Fetullah Gülen’in Atatürk Düşmanlığı

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
turkcigit

seviyeyi düşürme tekrar uyarmayacağım

üyelere hakaret etmeden yorum yapabilmeyi öğrenen gerekli
 
forumda Atatürk'e ve başka sahsiyetlere hakaret içeren tüm yorumları kınıyorum.
kırıcı olmayan tartışma seviyesini bozmayan yorumlar dileğiyle...........
 
Şeyh Sait Efendi'nin hayatını (öcünü) alacağım, aldım (saidi nursi)

"Ben biraderi azamım, ekremim Şeyh Sait Efendi'nin hayatını (öcünü) alacağım, aldım".
(saidi nursi bu sözleri bölücülük yaparak vatana ihanet eden şeyh sait in torununa (Abdülmelik Fırat'a) söylemiştir.

Dünya üzerindeki belli başlı tüm tarikatlar gibi, Nurculukta İngiliz "Müstemlekeler Nazırlığı'nın, İngiliz istihbarat örgütlerinin ve onların adeta taşeron örgütü gibi faaliyetlerde bulunan teşkilatların mahsulüydü. Bu tarikatların önce gelenlerinin yani Kürt Said ve türevlerinin, Allah'tan geldiğini iddia ettikleri kerametleri de bu istihbarat teşkilatlarının senaryolarıydı. Kürt Said ve onun gölgelerinin kerametlerine baktığımızda İncil ve Tevrat çıkışlı olduğunu buradaki hikâyelerden devşirildiğini görüyorduk.


Teşkilat-ı Mahsusa

Kürt Said, İngilizlerden aldığı desteklerin ardından ülkede ayrılık tohumları attıktan, sonra "Teşkilatı Mahsusa'ya da mason dostlarının yardımı ile giriyordu.



Kürt Said'in Teşkilatı Mahsusa'ya katıldığını Cemal Kutay açıkladığı zaman Nurcular, ayaklanmış ve yalanlamışlardı. Oysa, Nurcuların önde gelen isimlerinden Necmeddin Şahiner, "Bediüzzaman Said Nursi" adlı Yeni Asya yayınlarından çıkan kitabının, 130. sayfasında; "Bediüzzaman da katıldı" başlığı altında, "Said Nursi de Teşkilatı Mahsusa'da vazifeli idi" diyordu.


Yine, Yeni Asya yayınlarından çıkan Ahmet Şahin'in "İslam Büyükleri" adlı kitabının 250. Sayfasında Kürt Said'in Teşkilat-ı Mahsusa" ile tanışması şöyle aktarılıyordu:


"1918 baharında insan idrakini hayrete bırakan bir cesaretle Kosturma'dan kaçan Bediüzzaman, bilmediği yollardan, dağlık bölge ve düşman arazilerinden geçerek Leningrad'a, oradan da Almanya'ya gelir. Berlin'deki Adlon Oteli'nde iki ay müddetle kalarak Teşkilat-ı Mahsusa ileri gelenleri ile görüşür..."


Kitapta Kürt Said'in iki buçuk sene aç bi ilaç esir kaldığı vurgulanıyordu. Ancak bu denli zor şartlarda esir kalan birinin Almanya'nın en lüks otellerinde iki ay kalacak parayı nereden bulduğu her nedense belirtilmiyordu.


Kürt Said'in "Seleflerim" dediği Kemal Bey, mason üstadlardardan Celil Layiktez'in "Türkiye'de Masonluk Tarihi" adlı kitabının 1. Cildinde; İttihat ve Terakki ile mason Localarının giriş törenlerinin birbirine benzediğini, İT mensuplarının çoğunun mason olduğunu anlatan açıklamalarında "Kemal Bey'in binbaşı ve mason olduğunu görüyorduk.


Yarı deli de olan Said-i Kürdi, Kurtuluş Savaşı sırasında insanlarımızı sırtından vuran Kürt Teali Cemiyetinin 3 numaralı kurucusudur. Yine Kürt Neşri Maarif Cemiyetinin kurucuları arasındadır. Sultan Abdülhamit, onu bu zararlı faaliyetlerinden dolayı önce tımarhaneye sonra da hapse göndermiştir.

Said-i Kürdi hasta yatağındayken, Şeyh Sait'in torunu bir zamanlar Doğru Yol partisinden milletvekili olan Abdülmelik Fırat'a şunları söylemiştir:

"Ben biraderi azamım, ekremim Şeyh Sait Efendi'nin hayatını (öcünü) alacağım, aldım".



Bu ihanet dolu sözlerden kolayca anlaşılacağı üzere Başta 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Cemal Kutay ve Fetullah Gülen gibi kişilerce "Büyük bir din âlimi" olarak insanlarımıza yutturulmaya çalışılan Said'in aslında İngiliz ajanlarının kullandığı, ülkemizin doğusunu bölmek ideallerini taşıyan bir piyon olduğu açıktır.


Said-i Kürdi namı diğer Said-i Nursi'nin intikamını almak istediği Şeyh Sait, bilindiği gibi Kurtuluş Savaşına katılmayan, bu dönemleri Türk askeri ve devletine yapacağı ihanetlerin planlarını tasarlamakla meşgul olarak geçiren bir haindi. Bu hainliğinin cezasını da asılarak ödedi.


O günleri hatırlarsak; Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda Lozan'da Musul hakkında yapılan görüşmeler anlaşmazlık sonucu çıkmaza girmiş, bunun üzerine seri toplantılar düzenlenmeye başlanmıştı. Haliç Konferansı'ndan ve Cenevre'deki toplantılardan bir sonuç alınamıyor ancak Türk delegeleri tezlerimizi şiddetle savunuyorlardı.



Macar, Belçikalı ve İsveçli temsilcilerin konuyu görüşmeleri için komisyon kurulmasına karar verilmiş, 30 Eylül 1924 tarihinde de komisyon kurulmuştu.



Musul'u egemenliklerinden kaptırmak istemeyen İngilizler yeni bir oyun tezgahlıyor, komisyonun kurulması kararının alındığı günlerde yani 12 Eylül 1924 tarihinde İngilizlerin desteğinde Nasturi ayaklanması başlıyor, komisyon kurulmadan iki gün önce de isyan bastırılıyordu.



Nasturi ayaklanmasının ardından Kürt Said'in, "Birader'i azamım, ekremim" diye lanse ettiği Şeyh Sait ayaklanması başlıyordu. Bu ayaklanmaları bastırmak için gücümüzü harcarken, Musul'u İngilizlere terk etmek zorunda kalıyorduk.



İngilizler zaferlerini şu açıklamaları ile izah ediyorlardı.

"Tarihte yalnız İngiliz İmparatorluğu ayrılıkçı güçlere, kendisini uydurarak kendi yapısını koruma hünerini gösterebilmiştir..."



Şeyh Sait, Musul görüşmeleri sürerken İngilizlerden aldığı destekle "Din elden gidiyor" maskesiyle Kürt devleti kurmak için isyan etmiş, isyanın sonucunda bacanağı Binbaşı Kasım tarafından yakalanarak adalete teslim edilmiştir.


Şeyh Sait ayaklanma sırasında bacanağı Binbaşı Kasım'a

"Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten daha üstündür"
diyor, Bacanağı da tanıklık yaptığı mahkeme de bu sözleri onun yüzüne karşı anlatıyor ve zabıtlara geçiriyordu:

"İşittiğim odur ki, şeyh Sait, din için kıyam farz oldu demiş. Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvuru öldürmekten daha üstündür" demişti."



Şeyh Sait'in duruşmasında Savcı ile aralarında geçen konuşmalardan Kurtuluş Savaşı sırasında Şeyh Sait ve takımının dinlenip yığınak yaparak sürekli güçlendiği, Türk ordusunun yorgun ve zayıf anını kolladığı da ortaya çıkıyordu:


" ...Bu kıyamınızı vacip görüyorsunuz. Küffar İslam beldelerini çiğnerken cihat nedir?

O da cihattır... farzdır!..


Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız dört bin kişi ile neden Yunan üzerine yürümediniz?


O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktu. O zaman biz çok perişandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan muharebesinde hazırlandık, istemediler. Bu muharebede göçmendik, yoksulduk."


Kurtuluş Savaşımızda Yunan'a kurşun atmak için vakit bulamayan Şeyh Sait ve ardındakiler, İngilizlerden çil çil altınları alınca Türk askerini sırtından vurarak, ayaklanıyor, yüzlerce asker ve sivil insanın hayatıyla da oynuyorlar, Musul'un İngilizlerin eline geçmesine de sebep oluyorlardı. Şeyh Sait suçu sabit görülerek idam ediliyordu.


Yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, "İslam'da Mezhepler, Tarikatlar ve Dini Akımlar" adlı kitabında Kürt Said de övülenler arasında yer alıyordu. İşte Emniyet'in gözüyle Kürt Said:


"(1873-1960) Bitlis'in Hizan kasabasına bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Küçük yaşta klasik medrese eğitimine başlayan Said Nursi, kısa bir sürede bu eğitimini tamamlamış ve ilme olan iştiyaki sebebiyle, meşhur âlimlerle temas kurabilmek amacıyla çeşitli illerde seyahatlerde bulunmuş ve bu sayede etrafında tanınmaya başlamıştır.

Hareketli yapısı itibarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Said Nursi, kısa zamanda elde ettiği dini ilimler alanındaki bilgi birikimi ile kendisini kabul ettirmiş ve bu çevrelerce "Zamanın iyisi" anlamına gelen "Bediüzzaman" lakabı ile anılmaya başlamıştır..."


İstihbarat Dünyasının Gülü


Eski Almancı Kürt Said Soğuk Savaşta Amerikancı oluyordu. İngiliz istihbaratının emrindeyken Rusların kazanacağını tahmin edip Ruslara esir(!?) düşen Kürt Said, Ruslar yenilince soluğu Almanya'da alıyor, iki ay boyunca burada en lüks otellerde kalıyordu.


Cengiz Özakıncı, "Yeni Osmanlı Tuzağı" adlı kitabında bu durumu Nurcu yayınları referans göstererek şöyle anlatıyordu:


"Türkiye, Rusya'yı din kartıyla kuşatıp yıkmaya yönelen Amerika'nın buyruğuna girer girmez, o güne dek sesleri pek çıkmayan eski alman cihatcısı, Osmanlıcı, Hilafetçi, takım ortaya çıkıp bu kez Amerika'yı alkışlamaya ve Amerikan buyruğu ile Dünya İslam Birliği düşüncesini yaymaya başlamıştı. Bunlardan biri olan Said-i Nursi, Alman işbirlikçisi olduğu yıllarda, "Türk-Alman, Alman-Türk, tarih boyunca kadim dosttular. Türkler Alman dostluğuna sadakatta çok hassasiyet gösterirler..." demişken, ikinci dünya savaşından sonra Amerikancı kesilerek şöyle konuşuyordu:



"Amerika gibi, din lehindeki ciddi çalışan muazzam bir devleti, kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslamiyetle olabilir...



Eskiden Hıristiyan devletler bu İttihad-ı İslam'a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'an'a ve İttihad-ı İslam'a (İslam Birliği) taraftar olmaya mecburdurlar..."

Gülen ve İstihbarat


Gülen, Gazi olaylarının patlak vereceğini gösteren istihbarat raporunun aylar önce kendisine verildiğini, kendinin de bunu devletin başındaki insanın en yakınına 1,5 ay önce verdiğini söylüyordu. Gülen'in bu konuşması insanın aklına "istihbarat örgütleri kendine mi bağlı, istihbarat örgütleri niye Başbakan, Cumhurbaşkanı dururken raporlarını Gülen'e verirler?.." sorusunu getiriyor.



