Fetullah Gülen’in Atatürk Düşmanlığı

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
evet kaldıramıyorum çünkü ben senin gibi değilim
ben mesaj silmedim öğrende gel orda burda atma her zaman yaptığın gibi atıosun yeter ya bi rahat bırak şurayı bıdı bıdı
herhalde ankara suyundan çok içtin sen de rahatsızlık yaptı çocuk
bana cevap verme bitmiştir

cocuk kim belli çünkü ben mesajını sildin demedim mesajı silinen dedim oyuzden okumayıda tekrardan öğrenmeni tavsiye ederim..ve ben Ankaralı değil Aamsunluyum belki hatırlamazsın güzel ülkemin güzel şehrini ozetle şunu soylum ATATÜRKÜN ŞEHRİ...hadi kal sağlıcakla...
 
arkadaşlar konu hakkında yorumunuz yoksa lütfen mesaj yazmayın..
forumda fetullah kirliliği olmaması için bir kaç başlıkta toplamaya çalışıyorum lütfen bu iyi niyetimi bilerek yada bilmeyerek baltalamayın....



Fettulah kirliliği lafın çok güzel olmuş.:goz:

Ama cemaat üyeleri günde 50 konu açıyorlar. Kirlilik nasıl önlenecek ki?

Neyi kime anlatmaya çalışıyorlar anlamıyorum. Vatan haini işlediği suçların cezasını çekmemek için ülkeden kaçmış yinede onun iyi biri, vatanına hizmet aşkı ile yanıp tutuştuğunu söylebilmek ne mantıksız....
 
Belge isteyen arkadaş, sen avukatsın sanırım. Ya da armut piş ağzıma düş cinsindensin. Öyle bütün gün net başında oturup, savsata konuşarak olmaz... Madem bunların aksini savunuyorsun.Sana kendin araştırmanı tembihlerim. Biz zaten kimin ne olduğunu biliyoruz.... Cahilliğin en büyük silah arkadaşı tembellikle arkadaşlık kurmamanı öneririm...
 
Bilim İçin Siyaset

Fettulah kirliliği lafın çok güzel olmuş.:goz:

Ama cemaat üyeleri günde 50 konu açıyorlar. Kirlilik nasıl önlenecek ki?


böyle daha iyi değilmi

şimdi 50 ayrı konu açmak yerine böyle bir kaç konuda toplamak kirliliğe neden olmaz

ama görünüşe bakılırsa eski tarza dönmem gerekecek

bakıcağız artık durum neyi göstericek....
___________________________________________________________________________
Eğitimde Yabancı Parmağı ve Fethullah Gülen Okullarının İçyüzü
Türkiye'nin ajan borsası ve Fetullah Gülen

Fetullah Gülen 6 yıldan bu tarafa ABD'de yaşıyor. Fethullah Gülen, hayat sürdüğü Pensilvenyadaki çiftlikte, korunması ve imkanları ile CIA'in 'çok özel' himayesinde olduğu biliniyor. Yani Fetullah Gülen görünen o ki ABD'yi mesken tutmuş durumda.

Acaba Gülen'i Atlantiğin öte tarafında tutup buraya getirmeyen şey nedir? Gülen kendisine sayfalarını cömertçe açan kartel medyasındaki demeçlerinde bu konuda çelişkili beyanlarda bulundukça milletin kafası iyice karışıyor. Takiyye üstadı Gülen, duruma göre kimi zaman sağlık, kimi zaman sürgün, kimi zaman da şartların elverişsizliği bahanesine sığınıyor.

"Ülke koşulları müsait değil" ifadesi denklemi çözmeye yetmiyor. Çünkü Gülen finans kuruluşları ile, okulları, basını-televizyonu hatta bakanları-milletvekilleri ile Türkiye'de gerçek anlamda bir iktidardır! Hükümetin en etkili bakanlarından Cemil Çiçek'in ifadesi ile "ne zaman isterse dönebilir" Ancak buna rağmen Gülen dönmüyor? Bu koşullar altında Fetullah Gülen'i CIA'in himayesine alıp, ülkeye dönmekten alıkoyan "derin suç" acaba nedir?

Bu sorunun cevabı ANKA AJANSI'NIN 2003 tarihli haberinde gizli. ABD DIŞİŞLERİ'NİN RAPORU: ''FETHULLAH GÜLEN'İ DEVLET DESTEKLEDİ'' başlıklı ve bu güne kadar tekzip edilmeyen haberdeki şu çarpıcı tesbit gerçek her şeyi açıklıyor: "GÜLEN, 1980'LERİN ORTALARINDAN, 1997'YE KADAR DEVLET TARAFINDAN DESTEKLENDİ"

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın hazırladığı "2003 Uluslararası Dinsel Özgürlük" raporunun Türkiye bölümünde, Tarikatların 1920'lerden bu yana resmi olarak yasak olduğu ifade ediliyor. Ordu'nun, tarikatları laiklik karşısındaki en zararlı tehditler olarak gördüğü vurgulanırken, tarikatların yaşamaya devam ettiği ve yaygınlaştığına dikkat çekildi.

Milli Güvenlik Kurulu'nun, İslami köktencilikle mücadelesinde, tarikatlara karşı daha sıkı önlemler alınmasını istediği belirtilirken, "Bununla birlikte, bazı önde gelen siyasi ve sosyal liderler, tarikatlarla ve diğer İslami topluluklarla bağlantılarına devam ediyor" ifadesi dikkat çekti. Raporun bir diğer ilgi çekici bölümünü ise, halen ABD'de yaşayan Nur tarikatı lideri Fethullah Gülen ile ilgili olan kısım oluşturdu. Raporda, "Gülen, 1980'lerin ortalarından, 1997'ye kadar devlet tarafından desteklendi" denildi. Gülen'in, 2000 yılında Terörle Mücadele Yasası'na dayanarak 5 ile 10 yıl arası hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığı belirtilen raporda, Gülen'in, orduya sızma teşebbüsü içinde olduğu iddiasına da yer verildi. Gülen'in 5 yıl içinde bir başka ağır suça karışmaması halinde, davanın düşeceği de anımsatıldı.

ABD Raporunda 1997 yılına kadar Türkiyede derin devletçe kullanılan Gülen'in bu tarihten sonra ABD- İngitere- İsrail ve Vatikan dörtgeninde duble ajan olarak kullanıldığından bahsedip deşifre edecek değil herhalde.

Bu kritik soruya doğrudan cevap olmak üzere, yazılarınn bedeli olarak faili meçhul cinayetin kurbanı olan Dr. Hablemitoğlu'nun yayınladığı "Türkiye'deki Etki Ajanı Borsası: Fetullahçılar" isimli istihbarat raporundan bir bölümü aktarıyoruz:

"Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre; hocaefendileri yakın zamana kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. Bir başka ifade ile gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amaçlarının örtülmesine yönelik olarak (second cover)-Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre devam etti. CIA bağlantısı, Fetullahçıların ve de Hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmesi (defection in place) sonucuna yol açtı. Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MIT farkedinceye kadar!"

