydu. Bu ürkütücü seslerin telefondan mı, yoksa sokaktan mı geldiğini anlayamadı. Pencereden sarktı, sokağı boylu boyunca süzdü. Tam telefondaki seslerin kendisine yapılan kötü bir şakadan ibaret olduğunu düşünecekken yan sokakta, duyduğu seslerin birebir aynısının tekrarlandığını duydu. Donup kalmıştı; “Bu-bu … Nasıl olabilir?”diye kekeledi. Yüzü kireç kesilmiş bir halde sokağa bakarken, büyük bir yakıt tankerinin dumanlar içinde kaydığını gördü. Aklına telefonda duyduğu son ses geldi. Büyük bir patlamanın sesi…

Bilincini kaybettiğini sandı. Kafasını sallayarak kendine gelmeye çalıştı.Patlamadan etkilenebileceğini düşündü ve hemen kendisini karyolasının altına attı. Elinde duran saati unutmuştu bile. Saat yere düştüğünde, tankerden patlama sesi gelmişti ve aniden tüm sesler kesildi.



Gözlerini yummuş başına neler gelebileceğini düşünüyordu. Seslerin kesilmesine anlam veremedi ve nedensiz bir şekilde öldüğünü sandı. Birkaç dakika o ölüm sessizliğinde bekledi. Kendinden emin olmadan, karyolanın altından sıyrılarak ayağa kalktı. Pencereye yavaşça yaklaştı. Camın kırıldığını, küçük cam parçalarının havada durduğunu gördü ama üzerinde fazla düşünmedi. Pencerenin pervazına titreyen elleriyle, tek güvencesi oymuş gibi sıkıca tutunarak sarktı. Göz bebeklerinin büyüdüğünü hissetti. Bu sefer korkmaktan çok şaşkınlık hissediyordu. Tanker, yeni parçalara ayrılacakken, adeta bir fotoğraf karesi gibi donmuştu. Tankerin sürüklenirken çıkardığı dumanda iyi bir fotoğrafçının sergisinde sergileniyormuş havası veriyordu. Neler olduğunu öğrenmek için aşağı inmeye karar verdi. Kapıya doğru yöneldi. Yatağının yanından geçerken kaygan parkenin üzerinde, durmuş olan saate bastı ve tam belinin üzerine çok sert bir şekilde düştü. Saat te, onun basması üzerine fırlayarak duvara çarptı. Evinin çamları kırıldı, çığlık sesleri tekrar gelmeye başladı ve tüm bu sesleri bastıran patlamanın sesi de devam ediyordu. Kulaklarını kapadı, üzerine gelen cam kırıklarını önemsemiyordu. Derin derin nefes alıyordu… Yattığı yerde sırtının acısıyla olayları kavramaya çalışıyordu. Uyanalı daha üç saat olmasına rağmen, olan tüm bu olaylar onu çok yormuştu. Gelen ambulansların ve itfaiyelerin sesleri gitgide boğuklaşıyordu. Sonra birden gözleri açıldı. “ Acaba beni, düşüren neydi?” diye düşündü. Elleriyle destek alarak kalkmaya çalıştı. Beli çok ağrıyordu. Ayağa kalktıktan sonra yere bir göz attı. Cam kırıkları arasında çalışmaya devam eden altın saati gördü. Kırıp atmak istedi ama bu isteğinden hemen vazgeçti. Çünkü o saatte nedenini bilmediği ve kendini çeken bir şeyin olduğundan emindi.

Her tarafı kan içindeydi. Sendeleyerek pencereye yaklaştı, hafif sarktı. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Ama polislerden başka kimseyi göremedi. Ambulanslar tüm yaralıları almış, itfaiye de tankeri söndürmüştü. Kafasından her şeyin nasıl bu kadar çabuk bittiğini sorguluyordu. Elini cebine götürdü, altın saati çıkardı. Saat beşi gösteriyordu. Saatin ayarının bozulduğunu düşündü, televizyonu açtı. Evet, saat gerçekten beşti. Sabahtan beri tüm başına gelenleri gözünün önüne getirdi. Telefondan geleceği duymuş, zaman o hariç herkes için durmuş ve de dört saat ileri akmıştı. Zaman onun etrafında dönüyordu. O zamanı bükebiliyordu. Birden farkına vardı. Bunları başaran aslında altın saatiydi. Sevinmesi mi yoksa üzülmesi mi gerektiğini bilmiyordu. Hemen denemeye karar verdi. Saatin ayarını ileri doğru hareket ettirdi. Sokaktaki polislere baktı ama gördüklerine inanamadı. Polisler hızlanmıştı. Sonra yelkovan ile akrebi serbest bıraktı. Hareketler normale döndü. Artık her şeyi öğrenmişti. Bu saat onun geçmişi, geleceği ve bugünüydü…



Saatine bakarak onunla neler yapabileceğini hayal ederken, televizyondaki spikerin sesini duydu. Haber bandına gözü kaydı. “Otuz iki ölü!” diye mırıldandı. Tam yanı başında otuz iki insanın canı almıştı o tanker. Kanlı avuçlarının içindeki saate baktı. Kazanın kaçta olduğunu hatırlamaya çalıştı. “En son saate baktığımda saat biri geçiyordu…”

Elindeki saati bire ayarladı. Üzerindeki pijaması ve ayağındaki terliğiyle evden çıktı. Sokağa indiğinde onu garipseyen gözlerle karşılaştı. Nede olsa pijamalı ve terlikli, her tarafı kan içinde pek fazla insan görmüyorlardı. Kazanın geçtiği sokağa geldi ve tankeri beklemeye başladı. On-on beş dakika sonra sayıyı elliyi geçmeyen öğrenci grubunu gördü. Belli ki okul gezisi yapıyorlardı. İşte üçüncü kez aynı fren sesini duydu. Saatin ayar düğmesini çekti ve her şey bir anda durdu. Tanker öğrenci grubuna çarpacaktı. Ne yapacağını düşündü. Öğrencileri tek tek taşımaya karar verdi. Saçma bir fikir olduğunu biliyordu, belini daha da ağrıtacağını da biliyordu ama aklına tek gelen buydu. Öğrenci grubunun çoğu ilkokul öğrencisi olmasına rağmen bayağı zorlandı. Tüm öğrencileri kaldırıma taşımayı bitirdiğinde tankeri nasıl durduracağını düşündü. Kafasında çarpma anını tasarlamaya çalıştı ama kesin olarak karar veremedi.Saatin düğmesine basarak zamanı devam ettirdi. Tanker, öğrenci grubuna çarpmadan geçti. Az ileride topunun peşinden koşan sarı saçlı kızı gördü. Tankerin ona çarpmasını izlemeyi yüreği el vermedi. Zamanı tekrar durdurdu. Kızın yüzünden, tankeri görmediği belliydi. Böyle bir sonuca varamayacağının düşününce ya tankeri geciktirecekti ya da öğrencileri engelleyecekti. Zamanı yavaş yavaş geri almaya başladı. Normal adımlarla, geri geri giden öğrenciler, onu biraz gülümsetti. Öğrencileri, onlara uyan bir hızda takip etti. Çocuklar okul bahçesine girene kadar bekledi. Bu arada tanker gözden kaybolmuştu. Şimdi sıra çocukları yavaşlatmaktaydı. Zamanı tekrar başlattı. Çocuklardan en büyük gösterenin yanına gitti. Ona arkadaşlarını on dakika bekletmesini, yoksa başlarına çok kötü bir olayın gelebileceğini söyledi. “Sen kimsin?” diyen çocuğa “Ben, yeni okul müdürünüzüm.” diye yalan söyledi. Çocuk inanamadı. Zaten kimse inanamazdı üstü kan revan içinde olan bir adamın okul müdürü olduğuna… Çocuk yürümeye devam etti. O ise birazcık sert adamı oynamanın çocuğu engelleyebileceğini tahmin ederek, onu boğazından tuttu ve “ Bu üzerimdeki kanların işkence ettiğim çocukların kanı olduğunu bilmeni istemezdim, eğer on dakika burada beklemezseniz, sen dahil buradaki herkese işkence yaparım, tamam mı?” diye saçmaladı. Çocuk ağlamak üzereydi ve bu sert konuşmayla ikna olmuştu.

Tam iki dakika sonra yanlarında büyük bir hızla tanker geçti. Bu olayın nereye varacağını öğrenmek için hemen bir taksi çevirdi ve tankeri takip etmesini söyledi. Taksinin, tankere yetişmesi için biraz hızlanması gerekti. Tanker, normalde kazanın olacağı yeri geçti ve virajı, çöp tenekelerine çarparak döndü. Bir daha döndü ve bir kere daha…

Tanker okulun önüne tekrar geldi ve yine aynı fren sesi, yine aynı çığlıklar… Saatin tekrar durdu. Başaramamıştı… Ne yaparsa yapsın tankerin otuz iki kişiyi ezmesini önleyemiyordu. Önünde duran dehşet verici sahne karşısında midesi bulanıyordu. Kendisini büyük bir kısır döngünün içinde hisseti. Artık vazgeçmişti. Hayatı zaten alt üst olmuştu. Sevgilisinden ayrılmış, işten atılmıştı. Tek umudu dedesinin verdiği bu saatti ama onunda gücünden korkuyordu. Durmuş zamanın içindeki, durmuş taksiden indi. Tankerin birazdan patlayacağı noktaya, ayaklarını hayattan bezmiş bir şekilde sürüyerek ulaştı. Gözünden, kendi gibi değersiz iki göz yaşı damladı. Altın saate son bir kez daha baktı ve zamanı tekrar başlattı. Çığlıkların devamı ve patlama sesi…

Birden sıçradı. Dükkanının kapısı çalınıyordu. Saçı başı dağınık sersemlemiş bir şekilde kapıyı çalanı içeri davet etti. Gelen bu sabah altın saatin parlatılmasını isteyen müşterisiydi.


Yazan: Uğur GENÇ
 
hackhell yazarları ellerinize sağlık.katılmayan kalmasın hadi bakalım=)
 
Gunun ilk isiklari.. Hafif ruzgarli serin ama bir o kadarda sicak.. Bogucu ama ayni zamanda huzur verici.. Gozlerini gece boyunca kirpmayan Donnie, sabahin aydinlanan yuzu ile oturdugu masanin basindan balkona dogru firladi. Gozleriyle ucsuz bucaksiz Venedik manzarasini en ince ayrintilarina kadar ziyaret etti. Bu muhtesem manzara bile onun yuzunu guldurmeye yetmiyordu. Az sonra hemen arkasindan Stalina balkonda belirdi. Uzun sari saclari, yesil gozleri.. Aman Allah'im yine cok guzeldi.. Fakat bir dakika, bir problem var. Stalina da gulumsemiyordu. Ortamin gergin olmasi havadaki barut kokusu dun gecenin pek sakin gecmediginin ilk habercileriydi.
"Gunaydin." dedi isteksiz ve yalnizca kendisinin duyabilecegi bir sesle. Donnie duymustu ama gosterdigi tavirdan dolayi onceleri cevap vermekten cekindi. Sonra bugulu bir sesle "Sana da.." demekle yetindi.
Bitmis sigara paketlerini kurcaladi Donnie, bir yandanda hayiflaniyordu. Sonra sans eseri bos paketlerin icinden bir adet sigara buldu. Bir anda gozleri parladi. Ama sadece anlikti.. Sonra titreyen elleriyle cakmagini cikardi, sigarasini yakti.
Donnie sigarasindan ilk nefesini aldi. Biraz oksurdu. Sonra gece firtinasindan islanmis gozlerle cevreyi suzmeye devam etti.
Stalina da iyi gorunmuyordu. Onu her sabah mutlu eden cayindan yudumluyordu fakat, birseylerden rahatsiz gibiydi. Yolunda gitmeyen seyler oldugu kesindi.
Donnie sigarasinin son nefesinide icine cektikten sonra arkada cayini yudumlayan Stalina'ya dondu. " Artik bir karar vermemiz gerekiyor. Yapamiyoruz, yurutemiyoruz. Birbirimizi daha fazla uzmenin manasi yok. Madem aski tukettik bari birbirimize saygimiz kalsin." dedi. Stalina evet anlaminda basini salladi. Donnie'ye donerek ; " Baslarda yapabiliriz sanmistim, ama sanirim haklisin.. Artik yurutemiyoruz bunu bende gorebiliyorum. Ve dedigin gibi, saygimizi kaybetmeden arkadasca bitirelim." Son cumleler bogazina dugumlenmisti.. Donnie bir anda irkildi. O hep biricik sevgilisinin ona kol kanat gerecegini dusunuyordu. Aklinca klasik triplerinden yapiyordu. Fakat Stalina ciddiydi.. Fazlasiyla ciddi..
"E-ee Evet haklisin." diyebildi sadece. Stalina arkasini dondu, geceden hazirlamis oldugu valizini aldi, merdivenlerden yavas yavas inmeye basladi. Dis kapiya ulastiginda Donnie balkondan O'nu izliyordu. O an Stalina ile goz goze geldiler. Stalina o buyulu bakislarini yine kullandi ama bu sefer gozyaslariyla.. O an nefes alamadi Donnie, az once neler soyledigini gozunun onune getirdi, sacmalamisti. " Hayir oyle demek istemedim." diye haykirmak istedi fakat aklina Stalina'nin sozleri geldi. "Baslarda yapabiliriz sanmistim, ama sanirim haklisin.. Artik yurutemiyoruz bunu bende gorebiliyorum. Ve dedigin gibi, saygimizi kaybetmeden arkadasca bitirelim."
"Arkadasca bitirelim..." Onu cok etkilemisti. Yillardir birlikte oldugu insana bundan sonra arkadas gozuyle mi bakacakti? O'nun hayatina giren erkekleri takip edip mutlu mu acaba diye kontrol mu edecekti, Yo yo hayir. Donnie bunlari yapmayacakti.. Balkon demirlerinin uzerine cikti. Son bir kez o buyulu Venedik sokaklarini inceledi. Burada asik olmuslardi, burada balayini gecirmislerdi. Burasi onlar icin adeta yeniden dogduklari bambaska bir dunyaydi.
" Hoscakal Venedik!" Diye bagirdi, ya da bagirdigini sandi. Gozlerini Stalina'ya cevirdi. Bir anda Stalina'da O'na dondu. Gulumsedi.
Donnie " Hoscakal sevgilim!" diyebildi icinden gozunden bir damla yas suzuldu ve kendini balkon demirlerinden askin dogdugu yere dogru birakti..








Gozlerini actiginda nefes alamayacak kadar terledigini hissetti. Korkmustu. Sicaktan susamisti. Kafasini cevirdi ve yanindaki guzel bayani gordu. Derin bir oh cektikten sonra bayanin dudaklarina masumane bir opucuk kondurdu. Guzel bayan uyandi, " N'oldu sevgilim? Iyi misin?" dedi o sicacik gulusuyle ve tatli sesiyle.
Adam ; " Yok hayatim kotu bir ruya gordum, kabusta olabilirdi, ama gercek olma ihtimali yok onu biliyorum." dedi. Guzel bayan ; " Sana su getirmemi istermisin? Pek iyi gorunmuyorsunda..."
Adam ; " Fena olmaz hani!" Uzgun surati kaybolmustu. Guluyordu, gulumsuyordu..
Arkasina yaslandi.. Ruyayi tekrar hatirladi, Biraz somurttu fakat sonra gulumsedi." Bu aralarda gercekten sacma ruyalar gormeye basladim!" diye soylendi kendine tatli sert..
Guzel bayan suyu getirdi, adam suya bakti kafasini bir anda guzel bayana cevirip;
"Yasadigin en kotu anlari ruya kabul et. En mutlu anlarini da uyandigin zamanlar say. Her karanlik yolun sonunda bir aydinlik oluyormus. Bugun bana yeni birsey ogrettin :)"

Dipnot: Sevgilimle ayrıldığımız dönemde yazdığım eski bir kesit, şuanı merak eden kimsenin olabileceğini sanmıyorum, ama merak edenler olursa diye söylüyorum.

Evet uyandık ;)
 
biraz uzun oldukısa yazamadım. inşallah okursunuz : )



Daha çok küçükken annesini kaybetmişti. Neredeyse hiç hatırlamıyordu. Hayal meyal birkaç görüntü vardı sadece onunla ilgili anılarında; ama babası sürekli anlatırdı annesini. Güzelliğini, sevecenliğini, kızını nasıl sevdiğini. Elim bir trafik kazası ayırmıştı onu sevdiklerinden, sevenlerinden. İçi hep biraz da olsa buruktu bu yüzden.

Daha sonrasında bir başkasıyla evlenmişti babası. Başta sevmemişti o kadını ama sonradan ısınmıştı ona. Sıcakkanlı biriydi. Zaten babası da o da geç saatlere kadar kendi şirketlerinde çalışıyorlardı. Eve yorgun argın geliyorlardı; ama mutluydular.

Evlendiği kadının bir de oğlu vardı. O sadece yaz tatillerinde geliyordu. Kısa bir süre kalıp sonra tekrar anneannesinin yanına gidiyordu. Ülke dışında yaşıyordu. Birkaç senedir de uğradığı yoktu annesine.

Bir sabah uyanıp salona indiğinde garip bir telaş vardı evde. Ne olduğunu sorduğunda;
—Kerem geliyor, diye gülümseyerek heyecanla cevap verdi üvey annesi.
O da gülümsedi.
—Gözün aydın özlemiştin. Uzun süredir gelmiyordu dedi.
—evet, çok özledim. Sabırsızlıkla bekliyorum dedi ve ekledi, kahvaltı hazır yemek istersen…

Aradan saatler geçmişti. Kapının önünde bir araba sesi duydu ve odasının penceresinden baktı. Taksiden genç biri iniyordu. Bu o olmalıydı çok değişmişti. Odasından çıktı ve aşağı inmeye başladı. Merdivenlerin önünde annesiyle sarılmıştı, bir an göz göze geldiler. Annesinden ayrıldı ve

—Merhaba, tanımamış gibi ne bakıyorsun diyerek sarıldı. İtiraf etmeliyim ki çok büyümüş ve güzelleşmişsin dedi.
—Teşekkür ederim. Sen de çok değişmişsin dedi kız. Yıllar oldu görüşmüyoruz.
—Evet. Arayı çok uzattım farkındayım; ama okulu bitirmek baya zamanımı aldı dedi Kerem.

Aradan günler aylar geçmişti. Keremle kız arasında çok iyi bir dostluk başlamıştı. Kız keremi bir ağabey gibi kabullenmişti.
Kız bir gün dersten sonra arkadaşlarıyla bir restoran da yemek yiyorlardı. Gözü köşedeki masada oturan birine takıldı. Bir anda arkadaşının sesi ve dokunmasıyla irkildi. Dönüp arkadaşına baktı ve

—Efendim dedi.
—Tam beş dakikadır adama bakıyorsun diyerek güldü.
—Yok canım ne ilgisi var diyerek yemeğine devam etti. Arkadaşı;
—Öyle olsun hadi diyerek gülümsedi.

Yemek boyunca kız adama bakıp durdu. Adam masadan kalkıp kızın masasının yanından geçerken kıza gülümseyerek baktı ve restorandan ayrıldı.
Aradan günler geçmişti. Üniversiteden arkadaşı arayıp doğum günü için evinde küçük bir parti vereceğini söyleyip onu da davet etti. Çok kalabalık olunmayacağını sevdiği birkaç arkadaşının olacağını ekledi.

Parti günü arkadaşının evine gitti. İçeri girdiğinde daha önce yemekte birlikte oldukları arkadaşı yanına geldi ve
—Buna inanamayacaksın diyerek elinden tutup salona götürdü.
Kız şaşkındı.
—Ne oluyor söylesene dedi arkadaşına.
—Arkada koltukta oturana bak bakalım kim?
Kız yavaşça arkasına döndü ve aniden arkadaşına dönerek baktı. Gözleri fal taşı gibi açılmış kalbi hızla atmaya başlamıştı.
—Olamaz dedi sesi titreyerek. Arkadaşı ise gülerek anlatıyordu.
—o zelişin ağabeyiymiş. Gitmek istedi yalnız kalıp eğlenelim diye ama ben zelişe bıraktırmadım. Ne güzel değil mi? Tanışırsınız, diyerek konuşmaya devam ediyordu. Kız ise ne yapacağını bilemez bir halde olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Bir sesle ürperdi.
—Merhaba…
Kız arkasını dönüp dönmemekte kararsız kalmış arkadaşının gözlerinin içine bakıyordu. Arkadaşı,
—Merhaba dediğinde döndü. Göz göze gelmişlerdi.
—Sizinle restoranda karşılaşmıştık değil mi? Dedi.
Kız önce bir nefes aldı ve
—Evet dedi.
—Güzel bir tesadüf diyerek elini uzattı. Ben Burak.
—Memnun oldum ben de Dilek diyerek elini uzattı.
Aklından heyecandan ellerim titriyor muydu, heyecanımı fark etmiş midir? Diye geçiriyordu. Kalp atışlarına engel olamıyordu, yüzü yanıyor gibiydi. Ne oluyordu?

Parti boyunca sürekli konuştular. Daha sonrasında da buluşmaya başladılar. Günler günleri kovalıyordu. Bu yaşadıklarını en yakını olarak gördüğü, ağabeyi bildiği Kerem’e anlattı. Kerem de onun mutluluğuna sevinmişti. Aradan aylar geçmiş Dilek’le Burak’ın ilişkileri iyice ilerlemişti. Sık sık arkadaşlarıyla, aileleriyle bir araya geliyor vakit geçiriyorlardı. Bir gün Kerem,
—Sen bu adamı gerçekten seviyor musun? Diye sordu.
—Seviyorum. O tanıdığım en mükemmel insanlardan biri. Diye cevap verdi kız.
Sen seviyorsan sorun yok dedi Kerem ve Dilek’e sarıldı. Kız neden böyle bir şey söylediğini ağabeyine sormuş ama cevap alamamıştı.

Aradan günler geçmişti. Burak’la bir görüşmelerinde Burak Dilek’ten, Kerem’e dikkat etmesini istemişti. Ne olduğunu sorduğunda söylemek istemedi; ama ısrarlarına dayanamayarak; onun görmek istediği kişi olmadığını söyledi. Bu sözler karşısında aralarında küçük de olsa bir tartışma çıktı.

Kızın kafası karışıktı. Bir yanda ağabey gibi sevdiği kişi, diğer yanda sevdiği adam. Bir tuhaflık vardı. Kerem eski Kerem değildi. Burak’ın sözü her geçtiğinde fark ettirmemeye çalışsa da öfkeleniyor ya konuyu değiştiriyor ya da bulunduğu yeri terk ediyordu.

Günler geçmiş Dilek’le Burak nişanlanmışlardı. Aile arasında yapılan birkaç dostun çağrıldığı küçük bir yemek verilmişti. O gün bir bahane ile Kerem nişana katılmamıştı. Gece geç saatlerde Dilek dışarıda bir ses duydu ve penceren baktığında Keremi bahçede bir ağacın altında otururken gördü. Mevsim sonbahardı. Kız üzerine bir hırka alıp aşağı indi. Hafif bir rüzgâr esiyordu. Hava serindi. Kerem’in yanına gelip durdu.
—İçeri gel yoksa hasta olacaksın dedi. Kerem başını kaldırıp baktı. Gözleri kızarmıştı Kerem’in sarhoş gibiydi. Güldü…
—Hasta olsam ne olacak? Diyerek doğruldu oturduğu yerden. Çok mu merak ettin diyerek sesini yükseltti.
—Elbette merak ederim ağabeyimsin sen benim. Dedi kız kolundan tutarak.
Kerem kolunu çekti ve başka tarafa bakarak,
—Ben senin ağabeyin değilim diye söylendi. Kıza dönüp omuzlarından tuttu ve ağaca dayadı. Bağırırcasına, ben senin ağabeyin değilim, hiç olmadım, olmayacağımda anlıyor musun? Dedi. Dileğin yüzüne dökülen saçlarını parmağının ucuyla usulca çekti. Yüzüne dokundu. Olmayacağım.

Dilek ne yapacağını bilemez bir halde şaşkınlıkla ona bakıyordu. Kerem yavaşça sokulmaya başladı. Nefesini yüzünde hissediyordu Kerem’in. Hırsla itti Kerem’i ve koşarak eve girip odasına çıktı kapıyı kilitledi ve kapının önüne yığılıp kaldı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Nasıl fark edememişti bunu? Nasıl bu kadar kör olabilmişti. Dakikalar sonra kapının önünde bir ayak sesi duydu nefes bile alamıyordu. Kerem kapı koluna dokundu bir süre bekledi ve sonra da odasına girdi. Dilek derin bir nefes aldı ve dizlerini kendine doğru çekip sarıldı ve hıçkırarak ağladı. Ağabey dediği birine bu acıyı yaşattığı için içi acıyordu. Defalarca kendisine aynı soruyu sorup durdu. Nasıl?... Nasıl fark etmemişti onun içinde beslediği duygularını. Defalarca sarılmıştı nasıl hissetmemişti. O için için acı çekerken o nasıl da kör olmuştu. Görmemişti…

O geceden sonra Kerem’i bir daha görmemişti. Evden ayrılmış başka bir evde yaşıyordu. Annesi de babası da ne olduğundan habersizlerdi.

Burak, Dilek’le konuşmalarında sık sık Kerem’in onu rahatsız edip etmediğini soruyordu. Dilek ise onu o geceden sonra hiç görmemişti. Bir gün Burak’a sen hiç karşılaştın mı diye sorunca Burak’ın verdiği cevap Dilek’i çok şaşırtmıştı. Keremin Burak’ı birkaç defa aradığını bir defa da iş yerine gidip konuştuğunu, hatta tehdit ettiğini öğrenince ne diyeceğini bilemedi.

Aradan aylar geçmişti. Burak’la Dilek’in düğün günleri iyice yaklaşmıştı. Ilık bir ilkbahar akşamı Burak’ın ailesinin evinde verilen yemek davetinden çıkmış havanın güzelliğini de fırsat bilerek sessiz, sokak lambalarının aydınlattığı loş sokakta el ele yürüyorlardı. Sessizliği korkunç bir çığlık gibi bozan sesle irkildi. Ne olduğunu anlamadan Burak’ın ayaklarının önüne yığıldığını gördü.
—Hayııır diye çığlık atarak yere diz çöktü. Sevdiği adam gözlerinin içine bakıyordu. Göğsü kana bulanmıştı. Başını dizlerine doğru çekti eliyle göğsüne bastırdı. Gözlerinden yaşlar akıyor, haykırıyordu.
—Yardım edin, lütfen yardım edin.
Gözleri etrafa baktı. Çaresizce yaşlar içinde.
—İyileşeceksin aşkım merak etme iyileşeceksin. Bana bak diyordu.
Burak elini sevdiğinin saçlarına götürdü. Okşadı. Ağlama güzelim, ağlama kelimeleri döküldü dudaklarından sessizce fısıldar gibi.
—Ağlamıyorum bitanem. İyileşeceksin dedi kız, gözlerinden yaşlar akmaya devam ederek.
—Buraya kadarmış üzülme aşkım. Seni seviyorum dedi adam, gözleri donuklaşarak. Eli yavaşça düştü, gözleri kapandı. Kız sıkıca sarıldı. Ben de seni seviyorum bitanem ben de diye fısıldadı. Gözlerinden akan yaşlar adamın yüzüne dökülüyordu. Kız kanlı elleriyle sıkıca sarılmıştı adama kendisi de onunla beraber gitmek istercesine. Sokak ortasında çevrede biriken kalabalığa aldırmadan…
 
Kazanmak ve kaybetmek aslında öyle ince bir çizgi ki yaşam ve ölüm gibi....
 
hikaye yarışmamız sona ermiştir.

oylama sonuçları

dr.mud-7
Zeyna-6
Cıngıl Beng-6
Malumkişi-6
coolscorpy-6
Seydiali-6
She-5
Çakır-5
Piradam-5
ugurgenc-5
sonsuzluğa-5
Zeytin-3


en çok teşekkr alan arkadaşımız dr.mud u tebrik ediyorum.

yarışmaya ilgi gösteren katılan katılmayan tüm arkadaşlara da sonsuz teşekkrler


dr.mud istediğin kitap ismini ve kargo alacağın adresini pm ile gönderebilirsin

kaleminiz tükenmesin arkadaşlar...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst