Cuma Hutbeleri

ticaret ahlakı

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MAYIS 2008
TARİH: 30.05. 2008


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ
بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُم

وقال رسول الله صلىالله عليه وسلم:
رَِحمَ اللهُ رَجُلاً سَمْحاً اِذَا بَاعَ وَ اِذَا اشْتَرَى وَاِذَا
اقْتَضَى

TİCARET AHLÂKI

Değerli Müslümanlar!

Yüce dinimiz, beşerî münasebetlerle alakalı önemli ahlakî ilkeler getirmiştir. Bu ilkelerden bir kısmı da ticarî faaliyetlerimizle ilgilidir. İnsanın yaşaması ve Allah’ın verdiği sayısız nimetlerden istifade etmesi için çalışması gerekir. Peygamber Efendimiz “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir.”1 buyurmuştur. Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere kişinin alın teriyle sağladığı kazançlar, en temiz ve en bereketli kazançlardır. Bunlar arasında ticaret de müminler için önemli bir rızık kapısıdır. Dinimiz, bizlerden çalışıp kazanmamızı isterken bunun başlıca ahlâkî kurallarını da belirlemiştir. Cenâb-ı Hak yüce kitabında: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret haricinde, mallarınızı batıl/(haram) yollarla aranızda (alıp vererek) yemeyin.”2 buyurur. Sevgili Peygamberimiz ticaretle meşgul olmuş, ticarî hayatında da dürüstlük ve güvenilirliğiyle örnek kişi olarak gösterilmiştir.

Aziz Müminler

Ticaret hayatı ile ilgili ahlâkî kurallar dünya ve ukbâ hayatımız için hayatî önem taşımaktadır. Bu sebeple her şeyden önce tüccar, elindeki malın gerçek sahibinin Cenab-ı Hak, kendisinin ise emanetçi olduğunu bilmelidir. İçinde yaşadığı toplumun bir ferdi olduğunu ve onlarla alış veriş sayesinde mala mülke kavuştuğunu dikkate alarak toplumun yarar ve zararını en azından kendi menfaati ve zararı gibi değerlendirmelidir. Alış verişte ölçüp tartarken adaleti gözetmelidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Ölçtüğünüz vakit ölçüyü tam yapın. Doğru terazi ile tartın. Böyle yapmanız daha hayırlı, netice itibariyle daha güzeldir”3 buyurulur. Bir başka âyet-i kerimede ölçü ve tartıda hile yapanların ahirette hesaplarının çetin olacağından söz edilir.4 Kur’ân-ı Kerîm bizlere Şuayb aleyhisselamın kavminin ticaretle uğraşıp bolluk içinde yaşarken, Allah’a ve O’nun gönderdiği peygambere karşı gelip ölçü ve tartıda hilekarlık yaptıkları için helak olduklarından bahseder.5

Kıymetli Müminler!

Ticaretin yapısı, doğruluk, güvenirlik, müşteriye saygı ve kolaylık gösterme üzerine kuruludur. Bunlardan biri eksik olursa ticaretin ruhu zedelenmiş dolayısıyla tüccar kendi kazanç yollarını tıkamış olur. Efendimiz (s.a.v.), ticarî hayatta dürüst davrananlara, ‘Doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olacaktır’ müjdesini vermiştir.6

Ticaret erbabı, yalan, aldatma gibi kötü huylar yanında, doğru dahi olsa, alış verişte yeminden de sakınmalıdır. Allah Resülü, yalan yere yeminle satılan maldan sağlanan kazançta bereket olmayacağını ifade etmişlerdir.7 Buna mukabil ticaret ehlinin tatlı dilli, güler yüzlü, cömert, kanaatkâr, kolaylaştırıcı olması beklenir. Bunlar modern ticaret hayatında da önemli kurallardır. Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Satarken, alırken, borcunu isterken kolaylık gösteren kimseye Allah rahmetiyle muamele eylesin” diye dua etmiştir.8 Onun duasına layık olanlara ne mutlu! Ticaret ehli dinî görevlerini de ihmal etmemelidir. Gazzâlî’nin ifadesiyle; ‘Tüccarın dünya pazarı, âhiret pazarına engel teşkil etmemelidir.’

Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”9

Aziz Kardeşlerim!

Rabbimize karşı sorumluluklarını yerine getirerek iş yapan iş ve ticaret adamının, işinin başında geçirdiği dakikalar dahi dinimize göre ibadet sayılır. Şu halde müslümanlar olarak bizler, “İnsana sadâkât yaraşır görse de ikrâh / Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allâh” diyerek bu temiz anlayışı hayatımızın her alanına hakim kılmalıyız.

_____________________________________________

1 Buhari, Büyû‘, 16.
2 Nisa, 4/29.
3 İsra, 17/35.
4 Mutaffifîn, 83/1-6.
5 Hûd, 11/84-85
6 Tirmizi, Büyû‘, 4
7 Buhari, Büyû‘, 26
8 Buhari, Büyû‘, 16
9 Münafikûn, 63/9.




Ercan ÖZELCE
Süleyman Çelebi Camii İ.-H. / Avcılar​
 
Çevre sorumluluğu

İL: İSTANBUL
AY-YIL: HAZİRAN-2008
TARİH: 06.O6. 2008


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ

لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

قال النبي صلي الله عليه وسلم

الطهور شطر الايما
ن

ÇEVRE SORUMLULUĞU

Muhterem Müminler

Allah Teâla İnsanı en güzel şekilde yaratmış, yeryüzü ve gökyüzünü bütün nimetleriyle donatıp tertemiz bir şekilde insanın hizmetine vermiştir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı kerim’de, “Allah gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren, onunla size rızk olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.’’ [1] buyurmuştur. Diğer bir ayeti kerimede de “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız’’[2] buyurmaktadır.

Değerli Kardeşlerim

En büyük nimet olan sağlığımızı sürdürebilmemiz için hiç şüphesiz toprak, hava ve suya ihtiyacımız vardır. İnsan hayatında sağlık ne kadar önemli ise üzerinde yaşadığımız yerküre için Rabbimizin koyduğu denge o kadar önemlidir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah göğü yükseltti ve dengeyi koydu, sakın dengeyi bozmayın’’ [3] buyurmaktadır. Ama biz insanların umursamazlık, sorumsuzluk ve nemelazımcılıkları, sadece kendimizi değil çevremizi de tahrip etmektedir. Yüce Rabbimizin, “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebi ile karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Vazgeçip dönerler diye, Allah (c.c) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattıracaktır’’[4] meâlindeki âyeti kerimesi akl-ı selim sahibi olan bütün insanlığa en açık bir uyarıdır.

Değerli Müminler

Günümüzde teknolojisinin gelişmesi ile beraber sanayi ve kozmetik atıklarının hiçbir önlem alınmadan çevreye atılması gibi çevreye karşı işlenen çok ciddi suçlar sonucunda doğal zenginliklerimiz ve çevremiz tahrip edilmektedir.Soframızda içtiğimiz su, teneffüs ettiğimiz hava kirlenmekte; yağan yağmurlar, ekim yapılan alanlar kirlenmektedir. Bütün insanlar bu kirlilikten ve bu kirliliğin meydana getirdiği çeşitli hastalık ve ürün kayıplarından şikâyet etmekte, bilim adamları da küresel bir tehlikeye dikkat çekmektedir.

Kendimize bir soralım: bu kirlilik konusunda biz masum muyuz? Hiç mi sorumluluğumuz yok? Dürüst ve samimi Müslümanlar olarak bunun muhasebesini yapalım. Kirletmeyelim, tahrip etmeyelim. Şunu asla unutmayalım ki, çevreye zarar vermekle, su vb. nimetleri israf etmekle hem bugünün hem de gelecek nesillerin haklarını ihlal etmekteyiz. Kul hakkının önemini bilen müminler olarak çevreye karşı daha duyarlı ve sorumlu olmalıyız. Böylece canlı ve cansız tabiata karşı görevimizi yapmalıyız. Ormanlarımızın yangınlara karşı muhafaza edilmesi için çaba göstermeliyiz, hatta bir ağaç da biz dikerek çevremize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.

Değerli kardeşlerim

Evimizi sokağımızı, çevremizi temiz tutmak Mümin olmamızın gereğidir. İşimiz dinimize aykırı olmasın. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “Bana ümmetimin hayır ve şer, bütün amelleri gösterildi. İyi ameller arasında, rahatsızlık veren bir şeyin yoldan atılması da vardı. Kötü amellerin arasında gömülmeden yere bırakılmış tükürük de vardı’’[5] buyurarak çevre konusunda ne kadar dikkatli olmamız gerektiğine dikkatimizi çekmektedir.

Resûlullah Efendimiz “temizlik imanın yarısı dır” buyurmuş [6], evleri ve iş yerlerini temiz tutmayı tavsiye etmiş[7], sıkıntı ve zarar verecek şeyleri müslümanların yollarından kaldırmayı[8] imanın bir gereği olarak ifade buyurmuştur. Bizlere yakışan, bu güzellikleri kendimiz, çocuklarımız, geleceğimiz için hayata geçirmektir.

Hutbemi bir âyeti kerime ile bitiriyorum. Şu âyeti hiç hatırımızdan çıkarmayalım: “Sonra o gün size sunulan nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz. [9]


1-İbrahim 14/32;
2-İbrahim 14 / 34,
3; Rahman 55/7-8,
4; Rum 30/41.
5-Müslim ,Mesacid 58.
6-Müslim taharet 1, Tirmizi Daavat 86.
7-Tirmizi Edeb 41.
8-İbn Mâce, Edep 7.
9- Tekasür 102 /8.


HASAN YAZICI
TERZİDERE CAMİİ İMAM HATİPİ
BAYRAMPAŞA​
 
Yaz Kur’an Kursları

İL:İSTANBUL
AY-YIL: HAZİRAN-2008
TARİH: 13.O6. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ

قال النبي صلي الله عليه وسلم

خَيْرُ كُمْ مَنْ تَعَلَّمَ القُرَْانَ وَعلَّمَهُ

YAZ KUR’AN KURSLARI​

Muhterem Mü’minler !

Çocuklarımız bize yüce Allah’ın emanetidir. Onlar dünyaya gelir gelmez Allah’a şükretmek, güzel isim vermek, helal kazançla beslemek, okutmak, terbiyeli ve ahlaklı yetiştirmek, zamanı gelince uygun bir eşle evlendirmek, onları sevmek, dua etmek, koruyup kollamak, iyi birer insan olmaları için gerektiği kadar ilgilenmek anne ve babaların görevidir. Bu aynı zamanda ebeveyn için çok büyük bir sevap kaynağıdır.
Kur’an-ı Kerim’de yüce Mevla çocuklarımız konusunda bizi uyarmakta, Sevgili Peygamberimiz de hadis-i şeriflerinde çocuklarımıza karşı vazifelerimizi sık sık hatırlatmaktadır. Kısaca İslam Dini çocukların iyi yetiştirilmesine çok önem vermektedir.

Çünkü, insanoğlunun sorumluluğu büyüktür. Allah İnsana diğer birçok canlı ve cansız varlıkları idare etme yetenek ve görevi vermiştir. Bu bakımdan onun bilgili, tecrübeli ve ahlaklı yetişmesi önem taşır. Allah insanlığa doğru yaşama bilgisi olarak ilâhî kitapları göndermiş, tüm peygamberleri en güzel ahlak üzere yaratarak insanlığa örnek olmalarını temin etmiştir. Bu yüce örneklerden yararlanmak da bilgi ile mümkündür. Tarihimize baktığımızda bize çok büyük bir kültür mirasının bırakıldığını, bu mirası iyi koruyup gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde ulaştırmamız gerektiğini anlamak mecburiyetindeyiz. Bu hususta akıllı, vicdanlı ve sorumlu herkese büyük görevler düşmektedir.



Aziz Mü’minler!

Kur’an-ı Kerim, hidayet kaynağımız ve rehberimizdir. O’nu okumak, anlamak, ve yaşamak başta çocuklarımız olmak üzere başkalarına öğretmek bizim en önemli vazifelerimizdendir. Peygamber efendimiz döneminde başlayan Kur’an eğitimi çağlar boyu devam etmiştir. Mekke’ de Dar’ ul Erka, Medine’ de Suffe, daha sonraki dönemlerde Küttab, Osmanlılarda Sıbyan Mektebi, Medrese, Mahalle Mektebi [2] isimleriyle anılan Kur’an öğrenme ve öğretme mekanları günümüzde Kur’an Kursu şeklinde isimlendirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığımızın talimatıyla İl ve İlçe Müftülüklerimizin nezaretinde yaz kursları düzenlenmektedir.

Yaz Kur’an Kursları bu yıl 23 Haziran’da başlayıp 22 Ağustos’a kadar devam edecektir. Bu güne kadar düzenlenen yaz kurslarına gösterilen ilginin her yıl artarak devam ettiği görülmektedir. Bir çocuğun veya gencin hayatı boyunca kendisine gerekli en temel dini bilgileri öğrendiği bu kurslara gösterilen ilgi memnuniyet vericidir. Bu kurslar çocuklarımıza abdest, namaz gibi konuları tatbikatıyla öğretme imkanı sağlamaktadır. Ayrıca bu kurslarımızda vatan, millet, bayrak gibi millî ve kutsal değerlere karşı saygı, anne-baba, akraba, komşu ve diğer insanlara karşı sevgi, dinî ve ahlâkî bilgiler, namaz sure ve dualarının usulüne uygun ezberlenmesi ve yüzünden Kur’an-ı Kerim okumalarını sağlamaktadır.

Peygamber Efendimiz (SAV) zamanından beri süregelen bu güzelliğin hep devam etmesini diliyor, hutbeme başta okuduğum Hadis-i Şerifin mealiyle son vermek istiyorum.

“Sizin en hayırlılarınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve başkalarına öğretenlerdir.” [3]


1-Zümer, 39/9.
2-TDV İslam Ansiklopedisi, “Kur’an Kursu” C.26, Sh.423-424
3 Buhârî, “Fedâilü'l-Kur'an”, 21.


İsmail İPEK
Fatih Müftüsü/ İstanbul​
 
ίииuεи∂σ;3072090' Alıntı:
İL:İSTANBUL
AY-YIL: HAZİRAN-2008
TARİH: 13.O6. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ

قال النبي صلي الله عليه وسلم

خَيْرُ كُمْ مَنْ تَعَلَّمَ القُرَْانَ وَعلَّمَهُ

YAZ KUR’AN KURSLARI​

Muhterem Mü’minler !

Çocuklarımız bize yüce Allah’ın emanetidir. Onlar dünyaya gelir gelmez Allah’a şükretmek, güzel isim vermek, helal kazançla beslemek, okutmak, terbiyeli ve ahlaklı yetiştirmek, zamanı gelince uygun bir eşle evlendirmek, onları sevmek, dua etmek, koruyup kollamak, iyi birer insan olmaları için gerektiği kadar ilgilenmek anne ve babaların görevidir. Bu aynı zamanda ebeveyn için çok büyük bir sevap kaynağıdır.
Kur’an-ı Kerim’de yüce Mevla çocuklarımız konusunda bizi uyarmakta, Sevgili Peygamberimiz de hadis-i şeriflerinde çocuklarımıza karşı vazifelerimizi sık sık hatırlatmaktadır. Kısaca İslam Dini çocukların iyi yetiştirilmesine çok önem vermektedir.

Çünkü, insanoğlunun sorumluluğu büyüktür. Allah İnsana diğer birçok canlı ve cansız varlıkları idare etme yetenek ve görevi vermiştir. Bu bakımdan onun bilgili, tecrübeli ve ahlaklı yetişmesi önem taşır. Allah insanlığa doğru yaşama bilgisi olarak ilâhî kitapları göndermiş, tüm peygamberleri en güzel ahlak üzere yaratarak insanlığa örnek olmalarını temin etmiştir. Bu yüce örneklerden yararlanmak da bilgi ile mümkündür. Tarihimize baktığımızda bize çok büyük bir kültür mirasının bırakıldığını, bu mirası iyi koruyup gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde ulaştırmamız gerektiğini anlamak mecburiyetindeyiz. Bu hususta akıllı, vicdanlı ve sorumlu herkese büyük görevler düşmektedir.



Aziz Mü’minler!

Kur’an-ı Kerim, hidayet kaynağımız ve rehberimizdir. O’nu okumak, anlamak, ve yaşamak başta çocuklarımız olmak üzere başkalarına öğretmek bizim en önemli vazifelerimizdendir. Peygamber efendimiz döneminde başlayan Kur’an eğitimi çağlar boyu devam etmiştir. Mekke’ de Dar’ ul Erka, Medine’ de Suffe, daha sonraki dönemlerde Küttab, Osmanlılarda Sıbyan Mektebi, Medrese, Mahalle Mektebi [2] isimleriyle anılan Kur’an öğrenme ve öğretme mekanları günümüzde Kur’an Kursu şeklinde isimlendirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığımızın talimatıyla İl ve İlçe Müftülüklerimizin nezaretinde yaz kursları düzenlenmektedir.

Yaz Kur’an Kursları bu yıl 23 Haziran’da başlayıp 22 Ağustos’a kadar devam edecektir. Bu güne kadar düzenlenen yaz kurslarına gösterilen ilginin her yıl artarak devam ettiği görülmektedir. Bir çocuğun veya gencin hayatı boyunca kendisine gerekli en temel dini bilgileri öğrendiği bu kurslara gösterilen ilgi memnuniyet vericidir. Bu kurslar çocuklarımıza abdest, namaz gibi konuları tatbikatıyla öğretme imkanı sağlamaktadır. Ayrıca bu kurslarımızda vatan, millet, bayrak gibi millî ve kutsal değerlere karşı saygı, anne-baba, akraba, komşu ve diğer insanlara karşı sevgi, dinî ve ahlâkî bilgiler, namaz sure ve dualarının usulüne uygun ezberlenmesi ve yüzünden Kur’an-ı Kerim okumalarını sağlamaktadır.

Peygamber Efendimiz (SAV) zamanından beri süregelen bu güzelliğin hep devam etmesini diliyor, hutbeme başta okuduğum Hadis-i Şerifin mealiyle son vermek istiyorum.

“Sizin en hayırlılarınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve başkalarına öğretenlerdir.” [3]


1-Zümer, 39/9.
2-TDV İslam Ansiklopedisi, “Kur’an Kursu” C.26, Sh.423-424
3 Buhârî, “Fedâilü'l-Kur'an”, 21.


İsmail İPEK
Fatih Müftüsü/ İstanbul​

Bugün Cuma'da bunu okudular gerçektende..Teşekkürler ίииuεи∂σ
 
üç Aylar Ve Regâib Kandili

İL : İSTANBUL
AY-YIL : HAZİRAN-2008
TARİH : 27. 06. 2007



بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونيِ َاسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذيِنَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ
عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
1

قال النبي صلي الله عليه وسلم
الَّلهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبَ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَان
2

ÜÇ AYLAR VE REGÂİB KANDİLİ​


Muhterem Müminler!

Yüce Allah’ın insanlara rahmetini ve nimetlerini çokça ihsan ettiği belli vakitler, belli mevsimler vardır. Haftanın günleri arasında Cuma; kamerî aylardan olan Recep, Şaban ve Ramazan bu türden feyiz ve bereketi bol zaman dilimlerindendir.

Allah’a şükürler olsun ki, İslâm dinine gönülden bağlı Yüce milletimizin “üç aylar” diyerek özel bir önem verdiği Recep, Şaban ve Ramazan aylarının başlangıcına ulaşmış bulunuyoruz. 04 Temmuz Cuma günü üç aylar başlayacaktır. Sevgili Peygamberimiz, bu aylarda her zamankinden daha çok ibadet eder ve “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.” [2] diye dua ederdi. Kuşkusuz bu aylar, dünyanın ağır meşgaleleriyle bunalan ruhlarımızı dinlendirmek ve kulluk şuuru içinde Yüce Allah’ın rahmet ve merhametine sığınmak için çok kıymetli fırsatlardır. Bu aylarda yapılacak dualar, tevbe-istiğfarlar, kalıcı iyilik ve hayırlar, sevinç ve kederlerin gönülden paylaşılması Rabbimizin katında karşılığını fazlasıyla bulacaktır.

Üç ayların ilki olan Receb’in ilk Cuma gecesi Regâib kandilidir. İnşaallah önümüzdeki 3 Temmuz Perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece Regâib kandilini idrak etmiş olacağız. Bu gecede Yüce Allah’ın ilahî ihsan ve manevî hediyelerinin diğer zamanlardan daha çok tecelli etmesi, samimi kalple Allah’a yönelenlerin affedilmelerinin ümit edilmesi ve müminlerce gönülden arzulanması sebebiyle bu geceye “Regâib” denilmiştir.


Muhterem Müslümanlar!

Bu gecede öncelikle yapılması gereken, nefis muhasebesi, kendimizi sorgulama ve yargılamadır; sonra da tövbedir, duadır. Madde ve mânâ arasındaki dengenin, mâna aleyhine bozulduğu; insanlar ve toplumlar arası ihtilafların bütün dünyayı olumsuz yönde etkilediği; akl-ı selim yerine silahların konuştuğu bir zamanda, insanın ruhunu, derin kırılmalardan ve acılardan koruyabilmek için, nefis muhasebesine, tövbeye ve duaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Emin olmalıyız ki bu bizi daha sorumlu kılacak, olgunlaştıracak, pişirecektir. Dinimizin bize ısrarla tavsiye ve telkin ettiği bu yol ihmal veya terk edilirse, insanın varlığı değersizleşir. Bunun toplumsal tezahürü de adaletsizlik, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kin ve intikam duygularının yaygınlaşması; merhametsizlik ve sevgisizlik biçiminde ortaya çıkar. Nefsiyle hesaplaşmayı hakkıyla yapanlarda en önemli değişimlerden biri kötülükleri olabildiğince arkalarına atıp Allah’ın yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanı kardeşlerinin acılarını yüreklerinde hissetmeleridir.

Aziz Cemaat!

İşte Regâib Kandili, sözünü ettiğimiz nefis muhasebesinin yapılması bakımından bizim için bulunmaz bir fırsattır. Şu halde bu gece hatalarımız varsa onları terk edelim, kötü duygu ve düşüncelerimizi kalplerimizden atalım. Allah ve Resûlünü bize unutturan şeyleri bir tarafa bırakalım. Yüce Kitabımızda “Nefsini, ruhunu arındıran kurtuluşa ermiştir; onu kötülüklere gömüp kirleten de ziyana uğramıştır” [3]. Gönül sarayımızı bulandıran haset, kin, düşmanlık, haksızlık ve zulüm çamuruna bulaşmaktan sakınalım. Birbirimize, anne ve babamıza, yakınlarımıza sevgiyle ve iyilikle yaklaşalım. Dünyamızı saran düşmanlıklara karşı birlik ve beraberlik içinde olalım. Gönüllerimizde iyilik, fazilet ve bilgi ışığını yakalım. Kalplerimiz bu güzel duygularla dolsun. Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

_________________
[1] Mü’min, 40/60.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259.
[3] Şems, 91/9-10.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu
 
Su ve İsraf

İl: İSTANBUL
AY-YIL: TEMMUZ 2008
TARİH: 04.O7. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ


Değerli müminler, bugünkü hutbemizde, hepimiz için hayati önem taşıyan bir konu üzerinde durmak istiyoruz.

Yabancı bir enstitünün yayımladığı bir raporda, aşırı tüketimin “dünyayı tükettiği” ifade ediliyor; insanoğlunun ruhundaki din, aile, toplum ve sosyalleşme duygularının yerini, günümüz insanında “sahip olma ve tüketme” tutkularının aldığı anlatılıyor.

“Dünya Doğal Hayat Fonu” adındaki bir kurumun, doğal kaynaklar üzerine yaptığı bir araştırma raporu, günümüzdeki tüketim çılgınlığının, dünyanın sonunu hazırladığını bildiriyor; son otuz yılda dünya üzerindeki doğal kaynakların üçte birinin insanlar tarafından tüketildiği ifade ediliyor.

Oysa tabiatı yaratan Hikmetli Güç, tabiattaki bütün imkânları, her varlığın normal ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde karşılamaya yetecek düzeyde yaratmıştır. Yüce Kitabımızda şöyle buyuruluyor: “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Doğrusu insanoğlu çok zalim, çok nankördür!” [1] Evet… İnsanoğlu çok zalim, çok nankör. Çünkü bütün canlılar içinde, israfta sınır tanımayacak kadar aşırı derecede tüketebilen tek varlık insandır.

Birçok âyette çeşitli doğal varlık ve olayların insana “müsahhar kılındığı”, yani onun yararlanmasına uygun olarak yaratıldığı bildirilir. Ancak, ne yazık ki insanoğlu, bunlardan istifade ederken helali haramı gözetmiyor, yeterince sorumlu davranmıyor. Oysa Rabbimiz bizden, lutfettiği nimetleri, tabiata, çevremize, insanlara, diğer canlılara ve kendimize zarar vermeyecek şekilde kullanmamızı istemektedir; “Allah israf edenleri sevmez” buyurmaktadır.


Muhterem cemaat,

Akıllı, ölçülü ve tutumlu kullanmamız gereken en önemli nimetlerden biri de “su”dur. Hepimizin izlediği gibi, ilgili kurumlar mevcut su potansiyelimizi en verimli bir şekilde değerlendirmek için çalışıyor. Ancak, ne yazık ki, insan oğlunun tabiattaki nimetleri hoyratça kullanması yüzünden son yıllarda küresel düzeyde ciddi bir kuraklık yaşanmaktadır.

-Birkaç yıl önce olduğu gibi- musluklardan su yerine hava gelmesini, geceleri sabahlara kadar ailemizin musluk başlarında su beklemesini ister miyiz? Elbette istemeyiz! O halde bugünden tedbirli olmak, hazır suyumuzu akıllı kullanmak zorundayız. Sahip olduğu imkânları har vurup harman savuran bir toplum, medeni bir toplum değildir; geri bir toplumdur. Yarın içmek için kullanacağı suyu bugün ölçüsüzce tüketen bir kişi akıllı biri de değildir. Ayrıca böyle biri, erdemli bir Müslüman da sayılmaz.

Ashab-ı Kiram’dan Saad bin Ebî Vakkas, abdest alırken suyu gereğinden fazla kullanıyordu. Bunu gören Peygamberimiz, “Bu ne israf, yâ Saad!” dedi. Saad, “Abdestte israf olur mu yâ Resûlallah?” diye sorunca, “Evet olur; ırmak kenarında bile olsa suyu israf etmemelisiniz” buyurdu Efendimiz .[2]

Yapacağımız şey zor değildir, muhterem müslümanlar. Sadece musluğumuza elimizi uzattığımızda, boşa akıtacağımız suyun ne kadar değerli olduğunu bilmek ve bunu ailemize, öğrencilerimize, elemanlarımıza, kısaca yeri ve zamanı geldiğinde herkese anlatmaktır; daha da önemlisi, bütün iyi ve güzel insanlar gibi, bu konuda herkese örnek olmaktır. Neler yapmalıyız?

-Meselâ diş fırçalarken, bulaşık yıkarken, tıraş olurken, abdest alırken muslukları açık bırakmayalım.
-Balkon, teras gibi yerleri temizlerken, araba yıkarken, hortum yerine kova, fırça, sünger kullanalım.
-Bahçelerimizi güneşsiz zamanlarda ve en tasarruflu bir şekilde sulayalım.


Milyonlarca İstanbullu olarak bu şekildeki basit tedbirlerle ne kadar çok su tasarruf edeceğimizi bir düşünelim!..
Yüce Rabbimiz maddî ve mânevî rahmetlerini üzeremizden eksik etmesin. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.


1 İbrahim 14/34
2Müsned, II, 221; İbn Mâce, “Taharet”, 48.


Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
Sıla-i Rahim !!

İl: İSTANBUL
AY-YIL: TEMMUZ 2008
TARİH: 11.07.2008 (2. HAFTA)​



إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
ٍ



SILA-İ RAHİM


Muhterem Müslümanlar!

Dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biri sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim; akrabayı arayıp sormak, onları ziyaret etmek, sevinç ve hüzünlerini paylaşmak demektir.

Bütün müminlerin kardeş olduğunu ilan eden dinimiz ‘insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır’ prensibini koymuştur. Bu itibarla sıla-ı rahime riayet etmek Allah’ın rahmet ve bereketine nail olmanın en etkili yollarından biridir. Dünyada mükafatı en çabuk verilen amel, sıla-i rahimdir.

Bu konuda Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: “Ey insanlar! Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.” Kutsi bir hadis-i şerifte ise Cenâb-ı Hakk: “Kim yakınlarıyla ilgi kurup akrabalığın hakkını yerine getirirse ona lütuflarda bulunurum. Kim de akraba ile ilişkisini keserse ben de onlardan rahmetimi keserim” buyurur.

Aziz Cemaat!

Sıla-i rahim dinî bir vecibedir. Bu sebeple yakınlarımızın hal hatırını sormak, onları ziyaret etmek, imkan ölçüsünde kendilerine yardımcı olmak görevimizdir. Bilindiği üzere insan, doğumundan ölümüne kadar ilgi ve sevgiye muhtaç bir varlıktır. Hemen hepimiz üstesinden gelmekte zorlandığımız hususlarda akrabalarımızı yanımızda görmek isteriz. Zor zamanlarda tesis edilen dostluk ve akrabalık bağının sıkı tutulması dünya ve ahiret saadetini de beraberinde getirir.
Efendimiz (as); ‘Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen, akrabasını koruyup kollasın” buyurur. Buna göre akrabalarımız arasında fakir ve muhtaç durumda olanlara maddî açıdan destek çıkmamız, zekat ve fitrelerimizi verirken yoksul akrabalarımızı tercih etmemiz icap eder. Nitekim bir hadis-i şerifte, akrabaya verilen sadakanın iki kat sevaba vesile olduğu bildirilmiştir.

Değerli Müminler!

Akrabalar arasında sevgi ve ilginin, ülfet ve muhabbetin devamı için karşılıklı ziyaretleşmeler büyük önem arzeder. Akrabalarımızdan özellikle yaşlı, hasta, bakıma muhtaç durumdakilere, kendilerinin yalnız olmadıklarının hissettirilmesi ne kadar önemli bir meziyet ve ne büyük bir sevaptır! Bilindiği üzere dinimiz, akrabaya iyiliği sadece insanî bir görev olarak değil hukukî bir sorumluluk olarak da değerlendirmiştir. Onun içindir ki böylesi bir görevden uzak durmak, akrabalarla ilgiyi kesmek büyük günah sayılmış ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “ Akrabası ile münasebetleri kesenler Cennete giremez” buyurmuşlardır.[8]

Kıymetli Kardeşlerim!

Aile ve akrabalara olan sevgi herhangi bir kabilecilik anlayışına sebep olmamalıdır. Küfrü imana tercih eden bir yakınımızla gönül bağımız olamaz. Lakin akrabalık hukuku açısından onların terk edilmesi de doğru değildir. İslam, insanî ölçülerde her türlü ilgi ve alakanın devam ettirilmesini tavsiye eder. Bazı akrabalar vefasız olsa bile onlarla olan münasebetlerimizi de devam ettirmemiz gerekir. Böylesi bir durumu Hz. Peygamber’e ileten bir sahabîye Efendimiz: “Sen alakayı koparmadığın sürece Allah’ın yardımı seninle beraberdir” buyurmuştur. [9]

Muhterem Müminler!

Sıla-i rahim, ekonomik sebepler ve muhtelif meşguliyetler bahanesiyle ihmal edilemeyecek kadar önemlidir. Hayatın mana ve güzelliği, akraba ve dostlarımızla kuracağımız güzel ilişkilerde saklıdır. Bu konuda büyükler, akrabalık bağını zinde tutmada küçüklere örnek olmalıdırlar.

Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” [10]

Alaaddin DEMİRYÜREK
Erenler Köyü Camii İ.H./ Şile.

Kur’an-ı Kerim, Hucurât 10.
İbn Mâce, Zühd 23.
Kur’an-ı Kerim, Nisa 1.
Tirmizi, Birr 9.
Buhari, Edeb 12.
Tirmizi, Zekat 26.
Kur’an-ı Kerim, Tevbe 23.
Buhari, Edep, 10
Müslim, Birr 22.
Kur’an-ı Kerim, Nahl 90.​
 
SAol kardesim ALlah razı olsun konu acanlardan
 
Cami Ve Faziletleri !!

İl: İSTANBUL
AY-YIL: TEMMUZ 2008
TARİH: 18.07.2008 (3.HAFTA)​


قال الله تعالى: وأن المساجد لله فلا تدعوا مع الله احدا (1)
قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: من بنى لله مسجدا بنى الله له بيتا في الجنة. (2)


CAMİ VE FAZİLETLERİ

Yeryüzünde ibadet ve ibadetleri yerine getirmek için mabet inşa etme ilk insan Hz. Adem ile başlamıştır. Bu mabetler, Allah’a ibadet ve kulluk evi oldukları için Beytullah, Allah’a secde edildiği için mescid, insanları bir araya getirip, birlikte kulluk bilincini oluşmasını sağladığı için de cami diye adlandırılmışlardır.

Hz. Adem (a.s) ile birlikte başlayan cami yapma süreci, Hz. İbrahim’in Kabe’yi yeniden inşası ile devam etmiş, Rasulullah (s.a.v.)’ın Mescid-i Nebevi’yi inşası ile de yeni bir ivme kazanmıştır.

Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiği zaman kendi evini inşa etmeden önce Mescid-i Nebevi’yi inşa ederek, kuracağı şehrin merkezine camiyi koymuştur. Onun bu davranışı Müslümanlar için örnek olmuş, islam fatihleri fethettikleri ülkelerde ilk iş olarak cami inşa etmişler, yeryüzünün dört bir tarafını mescid ve camilerle süslemişlerdir.

Değerli mü’minler

Cami ve mescid inşa etmek, inşa edilenleri imar edip şenlendirmek bir iman ve ihlas alametidir. Bu mukaddes mekanlarda Allah’ın adının anılmasını engellemek, harab olmasına sebep olmak da en büyük zulüm sayılmıştır. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur: “Allah’ın mescidlerini ancak, Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder..”. [3] “Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen, mescidlerin harab olmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır?”. [4]

Muhterem Mü’minler

Mescidler herşeyden önce, tevhid inancı üzerine Allah’a kulluk bilincinin yeşerdiği ve yerleştiği mukaddes mekanlardır. Bundan dolayıdır ki, mescidlerde Allah’tan başkasına ibadet edilmediği gibi, Allah ile birlikte başkalarına dua da edilmez. Bu hususta yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Mescidler şüphesiz Allah’a mahsustur. O halde orada Allah ile birlikte başkasına yalvarmayın” [5].

Rasulullah (sav) zamanında Mescid-i nebevî, tevhid eğitiminin yanında, İslâm kardeşliğinin tesis edildiği, müslümanların sosyal hayatlarındaki ilke ve ölçülerin belirlendiği, sevgi ve saygının, itaat ve ibadetin sınırlarının çizildiği dinî ve sosyal özelliğe sahip bir yer olmuştur.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de minarelerindeki ezanları, kürsülerindeki vaazları, minberlerindeki hutbeleri ile cami ve mescidler iman, edep, terbiye, sevgi, saygı, hak ve hukukun öğretildiği birer ilim ve irfan ocağı olmuştur. İslam toplumlarında ortak sağduyunun ve dindarlık bilincinin tesis edildiği, insanların ruhen arınıp, hayatlarında istikamet kazandıkları, birbirleriyle kaynaşıp bütünleştikleri birer eğitim ve öğretim mekanları olmuşlardır.

Aziz Mü’minler

Hz. Adem ile başlayıp, Hz. İbrahim ile devam edip, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile yeni bir sürece giren cami hizmetleri günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uhdesinde devam etmektedir. Ülke çapında 80.000 civarında, İstanbul çapında da 4000 civarındaki cami ve mescidle devam eden bu hizmetler kıyâmete kadar da devam edecektir. Ezanların göklerini, secdelerin yerlerini nurlandırdığı bu mübarek topraklar, ilahi inayet ile kıyâmete kadar da böyle kalacaktır.

Allah’ın evi, Peygamberin makamı, mü’minlerin mekanı olan bu camilere sahip çıkmak, yenilerini inşa etmek, bakıma muhtaç olanlarını tamir etmek, ibadet ve irşad hizmetlerini en kaliteli hale getirmek ise mü’min olarak hepimizin görevidir. Camilerimizin temizlik bakımından birer inci, estetik ve mimari bakımdan birer şaheser, hizmet bakımından emsalsiz mekanlar olması, hepimiz için bir iman borcudur.
Hutbemi Rasulullah (s.a.v.)’ın bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Her kim Allah rızası için bir mescid inşa ederse, Allah Teala da ona cennette bir köşk inşa eder”. [6]

İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu

[1] Cin, 18.
[2] İb Mace, el-Mesâcid ve’l-Cemâât, 1.
[3] Tevbe, 18.
[4] Bakara, 114.
[5] Cin, 18.
[6] İb Mace, el-Mesâcid ve’l-Cemâât, 1.
 
dayım tatilde eiffel bu başlığı ihmal etmemiş
Allah razı olsun
 
Mi’raç Kandili

İL : İSTANBUL
AY-YIL : TEMMUZ-2008
TARİH : 25.07.2008 (4. HAFTA)​


بسم الله الرحمن الرحيم
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى
الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ{1}
سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم:" أَيُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ ؟ قَالَ اَلصَّلاَةُ فِي أَوَّلِ وَقْتِهَا"{2}

Mİ’RAÇ KANDİLİ​

Muhterem Müslümanlar!


Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece, Mi’raç Kandili’dir. İslâm âlemi olarak böyle mübarek bir geceyi idrak etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız. Mi’raç, Sevgili Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biridir. Bir gece içinde Mekke’den Kudüs’e, oradan da aşkın bir âleme doğru yaptığı mukaddes ve manevî bir yolculuktur. Bu yolculuğun özet şekli Kur’ân-ı Kerîm’de, ayrıntısı ise sahih hadislerde anlatılır. Birçok ilâhî sırrı, hikmet ve bereketi bünyesinde barındıran bu kutsal gece hakkında, İsrâ sûresinin ilk âyetinde şöyle buyrulur: “Kendisine âyetlerinden bir kısmını göstermek üzere kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiği Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir”[1].

Aziz Müminler!

Mi’raç olayının en önemli sonuçlarından biri, İslâm'ın beş temel esasından biri olan, müminin miracı sayılan beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Namaz, dinin direği [3], imanın en belirgin işareti [4], amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır [2]. Namaz, kalbin nuru, gönüllerin safası, takvâ ehlinin göz aydınlığıdır; müminin günde beş defa Rabbiyle buluşmasıdır. Bu sebeple, her mümin namaza başladığında, namazın kendisinin mi’racı olduğunu, dolayısıyla Yüce Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilmeli, namazdan ayrıldıktan sonra da miraç şerefine ermiş olmanın şuuru ve sorumluluğu ile hareket etmelidir.

Değerli Müminler!


Mi’raç Gecesi, duygu ve düşüncelerimizi yenileyerek ilâhî rahmeti kazanacak işler yapmamız, kulluk bilincine ulaşarak dua ve niyazda bulunmamız için bir vesiledir. Kulluk şuurumuzu tazeleyen, günah ve kusurlarımızı daha iyi görmemizi sağlayan, sorumluluğumuzu hatırlatan bu geceyi iyi değerlendirelim. Bakışımızı, kendimize, iç dünyamıza çevirelim. “Hâsibû kable en tühâsebû; hesap zamanında hesaba çekilmeden önce, şimdiden kendinizi hesaba çekin.” Şeklindeki kutlu öğüde uyarak kendi yaptıklarımızı gözden geçirelim. Bu suretle hatalarımızı görüp tövbe edelim. Tövbe en değerli ibadetlerden biridir. Çünkü tövbe öncelikle –eskilerin deyimiyle- “ma’rifetü’n-nefs”tir; yani kulun kendini, kendi hatalarını bilmesidir. İkinci olarak tövbe “ma’rifetullah”tır; yani kulun, Hakkı, Rabbini bilmesidir. Bu bilgi ve imandan dolayıdır ki kul tövbe ile Rabbine yönelir. Hiç kimseye açamadığı günah sırlarını O’na açar; kurtuluş için O’nun inayetini ve affını diler. Nihayet tövbe bir arınmadır. Önce günahlardan nedamet duyarak kalbimizi arındırırız; sonra da kötü işleri bırakarak amellerimizi, işlerimizi, hayatımızı arındırırız. Onun için “Günahtan tövbe eden kişi hiç günah işlememiş gibi olur” buyrulmuştur. Şimdi mübarek Mi’raç Kandilinin bizim için ne kadar büyük bir fırsat olduğunu daha iyi anlıyoruz. Evet muhterem cemaat, bu gece Efendimiz’in Mi’raca yükseldiği, müminlerin de tövbesi, duası, tesbihleri, namazı ve kıratıyla ruhunu, gönlünü, ahlâkını arındırıp yücelttiği gecedir.
Mi’raç Kandili’nizi tebrik ediyorum. Mi’racın bir bölümünün gerçekleştiği Mescid-i Aksâ ve çevresinde meydana gelen üzücü olayların son bulmasını, bu kandilin İslâm âleminin birlik ve beraberliğine, insanlığın barış, huzur ve hidayetine vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
__________________
[1] İsrâ, 17/1.
[2] Ebû Dâvûd, “Salât”, 426; Tirmizî, “Salât”, 170; Müslim, “Îmân”, 85, Buhârî, “Mevâkît”, 5.
[3] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 39-40.
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ II, 40.


Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2008
TARİH : 01.08.2008 (1. HAFTA)​


بسم الله الرحمن الرحيم
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ



DOĞRULUK ve DÜRÜSTLÜK​

Saygıdeğer müminler,[/B]

Hutbeme bir hadis-i şerif meâliyle başlıyor ve bu hadise büyük bir dikkatle kulak vermenizi rica ediyorum.

Aziz Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Sakın doğruluktan sapmayın! Çünkü doğruluk sizi üstün ahlâka ulaştırır, üstün ahlâk ise cennete götürür. Doğruluk ve dürüstlüğe devam eden kişi, neticede (Allah’ın katında) ‘sıddîk’ (yani dürüstlüğü karakter haline getiren insan) olarak yazılır. Yalan söylemekten de kaçının! Çünkü yalan insanı günahlara sürükler; günahlar ise cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye en sonunda Allah’ın katında kezzâb (yani yalancılığı huy haline
getirmiş kimse) diye yazılır.”

Doğruluk ve dürüstlüğüne düşmanlarının bile hayran olduğu Muhammedü’l-Emîn, “Benim için sözlerin en güzeli, en doğru olanıdır” buyuruyor.

İslâm âlimleri doğruluk ve dürüstlüğü ahlâkın en büyük alâmeti kabul etmişler ve –Nisâ sûresinin 69. âyetindeki ve ilgili hadislerdeki sıralamayı dikkate alarak- peygamberlerden sonra en yüksek derecede, sıddîkların yani dürüstlüğü hayatlarının ilkesi haline getirenlerin bulunduğunu bildirmişlerdir.

Yalan dolanla iş çevirenler, işlerine sahtekârlık katanlar, belki bir zaman için başarılı olabilirler; fakat sonunda kaybeden onlar olacak, aziz cemaat…

Allah’ın insanoğluna verdiği nimetlerin en büyüğü akıl, zekâ ve konuşma yeteneğidir. Yüce Rabbimiz bunları bize, hak ve hayır yolunda kullanalım diye vermiştir; yalancılık, hilekârlık gibi ahlâk dışı yollarla şunu bunu aldatmak için değil!..

Resûl-i Zîşan efendimizin şu hadisi, dürüstlükten uzaklaşmanın dinî hayatımız için ne büyük bir tehlike teşkil ettiğini dile getirmektedir:

“Münâfığın alâmeti üçtür: (1) Konuştuğu zaman yalan söyler, (2) Söz verdiğinde sözünden döner, (3) Kendisine bir emanet bırakıldığında emanete hıyanet eder.”

Bu hadis de gösteriyor ki, sadece sözlerimizde değil; işlerimizde, duygu, düşünce ve niyetlerimizde de dürüst olmamız gerekiyor,

Muhterem Müslümanlar…

Sözümüz özümüze, özümüz işimize uygun olmadıkça, görünüşteki iyiliklerimiz ne dinî ne de ahlâkî bir değer taşır. Çünkü Yüce Kitabımızın ifadesiyle Allah Teâlâ, “Gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” “İçinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da (fark etmeyecek), Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir.” Aynı uyarıyı, Efendimiz (s.a.v.) de “Ameller niyetlere bağlıdır” şeklindeki özlü hadisleriyle dile getirilmiştir.

Yaklaşık bin sene önce yaşamış ünlü bir Müslüman âlim olan Ragıb el-Isfahânî’ye göre, “Doğruluk bütün iyi ve güzel şeylerin temeli, peygamberliğin dayanağı, takvânın meyvesidir. Doğruluk olmasa dinlerin hükümleri anlamını kaybeder. Öte yandan bir kimsenin yalanı huy haline getirmesi, onun insanlıktan çıkmasıyla aynı anlama gelir. Çünkü konuşma yeteneği sadece insanın özelliğidir. Yalancı olarak tanınanların sözlerine güvenilmez; konuşması hiç kimseye fayda getirmez; konuşması faydasız olan ise hayvanlarla eşit duruma düşer. Hatta –anılan âlime göre- böyle biri hayvandan da kötüdür; çünkü hayvan (konuşamadığı için) diliyle faydalı olamaz; ama zarar da vermez, yalan konuşan ise başkasına faydalı olmadığı gibi üstelik bir de zarar verir.

Yüce Rabbim bizleri sözümüzde, özümüzde ve işlerimizde doğruluktan, dürüstlükten ayırmasın.

Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü




Buhârî, “Edeb”, 69; Müslim, “Birr”, 103-105.
Buhârî, “Vekâlet”, 7; Ebû Davud, “Cihad”, 121.
Buhârî, “İman”, 24.
Mü’min 40/19.
Buhârî,”İman”, 41.
ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerî‘a, s. 270-271.
 
İl: İSTANBUL
AY-YIL: AĞUSTOS 2008
TARİH: 08.O8. 2008


بسم الله الرحمن الحيم

وَمَا اَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ
اَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرْ

قَالَ الَنبِىُ -ص

لآعَقْلَ كَا التَدْبِيِرِ وَلاَ حَسَبَ كَحُسْنِ الْخُلُقِ

DOĞAL AFETLERE
HAZIRLIKLI OLMAK

Muhterem Müslümanlar!


Kâinatı yoktan var eden Yüce Rabbimiz, bütün varlıkların belli bir ahenk ve program dahilinde hareket etmeleri için, Tabiat Kanunları denilen bir takım ilâhi kurallar koymuştur. Kur’an-ı Kerim’de, “Göğü Allah yükseltti ve dengeyi (ölçüyü) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve ek*** tartmayın. Allah, yeri canlılar için yaratmıştır” (1) buyurulur. Bu âyetler, yerde ve göklerde ilâhî bir dengenin olduğunu bildirmekte, özellikle de doğal dengenin korunmasını öğütlemektedir.

Bilindiği üzere, doğal afetlere çok müsait olan, coğrafî bir bölgede yaşıyoruz. Dolayısıyla tabiî afet bilincine sahip olmak, deprem, sel, yangın ve salgın hastalıklara karşı, tedbir almak ve hazırlıklı olmak durumundayız.

Yer küre, iç ve dış yapısını sürekli değiştiren canlı bir organizma gibidir, aziz Mü’minler. Bu değişiklikler bazen saniyelerle ölçülebilen bir hızda olmakta buna deprem denmektedir. Dünya durdukça bu hareketler devam edecektir. Depremi durdurmak mümkün olmadığına göre, bize düşen tedbirli ve hazırlıklı olmaktır. Önceden gerekli etütleri yaptırmak, deprem bölgelerine inşaat yapmamak, binaları depreme dayanıklı inşa etmek, yetkililerce sıkı bir denetim yapmak ve ayrıca uzmanlar tarafından önerilen bir takım küçük tedbirleri almak da, önemli hazırlıklardandır. Bu konuda artık slogan haline gelen; “Deprem öldürmez, ihmal öldürür” sözünü asla hatırımızdan çıkarmamalıyız.


Allah’ın yarattığı her şeyde, pek çok faydalar vardır. Ancak insanlar, ilâhî ve tabiî düzene aykırı davranarak, faydalı şeyleri kendi aleyhlerine çevirebilmektedirler. Mesela yağmurun faydasını kimse inkâr edemez. Fakat ağaçları ve ormanları yok edince, yağmurlar rahmet yerine felakete dönüşmektedir. Dere yataklarına ev yapmak veya toprak kayması ihtimali olan yerleri yerleşim alanı olarak seçmek de apaçık bir tedbirsizliktir.

Değerli Kardeşlerim !

Doğal afet olarak bildiğimiz diğer bir olay da yangındır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, her yıl onlarca orman yangını, yüzlerce de ev ve işyeri yangını olmaktadır. Yine biliyoruz ki bu yangınların büyük bir kısmı insanların ihmali veya kasıtlı davranışlarıyla olmaktadır. O halde yangına sebebiyet verecek her şeyden titizlikle sakınmak hepimiz için dinî, millî ve insanî bir mecburiyettir. Bir orman yangınında, aynı zamanda binlerce canlının yandığını unutmayalım.

Cenab-ı Allah, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.”(2) “Başınıza gelen bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. Allah yine de çoğunu bağışlar.” (3) buyurarak, afetlerin her çeşidine karşı tedbirli ve hazırlıklı olmanın dini bir emir ve insanî bir görev olduğu beyan edilmiştir.

Yüce Mevlâ’mızın bizi her türlü afet ve musibetlerden koruması için elbette dua edeceğiz. Ancak işlerimizi tam ve güzel yapmalı, gerekli tedbirleri almalı, her türlü afete karşı hazırlıklı olmalıyız. Böylece dualarımızı davranışlarımızla desteklemeliyiz.


________________________
[1] Rahman, 55/7-10
[2] Bakara, 2/195
[3] Şûrâ, 42/30


Turgut AÇARİ
Beyoğlu Müftüsü​
 
Allah razı olsun sizlerden gerçekten çok güzel bi paylaşım
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2008
TARİH : 15. 08. 2008


بسم الله الرحمن الرحيم

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا
تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ
جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
2

قال النبي صلي الله عليه وسلم
إِذَا كَانَتْ لَيْلَةُ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ فَقُومُوا
لَيْلَهَا وَصُومُوا نَهَارَهَا
1

BERAT KANDİLİ

Değerli Müminler!

Allah Telâ’nın üç aylar içersinde bize bir lütuf olarak verdiği mübarek gecelerden birine daha yaklaşmış bulunuyoruz. Yarın akşam, mübarek Berat Kandili’dir. “Günah, borç ve cezadan kurtulmak” gibi anlamlara gelen berat, günahlardan arınmayı ve Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade etmektedir. Berat Kandili, Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi Yüce Allah’a sığınarak günahlardan arınma, ilahi lütuf ve bereketlere erişebilme fırsatını yakalayabilecekleri müstesna zaman dilimlerinden birisidir. Bu tür gün ve geceler, dinî ve toplumsal hayatımızda ilahî af, mağfiret ve rahmet temennilerinin zirveye ulaşması, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının da yoğun biçimde yaşanması gereken anlardır. Bu geceler, kulluk şuur ve bilinciyle kendimizle hesaplaştığımız, hayatımıza Yüce Yaradan’ın rızası doğrultusunda yön vermeye karar verdiğimiz fırsat geceleridir.


Muhterem Kardeşlerim!


Yüce Rabbimiz, bu gecede kendisine huşû içinde yönelen kullarına rahmetini bol bol indirmekte, rızık ve şifâ kapılarını sonuna kadar açarak, bizleri sınırsız ikramlarına davet etmektedir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim!.. Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim”[1] buyurur.


Bu itibarla, Berat Gecesi’ni idrak eden herkes, Yüce Allah’ın; “…Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”[2] müjdesinin farkına varmalıdır. Bunun gereği olarak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı, günah ve kusurlarından dolayı tövbe etmeli, bundan sonraki hayatını daha da güzelleştirme kararını vermelidir.

Değerli Kardeşlerim!

Kutsal geceler; iman, ibadet ve düşünce bakımından kendimizi yenilememiz, geçmişimizi muhasebe etmemiz, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlama ve ümitlerimizi tazelememiz için şüphesiz büyük bir fırsattır. Bu tür vesilelerle, günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme gayretinde olalım. Unutmayalım ki tövbe, kendini bulma ve bilmenin, gönlü arındırmanın en güzel yoludur. Yüce Mevla, ameli her ne olursa olsun istisnasız herkesi tövbeye davet etmektedir.[3] Sevgili Peygamberimiz sürekli tövbe-istiğfarda bulunurdu. Bizler de bu tür geceleri, ibadetin özü olan dualarla en güzel bir şekilde değerlendirmeli, günahlardan arınmak için Yüce Mevla’ya yalvarıp yakarmalı, tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız.

Aziz Kardeşlerim!
Bu kandil vesilesiyle çevremize karşı olan görev ve sorumluluklarımızı hatırlayalım. Bu çerçevede ana-baba ve akrabalarımızın kandillerini tebrik ederek, hayır dualarını alalım. Dargınlık ve kırgınlıklara son vererek, kırık gönülleri tamir edelim. Muhtaçlara imkanlarımız nispetinde yardım elimizi uzatarak, paylaşımı hayatımıza yansıtalım.

Çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan ruhlara, manevi hayatın ihmaliyle daralan kalplere, bu gecenin bir şifa olmasını diliyorum. Hepinizin Berat kandilini tebrik ediyor, insanlığın barış, huzur ve saadetine, bütün müminlerin de arınmasına, affına vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​

[1] İbn Mâce, Sünen, “İkâmetü’s-salât”, 191.
[2] Zümer, 39/53.
[3] Nûr, 24/31.
 
Hesap Verme şuuru !!

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2008
TARİH : 22. 08. 2008 (4. HAFTA)




بسم الله الرحمن الرحيم
اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَازِمِ اللَّذَّاتِ



HESAP VERME ŞUURU​

Muhterem Müslümanlar!

İman esaslarımızdan biri de ahirete ve hesap gününe inanmaktır. Buna göre mükellef olarak yaşamış her insana yapıp ettiklerinden hesap sorulacaktır. Ölümle birlikte kişinin ahiret yolculuğu başlamış olur.

Yüce Kitabımızda bildirildiğine göre, yeniden diriliş ve insanların mahşere toplanmasının ardından mizan kurulur ve insana: “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeterlidir!” denilir.[1] Orada kişi iyilik veya kötülük adına yaptıklarını karşısında bulur[2] ve bunların hiçbirinin hesabını vermekten kaçamaz.[3] Hesaptan sonra herkese yaptıklarının karşılığı eksiksiz verilir[4] ve kimseye haksızlık yapılmaz.[5]

Değerli Kardeşlerim!

Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle fani olan dünya hayatı, baki olan âhiret hayatı yanında, bir gün ya da daha kısa bir zaman dilimi gibidir.[6] Dinimiz İslâm, bir göz açıp kapayıncaya kadar geçiveren dünya hayatını, âhiretin tarlası olarak görüp değerlendirmeyi bizlere tavsiye eder ve bunun yollarını gösterir.

Bu gerçeğe binaendir ki Allah Rasûlü (s.a.v); “Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlanandır.”. “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz. Büyük gün için hazırlıklı olununuz. Çünkü dünyada iken kendi kendini hesaba çekenler için kıyamet günündeki hesap hafif gelir.”[7] buyurmuşlardır.
Hesap verme bilincinde olan kişi, Cenab-ı Hakk’tan herhangi bir şeyin gizlenemeyeceğini düşünür, O’nun hesap soracağını bilir. Dolayısıyla inanan insan, dinin kendisine emrettiklerini kulluk bilinciyle yerine getirmeye çalışırken, nehyedilen kötülüklerden de uzak durur.

Dinimizce yasaklanan hırsızlık, içki, tefecilik kumar, fuhuş gibi günahların dünya hayatında da zararlı şeyler olduğunda şüphe yoktur. İnanan insan, başka birilerinin kendisini görüp görmediğine bakmakmadan Allah’ın yasak ettiği fiiller olduğu inancıyla bu tür kötülüklerden kendini alıkoyar. Dünya ve âhiret hayatında kurtuluşa ermek ve ruhunu arındırmak için iyilik yapma yarışına giren ve her türlü yüz kızartıcı işlerden uzak duran kişinin aynı zamanda düzenli bir hayata sahip olacağı aşikardır. Böylesi insanlardan oluşan bir toplum da, birbirinin haklarını gözeten, karşılıklı hürmet ve muhabbeti yaşatan güzel bir toplumdur.

Aziz Müminler!

Dünyada nice kötülükler, zulümler ve haksızlıklar yapıp da kanundan kaçan veya hileli yollara başvurarak suçunu gizlemeyi başaranlar vardır. Ancak bunların yaptıkları yanlarına kâr kalmayacaktır. Bu itibarla dünyada hakkını alamayan müminler, ilahî adaletin âhirette mutlaka tecelli edeceğine inanırlar.

Peygamber Efendimiz; “Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü çokça hatırlayın!” buyurmuşlardır.[8] Ölümü ve âhireti hatırından çıkarmayan insan, elindeki varlığın geçici olduğunu bilir ve imkanlarını, kendisi ve içinde yaşadığı toplumun huzuru için kullanır. Böylece bencillikten kurtulup diğerkâm insan olmanın mutluluğunu tadarken toplumsal dayanışmaya da katkı sağlamış olur.

Hutbemi bir âyet meâli ile bitiriyorum: Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.[9]

Şakir ERTÜRK
Sultan Beyazıt-ı Veli Camii İ.H./ Şişli


1- İsra 7/14.
2- Zilzal 99/7-8.
3- Yasin 36/65.
4- Enbiya 21/47.
5- Kehf 18/49..
6- Nâziât, 79/46
7- Tirmizi, Kıyamet 25; İbn Mace, Zühd 31.
8- Tirmizi, Zühd 4; Nesai, Cenaiz 3.
9- Kehf 18/49..
 
Ramazan Ayına Girerken !!

İL : İSTANBUL
AY-YIL : AĞUSTOS-2008
TARİH : 29. 08. 2008 (5. HAFTA)




بسم الله الرحمن الرحيم

شَهْرُرَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَان{1}

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلم أَجْوَدَ النَّاسِ بِالْخَيْرِ وَكَانَ أَجْوَدَ مَا يَكُونُ فيِ رَمَضَانَ{3}


RAMAZAN AYINA GİRERKEN​

Muhterem Müslümanlar!

Yüce Allah’ın sayısız lütuflarından birisi de bütün güzellikleriyle, maddî ve manevî bereketleriyle Mübarek Ramazan ayıdır. Ramazan ibadet, rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereketi bol, hayrı çok olan bir aydır. Bu ay, yardım, bağış ve ihsan ayıdır; bir yıllık manevî kirlerden, günahlardan temizleneceğimiz, insanî duyguların coştuğu, kusur ve günahlarımızdan tövbe edip hakka yönelme niyetimizin, irademizin geliştiği maddî ve mânevî bir terbiye ayıdır. İnsanlığı, fikrî ve ahlâkî yozlaşmalardan, cehaletten kurtarıp, ilme, medeniyete, edep ve ahlâka yönelten, Kur’ân-ı Kerîm, bu ayda Rasûlullah efendimize (s.a.v.) indirilmeye başlamıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi de bu aydadır.
Bu ayın faziletini Yüce Allah, şöyle özetler: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır. Sizden her kim bu ayda bulunursa oruç tutsun.”[1]

Bir Ramazan öncesinde, bu ayın fazileti hakkında, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunmaktadır. Bu ay içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Bu ayda Allah, gündüzleri oruç tutmanızı farz kıldı, ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size sünnet kıldım. Bu ayda gönüllü olarak bir iyilik yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ayda bir farzı yerine getiren kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi (mükâfât almış) olur. Ramazan sabır ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın mükafatı ise cennettir. Ramazan bereket ayıdır, mü’minin rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse, onun bu davranışı günahlarının bağışlanmasına, cehennemden kurtuluşuna ve iftar ettirdiği kimsenin tuttuğu orucun sevabından pay almasına vesile olur. Oruç tutan kimsenin sevabından da bir şey eksilmez.”[2]

Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu ay olması münasebetiyle, mübarek bir aydır. Kur’ân, Müslümanların hidayet rehberidir. Şu halde bu ayda Kur’ân’ı daha çok okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışalım, aziz kardeşlerim…

Yüce Allah’ın vermiş olduğu nimetlere karşı yapılacak şükürlerden birisi, bu ayda oruç tutmaktır. Oruç, en önemli ibadetlerden biri olmasının yanında, insanın beden ve ruh sağlığına, toplum hayatına da sayısız faydalar sağlamaktadır.

Muhterem Mü’minler!

Nihayet Ramazan bir cömertlik ve yardımlaşma ayıdır; Peygamber efendimizin cömertliğinin coştuğu aydır. [3] Müslümanlar olarak bu mübarek ayda, İslâm’ın beş şartından birisi olan oruç ibadetini tam olarak yerine getirmek için maddî ve manevî olarak güzelce hazırlanmalı, huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir Ramazan ayı yaşamaya çalışmalıyız.

Değerli Mü’minler

Bu arada millet olarak Malazgirt Meydan Muharebesinden Dumlupınar Meydan Muharebesine kadar birçok zaferler yaşadığımız bir haftada bulunuyoruz. Bu münasebetle milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlar, bütün şehitlerimize rahmet dileklerimizi ve minnet duygularımızı sunarız. Allah, milletimizi bir daha Kurtuluş Savaşı vermek zorunda bırakmasın.
__________________________________________________-

[1] Bakara, 2/185.
[2] Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 1965.
[3] Buhârî, Sahîh, “Savm”, 7.




Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İstanbul Müftüsü​
 
Allah razı olsun hepinizden
Çok teşekkürler
Emeğinize sağlık
 
Geri
Üst