İşte Fetullah Gülen'i Amerikalarda yaşamaya iten gerçek neden bu. Raporun ifadesi ile 'double ajanlık' Fetullah Gülen'in Türkiye'ye dönmesinin önündeki en büyük engeldir!

Bir gerçek tüm çıplaklığı ile deşifre ediliyor ama raporun anlattıkları bununla sınırlı değil. İşte bir önemli soru daha :

CIA, Fetullah Gülen ve teşkilatına acaba nasıl bakıyor? CIA'nın gözünde bu teşkilatın statüsü nedir?

Rapordan izleyelim:

"CIA nezdinde tüm Fetullahçılar(walk-in) diye tabir edilen bir kategoride tutulmaktadır. Yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetine talip olmuşlardır."

Rapora göre hizmet gönüllü gerçekleştiriliyor. Hani en temel 'kutsalınızı' Ayet-i Kerimenin ifadesi ile 'çok az bir pahaya satma' durumu..

Raporda yer alan çarpıcı notları izlemeye devam edelim. Şu cümlelerde hareketin uluslar arası boyuttaki çeşitliliğine ve hizmet zenginliğine! işaret ediyor:

"Bir yandan ABD ile ilişkileri sürdüren Fetullahçılar, diğer yandan da Vatikan, Fener Rum Patrikhanesi, Musevi Hahambaşı derken, farklı ülkelerin istihbarat servisleri tarafindan yönetilen-yönlendirilen bir yapı olarak paylaşılmaktadır"

Peki bu kıymetli hizmetin! içeriğinde acaba neler yer alıyor?

Bu hizmeti esas itibarı ile 'coğrafyamızın, Batının taleplerine özellikle dini ve insani olarak hazırlanması' olarak ifade edebiliriz ki bunun bir ayağı da Türk dünyasında icra ediliyor.

Fetullah Gülen hareketi Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, Sovyetlerin boşalttığı alana göz diken ABD-İngiltere imparatorluğuna hizmet etmiştir. Türk dünyası için "Ilımlaştırılmış İslam", yani "İslam olmaktan çıkmış İslam" formülünü üreten ABD-İngiltere ortaklığı, doğrusu, Fetullah Gülen'den daha iyi bir adres bulamazdı. Türk dünyasında bir anda kurulan Gülen'e bağlı okulların sırrı işte bu ince noktadır! Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit o nedenledir ki, yani bu okulların misyonunu, niçin kurulduğunu, izinleri kimin aldığını, arkasında kimlerin var olduğunu bildiği içindir ki ölesiye savunmuştur! Hatta o günlerde doğan tepkiler üzerine Gülen'in "istiyorsanız Türk Milli Eğitimine devredelim" teklifi de aslında okulların arkasındaki gücü hatırlatma ve "zoru gösterme" amacı taşıyordu.

Hablemitoğlu bu tesbitlerinde yalnız değildir. 1960'lı yıllardan beri Gülen'in sır ekibinden olan eski misyon arkadaşı Nurettin Veren yolları ayırdıktan sonra içerden gözlemleri ile yerel ajanlıktan sonra küresel ajanlığa terfi etmenin, derin devletten küresel çete ile iş tutmanın hikayesini anlatıyor.
İngiliz Kültürüne Katkı Ödülü

Türk dünyasında kurulan okullar senelerdir Türk dünyasını Batıya, ille de ABD ve İngiltere'ye bağlama vazifesi görüyor. ABD'nin gönderdiği ve CIA pasaportu taşıyan 3000 Dolar maaşlı öğretmenlerin kontrolünde bu okullarda, İngilizce eğitimi ve Batı kültürü aşılanıyor. Yukarıda bahsettiğimiz raporda ve başka kayıtlarda da yer alan şu bilgi her şeyii, bu okulların kuruluş gerekçesini yeterince izah ediyor:

"İngiltere, Fetullahçıları desteklemekle Türk Müslümanları konusunda da söz sahibi olma niyet ve iradesini ortaya koymuştur. Lord Rotherham, Londra'da, Gülen ve teşkilatının bu konuda yaptığı hizmetler nedeniyle yapılan ödül töreninde Fetullahçıların okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek '50'den fazla ülkede 500'den fazla okulumuz var' demiştir."

Raporda yeralan ve Lord Rotherham'ı heyecanlandıran, Fetullah Gülen'e övgüler dizdiren ödül töreninin başlığını da eklemeden geçmeyelim:

"İngiltere'ye ve İngiliz kültürüne yapılan katkılardan dolayı üstün hizmet ödülü..."

İngiliz kültürüne üstün hizmet nedeniyle verilen nişan ve yapılan takdirler sadece Londra'dan değil, Kazakistan'ın başkenti Almatı'daki İngiliz Büyükelçisi tarafından da bizzat ifade edilmiştir. İşte 1995 Ekim'inde Kazakistan'daki İngiliz elçisinin ağzından sarfedilen övgüler:

"Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür ediyoruz."(Yeni Hayat, 1995 Ekim)

Raporda Fetullah Gülen-İngiltere bağlantısına yönelik olarak da şu somut ifadeler yer almaktadır:

"İngiltere'de okul açan ve Londra'da büyük bir merkez kuran Fettullahçılar, İngiltere'nin dahilde yabancılara yönelik faaliyet gösteren MI5 ve dış istihbarat servisi MI6'nın Uzakdoğu'ya yönelik faaliyet gösteren departmanı (CIFE) ve Ortadoğu'ya yönelik faaliyet gösteren departmanı (MEIC) ile okullar konusunda ortak faaliyetler yürütmektedirler."

Fetullah Gülen'in özellikle ABD-İngiltere eksenli istihbarat çalışmalarının odak noktası olması ile ilgili olarak ifade edilen rapordaki şu açıklama da galiba Gülen'in misyonunu deşifre ediyor: "Fetullahçılar, Türkiye'nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardır."

Fetullah Gülen'in, "Türkiye'nin hasmı olan ülkeler için en zengin ajan borsasını oluşturması" meselesinin içinin nasıl doldurulduğunu da isterseniz bir başka rapordan izleyelim.1998 yılında yayınlanan MİT raporu, Gülen'in "derin bağlantıları" ile ilgili en ünlülerden birisidir: "Fetullah Gülen'in CIA'in bölgemizdeki en önemli sivil toplum kuruluşu olduğu, Maliye Bakanlığı müfettişlerinin Fetullah Gülen'in mali kayıtlarını incelemesi, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının ilgili kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda çözülecektir."

Raporun söylediğini bir tek cümlede özetleyelim:

Fetullah Gülen CIA'in bölgemizdeki en önemli temsilcisidir.
Fetullah Gülen ve İslam'ın Protestanlaştırılması

ABD eski başkanlarından Bill Clinton'un danışmanı Eckelman, Fettullah Gülen'i "İslam'ın Martin Lutheri" olarak tanımlıyor. Martin Luther olmak, yani İslamı tahrif ederek, modernleşme-globalleşme tuzağında bozmak... Fetullah Gülen'i en iyi tarif eden kavramlardan birisi belki de budur.