Hadi diyelim "Hıyararşi" bizim bilemediğimiz(!) şekilde işliyor, raporu Gülen'den öğrenen devletin başındaki kişiler niye tedbir almadılar. Gülen açıklamasında, bu olayın ardında Almanların ve Apo'nun olduğunu iddia ederde, bu olaylara seyirci kalan devlet görevlileri de bu durumda onların işbirlikçisi olmaz mı?... Neyse Biz Gülen'i izleyelim:



"Burada istihbari raporlara dayanarak, demeye mezun muyum, değil miyim bir hususun kapağını açacağım. Burada bir ukalâlığımı da arz etmeme müsaade eder misiniz? Bunca böyle bu işlerde saçlarını ağartmış adamların ukalâlığı olabilir. Ben iyi bir insan değilim.



Gaziosmanpaşa hadiseleri olmadan evvel, Türkiye'nin her yerinde böyle bir patlama olacağını 1,5 ay evvel ben devletin başındaki insanın en yakınına verdim. Türkiye'de bir şeyler planlanıyor, raporu okuyun, bana bir dostum verdi bunu... Aleviliği oyuna getirmek istiyorlar. Türkiye'de bir kısım alevi ocak ve bucaklarını kundaklayacaklar. Avrupa'da bu iş için çıkardıkları mecmualar var. 1,5 ay önce bunu raporu verdim... 30-40 sayfalık bir rapor.


Alevilerden bazı yerleri vuracaklar ve Sünniler bizi vurdu diye Alevileri ayaklandıracaklar. Verdim ve bekledim. Devletin başındaki insanlar bu fitneyi önlemek için çare ararlar... Sora hata ettiği mi anladım..."


Gülen son günlerde yandaş gazetecilerine yaptığı açıklamalarda yine İstihbari bilgiler aldığını Türkiye'de yeni olaylar olacağını anlatıyordu:

Emekli vaiz Gülen'in istihbarat tecrübelerinin anlaşılmasında Mısıroğlu'nun anıları yararlı olacaktır.

Nakşibendi tarikatına yakınlığı ile bilinen Kadir Mısıroğlu'nun kaleme aldığı "Gurbet İçinde Gurbet" adlı kitabının 190. sayfasında, Hilmi Türkmen'den şunları naklediyordu:

"... O zaman İzmir'in Kestanepazarı'ndaki Kur'an-ı Kerim Kursu'nun idarecilerini tanıyordum. O'nu çocuk okutmak üzere oraya yerleştirdim. Beş on gün sonra halini hatırını sormak için oraya uğradığımda, başbaşa bir kimseyle fiskos ettiğine rast geldim. Konuştuğu adam, beni görünce yaydan çıkmış bir ok gibi fırlayıp kaçtı. Kendisine; "Bu kimdir" diye sorduğumda "Bir talebe velisi!.." diye cevap verdi.

Bu söz doğru değildi. Tahkikatım da onu göstermiştir. Bu adam, böyle bir karşılaşmadan beş-altı ay evvel bana müftülük makamına gelmiş ve MİT'ci hüviyetini gösterdikten sonra, benimle açıkça bir meseleyi konuşmak istediğini söylemişti. Söylediği söz şuydu:

"Bizim teşkilat (MİT'i kastediyor) Müslümanların M. Kemal Paşa'ya menfi bir tavır almasından rahatsızdır. İstiyoruz ki, bu münafereti giderelim. Sen, en büyük dini cemaatlerden biri olan Süleymancı cemaati içinde söz sahibi bir kimsesin. Sizin cemaatte M. Kemal Paşa hakkında "Deccal" ithamında bulunmakta ve ağza alınmayacak sözler söylemektedir. Sen bunu düzeltebilirsin Bunu yaptığın takdirde, bizden ne istersen iste. Seni Diyanet İşleri Başkanı yapalım...

Kendisine yanlış kapı çaldığını, benim bahsettiği cemaat içinde böyle bir şey yapacak gücüm olmadığını, bunu ancak Kemal Kaçar Bey'in yapacağını söyledimse de ikna olmadı ve;

"Sen bilirsin biz seni seçmiştik. Anlaşılan sen bunu yapmak istemiyorsun. Amma biz bu işin peşini bırakmayacağız. Bu işi, birisini bularak muhakkak yapacağız!.." diyerek ayrılmıştı.

Şimdi anlıyordum ki, buldukları adam Fetullah Gülen'di. Fakat o sıralarda Fetullah Gülen sapı silik bir adamdı. Bunu nasıl becerebilecekti?!... İşi takip ettim. MİT güdümlü olarak nasıl nafiz bir mevkiye getirildiğine safha safha şahit oldum..."

25 Ocak 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Hikmet Çetinkaya, kendisine bir Cumhuriyet okurunun telefon ettiğini söylüyor, konuşmayı şöyle aktarıyordu:

" Erzurum'da Komünizmle Mücadele Derneği'nde Başkanlık yapan Fetullah Gülen'in Kontrgerillayla ilişkisini neden araştırmıyorsunuz?"



Bu soruya yanıt veremedim



Birden 26 yıl önceye gittim...



Fetullah Gülen o tarihte aranıyor. Ancak bir türlü yakalanamıyordu. 1981 yılında Isparta- Burdur yolunda yakalandı. Ancak gözaltına alınmadan serbest bırakıldı.



Ardından neler oldu?

Kenan Evren ve arkadaşları Fetullah Gülen'le ilişki kurdu, iki kurmay albay, bir tuğgeneral Gülen'le pazarlık yaptı.


Pazarlıktan sonra Fetullah Gülen ve arkadaşları, Mehmet Kutlular'ın liderliğini yaptığı Nurcu gurubundan koptu. ..


Ve 1982 Anayasası'nı Fetullah Gülen ve arkadaşları destekleme kararı aldı...


Fetullah Gülen 8 yıldır ABD'de yaşıyor CIA denetiminde okullar açıyor..."

Hikmet Çetinkaya'nın aktardıklarının ötesinde, Mısıroğlu Sıkıyönetim döneminde Gülen'in aranmasının da danışıklı dövüş olduğunu şu sözleri ile anlatıyordu:
“... Adalet eski Bakanı İsmail Müftüoğlu’na Fetullah Gülen’in duvar ilanlarıyla arandığı hengam da O’nun adamlarından biri gelerek; “Siz eski bir bakansınız!... İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi bizim hocamız için yakalama kararı çıkarmış. Fotoğrafı, aranan bir cani gibi duvarlara asılmış. Lütfen İzmir’e kadar gidip de bu meseleyi halletseniz olmaz mı?“ ricasında bulunmuşlar. O da bu maksatla İzmir’e gitmiş. Başsavcıyı ziyaret etmiş. Odasında Albay rütbesinde bir misafir bulunduğundan meseleyi açmayıp havadan sudan konuşarak albayın çıkıp gitmesini beklemiş. Fakat vakit ilerlediği halde o, bir türlü kalkıp gitmiyormuş. Bundan dolayı istemeye istemeye meramını açıklayınca, O albay söze karışarak:
“İsmail Bey!..” demiş, “Siz eski bir bakansınız, bu işleri bilmeniz lazım! Beni galiba tanıyamadınız. Siz, Eskişehir’de Kadir Mısıroğlu’nun avukatlığını yaparken ben o mahkemede yüzbaşı rütbesiyle hâkimdim. Adım Kerim Günday, buraya kadar boşuna zahmet etmişsiniz. Bu yalandan alınmış bir karardır. Fetullah Efendi’yi kimsenin aradığı yoktur. Yakalama kararının da O’na bir zararı dokunacak değildir. ..” demiş.
Trabzon’da bir sohbette bu vakayı anlattığımda hazırda bulunanlar arasındaki Yaşar Hoca (Ocak) :
“Kadir Bey, dedi. “Sen yurt dışındayken bizim arkadaşlardan bir polis evrak imzalatmak için gittiği Tümen kumandanının nezdinde Fetullah Efendi’yi görmüş. Gelip anlattı. O sırada hoca aranıyordu. Ben polise inanmadım. Yanlış görmüş olabileceğini söylemiştim. Demek ki doğruymuş“ diye beni teyid etti...”
Mısıroğlu, kitabında insanın tüylerini diken diken eden olaylardan da bahsediyor:
“... Bu demektir ki, Fetullah Gülen etrafındaki gizli ve aşikâr gerçekler bu derece korkunçtur. Bunu şifai olarak ilk ve müessir bir surette ifşa etmiş bulunan bir arkadaşımızın (Teşkilatın bütün kıdemli üst kademelerince çok iyi tanınan Kuyumcu Sadettin Çetin Bey’in) kendisi Fetullah Gülen’e en büyük hizmetleri ifa etmiş bir kimse olduğu halde cesedi parçalanmış olarak bir yol kenarında bulunmuştur. Sadece bunu hatırlamak, bu sahada gerçeği beyan etmenin ne ağır bir bedeli olabileceğini anlamaya kâfidir sanırız...”

Sudan’daki Okul
Mısıroğlu, Gülen okulları ile ilgili bir anısını aktararak aslında bu okulların neye hizmet ettiğine dair ip uçları yakalamış;
“Fetullah Gülen’in vazifesi, İslam Dünyası’nın her tarafından süper zeki çocukları seçerek Amerika’da okutmak ve sonra onları kendi ülkelerine müstakbel siyasi ve idari kadrolar olarak göndermektir. Bu çocuklarda hemen hemen Müslümanlığın bütün şiarları mevcut olacak, sadece dinin “Muamelat” kısmının çeşitli bahanelerle tayyedilmesi istikametinde bir görüş bulunacaktır. Bu hareketin gayesi “Muamelatsız sapık bir İslam muhtevası” ortaya çıkarmaktır.
Bu sözleri benden defaatle dinlemiş olan Hüseyin Cevahir, bundan beş on sene evvel Sudan’da iş yapıyordu. Orada Fetullahçılar’ın bir mektep açtığını duyunca, gurbette milli tesanüd namına onları tebrike gitmiş. Kendisini, o anda makamında bulunmayan müdürün odasına oturtmuşlar ve biraz beklemesini, müdürün hemen geleceğini söylemişler....
Müdür gelene kadar O’nun masası üzerindeki yığınla evrakın en üstünde duran bir kağıt alakasını çekmiş ve gayrı ihtiyari onu okumuş. Bu UNESCO’dan geliyor ve Hartum’da açılmış bulunan mektebin masraflarının kendileri tarafından karşılandığını, paranın ne suretle ve hangi bankaya intikal ettiği hususundaki bilgiyi ihtiva ediyormuş. O, bu yazıyı gayri ihtiyari okuduktan sonra, müdür, odasına gelmiş. Selam kelamdan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
“Siz burada ne yapıyorsunuz? Arapça öğretiyoruz dersen, bunların anadili Arapça!.. Şeriat öğretiyoruz desen, resmi nizamları şeriat! Allah için burada ne yapmak istiyorsunuz?!..”
“Bunların hiçbiri değil! Biz burada Sudan’ın müstakbel idarecileri olacak süper zeki çocukları bulup Amerika’ya göndermek için bulunuyoruz. Orada bir Üniversitemiz var. Onları yetiştirip tekrar buraya göndereceğiz!..”
O zaman Yusuf Cevahir masa üzerindeki muhtevasına muttali olduğu mektubun bir suretini istemiş, müdür;
‘Hayır asla!..’ Diyerek, mektubu kaptığı gibi çekmecesine koymuş...”

Ergün POYRAZ
 
ARKADAŞLAR BUNDAN SONRA FETULLAHLA İLGİLİ KONU AÇILMASIN.ZATEN FORUMDAN FETULLAHÇI TOPLASAN 100ü GEÇMEZ : b225c , cannibal-i ), coruh2526 , Elais , elfevaid , emirhan06 , febeke , gokkorikko, I3iLirKisi , imhotemp , incubus84 , MAJESTE , ozkan370 , pasa_1 ,xmayus , yusuf334 , zeguj , [{TuC€Du}]

:biggrin:biggrin
 
arkadaşım sen yanlış biliyorsun... f. gülen atatürk'^ün en büyük hayranı..açtığı okullada dünyaya atatürk sevgisini öğretiyor...yapma böyle hpca efendi hazretlerinin günahını alma sonra cennete gidemezsin..sırat köprüsünden geçerken ayağına çelme takar cehenneme gidersin bak...

verdiğin bilgilere teşekkürler bunları ben biliyorım da bide şu at gözlüklü dinciler bu gerçekleri bi görse...
 
ne kadar saf var bu ulkede yuzyillardir dinciler yuzunden cekmedigimiz kalmadi hala ayni terane yuh artik adam olmaz bizim ulke valla olmaz
 
Ergün Poyraz dediğiniz adam vatan hayini belgelendide onun kitaplarına mı inanıorsunuz....Görmediğiniz seye kulaktan duyma sacma şeylere inanmayın....
 
bunlar sadece yasılanlarr hiç kimse olayın aslını bilmioo bencee bu kdarr ididalı konuşmaya gere kyok.bu aradab ufeytullah güleni çok duydum nee bu adam ???
 
arkadaşım sen yanlış biliyorsun... f. gülen atatürk'^ün en büyük hayranı..açtığı okullada dünyaya atatürk sevgisini öğretiyor...yapma böyle hpca efendi hazretlerinin günahını alma sonra cennete gidemezsin..sırat köprüsünden geçerken ayağına çelme takar cehenneme gidersin bak...

verdiğin bilgilere teşekkürler bunları ben biliyorım da bide şu at gözlüklü dinciler bu gerçekleri bi görse...


Kardeş haklısın burda her kafadan bi ses cıkıyo millet bilip bilmeden baskalarından duydugu seyleri söylüyo biraz araştırma yapın sonra yazın bence bazı arkadaşlar ERGÜN POYRAZ denilern Hayini övüyo. Tüm dünya öğrendi onun hayişn oldugunu bide kitabını koymuşlar :mad:
 
Hoca Efendinin Papa'ya Mektubu:(1)

Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak, çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle tanındı ve öne çıktı. İslam'i ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.

1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak "AKYAZILI" Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere yaklaştı. Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına takıldı.


Hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim bile yapmayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara... Politikacılarla pazarlıklara başlamıştı.

İlk bakışta: Hiçbir resmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa... Daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; aslında O, "küresel çete"nin ve siyonist sömürücü sermayenin, artık sadece bir maşasıydı... Kahraman rolü oynatılan bir figürandı. Ve O'nun patron değil, piyon olduğu, sonunda zan ve tahminlerle değil, resmi belgeler ve şahitlerle ortaya çıkmıştı.

İşte Amerika'daki siyonist yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi Graham E. Fuller Fetullah Gülen'e bunun için sahip çıkmakta ve O'nu yere göğe sığdıramamaktaydı.

Bu hareket, halen Fethullah Gülen'in. liderlik ettiği en geniş ve en etkili kanadın adına izafeten çoğun­lukla Gülen hareketi veya Fethullahçılar (Fethullah takipçileri) olarak anılmaktadır. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye'deki en geniş organize dini hareket­tir, dünyada da en genişlerinden biridir.
Gülen özellikle hareke­tin enerjisinin büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ye geniş manevi Öğretilere dayalı olarak İslama modernist bir bakışta yaklaşacak okulların açılması ve çalışma gruplarının kurulması da dahil, eğitimle ilgili çabalara yönelt­mektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji dahil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa Allah'ın varlığı inancına ve kainatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet edeceği inancını yansıtmaktadır. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetişime Önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat, hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş anlamda, Allah'ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek "yol" (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyele­ri yerçekimi yasasını bile, Örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif ederler. Hareket İslâmi metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında yorumlanarak anlaşılmasını sağ­lamak üzere, ciddi oranda içtihad (yorum) yoluna başvurur. Bu anlamda da hareketin görünümü son derece modernisttir.

Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir top­lum içinde Allah'ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem verir. Allah'a giden yolda bilgiye yaptığı vurgu doğrultusunda, Nur hareketinin Türkiye'de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet blokuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda ingilizce ve Türkçe kaliteli seküler eğitim verildiği bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri finansal olarak desteklemektedir.

Her ne kadar Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yok­sa da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyelerde bulunmaktadır. Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde, İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye'nin radikal laikçileri, özellikle askeri liderler, Nur hareketini, sahip olduğunu iddia ettikleri uzun dö­nemli, dini aktivistleri devlete sızdırmak ve sonunda devleti ele geçirmek niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmek­tedirler. Tam da Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar -in­sanların kalplerini değiştirmek suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslâmileştirilmesi. Bunun sonucu olarak, Nurcu­lar düzenli bir şekilde ordudan ve devlet kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve mahkemeler­de yargılanmaktadır.[1]

Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e övgüler dizmesinin ve Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı.

Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı?

"Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın desteklediği) İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma "geri dönmesi" kaçınılmazdı." Diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[2]

Rusya Fetullah Gülen okullarını kapatıyor:

Rusya yönetimi, ülke içindeki Fethullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçti. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak görüyor. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyor.

Rusya Federasyonu, Fethul­lah Gülen okullarını kapatmaya başladı. Ulaşan bil­giye göre, Rusya Federasyonu yö­netimi Fethullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe aldı. Söz konusu operasyonun, Fethul­lah tarikatının okullarına ve şir­ketlerine karşı zaman zaman yapı­lan soruşturmaların en kapsamlısı olacağı açıklandı.

Öte yandan, Rusya Federasyo­nu: yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlile­rin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapıldığını hatırlattı.

Rus yetkililer, Fethullah Gülen okullarını açıkça "Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi" olarak tanımladı. Öte yandan, Türkiye kamuoyuna "modern okullar" olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hakimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulandı.

Moskova'da yayımlanan Nezavisimaya gazetesi, Haziran 2000'de Fethullah Gülen'in Rusya'daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazdı.

Söz konusu okulların önce Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan'da 8, Başkırdistan'da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha'da da birer okul bulunduğunu açıkladı.

Gazetedeki yazıda, okullarda "Amerikan hayranlığı ve İsrail propagandası" yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesini istedi.

FSB: CASUSLUK YAPIYORLAR

Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında Türk casusların deşifre edilmesini de saydı. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fethullah Gülen okullarında çalışan öğret­enlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtti. FSB Baş­ını, açıklamasında, okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini verdi.

Rusya'nın Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti'nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Hazi­ran 2003'te sınır dışı edildi. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınır dışı edilen öğretmenle­rin görev yaptığı okulu kuran "Ser­hat" vakfı ile tüm anlaşmalarını ip­tal ettiği de belirtildi. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti'nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatıldı.

Milliyet gazetesi Moskova mu­habiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya'da Fethullah Gülen okullarının tem­silcisi konumundaki Tolerans Vak­fı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in sınır dışı edildiğini duyurdu. Haber şöyle: "Şirin, hafta içinde Rus ha­vayolları Aeroflot'a ait bir uçakla geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı'ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport kontrolü sırasında "Rus­ya'ya girişi yasak olduğu" gerekçe­siyle ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya'ya girişi 5 yıl yasaklanan Şi­rin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye'ye gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya'nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınır dışı etti­ği en üst düzeydeki temsilci."

Yine aynı haberde Rusya Fede­ral Güvenlik Servisi FSB'nin Baş­kanı Nikolay Patruşev'in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eği­tim Bakanlığı'nın Fethullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir so­ruşturma başlattığı belirtiliyor. Bu çerçevede Rusya'nın değişik bölge­lerinde 10'a yakın okul kapatılır­ken, 50'den fazla Türk vatandaşı sınır dışı edildi.[3]

NERDEN NEREYE?

Bediüzzaman'ın Kur'andan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla çığırından çıkmaya başladı.

"Bediüzzaman'ın müjdelediği ve gelişine ön hazırlık ön hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi" havasıyla kendisini merkez alan yeni bir yapılanmaya "Işık evleri"nde beyinleri bu doğrultuda yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya ve masonik odaklar ve marazlı medya tarafından. "bu gelişmelerden kaygı duyuyorlarmış" görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı yapılmaya uğraşıldı.

Fetullah Gülen'in:

"Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun bulunmaktadır... Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır."[4] Şeklinde tarif ettiği bu evleri Rotary Külüplerin desteği de anlamlıydı...

Fetullah Gülen, ışık evlerinde yetişmeyenleri, "insanlık özünden yoksun saymaktaydı." Yani kendisine tabii olmayanlar değil, Müslümanlık, insanlık onuruna bile ulaşamazdı!?..

Oysa Nevval Sevindi'nin Amerika'dan yolladığı ve 22 Temmuz 1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı "Fetullah Gülen'le Newyork sohbeti" yazısına göre:

"Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği "Müslüman Avrupalı Türk" tipinin mimarıydı... "Dini bütün ve Batı formasyonlu yeni bir sentez" ustasıydı?!..

Bu tespit doğruydu... Evet dış güçlerce Fetullah Gülen'e biçilen misyon: Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah'ın istediği değil, Avrupa ve Amerika'nın benimsediği bir müslümandı... Ama şu gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar yapacaklardı... Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı olamayacaklardı. Çünkü İslam'ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen'in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet sahibi insanların da, bu sinsi ve siyonist kuşatmayı kırmaları yakındır...

Şu soru mutlaka sorulmalı doğru ve doyurucu cevabı herhalde bulunmalıdır:

Bir zamanlar: "Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış açıları farklı değildir.

Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır."[5] Diyen Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:

"Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır... Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda edebilir ve buna layıktır."[6] Demeye ve Amerika'yı övmeye başlamıştır?

Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?

Prof. Alpaslan Işıklı'nın tespitiyle, "yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist emperyalizmin dünya hakimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmakta dır?[7]

Daha önceleri: "sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara tesiri hakiki vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır."

"Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır."[8] Diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:

"Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar...

Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz..."[9] diyerek, herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?

Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?

"Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır...

Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır... Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır."[10] Diyecek kadar Amerika'ya tapınan ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklasımıdır?

BEKLENEN MESİH Mİ, YOKSA PAPALIK MİSYONERİ Mİ?

Vaazlarında ve kitaplarında:

"Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir. (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete inecektir.) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen;

"Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız." Diye başladığı papa'ya mektubunda:

"Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz." Diyor...

Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:

Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mı dır?

Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mı dır?

Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hristıyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır?

Doğru cevap: siyonist yahudiler ve Haçlı emperyalistler Fetullah Gülen'i... Fetullah Gülen ise Müslümanları kullanmaktadır.

Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:

"Ve eskilerin "Kaht-ı rical" dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor)

Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır...

... O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor... Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor... Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor...

Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında...

Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)..." diyor ve ardından "nasıl bir lider?" diye kendisini anlatmaya başlıyor...

Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyet nasıl bağdaştırılacaktır?

İŞTE HOCA EFENDİNİN PAPA'YA MEKTUBU:

Pek Muhterem Papa Cenapları,

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşetti­ğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüret­le, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.

İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yan­lış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır.

Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir. Bilginin ta­mamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişe­bilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik din­lerarası diyaloga yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.

Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezhep­lerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis et­mektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, kar­şı durabiliriz.

Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrar­lamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağ­ları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenle­me sürecinde bulunuyoruz.

Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsa­mahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyalığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutla­malar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.

Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz... İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.

Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen, Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.

Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bun­lar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün iler­lemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.[11]

Şimdi soruyoruz:

* 1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki verdi mi?

Yoksa malum ve melun merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirdi?

* 2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ıda kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi mi?
* 3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve "Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz." İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir?

Hâlbuki Efendimizin ki, izzet ve davet, bunu ki ise, zillet ve teslimiyettir.

* 4- F. Gülen, haddini aşarak, bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!..

Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm ehlisünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?

* 5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti?

Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?

* 6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti?

Çünkü AKP'li belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.

* 7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı en azından kendi taraftarlarını; İslam'i değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi?

Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?

Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): The sorrows of empire, New York, 2004. Bu kitapta C. Johnson, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon'un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyor. Johnson diyor ki; "ABD, ona buna demokrasi sat­mak istiyor, Ortadoğu'ya da "demokrasi yok" gerekçesiyle müdahale ediyor ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaştı. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran; önemli bir özellik var, ABD imparatorluğu bir "üs-ler imparatorluğu"dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini "Üs" leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika..."

Daha ne söylesin Johnson?! Bitmedi. Tam yerine denk geldi, son habere buyurun;

* ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanı­mına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un geçtiğimiz aylarda açıkladığı "Türkiye cephe ülkesidir;" sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir an­lam kazandı.
* Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâsı var demeyin, an­layana; 'En büyük Yahudi nisanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev'e, medeniyetlerarası diyaloga katkılarından dolayı, "Uluslararası Maimonides Nişanı-en büyük Yahudi nişanı" verdi. Avrasya Kuruluşları Bir­likleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreni­nin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.[12]

Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.

Fetullah Gülen'le MOON ve MASON İlişkileri:

Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır.

Her ikisini de organize eden, Amerika'daki siyonist kuruluş; CSIS'tır.

CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuş. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyor. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyor. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da ünlüdür. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılmış, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülke­lerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski dev­let memurları bulunuyor. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyorlar.

CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlar. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunmaktadır. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştirmiştir. Sonraları Başba­kanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğine getirilmiştir. CİA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'inde en büyük destekçisidir.

Çok sayıda ülkenin yanı Sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle okullar kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer alı­yordu:

"Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmak. Virginia eyaletine bağlı kü­çük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hasta­ne binasını devralan "Fethullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başladı. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir arkadaş­larının" Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini söylüyor.[13]

"Fethullah Gülen'in" adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurdular. Bu okullar İslam'dan çok Türk milliyetçiliğini esas alan bir felsefeyi yaymaktadır. "Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bu seçkinlerin oluşumunu görmek istiyor. (...) Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri kabul ediyorlar ve yüksek nitelikleri ve belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, seçkinlerin ço­cuklarını çekmektedir.

Şimdi soralım İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların "Türk milliyetçiliğini" nasıl esas aldığı ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri seçkin aile çocuklarının "Türk Milliyetçiliğini esas alan" bir eğitimden geçirilmesine izin vermektedir.

"The man and his movement" (Bir Adam ve Hareketi)

26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslam'i hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya baş­lamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile "entegrasyon"un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilir.

CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi (!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:

Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) görevlisi. George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.

Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.

Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görev­lisi, ABD Hava Kuvvetleri ne bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdi­lerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve "Irak, Bahreyn, Suudi Ara­bistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli "Şii Müslü­man Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile bir­likte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, "Şiilerin özgürlü­ğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak" olarak belirtilmektedir.

Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi)

Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı.

Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve "medeniyetler arası diyalog" konferansları katılımcısı.

Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.

Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.

Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.

Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.

Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.

Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.

Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, "Adsız Kahraman: Fethullah Gülen Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma" tebliği sahibi.

Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası gö­revlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.

Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada

ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan "Din Hürriyeti-Türkiye Raporu"nda "İslamic Leader" ve "Moderate İslamic Leader" olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversite­sinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu "bilimsel" toplantıyı CMCU ve "The Rumi Forum" düzenlemişti.

Bu tür "bilimsel" toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında "Ilımlı İslami Lider" olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda "İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri" olarak nitelenmeye başlanmıştır.

Aynı raporun 44. paragrafında "Din Hürriyeti Tacizleri" başlığı altında "Ahmadi Muslims" cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[14]

ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde "Abant in Washington-İslam. Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi" adı altında toplandı.

Toplantının programına göre, "hoş geldiniz" konuşmalarını Francis Fukuyama ve "Abant Platformu" başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müste­şarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve yazarla Vakfıénca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar'da vardı.

Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:

Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması), Elisabeth Özdalga (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitütüsü), Cüneyt Ülsever (Liberal Dü­şünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüse­yin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Unv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (WisconsinUnv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen ( İstanbul Unv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Unv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Unv.), Adnan As­lan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Unv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.)

Toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de katılarak açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski "üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Perso­nel Direktörü Alan Makowski Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı duyurulmuştu Ne ki, toplantıya on gün kala bu kişilerin katılamayacağı görüldü.

Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyor. Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilir. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince "stratejik ortak" olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinilebilir: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için, örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlense, ABD Dışişleri ne yapar?[15]

Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançlarını kullanılarak oynanan oyun değişmiyor. Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi'ye özeniyor. Her ikisinin yolu da "Amerika ile entegrasyon" projesine çıkıyor.

Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyorlar. Bu katılımcıların Moon'un ki­lisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin tem­silcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyorlardı. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıl­lık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.

Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri' ne katılan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, ma­sumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:

"Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile "gezici bir üniversite" şek­linde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıl­dı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli göz­lemler yapma imkânı bulduk.[16]

Mooncular "Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el attılar. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak bildirilir. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Ko­re'den de Seongnam Ilhwa takımları katılır. Türkiye'den de Beşik­taş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini alır. Birinciye 2 milyon dolar ve ikincinin de 500.000 dolar ödül verilir. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer alır. Ama "Moon tarikatı­nın düzenlediği turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler yer alır. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde yer alır. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyar.

Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini kötüleyenlere de iyi bir yanıt oluşturur:

"(..) Futbol da birçok özelliğinden dolayı yeni bir dini hareket olarak görülebilir. "Para-religious-Din gibi" olarak da adlandı­rılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağ­men pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.[17]

1990'h yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyor. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyor. Bu adamlarla ilgili övgüleri Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca bulmak mümkündür.

AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştır.

755 yıllık camiyi yıktılar ve Moon-Presbiteryen müritlerini karşıladılar.

Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası di­yalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygu­lanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yeni­lenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma ter­kedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır.

"Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız deprem­den sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye" ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensupla­rıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Pa­paz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[18]

"Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı zi­yaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. "Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.

Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini geziyorlar ve topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürüyor ve beyinlerini yıkıyorlar.

Uluslar arası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon, Amerika'nın desteği ile dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran önemli bir açıklama yapmıştı:

"Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir (...) siyasi parti var; bu parti (...) da içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.

Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirke­te, vakıflara. okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, v.b sahip. Cemaat gençliğe büyük önem veriyor. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyor. Politikacı­lar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyorlar. Dünyanın pir çok ülkesinde kuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyor

Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyor. Cemaatin li­derine "hazret-üstad" deniyor ama, o bir "Hoca Efendi" değil. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi)'dir.

Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki siyonist yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunmaktadır. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde "Adem" baba ile "Havva" ananın işledikleri günah bulunmaktadır. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirlenmiştir. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlen­mesiyle gerçekleşebilir. Temizleyici kan ise; dönemim gerçek ana-babası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akmaktadır. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşidir.

Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuludur. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebilirler. "True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyor. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyorlar. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyor.

Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliş­tirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gös­teriyor. Mektuptan okuyalım:

"... Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu."

Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtilir. Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtaramamıştır. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyor. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanır.

İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyememektedir. Bu örgütle Fetullah Gülen'nin yapılanma modeli oldukça benzeşmektedir. Ancak Türkiye merkezli Moon kilisesi kadar büyük değildir. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade­le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmak" der gibi, o da Amerika'ya taşınmış. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşmıştır. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba" nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanmaktadır. Tıpkı peygamberlerin do­ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyor. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar etmişti.

Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini an­lamak, o denli zor değil. Moon Hazretleri cin gibi akıllıdır; dünya­nın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksız­lığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuş. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sa­yısız örgüt kurulmuş.

İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dön bucağında toplantılar düzenletmiş. PWPA' nın el atmadığı konu yok. "Sovyet­ler yıkıldıktan sonra ne olacak?"dan "Afrika'nın geleceği" ne, "La­tin Amerika'nın borç sorunları" ndan "Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci"ne, "İslamın sorunlarından" Ermenistan'ın kalkınma yolla­rına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun var­sa, hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı al­tında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenlenmiş.
 
Hoca Efendinin Papa'ya Mektubu:(2)

Birleştirme Kilisesi Türkiye'ye giriyor

PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek'dir. Onun Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye'de başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini anlamak mümkün değil ama, onun yaşamına kısaca göz atmak bize bazı ip uçları verebilir.

Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğludur. GS Li­sesi ve Robert Kolej'de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)'de eğitim gördü. ABD'de öğrenciy­ken Chase Manhattan Bank'da çalıştı. Harvard Üniveristesi'nde iş­letmede "master" yaptı. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi'nde, Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yaptı. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ne girdi; Bilecik Milletvekilliği yaptı, Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu.

1958 yılında Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildi­rilmesini ister. CHP'den Nüvit Yetkin seçilir. Harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens'e mektup yazar ye Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını ister. Konu Za­fer Gazetesi'nde manşet olur. Kasım Gülek, İnönü'ye böyle bir mektup yazmadığın9ı söyler. Bir gün sonra, gazete mektubun kopya­sını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını ister. İnönü'nün 1950'den 1957'ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışmasının nedeni; Gülek'in yeteneklerinin yanı sıra; O'nun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından yarar umması olabilir. Ne de olsa İnönü, onun Amerikan ilişkilerinden 1948'de yararlanmayı düşünmüştü,

Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953) Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü yaptı. Kasım Gülek'in yaşamında en ilginç teklif Gene­ral McArthur'dan geldi. MacArthur, Gülek'ten ABD'de kalarak senatör olmasını istemişti.

1980'li yıllarda Sung Myung Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü güçlendirmek için büyük çaba gösterdi. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ'a "empoze" et­meye çalıştı. Kasım Gülek bu arada Fetullah Gülen'le dostluğu ilerletti ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştır­dı. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki kurdu.

Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşadı; Amerikan ordusuna katıldı; Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19 Ocak 1995'de evinin bahçesinde ölü bulundu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçirildi. Aylin Radomisli'nin Türkiye'den ilginç konuklan oluyordu. Yakın arkada­şı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve devlet bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışır. Bu adam Zaman gazetesinin ihtiyaçları için Amerika'dadır.

Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisâdını pek ama pek iyi yönetenlerin yuvası London School of Economics' te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye döndü. Engin deneyimlerine güven duyularak Başbakanlık Danışmanlığına getirildi. Türkiye'nin Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit'lerin kontenjanından Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM'ye girdi. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurdu. Tayyibe Gülek Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakan­lığı görevine getirildi

ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, moon tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da yapmıştı. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta olmak üzere Moon'un örgütle­rinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. Toplantıların ko­nuları da ilginç; 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri. Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç kişilerdendi. Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal, Diğer uluslar arası toplantılara katılanlar arasında, De­niz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi ta­nınmışlar da vardı.

Moon'un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyor. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997'de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Church hareketini öve öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk Moon'un İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu.

Anlaşılıyor ki, (Birleştirme Kilisesi), Hrıstiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne geleni birleştiriyordu. Tolaransçı Hocaefendi'yi, Belediye Başkanını Cumhurbaşkanı'nın eşini Devlet Bakanlarını ve daha nice ünlüyü yan yana getirebiliyor. Ayrı bir kitap konusu olacak kadar geniştir. Moon'un Türkiye ve Türkiyeli tarikatlarla ilişkileri. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına gö­re toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilir:

1982 Roma: Kasım Gülek,
1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung Hwan Kwak vönetivor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.

