Erbakanın gerçek yüzü.

7. Erbakan’ın Başbakanlıkta tarikat şeyhlerine iftar yemeği:

Kimler vardı? Diyanet İşleri Başkanı, bütün Diyanet kadrosu, İlahiyat Fakültesi Dekanı, İlahiyat profesörlerin tamamı ve Türkiye’nin önde gelen din alimleri.Şimdi Doğu ve Güney Doğu Anadolu’ya gidin orada din alimi diye halkın çok itibar ettiği kimseler bunlar mahali kıyafetlerle geziyorlar ve bunların yüzde doksanı da devletin memuru imam olarak. Şimdi bunlardan da diyelim dört tane, beş tane, altı tanesi bu yemeğe iştirak etmiş mahali kıyafetleriyle. “Vay tarikat şeyhleri geldi”RP davasının savunma metninde ise ;
SAYIN BAŞSAVCI’NIN, BAŞBAKANLIK KONUTUNDA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE İLAHİYAT FAKÜLTESİ MENSUPLARINA VERİLEN İFTAR YEMEĞİNİ LAİKLİĞE AYKIRI BİR DAVRANIŞ OLARAK NİTELENDİRMESİ HUKUKEN İSABETLİ DEĞİLDİR.Başsavcıİddianame nin10.sayfasında dercettiği sözleriyle Necmettin ERBAKAN’ın Başbakanlık konutunda Diyanet İşleri ve İlahiyat Fakültesi mensuplarına vermiş olduğu iftar yemeğini laikliğe aykırı bir davranış olarak gösterebilmek için,bu iftara Diyanet mensubu olarak katılanların bir kısmının“Devrim yasalarını ihlal eden ”ve güya “Laikliğe aykırı sözleri tanınan bazı tarikat liderleri”olduklarını ilerisürmüştür.Bir kısım medyanın maksatlı yayınlarının etkisi altında kalınarak ileri sürülen bu görüşlerin gerçekle de, hukukla da hiç bir ilgisi yoktur.

Diğer iddialar gibi bu iddiada hukuken geçersizdir.Çünkü;
(1) Söz konusu iftar yemeği Refah Partisi adına değil, Başbakanlık adına verilmiştir; bu sebepten dolayı Refah Partisi ile hiç bir ilgisi yoktur.
(2) Böyle bir iftar davetinin yasal olup olmadığını denetleme TBMM’nin görevidir.
(3) TBMM 04.02.1997 günü bu konuyla ilgili gensoru müzakeresiyle denetleme görevini yapmış ve bu konuyla ilgili iddiaların varit olmadığına karar vererek önergeyi reddetmiştir
(4) Başbakanlık Konutu’nda verilen bu iftar yemeği,aynı Ramazanda, toplumun çeşitli kesimlerine , ..verilen iftar davetlerinden birisidir.
(5) Bir Ramazan ayında toplum kesimlerinin geniş yelpazesini dikkate alarak yapılan bir seri iftar davetlerinden birisinin Diyanet İşleri ve İlahiyat Fakültesi mensuplarına tahsis edilmesinden daha doğal bir şey olamaz.
(6) Bu iftar yemeklerinin tertip ve tanzimi Başbakanlık Halkla İlişkiler görevlileri tarafından yapılır. Diyanet İşleri, İlahiyat Fakültesi mensuplarından kimlerin davet edileceğini bu görevliler tanzim eder.
(7) Türkiye’mizde 30 Teşrinisani 1341 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve zaviyelerle, türbelerin seddine dair kanun” la birlikte, yani 1925′ten bu tarafa 72 senedir tekke-zaviye ve türbeler kapatılmış, şeyhlik, meşayihlik, tarikat ve tarikate mensubiyet yasaklanmıştır.
Hukukun genel kurallarına göre; “Tevehhüme itibar yoktur”.
(8) Yukarki 5. maddede belirtildiği gibi söz konusu iftar daveti, Diyanet İşleri ve İlahiyat Fakültesi mensuplarının daveti münasebetiyle yapılmıştır.
Bu davete başta Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Nuri YILMAZ olmak üzere Diyanet İşleri mensuplarından bir grup, İlahiyat Fakültesi’nden Dekan başta olmak üzere İlahiyat Profesörleri katılmışlardır.Diyanet İşleri mensubu olması dolayısıyla davet edilen zevata bu sıfatların dışında başka sıfatların izafe edilmesinin olayla hiçbir ilgisi yoktur.Davetin maksat ve gayesinin ve hasıl ettiği sonucu belirtmek bakımından, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.M.Sait YAZICIOĞLU’nun davette yaptığı konuşmanın önemi büyüktür:
“Böyle bir ilgiyi ve beraberliği, her Ramazan’da beklerdik, ancak şimdi nasib oldu; bu gibi beraberliklerin demokrasinin gelişmesine katkı sağlayacağını;zira hangi kesimden olursa olsun,halkla seçilmişler arası diyaloğa ihtiyaç bulunduğunu.. belirtmek isterim”

(9) Ramazan münasebetiyle çeşitli kurum ve kuruluşlar benzer ikramlarda bulunur.
(10) Bugün artık hür dünya, her türlü taassuptan arınmış, toplumsal huzuru sağlamaya seferber olmuştur. Bu sebeple ulusal ve hatta uluslararası barışın sağlanabilmesi için her fırsat değerlendirilir olmuştur. Ulusların milli bayramları, özellikle de barış ve hoşgörü günü olan dini gün ve bayramlar barış için fırsat bilinmektedir.

Nitekim Türkiye Gazetesi’nin Ek’te sunduğumuz resimli haberinde şu sözlere yer verilmiştir.“ABD’li milletvekili ve senatörler, İslâm toplumu temsilcileri ile birlikte iftar yaptı. Kongre binasındaki davete askerler de katıldı. ” (Ek:,Türkiye Gazetesi 8.2.1997).

Yukarıki izahattan açıkça görüldüğü gibi:Refah Partisi ile ilgisi olmayan, Başbakanlık adına halkla ilişkilerin geliştirilmesi maksadıyla verilmiş olan ve TBMM kararıyla laikliğe aykırı hiçbir yönünün bulunmadığı tebeyyün eden bir yemek davetinin gerçekle alakası olmayan yorumlarının, hukuki değer ifade etmeyeceği açıktır deniyor…
 
8. RP'NİN BOSNA YARDIMLARI-Hoca PARALARI YEDİ İFTİRASI

Sedat Sertoğlu'nun temsil ettiği medya ekolü, Bosna-Hersek konusunda oldukça ilginç propaganda yöntemleri denedi. Kendilerine "seküler cephe" ya da "masonik cephe" adı verilebilecek olan bazı medya kuruluşları, bir yandan Bosna'daki müslümanları, bir yandan da Türkiye'deki müslümanları yıpratmaya çalıştılar. Sözkonusu medyanın genel olarak Bosna olayı karşısındaki politikası oldukça inceydi: Bosna konusunda duyarlı oldukları imajını vermek için zaman zaman sayfalarında konuya yer veriyorlardı. Ancak kritik zamanlarda konuyu gündem dışına çıkarmayı yeğlediler. Örneğin Türkiye'de Bosna'ya müdahale etme isteğinin dorukta olduğu sıralarda "büyük gazete" yazarlarından biri "Bosna olayına fazla angaje olunduğu" yorumları yapmaya başladı. Bosna ile ilgili olarak tansiyonun yükseldiği ve özellikle de İslami tepkinin belirginleştiği anlarda, örneğin Gorazde'nin düşmesinin an meselesi olduğu sırada da aynı medya benzer bir duyarsızlık politikası uyguladı.
Sözkonusu medya, Sedat Sertoğlu'nun kendisine misyon edindiği İzzetbegoviç aleyhtarı politikayı da sık sık uygulamaya koydu. Örneğin "Büyük Gazete", Sırp liderlerin, İzzetbegoviç'e yönelttikleri "İslamcı terörist" suçlamasını onların ağzından Türk kamuoyuna yetiştirmişti: Bu gazetenin genel yayın yönetmeni Sırp vahşetinin en büyük mimarı olan Miloseviç ile uzun bir röportaj yapmış ve hem o gazete hem de onunla ortak olan özel televizyon, Miloseviç'in röportajda İzzetbegoviç hakkında yaptığı asılsız suçlamaları, hiçbir aleyhte yorum katmadan kamuoyuna uzun uzun duyurmuştu.

Bu arada Bosna'daki "münafık", yani Fikret Abdiç de aynı çevrelerden destek buldu. 1993 yazında, yani Fikret Abdiç'in henüz İzzetbegoviç yönetimine karşı silahlı ayaklanma başlatmadığı sıralarda sözkonusu medyaya bir göz atıldığında, İzzetbegoviç'in "katı ve Sırplarla uzlaşmaz" (yani tavizsiz) tutumuna karşı, Abdiç'in "ılımlı ve uzlaşmaya yatkın" tavrının savunulduğu açıkça görülebiliyordu. Abdiç gerçekten de "uzlaşmacı" tavrını sürdürdü ve bir süre sonra Sırplarla uzlaşarak Bosna yönetimine karşı ayaklandı!... Sözkonusu "büyük" medyada bu dönemde bile Abdiç aleyhinde yorumlara rastlamak mümkün olmadı. Ne de olsa Abdiç, "İslamcı" İzzetbegoviç yönetimine karşı ayaklanmıştı...

Aynı medya kesimleri, 1994 ortalarından sonra yeni bir malzeme daha ele geçirdiler; Refah Partisi'nin Bosna için topladığı yardım paralarının yerine ulaştırılmadığı iftirası. RP'lilerin bu konuda gösterdikleri belge ve şahitlere rağmen, medyanın malum kesimi bıkıp usanmadan aynı iftirayı kullanmaya devam etti. Bu konuda izledikleri yöntem de son derece ilginçti: Bosna-Hersekli bazı yetkililerle temas kuruyor ve onlardan "Refah kanalıyla bize ulaştırılan bir yardımın varlığından haberdar değilim" cevabını alıyorlardı. Sonra da bunu "RP yardımları yollamamış", "Bosna paralarını iç etmişler" gibi büyük manşetlerle kamuoyuna duyuruyorlardı. Oysa herkes biliyordu ki, Bosna-Hersek'te çok fazla cephe ve bu cephelerde çarpışan farklı birlikler vardı. RP'nin yolladığı paralar da bunların bir kısmına ulaşmış durumdaydı. Bu nedenle de bunların bazıları kendilerine sorulduğunda "bize böyle bir yardım gelmedi" diyorlardı. Ama bir kısmı RP'nin kendilerine yardım gönderdiğini doğruladılar ve bunu da Refah Partisi'nin düzenlediği bir basın toplantısında duyurdular. Daha sonra Aliya İzzetbegoviç'in bir temsilcisi de Refah yardımlarının yerine ulaştığını doğruladı.

Refah'ın Bosna yardımlarının yerine ulaştığı, Cengiz Çandar tarafından da vurgulanmıştı. Çandar, gazetesinin de dahil olduğu "boyalı" basındaki RP yardımlarıyla ilgili saptırıcı propagandasının aksine, 1995 Şubatında Bosna ile ilgili olarak yaptığı yazı dizisinde, Bosnalı yetkililerle yaptığı görüşmeleri aktarmış ve konu hakkında oldukça önemli bilgiler vermişti. Şöyle diyordu Çandar:

Türkiye'den gelen her kişi ve her yardım, 'memnuniyet' konusu ve kim ne derse desin, bu konuda kimse Refah Partisi'nin eline kolay kolay su dökemez. (Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanı) Enes Kariç'in yanından çıkarken, Konya'nın Refahlı Belediye Başkanı Halil Ürün ve beraberindekiler içeri giriyorlar. Zaten Konya'yı burada bilmeyen yok. Konya, Türkiye'nin toplamı kadar Bosna-Hersek'e nakdi ve ayni yardım yapmış... Refahlılar, gittikleri her yerde... 'Hızır Aleyhisselam' gibiydiler. 10 bin mark, 20 bin mark her an, herhangi bir yerde ve çok kez de önceden tasarlanmadan Bosnalıların eline tutuşturuluveriyordu. Örneğin karargahı 50 kilometre daha kuzeyde Jablanica'da olan 4. Kolordu'nun komutanıyla Mostar'da tümüyle tesadüfen karşılandı. Birlikte Jablanica'ya gidildi. Ve General'e cömert bir para yardımının makbuz karşılığında yapılması, orada derhal kararlaştırıldı ve uygulamaya sokuldu. Aynı durum, Hrasnica adlı Saraybosna banliyösünde, İgman dağını, bir başka deyimle yağmuru, tipiyi, buzları aşarak ulaştığımız vakit sözkonusu oldu. Bu kez, bir askeri yetkiliye değil, Hrasnica Belediye Başkanı'na nakdi yardım Alman Markı üzerinden yapıldı. Bu arada, Refah bağlantılı olarak Türkiye'de tanık sandalyesinde oturan Almanya merkezli 'IHH' adlı kuruluşun Bosna'da ne kadar bilindiğini ve IHH'lıların nasıl büyük bir feragat duygusuyla Bosna'ya yardım taşıdıklarını gözlerimle gördüm. Hatta Büyükelçimiz Şükrü Tufan dahi kendisine UNPROFOR'un çıkarttığı güçlüklerden söz ederken, IHH sayesinde güçlükleri aşabildiğini nakletti. Türkiye'de Bosna yardımları nedeniyle neredeyse sanık sandalyesine oturtulan bir kuruluş, Bosna'da neredeyse şeref kürsüsünde. Onların tanımadıkları Bosna yetkilisi asker veya sivil ve onları tanımayan Bosna yetkilisi yok. Esasen Bosna topraklarına o kadar girip çıkmışlar ki, yardımın nereye nasıl gidebileceğini çok iyi biliyorlar. Bosna yardımlarına ilk başlamış olan ve Refahlı olmayan bir kuruluş Dayanışma Vakfı; ama onlar da Refah'ın bu konudaki çabalarını teslim ediyorlar. Devletten tek bir beklentileri var: 'Yardımlar konusunda destekten vazgeçtik; gölge etmesinler başka ihsan istemeyiz'.106
Kısacası RP'nin bu konudaki dürüstlüğü ortadaydı. Ancak sözkonusu medyanın amacı gerçekleri ortaya çıkarmak değil, siyasi hedefler doğrultusunda yanıltıcı propaganda yapmaktı. Bu nedenle, ısrarla bu iftirayı sürdürdüler. Hem de RP Genel Başkanı Erbakan'ın dediği gibi "********ce, haysiyetsizce ve utanmazca"...
 
10. Başörtülülere bütün rektörler selam duracak”

Muhterem Erbakan Hoca, “Başörtülülere bütün rektörler selam duracak” dememiş, sadece “Başörtülü öğrencilere kanunlara aykırı olarak haksızlık eden, onların eğitim haklarını kanunlara aykırı olarak kısıtlayan rektörler, (yaptıkları yanlışın bir anlamda telafisi amacıyla), mağdur duruma düşürdükleri öğrencilere selam duracak” demişti;

Kartel medyası cibiliyetinin gereğini yapmış, cümlenin başını sonunu kesip, Erbakan’ın sözlerini çarpıtarak, sanki başörtülülere bir ayrıcalık tanınıp, durup dururken rektörler, örtülülere selam duracakmış gibi seviyesiz bir isnatta bulunmuşlar, mütedeyyin kesimden birçok kişi de bu propagandaya kapılıp, Erbakan’a eleştiriler yöneltmişlerdi.

11.Tatlı mı olacak, kanlı mı olacak buna Halk karar verecek:

Hz. Ali’nin buyurduğu gibi "Susulacak yerde konuşmak ahmaklık, konuşulacak yerde susmak ise korkaklıktır"neyi,nerede ve nasıl konuşacağını çok iyi bilen yiğitler vardır...

"Attığı taş kurbağayı ürkütmeyen" cinsten, her gün yüzlerce kuru sıkı laf yapan, ama ucuz kahramanlık rolleri bilindiği için, güç merkezlerince hesaba bile katılmayan boşboğazlara karşılık, bir Meclis Grup toplantısında söylediği sözler batılların beyninde bomba misali patlayan, Erbakan gibi dava erleri vardır!..
"Refah her halde iktidara gelecektir!Adil Düzene mutlaka geçile-cektir!Bu kesin şarttır!.. Ancak bu geçiş yumuşak mı olacak, sert mi olacak!Tatlı mı olacak, kanlı mı olacak?.. İşte buna 60 milyon karar verecektir.!"Evet bu sözler hem bir izzettir Hem cesarettir!

Erbakan Hocanın, şeytanları şaşırtan ama müminleri ferahlandıran bu sözleri:
Refah Partisinin, milletimizin hür iradesi ve özgür tercihi ile kazandığı seçim zaferlerini hazmedemeyip, askeri darbe çığırtkanlığı yapanlara çok ciddi ve cesaretli bir uyarıdır. Demek isteniyor ki:
Ordu bu milletin eseridir vemilletin emrindedir. Ordumuzu milletin ve milli menfaatlerin aleyhinde kullanmak hevesine düşenler ise, karşısında 60 milyonu bulacaktır!.

Bu inançlı milletimiz kendi haklarını ve hürriyetlerini elde et-mek ve arzu ettiği Adil bir Düzen’e geçmek için başvurduğu kanuni ve insani yollar tıkanırsa, dış güçler ve işbirlikçileri, zorbalığa ve barbarlığa kalkışırlarsa..O takdirde bu millet hürriyet ve haysiyeti için gerekirse, kan dökmekten ve can vermekten de kaçınmayacaktır!.. Ama inşallah, buna ihtiyaç kalmıyacaktır...
Bu erkekçe sözler, asıl o sırada ülkemize gelen ve masoncuk-larına Refah aleyhinde direktifler veren Siyonist İsrail’in, terörist dışişleri bakanı Şimon Perez’e ve tüm dış güçlere ve şeytani merkezlere bir meydan okumadır!. Allah’u Ekber! Allah en büyüktür!.

Yani ey ehli zülüm! Sizinle hesaplaşmaya ve kozumuzu paylaşmaya hazırız!..
Bu sözleri söylemek için sadece yürek yetmez.Elbette sağlam bir bilek Güç ister!..
Bunlar, kuru bir cesaret ve gayret neticesi söylenmiş ve sadece his ve heyecanları tatmine yönelmiş sözler de değildir!.. Ve ey bizi korkaklıkla suçlayan zavallılar!..

Biz ucuz kahramanlıklara ve kuru kabadayılıklara tenezzül etmemek ve emrolunduğumuz tedbir ve teenni ile hareketimizi sürdürmek için gösterdiğimiz sabır ve sükûneti, taviz ve tutarsızlık olarak niteleyen soytarılar! Maksatlı olarak yapılan hedef saptırmalar ve spekülasyonlar karşısında, Hoca tarafından anlamı açıklanan ve bazı çevrelerce "sözünden caydığı ve tükürdüğünü yaladığı" sanılan bu çıkışlar,en azından “düşman mevzilerini ve muhtemel tepki derecelerini öğrenmek amacıyla fırlatılan, maket füzeler yerindedir” ve bu bakımdan bile oldukça anlamlı ve önemlidir!

Ve Erbakan önce Başbakandır!.. Sonra bilinçli ve stratejik bir geri adım atılmıştır ve şimdi devlet başkanlığına ve büyük inkılâbına doğru son hazırlıklara başlanmıştır!...
Erbakan Hoca’nın 1991 yılında sarfettiği: “Türkiye, mutlaka adil düzene geçecektir. Bu geçiş kanlı mı, yoksa kansız mı gerçekleşecek? İşte buna halkımız karar verecektir” şeklindeki sözlerinin, masonik cephede büyük bir telaş ve tedirginlik meydana getirmesinin bir nedeni de, meşhur siyonist M. Warburg’un 1945 yılında söylediği: “Bir dünya hükümeti ister istemez kurulacaktır. Tek sorun, bu sonuca güzellikle mi, yoksa zorla mı ulaşılacağıdır” iddialarına karşı, ilk ve tek onurlu çıkış olmasıdır. Çünkü siyonist merkezler bu sözlerin sahibini çok iyi tanımaktadır.
 
HADDİNİZİ BİLİN SAĞDAN SOLDAN DUYDUKLARINIZI BURADA YAZMAYIN İŞTE SİZE BELGE İŞTE SİZE GERÇEK BİR LİDER!!
http://www.milli-gorus-forum.com/showthread.php?t=3294
 
Konu çok eskiymiş ama yeni katılanlarda olmuş. Çok sıkıcı kelimeler kullanmışsınız satırlarca ben tarafsız bir Müslüman Türk vatandaşı olarak yazıyorum. Avrupada nerdeyse çalışmadığım bir millet kalmadı desem yeridir (Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, Fransa, Amerika, Bosna Hersek, Hırvatistan, Romanya, Sırbistan daha da fazlasıda var bu kadar yeter galiba) Türkiye'de her zaman oy kullandım hiç kaçırmadım alenen de söyleye bilirim Mhp benim partimdir. Belki bazı arkadaşlar buda gözünün önünü görmeyenlerden diyebilir ama arkadaşım ben herşeyin farkındayım emin olun. Sayın Necmettin Erbakan'a bu kadar ağır itirafları yakıştırmanız öncelikle bir Türkiye'li olarak yanlış olabilir. Sizde siyasetçiler gibi neden bazı şeylere sığınıyorsunuz ve bunu hiç görmediğiniz ve duymadığınız ve hatta anlamını bilmediğiniz kelimeler için insanları taşlıyorsunuz. Bu insan Türkiye'de yetişen nadir zeki ve aynı zamanda ülkesine gerçekten sevmesekte hayırı dokunmuş bir insandır. Senin neyine de erbakana böyle bir propaganda yapıyorsun anlamıyor. Şahsınada atıyor tutuyorsun hiç ömründe erbakanı canlı gördün mü arkadaşım? Sen hiç Kur'an okudun mu arkadaşım gördüğün şey için bile üç kere gözünü ovalayarak bakacaksın sonra ispatı için kul huzurunda haklı çıkmak için şahitinde olacak Cenabı Hak zina suçu işleyen kadına bile 4 şahit getirilsin demiş sen uçuyorsun farkında değilsin. Adam başörtüsü için uğraşıyor İslam birliği için uğraşıyor, sen adamın peşinden koşuyorsun açık arıyorsun. Kimseyi karalamayın size cazip gelen ne ise o partiye oy verin. Şundan emin olun diğer ülkelerdeki siyasetçileri bırakın halk bile bu insanı tanıyor neden? yapmış olduğu tank motorundan dolayı. Ve bu onların haklı mücadelesi (başörtüsü) diyerek saygı duyuyorlar çünkü onların tüm toplu yaşam yerleri ve askeri kışlalarında kilise var. İnancın çok büyük bir kuvvet olduğunu bizden bile iyi biliyorlar ve yaşıyorlar. Biz bölünmeyelim aksine birlik olalımki esas arkadan çok tehlikeli bir millet gelipte bizim bölünmemizden yararlanması belkide geldi dön ve meclisine bak. Erbakan hocaya saygı duyuyorum buradan keşke onun gibi bir kaç siyasetçi hep var olsa hiç değilse biraz kalite artar. Aslında buradan tüm karalamalarınıza cevap verirdimde çook uzun sürer okumanızı sıkar.
1. Kısaca cevaplar arka bahçem derken bazı arkadaşlar yanlış anlamış olabilir arka bahçe en güzel saklı bahçedir. En güzel güller orada yetişir ve sevilen kişilere ve yerlere o güllerden sunulur (daha çok açılabilir) anlamını taşımadığını ne billiyorsun.
2. Eşinin vefatına gelince ölüme çağre yoktur Takdir-i İlahi budur keşke başka hastaneye yetişebilseydi rahmetlik ama bir şey birşeye vesiledir. Bunları tartışmak bile aptalca geliyor bana. Lütfen Allah'ın çizgilerinin ötesine geçmemeye gayret edelim

Yüce ALLAH Müslüman Türk'ü korusun. Amin.
 
Geri
Üst