MARCUSX
New member
Takma bacağın gücü
Takma bacağın gücü
Onlar sessiz ama çoğunluktular. Sessizdiler, çünkü acılarını, öfkelerini içlerine gömmek, anılarla, hayallerle, özlemlerle yaşamak zorundaydılar. Zaten dışa vursalar ne olacaktı ki?.. Seslerini duyan mı vardı?
Önceleri manşetlerde yer almış, sonra birinci sayfaların alt sıralarına düşmüş, sonra arka sayfalarda “tek sütun”luk olmuş insanlardı onlar... Artık sıradan insanlardı. Hatta sıradan bile değil, “sıraaltı” insanlardı onlar...
Onlar “alt tarafı şehit yakınları”ydılar. Ya da “alt tarafı gaziler...” Sayıları arttıkça önemleri azalan... Sayıları arttıkça gözden kaybolan...
Gazete sayfaları ve televizyon ekranları onlara sadece “en taze cenaze töreni”nde açıktı, o da birkaç satır, birkaç saniye...
Artık moda “şehit yakını” olmak değil, onları şehit edenlere yakın olmaktı.
Artık “şehit” olmak, “şehit yakını” olmak “out” idi. “Ne yapalım şehit oldularsa?” diye küçümseyip dalga geçmek “in”...
Asker postalı “out”, terörist “mekap”ı “in”...
Şehit cenazesi “out”, terörist halayı “in”...
Ve hatta...
Şehit olanların anaları “out”, şehit edenlerin anaları “in”...
***
Onlar değil miydi ki, vatan, millet, birlik, bütünlük, özgürlük, bağımsızlık gibi değerlerin simgeleri, o halde vurun onlara da... Onlar değil miydi ki, insan hakları adına yıkıcılığın, bölücülüğün, ırkçlığın, kardeş kavgasının, etnik faşizmin, sapı dışarıda çomakların karşısına dikilen iradenin askerleri, o halde vurun onlara da...
Ve bu aymazlık, bu umursamazlık öyle bir noktaya geldi ki, terörün kurbanı oldukları yetmiyormuş gibi, “açılım”a da kurban edildiler. Çünkü onlar sessizdiler. Acılarını içlerine gömmüşlerdi. Ağızları var, dilleri yoktu. Üniformalı teröristler sınırda muzaffer bir ordunun askerleri gibi karşılanırken de, çadır mahkemelerinde yargılanıp beş dakikada serbest bırakılırken de, davullu-zurnalı kutlamalarla ağırlanırken de sessiz kalırlardı herhalde.
Çok çok bir-iki dernek dikkate bile alınmayacak bir basın açıklaması yapar, bir-iki gözyaşı, bir-iki hıçkırık da “açılım”ın havai fişek gürültüleri arasında kaynar giderdi.
Öyle olmadı işte.
Bir gün bir gazi, takma bacağını çıkardı ve salladı.
O an Türkiye’de çok şey sallandı.
İşte “açılım”ın mimarları bunu hesap etmemişlerdi. Bir takma bacağın nelere kadir olduğunu bilmiyorlardı. Bir kahramanlık madalyasının boyundan çıkarılıp yere çalınmasının ya da o madalya yerine siyah kurdele takılmasının ne anlama geldiğini akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi.
***
İkisi de anaydı ama, oğlunu gizlice dağlara gönderen bir ananın mutluluğunun, oğlunu düğünle, bayramla askere gönderen bir ananın yüreğini yakacağını da hiç düşünmemişlerdi.
Yazının başında “sessiz ama çoğunluk” dedim. Bir takma bacağın, bir kesik kolun, iki damla gözyaşının, bir siyah kurdelenin sadece 5 bin şehit yakınının değil, bir büyük toplumun tümünün yüreğinde yaratacağı isyan duygusunu hiç ama hiç hesap etmemişlerdi.
Sandılar ki, “açılımdır, yaparız, olur biter.”
Sanıyorlar ki, “bundan sonra sessiz yaparız, olur biter.”
Yanlış.
Çünkü yanlış başladı. Çünkü başlarken toplumun onayını almadılar. “Kamuoyunun büyük çoğunluğu destekliyor” diye kafadan attılar. “Biz yaparız olur” sandılar. Seçmenin en az yarısını temsil eden muhalefeti bile adamdan saymadılar.
Ve...
“Takma bacak”lara sormadılar.
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...26.10.2009&Newsid=267086&Categoryid=4&wid=166
Takma bacağın gücü
Onlar sessiz ama çoğunluktular. Sessizdiler, çünkü acılarını, öfkelerini içlerine gömmek, anılarla, hayallerle, özlemlerle yaşamak zorundaydılar. Zaten dışa vursalar ne olacaktı ki?.. Seslerini duyan mı vardı?
Önceleri manşetlerde yer almış, sonra birinci sayfaların alt sıralarına düşmüş, sonra arka sayfalarda “tek sütun”luk olmuş insanlardı onlar... Artık sıradan insanlardı. Hatta sıradan bile değil, “sıraaltı” insanlardı onlar...
Onlar “alt tarafı şehit yakınları”ydılar. Ya da “alt tarafı gaziler...” Sayıları arttıkça önemleri azalan... Sayıları arttıkça gözden kaybolan...
Gazete sayfaları ve televizyon ekranları onlara sadece “en taze cenaze töreni”nde açıktı, o da birkaç satır, birkaç saniye...
Artık moda “şehit yakını” olmak değil, onları şehit edenlere yakın olmaktı.
Artık “şehit” olmak, “şehit yakını” olmak “out” idi. “Ne yapalım şehit oldularsa?” diye küçümseyip dalga geçmek “in”...
Asker postalı “out”, terörist “mekap”ı “in”...
Şehit cenazesi “out”, terörist halayı “in”...
Ve hatta...
Şehit olanların anaları “out”, şehit edenlerin anaları “in”...
***
Onlar değil miydi ki, vatan, millet, birlik, bütünlük, özgürlük, bağımsızlık gibi değerlerin simgeleri, o halde vurun onlara da... Onlar değil miydi ki, insan hakları adına yıkıcılığın, bölücülüğün, ırkçlığın, kardeş kavgasının, etnik faşizmin, sapı dışarıda çomakların karşısına dikilen iradenin askerleri, o halde vurun onlara da...
Ve bu aymazlık, bu umursamazlık öyle bir noktaya geldi ki, terörün kurbanı oldukları yetmiyormuş gibi, “açılım”a da kurban edildiler. Çünkü onlar sessizdiler. Acılarını içlerine gömmüşlerdi. Ağızları var, dilleri yoktu. Üniformalı teröristler sınırda muzaffer bir ordunun askerleri gibi karşılanırken de, çadır mahkemelerinde yargılanıp beş dakikada serbest bırakılırken de, davullu-zurnalı kutlamalarla ağırlanırken de sessiz kalırlardı herhalde.
Çok çok bir-iki dernek dikkate bile alınmayacak bir basın açıklaması yapar, bir-iki gözyaşı, bir-iki hıçkırık da “açılım”ın havai fişek gürültüleri arasında kaynar giderdi.
Öyle olmadı işte.
Bir gün bir gazi, takma bacağını çıkardı ve salladı.
O an Türkiye’de çok şey sallandı.
İşte “açılım”ın mimarları bunu hesap etmemişlerdi. Bir takma bacağın nelere kadir olduğunu bilmiyorlardı. Bir kahramanlık madalyasının boyundan çıkarılıp yere çalınmasının ya da o madalya yerine siyah kurdele takılmasının ne anlama geldiğini akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi.
***
İkisi de anaydı ama, oğlunu gizlice dağlara gönderen bir ananın mutluluğunun, oğlunu düğünle, bayramla askere gönderen bir ananın yüreğini yakacağını da hiç düşünmemişlerdi.
Yazının başında “sessiz ama çoğunluk” dedim. Bir takma bacağın, bir kesik kolun, iki damla gözyaşının, bir siyah kurdelenin sadece 5 bin şehit yakınının değil, bir büyük toplumun tümünün yüreğinde yaratacağı isyan duygusunu hiç ama hiç hesap etmemişlerdi.
Sandılar ki, “açılımdır, yaparız, olur biter.”
Sanıyorlar ki, “bundan sonra sessiz yaparız, olur biter.”
Yanlış.
Çünkü yanlış başladı. Çünkü başlarken toplumun onayını almadılar. “Kamuoyunun büyük çoğunluğu destekliyor” diye kafadan attılar. “Biz yaparız olur” sandılar. Seçmenin en az yarısını temsil eden muhalefeti bile adamdan saymadılar.
Ve...
“Takma bacak”lara sormadılar.
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...26.10.2009&Newsid=267086&Categoryid=4&wid=166