Fetullah Gülen'e çok yakın isimlerden, Utah üniversitesinde öğretim görevlisi Doc. Dr. Hakan Yavuz' da aynı tarif içinde son derece önemli bir tespit yapıyor: "Turgut Özal ile başlayan İslam'ın protestanlaşma süreci AKP muhafazakarlığı ve Gülen hareketi ile tamamlanmıştır."

Fetullah Gülen'in, gerek Eckelman gerekse Yavuz'un tarifi ile Türkiye'de öncülüğünü yaptığı "Protestan İslam", "hermenötik/tarihselci" anlayışa dayanır. Bu yorumcu anlayışa göre İslamda hiç bir "kesin" yoktur ve diğer insanları bağlayıcı değildir. Her okuyan bir ayetten ne hüküm çıkarıyorsa gerçek odur ve kimse kimseyi başka bir doğrunun olduğuna zorlayamaz.

Amerikalılar temellerini attıkları bu garabete "Light İslam" ya da "liberal İslam" diyorlar. Şu satırlar Light İslam bir başka ifade ile Protestan İslam'ı kurmaya çalışan Fetullah Gülen'e ait. Hoşgörü ve Diyalog iklimi sayfa 156: "Kanaatime göre, tarihi hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde ele almalı, yani her hadiseyi kendi şartları ve konumu içinde değerlendirmeli ve bugünkü davranışlarımızda da bugünkü tavırları esas almalıyız"

Fetullah Gülen'ın bu cümlelerle önünü açmaya çalıştığı adresin Yahudi ve Hıristiyanlar olduğunu yukarıda aktarmıştık. Gülen, bir taraftan Kur'an'ın Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili ayetlerini sabote etmeye çalışıyor, diğer taraftan da İslamı liberal bir mantıkla anlamaya ve pazarlamaya gayret ediyor. Yani İslam'ı protestanlaştırarak, Kur'anın hükümlerini Washington'un-Vatikan'ın taleplerine uygun hale getirme çabası içine giriyor! Hz. Peygamber'i Kelime-i Tevhid'den silen anlayış, Kur'an'ı da tarihin derinliklerinde bırakarak Liberal İslam'ın, bir başka yaklaşımla Hıristiyanlığın önünü açıyor.

Impact International dergisinde , Afrika üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan Amerikalı kadın gazeteci-yazar Elizabeth Liagin bakınız Fetullah Gülen'in yarenlik ve itikad birliği ettiği neo-con'ların "Ilımlı İslam"ını nasıl anlatıyor:

"ABD liderleri ve Amerikan dış politikasına yön veren toplum mühendislerinin 'ılımlı İslam'dan söz ederken kasdettikleri şey atıl, pasif ve uysal bir İslam portresidir. Yani Amerikan hegomanyasına karşı çıkmayacak, sınırları Batı tarafından çizilmiş, alanı daraltılmış bir İslam..."

Liagin, Batının Hıristiyani işgaline ve talanına karşı çıkmayacak İslam'ın 'en iyi İslam', 'en liberal İslam' olarak görüldüğünü anlatıyor. Daha doğrusu Neocon-Evangelistlerin nasıl bir 'İslam' kurguladığını deşifre ediyor.

İçi boşaltılmış böyle bir anlayışın İslam'la uzaktan yakından hiç bir ilgisinin olmadığını bir kez daha söylemeye bilmiyoruz hacet var mı? Protestan, light yada liberal ne derseniz deyin bunların hiçbirisinin İslamla bağı-bağlantısı yoktur ve de olamaz. Bahsedilen şey bal gibi bir Hıristiyanlık en azından Hıristiyanlığın önünü açmaktır.

Ve Fetullah Gülen 'tarihselci' bakış açısıyla, bu büyük 'İslam Bozgunun' kaldıracı ve Martin Luther'i olarak vazife görüyor.
Kim bu gizli Kardinal?

Ronald Kessler tarafindan kaleme alınan "CIA Savasta "adlı bir kitap bugünlerde çok revaçta. Kitap yaptığı ifşaatlar nedeni ile CIA başkanı George Tenet'in istifasına kadar neden olmuş durumda. Eser oldukça ilginç ve çarpıcı şeyler anlatıyor. Örneğin kitap CIA'in, yumuşak dini mesajlar vermeleri ve Amerikan karşıtlığını gidermeleri için etkili bazı sözümona İslam sıfatlı dini liderlere para ödedigini ve desteklediğini belgeleriyle ortaya koyuyor.

"CIA Savaşta"(The CIA at War), "Islamda, herhangi bir kişi dini lider olarak adlandırabilir" diyor ve ekliyor: "Bu yüzden CIA kendisine bağlı sahte dini liderler yarattı." Sanıyoruz ki bu bilgi epeyce düşündürücü. CIA sahte dini liderler üreterek, Amerika'ya karşı çıkmayacak, Amerikan muhibbi kitleler üretiyor!

'Sahte dini lider' kavramının altını bir kez daha çizerek şimdi de şu satırlara dikkat kesilelim: "CIA, kendilerini din adamı olarak tanıtan ve Müslüman olmayanlar hakkında yumuşak dini mesajlar verecek görevlileri öne çıkardı..."

Şimdi bu çalışmanın, başından itibaren anlattıklarını, dokümanları hatırlayalım ve Kessler'in kitabında 'sahte din adamı', 'görevli', 'yumuşak dini mesajlar verecek lider' gibi sıfatlarla anlatılan tüm bilgileri ekleyerek kritik soruyu soralım: " Amerikan sevgisini, buna açılan yol demek olan Hıristiyan-Yahudi aşkını topluma aşılayan, CIA'in desteklediği, yumuşak mesajlar veren, sahte din adamı ve görevli acaba kim olabilir?

Herşey, psikolojik savaş taktikleriyle örtülmesine rağmen her şey, aslında son derece apaçık bir 'çıplak hakikat' olarak önümüzde durmuyor mu? "Hıristiyanlar için 'cennete girecek' diyen, daha 1. körfez savaşında Saddam'ın güç bela attığı birkaç füzeden yaralanan İsrailli çocuklar için 'sabahlara kadar uyuyamadığını itiraf eden', İslam dünyası ve Müslüman kavramını 'böyle bir coğrafya yok. Kendi doğrularıyla yaşayan insanlar var' diyerek bir kalemde silip atan, İslam coğrafyasının işgali için bir tek ciddi kelime ederek itiraz etmek yerine ülkelerini savunan müslümanları 'terörist' olarak nitelendiren, daha da ötesinde tüm bu işleri kotaran ülkenin kucağında yatan "bir Rabbin aciz kuluna" işaret etmiyor mu?

Tam da bu noktada arştırmacı Aytunç Altındal'ın çok ses getiren şu satırları akla geliyor: "Papa bu yıl (1998 Şubat ayında) 'kilisenin bağrına bastığı gizli evladı' anlamına gelen 'in pectore' tarzıyla yani gizlice 20 kardinal atadı. Bu kardinallerden 18'inin kim olduğu isim isim biliniyor. Ancak iki tanesi, birisi Çin'de, diğeri Ortadoğu ülkelerinden birisinde bulunan iki kardinal açıklanmadı. Gizli tutuluyor."

Evet İslam'ı protestanlaştırma, siz bunu 'İslam'ı tüketme gayret ve saldırısı' olarak okuyabilirsiniz misyonunu üstlenmiş, bir büyük senaryo ile kitleler tarafından kabul görmüş, vazife ve önemine binaen himaye altına alınmış bu isim acaba kim? Vatikan'ın "Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıracağız ilk hedef Türkiye'dir" dediği bir ortamda, Papa'nın gizli kardinali acaba kim?

Sizce kim olabilir? Size iki ipucu : Papa'ya sunduğu mektupta., Papalık misyonunn bir parçası olarak acizane diyalog misyonuna katkıda bulunmak için görev talep eden ve Papa ya Vatikanda ölmeyi arzu ettiğini açıklayan kişi kimdi acaba? Ve Gülen in göstermelik yargılanıp sayesinde paçayı yırttığı Vatikanın Türkiye temsilcisi Maroviç ın, O şeriatı getirmez çünkü Muhammedun resulullah demeyen de cennetlıktır dedıği için biz onu çok seviyoruz diye bağrına basması yeterli delil oluşturmuyor mu?

Halil Sönmez

6fde2cc39c9348bd1a526e5973ba2b96.jpg
 
zaten bunlar oraya çocuklarını gonderen aileler oraya giden gençler bu ülkede bu insanları destekleyenler dünyada bu insanlara yardımcı olanlar bilmiyor ama bir siz biliyorsunuz...:durdurun

Biz biliyoruz, bilen biliyor, siz susuyorsunuz, he bir de yiyiyorsunuz.

Yapmıyorlar diyemezsiniz, inkarcı olursunuz bu yüzden farklı yerlere çekmeye çalışmak güzel tercih.
 
fetullah gülen (pınar) :D:D:D bir seytandır bi amerikan kopegidir actıgı okullarda tek amac kendine adam yetistirmektir yetistirilen cocukların beynni yıkanır kisiliksiz yapılır ezilir boylece dusunmeden soyleyen yapan bi insan yetistirilir

sen nerden biliyorsun şeytanlığı köpekliği sen biliyorsun biliyorsun şeytanlık nasıl olur köpeklik nası olur diye gerçekten adam yetiştiriyor olsa gerek gerek bunlar.seni yetiştirenler ne olarak yetiştirdiler acaba bu kadar hakaret ediyorsun.onlar adam yetiştirmiş seni yetiştirenlerde ne yetiştirmişler belli
 
Atatürk Deccal


Said–i Nursi’ye göre Atatürk Deccal’di

Yazılarımızın içinde ne zaman Said–i Nursi’den bahsetsek, bazı çevreler feci rahatsız oluyorlar. Hemen organize bir küfür ve hakaret kampanyasına girişiyorlar. Tabi bütün bu küfürlerin yanlarına kar kalmayacaklarını her halde biliyor olmaları lazım. Arka arkaya yazdığımız son iki yazıda, Kuvayı Milliye’ye çete denilmesinden ve düzenli bir orduda bulunan ahlak ve anlayışa sahip olmamalarından dem vuran Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin bu mantığını eleştirmiştik. Selim Tekeli adlı bir okurumuz, çok güzel bir tespitte bulundu gönderdiği mesajda.

Diyor ki Selim Bey: “Muharrem Bey, derin devlete, Kuvayı Milliye’ye karşı çıkan ve düzenli ordunun faziletlerini anlatan bu arkadaşlara bir sorun bakalım; madem düzenli ordunun ahlakını ve meziyetlerini övüyorlar, işte karşılarında sapına kadar düzenli bir Türk ordusu var. Bu ülkenin ordusu var. Hadi bakalım bu ülkenin düzenli ordusunu da savunsunlar.”


Selim Bey’in sorusunu ilgililere aynen aktarıyorum!
Gelelim konumuza.

Said–i Nursi’nin Kuvayı Milliye karşıtı tavrını belgeledikçe bazıları bir türlü kabul etmek istemiyor. Ne arşiv belgesine, ne kitaba ne başka bir dokümana itibar ediyorlar.
Sormak lazım: Madem Said–i Nursi, Kuvayı Milliye’ye bu kadar kucak açıyordu da, onun yolunu izleyen gazeteler neden habire Kuvvacılara hakaret ediyorlar?
Bazı Nurcu okurlarımız ise, Said–i Nursi ile Atatürk arasında hiçbir sorun olmadığını, buna örnek olarak TBMM’ye “hoşamedi” için çağrılmış olmasını örnek veriyorlar.
Bu konunun ayrıntılarını daha önce yazdığımız için tekrara girmeyeceğim. Ancak bazı saflar gerçekten böyle düşünüyor olabilir ama olayın gerçek boyutu tarih sayfalarında bütün açıklığı ile duruyor. Bugünden sonra devam edecek birkaç yazımızda Said–i Nursi ile ilgili pek gündeme getirilmeyen bazı gerçekleri aktarmak istiyorum.

Said–i Nursi bir çok lahikasında Atatürk’e “Deccal” diye hakaret ediyordu.
Deccal, İslami literatürde en ağır hakaret sayılan ifadelerden biridir. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. Deccalin ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülmüştür.
Deccal konusunda tarih boyunca ortaya atılan iddiaları gündeme getirecek değiliz. Ancak Said–i Nursi’nin şu satırlarını okuduğunuzda Deccal denilince kimin kastedildiğini çok iyi anlamış olacağız.

“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)

Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:
“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi
. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)

Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
“...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)

Saidi Nursi Atatürk’e açıkça Deccal diyor, Millet–i İslam’ı Protestan yapmak istediğinden bahsediyordu.
Oysa, Saidi Nursi’nin Deccal dediği Atatürk, İzmir Amerikan Koleji’nde misyoner faaliyette bulunuluyor diye bu okulu tamamen kapatmış, hayatta iken Bab–ı Ali’nin “Misyonerle Mücadele Teşkilatı” kurmasına destek vermiş, 3 Ocak 1922’de Meclis Başkanı iken yayınladığı bir muhtırada, İçişleri Bakanlığı’na çok sert çıkışarak, Amerikalıların Anadolu’da “Öksüzler Yurdu” altındaki yapılanma isteklerinin tamamen Hıristiyanlığı yaymak amacı taşıdığını vurgulayarak “bu talebin derhal reddedilmesini” istemişti.

Said Nursi ise risalelerinde “Müslüman İsevi” gibi, “Cihan Harbinde ölen Hıristiyanlar şehittir” gibi “Ermenilere valilik kaymakamlık görevi verilsin “gibi tuhaf ifadeler kullanıyor, Hıristiyanlara , “Müslüman olmak için dininizi tamamen terk etmeye gerek yok” şeklinde “İslami olmayan” fetvalar veriyordu.
Daha da ileri giderek risalelerinde nurculara “misyonerlerle ittifak edin!” çağrısında bulunuyordu.

Bu çağrıya uyan pek çok nurcu ise, Moda Presbiteryan Kilisesi Başpastörü Turgay Üçal gibi, Ankara Ostim Türk Dünyası Presbiteryen Kilisesi Başpastörü Yavuz Kapusuz gibi, Nurculıktan Hıristiyanlığa geçiyordu..
Sadi Nursi, Atatürk’e Deccal derken ve Atatürk’ün belkemiğini oluşturduğu Kuvva örgütlemesine karşı çıkarken, bugün onun peşinden gidenlerin tarihi gerçekleri ve “tarihi ayıpları “gizlemek çok komik bir savunmaya girmeleri hiç de yakışık kalmıyor.

Yukarıda verdiğimiz risalelerin bugünkü baskılarında yukarıdaki ifadeleri bulamayacaksınız.Çünkü risalelerin çoğunda olduğu gibi sansürlenmiş durumdalar.
Çok isteyen bize müracaat etsin.


kaynak:Muharrem Bayraktar
 
Biz biliyoruz, bilen biliyor, siz susuyorsunuz, he bir de yiyiyorsunuz.

Yapmıyorlar diyemezsiniz, inkarcı olursunuz bu yüzden farklı yerlere çekmeye çalışmak güzel tercih.

valla ben susumuyorum arkdaşım herseferinde içlerinden bu vatan ve millet için yanlış şeyler yapanlar var diyorum amacımda onlara gerekenleri demektir diyorum sizler bu insanları destekliyenlere farklı bir sınıfa soktuğunuz için ben ne yazarsam yazım anlamıcaksın anlmk istemiceksin..oyuzden bana laf deme once kendine soz geçir..
 
ırak da müslümanlar katledilirken orada askerlele savaşıyordum.olmadı burdan lanet yağdırıyordum mu?

Arkadaşım biz grupça IRAKA yanlış duymadın IRAKA Amerikan askerlerinin karşısına dikilmeye gittik ve dikldik.Bir arkadaşımız da Amerikan askeri tarafından tutuklandı.Bunları yaptığım halde coca cola-algida-nestle gibi markalarıda kullanmamı bekleme benden...

***ABD-Irak savaşında, gönlünün ABD'den yana olduğunu söyleyen Gülen, Irak'ın tepesine binlerce bomba yağar,Irak'lı çocuklar ölüp, aç ve açıkta kalırkan kılını kıpırdatmıyor; buna karşılık İsrail'e atılan bir iki bombadan sonra, İsrail'li çocuklar için ağlıyor; daha da ileri giderek; Hz Peygamberi rüyasında gördüğünü anlatıp, onun da gönlünün İsrail'den yana olduğunu söylüyor ve bu tutumuyla kimi şeriatçı dergileri bile isyan ettiriyordu.

***ALINTIDIR

Ayrıca kalbinin İsrailden olduğunu kasette değil 2003 Aksiyon dergisindeki söyleşide söylemiştir.Hatamdan dolayı herkesten özür dilerim.
 
Molla Said’in Mardin hayatında çok özel bir yeri olan, Ensari ailesinin önemli ve değerli simalarından biri de şüphesiz Abdülgani Beydir. Kaderin bir cilvesi olarak Bediüzzaman bu mübarek ailenin, değerli ferdi olan Abdülgani Beyle Ankara’da bir araya gelir.

“İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda Bediüzzaman da oradadır ve işgal kuvvetlerine karşı cesur mücadelelerde bulunur. Bediüzzaman’ın bu kahraman mücadelesini yakından takip eden Ankara hükümeti, o­nu dâvet eder. Önceleri ‘Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade, burayı daha tehlikeli görüyorum’ diyerek bu dâvete yanaşmasa da, ısrarlı teklifler üzerine 1922 yılı Kurban Bayramından bir hafta kadar evvel trenle Ankara’ya gider. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve milletvekilleri tarafından karşılanır. Zamanın Siverek Milletvekili Yüzbaşı Abdülgani Ensari ile Bediüzzaman arasında o günlere ait şöyle bir lâtife cereyan eder:

“3 Temmuz 1922 Perşembe günü Kurban Bayramı arefesinde Bediüzzaman, Ensari’ye: ‘Ensari! Yarın Said’in başını kesecekler’ der.

“Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve ‘Nasıl olur efendim?’ diye telâş eder.

“Bediüzzaman bu lâtifeyi o­na şu şe-kilde izah eder: ‘Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın kurban bayramıdır.”1

“Abdülgani Bey (Ensari, 1885, Mardin), Şeyh İsmail Efendi’nin oğludur. 23 Mayıs 1906’da Harbiye Mektebi aşiret sınıfına girdi ve 1 Temmuz 1909’da süvari teğmen rütbesiyle orduya katıldı. 30 Kasım 1911’de üsteğmen oldu; Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu cephesinde gösterdiği başarılarıyla gümüş muharebe liyakat madalyası aldı. 1 Mart 1918’de yüzbaşı oldu. Siverek jandarma komutanı iken Milli Mücadele’ye katıldı, Siverek milletvekili olarak 18 Ağustos 1920’de Meclis’e girdi. 16 Mayıs 1921’de Şeyh Sunusi refakatinde görev yapmak üzere üç ay izinli sayıldı. (Şeyh Sunusi, İttihatçıların Trablusgarb Savaşı sırasında ilişki kurdukları, Birinci Dünya Savaşı sırasında cihad ve Teşkilat-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında İstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan zâttır.) Abdülgani Efendi 6 Mart 1922’de Musul’da görevlendirildi. 2. dönemde Mardin milletvekili oldu, 30 Mart 1927’de emekliye ayrılarak Mardin’e döndü. 17 Eylül 1974’te öldü.”2

Abdülgani Bey, yörede Milli Mücadele karşıtı faaliyetlerin önlenmesinde etkili oldu. Bediüzzaman’ın Cumhuriyetin kuruluş döneminde yaşanan havayı yansıtan görüşlerini, Abdülgani Beyin aktardığı hatıralarından çok net bir şekilde öğrenebiliyoruz.

1970 yılında Mardin’e bir dâvâ takibi için gelen Nur’un avukatı Bekir Berk’le kalabalık bir cemaatin huzurunda Seyyid Ahmet Ensari’nin evinde görüşen Abdulgani Bey, Bediüzzaman’nın Mecliste M. Kemal’e namaz konusunda çok hiddetlendiğini, hatta daha ileri giderek iki parmağını gözlerine yönelttiğini, araya giren milletvekilleri sayesinde olayın yatıştırıldığını ve bu olaydan sonra kendisi ve diğer milletvekili arkadaşları ile beraber Bediüzzaman’a bir zarar gelme ihtimali karşısında endişe duyduklarını anlatır. Bu anekdotu hadiseyi bizzat dinleyen M. Derviş Nurdağ Beyden öğreniyoruz.
1973 yılında yine Abdülgani Beyi vefatından önce hasta haliyle ziyaret eden Abdülkadir Badıllı’nın tespit ettiği değerli hatıralara kulak verelim:

“Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’dan Ankara’ya ilk geldiği günlerde daha önceleri de birbirimizi tanıdığımız için, sık sık görüşüyorduk. Ankara’ya geldikten bir müddet sonra, mebusları namaza davet etti. Bir beyanname yazıp neşretmişti. Bu mevzuda Atatürk ile münakaşaları esnasında ben hazır idim. Atatürk’ün hiddetli bağırmasına karşı, Bediüzzaman daha çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde bağırarak, o­na karşı namazı ve İslâm şeairini müdafaa etti. Münakaşanın tam ortasında, yani ikisi karşılıklı sert konuşurlarken; Sultan Abdülhamid’in meşhur müezzini Hafız Hüseyin Efendi meclis mescidinde ‘Allahu Ekber Allahû Ekber’ diye Ezan-ı Muhammediye’ye başlar başlamaz, Bediüzzaman o şiddetli münakaşayı dakikasında bırakarak, namaz yerine koştu.”
Yine Abdülgani Ensari der ki:

“Bir gün Üstâd Hazretleri bana dedi ki: ‘Ey Ensari! Ben senin ceddin olan Ebâ Eyyûbe’l-Ensârî’nin yanından müsellah olarak gelmiştim.’

“Dedim: ‘Seyda o hangi silahtır?’

“Dedi: ‘O silah Kur’ân’dır.’”

Yine merhum Abdülgani Ensari hatıralarına devamla demişti ki:

“Paşalar, kumandanlar ve meb’uslar Atatürk’ün karşısında değil sertçe konuşmak, belki bazıları titrerlerken; Üstâd Hazretleri ise, bir çocuğu azarlar gibi o­nu azarlardı.”

Abdülgani Ensari başka bir hatırasını da şöyle anlatmıştı:

M. Kemal Paşa, heykelini yaptırmaya ilk teşebbüs ettiği sıralarda, Üstad Hazretleri o­na hitaben uzun bir mektup yazdı ve Paşa’nın yâverine verdi, M. Kemal Paşa’ya vermesini söyledi. O mektubu ben de görmüş ve çok korkmuştum. Hatırımda kalan birkaç cümlesi şöyle idi:

‘Nasıl ki mestûr olduğu zaman, sair insan ve mahlûkat görmezler. Amma eğer insan avret yerini açar, dolaşırsa; o zaman herkese maskara olur. Aynen öyle de, bu sanem ve heykel dahi, âlem-i İslâm’ın bin seneden beri bayraktarlığını yapmış bu milleti temsil etmediği gibi, gayet ahmak ve divane birisinin avret yerini açarak halka teşhir eder misüllü bir hamakat ve maskaralıktır. Bu millet için yapılacak heykel; yol, köprü, mektep vesâire gibi hizmetlerdir.’”

Merhum Abdülgani Ensari, bir başka hatırasını da şöyle anlatır:

“O sıralarda Şeyh Sunusi de Ankara’ya gelmişti. Ben o­nunla da dostluk kurmuştum. Bir akşam evime götürdüm. Dolayısıyla o akşam Üstad’ın sohbetinde bulunamadım. Sair zamanlarımda mutlaka Üstad’ın sohbetlerinde bulunurdum. Sabahleyin beni gördü, ‘Ensari!’ dedi, ‘Sizin Mardin tüccarları nereye ticaret yaparlar ve yüzde kaç kazanırlar?’

“Dedim: ‘Efendim, ekseriyâ Bağdat’a gider gelirler ve yüzde ancak o­n beş kadar kâr ederler...

“Dedi: ‘Peki yüzde yüz kârlı bir ticaret olan ve sana çok daha yakın dün akşamki ticareti niye yapmadın?’

“Dedim: ‘Seyda, dün akşam misafirim Şeyh Sunusi idi, o­nun için gelemedim.

“Dedi: ‘Neden o­nu da mahrum bıraktın?’”

Son olarak, yine Abdülgani Ensari Efendi, bir başka hatırasını da şöyle anlatmıştır:

“Üstad Hazretleri’nin Ankara’dan ayrılacağı yakın günlerde, bir gece rüyamda gördüm ki: ‘Peygamber Efendimiz (asm) sahabe ve yârânı ile birlikte, tam Meclis’in üstünden göğe doğru uçarak yükselip gittiler! Tâ, kayboluncaya kadar gittiler. Ben sabahleyin rüyamı Üstâd Hazretlerine hikâye ettim. Çok üzüldü, müteessir oldu. Epey düşündü, sonra bana dedi: ‘Ey Ensari! Bu rüya işaret ediyor ki; artık sizin meclisinizde iman nuru, maneviyat ve ruhaniyyat tesiri uçtu gitti…’”3


Dipnotlar:
1-Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.N., s. 258
2-Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, Tarih Vakfı Yay, s.240
3-Bediüzzaman Said Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s. 572-573
 
“Bediüzzaman bu lâtifeyi o­na şu şe-kilde izah eder: ‘Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın kurban bayramıdır.”1

Vay be ne adammışta sattığı yandaşlarının ölümünü bayram olarak tanımlıyor..

Ayrıca ne alakysa bunu yapıştırmışsın ama bende yapıştıryım bakayım i metin ama tamamen ülkücü dost MUHARREM BAYRAKTAR dan alıntıdır :

Said–i Nursi bir çok lahikasında Atatürk’e “Deccal” diye hakaret ediyordu. Deccal, İslami literatürde en ağır hakaret sayılan ifadelerden biridir. Yazılarımızın içinde ne zaman Said–i Nursi’den bahsetsek, bazı çevreler feci rahatsız oluyorlar. Hemen organize bir küfür ve hakaret kampanyasına girişiyorlar.

Tabi bütün bu küfürlerin yanlarına kar kalmayacaklarını her halde biliyor olmaları lazım. Arka arkaya yazdığımız son iki yazıda, Kuvayı Milliye’ye çete denilmesinden ve düzenli bir orduda bulunan ahlak ve anlayışa sahip olmamalarından dem vuran Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin bu mantığını eleştirmiştik. Selim Tekeli adlı bir okurumuz, çok güzel bir tespitte bulundu gönderdiği mesajda.

Diyor ki Selim Bey: “Muharrem Bey, derin devlete, Kuvayı Milliye’ye karşı çıkan ve düzenli ordunun faziletlerini anlatan bu arkadaşlara bir sorun bakalım; madem düzenli ordunun ahlakını ve meziyetlerini övüyorlar, işte karşılarında sapına kadar düzenli bir Türk ordusu var. Bu ülkenin ordusu var. Hadi bakalım bu ülkenin düzenli ordusunu da savunsunlar.” Selim Bey’in sorusunu ilgililere aynen aktarıyorum!......


Gelelim konumuza.

Said–i Nursi’nin Kuvayı Milliye karşıtı tavrını belgeledikçe bazıları bir türlü kabul etmek istemiyor. Ne arşiv belgesine, ne kitaba ne başka bir dokümana itibar ediyorlar.

Sormak lazım: Madem Said–i Nursi, Kuvayı Milliye’ye bu kadar kucak açıyordu da, onun yolunu izleyen gazeteler neden habire Kuvvacılara hakaret ediyorlar?

Bazı Nurcu okurlarımız ise, Said–i Nursi ile Atatürk arasında hiçbir sorun olmadığını, buna örnek olarak TBMM’ye “hoşamedi” için çağrılmış olmasını örnek veriyorlar.

Bu konunun ayrıntılarını daha önce yazdığımız için tekrara girmeyeceğim. Ancak bazı saflar gerçekten böyle düşünüyor olabilir ama olayın gerçek boyutu tarih sayfalarında bütün açıklığı ile duruyor. Bugünden sonra devam edecek birkaç yazımızda Said–i Nursi ile ilgili pek gündeme getirilmeyen bazı gerçekleri aktarmak istiyorum.

Said–i Nursi bir çok lahikasında Atatürk’e “Deccal” diye hakaret ediyordu.

Deccal, İslami literatürde en ağır hakaret sayılan ifadelerden biridir. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. Deccalin ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülmüştür.

Deccal konusunda tarih boyunca ortaya atılan iddiaları gündeme getirecek değiliz. Ancak Said–i Nursi’nin şu satırlarını okuduğunuzda Deccal denilince kimin kastedildiğini çok iyi anlamış olacağız.

“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)

Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:

“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)

Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
“...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)

Saidi Nursi Atatürk’e açıkça Deccal diyor, Millet–i İslam’ı Protestan yapmak istediğinden bahsediyordu.

Oysa, Saidi Nursi’nin Deccal dediği Atatürk, İzmir Amerikan Koleji’nde misyoner faaliyette bulunuluyor diye bu okulu tamamen kapatmış, hayatta iken Bab–ı Ali’nin “Misyonerle Mücadele Teşkilatı” kurmasına destek vermiş, 3 Ocak 1922’de Meclis Başkanı iken yayınladığı bir muhtırada, İçişleri Bakanlığı’na çok sert çıkışarak, Amerikalıların Anadolu’da “Öksüzler Yurdu” altındaki yapılanma isteklerinin tamamen Hıristiyanlığı yaymak amacı taşıdığını vurgulayarak “bu talebin derhal reddedilmesini” istemişti.

Said Nursi ise risalelerinde “Müslüman İsevi” gibi, “Cihan Harbinde ölen Hıristiyanlar şehittir” gibi “Ermenilere valilik kaymakamlık görevi verilsin “gibi tuhaf ifadeler kullanıyor, Hıristiyanlara , “Müslüman olmak için dininizi tamamen terk etmeye gerek yok” şeklinde “İslami olmayan” fetvalar veriyordu. Daha da ileri giderek risalelerinde nurculara “misyonerlerle ittifak edin!” çağrısında bulunuyordu.

Bu çağrıya uyan pek çok nurcu ise, Moda Presbiteryan Kilisesi Başpastörü Turgay Üçal gibi, Ankara Ostim Türk Dünyası Presbiteryen Kilisesi Başpastörü Yavuz Kapusuz gibi, Nurculıktan Hıristiyanlığa geçiyordu..

Sadi Nursi, Atatürk’e Deccal derken ve Atatürk’ün belkemiğini oluşturduğu Kuvva örgütlemesine karşı çıkarken, bugün onun peşinden gidenlerin tarihi gerçekleri ve “tarihi ayıpları “gizlemek çok komik bir savunmaya girmeleri hiç de yakışık kalmıyor.

Yukarıda verdiğimiz risalelerin bugünkü baskılarında yukarıdaki ifadeleri bulamayacaksınız.Çünkü risalelerin çoğunda olduğu gibi sansürlenmiş durumdalar.
Çok isteyen bize müracaat etsin.

MUHARREM BAYRAKTAR
 
Said Nursi Bediüzzaman Hazretleri nin yaptıkları da malum şahsın yaptıkları da belli.Said Nursi Hazretleri'nin görüşü de belli malum şahsınki de.

O yüzden senin yazını bu miyara göre değerlendirirsek Bediüzzaman Hazretlerinin ne demek istediği ve hakkaniyeti anlaşılır
 
“Paşalar, kumandanlar ve meb’uslar Atatürk’ün karşısında değil sertçe konuşmak, belki bazıları titrerlerken; Üstâd Hazretleri ise, bir çocuğu azarlar gibi o­nu azarlardı.”
:saskin:saskin:saskin:saskin:saskin:saskin

BU COOK KOMİK....
ATATÜRK ÜN KAREKTERİ "SAVAŞ ALANINDAN KAÇAN TÜRK ASKERİNE ; BEN SİZE SAVAŞMAYI DEĞİL ÖLMEYİ EMREDİYOR DİYECEK KADAR GÖZÜ KARA ;Türk Bayrağıyla , Elma dağına çıkacaım Orada tekbaşıma son kursunuma kadar Düşmanla çarpışacagım.Sonra Bu Mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım.Bu Bayrak kanımı sindire sindire içerken bende hayata veda edeceğim. diyecek kadar VATANINI SEVEN.."
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Saidi Kürdi(Nursi), kimlerle aynı yolun yolcusu olduğunu, “Divan-ı Harbi Örfi, İki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi” adlı kitabında şu şekilde ifade ediyordu: “Seleflerim; Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi…”
Kürt Said’in, “seleflerim” dediği isimlerden Ali Suavi, Cemalettin-i Efgani(Afgani) ve Muhammed Abduh’un üst derece masonlardan olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki; Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan koparmak için İngilizler tarafından görevlendirilmiş birer işbirlikçidir.
Kahire’deki “Şark’ın Yıldızı Locası”na 7 Temmuz 1868’de 1355 numarayla girmiş olan Efgani; 1869 yılında, peygamberliğin aslında bir “sanat” ve “meslek” olduğunu iddia etmiş ve Osmanlı ulemasının ayaklanmasına neden olmuştu. Bu yüzden Osmanlı tarafından sınırdışı edildi.
Bizzat İngiliz belgelerine göre; Cemaleddin Efgani(Afgani), “Tanrıya inanma” şartı koşan İskoç mason locasına üye iken, buradan “Tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da Tanrı tanımazlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na girmiştir. Efgani, aynı zamanda Kahire Mason Locası’nı da kurmuş ve oranın büyük üstadı olmuştur.
Saidi Nursi’nin selefleri olan Efgani ve Abduh’un masonluğuna dair ayrıntılı bilgi için, 1960’ta Fransa’da basılan “Les Francs Macons” adlı kitaba bakabilirsiniz. İşte bu kitaptan kısa bir alıntı:
“Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani(Afgani) ve ondan sonra da Muhammed Abduh getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler.”
Padişah II.Abdülhamit’in, gerçek niyetini çok iyi bildiği ve “İngiliz işbirlikçisi bir maskara” olarak tanımladığı Efgani, 1897 yılında öldüğünde İstanbul Maçka’daki Şeyhler Mezarlığı’na defnedilir. Mezarı, 1926 yılında, Charles Cron adlı esrarengiz bir Amerikalı yahudi tarafından yaptırılmıştır. Afganistan hükümetinin isteği üzerine kemikleri 1944’te Kabil’e gönderilir.
Efgani’nin talebesi ve kürt Said’in diğer bir selefi olan mason Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu. Bakın İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer, Abduh için neler söylüyor: “Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği, Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları, Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar.”
Ne ilginç değil mi? Avrupalılar ve Amerikalılar, daha önce Muhammed Abduh için söylediklerini, bugün de onun halefleri olan Saidi Nursi ve Fethullah Gülen için söylüyorlar!..
Saidi Kürdi’yi, “Mason ve Komünist kadar tehlikeli” olarak tanımlayan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Abduh için de şunları söylemiştir: “Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e sokan odur.”
Abduh, Osmanlı’ya karşı Arabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü üstlenerek, Mısır’ın 1882 yılında İngilizler tarafından işgal edilmesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu isyanlarda, Efgani’nin üstadlığını yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği içerisinde faaliyette bulunuyorlardı.
Saidi Nursi, Mardin’de Cemaleddin Efgani’nin talebesiyle görüşmüş ve -kendi tabiriyle- “siyasette muktesit mesleği ondan öğrenmiş”tir. Heralde bu yüzden olsa gerek, “Emirdağ Lahikası” sayfa 139’da ve Lemalar’ının 20.Lemasında, Osmanlı Devleti’ni parçalamak için uğraş veren “misyonerlerle ve Hıristiyan ruhanileriyle ittifak” önermiştir... Ne de olsa selefleri de öyle yapmışlardı!..
Saidi Kürdi, hasta yatağındayken, kendisini ziyarete gelen Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat’a şunları söylemiştir: “Ben, biraderi azamım, erkemim Şeyh Sait efendinin öcünü alacağım, aldım!”
Saidi Nursi’nin, “öcünü aldım” dediği Şeyh Sait , bildiğiniz gibi “Bağımsız Kürt İslam Devleti” kurmak için silahlı adamlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanarak, Türk askerine kurşun sıkan ve “Bir Türk öldürmek, yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür!” diyen bir İngiliz işbirlikçisinden başka bir şey değildi.
 
Said Nursi Bediüzzaman Hazretleri nin yaptıkları da malum şahsın yaptıkları da belli.Said Nursi Hazretleri'nin görüşü de belli malum şahsınki de.

O yüzden senin yazını bu miyara göre değerlendirirsek Bediüzzaman Hazretlerinin ne demek istediği ve hakkaniyeti anlaşılır

bediüzzaman hazretleriymiş, peh

şu adamın bile peşinden gidenler var hemde hazreti diyecek kadar.

milleti kandırmak hora geçiyor gerçekten, milleti kandırır yalanla dolanla uyutursan baş tacı olup, hazretleri ünvanını bile alırsın. kolay iş aslında :vur
 
Benim dediğime komik demişsin seninki traji komik

M.Kemal,devrinde tek adam olmuş.Tıpkı Stalin,Mussolini ve Hitler gibi.Elbette ki askerler,mebuslar vb karşısında titrerdi.Çünkü şimdiki taassubun tohumları o dönem atılmış malum şahıs Firavun gibi-tabiri caizse-yarı ilah ilan edilmiştir.Bu o dönemki aydınların şiirleri yazıları vb ile sabittir.

Eğer Said Nursi mason olanlara selefim deseydi mason Ord.Prof.Sıddık Sami Onar c.başkanını halk seçsin görüşüne şu cevabı vermezdi:''Eğer c.başkanını halk seçerse ya Said Nursi yi seçer yahud onun gösterdiği adamı''

M.Sabri Efendi den misal getirmişsin Said Nursi için.Aynı zatın malum şahıs için görüşlerini de yazsana mason İttihadçılarla Kemalistlerin kardeş olduğunu yazdığını(bkz:Hilafetin İlgasının Arka Planı),M.Kemal devrinde sürgüne Mısır'a gönderildiğini yazsana.Kaldı ki senin güya M.Sabri Efendi ye Said Nursi Hz.leri içn istinad ettiğin sözü kimin söylediğini mason sitelerini gezsen anlarsın.

Şeyh Said'in öcünü ancak kafatasçı adamlar bağımsız Kürd devleti adımları olarak görür.Kaldı ki Şeyh Said'in Piran dan güneye inmemiştir.Bu yüzden İngilizlerin güdümünde olmadığı açığa çıkar.Ama ancak İngilizler memleketi ele geçirseydi yapılacak olan HİLAFETİN İLGASI,ŞERİ KANUNLARIN İLGASI,KILIK KIYAFETİN VE YAZININ DEĞİŞTİRİLMESİ gibi eylemleri yapanlara ses çıkmaz da kalsaydı ülkesinde iç savaş riskinin belirmesi kuvvetle muhtemel olan Sultan Vahideddin'e hain derler.

Elbet mahkeme i kübra olacak hak sahibi hakkını alacak.Hem mezardan önce hem mezardan sonra

''Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz."(Tevbe:32)
 
M.Kemal,devrinde tek adam olmuş.Tıpkı Stalin,Mussolini ve Hitler gibi.Elbette ki askerler,mebuslar vb karşısında titrerdi.Çünkü şimdiki taassubun tohumları o dönem atılmış malum şahıs Firavun gibi-tabiri caizse-yarı ilah ilan edilmiştir.Bu o dönemki aydınların şiirleri yazıları vb ile sabittir.

bütün osmanlı padişahları halifeler, sultanlar hepsi devrine tek adam olmustur.

Atatürk halkın destegini arkasına alarak tek adam olmuştur bunu unutma asla.

senin avatarında ki Fatih Sultan Mehmet ve diger tüm padişahlarda senin tabirinle "Firavun gibi-tabiri caizse-yarı ilah ilan edilmiştir" çünkü agızlarından cıkan tek sözle milletin kellesini aldırırlardı.el etek öptüren padişahlardır, önünde diz çöktürten halkı padişahlardır, istedigi durum hakkında istedigi şekilde şeyhül islama fetva cıkartan yani bir nevi halkın inancını kullananlar yine padişahlardır.tabiki bütün padişahlar degil ama cogu boyle.ama niyeyse padişahlar oldukları dönemlerde Atatürk'ün oldugu dönemdeki otoritesinden daha guclu olmalarına ragmen onlara laf etmezsin.

sen sadece işine gelenlere işine geldigi gibi yorum yaparsın.

dedim ya yılan takip etmeye çalışsa belini kırar
 
neb yine Atatürk şöyle kötüydü böyle kötüydü başlamışın, kendinden başkasını kandıramadığını bilmende fayda var.yazdıklarını okudukça üzülüyorum, Atatürk bu ülkeyi kimlere emanet etmiş diye düşünüyorumda, çıkıp bi de üstad hazretleri demez mi?

“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)

efendimiz dediğinin laflarına bakıp hizaya geliyoruz!!!
böyle şarlatanları takip edenlere acıyorum sadece
 
Hem sahte Dinci hem sahte Atatürkçü ye çok örnek var.

Dinimizi başka milletleri taklit etmek olarak bilirler, dini kendi amaçları doğrultusunda yayanlara inanırlar.

Sonra Atatürk iyi bir asker ama.... sözleri ile devam eden cümleler. Zora gelince ya ben aslında Atatürk ü seviyormuşum diyen dönmeler. Sizin için hayırlısı düşün bu ülkenin yakasından..

Ayrıca teşekkürler Ŧ ℓ ε ŧ ¢ ħ
 
Ya Kardesim Atatürkü Sevmeyen Onun İlkelerine Uymayan Nasıl Bu Ülkeyi Sever ? Severse Ne Kadar Gerçek Olabilir ?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst