Cuma Hutbeleri

Hayat Ve İmtİhan..

İL : İSTANBUL
AY-YIL: OCAK-2008
TARİH : 04.01.2008 (1. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم
عَمَلاًالَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ {1} وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
قال النبي صلي الله عليه وسلم:
إنَّمَا بَعَثْتُكَ لِأَبْتَلِيَكَ وأبْتَلِيَ بِكَ"{2} تعالي قال الله"

HAYAT VE İMTİHAN

Muhterem Müminler!

Dünya bizler için her yönüyle bir imtihan yeridir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de bunu şöyle haber vermektedir. “Yemin olsun ki, biraz korku ve açlık, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek sizi deneriz. Sabredenleri müjdele” [3]. Diğer bir âyette de “Allah ölümü ve hayatı hanginizin daha iyi ameller yapacağı hususunda sizi denemek için yarattı. O çok güçlü, çok bağışlayandır.” [1] buyurmaktadır.

Her birimiz, içinde bulunduğumuz şartlarla Allah Teâlâ tarafından denenmekteyiz. Zenginlik-fakirlik, makam-mevki, sağlık- hastalık, mal ve evlatlar bu sınavın birer parçalarıdır. Rabbimiz Teâlâ “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Dönüşünüz ancak banadır.” [4] buyurarak, karşılaşacağımız bu imtihanlara hazırlıklı olmamızı istemektedir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz kendisinin de imtihan edilmek ve imtihan etmek üzere gönderildiğini beyan etmektedir [2]. Yine Sevgili Peygamberimizin ifade ettiği gibi en ağır zahmet ve sıkıntılara uğrayanlar peygamberler olmuştur [5].

Yaratılış gayesini anlayan her olgun mümin için maddî ve manevî bütün imtihanlar, Yüce Yaratıcıdan gelen olgunluğa erme vasıtalarıdır. Demir dövüle dövüle işlendiği gibi insan da zahmetlerle kemale erer ve kişinin gerçek şahsiyeti böyle imtihanlarda ortaya çıkar.



Anadolu’da yaşayan büyük velilerden şair Eşrefoğu Rûmî
“Hoştur bana senden gelen
Ya hil’at ola yahut kefen
Ya gonca gül yahut diken
Lütfun da hoş kahrın da hoş”


diyerek her türlü imtihan karşısında müminin sergilemesi gereken tavrı çok güzel bir şekilde ifade etmiştir. Dert ve musibet zamanlarında bu şekilde olgun bir tavır sergilemek mânen yükselmeye ve günahtan arınmaya vesile olur; isyan etmek de kişinin dünya ve âhiret mutluluğuna zarar verir [6].

Aziz Müslümanlar!


Dünya hayatını yaşarken, gayemiz hem dünya hem de âhiret mutluluğunu kazanmak olmalıdır. İnandığımız iman, ibadet, ahlâk kurallarını hayatımıza yansıtamıyor, İslâm’ın güzelliklerini yaşayamıyorsak kulluk imtihanını kaybediyoruz demektir.

Fani olan ömrümüzün hesabını iyi yapalım. Her gün kendimiz ve ailemiz için, vatanımız, milletimiz ve insanlık için faydalı olan yeni bir şey yapma çabası içinde olalım. Asıl müslümanlık ve yüksek insanlık işte buradadır. Amel defterimizi bu tür hayırlarla doldurarak Allah’ın huzuruna çıkalım. Yaptığımız bütün işlerin Rabbimizin rızasına uygun olmasına gayret gösterelim.

Unutmayalım ki iki cihan saadetini dünya hayatında kulluk imtihanını başaranlar kazanacaktır. Yine bilelim ki olgun ve sâlih müminler, âhiret kurtuluşu için gerekli olan görevleri yerine getirirken, dünyadan da nasibini unutmazlar. Dünya hayatının uygun fırsatlarından istifade ederek hem dünyalarını hem de ebedi hayatlarını inşa ederler. Hutbemi Asr sûresinin meâli ile bitiriyorum. “Asra yemin olsun ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman eden, salih amel işleyen, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır” [7].

[1] Mülk, 67/2.
[2] Müslim, “Cennet”, 63.
[3] Bakara, 2/155.
[4] Enbiyâ, 21/35.
[5] Tirmizî, “Zühd”, 56; İbn Mâce, “Fiten”, 23.
[6] Tirmizî, “Zühd”, 56; İbn Mâce, “Fiten”, 23.
[7] Asr, 103 /1-3.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
Muharrem Ayi Ve ÂŞÛre

İL : İSTANBUL
AY-YIL: OCAK-2008
TARİH : 18.01.2008


بسم الله الرحمن الرحيم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقوُا


قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :
اَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضاَنَ شَهْرُ اللهِ الْمُحَرَّمُ

MUHARREM AYI VE ÂŞÛRE

Muhterem Müslümanlar!
Hicrî Takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Bu ayın onuncu gününe “aşûre günü” denilmektedir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.) bu aya önem vermiş ve “Ramazan orucundan sonra en fazîletli oruç, Allah’ın değer verdiği ay olan Muharrem ayında tutulan âşûre orucudur” buyurarak [2] bu ayda oruç tutmuştur.

Aziz Müminler!

Hazreti Aişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte, İslâm öncesinde, Mekke halkının oruç tutmakta olduğu “âşûre” gününde Peygamberimizin de oruç tuttuğu bildirilmektedir. Resûlullah (s.a.v) Medîne'ye hicret ettikten sonra da bu orucu tutmuş ve müminlere de tutmalarını tavsiye etmiştir [3]. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimizin tavsiyesi üzerine bu oruç sünnet olarak tutulagelmiştir [4]. “Âşûre orucu" olarak adlandırılan bu oruç, Muharrem ayının onuncu günü tutulmakla birlikte, sünnet olan, bu günü bir öncesi veya sonrası ile oruçlu geçirmektir [5].

Muhterem Kardeşlerim!
Tarihte geçmiş birtakım hadiselerin, Muharrem ayında gerçekleşmiş olduğuna dair bazı rivayetler bu aya ayrı bir değer verilmesine sebep olmuştur. Ancak Muharrem ayı bütün müslümanların hafızalarında, hepimizin yüreğini yakan acı bir olayla da yer etmiştir.

Peygamberimizin sevgili torunu, Hz. Ali’ nin ve Fâtıma annemizin sevgili oğulları Hz. Hüseyin ve yanındakilerin Kerbelâ’da hunharca şehit edilmesi olayı bu ayda vuku bulmuştur. Bu olay, Hz. Peygamberi ve ailesini seven bütün müslümanların gönüllerinde silinmez acılar bırakmıştır.

Değerli Müslümanlar!
Tarihte yaşanmış ve geri dönüşü mümkün olmayan böyle acı olayları tasvip etmek mümkün değildir. Bunları hatırlayıp ders almak gerekir. Bu olay, bütün müslümanları derinden sarsan ve kederlendiren acı bir tecrübedir. Bu ve benzeri olaylar karşısında, sağduyulu hareket ederek Allah ve Peygamber sevgisi etrafında kenetlenmeliyiz. Hz. Peygamberi, onun aile fertlerini ve ashabını sevmek hepimizin müşterek heyecanı olmalıdır. Tarihte onların çektiği acılar bizim de acılarımızdır.

İyi bilelim ki, huzurlu bir toplum halinde yaşayabilmek, Yüce Dinimizin bize öğrettiği karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı kardeşliği, birlik ve beraberliği korumakla, birlikte sevinip birlikte üzülmekle mümkündür.

Hutbemi Yüce Rabbimizin bu konudaki emriyle bitiriyorum; “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz” [1].


_______________________
[1] Âl-i İmrân, 3/103.
[2] Müslim, “Sıyâm”, 38.
[3] Buhârî, “Savm”, 69; Müslim, “Sıyâm”, 19.
[4] Buhârî, “Savm”, 69.
[5] Tirmizî, “Savm”, 50.



Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 03.02.2006 tarihli hutbesinden yararlanılmıştır.
 
Yetim Ve öksüzler

İL : İSTANBUL
AY-YIL: OCAK-2008
TARİH : 25.01.2008



بسم الله الرحمن الرحيم

فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ
قال عليه الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ
أَناَ وَ كاَفِلُ اْليَتِيمِ لَهُ اَوْ لِغَيْرِهِ كَهَاتَيْنِ فىِ الْجَنَّةِ

YETİM VE ÖKSÜZLER

Muhterem Cemaat!

Fert ve toplum olarak birçok görevimiz vardır. Bu görevlerden biri yetim ve öksüzlerimizi koruyup kollamak onların maddî-manevî ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bilindiği gibi dilimizde babasını kaybetmiş çocuk, rüştüne erinceye kadar yetimdir. Annesiz kalan çocuk da öksüz diye anılıyor. Bu yavrularımız himayeye, şefkat ve ilgiye muhtaçtır. Hayatlarını tek başına idame ettirmeye gücü yetmeyen yetim ve öksüzlere destek olmak, eğitimlerini sağlamak onları bir aile şefkati ile geleceğe hazırlamak, başta yakınları olmak üzere toplum olarak hepimizin dinî ve insanî görevlerindendir.

Yetim ve öksüzleri himaye etmek farz-ı kifâyedir. Yani toplumda bir yetim sahipsiz ve himayesiz kalır, ilgi görmez, iyi yetiştirilmezse o toplumda bütün insanlar günahkâr olur, Allah katında sorumlu tutulur.

Hayatın akışı içinde tabiî afetler, savaşlar, trafik kazaları v.b. sebeplerden dolayı nice yavrularımız yetim ve öksüz kalmaktadır. Ayrıca boşanan çiftlerin ortada kalan çocukları veya aile içi şiddet ve ilgisizlikten dolayı sokağı kendine mesken edinen çocuklar da bir nevi yetim durumundadır. Halbuki çocukların en büyük umudu, kendine en yakın hissettiği, şefkatine sığındığı insan anne-babasıdır.

Değerli Müminler!

Yüce Dinimiz İslâm yetimlerin himaye edilmesine, bakılıp barındırılmasına fevkalade önem vermiş onlara özel bir hassasiyet göstermemizi istemiştir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki; onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı olandan ayırır”[3].


Kendisi de bir yetim olarak büyüyen Sevgili Peygamberimiz, bizzat evinde yetimi barındırmış ve yetimi himaye edenlere şu müjdeyi vermiştir: “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, (iki parmağım gibi) cennette şöyle yan yana bulunacağız” [2]. Buna karşılık Peygamber Efendimiz yetim malı yemeyi insanı mahveden günahlar arasında saymıştır [4].

Aziz Kardeşlerim!

Yetimler ve öksüzler Allahın bizlere emanetidir. Rabbimiz onlara daima iyi muamele yapmamızı, şefkatle yaklaşmamızı şöyle emrediyor: Sakın yetimi ezme”[1]. Yetime iyilik ve ikramda bulunmayanlar da âyet-i kerimede şu şekilde uyarılmıştır: “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz”[5].

Yetime gösterilmesi gereken güzel muamelelerden birisi de mallarının en iyi şekilde korunmasıdır. Yetim malı yiyenler, yetimin malına ihanet edenler, Rabbimiz tarafından şiddetli bir şekilde ikaz olunmuşlardır. Bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helali haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır” [6].

Muhterem Müminler!

Yetim ve öksüzlerimizi sevelim, başlarını okşayalım. Onlara yardımcı olmaya çalışalım. Bilhassa bu hususta hizmet veren çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları gibi müesseseleri destekleyelim. Aksi takdirde bu görevin ihmal edilmesi hem Allah katında sorumluluğumuzu artırır hem de toplumda bir takım huzursuzlukların doğması kaçınılmaz olur. Çünkü ilgi görmeyen yetimlerin bir kısmı içine kapalı, hayata küskün olurken, bir kısmı saldırgan, uyumsuz, ruh halleri bozuk fertler olarak karşımıza çıkacaktır.
Şu husus da gözardı edilmemelidir; hiçbir yavrumuzun yetim ve öksüz kalmasını arzu etmeyiz; lakin unutmayalım ki kalpleri yumuşatan, merhamet duygularını canlandıran yetimler bir yönüyle bizler için rahmet sebebi ve cennete girme vesilesidir. Hutbemi bir hadis-i şerif meâli ile bitiriyorum: “Allah katında en sevimli ev içinde yetimin ikram gördüğü evdir”[7].

__________________
[1] Duhâ, 93 /9.
[2] Müslim, “Zühd”, 42.
[3] Bakara, 2/220.
[4] Buhârî, “Vesâya”, 23, 3, 195; “Tıb”, 48.
[5] Fecr, 89/17.
[6] Nisâ, 4/2.
[7] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, 7, 13434, 296.


Alaaddin DEMİRYÜREK
Erenler Köyü Camii İmam Hatibi/ŞİLE​
 
Allah Katında Hak Din Islâmdır

İL : İSTANBUL
AY-YIL: ŞUBAT-2008
TARİH : 01.02.2008

بسم الله الرحمن الرحيم

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ اْلإِسْلاَمُ
1

قال النبي صلي الله عليه وسلم
اَللَّهُمَّ ياَ مُقَلِّبَ اْلقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
2

ALLAH KATINDA HAK DİN İSLÂMDIR

Muhterem Müslümanlar!


Din akıl sahibi, şuurlu insanları hür irade ve istekleriyle iyi ve güzel olan şeylere sevk eden ilâhî mesajlar bütünüdür. Din, bizim bir yandan Yüce Rabbimiz ile, diğer yandan bizi kuşatan canlı ve cansız varlıklar ilişkilerimizi düzenleyen ilâhî bir rehberdir. İnsanoğluna değişik zaman ve mekânlarda Peygamberler vasıtasıyla tebliğ edilen bu ilâhî nizam, insanın yaratıcısına ve diğer yaratılanlara karşı görevlerini, yaratılış gayesini, hangi işlerin iyi ve hayırlı, hangi işlerin de kötü ve zararlı olduğunu öğretir.

Tarih içerisinde insanlar, zaman zaman ilâhî vahyin irşadının dışına çıkarak dinin getirdiği inanç, akide ve ahlâkî saflığı bozmuşlardır. Yüce Yaratıcı, bozulan akideyi yeniden hatırlatmak ve tahrip olan ahlâk anlayışını insana yakışır hâle getirmek için değişik dönemlerde peygamberler göndermiştir.

Allah, din gönderirken insanı, onun imkânlarını, sosyal ve kültürel çevresini ve hayatını sürdürebilecek ihtiyaçlarını dikkate almıştır. Allah tarafından gönderilen dinler arasında dil, coğrafya ve tarihî şartlara göre bazı farklılıklar olmakla birlikte; inanç esasları, adalet, ahlâk, doğruluk, sevgi ve yardımlaşma gibi ilkeler bütün ilâhî dinlerde ortak kavramlar olarak devam etmiştir. Bu esaslara uymayan davranışlar ise yasaklanmıştır. Bu çerçevede düşünüldüğünde, ilâhî dinlerin iyilikleri tavsiye ettikleri, kötülüklerden de sakındırdıkları hususu müşterek özellikler olarak ortaya çıkmaktadır.


Değerli Müslümanlar!


Yüce Rabbimizin âlemlere rahmet olarak gönderdiği son resûl Hz. Muhammed (s.a.v), değişmeyecek/değiştirilemeyecek son ilâhî mesaj olan İslâm’ı karanlıklar içerisinde yüzen insanlığa tebliğ etmiştir. Allah Teâlâ’nın “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku” [3] emriyle başlayan ilâhî vahyi öğrenme süreci, “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca İslâm’ı seçtim.” [4] âyetinin gelmesiyle tamamlanmıştır.

Allah Teâlâ, Âl-i İmrân Sûresi’nin 19. ayetinde “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır…” ve yine aynı sûrenin 85. âyetinde “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır”
buyurarak ilâhî vahyin son halkası gerçek ve geçerli hak dinin İslâm olduğunu insanlığa bildirmiştir. Bu gerçek, kısa sürede bütün dünyada, insanların gönüllerinde yer etmiştir. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan İslâm, kısa zamanda dünyanın en hızlı yayılan; insanları, sevgiye ve hoşgörüye, gerçek eşitliğe, temel hak ve hürriyetleri korumaya, ismi gereği barışa ve huzura, adaleti tesis etmeye, fakiri, yoksulu ve yetimi gözetip kollamaya çağıran bir din olarak bugünlere gelmiştir ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

Aziz Müminler!


Bu vesileyle, müslüman olma şerefini bizlere bahşeden Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükürde bulunalım. Allah katında tek din olan İslâm’ın yüce ve kutlu elçisine, Sevgili Peygamberimize ümmet olma sevincini her an içimizde yaşayalım. Ümmeti olduğumuz Hz. Muhammed’i kendimize örnek alarak hatırasını her zaman canlı ve diri tutalım. Hutbemizi Resûl-i Erkemin güzel bir duasıyla bitirelim: “Ey kalpleri halden hale döndüren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl” [2].


_____________
[1] Âl-i İmrân, 3/19.
[2] Tirmizi, “Kader”, 7; İbn Mâce, “Dua”, 2.
[3] Alak, 96/1.
[4] Mâide, 5/3.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
Ashâb-ı Kirâm

İL : İSTANBUL
AY-YIL: ŞUBAT-2008
TARİH : 15.02.2008

بسم الله الرحمن الرحيم

وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ
وَالَّذِينَ
اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ

قال النبي صلي الله عليه وسلم
" اَصْحاَبِي كَالنُّجُومِ فَبِاَيِّهِمْ اِقْتَدَيْتُمْ اِهْتَدَيْتُمْ "

ASHÂB-I KİRÂM

Muhterem Müslümanlar!

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e iman edip onu dünya gözü ile gören veya onun sohbetiyle şereflenen müslümana sahâbî denir. Çoğulu sahâbe ve ashâbdır. “Peygamber’in arkadaşları, dostları” demektir. Ashâb-ı kirâm, vahyin indirilişine şahit olmuş ve Resûlullâh’ın sünnetini bizzat kendisinden öğrenmiştir. Onlar, Kur’ân ve Sünnet tarafından ortaya konulan dinin hakikatlerini ilk ağızdan, en doğru şekilde öğrenmiş ve İslâm’ı, en güzel manâda yaşayarak sonrakilere örnek olmuşlardır.

Ashâb-ı kirâm, Hz. Allah’ın rızasını kazanmak için mallarını mülklerini, ailelerini ve vatanlarını terk ederek, hicretin zorluklarına katlanmıştır. Onlar, İslâm için yeri geldiğinde canını feda etmiş ve yaptıkları bu fedakârlıktan dolayı Hz. Allah’ın medh-ü senasına mazhar olmuşlardır. Nitekim Yüce Allah: “...Muhacir ve ensârdan ilkler ve önde gidenler ve bir de iyilikte onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı oldular”[1] buyurarak ashâb-ı kiramdan memnun olduğunu beyan etmiştir.

Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de birçok hadis-i şerifinde, ashâb-ı kirâmın faziletini ve değerini ifade etmişlerdir. Bunlardan birisi şöyledir: “Ashâbıma kötü söz söylemeyin. Allah’a yemin olsun ki sizden birinizin Uhud dağı kadar altını olsa da tamamını Allah yolunda infak etse, onların cömertliğine hatta bunun yarısına bile ulaşamaz” [3].

Aziz Müminler!

Ashâb-ı kirâm, İslâm davasının en zor günlerinde dine sahip çıkmış ve sonraki nesillere İslâm’ı doğru bir şekilde aktarmıştır. Onlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) en sıkıntılı anlarında onun etrafında birbiriyle kenetlenmişler ve “Anam- babam sana feda olsun Yâ Resûlullâh” diyerek onun yardımına koşmuşlardır.

Sahabe, âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) sohbetinin feyiz ve bereketiyle dünya nimetlerine ve zevklerine itibar etmeyip âhiret saadetini düşünmüşlerdir. Ashâbın bazıları arasında çıkan birtakım anlaşmazlıklar onların dünyevî arzu ve heveslerinden değil, samimi görüş ayrılıklarında kaynaklanmıştır. Bu itibarla Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Ashâbım hakkında Allah’tan korkun, onlara kötü söz söylemekten kaçının. Onları benden sonra hedef seçmeyin. Onları seven beni sevmiş olur. Onlara buğzeden bana buğzetmiş olur. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş, bana eziyet veren de Allah’a karşı gelmiş olur. Allah ise kendine karşı geleni cezalandırır”[4] buyurmuştur.

Aziz Müslümanlar!

Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), vefat eden müslümanların hayırla yâd edilmesini istemiş, ancak onların arkasından hem yas tutulmasını hem de onların kötülükle anılmasını, hakaret edilmesini yasaklamıştır
[5].

Tarih boyuca müslümanların büyük çoğunluğu Resûlullâh (s.a.v.)’in ashâbı arasında bir ayrım yapmadan hepsini hürmet ve sevgi ile hatırlamışlar ve onları kendilerine örnek almışlardır. Bu itibarla bizden önce gelip geçmiş din kardeşlerimizi özellikle Resûlullâh (s.a.v.)’in güzide ashâbını hayırla yâd edelim. Tarihte kalan ve hepimizi üzen bazı olayları ileri sürerek sahâbenin bir kısmını sevip diğerlerini kötülemeyelim. Hutbemi Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifle bitiriyorum: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyursanız hidayete erersiniz” [2].


___________________
[1] Tevbe, 9/100.
[2] Zehebî, Mîzânü’l-İtidâl, I, 413.
[3] Buhârî, “Fezâilü ashâbi’n-nebî”, 1; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 1.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 57.
[5] Buhârî, “Edeb”, 44.

Dr. Hasan GÜMÜŞOĞLU
Vaiz/ İstanbul Müftülüğü​
 
Asıl özgürlük Nefse Hakim Olmaktır

İL : İSTANBUL
AY-YIL: ŞUBAT-2008
TARİH : 22.02.2008

بسم الله الرحمن الرحيم
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
1

قال رسول الله صلَّى الله عليه وسلم
" اَلْمُجَاهِدُ مَنْ جاَهَدَ نَفْسَهُ "
2

ASIL ÖZGÜRLÜK NEFSE HAKİM OLMAKTIR


Aziz Müminler!

Yüce Rabbimiz, diğer varlıklardan farklı olarak, biz insanlara, iyi insan, iyi müslüman olup olmama konusunda bir tercih yapma sorumluluğu yüklemiştir. İnsanlığımızın ve müslümanlığımızın da ölçüsü olan bu sorumluluk, yaşadığımız sürece bizimle birliktedir. Yani biz, hep iki yoldan birini tercih etmekle karşı karşıya bulunuruz. Bu iki yolun çeşitli adları vardır: İman-inkâr, hak-bâtıl, hayır-şer, iyilik-kötülük gibi… Bu gerçeğe Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle işaret buyurulur: “Biz o insana iki yol gösterdik” [1]. “Şüphesiz biz insana (doğru) yolu gösterdik. Artık o isterse şükreder, isterse nankörlük… (Sorumluluk kendisinindir)” [3].

Rabbimiz, bu büyük yol ayırımında bizi güçsüz, bilgisiz, desteksiz ve yalnız bırakmamıştır. Aksine, O bize düşünen akıllar, inanan kalpler verdiği gibi gönderdiği peygamberler ve kutsal kitaplar vasıtasıyla bu iki yolun doğrusunu-yanlışını, iyisini-kötüsünü, faydalısını-zararlısını açık açık anlatmıştır bize… Yüce kitabımızda şöyle buyuruluyor: “Bu (din), senin Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir topluluk için âyetleri geniş olarak açıkladık” [4].

Değerli Müminler!


Bizim âlimlerimiz, nefsinin saptırıcı isteklerine teslim olmuş kimseleri esir ya de köle saymışlar; bu tür nefsanî isteklere karşı koyup Allah’ın buyruklarına uyan; yani inkâra karşı imanı, zulme karşı adaleti, yalana karşı dürüstlüğü, bencilliğe karşı özveriyi, cimriliğe karşı cömertliği tercih edebilen insanı da gerçek anlamda özgür insan kabul etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de hevâsına, yani nefsinin bencil ve saptırıcı isteklerine boyun eğenler, “hevâsını tanrılaştıran” olarak nitelenir [5]. Hz. Peygamber de nefsiyle hesaplaşan insanı gerçek mücahid saymıştır [2].

İnsanın hevâsı, yani bencil ve bayağı istekleri; kendisini Allah’ın yolundan, hak, hidayet ve hayırdan saptırıp kulluktan uzaklaştırır, nefsine köle yapar. İşte insan için gerçek dalâlet, kölelik ve esaret budur. İnsanın, “dinini, ahlâkını ve insanlığını nefsanî tutkularına kurban etmesi” anlamına gelen bu esaretten kurtulabilirsek; bu mânada hür olabilirsek, işte ancak o zaman benciliğimizi, gurur ve kibrimizi yenebiliriz; haksızlık ve adaletsizlikten korunabiliriz; Bencilliğimizi yendiğimiz ölçüde insanların dertlerini ve acılarını kendi derdimiz bilir; yüreğimizi ve imkanlarımızı onlarla paylaşabiliriz.

Aziz Müslümanlar!

Dünyada bugün aklı eren herkes, insanlığın çok ağır küresel sorunlar yaşadığını belirtiyorlar; bu sorunlar karşısında küresel bir ahlâka ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. Ancak, bireycilik ve sözde özgürlük adına dinî ve ahlâkî bağlardan sıyrılıp nefsini ve behimî tutkularını putlaştırmış olan modern insan için bu zor görünüyor. Çünkü bu insanın en önemli derdi ve amacı, daha iyi beslenmek, daha iyi giyinmek, cinsel arzularını daha çok tatmin etmek, kısaca daha baş döndürücü bir hayat yaşamaktır. Böyle bir insandan ve insanlıktan küresel ahlâk kurallarına saygı beklenebilir mi?

Bizim âlimlerimiz ve düşünürlerimiz, küresel ahlâkın iki temel şartını “Allah’ın emrine saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.

Evet… Günümüz dünyasının yoğun olarak yaşadığı küresel mânevî, ahlâkî, siyasî ve benzeri sorunlarını çözmenin vazgeçilmez şartı…: “Allah’ın emrine saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat…”


Son sözümüz İstiklal Marşı şairimizin mısraları olsun:

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farzedin havfı Yezdân’ı
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.”


______________
[1] Beled 10.
[2] Müsned, VI, 20-22
[3] İnsân, 76/3.
[4] En’âm, 6/126.
[5] Furkân, 25/3.

Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İstanbul Müftüsü​

Esselamualeyküm
 
Günahlardan Ve şüpheli şeylerden Uzak Durmak

İL : İSTANBUL
AY-YIL : ŞUBAT-2008
TARİH : 29.02.2008 (5. HAFTA)

بسم الله الرحمن الرحيم
وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ
السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ {1}
قال النبي صلي الله عليه وسلم: "إِنَّ اللهَ عَزَّ وَ جَلَّ
يَقْبَلُ تَوْبَةَ اْلعَبْدِ مَا لَمْ يُغَرْغِرُ" {2}​


GÜNAHLARDAN VE ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAK DURMAK​

Muhterem Müslümanlar!


İlâhî emirlere ve yasaklara aykırı inanç, söz, fiil ve davranışlar ile dinimizce suç sayılan işlere günah denilmektedir [3]. İnsanoğlu hata işleyebilir. Bu, onun yaratılışında var olan bir özelliğidir. İnsanı Allah katında değerli kılan da bu hatalarından tövbe etmesidir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) “İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı, pişman olup, tövbe edenlerdir” buyurmuştur [4].

Aziz Müminler!

Rehberimiz Yüce Kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm ve önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v) yapılması yasak olan fiilleri bildirmiş, müminlerin bunlardan sakınmalarını istemiştir. Kişi bu emir ve yasaklara riayet ettiği takdirde yolunu şaşırmayacak, dünya ve âhiret saadetine erecek, Allah’ın sevgili kulları arasına da girecektir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sarılıp durdukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın Kitâbı Kur’ân-ı Kerîm ve benim sünnetimdir” [5]. Diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur. “Helal olan şeyler belli, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın çoğunun helal mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise, gitgide harama dalarlar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu araziye girme tehlikesi vardır… İnsan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir” [6].



Değerli Müminler!

Günahın tabii sonuçlarından birisi, insanın kalbini karartmasıdır. Bu durumu Resûlullah şöyle izah etmektedir: “Kul bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir leke belirir. Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi günahlardan temizlenir. Eğer tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, siyah leke artar ve kalbi kuşatır. Yüce Allah’ın Kur’an’da zikrettiği kalp kirlenmesi işte budur” [7].

Muhterem Müminler!


Günahlarla kalbi kararan insan bunalımdan bunalıma sürüklenir. Bundan dolayı kalbini manevî kirlerden arındırmak, ruhunu her türlü stres ve bunalımdan kurtarmak isteyen kimse, Yüce Allah’ın şu buyruklarına kulak vermelidir: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın!. Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir” [8]. “Ve eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere koyarız” [9]. “Kim benim zikrimden yüz çevirirse artık onun için bunalım dolu bir hayat vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz” [10].
Hutbemi konumuzun başında okuduğumuz âyet-i kerime ve hadis-i şerifin meâlleriyle bitiriyorum: “Allah kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir” [1]. Resûlullah şöyle buyuruyor: “Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder” [2]. Yüce Rabbimiz cümlemizi tövbeleri makbul, günahlardan arınmış kullarından eylesin!

___________________
[1] Şûrâ, 42/25.
[2] Tirmizî, Daavât 98.
[3] Ahmet Saim Kılavuz, “Günah”, İslam'da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İst. 2006, I, 609.
[4] İbn Mâce, “Zühd”, 30.
[5] İmam Mâlik, Muvatta, “Kader”, 3.
[6] Buhâri, Îmân, 39.
[7] İbn Mâce, “Zühd”, 29.
[8] En’âm, 6/120.
[9] Nisâ, 4/31.
[10] Tâhâ, 20/124.

Kemal KIZGIN
Şehzadebaşı Camii İmam Hatibi
Eminönü​
 
Allah razı olsun kardeş bu hafta atlamışız bu konuyu
 
Anneler

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MART 2008
TARİH: 07.O3. 2008 (1. HAFTA)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْن

و قال النبي صلي الله عليه وسلم

الجنة تحت اقدام الامهتا

ANNELER

Kıymetli Müslümanlar!

Cenâb-ı Hak mahlukatı erkekli dişili olarak yaratmış, yarattığı her varlığın benliğine kendini kemale erdirme gibi yüce bir gaye vermiş, varlıklar içinde insana özel bir kıymet atfetmiştir. Bunun yanında canlılar âlemini, şefkat ve merhametiyle koruma altına almıştır.

Yavrularına sevgi ve merhametiyle daha çok kol kanat geren varlık olan anneler, Allah Teâlâ’nın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının kendilerinde tecelli ettiği sevgi çağlayanıdır. Onlar, çocukların hastalığında mahir bir tabip, bilgi ihtiyacı anında iyi bir öğretmen, korku zamanlarında fevkalade bir sığınak, oyun isteğinde ise candan dosttur.

Anneler, yavrularının sağlık ve esenliği için bir iyilik meleği olur, sevgisinden dolayı gözyaşı döker, gönül dolusu en makbul duaları ulu dergaha gönderirler. Anneler, çocuklarını bir müddet karınlarında, bir zaman kucaklarında, ölünceye kadar sevgi olarak kalplerinde taşırlar. ‘Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar’ atasözü bize herhalde bu gerçeği ifade eder. Peygamber Efendimizin ifadesiyle ‘cenneti anaların ayakları altına seren’ de onların bu candan cömertliği olsa gerektir.

Değerli Kardeşlerim!

Anneler hakkında Rabbimiz, “Anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımış, sütten ayrılması ise iki yıl içinde olmuştur.” buyurarak onların bizler için çektikleri
zorluklara dikkatimizi çeker. Yuvayı korumak için koşturan baba ile yuvayı yaşanılır kılan anne hakkında Yüce Mevlamız; “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama ve kendilerine güzel söz söyle” buyurarak ana babanın kıymetine vurgu yapar.

Peygamber Efendimiz, cihada gitmek için izin isteyen bir sahabîye, ana veya babasının sağ olup olmadığını sormuş, hayatta olduklarını öğrenince, “Öyleyse sen onların bakımıyla ilgilen” diyerek ana babaya hizmeti cihaddan da üstün bir ibadet olarak değerlendirmiştir. Aynı şekilde ‘Kime hizmet edeyim ya Rasülellah?’ diye soran başka bir sahabîye ise üç kez peşpeşe ‘annen’ buyurarak aile içinde ve Cenab-ı Hak nezdinde annenin önemine işaret etmiştir.

Aziz Cemaat!
Tarih boyunca annelik, hemen bütün toplumlarda kadının en kutsal vazifesi olmuştur. Nesillerin sağlıklı bir şekilde yetiştirilmesi ve toplumun bekası açısından bu husus hayatî derecede önem arzeder. Gerçekten ruh hamurumuzu yoğuran, bizlere merhameti, sevgiyi, dil ve din şuurunu aşılayan, insanlığı öğretenlerin başında analarımız gelir. Dünya hayatının süsü ve göz aydınlığı olan çocuklarına kendilerini vakfetmiş olmaları onları gönlümüzde aziz ve mübarek kılar.

Hayatımızın bu kadar değerli bir varlığı olan annelerin hizmetinde bulunmak, onların hayır dualarına nail olmak ne büyük nasip! Onlara hor davranmak, yanında bakma imkanı olduğu halde onları huzur evlerine terk etmek İslam’ın getirdiği ahlâk ve insanlık anlayışı ile bağdaşmaz.

Hasılı anne, îlahî kudretle genişletilmiş bir rahmet kucağıdır ve hayatımızın bu kutsal varlıkları, engin bir sevgiye, derin bir saygıya, ömürlük teşekküre layıktırlar.



1-Keşfü’l-hafâ, I, 387.
2-Lokman Suresi, Ayet 14; Ahkaf Suresi, Ayet 15.
3-İsra Suresi, Ayet 23.
4-Buhari, Cihad 138; Riyazü’s-sâlihîn, II, Hadis no. 323.
5-Buhari, Edeb 2; Müslim, Birr 1; R. Salihîn, II, Hadis no. 318.
6-Kehf Suresi, Ayet 46.
7-Furkan Suresi, Ayet 74.


Dr. Ahmet ÇAPKU
Bağlarbaşı Huzur Camii İ.H./Üsküdar​
 
MEVLİD KANDİLİ ve ÇANAKKALE ZAFERİ

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MART 2008
TARİH: 14.O3. 2008 (2. HAFTA)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا

قال النبي صلي الله عليه وسلم

، يتمنى أن يرجع إلى الدنيا فيقتل الشهيد عشر مرات ، لما يرى من الكرامة

MEVLİD KANDİLİ ve ÇANAKKALE ZAFERİ

Muhterem Müslümanlar!

Takvimler miladi 571’i gösterirken dış dünyası güneşle aydınlanan, insanlığın iç dünyası karanlıktı. İnsanlık, şirk, inkar, isyan ve cehalet içindeydi. Onun, gönül dünyasını aydınlatacak bir nura ihtiyacı vardı. Rebiülevvel ayının 12. gecesi Allah Teâlâ, o nuru insanlığa gönderdi. Cenâb-ı Hak, bunu şöyle ifade etmiştir: “ Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” [1]

Kıymetli Kardeşlerim!

Rivayete göre, Adem (a.s) cennette iken ‘Muhammed’ isminin Cenâb-ı Hakk’ın ismiyle birlikte yazılı olduğunu görmüş, onun büyüklüğünü anlamış, hatasına tevbe ederken ‘Muhammed hakkı için’ diyerek af dilemişti. “Adem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı ve hemen tevbe etti”[2] meâlindeki âyetin buna da işaret ettiği söylenmektedir.[3] Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre Îsâ (as) asırlar öncesinden onun geleceğini ve adının ‘Ahmed’ olacağını kavmine haber vermiş ve şöyle demiştir: “Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmed olan bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim.”[4]

İşte o peygamber Ahmedü Mahmûdu Muhammed Mustafa’dır (s.a.v). Hâtemü’l-enbiyâ, yani nübüvvet zincirinin son halkası, peygamberlik sarayının son tuğlası, Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi. Nuru ile kalplerimizi aydınlattı. Ona iman ettik, ümmeti olmakla şereflendik, pâk ismini her zaman hürmetle anmaya azmettik.

Önümüzdeki Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece Rebiülevvel’in 12. gecesi, Hz.Muhammed’in (s.a.v.) dünyayı teşrif ettiği gecedir.

Muhterem Müslümanlar!

Mevlid kandilimizin arefesinde yâd etmemiz gereken önemli bir gün olarak 18 Mart Çanakkale Zaferi vardır. Hemen hepimizin hafızasında Çanakkale Harbi’yle ilgili önemli hatıralar vardır. “Çanakkale içinde vurdular beni. / Ölmeden mezara koydular beni” gibi yanık türküler bize hep bu tarihî hadiseyi hatırlatır. “Şu boğaz harbi nedir, var mı ki dünyada eşi. / En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” gibi destanlar da onu edebiyatımızda ebedileştirmiştir. Zaferler maddi tedbirlerin yanında nihayet can vererek kazanılır. Can, insanın maddi planda en aziz varlığıdır. Ancak daha üstün değerler uğruna feda edilebilir. Bu değerler din, ırz, namus ve vatandır. Onun için Mehmetçik cepheye sevkedilirken onlara bu üstün değerler hatırlatılır. “ Mehmedim! Irzını, namusunu, vatanını, bayrağını düşmana çiğnetme! Ölürsen şehit olur, cennette peygamberlerle birlikte olursun. Kalırsan gazilik ünvanı elde eder, hür ve başın dik yaşarsın!”

Şehitliğin, Allah katında ne yüce bir mertebe olduğunu milletimiz, dininden öğrenmiştir. Şehitlerin ölmediği, Allah katında onların türlü nimetler içinde bulundukları Kur’an’da beyan edilir. Hiç kimsenin cennete girdikten sonra oradan geri dönmek istemeyeceği, fakat şehidin on defa dönüp tekrar şehit olmak istediğini yine hadisler bildirir.[5]

Muhterem Müminler!

Çanakkale gibi zaferlerin kazanılması için dinimizin bize kazandırdığı en önemli değerlerden biri birlik ve beraberlik ruhudur. Cenâb-ı Hakk: “Çekişmeyin, aksi halde başarısız olursunuz, gücünüzü gider.”[6] Buyuruyor. Allah Teâla’nın bu buyruğuna teslim olan milletimiz, Doğulusu Batılısı, Kuzeylisi Güneylisi ile düşman karşısında kenetlenmiş, sabretmiş ve zafere ermiştir. Onlar hâlâ Çanakkale sırtlarında yan yana yatmakta ve şehit ruhlarıyla vatanı beklemektedirler.

Bu vesile ile mevlid kandilinizi şimdiden tebrik ediyor bundan 93 yıl önce İslamı, ezanı, bayrağı, namusu ve bu toprakları koruma uğruna canlarını veren başta Çanakkale Şehidlerimiz olmak üzere bütün şühedamıza, bu cennet vatanı bizlere emanet eden şehit ve gazilerimize rahmet diliyorum.


1 Ahzab, 33/ 45-46.
2 Bakara, 2/37.
3 Kurtubî, 6/118.
4 Saff, 61/ 6
5 Buhârî, Cihâd, 21
6-Enfal, 8/46.



Ahmet EFE
Ebubekir Camii. İ.H./Bağcılar
 
Birlik Ve Beraberlik

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MART 2008
TARİH: 21.O3. 2008

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا

و قال النبي صلي الله عليه وسلم

المؤمن للمؤمن كا لبنيان يشد بعضه
بعضا

BİRLİK VE BERABERLİK

Muhterem Müslümanlar

Tevhit Dini olan İslam’ın değerli mensupları, bahtiyar müminler,

Bir saadet güneşi olarak doğan İslamiyet, renkleri dilleri ve kökenleri ayrı olan insanları aynı inanç etrafında birleştirmiş, kin ve düşmanlıkları ortadan kaldırarak, dünyamıza, insanlığa gerçek anlamda huzur ve barışı getirmiştir. Esasen İslam kelimesinin bir anlamı da “Barıştır” . Bu sebeple Müslüman huzur ve barış içinde yaşayan insan demektir. Huzur ve barış içinde olmak; birlik ve beraberliğimizi pekiştirmekle mümkündür.

Dinimizdeki ibadetlerin bir gayesinin de Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği oluşturmak olduğunu görürüz. İşte cemaatle namaz bunun en güzel örneğidir. Cami “toplayan, birleştiren” demektir. Orada tek kubbe altında saflar halinde günde beş defa Allah’ın evinde niçin toplandığımızı bir düşünelim. Saflarımızı sıklaştırıp omuzlarımızı birleştirerek gösterdiğimiz beraberliğimizi, kalplerimizi ve gönüllerimizi de birleştirerek göstermeliyiz. Hac ibadetinin en büyük gönül, fikir ve hareket birliği olduğunu kim inkar edebilir.!

Aziz Müminler

Müslümanları bölüp parçalamak için İslam’ın ilk yıllarından itibaren fitne ve fesat hareketleri başlamış, çeşitli şekillere bürünerek bulaşıcı bir hastalık gibi günümüze kadar gelmiştir. Bugün ise, bizleri savaş alanlarında yenemeyen ve bizimle bir daha savaşmayı göze alamayan şer güçler, çirkin emellerine ulaşabilmek için, ülke içinde her türlü fitne ve fesat tohumları ekerek, milletimizi içten çökertmeye çalışmaktadırlar.

Tarih şahittir ki, inançları sarsılmış, dinî ve millî değerleri yıkılmış, birlik ve beraberliği yok olmuş milletlerin ayakta durduğu görülmemiştir. O halde aynı imanı taşıyan, aynı dine inanan, aynı Kur’an-ı okuyan aynı kıbleye yönelen ve aynı Peygamberin yolundan giden biz Müslümanlar, Millet olarak birlik içinde olmalıyız..Bu sadece millî bir görev değil, aynı zamanda çok büyük dinî bir sorumluluktur.

“Bölünüp parçalanmayın”(1) diyen ilâhî bir kitabın mensupları olduğumuzu, “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır”(2) diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu, “Milletimin ayrılığa düşmesi kabrimin köşesinde bile beni rahatsız eder” diyen bir ecdadın torunları olduğumuz unutmamalıyız.

Değerli Kardeşlerim.

Birlik ruhu içinde hareket eden atalarımız, tarih boyunca büyük işler başarmış, Vatanımıza ve milletimize yönelen tehlikeleri bu sayede etkisiz hale getirmişlerdir. Milletçe karşılaştığımız güçlükleri bu gün aynı anlayışla bertaraf etmek için yüce Rabbimizin şu ayetine kulak vermeliyiz: “Allah’a ve onun Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, yoksa gevşersiniz, kuvvetiniz dağılıp gider”. (3) Aynı vatanda bin yıl yan yana iç içe, birlikte kardeşçe yaşadık. Bundan sonra da aynı şekilde yaşamaya devam edeceğiz.

Muhterem Kardeşlerim


Bu gün 21 Mart Nevruz… Yüzlerce yıldan beri bu coğrafyada baharın müjdecisi olarak kutlanan Nevruz; ayrışmalara, kavgalara ve huzur bozucu davranışlara sebep olmamalı; aksine birliğimizi, dirliğimizi pekiştirmelidir.

Yüce Allah ve Peygamberimiz (s.a.v) bizleri birlik olmaya çağırıyor.

Ey bin yıldır bu topraklarda yaşayanlar!

Ey cephelerde düşmanlara karşı yan yana, omuz omuza çarpışan şehitlerin, gazilerin torunları!

Yüce Rabbimizin birlik çağrısına uyalım! Üzerinde yaşadığımız mübarek Vatanımızın üzerine titreyelim! Gönüllerimizdeki iman bağını, kardeşlik bağını kuvvetlendirelim! Bütün ayrılıkları, kin ve düşmanlıkları İslâm’ın rahmet ve şefkat suyu ile temizleyelim!

Son olarak, Rabbimizin şu çağrısına kulak verelim:
“Siz, kendilerine apaçık deliller, âyetler geldikten sonra parçalanıp, ihtilafa düşenler gibi olmayın. Çünkü öylelerine çok büyük bir ceza vardır.” (4 )


1- Al-i imran , 3/ 103.
2-Keşfü’l-Hafa c.1, s..333.
3- Enfal, 8/ 46.
4- Al-i imran, 3/105.


Teyar TEKİN
Barbaros Camii İmam – Hatibi
Bayrampaşa/İstanbul

 
Karz-ı Hasen

İL: İSTANBUL
AY-YIL: MART 2008
TARİH: 28.O3. 2008

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
مَن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضاً حَسَناً
فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُ أَجْرٌ كَرِيمٌ

قال النبي صلي الله عليه وسلم
مَطْلُ الْغَنِىِّ ظُلَمٌ؛

KARZ-I HASEN

Muhterem Müminler !

İhtiyaç halinde borçlanmak beşeri bir zaruret, ihtiyaçlı olana borç vermek ise faziletli bir ameldir. Kur’an-ı Kerim’de Allah rızası için iyilik ve hayır niyeti ile borç ve ödünç vermek “karz-ı hasen” olarak ifade edilir. Karz-ı hasen; herhangi bir karşılık beklemeden sıkıntı içinde bulunan bir kimseye borç vermek ve borcunu ödemede kolaylık sağlamaktır.
Cenâb-ı Hak sıkıntıda olana borç vermeyi âdeta kendisine verilmiş bir borç gibi kabul etmiş ve bunun karşılığının fazlasıyla ödeneceğini şu beyanı ile dile getirmiştir: “Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa ,Allah da onun karşılığını kat kat verir. Ayrıca ona değerli bir mükafat da vardır.[1] Peygamber Efendimiz (s.a.v) borç vermenin sadaka vermekten daha faziletli olduğunu; “Sadaka on misliyle, borç verme on sekiz misliyle mükafat görür”[2] hadisi ile ifade eder.


Değerli Müminler !
Borç veren kardeşlerimiz yalnızca Allah rızası için vermeli ve borç alan kişiyi herhangi bir söz ve tavrıyla minnet altında bırakmamalıdır. Zira böylesi bir tutum kişinin hayır niyeti ile yaptığı amelini boşa çıkarır.[3] Borçluya ödeme kolaylığı sağlamak hususunda Allah Teâlâ’nın şu buyruğunu hatırda tutmakta fayda vardır: “Şayet (borçlu) darlık içindeyse eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır”[4]


Aziz Cemaat !

Sosyal bir yardımlaşma olan karz-ı hasen’in iyilik ve ibadet anlayışı içinde devam etmesi için borçlanan kardeşlerimiz de şu hususlara dikkat etmelidirler: İlerde muhtemel anlaşmazlıkları ve mağduriyetlerin önlemesi için borçlar yazılıp kayıt altına alınmalı iyi niyetler suistimal edilmemeli ve zamanı gelince borçlar ödenmelidir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Borcunu ödeyecek durumda olan kimsenin ödemeyi geciktirmesi zülümdür’’[5] buyurmuşlardır. Borç veren kişiye teşekkür ve onun için dua etmek isi ahlâkî bir ödevdir. Kişi borçlu olarak vefat ederse, kul hakkı olması hasebiyle ahiret vebalinden kurtulması için varisleri onun borcunu ödemelidir.

Merhamet, fedakarlık ve kardeşliğin en güzel ifadelerinden olan karz-ı hasen bizi biz yapan değerlerimizden biri olduğuna şüphe yoktur. İhtiyaç sahibi nice kardeşimiz borç dahi bulamadığından bunalıma girebilmekte çaresizlikten tefecilerin eline düşebilmektedir. Zamanımızda aşırı dünyevîleşme, hayır ve iyilik yapma duygularının körelmesi, ekonomik sıkıntılar, borç verenin alacağını geri alamayıp mağdur edilmesi gibi hususlar karz-ı hasen duygusunu zaafa uğratan unsurlardır. Fakat bizler herhalükârda hayırlı ve faydalı olmayı emreden bir dinin mensuplarıyız. Onun için dara düşene borç verip sıkıntısını paylaşma geleneğimizi yaşatmalıyız. Bu bizim dinî ve millî bir hasletimizdir. Bu hasleti yaşatacak olan da aramızdaki sevgi, merhamet ve güven duygusudur.

Sahip olduğumuz imkanlar dünya ve ahiret mutluluğu için birer vesiledir. Rabbimizin kat kat mükâfat vaad ettiği karz-ı hasen için daha duyarlı olmamız lazımdır. Çünkü fertlerin, ailelerin, toplumun mutluluğu karşılıklı yardımlaşma ve kaynaşmayla mümkündür. Kendimizi mutlu kılmanın sırrı başkalarını mutlu kılmaktadır. Hutbemi bir hadis-i şerif meali ile bitiriyorum “Kim bir müslümanın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir. Kul kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımcısı olur..”[6]


[1] Hadid 57 / 11
[2] İbni Mace, Sadakat 19
[3] Bakara 2 / 264
[4] Bakara 2 / 280
[5] Tirmizi, Büyü 68 (1308
[6] Buhari Mezalim 3


Alaaddin DEMİRYÜREK
Erenler Köyü Camii İmam Hatibi / ŞİLE​
 
veda hutbesi

İl: İSTANBUL
AY-YIL: NİSAN 2008
TARİH : 04.04.2008 (1. HAFTA)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

َ
ا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِنْ ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ
شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ

قال رسول الله

اَيُّهَا النَّاسُ،لَا فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَي أَعْجَمِيٍّ وَلَا لِعَجَمِيٍّ
عَلَي عَرَبِيٍّ إِلَّا بِالتَّقْوَي

Değerli müminler!

Milâdî 610 yılında, Mekke’deki Nûr dağında başlayan Yüce Kitabımızın indiriliş süreci yaklaşık yirmi üç yıl devam etmiş; Allah’ın rızası ve insanlığın kurtuluşu uğruna çekilen nice çileler, acılar ve özverilerden sonra bu süreç tamamlanmıştı. Resûlullah Efendimiz, 632 yılında Arafat meydanında yüz bini aşkın Sahâbe’ye hitaben yaptığı, Veda Hutbesi denilen tarihî konuşmasıyla bu dinin kemale erdiğini ilan etmişti.

İslâm’ın ana ilkelerinin sunulduğu bu konuşmanın bazı bölümleri şöyledir:
“Ey insanlar!.. Bugünleriniz nasıl kutsal bir gün ise; bu aylarınız, bu kentiniz nasıl mübarek ve kutsal ise; canlarınız, mallarınız, namus ve onurlarınız da öylece değerlidir ve her türlü tecavüze karşı dokunulmazdır.

Ashâbım!. Hepiniz Rabbinize kavuşacaksınız; O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Benden sonra eski Câhiliye sapkınlığına dönmeyin, birbirinizin canına kıymayın!.. Elinin altında bir emanet bulunan kimse, onu kendisine emanet edene iade etsin.

Ne haksızlık ediniz, ne de haksızlığa boyun eğiniz. Allah böyle hükmetmiştir… Câhiliye devrinden kalma kan davaları kaldırılmıştır. Kasten (haksız yere) adam öldürme ise misliyle cezalandırılacaktır.

Ey insanlar!.. Sizlere kadınların haklarını gözetmenizi, bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız var, kadınların da sizin üzerinizde hakları var… Kadınlara en iyi şekilde davranmanız gerekmektedir.

Ashabım!.. Sözümü iyi dinleyiniz… Müslüman müslümanın kardeşidir. Bir müslümana kardeşinin kanı ve malı helal değildir; malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar!.. Rabbiniz bir, atanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Beyaz ırkın siyaha, siyah ırkın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır.

Kimse kendi suçundan başkasıyla sorumlu tutulup cezalandırılamaz.
Dikkat ediniz… Şu dört şeyden kesinlikle uzak durunuz: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayınız, haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayınız, zina etmeyiniz, hırsızlık yapmayınız.”

Muhterem müminler!

Aziz Peygamberimizin, bazı bölümlerini arzettiğim bu konuşmayı günümüzden 1400 yıl önce yaptığını unutmayalım. O zamanlar, dünyanın en uygar ülkesi olarak bilinen Roma İmparatorluğu’nda bile, eğlence olsun diye insanlar, arenalarda birbirine veya vahşi hayvanlara öldürtülüyordu. Dünyanın her yerinde “alttakiler”, insan sayılmıyor, hayvan ve eşya muamelesi görüyordu.

İşte böyle bir dünyada; cehaletin, acımasızlığın, zulmün dibe vurduğu bir ortamda Mekke’de bir ses yükseliyordu: “Ey insanlar! Rabbiniz bir, atanız birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Beyaz ırkın siyaha, siyah ırkın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır.”

Dünyada, bu çağrının yankı bulduğu toplumlarda, ülkelerde; İspanya’dan Bağdat’a, Kahire’den Bosna’ya, İstanbul’dan Kudüs’e bütün İslâm beldelerinde farklı ırkların ve dinlerin mensupları bir arada barış içinde yaşadılar. Aramıza dışarıdan fitnelerin sokulduğu 20. yüzyılın başına kadar bu böyle sürüp gitti.

Değerli kardeşlerim!

Medeniyetlerinde bu tecrübe bulunmayanlar, insan haklarını, barış içinde birlikte yaşama idealini gerçekleştiremezler. Günümüz dünyasında yaşananlar da bunu göstermektedir. Çağımız, “küresel etik” denilen bir ahlâk arıyor: İnsana, canlı cansız doğaya saygı gösterilmesini ve onların korunmasını sağlayan bir ahlâk… Tarih göstermiştir ki, bunu ancak âlemlere rahmet olan o yüce Peygamber’in yukarıda özetini sunduğumuz çağrısına uyanlar başarabilir.

Biz müslümanları, yeniden bu kutsal göreve layık bir ümmet haline getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.


[1] Hucurât 49/13.

Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : MAYIS 2008
TARİH : 02.05. 2008



بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ

لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

وقال رسول الله صلىالله عليه وسلم

كلُّ سَُمَى من النّاسِ عليه صدقةٌ، كلَّ يومٍ تطلعُ
فيه الشمسُ

Değerli müminler,

Biz insanlar, sahip olduğumuz nimetlerin değerini çoğu zaman onları kaybettiğimiz zaman anlarız. Oysa hayatımız, sağlığımız, yediğimiz yemek, içtiğimiz su, teneffüs ettiğimiz hava, doğal çevremiz; ailemiz, dostlarımız, evlatlarımız; dinimiz, vatanımız, bayrağımız, istiklalimiz, huzur ve barış içinde geçirdiğimiz günlerimiz ve daha niceleri Yüce Rabbimizin bize cömertçe ikram ettiği paha biçilmez nimetlerdir. Mübarek Kitabımızda şöyle buyurulur:

“Allah size istediğiniz her şeyden verdi; Allah’ın nimetlerini saymakla tüketemezsiniz.”
[1]
Verdiği nimetler için Allah’a şükretmek dinin ve aklın gereğidir. Ancak şükür, sadece kuru bir söz değil, önce, elimizdeki nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğuna gönülden inanmak, sonra da bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde ve uygun yerlerde kullanmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulmaktadır:

“Kim gönüllü hayır yaparsa bilsin ki, Allah kulunun şükrüne karşılığını verendir (ve onun yaptığı hayrı) en iyi bilendir.”[2]

Başka bir âyette de “Eğer şükrederseniz (yani Allah’ın verdiği maldan hayır hasenat yaparsanız) Allah da muhakkak surette size verdiklerini daha da çoğaltır”[3] buyurulmuştur.


Değerli müminler,


Müslümanlar olarak bizim inancımıza ve tecrübelerimize göre hayır yapmak malı eksiltmez, artırır. Bunun için ecdadımız, günlük hayatta yaptığı hayırların yanında, iyilik yapma aşkını, kurdukları vakıflarla kurumsal hale getirmişlerdir.


Bizim medeniyetimizde vakıflar, akla gelebilecek her nevi ihtiyaçları karşılamak suretiyle Allah’ın bütün kullarını huzur ve güvenliğe kavuşturmak gayesiyle asırlar boyu hizmet vermiştir. Camiler, mescidler, namazgâhlar, mektepler, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, aşevleri, kervansaraylar, çeşmeler, su yolları, köprüler, yollar, dul ve yetim evleri gibi sayasız hayır işleri ve kurumları hep vakıflar yoluyla yapılmıştır.

Aziz milletimizin hayır yapma duygusu hâlâ dipdiri yaşamaktadır. Özellikle İstanbul’umuz bir hayır kaynağıdır. Sizler, bazı cumalarda namazdan çıktıktan sonra verdiğiniz üç-beş liralarla yurt içindeki ve yurtdışındaki felâkatzedelerin dertlerine derman oldunuz. İstanbul ve Türkiye’deki binlerce caminin yanında, Kazakistan’da Dede Korkut’un kasabasındaki Gazaliye Camii, bazı üniversitelerimizin camileri, on beş yıldır bitirilemeyen Çatalca Ulu Cami, Adalar’daki ecdad yadigârı Hamidiye Camii müştemilatı, Saray Bosna’daki üniversite Camii, Makedonya’nın Türk bölgesindeki 500 senelik ecdad yadigârı Radanya Camii’nin restorasyonu, Kur’an Kursları, Müftülük hizmet binaları, cami evleri ve daha yüzlercesi sizin o küçük gibi görünen büyük yardımlarınızla yapıldı.

Her sene, Kur’an kurslarındaki on binlerce öğrencilerimizin bütün ihtiyaçlarını siz karşılıyorsunuz. Ayrıca, Arnavutluk’tan Moğolistan’a, Orta Asya’ya kadar birçok kardeş ülkeden Türkiye’mize getirilen yüzlerce öğrenci de sizin hayırlarınız sayesinde okutulmakta; dinimizi öğrenmeleri, kültürümüzü tanımaları sağlanmaktadır.

İstanbul Müftülüğü câmiası olarak, bizim yaptığımız, sadece sizin hayırlarınıza vasıta olmaktır. Bu hayırseverliğinizi, âli cenaplığınızı, bu hemiyetperverliğimizi takdirle ve şükranla anıyoruz. Yüce Rabbimizden hayır duygularınızı hep yaşatmasını, hayırlarınızı bol ecirlerle ödüllendirmesini niyaz ediyoruz.


______________________
[1] İbrahim, 14/34.
[2] Bakara, 2/158.
[3] İbrahim, 14/7


Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü​
 
Islam’da Vakıf

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MAYIS 2008
TARİH: 09.O5. 2008

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ
وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

قال النبي صلي الله عليه وسلم
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُمِنْهُ
طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَة

İSLAM’DA VAKIF

Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz İslam, Müslümanların dayanışması ve yardımlaşmasına özel önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de üzerinde en çok durulan konulardan biri Allah rızasıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “İyilik yapmak ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşınız.”(1) “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarf etmedikçe iyiliğe eremezsiniz.”(2) mealindeki ayetlerde olduğu gibi Allah rızası için yardımlaşmayı emir ve tavsiye eden pek çok ayet vardır. Bu itibarla Müslümanlar, İslam’ın ilk yıllarından itibaren muhtaç ve sıkıntıda olanların yardımına koşmaya hep gayret etmişlerdir. Kur’an ve sünnet çerçevesinde rızâ-yı Bârî için olan bu yardımlaşma, zaman içinde vakıf kurumunun doğmasına vesile olmuş ve İslam tarihinde derin izler bırakmıştır.

Vakıf kısaca, bir malın Allah rızası için toplumun hizmetini tahsis edilmesidir. Böylece bir malı vakfeden kişi, kendisine öldükten sonra da sevap getirici olan sadaka-i câriyede bulunmuş olur.


Kıymetli Kardeşlerim!
Bizler için numûne-i imtisal olan Hz. Peygamber (s.a.v) biz ümmetini, vakıf eserler yapmaya teşvik etmiştir. Dinî duyarlılığın en güzel örneklerinden olan vakıf hizmetleri, “Hâlika itaat ve mahlûkata şefkat” düsturundan hareketle insanlar ve hatta hayvanları içine alacak şekilde geniş kapsamlı olmuştur. Bu mânada ecdadımızın camiler, mektepler, medreseler, hastane ve kervansaraylar, zayıf hayvanların otlatılması için meralar, mezarlıklar ve çeşmeler gibi hayrî hizmetleri yürüten pek çok vakıf kurduklarına şahit
oluruz. Bu durumu şu cümleler ne güzel özetler:
“Vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”(3)

Aziz Cemaat!
Endülüs’ten Buhara’ya, Kırım’dan Yemen’e kadar uzanan topraklarda Müslümanlar, hemen her sahada, vakıf hizmetlerini sağlıklı bir şekilde yürüterek İslâm beldelerini adeta vakıf cennetine çevirmişlerdir.

Bu manada vakıf yapan kişinin vakfın kullanımı ile ilgili koyduğu şartlara uyulması, vakıf malının amacı dışında kullanılmaması gerekir. Vakıf malını sarf edilmesi gereken yerler dışında kullananlar için vakfiyelerde bedduaların yer aldığı bilinmektedir.

Vakıfların sosyal bütünleşmeyi sağlayan en önemli faktörlerden biri olduğuna şüphe yoktur. Bu açıdan vakıf hizmetlerinin verimli bir şekilde yürütülebilmesi için vakfedilen malların tasarrufuna dikkat edilmelidir. Birer emanet olan vakıf mallarının yerli yerince kullanılmaması halinde kul hakkının ortaya çıkacağını, kul hakkı yemenin ise büyük vebal getiren günahlardan olduğunu hatırda tutmamız lazımdır.

Değerli Kardeşlerim!

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Adem oğlu ölünce bütün ameli kesilir. Fakat sadaka-i câriye, kendisinden faydalanılan ilim ve dua eden salih evlat hariçtir”(4) buyurur. Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte ise “Bir müslümanın diktiği ağaçtan ve ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler o müslüman için birer sadakadır’(5) buyurulmuş olup hepimizi ilgilendirir. Bu münasebetle ecdadımızın bizlere emanet ettiği vakıfları en güzel şekilde koruyup zenginleştirerek sonraki nesillere aktarmak ve vakıf kültürünü yaşatmak görevimiz olmalıdır.


__________________________________________
(1) Maide Suresi, 5/2.
(2) Al-i İmran Suresi, 3/ 92.
(3) Mustafa Armağan, Geri Gel Ey Osmanlı, s. 271
(4) Müslim, Vasiyet, 14; Tirmizi, Ahkam, 36.
(5)Buhari, Vasaya,1



Hikmet GÜRSOY
Selvili Çınar Camii M.K. / Zeytinburnu​
 
Gençlik

İl: İSTANBUL
AY-YIL: Mayıs 2008
TARİH: 16.O5. 2008

بسم الله الرحمن الرحيم
نَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم إِ
مُشْرِكُونَ بِهِ

وقال عليه السلام
سبعة يظلهم الله في ظله يوم لا ظل الا ظله : وشاب نشاء في عبادة ربه

GENÇLİK

Muhterem Müslümanlar,

Gençliğimiz geleceğimizin teminatıdır. Bazı ülkeler gençlik fakirliği çekerken, harcı İslâm terbiyesi olan sağlam bir aile yapımız sayesinde, dosta güven, düşmana kaygı veren büyük bir genç nüfusa sahibiz. Yarınların ağır sorumluluklarını omuzlayacak olan bu iftihar tablomuzun maddeten ve mânen dopdolu yetişmesi ve her türlü zararlı akım ve alışkanlıklardan korunması, geleceğimize güvenle bakabilmemiz açısından önemlidir. Bunun önemini kavrayan herkesin, üzerine düşeni yapması hem milli bir görev, hem dini bir vecibedir.

Muhterem Müminler, sevgili gençler
Hayatımızda her yaşın ayrı bir güzelliği olmakla beraber gençlik çağının yeri başkadır. Onun için o günler hep özlenir. Bir şair: “Ah o gençlik, bir gün geri dönse de ihtiyarlığın bana neler ettiğini ona bir anlatsam”[1] diyerek özlemini dile getirir. Ama ömürden giden artık geri dönmez ki! Peygamberimiz de bir hadislerinde: “İhtiyarlığından önce gençliğinin kıymetini bil.”[2] buyurarak gençleri ikaz etmektedir. Gençlik kuvvetinin her an eridiğini gören akıllı insan, onun kıymetini bilir ve sonra gençliğini pişman olmayacağı şekilde geçirmeye gayret eder.

Aziz Müslümanlar,
Gençlik her türlü batıl ve sapkın düşüncelerin, zehir ve şehvet tâcirlerinin hedef kitlesidir. Gençlerimiz bunlardan korunabilmesi için her şeyden önce sağlam bir iman zırhı giymelidir. Zira sağlam bir iman her türlü kötülüğe karşı ilk ve en büyük sığınaktır. Bu hususta Yüce Rabbimiz: “ İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edeler üzerinde şeytanın bir hakimiyeti yoktur.”[3] İnanma ihtiyacı insanda fıtrîdir. İnanmadan edemez. Kurda kuşa, aya güneşe tapanların derdi de bu boşluğu doldurmaktır. Gençliğimizin iman kabı boş bırakılırsa birisi gelir orayı satanizmle, meditasyon, yoga ve ruh çağırma gibi bâtıl akımlarla doldurur veya gençlerimiz, misyonerliğin ağına düşer ve elimizden alınır

Kıymetli Müminler,
Herkes için olduğu gibi genç için de arkadaş seçimi önemlidir. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) beraber oturup kalktığımız arkadaşları kokuya benzetir. “Koku güzel olursa üzerimize güzel koku, pis olursa pis koku siner buyurur.”[4]Bir diğer hadislerinde de “Kişi dostunun dini yolu ve yaşayışı üzeredir, öyleyse kiminle dostluk yaptığına dikkat etsin.” buyurur.[5] “Körle yatan şaşı kalkar” gibi ata sözlerimiz de arkadaşlığın etkisini çok güzel ifade eder.

Gençlik için istismara açık, tehlikeli hususlardan biri de şehevi duygulardır. Bir genç Rasûlullah (s.a.v.) e geldi. “Ya Rasûlallah bana zina konusunda izin ver” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onu karşısına aldı ve sormaya başladı: “Sen böyle bir şeyin annene yapılmasını ister misin?” “Hayır, ya Rasûlallah istemem” “Kız kardeşine, halana, teyzene?” “Hayır, istemem” dedi genç. “Senin gideceklerin de ya birinin annesi, kız kardeşi, halası veya teyzesidir. Onlar da istemezler.” buyurdu ve o gence bu duygulardan kurtulması için dua etti.[6] Peygamberimizin duasına mahzar ola bu genç; “Bir daha böyle bir şey aklımdan bile geçmedi” demiştir.

Değerli Müminler,
Gençliğin bu ve benzeri tehlikelere karşı uyarılmasında büyüklere de önemli görevler düşmektedir. Onlar kendi yanlışlıklarını ve kötü tecrübelerini genç nesle aktarırlarsa onlar da aynı yanlışları yapmaz, ateşlere basmazlar. İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak farz… Bunları dinlemek de bir fazilettir. Hepimizin buna ihtiyacı vardır. Hz. Ömer’in ifadesiyle “Nasihat etmeyen ve nasihat dinlemeyen toplumda hayır yoktur.”[7] Hutbemizi peygamberimizin bu husustaki müjdeleri ile bitirelim: “Yedi kişi var ki, hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşerde Allah onları gölgelendirecektir… Onlardan biri de gençliğini Allah’a ibadette geçiren genç adamdır.” [ 8]
_______________________________
1 Katru’n-Neda s. 206, Beyit, Ebu’l-Atehiyye’ye aittir
2 el-Müstedrak, Rikak, 4/306
3 Nahl, 16/99
4 Buharî, Zebâih, 31
5 Tirmizi, Zühd, 45
6 Müsned-i Ahmed, 5/257
7 Risaletü’l-Müsterşidîn s. 71
8 Buharî, Ezan, 36



Ahmet EFE / Ebubekir Camii İmam-Hatibi / Bağcılar​
 
Fetih Ve Fatih

İl: İSTANBUL
AY-YIL: MAYIS 2008
TARİH: 23.O5. 2008




بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ
وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم
لَتُفْتَحَنَّ اْلقُسْطَنْطِنِيَّةُ فَلَنِعْمَ اْلأَمِيرُ أَمِيرُهاَ وَ لَنِعْمَ
الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ


Muhterem Müslümanlar!
Her toplumun kendini ayakta tutan ve ona tarih şuuru veren değerleri vardır. Bu değerler bir toplumu millet yapan, ona umut bahşeden ve geleceğini aydınlatan unsurlardır. İstanbul’un, Fatih Sultan Mehmed tarafından fethi de tarihimizin dönüm noktalarından biridir.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir” [1] buyurarak İstanbul’un fethini hedef göstermiştir. Bu müjdeye nail olabilmek için İslam tarihinin daha ilk yıllarından itibaren İstanbul’a, içinde Sahabe-i kirâmın da bulunduğu pek çok askerî harekat yapılmıştır. Ancak bu büyük müjde, bilgisi, görgüsü ve dehasıyla asrının lideri olan Fatih Sultan Mehmed ve onun askerlerine nasip olmuştur!


Kıymetli Kardeşlerim!
Bildiğiniz gibi İstanbul 29 Mayıs 1453”te fethedilmişti. Önümüzdeki Perşembe günü bu kutsal fethin 555. yılını idrak edeceğiz. Fethin mânâ ve ehemmiyetini anlamaya çalışmak hepimiz için önem arzeder. Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de: “Ey müminler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır”[2] buyurur. İslam fetihlerinin gayesi, îlâ-yı kelimetullah yani Allah adını yüceltmektir. “İmtisâl-i câhidû fillâh olupdur niyyetim / Din-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretim” beytiyle Fatih Sultan Mehmed bu idealini dile getirmiştir. Bu mânada İstanbul’un fethi, onu fethedenlerin Allah’a bağlılık ve kulluk bilincinin en açık göstergesidir. Hakiki sığınağın maddî bir takım surlar değil Allah (c.c.) olduğunun bir kez daha insanlığa gösterilmesi olayıdır.

Biliyoruz ki asıl fetih şehirlerin değil gönüllerin fethidir. “Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus’un bu sözü, ifade etmek istediğimizi özetler niteliktedir. Adaletin tesisi, yeryüzünün imar ve ıslahı aynı inancın neticeleridir. İstanbul’un fethinin kalıcı oluşu da, atalarımızın orada müslüman olan ve olmayan herkese asırlarca uyguladığı adaletli yönetimle ilgilidir. Bu açıdan Fatih Sultan Mehmed, fethin hemen akabinde fetih camisi olarak Ayasofya’yı camiye çevirmiş, ancak diğer kiliseleri açık tutmuş; şehrin imarına girişmiş ve çıkardığı bir fermanla şehirde yaşayan gayri müslimlerin can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına almış, onlara her türlü inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır.


Değerli Müminler!
Fatih ve ordusu, onları canları- malları ve dualarıyla destekleyen halk, imanlarından ve tarihi tecrübeden aldıkları şevkle devleti, “ebed müddet” kılabilmek için adalet ve ahlâkın korunmasına özel önem vermişlerdir. Bilindiği gibi bu da ancak bir toplumu millet yapan ilim, dayanışma gibi değerlerin ve erdemlerin korunmasıyla mümkündür. Tarih bir ibret aynası olduğuna göre, bizi biz yapan tarihî değerlerimize sahip çıkmak ve onları gelecek nesillerimize aktarmak en asli görevlerimizden, millet olarak varlığımızın şartlarındandır. Unutulmamalıdır ki, İstanbul’un fethi, Hz. Peygamber’in müjdesi, Hacı Bayram-ı Veli’nin işareti, Akşemseddin’in duası ve “Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul’u!” diyen Fatih Sultan Mehmed’in şahsında millî gücümüzün ve iradesinin sembolüdür. Bu münasebetle Fatih Sultan Mehmed ve onun mübarek ordusunu minnetle anıyor, cümle şehit ve gazilerimize Cenâb-ı Hakk’tan rahmet diliyorum.

_________________________________
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned IV, 335.
2 Muhammed Suresi, 7.


Dr. Ahmet ÇAPKU
Bağlarbaşı Huzur Camii İ.H./ Üsküdar​
 
Peygamber Efendimizin(sav) Okudugu ilk Cuma Hutbesi...

"Ey Insanlar!
Kendiniz için ahiret azığı hazırlayınız ve onu kendinizden önce gönderiniz!
Elbette bilirsiniz ki, ölecek ve dünyada her şeyinizi geride bırakacaksınız!
Sonra Alemlerin Rabbi, arada bir tercüman ve perde bulunmaksızın sizden herbirinize:
Sana benim Resulum gelip, emirlerimi tebliğ etmedi mi?
Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum.
Sen, bu nimetlerden, kendine ahiret payı ayırdınmı? diyecek
Oda, sağına soluna bakacak, hiç bir şey görmeyecek.
Sonra, önüne bakacak, orada da cehennemden başkasını görmeyecek!
Öyle ise, yarım hurma ile de olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten hemen o hayrı işlesin.
Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın.
Çünkü bir iyiliğe, on mislinden yediyüz misline kadar sevab verilir.
Selam size, ALLAH'ın rahmet ve bereketleri üzerinizde bulunsun''
 
Geri
Üst