BEŞİKTAŞlı olmak uzun uzun anlatılsa da çok zor anlaşılabilecek olan olgu.Ama yine de anlatmayı deneyelim... İlk olarak, takım sevmek nereden başlar? Tribünde, sokakta, televizyon başında, kahvedeki bütün o insanların hissettiği şey “renklerine vurulmak”tan mı ibarettir? Hepsini aynı anda bağırtan, ağlatan şey sadece kaçan bir penaltı, elden giden bir maç, bir tur mudur?İnsanları gözleri dönmüşçesine sokağa çıkartıp, indirimli hat belediye otobüsünün kapısından sarkarak bayrak sallamaya zorlayan his nedir ki? Hangi süper zekâlı bilgisayar, hangi dehâ açıklayabilir bunu? Peki BEŞİKTAŞ nedir öyleyse? Efsane midir? Kupaları müzesine sığmayan, başarıları “tarihe altın harflerle kazınmış”, bütün takımlara kök söktüren bir kulüp müdür? Başarı ve istikrar âbidesi midir ya da? Bunların hiçbirinin gerçek olmadığını biliyoruz. Peki, “taraftar başarı getirir” tezine ne oluyor o zaman? Doğru, bu tez vardır ve çoğunlukla işler de.Çünkü takım tutmak, -asla kabul etmeyiz hiçbirimiz ama- biraz da başarı içindir. Başka türlü nasıl açıklarsınız, aslında üzerinde hiçbir emeğiniz olmayan şampiyonluklara çılgınca sevinme ihtiyacınızı?Yenilmiş takımın sahtekar, en büyüğün taraftar oluşunu?Biraz ego tatmini değil mi tüm bunlar?Kendine pay çıkartıp, kişisel başarısızlığın ağırlığından kurtulma çabası değil mi?Ya BEŞİKTAŞ yine? “Hep başarı” mı diyor taraftar? Neden birileri hâlâ, bu takım son yıllarda elle tutulur hiçbir şey yapmadığı, şampiyon bile olamadığı hâlde onu desteklemeye karar veriyor? Hiç kimse, bir takım Barcelona’yı 3-0 yendi diye onu desteklemeye karar vermez.Başarı arzumuzu bile tatmin edemezken; niye BEŞİKTAŞ? Açıklayabilir misiniz?O bizim süper zekâlı bilgisayar açıklayabilir mi peki?Anlamak için, BEŞİKTAŞ’ı yaşamanız lâzım. Bir pazartesi sabahı, kabataş’ta vapurdan inip, BEŞİKTAŞ’a kadar yürümeniz lâzım. Stad yavaş yavaş gözüktükçe, sabahın soğukluğunda, güneşin çabaları bile yetersizken, ısınmanız lâzım. Kendinizi engelleyemezsiniz; durup seyretmelisiniz. Sağınızda deniz ve dolmabahçe, karşınızda takımınız size bağlayanların en büyüklerinden; İNÖNÜ orada. Ya da bir maç günü, sadece yürümek için çarşının içine girmelisiniz önce. Tüm dükkânlardan sarkan BEŞİKTAŞ bayraklarını görüp, takımınızı ve bir semti yaşamanın ne olduğunu hissetmelisiniz. Köftecilerin fazla mesai yapışını görmeli, etraftan gelen skor tahminlerini duyup, hepsine kendi içinizden yorumlar yapmalısınız. Sonra yürüyüşe devam; dolmabahçe. Boynunuzda atkınız, bütün o yolu bir anda karşınıza çıkacak olan o mâbedi görme ânını düşünerek katedersiniz. Etrafınızda yavaş yavaş stada doğru gelen simitçiler, çekirdekçiler... nasıl bir his olduğunu bilemezsiniz. Bir kişiye, bir aileye ait olmaktan öte birşey bu, siz bir semte aitsiniz!Herşey sizin, ve siz oranınsınız! Orada sizi kimse yadırgamaz! En sonunda, stada varış. Orada, İNÖNÜ’nün orada durup, kendinizi soyutlayıp bir süre etrafı seyretme zamanı. Normal bir zamanda, erkek değilseniz eğer laf atılmadan 1 saniye dâhi duramayacağınız o yolda, ya da herhangi biryerinde BEŞİKTAŞ’ın, boynunuzda atkınız varken saatlerce dikilseniz bile hiçbir şey olmayacak, sizi koruyacaklarıdır! Onlardan birisi olmuşsunuzdur, kimse dokunmaz size. Sadece içten bir şekilde bakıp, içlerinden “dünya ahiret bacımsın” diye geçirirler. İnanın, orada gerçekten güvendesinizidir.Ve maç çıkışı, ya da öğlen iş arasında, ara sokaklardaki köftecilere girmelisiniz.Kartal heykelleri suratınıza çarpacaktır, evet; orada herkes BEŞİKTAŞlıdır. Duvarlarda eskinin efsane kadroları, çerçevelenmiş maç biletleri, ve onlarca kartal figürü; her açıdan!BEŞİKTAŞlı olmak çok çok özel bir şey.Özünde sadece BEŞİKTAŞ’ı sevmelisiniz. Yenildikten sonra içinizdeki buruklukla başetmek zorunda olmadığınızı bilmeniz gerek ve de; bu da BEŞİKTAŞ’a ait bir şey ve onu yaşamaktan korkmanıza gerek yok. Diğerlerinin şampiyonluk öyküleri bile sizi incitmez; sizde BEŞİKTAŞ ruhu var...Mâbediniz, semtiniz var... Düşünün; gece. Staddasınız. Karanlıkta, çimlerin ortasına uzanmış gökyüzüne bakıyorsunuz; BEŞİKTAŞ’ın gökyüzü..