1984 Roma: Hayri Erdoğan ilkin (Konferans Başkanı olarak),Prof. Sabahattin Zaim
1986 İstanbul Hilton "21. Yüzyılda Eğitim" Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA' nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yu­nanistan'dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.
1986 İstanbul Hilton: "Türk-Yunan İlişkileri" Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu), Kasım Gülek.
1987 Chicago: Kasım Gülek
1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej /Bosphorus. Un)
1991 İstanbul President Oteli.
1994 İstanbul the Marmara Oteli.
1996 İstanbul (1-14 Haziran).

Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP) Abdullah Gül Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy.

ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanı sıra Yunanistan'dan, Ürdün'den, Mısır'dan, Kore'den gelenler var.

Kasım Gülek'in, ölümü üzerine, PWPA'nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal des­tek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıdır.

Hayri Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PWPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin'in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.

Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image Association bir zaman­lar Türkiye'nin "lobi" işlerini üstlenmiştir. Ve milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünya'ya tanıtmıştır.

"Moon" culuk ve "Mason"lukla Atatürkçülük uyuşur mu?

1919 Haziran'ın da Anadolu'nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırlarının da güvence altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine, İstiklal Savaşı'nın Ankara'daki Milli Yönetim'in lehinde sonuçlanacağını hesap etmiş ol­malı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden fet­hetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı. ABD, elbette bu mandaçılığın peşini bırakmayacaktı.

Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler kurarak, ABD Anadolu'da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara'ya iletmişti.

Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı'na bir muhtıra yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı okuyalım:
Muhtıra

Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşma­sına, öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.

Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği vardır.

Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilim­sel çalışma (yapan) kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları izlemişlerdir:

1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç sağlamak. Bizim için en zararlı olanı bunlardır.

2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) da­yanarak o bölgenin sahibi olmaya çalışmak.

Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin ve­rilmemesi kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa olabildiğince büyük hizmet ettiğimize ina­nıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı (Birinci Dünya Savaşı)'nı çı­karanlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar ve onlara alet olan politikacılardır:

3- Ekonomik amaçla, bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik top­lulukları gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. dünya savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.

4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte, ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini propaganda etmek ve kışkırtmak.

Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları (nı ileri sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta ol­dukları İslâm çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir biçimde çalıştıkları ve bu yüzden mey­dana gelen cinayetlerden sorumlu oldukları ortadadır.

Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin ver­diğinde Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk yükü altına girmiş bulunacaktır.

Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşa­yacakları çevre ile çatışmak zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları halkın yıkımını hazırlamaktır.

Bunu yasaklamak hükümetin görevidir.

Bundan dolayıdır ki, Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup, buralarda kendi uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve uyumsuz duygu­larla yetişmelerine izin veremeyiz.[19]

Mustafa Kemal, muhtırasını, diplomatik bir dille sürdürür ve Amerikalıların kurmak istedikleri örnek çiftliklerin yönetiminin ve çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce yürütülmesi, bu gibi yerlerde çalışacak. Öksüzler arasında soy, mezhep ayrımı yapılamayacağı gibi şartlarını belirterek, diplomatik bir tavırla reddeder. Onun duyarlılıkla ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri bulunmaktadır.

Osmanlı'nın son döneminde ittihat terakkici'lerinde desteği ile yabancıların işlettiği okul sayısı, 98'dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal'in Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıla­rın Talaş Koleji'nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rum­ca Gramer, Osmanlıca İncil, Hristiyanlara göre tarih derslerinin ya­nı sıra Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca, Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir.

Mustafa Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en zor koşullarda yaşanırken yazıl­mış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye "komplo teorisi" diyebi­lecek bir kişi olabilir mi?

Buna "komplo uydurması" diyenler, Reagan'ın 1982'de koyduğu adla "demokrasi projesi" nin Yugoslavya'da, Çekoslovakya'da, Bal­kanlarda, Asya'da, Afrika'da, Orta ve Güney Amerika'da, Irak'ta, Venezuela'da yol açtığı sonuçlan unutsa da, bunların Türkiye'deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını Lozan'ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.

Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1919'da yabancılarla yatıp kalkan­lara verdiği şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürk'cü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına şaşmamak elde midir?

Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal'i dinleyelim:

Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sa­bittir. Bu hususu, yalnız Batı'ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler, yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile, sultani mektebinin salonlarını aley­himizde konferans verdirmek için yabancılara açanlar var.

Bu gibilere lanet"

Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım


[1] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:220-223 / Timaş Yayınları
[2] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:214 / Timaş Yayınları
[3] Aydınlık / 05 Eylül 2004
[4] Prizma.2 / Sh:12-13 /
[5] Asrın Getirdiği Tereddütler / T.O.V yayınları / Sh. 200 ve 4. Sayfa/
[6] Nevval Sevindi / A.g.y - Sh:39
[7] Prof. Alpaslan Işıklı / Sh:85 /
[8] Fetullah Gülen / F.F / C:2 / Sh:212
[9] Nevval Sevindi / A.g.y. Sh.39
[10] M. Emin Değer / Bir Cumhuriyet Düşmanı / Sh:283
[11] Fetullah gülen / Papa'ya Mektup / 09 Şubat 1998 /
[12] Akşam / Güler Kömürcü / 24 Eylül 2004
[13] Milliyet / 02 Eylül 1997
[14] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 520
[15] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 512-523/
[16] Yankı / Ağustos Sh:30
[17] Zaman / 09 07 2003
[18] "Pamukkale'de sabah ayini" / Gündem (Denizli) / 24 Haziran 2002
[19] Mustafa Kemal'in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1, Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995
 
Masonlar, Münafık Ve Kiralıktır Atatürk Ise Inançlı Ve Bağımsız Bir Insandır

MASONLAR, MÜNAFIK VE KİRALIKTIR ATATÜRK İSE İNANÇLI VE BAĞIMSIZ BİR İNSANDIR

"Bir Gaza Ettik ki, Hoşnut Eyledik Peygamberi" Diyen Atatürk Samimi Bir Mümindir

Peygamber efendimizin 1437. doğum yılı dolayısıyla Araştırmacı-Tarihçi Cezmi Yurtsever tarafından hazırlanan "Savaş Hatırası" isimli fotoğraf sergisi, Adana Sabancı Merkez Camii avlusunda ilgiyle gezilmektedir. Sergide, Atatürk'ün Adana'da çektirdiği ve üzerinde peygambere saygısını anlatan "bir gaza ettik ki hoşnut eyledik peygamberi" sözünü yazdırdığı fotoğraf ile Çukurova tarihinden önemli olayların fotoğraf ve belgelerine yer verilmektedir. Sergide, Atatürk'ün Ulu Cami'de Cuma namazı kıldığında çektirdiği fotoğraf ile Kozan cephesinde Fransızlara karşı savaşan Kuva-yı Milliye mücahitlerine gönderdiği, "Evvela 5 vakit namaz" ile başlayan emir belgesi de oldukça dikkat çekmektedir.

Cezmi Yurtsever, Adana tarihi ile ilgili yaptığı araştırmalar neticesinde Mustafa Kemal Atatürk'ün 1. Dünya Savaş'ının sona erdiği günlerde, Kasım 1918 başlarında Suriye'den Adana'ya geldiğini ve 10 gün kadar kaldığını öğrendiğini söylemektedir.

Münafık: dine ve İslamiyet'e inanmayan; ama inanmış görünerek ve Müslüman geçinerek, mümin toplumlardan yararlanmaya çalışan; böylece hem din tahribatını hem de dünyalık makam ve menfaatini daha rahat sağlayan, riyakâr ve sahtekâr tiplerdir.

Bunlar, açık kâfirlerden ve dinsizlerden çok daha tehlikelidir. Bu nedenle Kur'an'a göre münafıklar, cehennemin en derin tabakasına layık görülmüşlerdir.

Günümüzde münafıkların en açık örneğini ise, masonlar teşkil etmektedir. Masonluk; bir nevi, münafıkların sistemleşmiş ve örgütleşmiş şeklidir. Bu masonlar, bulundukları ülkeye göre; Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman görünseler de, aslında ne Tevrat'a, ne İncil'e ne de Kur'an'a inanmış ve bağlanmış kimseler değildir.

Yahudi Masonlar; Firavunlar dönemine dayanan Kabalist şeytani öğretilerin, Hıristiyan masonlar ise; yine aynı melun merkezlerin uydurduğu "hümanizm, realizm" gibi yaldızlı ve yalan fikirlerin peşlerine düşmüşlerdir.

Sağcısı, solcusu, diyalogcusu... Masonluk mutfağından ve AB tabağından beslenenlerin hep bir ağızdan, Mehmetçiğin PKK'ya yönelik Kuzey Irak operasyonunu başarısız göstermeye; her şeyi ABD'ye mal etmeye ve askerimizi küçük düşürmeye yönelik kampanyalarını; sadece bir rastlantı olarak değerlendirmek, ahmaklıktan da öte bir eblehliktir.

Masonlar: siyonizmin yani bazı sapkın Yahudilerin dünyaya hâkimiyet projesinin, farklı ülkelerdeki karakolları gibidir. İçinde yaşadıkları halkı ürkütmemek ve daha kolay yönlendirmek için, Hıristiyan, Müslüman veya Brahman görünmeleri... Ve yine milliyetçi, ilerici, devrimci gibi kılıflara bürünmeleri... Dini önderleri ve tarihi şahsiyetleri sahiplenip istismar etmeleri, hep münafıklıklarının ve masonluklarının gereğidir. Bir yerde ılımlı İslamcı, ötede koyu ulusalcı, beride ırkçı ve kafatasçı gibi roller üstlenmeleri; ama gerçekten milli ve yerli programlarla, maddi ve manevi kalkınma ve emperyalizmin kıskacından kurtulma hareketlerine ve liderlerine karşı, hep birden hücuma geçmeleri, bunların sinsi mahiyetini ve kirli niyetlerini ele vermektedir.

Tamer Ayan İsimli Bir Baş Mason "Atatürk ve Masonluk" Adlı Bir Kitap Yazarak30[1] Localarını Kapatan Atatürk'ü Bile Mason Göstermek İçin Bin Türlü Hilekârlık Sergilemiştir.

"Masonluk iyi bir şey olmasa, hiç bu kadar büyük insanlar mason olur muydu?31[2] diye sormuş ve "önemli olan Atatürk'ün masonik kimliği değil, onun masonluğa yatkın ilkeleri ve düşünceleridir"32[3] yakıştırmalarıyla kendi iddialarını ispata yeltenmiştir.

"Eski mason yöneticileri, Atatürk'ün mason olduğu ortaya çıktığı takdirde, bu sıfatın Atatürk'e zarar vereceğini düşünmüş ve uygun görmemişlerdir" sözleriyle33[4] bu baş mason, gizli ve kirli bir şeytan şebekesi olduklarını da dolaylı biçimde ifşa etmiş ve kendilerini ele vermiştir. Öyle ya; eğer sinsi ve Siyonist bir teşkilat değilseniz, niye Atatürk'e zarar vereceğiniz düşünülmektedir?

Masonluğun köklerinin eski Mısır kültürüne ve Firavunlar dönemine dayandığını yani Siyonist-Kabalist öğretilerden kaynaklandığını itiraf ederek "Masonluk, beşerin Kul zihniyetinden sıyrılarak, insan kimliğini aramaya başlamasıdır"34[5] sözleriyle de, Allah'a kulluk yerine, firavun gibi kendi nefislerini ilahlaştırma yolunu, seçtiklerini belirtmektedir.

"Bazı insanlar, insanlık için iyi, önemli ve değerli işler yapmışlardır; hiç unutulmayacak eserler bırakmışlardır; tarihin akışını değiştirmişlerdir; adları ölümsüzleşmiştir. Ama Mason olmamışlardır veya olamamışlardır.

Çünkü Mason olmak bir imtiyazdır.

Evrenim Ulu Mimarı, ancak, dilediğini nuruna kavuşturur; Mason olmasını sağlar.

Mason olanla olmayan; yani tekrisli ile tekrissiz arasında, Nur farkı vardır. Biri Nur almış, diğeri almamıştır.

Bu fark neye yarar?

Hakikat'i bilip anlamaya yarar!

Tekrissizin, ulaştığı hedefin hakikat veya batıl olup olmadığını anlaması tesadüfîdir, zordur; hatta mümkün değildir. Çünkü çoğunlukla aklı ve duyu organlarıyla tanıyamadığını, tuhaf, acayip veya tesadüf olarak geçiştiriverir. Halbuki bu kayıtsızlığı nedeniyle, elinden sabun köpüğü gibi kayıp gidiveren hakikat olan evrenin sırrıdır."35[6]

İfadeleri, ustalıkla gizledikleri ve yaldızlı sözlerle süsledikleri bu sapık fikirlerini deşifre etmektedir.

Atatürk gibi yüksek akıllı ve inançlı birisinin, masonluğa bağlanması mümkün değildir.

"Masonluk dinlere karşı değildir: ama ibadet pratiklerine karışmaz ve dinler gibi bağlılarına öbür dünya için kurtuluş ve bağışlanma ümidi vermez.

Aslında, evrensel olan Masonluk değildir: masonik ilkelerdir. Evrensel olan, ulusal bağımsız masonik kurumların ortak amaç ve ülkü birliğidir. Bu hedef, tüm insanların mutluluğuna, iyiliğine ve barış içinde kardeşçe yaşamalarına yönelik Sevgi Birliği olarak açıklanır.

Masonlar bu evrensel birlik ülküsünü, Ülkü Mabedi veya İnsanlık Mabedi yapımı simgesiyle açıklamaya çalışır. Bu sembolik ifade tabii ki Mason olmayanlar tarafından yeterince açık değildir. Özetlenirse, Masonluğun duygusal kökeni Kudüs'te Hz. Süleyman tarafından ilk defa Tek Tanrı adına yapılan Mabed'in inşasında görev alan taş ve duvarcı ustaları örgütünün yöntem ve geleneklerine dayanır. Ama, gerek o Mabet, gerekse onu izleyen diğerleri insan yapısıdır, yani fizikseldir. Hepsi de zamanla yıkılıp gitmiştir. Öyleyse, asıl amaç insanın kendi içindeki yıkılmaz manevi Mabed'ini, yani gönlünü kurması ve imar etmesidir."36[7]

Sözleriyle, ahirete inanmadıklarını ve dünyaya tapındıklarını söyleyen yazar, ılımlı İslamcıların ve Fetullahçıların diyalog safsatasının da Masonlarca uydurulup uygulandığını şu sözleriyle bildirmektedir:

"Bu nedenle Masonlar, anti Atatürkçü ve anti laik güçlere karşı, savaşımlarında güç birliği, hatta kader birliği yaptıkları müttefiklerinin arasında saf tutan anti masonik grupları da mutlaka aydınlatmakla yükümlüdür. Bunun için Masonlar, Hz. Muhammed'in kendisine taş atan hemşerilerine:

"-Ah, bilebilseler!.." diyebildiğini hatırlamak; çevreleri için, ışık olup aydınlatmak zorundadır. Hatta, karanlıklar ışığı istemeseler bile, aydınlatmak zorundadır. Bu aydınlatmanın kapsamına bizatihi Masonluk/Masonlar da dahildir.

Kaldı ki demokrasi, tolerans, daha doğrusu en azından karşılıklı tahammül rejimidir."37[8] diyerek şeytani amaçları için İslam Dinini ve Hz. Muhammed'i nasıl istismar ettiklerini göstermektedir.

Bu baş mason: "Londra Büyük Locası'nın 1717'deki kuruluşunu takiben vazedilen 1723 Anayasasında: Katolik-Hıristiyan inancından Protestan bir zihniyete doğru olan açılma, 1738 Anayasasında "Nuh Yasası" gibi evrensel sayılacak boyutta dinsel ilkelerin kabul edilmesiyle birlikte, Yahudilik ve İslâmiyet gibi diğer semavi dinleri de kapsayacak kadar genişlemiş ve gitgide bir "Yüce Varlık"a inanç ilkesiyle tüm evrensel dinleri kucaklamıştır. Ama dünyada, bu ilkeye aykırı düşen bazı mason kurumların, günümüzde bile, hala var olması, "masonların avadanlıklarını son nefesine kadar ellerinden düşürmeyecekleri" şeklinde ritüelik uyarısını nasılda haklı kılmakta ve Masonluğun başta kendi içinde olmak üzere daha yapacak çok işi olduğunu göstermektedir. İşte bu nedenle Masonların Hakikat Arayışı sloganı süreklidir."38[9] Sözleri de kendileri deşifre etmekte ve gizli çıbanlarını deşmektedir.

Oysa Atatürk inançlı, Allah'a ve peygambere bağlı birisidir. Masonların ise Alemlerin yüce yaratıcısı olan Allah yerine, "evrenin ulu mimarı" diye şeytana tapıldıkları sezilmektedir.

Zaten bunu bilen yazar:

"Yerli ve yabancı kaynaklardan açıklanmakta olan, Atatürk'ün mason olduğuna ilişkin bilgiler, veriler ve iddialar, Türk Masonluğunca yeterli resmi kayıt niteliğinde gösterilmemektedir"39[10] demek mecburiyetini hissetmiştir.

Sadece Atatürk'ün bazı söylem ve eylemlerinin masonik üsluba benzediğini40[11] ve "batı uygarlığı=masonluk, masonluk=Atatürkçülük" şeklindeki uyduruk bir formülün Atatürk'ün masonluğuna yettiğini söyleyerek gülünç duruma düşmektedir.

Ancak Tamer Ayan denen bu baş mason, tam bir şeytanlık ve sahtekârlık sergileyerek, masonluğa karşı çıkanların aslında Atatürk'e ve Cumhuriyete saldırdıklarını söyleyecek kadar ileri gitmektedir:

İşte: "Kaldı ki, Atatürk karşıtlığının, hatta düşmanlığının temelinde Masonluğun değil, laikliğin ve cumhuriyetin yattığı asla unutulmamalıdır. Bu ilkelerin tersi olan şeriat, hilafet ve saltanatın kaldırılarak Türkiye'nin modern dünyaya ve çağdaş uygarlığa laiklik ve demokrasi ilkeleriyle uyum sağlamasından rahatsız olan radikal cephelerin hedefidir Atatürk!..

Bu nedenle, saldırı hedefinin zahiri kabuğudur Masonluk; asıl hedef cumhuriyet ve laiklikten ibaret olan özüdür.

Saldırının temel hedefi bu iki ilkedir. Bunun ötesinde Masonluk sadece bir bahanedir."41[12]

Sözleri masonların Atatürkçülüğü nasıl istismar ve suistimal ettiklerinin bir belgesidir.

Oysa Atatürk'ün laikliğe ilişkin görüşleri nettir:

"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir; tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir. Bir şey akıl ve mantığa, milletin yararına, İslâm'ın hakikatine uygunsa, o şey, dinidir. Dinimiz son dindir ve çok yetkin bir dindir; akla, mantığa ve gerçeğe uygun olmasaydı, bununla tabiat kanunları arasında çelişkiler olması gerekirdi. Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiçbir ilişkisinin olmadığını bildirmiştir. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfirlik sayıyorlar, asıl kâfirlik onların bu yanlış düşünceleridir. Milleti mahveden, esir eden, yıkan kötülükler, hep din kılığındaki inançsızlık ve münafıklıktan gelir. Camiler birbirimizin yüzüne bakmadan yatıp kalkmak için değil, Allah'a itaat ve ibadet ile birlikte, din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek ve danışmak (sosyal ve ekonomik sorunlarımızı ve çözüm yollarını tartışıp araştırmak) için yapılmış yerlerdir. Türkiye Cumhuriyeti'nde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, bir dinin gereklerini yerine getirmek ve ibadette de serbesttir; yani ibadet hürriyeti herkese verilmiştir. Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz."42[13]

"Zaten Atatürk'ü ve İnkılâbı'nı bir dogma ve tabu haline getirmek, Atatürk'ün dinamizmine ve akılcılık kuralına aykırıdır.

Bu nedenle, Atatürk ve yaptıkları, her insan ve olay gibi, bilimsel eleştiri gözüyle mutlaka incelenmelidir, üzerinde düşünülmelidir, tartışılmalıdır ve yeni değer yargılarına göre tekrar tekrar tartışılmalıdır. Çünkü, Atatürk ve özellikle Atatürkçülük tartışmayla yıpranmaz ve aşınmaz. Tersine, üzerine zoraki yapıştırılan sözüm ona koruyucu kaplama -ama aslında pas- silineceğinden, cevherin içindeki değerli metal bütün görkemiyle parıldamaya ve ışıldamaya başlar. Bunun için Atatürk'ü incelemekten ve tartışmaktan kaçınılmamalı ve bilakis ivmesi gitgide artan bir bilinçle üzerinde çalışılmalıdır. Aynı, küp taşı elde etmek için ham taşı yontmak ve cilalamak işlemini sürekli olarak özenle sürdürmek gibi...

Atatürk, yasayla korunmaya muhtaç değildir; çünkü, topluma zorla benimsetilen bir diktatör değildir. Zaten, değer yargılarının hızla değiştiği Bilgi Çağında bir kişinin veya düşüncenin yasa gücüyle korunabilmesi, uzun vadede, pratik ve akılcı olarak da mümkün olamaz.. Hiçbir kimse, hiçbir düşünceyi kabule zorlanamaz. Eğer zorlanırsa bu zulümdür. Masonluk nereden gelirse gelsin zulme ve baskıya karşıdır. Düşünce ve ifade hürriyetinin savunucusudur. Hür iradenin ve vicdani kanaatlerin doğruyu bulacağına inanır. Vicdani inançlar masonik anlamda dogma değildir. Masonluk, akla ve bilime karşı olan dogmaların yanında doktriner oluşumlara izin vermez. Çözümleri yorum sanatıyla, arar. Her Mason, akılsal ve zihinsel yetenekleri oranında, olayları ve olguları yorumlamak hakkına sahiptir; hatta zorundadır. Çünkü, hakikati bilmek ve söylemek hiç kimsenin tekelinde değildir. Yasakçılık sökmez. Herkesin doğrusu, düşünmekte haklı olduğu gerçektir; ama gerçektir veya gerçeklerdir. Ancak, gerçeklerden hareketle hakikate ulaşılabilir."43[14] Diyorlar ama, inancından dolayı başlarını örten kızlarımıza yönelik baskı ve haksızlıkları desteklemekten de geri durmayarak yine münafıklık karakterlerinin gereğine göre hareket edilmektedir.

Masonlar, kadınları 1. sınıf insan saymıyor!

Münafıklık ve zındıklık örgütü olan masonların diğer bir tutarsızlık ve sahtekârlık örneği de sürekli kadın erkek eşitliğini ve cinsel özgürlükleri savunurken, aslında kadını insan saymadıklarından, Loca kapılarını onlara yasak etmeleridir. Çünkü masonluk sadece erkeklere bağlı bir şeref(sizlik)tir.!.

İşte baş mason Tamer Ayan'ın kendi ifadeleri:

"Tarihin sayfalarında geriye doğru gidildiğinde, bu sayfalarda yer alacak kadar değerli ve önemli pek çok tarihi kişiliği olan erkeğin Mason oldukları görülmektedir. Demek ki Masonlukta bu insanları kendisine çeken bir şey vardır: ya da bu kişiler fıtratlarında mevcut değerlerini mutlaka masonik öğretilerle de mayalamışlar ve pekiştirmişlerdir. Bu anlamda, Masonluk tarihsel süreçte başarıldık ve değerlilikle adeta bir ölçü sayılacak kadar bütünleşmiş; adeta, Mason olmakla, yetkin adam olmak özdeşleşmiştir.

Fakat, doğal olarak, toplumda Mason olmayan pek çok değerli kişi mutlaka vardır. Hatta, Mason olmayan yetkin insanların sayıları Mason olanlardan çok daha fazladır. Dünyadaki bütün iyi erkekler mutlaka Mason olmak zorunda tabii ki, değillerdir. Mason olmayabilirler; hatta, Masonluğa karşı da olabilirler?

Ama Masonluk, bir bakıma, toplumdaki başarılı erketelerin önde gelen ortak kriterlerinden biri ve adeta ortak kimliği olarak: "Acaba, falan da Mason mu?" dedirtmiştir. Bu, yaygın kabul ötesi; bir gerçektir...44[15]

Yazara göre, Masonluğun çeşitli tanımlamaları arasında en yalını, yukarıda belirtilen "ülkü birliğini benimseyen erkeklerin yaşam tarzı" şeklinde olanıdır. Evet, Masonluk, gerçekten, akıllı ve iyi erkekleri, kişisel ve toplumsal erdemlerle donatarak daha erdemli ve daha iyi ahlaklı yapmayı hedef alan erkeklere özgü, özgün bir yaşam tarzıdır. Masonluk sadece erkeklere açık bir kurumdur.

Masonluk, bu yüce ülküyü benimseyen, yaşam tarzı olarak seçen, nitelikli erkeklere, ırk ve din ayırımı olmaksızın, "Gök kubbenin altındaki tüm insanlar Kardeştir" ilkesiyle kapılarını açmıştır."45[16]

Bu çalışmanın sonucu olarak: Öncelikle ilk Mason yasası editörü James Anderson'un 1723 yılında önemle belirttiği, masonluğun erkekler için bir imtiyaz olduğu savına içtenlikle katılıyorum" diyerek, erkeklerin ayrıcalıklı olduğuna inandıklarını gizlemeye bile gerek görmemiştir.

"Ayrıca, Atatürk ve ilkelerinin bilincinde birer Atatürkçü olmanın, her Türk yurttaşı ve özellikle Masonlar için çok önemli bir imtiyaz olduğu savına içtenlikle katılıyorum. Bu nedenle, mason olan Türk erkeklerinin çifte imtiyaz sahibi birer seçkin oldukları görüşündeyim. Masonluk ve Atatürkçülük de, aynı Batı uygarlığı kaynağından beslenir. Yöntem ve bakış farklılıkları, ana kaynağı ve temsilci ilkeleri değiştirmez. Seçkinlik ve yetkinliğin sembolü olan çifte imtiyazın ayrılmaz bir bütün olduğu kanısındayım."46[17]

İşte baş mason bu sözleriyle yine çelişkiye düşmektedir. Çünkü Atatürkçülükle masonluğu aynı göstermekte, ama masonluk şerefini (!) sadece erkeklere reva görmektedir. Oysa Atatürk her konuda kadına değer veren ve kadın-erkek eşitliğini getiren kişidir.

Mustafa Kemal en güçlü oldukları bir sırada mason localarını kapatmıştır

O tarihte, mecliste ve hükümette birçok Mason vardı. Ancak Mahmut Esad Bozkurt, Recep Peker, Şükrü Saraçoğlu, Saffet Arıkan, Fevzi Çakmak gibi Masonluğun şiddetli muhalifleri, meclisteki ve bürokrasideki Masonlara gereken cevabı veriyorlardı.

1934 yılı Kasım ayında ünlü Karpiç Salonları'nda muhteşem bir Mason balosu tertip edildi. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Hasan Saka, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, BMM Reisi Kazım Özalp Masonik merasim elbiseleri ile bu baloya katıldılar. Basına kapalı olarak gerçekleştirilen bu tören Masonların gövde gösterisine dönüşmüştü, Atatürk ise bu gelişmeden büyük rahatsızlık duymuştu.

1935 yılında, Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde kabul edilen 69. maddeye göre, uluslar arası amaçlarla ve kökü dışarıda olan cemiyetleri kurmak yasaklanmıştı. Bu madde ile komünist Sabiha ve Zekeriya Sertel'lere ait plan Son Posta gazetesi başta olmak üzere bazı gazeteler kapatılmış, Mason localarının da kapatılacağına dair haberler yayılmaya başlamıştı. Atatürk'ün kararlı olduğu haberleri Mason localarında paniğe yol açmıştı. Dönemin Hakim Büyük Amiri İsmail Hurşit, tüm Mason localarındaki gizli evrakların Üstat Masonların evlerinde saklanması emrini verdi. Artık Mason localarının kapanması an meselesiydi.

Kapatılacağını anlayan masonlar, kendi kendilerini feshetme kararı alarak, Atatürk'ü oyalamaya çalışıyordu.

Anadolu Ajansı 10 Ekim 1935 tarihinde gazetelerin merkezlerine şu önemli haberi geçiyordu:

"Türkiye Mason Cemiyeti, memleketimizin sosyal tekâmülü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazarı itibara alarak faaliyetlerine nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halkevlerine teberru etmeyi muvafık görülmüşlerdir."

Bu habere kimse bir anlam veremiyordu. Çünkü Türkiye Masonluğu tarihinin en rahat dönemini yaşıyordu. TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Ankara Valisi, İstanbul Valisi üst düzey aktif Masondu. Devlet yönetiminin köşe başları Masonlar tarafından tutulmuştu..

Türkiye Masonluğu ne olmuştu da, 27 yıl aradan sonra kendini yok etme kararı almıştı? Dört gün sonra gerçek ortaya çıkmıştı. Aslında Masonlar kendilerini feshetmemiş, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından locaları kapatılmıştı. 14 Ekim 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinin "Türkiye'de Mason Locaları Bir Emirle Kapatıldı" başlıklı haberinde olayın perde arkası şu şekilde aktarılıyordu:

İçişleri Bakanlığından verilen bir emir üzerine Türkiye Mason localarının faaliyetlerine nihayet verilmiştir. Yüksek makamın emri ile Türkiye Masonluğunun İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne, Muğla, Gaziantep ve Adana'da bulunan müteaddit locaları kapanmış, bunların emlaki hükümete intikal etmişti."

Cumhuriyet gazetesinin haberinde sözü edilen yüksek makam dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ten başkası değildi. İşin ilginç yanı, Atatürk'ün Mason localarını kapatma emrini, Müslümanlara yaptığı zulümlerle tanınan Mason İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya bizzat vermiş olmasıydı. Mason içişleri Bakanı Şükrü Kaya, Atatürk'ü bu tarihi kararından vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamamıştı."47[18]

Ömer Ayan adlı münafık mason bu hezimeti saklamak ve Atatürk'ü karalamak üzere, olayı şu şekilde çarpıtmaya çalışıyordu:

"Türk masonluğu sözlü ima veya tavsiye üzerine değil, kendi rızası ile faaliyetini durdurmayı kabul etmiş ve mallarını da hibe şeklinde teberru etmiştir. Masonluk feshedilmemiş veya resmen kapatılmamış; malları müsadere edilmemiştir. Bu olay, zorunlu bir uykuya yatıştır.

Türk Masonluğunun, çok olumsuz iç koşullar ve siyasal baskılar nedeniyle, ileride yeniden canlanmak için bir süre uykuya yatmaktan başka çaresi yoktur. Bu aynen, hastalığına şimdilik deva bulunamayan bazı insanların ileride dirilip tedavi olmak için vücutlarını dondurtmalarına benzemektedir. Ama Eshab-ı Kehf (Mağara Dostları) gibi, donan sadece vücuttur; yani kurumdur; masonik ruh canlı olarak eşref saat gelinceye kadar uyumuş, uyku sırasında sağlığına kavuşmuş ve güçlenmiştir.

Bu zorunlu uyku Atatürk'ün iradesiyle Masonluğun kurtuluşu için olmuştur. Yoksa, saltanat, hilâfet ve çeşitli önemli kurumları yasayla ortadan kaldıracak ve Türkiye'nin tüm kaderini değiştiren Atatürk İnkılabını ihtilâl biçiminde yapacak kadar çok kudretli ve kararlı bir liderin, Masonluğu yasayla kapatmaya, üstelik koşulların çok uygun olduğu bir ortamda gücü mü yetmezdi? İttihat ve Terakki'nin Cumhuriyet rejimi için tehlikeli sayılan lider kadrosu nasıl ayıklanmışsa öyle yapılabilirdi...

Mason Locaları, Atatürk döneminde, faaliyetlerini zorunlu olarak kendiliklerinden tatil etmek durumunda kalmıştır. Fakat, Masonluk, Atatürk'ün emriyle veya yasayla veya kararla kapatılmamıştır.

Atatürk, Masonluğun dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu olumsuz koşullardan ve ülkede hızla tırmanan anti masonik akımdan zarar görmemesi için, ya kendisinin düşündüğü ya da onayladığı bir planın uygulanmasına izin vererek, Türk Masonluğunun bu badireyi asgari zararla atlatmasını sağlamıştır."48[19]

Atatürk, Türkiye Büyük Locası'nın kendisini uykuya yatırması ile Türk Masonluğunun varlığının bitmediğinin mutlaka bilincindedir. Çünkü, Türkiye Büyük Locası ve bağlı Locaların yanında, Türkiye Yüksek Şûrası'na bağlı atölyeler 1935 olayı ile faaliyetlerini durdurarak uykuya yatmışlardır. Ancak, "Türkiye Yüksek Şurası" bu karardan etkilenmeyerek uykuya yatmamış; fakat halin icabı olarak, bir süre pasif kalmıştır. Atatürk, mutlaka bunu da bilmektedir. Ama göz yummuştur. Nitekim, Türkiye Yüksek Şûrası, 1938'de Dernekler Yasası'nda yapılan değişiklikten yararlanarak, 1939 yılında üç yeni Loca kurmuş ve yasasının verdiği yetki ile Türkiye'de Masonluğu yeniden canlandırmaya başlamıştır."49[20]

Ve tabi sormak gerekiyordu:

Bu mel'un masonlar uykudan uyanmak için, niye Atatürk'ün ölümünü bekliyordu?

Osman ERAYDIN

[1] (Bak: Yurt yy. 1. Baskı. 2008 Ankara)
[2] (sh.19)
[3] (sh.101)
[4] (sh. 10)
[5] (sh.13)
[6] (sh. 103)
[7] (sh.15)
[8] (sh.77)
[9] (sh.16)
[10] (sh.28)
[11] (sh.28)
[12] (sh.39)
[13] (sh.70)
[14] (sh.79)
[15] (sh.17)
[16] (sh.16)
[17] (sh.516)
[18] (Türkiye'de Masonluğun Gizli Tarihi İsa Tatlıcan sh. 216-217)
[19] (sh.512-513)
[20] (Sh.515)
 
Atatürkçü biri olarak insanlarırın birbirlerini şuçu buçu diye ayırmalarına sonuna kladar karşıyım ister dindar ister faşist olsun herkes kendi fikri söyyebilir karşı tarafı incitmeden. düşmanlaşlıklar olluşturmadan.sevgiyle kalııın
 
Psikolojij Savaştan Operasyonel Savaşa Geçiş !..



Hükümet, polis veya Fethullah Örgütleri içinde bulunduğumuz süreci yönetemez.
Bu kuruluşların işi olamaz. Ancak hizmetkârları olabilirler.

Artık denetim ve operasyonun gerçek sahibi Amerika’dır.
Yugoslav ordusunun başına gelenler inşallah Türk Ordusunun başına gelmez.
Çünkü savaş, Türk Ordusu ile Amerikan ordusu arasında cereyan etmektedir.


Fethullah örgütlenmesi Ordumuzu ne kadar hedef alırsa alsın, ordu onun baş edebileceği bir güç değildir.

Yani bir tarafta ordu öte tarafta Fethullah örgütleri. Böyle bir şey olamaz, böyle bir denge yoktur.
Zaten PKK adı altında savaştığımız esas güç te Amerika’dır.


Amerika gerçekleştirdiği bu operasyonlar ile Ordumuza şunu söylemektedir. “Ya benimle Afganistan, Irak ve İran’da savaşırsın, ya da Türkiye’yi kaosa sokarım. Etnik bölünmeleri kışkırtırım, dini bölünmeleri kışkırtırım. " vs. Neo-liberal kesim ordunun kayıtsız şartsız Amerika ve AB’ye teslim olmasını istemektedir. Ilımlı İslam, başka deyimle Haçlı İrtica varlığının devamını Ordunun da kendisi gibi Amerika’ya teslim olmasında görmektedir.



Bunlara ülkeyi bırakmak istemeyen milli güçler ise teslimiyete karşı duran ve savaşmaya kararlı olanlardır. Vatanı savunmak için örgütlenmek istemektedirler. Fakat buna karşı Pentagon kumandayı ele almakta ve operasyon yapmaktadır. Doğrudan Pentagon’un yürüttüğü bu operasyonun Orduyu dize getirmeye yönelik olduğu o kadar aşikârdır ki, hemen hemen her gün AB ve ABD’den Ergenekon Tertibi ile ilgili talimatlar AKP’ye verilmektedir.

Kukla AKP Hükümeti ülke varlığına karşı her gün yurt dışından gelen bu sözlü ve yazılı saldırılara sessiz kalmaktadır.
Çünkü kaderini emperyalizmin kaderi ile bütünleştirmiştir.
Türkiye’yi savunan bir Hükümet yoktur.


Amerika yaratacağı kaos ile Ordunun sorumlu kademelerinde endişe ve kaygı yaratacağını hesaplamaktadır.
Bu kaygının yaratacağı ortamdan yararlanarak kendi planlarını (BOP planları) kabul ettireceği düşüncesindedir.
Bu durumda ulusalcı/milli güçlerin kayıtsız şartsız ordunun arkasında olması gerekir.

Sahte demokrasi söylemleri ile Türk ordusunu Ermeni odsusundan daha az haysiyetliymiş gibi propaganda yapan ajanlara inanmamalıdır.
Televizyonlar Türk Ordusuna saldıran Amerikan ajanları ile doludur.


Onlar değil Türk Halkı kazanacak.

Bülent ESİNOĞLU
 
cf1e189e35290db641b5b257810c408d.gif


Gülen şimdi televizyonlarda Atatürk’ün ne kadar büyük bir asker olduğunu anlatıyor.. Oysa seneler boyunca yaptığı Atatük düşmanlığı biliniyor.

Hoca CHP’yi de “cehennem partisi” olarak adlandırıyordu..

gülen atatürk ü sevmiyor diye onun askeri deha olduğunu saklıcak diye bir durum yok sevmiyebilirsin ama gerçekleride saklıyamazsın

put demesinin sebebide büst bir put tipidir ona tapmak dinden çıkarır belki o tarzdan dolayı öyle düşünmüş olabilir
 
değil 30 sayfa 300030 sayfada döksen buraya kendine zahmet verirsin.güneş balçıkla sıvanmaz.ama sanırım sizin biriniz vatansever biriniz general işinzi gücünüz sansayonel şeyler çıkartıp mesaj ve tşkr budalalığıysa bunu başardığınız kesin. buraların tabiriyle bir alkışa bir dam eşeği becermek dense yeridir.gülüyorum halinize.yoruma gerek bile yok sayfa dolduruyorsunuz forumda başak bişey değil. fosillkte mina urganı geçtiniz.
 
değil 30 sayfa 300030 sayfada döksen buraya kendine zahmet verirsin.güneş balçıkla sıvanmaz.ama sanırım sizin biriniz vatansever biriniz general işinzi gücünüz sansayonel şeyler çıkartıp mesaj ve tşkr budalalığıysa bunu başardığınız kesin. buraların tabiriyle bir alkışa bir dam eşeği becermek dense yeridir.gülüyorum halinize.yoruma gerek bile yok sayfa dolduruyorsunuz forumda başak bişey değil. fosillkte mina urganı geçtiniz.

mesajının hedefi kimdir? anlıyamadım
 
siz hayallerle yaşamaya devam edin senin paşanın sesini duyuran fetullah gülen bi kere saçmalayıp durmayın azıcık sahip çıksanız tüm dünya dili türkçe olacak belki paşamızın bu ülkeye yaptığı şeyler göz önünden kaçırılmaz ama ihanet etmeyin vatanınıza atatürk olsa ne derdi hiiç düşündünüzmü bi düşünün diyorya pzşamız ilim çinde olsada gidiniz fetullah gülende bırakın çini ilim olmayan yere ilimi götürmek için çabalarken türkiyenin adını duyurmaya çalışırken sizin bu densizliğiniz neden bi anlam veremiorum azıcık vatanınıza sahip çıkın büyükleriniz sözünü dinleyin yaptığı şeylerden övünün yeter paşamız yaşasaydıda size böle hitap ederdi yada fetullah gülen gibi olmaya çalışırdı
 
arkadaşlar
böyle bir konuda birbirinize kızıp hakaret etmeyin, hepiniz bildiğiniz yoldan devam edin. ama unutmayın hepimiz Hz Adem in soyundan geliyoruz. hepimiz kardeşiz, kardeşler arasında fikir ayrılığı olmayacakmı? olacak elbette. önemli olan bu fikir ayrılıklarını tatlı bir şekilde çözmektir.
bu konuyu görünce son zamanlarda okuduğum kitap dergi gazetelerdeki çeşitli yazılar gözümün önüne geldi
İslam a bir takım sıfatlar eklenmiş, ılımlı, siyasal, terörist vs. Bu dinin adı Kur'an da İslam olarak geçer, yani bu ismi bizzat Allah C.C. vermiştir. Değiştirmek kullarına kalmış sanırım !!!
Bize yıllarca İslam adı altında neler yutturdular, şu günah bu yasak cehennemlik bilmem ne, güzeller güzeli dinimizi öyle bir hale getirdilerki öyle bir kabukla kapladılarki, bu dinden ve mensuplarından yani müslümanlardan bahsedilirken imrenmek yerine insanlar iğrenir olmuş.
size birkaç soru?
müslüman müslümanın kardeşidir değilmi?
kardeş kardeşin namusuna ve malına göz dikermi, veya hayatına kastedermi?
kadınlar niye örtünüyor? esas sebepleri ne? sadece dindarlıkmı, yoksa içinde baskı, rahatsız edilmemek, laf atılmamak gibi sebeplerdemi var?
cevap olarak çok basit açın haber sitelerini gazeteleri, tecavüz, hırsızlık,cinayetler (hemde ne cinayetler) hortumculuk, daha neler neler, nerede oluyor, dünyanın her yerinde oluyor elbette, AMA islam ülkelerindede oluyor, hemde daha fazla, sizce de bu işte bir gariplik yokmu

müslüman sıfatının kelime manasını bileniniz varmı?
Müslüman “iyi insan” demektir. İyi bir insanda bulunması gereken bütün vasıflar onda vardır. Buna göre Müslüman , elinden, dilinden kimseye asla zarar gelmeyen insandır
başka dinlerin mensuplarının hiç birinin böyle bir sıfatı yoktur.

Mustafa Kemal Atatürk e yukarıda okuduğum kadarıyla bir şeyler söylenmiş. Olabilir, herkes herkesi sevecek diye bir kanun, ayet vb bir şey yok. Biz onun yaşadıklarını yaşamadık görmedik. bir imparatorluğun neden ve nasıl çöktüğüne bizzat şahitlik etmedik, bugün onun hakkında yazılan bir çok kitap var, ne yerdi ne içerdi ne düşünürdü. bunlar hakkında bir sürü yazı var , merak eden okur. ben pek okumadım açıcası ama onu anlamak için başka kaynaklar okudum, Osmanlının yıkılışı üzerine özellikle, yıllarca süren savaşlar, isyanlar, iç hesaplaşmaları, rüşvetçilik, istismarlar neler neler. bunları yaşayıp görmüş bir insan bunlardan ders alarak yeni bir başlangıç yapmak istemiş ve bu fırsatı bulmuş , üstelik bunu başarmış, elbette tek başına yapmamış, yüzbinler canını vermiş şehit olmuş ruhları şad olsun, sağ kalanlarda canla başla çalışmış ortaya bir devlet çıkarmışlar, elbette tek başına olmaz ama!!! bu vücuda bir beyin gerekliydi. ne yazıkki öyle bir ortamda bu göreve cesaret eden tek insana çok fazla haksızlık yapılıyor yıllardır.
Allah C.C. her şeyi görüyor biliyor ben buna inanıyorum.

Dininizden uzaklaşmayın, korkmayın, kimi cübbelilerin anlattığı gibi değildir din. ne size kara çarşafa girmenizi, ne de kimi başında sarığı olanlara kulluk etmenizi emreder. Allah a kulluk etmenizi, iyi birer insan olmanızı, haksızlıkla mücadele etmenizi, AKLINIZI kullanmanızı (Kur'an da düşünün der çoğu yerde), okumanızı emreder dininiz İslam. İslam ı öğrenmek istiyorsanız önce Kur'an ı okuyun, falanın filanın kitabını değil, sonra diğerlerini okuyun ve karşılaştırın , vicdanınız orada, size ne yapacağınızı söylecektir, bundan şüphe etmeyin. Bizleri Kur'an dan uzaklaştıranlar maalesef sadece Müslüman olmayanlar değildir, aramızda yaşayanlarda vardır, kimbilir belkide dinde önde gelen insanlarda vardır.

Son olarak, Hz. Muhammed S.A.V efendimizin vefatında günümüz tabiriyle malvarlığı neydi biliyormusunuz?
12 parça elbise (iç dış giysileri olmak üzere), makas, misvak, sakal tarağı ve sürmedan, bunları koyduğu bir kutu, iki toprak, bir cam ve birde tahta bardak, bir abdest ibriği, bir tas, bir su matarası, bir asa, üzerinde uyuduğu keçe, bir çift ayakkabı, ev eşyası olarak bir döşek bir yastık birde el değirmeni !!!
bundan daha fazlasına sahip olamazmıydı?
peki bugün kimseye fırsat bırakmayan, milleti afaroz eden, din bezirganlarının malvarlıkları nedir? (Genelleme yapmıyorum, herkes böyle değildir, ama öne çıkanlara bakın?) ve birde mütevaziliklerine bakın...
tartıştığımız kavga ettiğimiz konulara bakın, resmen havanda su dövüyoruz milletçe ve tabi İslam aleminde, biz şu anda olduğumuz yeri bile haketmiyoruz, yinede Allah bize lütufta bulunuyor

yanlış hatırlamıyorsam Hristiyanlardaydı bir inanış vardır, sanırım İncil de geçiyor, bir gün yeryüzüne yumuşak (güzel huylu, insancıl olanlar, elinden ve dilinden zarar gelmeyen insanlar)huylular hükmedecek. kendi ağızları ile söylüyorlar ama farkında değiller :) Kim bilir , yukarıda bahsetmiştim, hepimiz Hz. Adem A.S. soyundan geliyoruz diye, ona bir ekleme yapayım, aynı zamanda insanlık tarihinde bilinen ilk cinayeti işleyen insanın soyundanda geliyoruz, Habil i öldüren Kabil in yani

neyse, bana göre kişileri tartışarak vakit kaybetmek yerine meselenin özüyle uğraşalım, nasıl daha ileri gidebiliriz, kendimize nasıl bir yol çizebiliriz, bu yolda ilerlerken ne gibi araçları kullanırsak daha iyi bir yere varabiliriz.

benim için cevap; Özgür, demokratik ve kültürlü eğitimli ve dindar(bugünkü dindar anlayışından kesinlikle bahsetmiyorum) insanların çoğunlukta olduğu bir toplumla

hepinize sevgiler saygılar
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst