Ergenekon Operasyonu’nu Doğru Anlama Kılavuzu

AYGÜN’ÜN MAKAMINDA BULUNAN GLOCK SERİSİ, BUGÜN ÖLDÜRÜLEN PKK’LILARIN ÜZERİNDEN ÇIKANLARLA AYNI!!!

NURTEN AKYAZILILAR
ATO Başkanı Sinan Aygün’ün gözaltına alınması ardından makamının banyosunda ‘glock’ marka bir silah bulunduğu açıklandı. Sayın Aygün’ün odası sadece kendi parmak iziyle açılabiliyormuş. Bu haberin ardından kamuoyuna yapılan açıklamada, "Olay günü yapılan tutanak anında Aygün'ün kendisi yok iken tamir esnasında bu silahın şofbenden çıktığı ifade edildi. Balistik incelemesi yapıldı ve temiz çıktı. Ardından savcılık takipsizlik kararı verdiği için dosya kapatıldı" şeklinde konuştular.

Emniyetin silahı üreten Avusturya firmasından aldığı bilgiye göre ise söz konusu silahın Amerika'dan Irak'a hibe edilen askeri malzemeler arasında bulunduğu ve kaçak yollardan yurda sokulmuş olabileceği ihtimali üzerinde durduğu bildirildi.

Gelin görün ki, Genel Kurmay Başkanlığına ulaşan istihbarat sonucu bugün Hakkari kırsalında sıkıştırılan terör örgütü PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarında suikast ve sabotaj eğitimi alan 12 kişilik terörist grubu ile çatışma yaşandı. Özel eğitimli 12 terörist Türkiye’de askeri ve kamuya ait önemli binalarda ses getirecek bombalı eylemlerde bulunmak ve üst düzey yöneticilere suikast yapmak için sınırı geçerken güvenlik güçlerimiz tarafından kıstırıldılar.

Çıkan çatışmada teröristlerden 2’si öldürülürken, 10’u kaçtı. Güvenlik güçleri, diğer 10 PKK’lıyı etkisiz hale getirmek için hava destekli operasyonlarını yoğunlaştırdı. Yani tıpkı gözaltına alınan ulusalcı emekli paşalar, gazeteciler ve işadamlarına yüklenmek istenen sözde 7 Temmuz eylemleri gibi bir eylemi aslında PKK’lılar yapmayı planlamış!..

Sadece sözde eylem içeriğinde değil garip tesadüfler; Sinan Aygün’ün makamında bulunan hayalet silah olarak adlandırılan ‘glock’ marka silahtan, öldürülen 2 teröristin üzerlerinde de çıkmış olması, hem de 17 tane… Üstelik onlar da ABD’nin Irak’ta kaybolan silahlarından! Teröristlerin üzerlerinde ayrıca 1 Uzi ve 28 değişik çap ve markada toplam 46 tabanca ile şifreli yazılmış suikast planları ele geçirilmiş.
Yapılan açıklamada PKK’lı suikast timinin silahları ve patlayıcıları Hakkari üzerinden Türkiye’ye soktuktan sonra başta İstanbul, Ankara, Mersin olmak üzere yapılacak eylemlerde kullanılacağı belirtiliyor.

Silahların bir kısmının Diyarbakır, Bingöl, Tunceli kırsalındaki teröristlere dağıtılacağı, bu teröristlerin il ve ilçe merkezlerine sızarak bölgedeki üst düzey, asker, vali, emniyet mensuplarına eylem yapacakları kaydedildi. Kaçan teröristlerin üzerinde de suikast silahları ve patlayıcı maddelerin bulunduğu belirtilirken, bu teröristlerle sıcak temas sağlanmasının an meselesi olduğu ifade edildi.

Ve ben buna Yüce Allahın takdiri derim. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı eylem ve suikast hazırlığında olan PKK’lı teröristler sınırlarımızdan içeri girerken yakalanıyor. Ama birileri hala terörist diye bu devletin ulusal birlik ve bütünlüğünü korumak için canını feda etmeye hazır olan insanlarımızı aşağılayıcı bir şekilde gözaltına alarak hatta tutuklayarak, aylarca cezaevine kapatarak zaman kaybettiriyor. Kim bilir; belki de zaman kazanıyor mu demek daha doğru olacak…

Bu bilgiler bir rastlantı değil de birbirleriyle bağlantısı varsa, birilerinin silahlı örgüt suçlamasıyla Sinan Aygün’ü daha da zor duruma sokmak istediği sonucu kolaylıkla çıkabilir. Zaten böylesi ciddi bir soruşturma kapsamında o silahı bulan tamircinin daha kapsamlı bir soruşturmadan geçmesi gerekmez miydi? ATO Başkanı Aygün’ün odasında bulunduğu iddia edilen o silahın dosyası, bu kadar kolay mı kapanmalıydı?

Tıpkı soruşturma içeriğinin başlama etkenindeki en önemli delillerinden Ümraniye’de bulunan el bombalarının imha edilişinin mantıklı bir açıklaması olamayacağı gibi…
Akla başka bir şey gelmiyor; birileri delilleri mi ortadan kaldırmak istiyor???
 
ATATÜRK’Ü SEVMEK!

İşim gereği nöbetle haşır neşir olduğumu söyleyebilirim. Her ne kadar seyrek de olsa şaşırtıcı nöbetlerle karşılaşsam da genel olarak nöbetin önceden belirlenmiş yapısı olduğunu söylemek olasıdır.
Son günlerde gündemde bir kez daha yer tutan “Ergenekon” gözaltıları da bir tür nöbete dönüştürüldü.
İlk nöbetçi Ergün POYRAZ idi!

Onu izleyerek çok sayıda kişi nöbet turnikesine sokuldu. Hem de ansızın ve hazırlıksız olarak.
Emin GÜRSES, Sevgi ERENEROL, Ümit SAYIN, Doğu PERİNÇEK, İlhan SELÇUK, Kemal ALEMDAROĞLU...
Son olarak da, Mustafa BALBAY, Sinan AYGÜN, Ercüment OVALI, Erol MÜTERCİMLER, Şener ERUYGUR, Hurşit TOLON nöbete gönderilen adlar oldular.
Bir yıldır çok da belirli bir süre biçilemeyecek aralıklarla sürüyor nöbetler!

Anlaşıldığı kadarı ile konu ile doğrudan ilgisi olmayan kimi durumlar ve gelişmeler nöbetlerin zamanlamasını belirliyor.
Renkli kişiliği ile de kamuoyunca yakından tanınan Sinan AYGÜN içinde bulunduğu karmaşaya aldırmaksızın özetleyiverdi asıl nedeni: “ATATÜRK’ü SEVMEK!”
Aslında yaşanmakta olanlara şaşmamak gerekir! Neden mi?

Bir önceki “Ergenekon” dalgası sırasında da belirtildiği gibi ülkemizin önde gelen tehditlerinden biri olarak resmi belgelere geçirilmiş bir durum var: “ULUSALCILIK”
Bugünün Türkiye’sinde tek bir soruyla kamuoyu yoklaması yapılsa ve “Atatürk’ü seviyor musun?” sorusu sorulsa alınacak “Evet” yanıtının oranları “Humeynisever” yükselişe karşın hiç kuşkusuz oldukça yüksek çıkacaktır.

Elbette bu bir söylemin yansımasıdır! Söylemler her zaman eylemlerin güvencesi olamayacağına göre, günümüzde geçerli nitelemeyle “sözde” değil de “özde” Atatürk sevgisi öncelik almalıdır!
Bu bağlamda “ulusalcılık” özde “Atatürk sevgisi” olarak da nitelenebilir.
Dolayısı ile bugün yaşanmakta olan ve kimilerimiz için şaşırtıcı olan gelişmeleri şaşırtıcı bulmak ülkenin genel durumundan kopuk bir anlayışın da simgesi sayılmalıdır!

Devletin resmi belgelerine başat tehdit olarak girmiş olan “ulusalcılık” orada durduğu sürece birkaç gündür yaşanmakta olanlara şaşırmak da yakın gelecekte yaşanması olası durumları öngörmemek de asıl şaşılacak durum olmalıdır.
“Atatürk’ü sevmek” bir söylemdir, ancak ve ancak onu sevmenin gereği olan eylemle birleştiğinde anlam ve önem taşıyabilir!

Sinan AYGÜN’ün kaşla göz arasında dillendirdiği “Atatürk’ü sevmek” söylemini eylemle birleştirenler emniyet ve adliye nöbetine zorlanmaktalar. Hemen her yurttaşın karşısında “boynunun kıldan ince” olduğu yargı ulusal tehdit olarak da tanımlanan “ulusalcılık” için önde gelen bir savaşım aygıtı konumundadır artık!

Günümüzde “Atatürk’ü sevmek” söylemini eyleme dönüştürenlere ödetilen sıradan bir bedeldir yaşadıklarımız. Yaklaşık bir yıldır yoğunlukla yaşamakta olduklarımız gerçekte yarım yüzyılı aşkın bir süredir kurgulananların gözümüzün içine sokulurcasına tamama erdirilmesi olarak da algılanmalıdır!
Ayrıca, bugün ödenen bedeller geçen yüzyılın başında ülkeyi kurtaranların, kuranların ve devrim yapanların başına gelenlerle karşılaştırıldığında “hiç” kalır!

Bugün yaşanmakta olanlar bir bakıma onyıllara dayanan aymazlık, duyarsızlık ve ilgisizliğin de doğal sonucu sayılmalıdır!
Çelişik durumu yaratan bugün bedel ödeyenlerin aymaz, duyarsız ve ilgisiz olmamalarının yanı sıra tersine fazlasıyla duyarlı, ilgili ve dik duruşlu oluşlarıdır.
Yukarıda anılan çelişik durum sıranın asıl aymazlara, duyarsızlara ve ilgisizlere gelmeyeceğinin güvencesi değildir!

Nöbet sırası onlara da gelecektir!
Bu nöbetten kaçmak olanağı yoktur!

Ceyhun BALCI
 
:) Anlama klavuzu kurtlar vadisini izlemektir :D

Yanı gerçek dışı. Sayın savcı kurtlar vadisinden aşırı derece etkilenmiş. Senaristlere taş cıkarmış... Yok böle bişi
 
Mübaşir...


BENCE Başbakan’ın hukuk bilgisi de fena değil.

"Hu..." zaten zihninde vardı... ABD ile irtibata geçince de "Kuk..." eklenmiştir, işte etti mi size:

"Hukuk..."

Nitekim kendisine "savcı" sıfatı yakıştırıldığında, grup konuşmasında "Bu da güzel bir şey" diyerek sevindiğini izlemişsinizdir.

Sonra da zaten savcının açılımını yapıverdi:

"Savcı millet adına oradadır..."

Ki başbakanlarının bu sefer de başarıyla "savcı" olduğunu duyan milletvekilleri onu ayakta alkışladılar.

Sevinmişlerdi...

Ne yazık ki Erdoğan o diploma ile savcı-mavcı olamaz.

O diploma ile olsa olsa mübaşir olur.

Kafasını uzatıp uzatıp, sanıkları mahkemeye çağıran:

"Ergenekon davası sanıklaaaarrııı.... Hurşit, Sinan, İlhan, Mustafa, Doğu, İlker, Neriman, Hasan, Şener, Osman......."

*

Böyle diyor mübaşir.

Ve sanıklar yerlerini alıyorlar.

(.........)

Dün televizyonda cumhuriyet mitinglerine katılan yürekli kadınlardan birisi konuşuyordu:

"Bir korku sindi sanki bizim kesime... Artık telefonlarla konuşmaktan bile korkuyor arkadaşlar... Hepimizi izliyorlarmış gibi bir his var içimizde... Herkes birbirine -dikkatli ol- demeye başladı... Sanki peşimizdelermiş gibi..."

Cumhuriyet mitingleri eski havasında olur mu sizce?..

Biraz zor...

Çünkü korkmak-sinmek bir yana, insanların yüreğine "darbeci damgası yeme" evhamın koyuverdi mi mübaşir...

*

"Demokrat" kesilip, demokrasi ile cumhuriyeti vurduktan sonra... Bu sefer de "hukukçu" kesilip hukukla demokrasiyi vuruyorlar.

Böylece hem cumhuriyetten kurtuluyorlar, hem demokrasiden...

Bakın demokrasi eriyor...

Demokratik örgütler, sivil topluluklar sindiler...

Korkuttular insanları...

Yok eğer ağzını açan, meydana çıkan, sesini yükselten olursa, bizim mübaşir uzatır kafasını:

"Sanıklarrr... Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin..."



Bekir COŞKUN
 
Ergenekon sanıklarından şok talep 17 Temmuz 2008


DHA



Ergenekon sanıklarının avukatları, "Recep Tayyip Erdoğan, Hilmi Özkök ve Abdullah Gül'ün ifadelerinin alınması gerekiyor." dedi.


Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan avukat Kemal Kerinçsiz, avukatı aracılığıyla istanbul 13. ağır ceza mahkemesi'ne başvurarak iddianamenin reddine karar verilmesini istedi. Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi saldırılarında yetkili savcılık ve mahkemenin ankara savcılığı ve mahkemeleri olduğu vurgulandı.

Dilekçede, "Darbenin kaynağı olarak gösterilen günlükleri tutan Özden Örnek'in ifadesine dahi müracaat edilmez iken, aynı dönemde görev yapan iki orgeneralin darbe suçlaması ile tutuklanması, işlendiği iddia edilen sözde darbe suçunu ikiye bölerek, sırf bir kısım insanları yargı sürecinin dışında tutmak için bir dönemin ve bazı kişilerin yok kabul edilmesi, bu soruşturmanın siyasal boyutunu açığa çıkarmaktadır" denildi.

Dilekçede, ayrıca dosya kapsamındaki şüphelilerin darbe kapsamında suçlanmaları karşısında, darbe yapılacağı dönemin başta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün, o dönemi çok iyi bildiğini beyan eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı bugünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ifadelerinin alınmasında ve sorumluları var ise üzerine gidilmesinde zaruret olduğu belirtildi.

Kerinçsiz'in avukatı Mehmet Demirlek tarafından "Ergenekon" davasına bakacak olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 54 sayfalık dilekçede , iddianamenin Ceza Muhakemesi Kanunu'nun170.maddesine uygun olarak düzenlenmediği öne sürülerek, Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilmesi talep edildi.

İddianamenin kendileri tarafından henüz yasal olarak incelenmesinin mümkün olamadığını belirten Demirlek, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan açıklamalar, soruşturma boyunca yapılan yayınlar ve şüphelilere sorulan sorular dikkate alındığında iddianamenin CMK 170.maddesine aykırı olarak düzenlendiği bu nedenle reddedileceği kanaatinde olduğunu kaydetti.

DANIŞTAY DOSYASINA BU İDDİANAMEDE YER VERİLEMEZ

Danıştay Saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması eylemlerine bu iddianamede yer verilemeyeceğini öne süren Demirlek, " Danıştay'ımıza ve Cumhuriyet gazetesine yapılan menfur saldırılar sonucu işlenen suçları işleyen failler hakkında Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmış ve açılan dava devam ederken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen Ergenekon soruşturması ile ilgili tüm dokümanlar Mahkemeye gönderilmiş ve yapılan incelemede mahkeme Ergenekon soruşturması ile Danıştay kovuşturması arasında hiçbir bağlantı olmadığını tespit etmiştir. Mahkeme bu kararını 13 Şubat 2008 tarihinde vermiş olup, bir kısım tarafların temyizi sonucunda dosya halen Yargıtay aşamasında bulunmaktadır. " dedi

Mahkemenin irtibat görmeyerek birleştirme talebini reddetmesine rağmen, savcılığın bu kararı görmezden gelerek, Ergenekon soruşturmasındaki bazı şüphelilere azmettirici sıfatı verip iddianameyi 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğunu anlatan Demirlek, böylece Ankara'da devam etmekte olan davanın İstanbul'a nakletmesi yolunun açıldığını , davanın yasal ve tabii mecrasından çıkartılarak doğal hakim ilkesine aykırı davranıldığını öne sürdü.

Demirlek ayrıca şunlar anlatıldı: "Bu işlem adeta; "Ankara'daki Ağır Ceza Mahkemesinden istediğim kararı alamadım ama İstanbul'dan istediğim sonucu ve kararı alacağım" zihniyetini taşımaktadır. Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar sebebi ile işlenen birlikte soruşturulmasına karar verilmiş ve aynı kişilerce gerçekleştirilmiş olması nedeni ile kovuşturması da birlikte yapılmıştır. Bu aşamadan sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılığının elindeki bütün delilleri Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesine gönderip birleşme kararı reddedildikten sonra aynı soruşturmayı 2007/1536 Sayılı dosyasından yürüterek, karardan sonra defalarca müebbet cezası alan Danıştay faili Osman Yıldırım'ın tanık koruma programından istifade etmek amacı ile verdiği hukuki değeri olmayan ifadelere ve zorlanarak elde edilmeye çalışılan gerçek dışı delillere dayanılarak davanın Ankara'dan İstanbul'a taşınması hukuken kabul edilemez.

YENİ DELİL VARSA ANKARA'YA GÖNDERİLMELİYDİ

Danıştay ve Cumhuriyet saldırılarının iddianameye taşınması ile usul hukukun temel kuralları alt üst

edilmiştir.Sayın savcılar bu hukuk dışı tutumları ile adeta Yargıtay'ın temyiz görevine müdahale etmişler, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararını tanımaz durumuna düşmüşlerdir. Kaldı ki Ergenekon soruşturmasında ismi geçen şüphelilerin tamamı hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmiş ve bu kararlara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Bir an için Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin 13.2.2008 tarihli kararında kendisine gönderilen delilleri değerlendirerek suçun sübutu bakımından bir irtibat kurmayarak birleştirme talebini reddettikten sonra yeni deliller ortaya çıkmışsa bu delilleri sayın savcıların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndererek bu delillerin, söz konusu savcılıkça değerlendirilerek gerekirse ilgili kişiler hakkında ek iddianame yolu ile kamu davası açılması sağlanabilir ve aynı deliller yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Yargıtay'daki dosyaya gönderilerek kararın bozulması sureti ile iki dosyanın birleştirilmesine aksi takdirde, Yargıtay'dan gelecek dosyada dikkate alınarak ek iddianame ile açılan dosyaya devam edilebilirdi. "

İDDİANAME HUKUKA AYKIRI DELİLLERE DAYANIYOR

İddianamenin tamamının hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayandırıldığı ileri sürülerek, savcılığın soruşturma aşamasında elde ettiği delilleri mutlaka muhafaza ederek hâkimin huzuruna getirmesinin zorunlu olduğu kaydedildi. Silahların denkliği kuralı ve çekişmeli yargılama delillerin mutlaka korunarak, muhafaza altına alınmasının zorunlu olduğu belirtilerek, buna karşılık Ümraniye'de 12 Haziran 2007 tarihinde ele geçirilen 27 adet el bombasının mahkeme tarafından alınan kararla imha edildiği belirtildi. Söz konusu imha kararının her yönü ile usule ve yasaya aykırı olduğu anlatılan dilekçede, bombaların suç eşyası yönetmeliğine göre imha edilmeyeceği kaydedildi. Yapılan imha ile davanın delillerinin hukuka aykırı olarak ortadan kaldırıldığı belirtilerek, Ümraniye'deki el bombaları üzerinden çizilen senaryo sonucunda yıllardır kurgulanan Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi saldırıları ile hayali bağlantıların kurulup, mahkemenin önüne getirme imkânının programlandığı iddia edildi.

GÜNLÜKLER İNCELENMEDİ

Soruşturmada önemli delillerin toplanmadığı ve incelemenin eksik yapıldığı öne sürüldü

Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinin neden soruşturma kapsamına alınmadığı hususunun aydınlatılmadığı kaydedilen dilekçede şöyle denildi: "Soruşturmanın sürdürüldüğü 13 aydan bu yana bütün fırtına eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinin etrafında kopartılırken ve soruşturma savcısının bu sözde günlükleri delil olarak dosyaya alıp, gerçek olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesi yoluna gitmiş iken, bu günlükleri soruşturma kapsamının dışına çıkarması emekli olan bir Tuğgeneral, bir albay ve bir kaç subay ve astsubay ile siviller hakkında TCK 312. maddede belirlenmiş bulunan darbe suçlamasında bulunması iddianameyi ciddi bir hukuk belgesi olmaktan uzaklaştırmıştır. Savcılıkça darbe suçlamasının merkezine oturtulan günlükler konusunda soruşturmanın genişletilirken, iddianamede günlükleri soruşturma

dışında tutmak için özel çaba sarf edilmesi, sırf bu günlükleri dosya kapsamından uzaklaştırma amacı ile bu dosya kapsamında tutuklu bulunan emekli orgeneraller Sayın Tolon ve Eruygur'un sadece emekli olduktan sonraki dönemi soruşturmaya dahil edilip, görevde oldukları bölümün soruşturma dışında tutulması, hukuken son derece anlamı ve her türlü şaibeyi içinde barındıran siyasal nitelikte bir tavır olarak değerlendirmekteyiz. Böyle bir soruşturmanın adil olmadığı ortadadır. Günlüklerin soruşturma dışında tutulmuş olması, siyasi iktidarın soruşturma dosyasına duhul ettiğinin önemli göstergesidir. Darbenin kaynağı olarak gösterilen günlükleri tutan Özden Örnek'in ifadesine dahi müracaat edilmez iken, aynı dönemde görev yapan iki orgeneralin darbe suçlaması ile tutuklanması, işlendiği iddia edilen sözde darbe suçunu ikiye bölerek, sırf bir kısım insanları yargı sürecinin dışında tutmak için bir dönemin ve bazı kişilerin yok kabul edilmesi, bu soruşturmanın siyasal boyutunu açığa çıkarmaktadır. Yine aynı dönemde görev yapan Kara ve Hava Kuvvetleri komutanlarının ifadesine dahi müracaat edilmemesinin bu iddianamenin CMK 170/b bendi uyarınca reddi yeterli sebeptir."

BAŞBAKAN'IN İFADESİ ALINMALI

Dosya kapsamındaki şüphelilerin darbe kapsamında suçlanmaları karşısında, darbe yapılacağı dönemin başta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi özkök'ün, o dönemi çok iyi bildiğini beyan eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve dönemin Dışişleri Bakanı bugünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ifadelerinin alınmasında ve sorumluları var ise üzerine gidilmesinde zaruret olduğu belirtildi.
 
"Ergenekon" Tertibi Mossad'ın İşi Olmasın!


“Niye açıklamıyorsunuz?” dediler. Sonunda “Al size açıklama” der gibi dev bir iddianamenin fiziki ve şekli bütün boyutları açıklandı. Görmedik ama söylendiğine göre tamı tamına 2 bin 455 sayfaymış. Departman departman bilmem kaça ayırmışlar. Deliller öbek öbek ağzı bağlı torbalar halinde yığılmış ortaya yere. Şu kadar operasyon yapılmış. Şu kadar insan dinlenmiş. Şu kadar da gizli tanık sağlanmış. Milyonlarca sayfa telekulak kaydı yazılı belgeye dönüştürülmüş. Bu hummalı ve büyük çalışmanın sonucunda da bilmem şu kadar kişi tutuklanmış!




İddialar, ithamlar ve iftiralar!
Resmi söylemlerin dışında ne iddialardan ne de mahkeme kararına rağmen sayfa sayfa iktidardan beslenen gazetelerde yayımlanan ifadelerin doğruluğundan haberimiz var! Ancak ileri sürülen iddiaların, sanıklara yüklenen suçların ve üst üste yapılan tutuklamaların kamu vicdanını güçlü bir biçimde rahatsız ettiğinden haberimiz var.
Kuşkusuz yapılan haksızlık ve hatalarla kendilerine karşı yapılmadığı sürece ilgilenmeyenlerin çoğunlukta olduğu da biliniyor. Onlar, olan bitene “Bu kadar kusur kadı kızında da olur” edasıyla yaklaşmaktadırlar. İktidar yanlısı medya tam da bunu yapıyor. Kuruların yanında azcık yaş da yanacaktır imajını yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.
Yapılan operasyon ve tutuklamalardan daha çok, yaşanan süreçte iktidar yanlısı medyanın tetikçi gibi hareket etmesi, Türkiye’yi korku cumhuriyetine çevirmiştir. İktidara yönelik eleştirel tavır içinde olan herkeste “Kapının düğmesine ne zaman basılacak” kaygısı yaratılmıştır. Yapılan her tutuklamanın ardından iktidar medyası “Operasyonun medya ayağı ya da falan yönü eksik kaldı” türünden başlıklar atmışlardır. Yıllara sarkan tutuklama, takip edilme, kayıt etme ve kontrol altına almalarla iktidar muhaliflerinin sindirilmesi sağlanmıştır.




İddialar ve iddianame!
Başsavcı Engin’in açıkladığı kadarıyla iddianamede suçun her çeşidi var. Yalnız suç değil gerçekte iddialar arasında tarih, efsane, terör tanımı, komplo, entrika, cinayet, suikast, komplo, devlet yıkma, hükümet devirme, askeri itaatsizlik, ayaklanma çıkarma, tahrik gibi suçun her çeşidi mevcuttur. İddialar, iftiralar, suçlamalar ile ithamlar iç içe girmiş durumdadır. İddialar arasında yok yoktur!
Birbiriyle ilgisiz olayları birbirine ekleyerek, çok daha içinden çıkılmaz ve karmaşık örgüt icat etmek Türkiye’de her zaman mümkündür. Bu ülkede olan biten her şeyi bir tek nedene indirgemek sonra da bunu dış mihraklara bağlamak gelenektir. Günah keçisi ilan etmek ve suçu ihale etmek derin düşünce sahibi olmayanlara çok kolay gelmektedir. Bir zamanlar ülkede olup biten her şeye bu Sabetaycıların, Masonların, komünistlerin, faşistlerin işi denirdi. Galiba bundan sonra da her türlü kötülüğe “Ergenekoncuların işi” denilip geçilecektir.
Mahkemeye sunulan iddianamenin içeriğinde yer aldığı öne sürülenler -yasak olmasına karşın- yine iktidar yanlısı basına sızdı. Bu sızıntı bilgilere göre iddialar arasında Agarta adlı tarikat tipi bir yapılanmadan söz ediliyor. Buna bir çeşit Türkiye usulü “Tapınak Şövalyesi” örgütlenmesi de denilebilir. Bu efsaneye de birileri ciddi ciddi yer vermiş. İddia edildiğine göre bizzat iddianame “Ergenekon” yapılanmasını tarihini 600 yıllık bir tarikat örgütlenmesi olarak Agarta’yla ilişkilendirmiş. Böylece karşımıza Tibet ve Orta Asya gelenekleriyle başlayan Göktürk, Uygur ve Hun masallarında yer alan efsanevi bir yeraltı organizasyonu olan bir çeşit yeni “Ergenekon” çıkarılmıştır. Açıklamalardan anlaşılıyor ki, Ergenekon’un yalnız dişi kurdu “Asena” sı eksik!




Komplo Mossad’ın işi olmasın!
İddianamenin dayandığı belgelerin ilk kaynağı bugünlerde Kanada’da “Hahamlık” yapan Tuncay Güney adlı bir adamdır. İlk kez böyle bir örgüte ait belgeleri Emniyet makamlarına veren kişinin bu adam olduğu biliniyor. Acaba bu hahamın Mossad ajanı olup olmadığı konusunu birileri araştırmış mıdır? Bu zat şimdi Kanada’da yaşıyor. Kanada, son zamanlarda İngilizlerin Anadolu’yu işgalinin daha fazla özgürlük getireceğini söyleyenlerin iki buçuk saat içinde İngilizlerin de yardımıyla vatandaşlık hakkı kazandıkları bir ülkedir. Bu durumda işin içinde doğrudan Mossad’ın, biraz CIA’in, azcık da İngiliz MI5’in olmadığını kim garanti edebilir? Düşünmeye ve irdelemeye değmez mi?
“Ergenekon” adı verilen davayla ilgili olarak yapılan her açıklama kafaları biraz daha karıştırmaktadır. Abartılı yorumlar, şişirilmiş iddialar ve iç içe sokulmuş olaylar kafalardaki sorulara cevap vermeye değil karıştırmaya yarıyor. Türkiye’de kafaların karışık olmasının Mossad’ın ülkesinin şu sıralarda işine gelir mi? İran’a yönelik saldırı hesapları içinde olan İsrail’in bu sıralarda Türkiye’de kafaların karışık olmasında yararı olabilir! Düşünmeye değer...


Özcan YENİÇERİ
 
Senin de gözün kör olmuş be hacım
Ahmet HAKAN

EY "Ergenekon için söylenen her söze kandım / Pervane misali ampule yandım" havasına girip, burunlarından hiç kıl aldırmayan benim demokrat abilerim, ablalarım, kardeşlerim...

Sözüm sizedir...

Görüyorum ki...

Oktay Ekşi’nin, "Eskişehir’de bulunan bombalar" ile "Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalar" arasındaki eşleştirmeyi es geçmesi karşısında celallenmiş durumdasınız...

Ha bire giydiriyorsunuz...

İyi, güzel de abilerim, ablalarım...

Siz de bazı şeyleri es geçmiyor musunuz?

Mesela...

"Mezara tahliye" vakasına neden gözünü kapatıyorsun, zalime zulmünü haykırmakla meşhur Cengiz Abi...

Mesela...

"Agarta" saçmalığıyla kafa bulan, matrak ve şahane bir yazıyı ne zaman kaleme alacaksın Ahmet Abi?

Mesela...

"7 Temmuz Planı" üfürmesinin kimin işi olabileceğine dair hiç olmazsa iki satır oynatmayacak mısın Gülay Abla...

Mesela...

"Ergenekoncular nükleer silah üretmiş olabilir" sallamasına küçük de olsa bir gönderme yapmayacak mısın Emre kardeş?

Mesela...

"Sinan Aygün neden alındı? Neden bırakıldı?" sorusunun yanıtını vermeyecek misin "Çok şey biliyor gibi yapanlar" kabilesinden Şamil birader?

Mesela...

"Kasa" denilen adamın "beş parasız" çıkmasına dair şöyle dokunaklı ve yüreklere işleyen bir makale döktürmeyecek misin Ahmet Taşgetiren üstat?

Mümtazer Hoca da ifade verecek mi?

ESKİ "ülkücü", eski "Çillerci", eski "Kurşunu atan da, yiyen de şereflidir" konseptinin yaratıcısı...

Yeni "demokrat", yeni "AKP yandaşı", yeni "Zaman gazetesi yazarı"...

Muhterem Mümtazer Türköne hocamız, gayet haklı, gayet yerinde, gayet isabetli saptamalarda bulunmuş...

Şunları söylüyor:

BİR: NATO ülkelerinde "Gladyo" adı verilen devlet içinde yapılanmış, devlet için operasyon yapan, hukuk dışı örgütlenmeler işbaşındaydı.

İKİ: Bu yapılar, NATO ülkelerinde 1990’ların başında tasfiye edilmiştir...

ÜÇ: Ergenekon operasyonu, "Türk Gladyosu"nun biraz gecikmiş bir tasfiyesinden ibarettir.

Bu saptamalar el hak doğrudur...

Ancak... Bir sorun var!

"Türk Gladyosu"nun şahlanış yıllarında Mümtazer Hocamız, "Türk Gladyosu"nun sırtını sıvazlayan hükümetin başının "başdanışmanı" değil miydi?

Anımsayalım:

"Kurşunu atan da, yiyen de şereflidir" vecizesi, Güneydoğu kentlerinde oraya buraya bombaların atılması durumu, Azerbaycan’da darbe tezgáhlanması, Kürt işadamlarına yönelik suikastlar, Türkmen bölgesinde kılık değiştirmiş Ergenekoncuların "Türk Lawrence" piyesi çevirmeleri falan...

Madem bugün "Ergenekon" davası, "Türk Gladyosu"nu tasfiye ediyor...

O halde...

"Türk Gladyosu"nun şahlanış yıllarında pek mühim vazifeler icra eden Mümtazer Hoca’nın da, Savcı Zekeriya Bey’imizin karşısına geçip bildiklerini anlatması gerekmez mi?

Aman Mümtazer Hocam, hemen paniğe kapılma!

"Sanık" sıfatıyla değil canım, "tanık" sıfatıyla...

Özden Örnek Paşa’nın yapması gereken 5 şey

BİR: Eğer "Darbe Günlükleri", gerçekten de kendisinin kaleminden çıkmamış ise... "Kim ulan benim adıma günlük tutan müptezel?" diyerek ortalığı ayağa kaldıracak bir çıkış yapmalıdır.

İKİ: Bazen susmak gerekir, bazen de konuşmak... "Bahriye’nin altın çocuğu"na yakışan ise bunun stratejisini çizmektir... Aksi takdirde aynı zamanda hem laikler, hem de demokratlar tarafından kuşatılmış olacaktır.

ÜÇ: Bazı durumlarda "eşlerin gözyaşlarıyla açıklama yapmaları"nda yarar olabilir... Ama bundan önce düşmanların sayısını azaltmak için çaba sarf etmek gerekir. Bunca düşman varken eşin gözü yaşlı açıklaması aleyhte kampanyayı azdırabilir.

DÖRT: Madem olay, daha düne kadar herkesin alkışladığı "Paşa oğlunun paşa belgeseli"ne bulaşmaya kadar vardı... O zaman acaba "artık adam olmuş" oğulun, bu suçlamalara karşı mukavemet göstermesi gerekmez mi?

BEŞ: "Hem Tayyip’le iş tut / Hem de Tayyip’i devirmenin günlüğünü tut" imajı biraz haksız biçimde üzerine yapıştı kaldı... Bu tür yerleşmiş imajları devirmek için bazen çok sarsıcı hareketler yapmak gerekir ki sanırım Özden Paşa için böyle bir dönem geldi de geçiyor bile...
 
OKUMADAN ALİM, YAZMADAN KATİP MESAJI ALANLAR ALMIŞLAR…
En son yazımın sonunda "Sizler bu yazıyı okuduğunuzda ben ETHEM BEY ile GRİ'nin vedalaştıkları son yere geçmiş olacağım. Bilgilerinize…" demiştim. Mesajımı bazıları çok iyi almış; mesajı alan kötüler daha bana yaklaşmadan `ıskarta'ya ayrıldı. Ama ya iyiler… Onlar da konuğumuz oldular.
İnancım ve imanım gereği ben geleceği karanlık görenlerden olmadım, olamam, olmayacağım da… Aksi taktirde, bana göre `imandan çıkma' çizgisine gelebilirim. Allah korusun… Allah şaşırtmasın…

Neden mi umutluyum? Neden mi bu kadar ısrarlıyım?
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez." TEVBE 32
Demek ki `Allah nurunu' tamamlayacak…
Bir başka ısrarımı ve sebebini de sizlerle paylaşmak istiyorum;
"Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız." HİCR 9
Ben bu Ayet-i Kerime'yi kendimce şöyle değerlendiriyorum. Kur'an-ı Kerim'in en belirgin muhafızları Türkler'den çıkmıştır. Türkler kurdukları devletlerde Kur'an-ı Kerim'e karşı hep saygılı olmuşlar ve Kur'an-ı Kerim yönelmiş her şeyi kendilerine yönelmiş olarak kabul edip gereğini yapmışlardır. Bu demektir ki Türkler Kur'an-ı Kerim'e karşı saygı ve sevgilerini yitirmedikçe Kıyamet'e dek ayakta kalacaklardır. Ki bundan da en ufak şüphem yoktur.
Benim, bilenlerin anlayabileceği şekilde verdiğim koordinatlara gelen "kötü"lerin aksine "iyi"lerin ortak özelliği, "resmi" bir görevle gelmemiş olmalarıydı.

"İyi"ler bizden gerekli bilgiler ve belgeler ile İSRAİL-ABD ortak eğitiminin elde edebildiğimiz görüntülerini de aldılar. Teslim ettiğimiz her şeyin birer "arşiv"lik nüshasını da "müjde" ile "nur"un birleştiği yerlerin ilkinde bulunan özel arşivimize koyduk.
Bunları satabilir miydik? Elbette… Hem de çok yüksek fiyatlara… Ya da İsrail-ABD konsorsiyumuna bir yüksek bedel karşılığında verebilirdik … Ama yapmadık, yapamazdık; çünkü bu "aslımızı inkar" anlamına gelirdi.

Kısaca saygıdeğer okurlarım, bizler görevimizi yaptık. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "meçhul askerleri" bu görevi devraldılar ve icraatlarına da başladılar. 17 Temmuz 2008 itibarı ile eğitilenlerden 2'sini (iki) Kıbrıs topraklarında etkisiz hale getirdiler… Operasyonlarına da devam ediyorlar…

İşte, bu gelişmeler bile başta onurumuz, her şeyimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geleceğinin ne kadar parlak olduğunu görmeye yeter de artar bile. Burada haddim olmayarak dikkatinizi ekmek istediğim şu noktadır; bu icraatı yapanlar resmi görevliler değildir. Peki `bunlar kimler'dir?

"SU UYUR, DÜŞAM UYUMAZ" PEKİ YA MEÇHUL ASKERLER ?
Bu insanlar, kardeşim H.H.MEMİŞ'in DİKEN ve CACIKİSTAN kitaplarını adadığı Meçhul Askerler'dir. Bu Meçhul Askerleri henüz Türkiye tanımıyor; ama düşmanlarımızın hepsi için bu Meçhul Askerlerimiz adeta karabasan.
Bunlar, Çeçenistan'da, Bosna-Hersek'te, Somali'de, Irak'ın Kuzeyi'nde gönüllü olarak görev yapan çok özel vatan evlatları. Aralarında Hollywood'daki Dünya'ca meşhur hatunlara taş çıkartacak kadar güzel ve alımlı kızlarımız da var. Meçhul Askerler'in her biri en az 3 dil biliyor, hem de anadili gibi ve lehçeleriyle…
PKK'nın ileri gelenleri de bunları biliyorlar ama hiç biri ile daha karşı karşıya gelmediler. Karşı karşıya gelmiş olsalardı yaşıyor olamazlardı…

Bosna-Hersek'te, Irak'ın Kuzeyi'ndeki SNIPER'ların neredeyse tamamını uygulamalı olarak eğitenler de bunlar… Mazluma, masuma, haklıya ve özellikle de HAKK'a kalkan elleri kırmak bunların kutsal görevi…
Rahat olun ey dostlar, gelecek bizim, bizlerin… Gelecek, mazlumun, masumun, haklının ve Hakk'ın yanında yer alanların…

2005'TE DE CİDDİ OPERASYONU BU DOSTLAR YAPTI, YAPTIRDI
2005 yılında yazdığım birkaç yazı, bizdeki BANKAMATİK bürokratlarını hiç ilgilendirmedi; ama bu MEÇHUL ASKERLERİ ilgilendirdi.
2005 yılında İSRAİL, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde işbirlikçiler tarafından kendilerine verilen arazileri İSRAİL ÖZEL KUVVETLERİ'nin eğitim ve harekatı için kullanmaya başlamıştı. Suriye Arap Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı yapılacak kapsamlı bir harekatta da bu üsler kullanılacaktı. Bu personele LOJİSTİK ve MORAL destek, İsrail Limanları'ndan turist alarak Akdeniz'de gezdiren İSRAİL TURİSTİK GEMİLERİ ile sağlanıyordu.
Yazım hem MEÇHUL ASKERLER'in hem de Suriye Arap Cumhuriyeti İstihbarat örgütü EL-MUHABERAT'ın dikkatini çekti. Gerekli tedbirler her iki ekip tarafından alınmış olmalı ki MOSSAD, İsrail Gemileri'nin Türkiye'ye uğramasını 32 gün süre ile yasakladı.

Bu gemiler İsrail'den ayrıldıktan sonra Kıbrıs Larnaka'ya uğruyor, oradan da Alanya'ya geliyorlardı. Her ne kadar Alanya'dan yolcu almıyor ve indirmiyorlarsa da yolcuların Alanya'da gezmelerine izin veriliyordu. İşte bu seferlerin en hassas noktası da bu Alanya gezileriydi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs, Alanya ve Akdeniz'de öylesine tedbirler alındı ki, MOSSAD bunalıma girdi. MOSSAD yöneticileri üstlerindeki elleri kanlı İsrail hükümet görevlilerine hesap veremez hale geldiler…

İşte bu 32 gün içinde olanları yazmaya kalksam Meydan Larousse kadar ciltler oluşur. Bu operasyonlar neredeyse bütün dünya gizli servisleri için birer "efsane" ve "örnek" olarak anılmaktadır. Uzun yıllar boyunca da sanırım böyle olacaktır.

"ERGENEKON" SORUŞTURMASI BİR DIŞ OPERASYONDUR…
"ERGENEKON" soruşturması bir dış operasyondur. Türkiye'deki tarafların neredeyse tamamı da bu operasyonun bilerek ya da bilmeyerek birer maşasıdır. Bu gerçeği aklı başında olan herkesin görmesi gerekir.
Ancak işin en komik tarafı, bu dış operasyonun AKP mantığı ile yapılıyor olmasıdır. Nasıl mı?
Malumlarınız olduğu üzere AKP, bütün siyasi melanetlerini "Torba Yasa" çalışmaları içinde TBMM'den geçirmektedir. "ERGENEKON" operasyonunu tezgahlayanlar da bu operasyonu "TORBA OPERASYONU" haline getirmişlerdir.

Ben bu yazımda bu torba operasyonun bir ayağından kısaca bahsedeceğim.
TARAF'lı TRAVMA medyası, yani İŞBİRLİKÇİ KARŞI DEVRİM medyası Emekli General Levent ERSÖZ'ün bir Rus Silah şirketi ile olan ilişkilerini son günlerde "pehlivan tefrikası" haline getirdi. Peki ama neden?

Tarihini özellikle yazmayacağım, çünkü değerli bir emekli Türk generaline zarar gelmesini istemiyorum. Son 10 yıl içinde bir Hava Pilot Tümgeneral Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edildi. Emekli edilmemesi, terfi ettirilmesi gereken bir Tümgeneraldi. Nedeni gayet basitti. Bu Tümgeneral görevi esnasında birliğinde yapılacak modernizasyon çalışmaları konusunda komutanlığa mealen şu teklifi yapmıştı;
`Uzay Teknolojisi Türkiye'nin, masum ve mazlum milletlerin geleceği için çok önemli ve değerlidir. Bu güne kadar yapılan tüm modernizasyon faaliyetlerimiz ABD-İSRAİL başta olmak üzere, batılı ve belli bir topluluğun (NATO) üyelerinin teknolojileri esas alınarak yürütülmüştür.

Ancak, bizler her türlü ihtimali göz önüne almak durumundayız ve bu kez sorumluluk alanımda yapılacak MODERNİZASYON çalışmalarında Rus Teknolojisi'nin kullanılmasının önünü açmalıyız. İstikbalde, batılı ve belli bir topluluğa ait ülkelerin Türkiye'ye karşı uygulayabileceği ekonomik, teknolojik bir ambargoda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin savunmasının geçici süre ile de olsa zafiyete uğratılmamasının yegane yolu budur.'

Emekli General Levent ERSÖZ de, bu olası tehdidi önlemek amacıyla Rus şirketleri ile birlikte çalışmıştır, çalışmaktadır.
Bunu bambaşka yönlere çekmek ve bu yolla hem Türk Silahlı Kuvvetleri'ni, hem onun mensuplarını karalamak "ERGENEKON" operasyonuna HİZMET etmekten başka bir şey değildir.

İddia ediyorum ki bu sürecin en etkili kısmı 2008 içinde tamamlanacak ve kasıtlı olarak bu operasyona dahil edilen seçme ve kesin suçlular dışında, -toplam en çok 7 kişi; 17 Temmuz 2008 tarihi itibarı ile tutuklanmış şahıslar içinde- hemen herkes BERAAT edecektir. Ancak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, Türk Milleti'ne, Türk Vatanı'na, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne dolayısıyla bölgemizdeki masum ve mazlum milletlere olacaktır. Nihai amaç ta zaten budur.

Sonuç itibarı ile;
Bilinçli ve aldıkları bedelin karşılığı olarak "ERGENEKON" operasyonuna hizmet edenlerin dışında bilinçsizce bu kampanyaya katılanların, bu yola sürüklenenlerin "ERGENEKON" operasyonuna bu yönü ile de bakmaları gerekir.
"Okumadan alim, yazmadan katip" olarak sadece ihanet konusundaki yetkinlikleri dikkate alınarak medyanın belli yerlerine oturtulan İŞBİRLİKÇİLER ile bunların iç ve dış destekleri bu operasyonun hesabını er ya da geç vereceklerdir. Hem de Türk ve Dünya tarihinde bugüne kadar kimsenin şahit olmadığı ve olamayacağı derinlikte, kapsamda… O günler, göz ardı edilmemelidir.

BİR ÖNCEKİ YAZIMA: //cemyaren.blogspot.com'dan ulaşabilirsiniz. "OPERASYON ÜZERİ BOL İHANET"

Cem YAREN
Amman-Al Quwaysimah
 
Genel Kurmay'dan Açıklama!..



Hava Kuvvetleri Komutanlığının Soruşturması
Ergenekon'la İlgili Değil.

8 Temmuz 2008 tarihinde bir günlük gazetede, Hava Kuvvetleri Komutanlığında uzun süredir devam eden bir soruşturma, yeni bir olay gibi kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu soruşturmanın, basın organında iddia edildiği gibi halen Türkiye'nin gündemindeki soruşturma ile bir ilgisi yoktur.
Türk Silahlı Kuvvetleri, personelinin karıştığı her türlü disiplinsizlik olayını büyük bir duyarlılıkla inceler ve kanunların kendisine verdiği yetki çerçevesinde gereğini yerine getirir.

Üç sene önce vuku bulan bir olayda mahkeme kararıyla ordudan ilişiği kesilen bir personelin durumu dahi, bazı basın ve yayın organlarında yeni bir olay olarak kamuoyuna duyurulmaktadır.

Bu tür yayınlarda kasıt aramamak mümkün değildir.

Her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetlerini ve onun mensuplarını olayların içine çekme gayretinde bulunan ve görünüşte özgürlük ve demokrasi savunucusu olduklarını vurgulayan çevreler, Türkiye'nin istikrarını bozan odaklar haline gelmiş bulunmaktadırlar.

Kaynağı neresi olursa olsun; bu tür haberlerle Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneltilen hukuk dışı saldırılara karşı yalnız Türk Silahlı Kuvvetlerinin değil, onun gerçek sahibi yüce Türk milletinin de yasal ve demokratik tepki göstermesi doğal bir beklentidir

Not: Kaynak Habertürk
 
Gizlilik İhlalleri- TSK’ne Saldırı- Tarih 11.6.1923- Elifi Görse Mertek Sanarlar- Darbe Dizeleri: 32 Kısım Tekmili Birden..

TAYLAN SORGUN -İlk Kurşun
Soruşturmanın yani “Ergenekon” soruşturmasının gizliliği falan kalmamış, gizlilik allak bullak edilmiştir. Bilgi kirliliği “yaratmıştır” Soruşturmaların “gizliliği”. “Bir insan, hakkındaki yargı kararı verilinceye kadar suçsuzdur” esasına da dayanmaktadır. Ama, gizlilik allak bullak edilirken, iddianamede adı geçenler de “Kimi merkezlerce” ve işte “o yayın gruplarınca” sanki suçlu ilan edilivermişlerdir. Bunu yapanlar kendilerini hem savcı hem yargı yerine koymuş, ardından kendi kendileri kararı sanki onaylayarak “Yüksek yargı” pozisyonu da alıvermişlerdir.

1- ÖZKÖK VE HİSARCIKLIOĞLU…

ATO Başkanı Sinan Aygün’ün tutuklanmasının ardından yargı kararı ile serbest bırakılması günlerinde Odalar Birliği Başkanı Hisarcıklıoğlu Sinan Aygün’e sahip çıkmıştır. Aygün’ü savunmuştur. Hisarcıklıoğlu önceki gece verilen haberlere göre, Başbakan Erdoğan’ın katıldığı bir açılışada gitmemiştir. Mazeret göstermiştir. Bu arada TSK’nin iki emekli orgeneralinin tutuklanmasının ardından Genelkurmay Eski Başkanı Emekli Orgeneral Özkök’ün meslekdaşımız Bila’ya yaptığı açıklamalar gündeme düşmüştür. Tabii Sayın Özkök’ün kendi bilecekleri iştir ama, Hisarcıklıoğlu’nun tutumu ile Özkök’ün tutumları farklı olmuştur. Nokta.

2- PROGRAMLAR KONUSU…

Soruçturmanın “gizliliği” falan bir yana, artık ekranlarda neredeyse belgesel olacaktır. Olmaktadır da. Cumhuriyet Gazetesi’nin perşembe günü televizyon sayfasında verdiği habere göre “32′inci Gün” programında Ergenekon “Geniiiiş geniiiiş” de tartışılacakmış. Şimdi senaristler de kolları sıvamışlardır. Herhalde dizi hazırlıklarındadırlar. Eskiden sinema reklamlarında bir tanıtım vardı: “32 kısım tekmili (hepsi) birden” işte tam o misaldir.

3- BİR DE ECEVİT MESELESİ…

Aaa bakın gördünüz mü meğer neler olmuşmuş da haberimiz yokmuş. Ecevit’e de çekil baskısı yapılmışmış. Ama haberin ilk verilişi öyle olmuştur ki “…Aaaa bakın meğer bir darbe de Ecevit’e karşı hazırlanmışmış…” Sürüsüne bereket. Fakaaat, DSP Lideri Sezer de bir açıklama yapmıştır. “…Ecevit’e TSK’dan çekil baskısı var mıydı?…” sorusuna Sezer’in verdiği cevap şöyledir: “…Bazı emekli generallerin baskısı değil ama, temennisini o kitapta görmek mümkündür…” Eee emekli generallerin bunu yapıp yapmadıklarının belgesi yoktur, ama bunu öyle sanki bir darbe gibi sunmanın da işin nerelere kadar sulandırıldığının örneğidir.

4- KEŞKE ÇEKİLSEYDİ…

O zamanları kulisleri ile yaşamıştık. Ecevit’in rahatsızlığı döneminde artık “Hükümet ekmek kabiliyetini kaybettiği” herkesin yaşadığı da bir zaman dilimiydi. O zaman Ecevit keşke çekilseydi. Böylesine abartılarak verilen “darbe haberlerinin arkasında” oradan hareketler “meseleleri TSK üzerine de yığmak ve TSK’ya karşı adeta” siyasi bir “taraf oluşturarak” TSK’ni “tarihten gelen sorumlulukları karşısında” tam pasifize etmek siyaseti de bulunmaktadır.

5- GÖRÜŞ AÇIKLAMASI…

Şimdi TSK’nin zaman zaman yaptığı açıklamalar kimileri tarafından o havada uçuşmaya başlayan, kimi yayın merkezlerince “havada uçuşturulan darbe senaryolarına da başlamak” istenilmektedir. Oysa Türk Ordusu’nun 1- Ulus devlet, milli devlet, devletin üniter yapısı, 2- Cumhuriyet’in temel kavramları ile ilgili olarak “görüşünü açıklaması”nı o senaryolara bağlamak yanlışın dik alasıdır. Yani eline kalem verilen kimileri, ya da elifi görse mertek sanan kimileri, TSK’ya durmadan saldıracaklardır. Brüksel Türkiye’nin temel yapısı üzerinde konuşacaktır, kimileri kanlı teröre genişletilmiş af isteyecileceklerdir, TSK sadece “görüşünü açıkladı mı” bu darbe senaryolarına katılacaktır.

6- TARİHİ İYİ BİLMEK…

Önce tarih iyi bilinecektir. Bakınız daha önce de belirtmiştim. Cumhuriyet’i ilan eden İkinci Meclis’tir. O İkinci Meclis, Hilafeti lağvetmiş, Cumhuriyet’i de ilan etmiştir. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Komutanlarının önemli isimleri de o mecliste kendi seçim bölgelerinden “seçilmiş olarak” bulunmaktaydılar.

TARİH 11.6.1923…

Bakınız tarih 11.6.1923′dür. İkinci Büyük Millet Meclisi seçimleri yapılacaktır. O sırada İzmir’de bulunan Altay Paşa’ya şu telgraf gelmiştir:

“İzmir’de Fahrettin Paşa hazretlerine,

Zatıaliniz de İzmir’den namzet olduğunuzdan hasım olan şahsiyetle alakadar olmanız lazımdır. Daha ziyade malumatınız varsa bildiriniz. 11.6.1923. Gazi Mustafa Kemal…” O seçim listesinde şu isimler de vardı: Gazi Mustafa Kemal, Çelebizade Sayit Bey, Mahmut Celal (Bayar) Mahmut Esat, Fahrettin Paşa (Altay), Saraçoğlu Şükrü, Necati Bey, Tevfik Rüştü Bey (Aras), Rahmi Bey. O seçimde Altay Paşa en çok oyu alanlardandır. İzmir’e ilk giren Suvari Kolordusu komutanıydı.

7- ALTAY DEMİŞTİ Kİ…

Belgeselini yazdığım Altay Paşa, bana bu listeyi verditen sonra demişti ki, “…İşte bu ikinci meclistir ki, Cumhuriyet’i ilan edip, padişahlık ve hilafet lağvedilmiştir… Gazi Mustafa Kemal birinci Cumhurbaşkanı seçilmiştir…” O listedeki Necati Bey, Mustafa Necati Bey’dir Mondros Teslimiye Anlaşmasından sonra emperyalizmin İzmir katliamını görmüş ve Kuvvayı Milliye’ye katılmıştır. İnebolu’dan Anadolu’ya kaçırılan silahların başında olmuştur. Cumhuriyet’in ilk milli eğitim bakanlarındandır. Tevfik Rüştü Bey dışişleri bakanı olmuştu.

8- KURUFASULYECİ…

Fakat bakınız ne olmuştur? Bir önceki AKP iktidarı döneminde, AKP siyasi iktidarının Kültür Bakanı o Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu ilk uygulamış olan Mustafa Necati Bey’in Ankara’daki müze olan evini kurufasulyeciye vermiştir. O zaman bu sütunda bunun üzerinde kaç defa durmuştuk. Ama, maalesef bu konu üzerinde en çok durması gereken kimi siyasetçiler de meselenin üzerine pek gitmemişlerdir. Yazık olmuştur.

9- BİZİM ORDUMUZ…

Ergenekon soruşturması yapılmaktadır. Savcılar iddianame hazırlamışlardı. Ama, şimdi bu iddialardan hareketle, iki emekli komutanın tutuklanmasını ele alarak, kimi çevrelerin Türk Ordusu’nu adeta hedef seçer olmaları “kendi maksadı matluplarına” uygun düşmektedir. TSK’nin Genelkurmay Başakanlığı’ndan yapılan açıklamaları “başka maksatlarla” başka çerçevelere sokmak isteyenler, kendi tarihi yanılgıları içindedirler. TSK’nin iki ana esas üzerinde zaman zaman “sadece görüşünü açıklaması”nı abartarak başka maksatlara çekmek tarihsel hatadır. bakınız, Türk Ordusu’na saldıran kimileri halâ Cumhuriyet’in ilanını, padişahlığın ve hilafetin kaldırılmasını içlerine sindirememişlerdir. Kimileri de “ya eyaletçilik” ya da “federasyonculuk” peşindedirler. Kimileri de uyduruk “Tanzimatsal aydınlıkçılığın” peşinde koşup durmaktadırlar.

10- TERÖRE KAPSAMLI AF…

Abant Platformu’nda “Teröre kapsamlı af” isteyenlere, kimse birşey dememiştir. Teröre kapsamlı af, kanlı terör başının da affını istemektedir. Ama, şu hale bakınız, terör başının saçlarını kim kazıttı haberleri öne çıkarken, resmi açıklamlar yapılarak “kendi isteği ile traş edildiği söylenilmektedir.” Ama, kanser olan Okkır olmuştur.

11- YENİ DALGA VARMIŞ…

Şimdi bakınız, ulusalcılığa yani, “ulus devlet, milli devlet, üniter yapıyı savunmak” demek olan ulusalcılığa karşı kendi hatası ile veryansın eden, kendi yanlışları ile havada darbe senaryoları uçuşturan yeni çıkmış bir gazetenin haberinde şöyle denilmektedir: “…Ergenekon operasyonunu yürütenlerce konuşunca muhtemel yedinci dalganın, yargıya, üniversitelere, hatta emniyete uzanabileceğini anlıyorsunuz. Dahası, emekli ve muazzaf subayları da kapsayacak sekizinci dalganın da mümkün olduğunu seziyorsunuz…” Bakalım ne olacak? Siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen birileri mesleğimizin ustalarından İlhan Selçuk için “İlhan Selçuk evde mi” demişti ya. İşte vaziyetler böyledir. Şimdilik.

http://www.ilk-kursun.com/2008/07/1...e-dizeleri-32-kisim-tekmili-birden/#more-8689
 
ERGENEKON OPERASYONU

Nusret KEBAPÇI
Bir süre önce televizyon haberlerini izleyen hemen herkes bir şok yaşadı.
Çünkü aralarında ülkenin tanınmış yazarları…
Türk Ordusunda yıllarca komutanlık yapan kişiler ve ticaret odası başkanının
da dahil olduğu…
Yaklaşık yirmi üç kişi, evlerinden apar topar gözaltına alındı.
İşin ilginç yanı…
Bu gözaltına alınanlar…
Zimmetlerine para geçirmediler.
Usulsüz ihalelere de katılmadılar.
Yakınlarını zengin de etmediler.
Gözaltına alınan kişiler, bu güne kadar herhangi bir suçla da itham
edilmediler.
Zaten elle tutulacak bir suçları olsaydı vatanseverleri bir süredir hedef
alan malum medya, inanın ki en küçük ayrıntısına kadar yayınlardı.
Bundan emin olun.
Bu kişilerin hemen hepsi…
Bu güne kadar yaptıklarıyla ve çeşitli yerlerdeki konuşmalarıyla…
Ulus devleti savunmuşlardır.
Başka bir şey değil.
Yani…
Bu insanlar yaptıkları her konuşmayla…
Ülkedeki etnik ve dinsel parçalanma tehlikesine dikkat çekerek Üniter yapıya
sahip çıkmış…
Ve her fırsatta etnik, dinsel bölücülüğün karşısında olmuşlardır.
Ayrıca bu güne kadar…
AB’nin ve ABD’nin dayatmalarına, ülkemizi sömürgeleştirme planlarına karşı
durup…
Onların Büyük Ortadoğu ve SEVR planlarını ortaya çıkarıp mücadele
etmişlerdir.
Zaten bu operasyonla da amaçlanan, emperyalizmin saldırısına direnen başta
ordu olmak üzere, tüm dinamik güçleri bertaraf etmektir.
Zaten başka türlü olsa, böyle içeri alınmazlardı.
İşin bir başka yönü ise…
Ülkemizde görülen tüm önemli davalarda, ABD ve AB’nin apaçık taraf
olmasıdır.
Her önemli davada, sömürge valilerimiz, talimatlarını gizliden de değil
açıktan vermektedirler.
Bu operasyonla ilgili olarak da AB ve ABD temsilcileri hep bir ağızdan
diyorlar ki, “bu operasyon devam etmeli ve sonuna kadar gidilmelidir.
İyi devam etmeli de…
Peki, ortada suç yok. İddianame bile ortada değil.
Ama biz, onların karın ağrısını anlıyoruz. Çünkü bu gözaltına alınan
kişiler, bu güne kadar yaptıkları konuşma ve davranışlarla…
AB ve ABD’nin ülkemiz üzerindeki planlarının boşa çıkması ve Türkiye’nin tam
bağımsızlığı için mücadele eden aydınlardır.
Bu işin bir yanı…
Bize sürekli demokrasi adı altında etnik ve dinsel kimlikleri dayatan AB ve
ABD…
Şimdi nerede?
Ya insan hakları savunucusu dernekler.
Ne yazık ki konu vatanseverlik ve ulus devlete sahip çıkmak olunca hiç biri
ortada görülmemektedir.
Aynı şeyi, konu türban olunca, demokrasi diye yeri göğü inleten o malum
medya için de söylemek gerekiyor.
Demokrasi sadece türban mı? Onlar nerede?
Yani…
Bölücüye, şeriatçıya gelince…
Demokrasi…
Vatanseverlere gelince, onlar Ergenekon, alın içeri…
Ne diyelim, Allah demokrasinizi versin.
 
Ergenekon


Olaylar Irak işgalinin başlaması ve tezkerenin TBMM tarafından reddedilmesiyle hız kazandı. ABD Ortadoğu’da Türkiye’yi ve TSK’ni kullanmak amacındaydı. Bu amaca eriştiğinde iki önemli yarar sağlayacaktı. Birincisi işgal savaşlarında kendi askerinin can kaybı azalacaktı. İkincisi de ekonomik kayıplar en az düzeye inecekti.

ABD bu geleneksel planını Afganistan işgali sırasında Özbek General Raşit Dostum vasıtasıyla uyguladı. İşgalin en zorlu ve en çok kayıp verilecek bölgelerinde Raşit Dostum’u görevlendirdi ve kendileri kolay bölgeleri işgalle yetindiler.

Irak işgali sırasındaki plan da işgale Türkiye’nin Güneydoğusundan başlamak, TSK ile ortak hareket ederek en az zararla işgali tamamlamaktı. Ancak, Bush’un planları tutmadı. Tezkere reddedildi. ABD Güneydoğu’yu terk etmek zorunda kaldı. Bu terkediş en başta dolar kaybına neden oldu. A planı bırakılıp B planı uygulandı.

Yaşanan bu durum ABD’yi öfkelendirdi. Yalnız TSK’nin değil, Güneydoğuda yaşayan, bölgeyi iyi tanıyan Kürt kökenli vatandaşlarımızın desteğinden de mahrum kalmıştı.
Dünyanın tek süper gücü böyle bir sonucu affeder mi? Hoş karşılar mı?..


*


İlk olay on bir askerimizin başına ABD askerlerinin çuval geçirmesiyle patlak verdi. Bu olayla hükümetin tutumu sınandı. TSK’nin tepkisi denendi. Deneme sonuçları olumluydu.

Ancak, Genelkurmay Başkan Adayı Yaşar Büyükanıt Paşa’nın konuyla ilgili sivri çıkışları ABD’yi rahatsız etmekteydi. Benzeri bir rahatsızlık da hükümette vardı.
Yaşar Paşa devre dışı bırakılmalıydı.
Bu düşünce kapsamında Şemdinli olayları patlak verdi. Şemdinli’de bir çavuşun yaptığı eylem, sanal zincirlerle halkalanarak Yaşar Büyükanıt Paşa’ya kadar bağlandı.
Bu uzatmada zamanın Van savcısı kullanıldı. Ancak, plan bu defa tutmamıştı. Büyükanıt Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olması engellenemedi.

TSK’nin sağlam ve dik duruşu ile geleneklerine bağlılığı ABD planlarını suya düşürdü.

Ancak, dış güçlerin azmi kırılmadı ve kırılmayacak.

Başımızda cihan devleti Türkiye’yi AB/D’nin bir alt kuruluşu gibi gören, AB/D ye teslimiyet içinde olan bir hükümet varken, bu tür sinsi planlar da uygulanmaya devam edecektir.

Ancak, üzüldüğümüz en önemli nokta Türk halkının bizzat kendisi demek olan, Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz bekçisi, TSK’ne karşı bu yıpratma eylemlerinin devam etmesi, bu tür eylemlere destek veren siyasilerin bolluğudur…


*


İçinizden bu yazıya gülenler de çıkabilir. Onlar bilmelidir ki, Doğu ve Güneydoğu bölgelerimiz AB/D ülkeleri ajanlarının en birincil çalışma alanı konumunda. Özellikle misyoner faaliyetleri ajanlık alanını perdeleyen çalışmalardır.

Gelelim Ergenekon soruşturmasına.

Ergenekon olayı bizce çuval geçirme ve Şemdinli olaylarının devamı niteliğinde bir olay. Amaç TSK’ni yıpratmak.

Avrupa Birliğinin en önemli istekleri arasında Türkiye’de Atatürkçülüğün yok edilmesi var. ‘’Atatürkçü düşünce AB üyeliğinize engeldir’’ sözlerini hatırlamamız gerekiyor. Resmi kurumlardan Atatürk resimlerinin toplatılması isteniyor. Türk kimliğinin atılıp ‘’Türkiyeli’’ kimliği kullanılsın deniliyor.
Türkiyeli kimliğine Sayın Başbakanın verdiği destek de hatırımızda(!).

TSK Başbakandan ayrılıp, Milli Savunma Bakanlığına bağlanmak istenmekte. Bütün bu iz ve işaretlerin altında Türkiye’de Türklüğü yok etme veya en azından pasifleme çalışmaları yatmakta.

İşte bu nedenle son soruşturmalara ERGENEKON adı verilmiştir. Çünkü Ergenekon Türk tarihinin en önemli ve en şanlı destanlarından biridir. Bu soruşturmaya Ergenekon adı verilmekle Türk tarihindeki o muhteşem destanın adı da kötülenmekte. Bir taşla iki kuş…

Yani hem TSK’ne ve hem de Türk tarihine zarar vermeyi başarmaktalar.

Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin tek sahibi seçimle işbaşına gelen, gelirken de kendi ideolojilerini ülkeye kabul ettirmeye çalışan siyasiler değiller. Bu ülkenin gerçek sahibi TSK’dir. Çünkü, seçimsiz işbaşına gelen bir gönüllüler kurumu, Türk halkının bizzat kendisi TSK’dir. Uzantıları Anadolu halkıdır. Yani çarıklı erkânıharp.

Herkesin aklını başına toplaması uzun sürmemeli...


Mehmet Nacar
 
bi tek dsp-mhp-anap döneminde istediği bir çok şeyi yapamadı abd.

istediğini bal gibi yaptırdı....Bölücübaşını kim teslim etti. ABD degilmiydi işin içinde.Sıcağı sıcagına 30000 kişinin katilini...ipe neden götüremedi üç başı koalisyon....
 
€rd@ls10;3233690' Alıntı:
istediğini bal gibi yaptırdı....Bölücübaşını kim teslim etti. ABD degilmiydi işin içinde.Sıcağı sıcagına 30000 kişinin katilini...ipe neden götüremedi üç başı koalisyon....

Hah şöyle mantıklı bir şeyler söyle de tartışabilelim.Hadi üç başlı iktidar götüremedi bu bebek katilini ki üçün aynı kararda buluşması biraz zordur anlarımda tek başlı AKP bu dediğini yaptımı?
 
AKP usulü demokrasi...Terör örgütü yandaşları Türk bayrağını indirip yakıyor. Kendi çaputlarını bayrak diye taşıyor. Güvenlik güçleriyle çatışıyor. İktidar yetkililerinden ses yok. İzmir'de 7 belediye otobüsünü yakıyorlar. Basında haber bile olmuyor. Bir mayıs ta işçiler, yürüyüş yapıyorlar. Üzerlerine tazyikli su sıkılıyor, coplanıyorlar,hastane bahçelerine gaz bombaları atılıyor,kadınlar dövülüp yerlerde sürükleniyor.İşte Akp nin demokrasi anlayışı.
Yayın yasağı olmasına rağmen, Yargıtay Başsavcısı'nın fotoğraflarını manşetlerden indirmeyip hedef göstermek demokrasi için mi? Ama Ergenekon savcısının fotoğrafları basılmıyor. Neden, demokrasiye aykırı olduğu için mi?
Ergenekon medyası yine bangır, bangır ne pahasına olursa olsun,çirkefçe bütün yöntemleri kullanarak suçu vatan ve Atatürk sevgisi olan bu insanların hayatlarını karartma yarışına girmiş,Allah korkusu yok ,kuldan utanma desen zerresi yok…..
Ama hiç unutulmasın "Keser döner, sap döner. Bir gün hesap da döner". O gün hiç uzak değil....



İyi guzel hos demıssınde bence bu kadarda yuklenme cunku adam bısıler yapmaya kalkıstıgı zaman herkesın gotu alev alev edıyor sen esas seserın cumhurbaskanıyken esas pkklı affetmesını nıye bunlara ses cıkartmadınız veya cok demokrası dıyorsunuz adam hadı hep kotu dıyelım hıc ıyı bır yanı yok ee bas ortusu serbest bırakmıs kactane mıllet vekılı oy vermıs yanlısta hatırlamıyorusam 412 felandı hele 400 un uzerınde ya neyse bu kısılerı mıllet secmıste oraya getırmıs kardesım sen neden bu kararı ne gerekceyle ıptal edersın hala gerekce yok ortada ya anayasa mahkemesı bu ya en buyuk mahkeme ama bakıyorsun o b ıle kendısını boyle kucuk dusurecek durumlarda boyle seymı olurya ben sımdı hangi kişiye adeletlı bır ulke laık bır ulke burası dıyecem neresı adalet neresı laık neresı demokrası bı soyleyın da
 
Kendini haklı çıkarmaya çalışan bi konu onu savunan aynı insanlar aynı insanlardan aynı yorumlar
açın bu konuları msnden tartışın
Ülkeye zarar veren bi yapılanmayı nasıl halan savunabiliyorsunuz anlamıyorum yanlı kaynaklardan haber okumayı bırakın artık apoyla karşıklı yemek yiyip fotoğraf çektiren bi ergenekoncu nasıl iyi anlaşılır veya o insanların yanlış anlaşıldığı nasıl düşünülür anlaşılır iş değil
 
Medya Operasyonları!

Ergenekon olayının medya boyutu, bu köşede daha önce defalarca işlediğimiz konuyu yeniden ele almayı gerektiriyor. Heyecan Yaşlanmaz kitabında “medya”yı işlediğim bölümdeki üç yazının başlığı şunlardı:

Kitle İmal Silahları, Yeni Ortaçağ, Medyalröz!

Her başlık ötekinden ürkütücü, ama gerçek...


Artık, kimyasal, nükleer, biyolojik silahlar için kullanılan “kitle imha silahları” tanımı ikincil kaldı. Medya yoluyla yeni bir kitle üretiliyor. Buna da bu köşenin diliyle, kitle imal silahı demek, uygun düşer.

Medyanın tümünü kontrol edebildiğinizi düşünün... Gündemdeki bir konuyu 180 derece farklı biçimde, değişik medya gruplarından halka aktarın... Bunun, ortaçağdaki engizisyon mantığından ne farkı var? Bu anlamda da medyaya yeni ortaçağ demek, uygun düşer...

Medya yerine göre toplumun bir bölümünü hatta tümünü etkisiz hale getirmede de kullanılıyor. O zaman da alın size medyalröz...
Bu gerçeklere bakıp, medyaya hayır mı diyeceğiz?
Kesinlikle hayır... Medyanın yukarıda aktardığımız biçimde kullanımına dikkat çekmek istiyoruz. 21. yüzyılda akla gelebilecek pek çok güç kullanımının başlıca unsuru medya olmaya başladı. Öyle devam edecek.

***
Ergenekon operasyonlarının da en önemli ayağının yukarıda aktardıklarımızın devamı olarak, medya olduğunu söyleyebiliz.
Önce medya aracılığıyla bir iklim oluştur... Medya sadece haberi vermekle kalmasın, yargıyı da yapıp, infazı da gerçekleştirsin... Ardından olayın küçük bir formalitesi gibi mahkeme aşamasına geçilsin!

Bu anlamda Ergenekon operasyonuna, medya operasyonu demek abartı olmaz. Kimi yayın organları var ki, tamamen taraf olmuş, işin neredeyse öncülüğüne soyunuyor. Yargıda “adli kolluk” diye özetlenen yeni bir yapılanma beklentisi var. Bize göre buna gerek yok, medya bu işi de fazlasıyla yapıyor...

En acı örnek; bir yıldır Ergenekon’un kasası diye sunulan Kuddusi Okkır... Okkır’ın kasası tamtakır çıkınca, utanmadan Okkır’a yeni işlev yüklediler:

Kasası değil, kafasıydı!
Bu medya mahkemesini Hammurabi görse, geri çekilir mırıldanır:
“Ben, sizin yanınızda hamur abi!”

***
Bu yapı içinde Cumhuriyet gazetesini nereye koyacağız?
Son olaylarda nereye konmak istendiği ortada!
Cumhuriyet, Ergenekon medyasının başlıca hedeflerinin başında geliyor. İlhan Selçuk’un tarifiyle tek kusurumuz, dönmemek!

Ergenekon olayı Türkiye’nin bir başka biçime dönüştürülmesinin unsurlarından biri olarak da kullanılıyor. Sırf bu dönüşümde kullanılmak üzere bir dizi yazılı-görsel medya da oluşturulmuş görünüyor...
Yukarıda aktardığımız gibi, medyaya hayır demiyoruz, medyanın kirli kullanımına hayır diyoruz. Bu anlamda Cumhuriyet’in çok ama çok büyük önemi var. Cumhuriyet okurlarıyla paylaşmak istediğim yalın düşüncem şu:

Bu ortamda bayiden satın alınan her Cumhuriyet bir bayraktır. O bayrağı ne kadar çoğaltabilirsek, o kadar güçlüyüz.
18 Temmuz günü bu köşenin başlığı şuydu:
Ahmet Rasim Sokak No: 14 Atakule-Ankara.

Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nun yeni adresi... Yazıda, yeni binamızda vücut bulan hayallerimizi, hedeflerimizi paylaşmıştım... Dün gazeteye gelirken, giriş görevlisi arkadaşların yanında tanımadığım bir kişi de beni karşıladı. Güleryüzlü bir surat, “Merhaba ben Murat” dedi, devam etti:

“Ankara’daki evime geldim de...”

Kitap kulübünün hemen yanında altyapısı yeni hazırlanmakta olan C Kafe’de ailesi oturuyormuş; kardeşi, kardeşinin çocuğu... Murat İstanbul’dan gelmiş, akrabalarıyla Cumhuriyet’e uğramak istemiş... Az sonra bir başka aile daha geldi...

Nasıl sevindim...
Biz hayallerimizi tohumladık derken, filizlerle karşılaşmak...

Ne güzel...

MUSTAFA BALBAY
 
Gülünç bir dergi: Milli Çözüm dergisi

"ERGENEKON’un İslamcı kanadı" diye takdim edilen Elazığ merkezli "Milli Çözüm dergisi", özünde eğlenceli bir dergidir...

Dün postadan son sayısı çıktı... Stres atmak için şöyle bir göz attım:

Başmakale, "İngiliz Farmasonluğunun Yahudi kolu"ndan söz ediyor... Sayfayı çeviriyorum...

O da ne? Bendenize tam üç sayfa dolusu hakaret...

"Şecere-i Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a" başlığı altında kaleme aldıkları makalede saydırmış da saydırmışlar...

Yetinmemişler...

Benim için bir de şiir yazmışlar...

Şiirin müstehcen göndermelerden, açık küfürlerden en uzak bölümü şöyle:

"Bu kahpecik yamuklar / Genleri bozuk yumurtalar gibi / İmam-hatipte horozlanır / Selamette palazlanır / Ama Hürriyet’te / Hizaya dizilip haşlanırmış"...

Neyse... Bu kadar eğlence yetsin... Ben bu adamların "Ergenekon" gibi ciddiye almamız gereken örgüt yapısının neresine denk düştüklerini gerçekten çok merak ediyorum...

Acaba örgütün "Meczuplar" adlı bir kolu mu var?


Ahmet Hakan
 
İddianame Der ki: "1995 Gazi Olaylarını, 1999'da Kurulan Ergenekon Tertipledi!"




Kamuoyunda çok büyük bir beklenti yaratıldıktan sonra nihayet açıklanan 2.550 sayfalık Ergenekon iddianamesinde ilginç çelişkiler dikkat çekiyor. 600 yıllık geçmişe sahip olduğu iddia edilen Ergenekon adlı örgütün, 1999 yılında ‘reorganizasyona’ gittiğine işaret ediliyor. Örgütün en önemli eylemleri arasında gösterilen Gazi olayları ise, 1995 yılında olmuştu…


İddianamede, Cumhuriyet mitingleri başta olmak üzere, açık hava toplantıları, eş-dost sohbetleri, dernek faaliyetleri, telefon konuşmaları ve en önemlisi Şehit cenazelerine katılımlar bile “örgüt faaliyeti” olarak gösteriliyor.


“Sayın Elif Şafak” ve “İlhan adlı şahıs”…



Elif Şafak, Perihan Mağden, Orhan Pamuk gibi şahıslardan saygılı bir dille söz eden Ergenekon savcıları, İlhan Selcuk’tan “İlhan”, Veli Küçük’ten “Veli”, Kemal Kerinçsiz’den “Kemal Kerinçsiz adlı şahıs” diye sözediyorlar. İlhan Selçuk’un adının çoğu yerde “İ.Selçuk” şeklinde kısaltılması dikkat çekiyor.


“Oğlum” demek örgüt göstergesi…



AKP, ABD ve AB medyası tarafından “yüzyılın iddianamesi” olarak nitelenen belgede kişilerin birbirlerine karşı kullandıkları hitaplar bile “örgütsel bağların göstergesi” olarak değerlendiriliyor. İddianameye göre, Kuvvai Milliye Derneği Başkanı Fikri Karadağ’ın genç dernek üyelerine “Oğlum “ ve “yavrum” diye hitap etmesi, “güven duygusu vermeyi ve örgütsel bağları güçlendirmeyi” amaçlıyor…



Gazeteci olmasına rağmen paşalarla görüştü!



Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi İlhan Selçuk ile Yazı İşleri Müdürü İbrahim Yıldız arasındaki günlük haber değerlendirmeleri iddianamede geniş yer almış. İlhan Selçuk’un bazı emekli askerlerle yaptığı görüşmeleri İbrahim Yıldız’a anlatmasına uzun uzun yer verilerek; “Şüpheli İlhan Selçuk’un gazeteci olmasına rağmen, bir çok emekli paşa ile görüştüğü anlaşılmaktadır. Buradan da Ergenekon terör örgütünün ne kadar üst düzey insanlara kadar ulaşabildiği açıkça anlaşılmaktadır” deniliyor…



Hücrelerin başkan ve üyeleri ortada yok…

Örgüt, çeşitli birim ve hücrelerden oluşturulmuş. Her biri genellikle “1 başkan ve 5 üyeden” oluşuyor. Örneğin, örgütün “Teori ve senaryo” biriminin “1 Başkan ve 5 senaristten” oluştuğu belirtiliyor ama diğer birimlerde olduğu gibi bu’ başkan ve senaristlerin’ kimler olduğu açıkça belirtilmiyor. İddianamede “örgüt senaristi” olmanın ne anlama geldiği de açıklanmıyor. Tek tek kişiler hakkında, “örgütün medya ve propaganda organizasyonun yürütmek” gibi suçlamalar var ama kimin hangi “hücrede” bu faaliyetleri yürüttüğü açık değil.



Başbakan’a edilen küfürleri kamuoyu İddianameden öğrendi.



İddianamenin en büyük dayanağını telefon dinlemeleri oluşturuyor. İki kişi arasında geçen telefon konuşmaları binlerce sayfa halinde iddianamede yer alıyor. Örneğin, avukat Fuat Turgut’un ikinci bir şahısla yaptığı telefon konuşmasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak “Adam’ı Fatih Ürek’le kıyaslamak bile yanlış. Fatih Ürek, kendini satıyor, bu memleketi satıyor” dediği iddianamede açıkça yer alıyor. Turgut, aynı konuşmada yine Erdoğan için, “Sara hastası bu i..e” ifadesini kullanıyor. Türk Ceza Kanunu’nun hakaret suçunu düzenleyen maddeleri, bir beyanın hakaret sayılabilmesi için en az 3 kişi tarafından duyulmuş olması gerektiğini şarta bağlıyor. Böylece, normalde Fuat Turgut ile konuştuğu kişi arasında geçen bu sözler, bütün basına dağıtılan iddianame sayesinde ‘devlet büyüklerine hakaret” suçuna dönüşüyor.


Örgüt 1999’da kuruldu; Gazi olaylarının tarihi 1995!

1995 yılında meydana gelen Gazi olayları, iddinamede “Ergenekon” örgütüne dayandırılıyor. Oysa aynı iddianamede, söz konusu örgütün 1999 yılında kurulduğu anlatılıyor…İddianamede, sanık olmayanlar dahil çok sayıda kişinin cep telefonu ve ev adreslerinin açık biçimde teşhir edilmesi de dikkat çekti.


Ayranları yok içmeye…

Bu derece büyük eylemleri organize etmiş olan örgütün mali kaynaklarına ilişkin deliller iddianamede yer almıyor. Sanıklardan Zekeriya Öztürk ifadesinde, eylemlerin pek çoğundan sorumlu tutulan Muzaffer Tekin için, “Para sıkıntısı çekiyordu, 1500 YTL borç verdim” derken, iddianamenin başka bir bölümünde aynı Muzaffer Tekin’in Osman Yıldırım’a “Al şu 3 bombayı, Cumhuriyet’in bahçesine at. İş bitince sana 500 bin dolar!” dediğine yer veriliyor.



Kürt-Türk savaşı çıkarmak istediler mi, istemediler mi?

İddianamenin bazı bölümlerinde Ergenekon adı verilen terör örgütünün, Türk-Kürt savaşı çıkarmak amacıyla çeşitli provakasyonlar düzenlediği anlatılıyor. İddianamenin İşçi Partisi'nin faaliyetleri ile ilgili bölümünde ise aramalarda "Kürdü, Türkü birlikte örgütlemek" adlı bir belgenin ele geçirildiği, bu belgede, "Birlikte örgütlenmek için politika ve önlemlerin" yer aldığı anlatıldı.



"Saygılarımla" örgüt hitabı!

Çeşitli dernek ve araştırma kuruluşlarının arşivinde 'ele geçirilen" strateji raporlarının "saygılarımla" hitabıyla sona ermesi de "örgüt hiyerarşisinin işareti" olarak değerlendirildi. İddianameye göre, "saygılarımla" ifadesi, bu raporların "bir üst makama sunulduğunu" kanıtlıyor! Ancak, bu "üst makamların" kimler ve hangi yapılar olduğuna açıklık getirilemiyor.




Herkes "örgütünden" utanıyor...

Şimdiye kadar görülmüş örgüt davalarının aksine, sanıklardan hiç birisi, örgütün varlığını ve kendilerine atfedilen görevleri kabul etmiyor. Örgütün varlığı sadece Tuncay Güney'in verdiği bilgiler ve "gizli tanıklardan" alınan ifadelerde iddia ediliyor.



Sevgi ve şiddet bir arada...

İddianamede, "Ergenekon Terör Örgütü" hakkında karanlık, acımasız ve kan dökmekten çekinmeyen bir yapının varlığı anlatılıyor. Gerektiğinde kendi üyelerini bile acımasızca ortadan kaldırabilecekleri belirtiliyor: Diğer yandan, "örgüt üyelerinin" tutuklanan arkadaşlarının aileleri ile ilgilendikleri, para temin etmeye çalıştıkları ve ziyaret ettikleri anlatılarak, bunlar da "örgütsel dayanışma" olarak değerlendiriliyor.



Gazeteci: "Bana şantaj yapılmadı", İddianame: "Yapıldı"

Vedat Yenerer'in evinde bulunduğu iddia edilen bir seks kasedinin gazeteci T.D'ye ait olduğu, T.D'nin bu kasetle ilgili olarak şantajla karşılayıp karşılaşmadığı sorusuna "Hayır" yanıtını verdiği belirtildikten sonra, "Buna rağmen, Vedat Yenerer'in kasetle ilgili yazısı şantaj niteliğinde görülmüştür" deniliyor.



Ergun Babahan: “En azından emare var”

Ergenekon iddianamesi açıklandıktan sonra televizyon kanalları özel yayına geçerek, iddianamenin ayrıntılarını değerlendirmeye başladılar. Çeşitli televizyon kanallarında yorum yapan uzman, hukukçu ve gazeteciler “tatmin olmadıklarını” ve iddialar mahkemede somut delillerle kanıtlanamazsa çok büyük bir mağduriyetin ortaya çıkacağını belirtirken; Başbakan Erdoğan’ın damadının üst düzey yönetici olduğu Çalık grubuna kamu bankalarından teminatsız kredi sağlanarak satın aldırılan Sabah gazetesinin genel yayın müdürü Ergun Babahan, NTV’de katıldığı programda diğer konukların ağırlıklı olarak “İddialar sağlam temellere dayanmıyor” değerlendirmesine karşılık, “En azından emareler var” diyebildi.











Kaynak: Açık İstihbarat
 
Anlamak Na-mümkün !..




Meşhur “iddianame”nin yorumlarını haftaya bırakıyorum.

Geçen gün Oral Çalışlar’ı Haber Türk’te izlerken duyduklarım o kadar abartılıydı ki, şu soru geldi aklıma:
Bizim gazetenin 15 yıl tozunu yutmak da mı hiç işe yaramamıştı ?
Tabii ki çevreniz her açıdan tarafsızlığını, mantığını yitirerek, medya üstünden Cumhuriyet’e saldıran, Ergenekon’un her gün canavarvari bir resmini çizmek için çabalayan, tüm soğukkanlılığını kaybederek savaş tamtamları çalan köşe yazarcıkları tarafından kuşatılmış durumda. Yeni Şafak’ta Yağmur Atsız yolladığım düzeltiyi koyacağına, yine sözlerimi alıntıyla çarpıtarak kimliğini kanıtlıyor. T. Korkmaz, PKK’yi Ergenekon’a bağlamaya çalışıyor; satır aralarında bile inandırıcı bir kırıntı bulamadım bu masala dair.

Ama öte yandan Neşe Düzel her zamanki “çalışkanlığıyla” Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu ile sohbetinden manşetini üretiyor: “Kürtler Ergenekon’a Tarafsız Kalamaz”. Yani Ergenekon’la mücadele etmeliler diyor! Allah Allah, bu ne yaman çelişki! İsmet Berkan Radikal’de tam kontrolden çıktı; “Bu Cumhuriyet 1923 yılında ilk günden itibaren bir ‘halktan korkanlar partisi’ tarafından kuruldu” diyor.

Yani, Ergenekon’un, miting esprisiyle “elebaşısı” (!) da medya saldırılarından payını alıyor, hem de akıl almaz “yorumlarla”. Baykal’ın “o zaman ben de avukatıyım” demesini Berkan, “pervasızlığın daniskası” olarak niteliyor, aynı yazıda Erdoğan’ın “Milletin savcısıyım” lafına gık yok! Onu aşmaya niyetli tek rakip, “Taraf”. Kışlalı, Özbilgin ve Hablemitoğlu için “Onları Ergenekon Öldürdü” gibi izan dışı bir manşeti sallayabiliyor...

“Eski Washington muhabiri” Çongar, atomik, kimyasal, biyolojik silah ve Hizbullah, İBDA-C, TİT iddialarını hep kopya çekerek iki gün önce okuyan ama bunları “tahmin ettiğini (!)” ima ederek (!) prim yapmaya çalışan biri. Onu ve tüm raydan çıkanları “Atmayın bu kadar, din kardeşiyiz” diye tiye alan ise, Ahmet Hakan.
Altan biraderler, Taşgetiren’ler, Şen Necdet’ler, Etyen’ler, Aköz’ler; hiçbirinin hakkı ödenemez. Ama özellikle Oral’ın başını kuma gömmesi ve Ergenekon adına, mangalda kül bırakmaması bana pes dedirtiyor! Çalışlar, “Ne şeriat, ne darbe” tümcesine bile karşı çıkıyor: “Bu ikisi simetrik değil, biri, yani darbeciler, öldürüyor ve kalıcı diktalar oluşturmak istiyorlar.

” Öyle mi acaba? Yazının sonunda isimlerini verdiklerin, sırayla tüm yobaz terör örgütlerince öldürülen aydınlarımız… Ayrıca Çalışlar, sürekli olarak 27 Mayıs’ı kötülerken, şu basit veriyi göremiyor: Bu ülkede adını andığı ve alçaklar tarafından öldürülen Atatürkçü aydınlarımızın en önemli ortak özellikleri, aynı zamanda 27 Mayısçı olmalarıydı… Mumcu, Aksoy, Üçok, Kışlalı… İnsan oportünist rüzgârlara yelken açarken, hiç olmazsa onca yıl çalıştığı gazetenin şehit yazarlarına biraz saygı duyabilir.



Yani Çalışlar, şeriatçılığın demokrasiyi toptan yok etmek üzere yola çıktığını görememiş! Şu basit sorular geliyor mu hiç aklına: 27 Mayıs ve hatta 12 Mart ve 12 Eylül rejimlerini, Oral mı kılıç kalkanla kovalamayı başardı? Böyle bir durum varsa, hemen kendisine saygılarımızı sunalım. Yoksa, o zaman iş değişiyor: Demek bu “diktalar”, kalıcı olmak istememiş. Şimdi bir de demokrasi içinde “olağan” bulduğu siyasal İslama göz atalım: Dünyada kaç ülkede, siyasal İslam, rejimi değiştirmek için şiddete başvurmuş ve daha da önemlisi, o ülkede iktidarı elde ettikten sonra, bir ucundan bırakıp gitmeyi kabul etmiş ?..


Çalışlar’ın dediği gibi “darbecilerin darbelenmesi”, tabii ki demokratikleşmeye kuvvet kazandırır. Şu farkla ki, bu ülkede zaten Cumhuriyet’e karşı fiili darbe her koldan son hızla yürüyor: Atama, yasama, yıldırma, sürme ve muhalefeti ne pahasına olursa olsun sindirme, susturma. İnsan kulaklarını tıkayıp, gözlerini de bağlayarak gezinse, yine de bu ülkede neler yaşandığı gerçeği, bir yolunu bulup burnundan girerdi. Demek Oral grip olmuş, bu tozlardan bile korunmuş.

Verdiği örneklerden, Dink ve Santoro’yu tam tersine dinci-faşist bir yapılanmanın öldürdüğünü, bunun yıllardır tüm ikazlarımıza karşın gencecik çocukların dini şiddet üstünden beyin yıkanmalarıyla gerçekleştiğini de anlaşılan “göremiyor” ! ..


Bedri BAYKAM
 
Geri
Üst