Cuma Hutbeleri

Kadir Gecesi

İL : İSTANBUL
AY-YIL : EKİM-2007
TARİH : 05.10.2007

بسم الله الرحمن الرحيم
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ

قال النبي صلي الله عليه وسلم :"مَنْ قاَمَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ
إِماَناً و احْتِساَباً غُفِرَ لَهُ ماَ تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ"

KADİR GECESİ

Muhterem Müminler!
“Bir kerre de mâmûre-i dünya o zamanlar
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta,
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi.”

{Dinlemek isteyen arkadaşlar lütfen tıklasın}
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şeklinde tasvir ettiği bir çağda aziz Peygamberimiz gönderildi ve Yüce Kitâbımız dünyamızı aydınlattı. Böylece insanlık doğru imânın, ahlâk ve edebin, ilim ve irfanın kapılarının açıldığı yeni bir çağ başladı. Resûlullah Efendimiz bir gece, Nûr Dağı’nda tefekkür halinde iken Cebrâil aleyhisselam geldi ve onu sıkıca kucaklayarak “İkra’= oku” dedi, bu sözü üç defa tekrarladı. Muhammed Mustafa Efendimiz her defasında “ben okuma bilmem” dedi. Sonunda Cebrâil, İkra sûresinin ilk beş âyetini okudu: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla! O insanı alaktan yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten Rabbin kerem sahibidir” [3]. Böylece Mekke’de doğan Kur’an ve İslâm güneşinin cihanı aydınlatmaya başladığı bu gece, Kur’ân-ı Kerîm’de Kadir Gecesi adı verilmiş ve onun bin aydan daha aydan daha hayırlı olduğu bildirilmiştir.

Muhterem Cemaat!
Bu gece rahmet, bereket, mağfiret ayı olan mübarek ramazan-ı şerifin mükafatlarla dopdolu olan en büyük gecesidir. Bu gece duaların kabul edileceği, yapılan iyiliklerin, hayır ve hasenatın daha fazla karşılık göreceği ve ibadet eden kulların, ibadetin manevî zevkine ereceği müstesna bir gecedir. Bu gece, Kur’an’da adına özel bir sûre ayrılan ve orada bildirildiğine göre meleklerin sabaha kadar yeryüzüne inerek ibadet eden müminleri selamladıkları bir selam gecesidir. Bu gece Cenâb-ı Hakk’ın “biz onu mübarek bir gecede indirdik” [4] buyurarak övdüğü ulvi bir gecedir.


Yüce Rabbimiz, bu gecenin ismini alan Kadir sûresinde meâlen şöyle buyuruyor: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gecede Rablerinin izniyle melekler ve ruh (Cebrâil) her iş için iner dururlar. O gece esenlik doludur, Ta fecrin doğuşuna kadar” [1].


Peygamberimiz Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Kim Kadir gecesini inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ibadetle geçirirse geçmiş günahları af ve mağfiret olur” [2].

Hz. Aişe (r.a.) validemiz Peygamber Efendimiz’e; “Ya Resûlallah, hangi gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsam o gecede hangi duayı okuyayım?” diye sorduğunda Resûl-i Ekrem ona şu duayı öğretti: “Allahümme inneke afüvvün, tühibbü’l-affe fa’fü annî; İlâhî, şüphesiz sen affedicisin, affetmeyi seversin. Benim de günahlarımı bağışla” [5]. Biz de Sevgili Peygamberimizin öğretmiş olduğu bu mübarek duayı bu gecede sık sık tekrar edelim.

Değerli Cemaat!

Kadir gecesinin ramazan-ı şerifin hangi gecesi olduğu kesin olarak belirtilmemiş, ancak bazı hadisleriyle Resûl-i Ekrem Kadir gecesine şöyle işaret buyurmuşlardır: “Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayınız.” Diğer hadiste: “Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde arayınız.” buyuruyorlar [6].


Asırlardan beri müslümanlar ramazan-ı şerifin 27. gecesini Kadir gecesi olarak ihya etmişlerdir. Biz de bu geceyi ibadet, dua, zikir ve tesbihatla, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak, kaza ve nafile namazlar kılarak ihya etmeye ve bu kudsî gecenin faziletlerinden istifade etmeye çalışalım.
Hutbemi bir âyet meâli ile bitiriyorum: “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız” [7].

Bu vesileyle kandilinizi tebrik ediyor, bu mübarek gecenin dünya ve âhiret saadetimize vesile olmasını, vatanımız, milletimiz, İslâm âlemi ve insanlık için hayırlara huzur ve barışa vesile olmasını yüceler yücesi Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

[1] Kadir, 97/1-5. [2] Buhârî, “Fadlu Leyleti’l-Kadr”, 1.
[3] Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “İmân”, 252.
[4] Duhan, 44/3. [5] Tirmizî, “Deavât”, 84.
[6] Buhârî, “Fadlu Leyleti’l-Kadr”, 2-3.
[7] Hicr,15/9.


Abdullah KOCA
Sinanpaşa Camii İmam-Hatibi
Beşiktaş​
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : EKİM-2007
TARİH : 12.10.2007

Bismillahirrahmanirrahim
بسم الله الرحمن الرحيم
قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
1

RAMAZAN BAYRAMI

Değerli Müminler!

Rahmet, mağfiret ve bereket mevsimi olan mübarek Ramazan ayını, dün akşamki iftarla yolcu ettik ve bugün de bayrama ulaştık. Bayram, Cenab-ı Hakk’ın müslümanlara ihsan ettiği büyük bir lütuftur. Bu bayramın, aziz milletimiz ve bütün İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan dilerim.

İbadet ve hayırların, Allah katında en çok kabule şayan olduğu ramazan ayı boyunca, Rabbimize karşı kulluk görevlerimizi, gücümüz yettiğince yerine getirmeye çalıştık. İrademizi güçlendiren, nefsimizi terbiye eden orucu, Allah rızası için hem bedenimizle hem ruhumuzla tutmaya gayret ettik. Yüce Mevlâ’ya kul olmanın şuuru içinde, günahlarımızdan tövbe ve istiğfar ettik. Kalplerimizi kötülüklerden arındırmasını Yüce Mevlâ’dan istedik. İnşallah “Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir” [1] meâlindeki âyetin müjdesine layık ve mazhar olmuşuzdur.


Zira müslüman inanır ki bayramlar, dinî heyecanın yanında, sosyal huzurun gelişmesine ve millî dayanışmanın pekişmesine de vesile olan en güzel fırsatlardır. Bu itibarla, müslümanlar zekat ve fitre gibi hayırlarını bayramdan önce dağıtmaya önem verirler. Böylece zenginiyle, fakiriyle bütün müminlerin huzur içerisinde bir bayram geçirmelerine katkı sağlarlar.


Kıymetli Müminler!

Bayramlarda herkes neşeli olur. Ancak çocuklar, büyüklerden daha çok sevinç ve heyecan duyarlar. Bu sebeple onlarla, böyle günlerde daha çok ilgilenmeliyiz. Onları mutlu edebilmek için, gerekli fedakarlığı göstermeliyiz. Dinî ve millî adetlerimizi onlara da öğretmeliyiz. Bu arada birbirimize karşı olan sevgi ve saygımızı daha da artırmalıyız, kırgınlık ve küskünlüklere son vermeliyiz. İslâm’ın sevgi, saygı, barış ve bağış dini olduğunu unutmamalıyız. Milletçe dost geçinmeye, hoş geçinmeye azmetmeliyiz.

Sevgili Peygamberimizin de bildirdiği gibi birlikte rahmet, ayrılıkta felaket olduğunu unutmamalıyız. Bu arada, ramazanda kazandığımız iyi ve güzel alışkanlıklarımızı devam ettirmeliyiz. Ramazandan sonra da kötü huy ve davranışlara da tekrar dönmemeliyiz.


Aziz Kardeşlerim!


Yeni bir bayrama kavuşturduğu için Rabbimize şükrediyoruz. Bu vesileyle bütün din kardeşlerimizin ramazan bayramını en kalbî duygularla tebrik eder, Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve mağfiretini niyaz ederim.


________________
[1] A’la, 87/14-15.
[2] Fethü’l- Kebîr, c. I, s. 46.


M. Zeki KURUN
Ümraniye Cezaevi Vaizi​
 
Allah razı olsun Zühd kardeş ama üstatlar sırayla veriyolardı..Gerçi farketmez ama sıraya uysak çok güzel olurdu açıkçası...Allah razı olsun..Bir kaç tane birden paylaşmışsın..;)
 
Allah razı olsun Zühd kardeş ama üstatlar sırayla veriyolardı..Gerçi farketmez ama sıraya uysak çok güzel olurdu açıkçası...Allah razı olsun..Bir kaç tane birden paylaşmışsın..;)

Sıralı olduğuna dikkat etmemişim. Cuma hutbeleri diyince ekledim. Bence sil kardeş düzeni bozmuş..
 
Mİsafİrperverlİk

İL : İSTANBUL
AY-YIL : EKİM-2007
TARİH : 19.10.2007

بسم الله الرحمن الرحيم
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِين

MİSAFİRPERVERLİK

Muhterem Mü’minler!

Dinimiz, yardımlaşma ve dayanışmayı emretmektedir. Yüce Allah “İyilik ve takvada yardımlaşınız” [2] buyurarak müminler arasında iyilik ve güzelliğin yaygınlaştırılmasını teşvik etmiştir. Bunun bir sonucu olarak müslümanlar her türlü yardımlaşma ve dayanışmayı bir ibadet anlayışı içerisinde gerçekleştirirler. Misafirlik konusunda ortaya konan güzellikler de bu anlayış ve inancın bir neticesidir. Misafire kapımızı ve gönlümüzü açmak dinimizde kardeşliğin, insana verilen değerin, birliğin, paylaşmanın ve dayanışmanın en güzel örneklerindendir.

Değerli Müminler!

Misafire ikram anlayışının özünü Sevgili Peygamberimizin örnekliği oluşturmaktadır. O’nun bu konudaki güzel tavsiyelerinden birisi şudur: “…Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, misafirine ikram etsin…” [3] Bu tavsiyeyi yapan Allah’ın Elçisi, kendisi de misafir ağırlamaktan hoşlanır, sofrasında misafir veya ihtiyaç sahibi kimseler eksik olmazdı. Sevgili Peygamberimiz, misafirin duasını, makbul olan dualar arasında zikretmiş [4] ve misafirin ağırlandığı bir evin halkına hayır ve bereketin mutlaka ulaşacağını bildirmiştir [5]. İmkanı bulunduğu halde misafir ağırlamak istemeyeni ise: “Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” [6] buyurarak uyarmıştır.

Misafire ikram konusunda diğer bir örneğimiz de, Hz. İbrahim (a.s.)’dır. Kur'ân-ı Kerîm, İbrahim (a.s)'ın hiç tanımadığı misafirlerine ikramını bizlere anlatarak bu hususta onu örnek almamız gerektiğine şöyle işaret etmektedir:

“İbrahim'in ikram gören misafirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrahim'in yanına girmişler «selâm!» demişlerdi. İbrahim de onlara; «selâm size» diye mukabelede bulunmuştu. İçinden de: «Bunlar yabancı kimseler» diye geçirmişti. Hemen sezdirmeden ailesinin yanına varıp, semiz bir dana pişirip getirmiş, onlara sunarak «(Buyurun) yemez misiniz?» demişti.” [1]. Bu örnekte misafire öncelikle sıcak alâka, sevgi, saygı ve güler yüzle davranmaya vurgu yapılmaktadır. Bu itibarla sadece maddi ikram, hoşnut edici bir ağırlama olamaz. Hz. İbrahim'in, misafirlerinin selâmını en güzel şekilde alıp onları evine buyur etmesi, yemek hazırlamak için onların yanından yavaşça dışarı çıkması, evindeki en güzel yemeği ikram etmesi ve bu ikramı bizzat kendi eliyle yapması örnek alınacak hususlardır.

Aziz Kardeşlerim!

Misafirlerimize cân-ı gönülden ilgi göstermek ve gerekli ikramı yapmak, dinimizin ve kültürümüzün bizlere bıraktığı en güzel miraslardan birisidir. Ayrıca, tanıyalım veya tanımayalım evimize, şehrimize ya da memleketimize gelmiş olan insanlara dini, milleti, kültürü ne olursa olsun güler yüz ve en güzel ilgiyi gösterip bizlerden hoşnut olarak ayrılmalarını sağlamak, Yüce Rabbimizin razı olduğu bir davranış olacaktır.

Hutbemi bir hadis mealiyle bitiriyorum:
“Şu üç kişinin duası kesinlikle geri çevrilmez: Mazlumun duası, misafirin duası ve ana-babanın evladına duası” [7].

_______________________
[1] Zâriyât, 51/24-27.
[2] Mâide, 5/2.
[3] Buhârî, Edeb, 85.
[4] Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Deavât, 47.
[5] İbn Mâce, Eti‘me, 55.
[6] İbn Hanbel, IV, 155.
[7] Ebû Dâvûd, Vitr, 29.


Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 28.04.2006 tarihli hutbesidir.​
 
ίииuεи∂σ;2162882' Alıntı:
bende bundan sonra bu konuya gayret göstereceğim İnşaallah.
Yük sadece bir kaç kardeşin omuzlarında kalmasın.

Allah razı olsun kardeşim...Ben bu aralar iş değişikliği nedeniyle hemen hemen hiç online olamıyorum...Kurumun filtre programı HACKHELL e girişi maalesef yasaklıyor..Bir de oryantasyon eğitimleri felan ...Hepten kayıplara karışmak zorunda kaldım bu aralar...İnşallah yakında buna da bir çözüm bulcam... Hftalık hutbelerin yayınlanması hususunda gösterdiğin hassayiyet için teşekkürler...
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : EKİM-2007
TARİH : 26.10.2007

بسم الله الرحمن الرحيم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَ لاَ تَفَرَّقوُا
1
قال النبي صلي الله عليه وسلم : اَلْجمَاعَة ُرَحْمَة ٌ وَالْفِرْقَةُ عَذاَبٌ
2

Değerli Müminler!
Geçtiğimiz günlerde teröre verdiğimiz kurbanlar milletimizi acılara boğdu. Bir toprağı vatan olarak korumak, orayı vatan yapmaktan daha zordur. Bu uğurda asırlarca nice canlar feda etmiş olan milletimiz, bu özveriyi ve kahramanlığı bugün de gösterecektir, göstermektedir. Biz, tarihimiz boyunca vatanımızı, bayrağımızı, namusumuzu, kutsal değerlerimizi hep canımızdan aziz bilmiş bir milletiz.

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”


Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v) canını, kutsal vatanı Mekke’den daha çok sevseydi, büyük fethi gerçekleştirebilir miydi? Asırlarca düşman istilâsına göğüslerini siper eden ecdadımız, canlarını kutsal değerlerinden daha çok sevselerdi, İslâm dünyası ve milletimiz, bugün sahip olduğu nice değerlerini asırlar önce kaybetmiş olmaz mıydı?

Aziz Müslümanlar!
Bizim millet olarak bir başka hasletimiz de birbirimize vefamız, birlik ve kardeşlik bağlarına sadakatimizdir.

Biz, tarihte, etnik ve bölgesel ayırım yapmadan, birbirlerinin şehit cenazelerini cephelerde sırtlarında taşıyan, kardeşinin şehit kanıyla kendi gözyaşları birbirine karışan dedelerin torunlarıyız.

Bizim milletimizin evlatları, tâ Yemen illerine kadar gidip, İslâm’ın harîmini düşman istilâsından korumak için çırpınırken, onları arkadan vuranların, bugün ne hallere düştüğünü çok iyi görüyoruz! Bunun için devletimizin dirliği, milletimizin birliği bizim için çok değerlidir.
Resûlümüz Efendimiz, tâ bin dört yüz küsur sene öncesinden seslenip bizi uyarıyordu: “Ey insanlar! Size, birliğinizi bütünlüğünüzü korumanızı emrediyorum. Sizi ayrılığa düşmekten kesinlikle menediyorum!” [3] buyuruyordu… Hem de üç kez tekrar ederek… Ve yine buyuruyordu ki: “Birlik beraberlikte rahmet, bölünüp parçalanmada azap var!” [2].


Ne yazık ki İslâm dünyasının önemli bir kısmı, Peygamber Efendimizin bu kurtarıcı ikazlarına uymayıp birbirine düşmenin cezasını bugün çok ağır bir şekilde çekmektedir. Bu hengâmede birlik ve bütünlüğünü koruyarak, barış içinde gelişmesini sürdüren milletimizin arasına da tefrika sokup kardeşi kardeşe düşman etmek için fitne tuzakları kuranlar yine iş başında…

Hakkari İlimizde meydana gelen menfur terör saldırıları üzerine gerçekleştirilen Devlet Zirvesi sonrasındaki açıklamada da belirtildiği gibi, “Terör örgütünün bu hain saldırılarla toplumumuzun birlik ve beraberliğini bozmak amacı güttüğü aşikardır.” Basiretli müslüman, bu tuzağa düşmez. Duygularımızla üzüleceğiz ama muhakkak surette aklımızla hareket edeceğiz. Tepkilerimizi gösterirken, kardeşlerimizi üzecek, birlik ruhumuzu zayıflatacak tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınacağız. Aynı şekilde, kamuoyunu etkileyen bütün kurumların, özellikle yazılı ve görsel medyamızın da taşkınlıklara sebep olacak beyanlardan, yayınlardan kaçınması gerekiyor.


Muhterem Cemaat!

Milletimiz, geçtiğimiz asrın başlarında yedi düvele karşı bir kurtuluş savaşı verdi. Dünyanın, "Artık her şey bitti!" dediği noktada bu millet, hiçbir etnik ve bölgesel ayrılık ve mezhep farkı gözetmeden; tek yürek, tek inanç ve tek yumruk oldu. Kahraman liderleri ve kumandanlarıyla vatanını, bağımsızlığını ve kutsal değerlerini adeta vahşi hayvanların ağzından çekip aldı. Sonra milletimiz, bu büyük zaferin şanlı lideri ve kumandanı Gazi Mustafa Kemal’in etrafında, cumhurun yani milletin iradesine saygıyı, sistemin temeline koyan, Cumhuriyet’i benimsedi. Önümüzdeki 29 Ekim'de bu büyük kararın 84. yılını idrak ediyoruz.

Bu vesileyle
vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna hayatlarını feda etmiş şehitlerimizi, bugünkü özgür ülkeyi bize armağan ederek bu dünyadan ayrılan bütün geçmişlerimizi rahmetle anıyorum; bağımsızlığımızı, dirliğimizi, birliğimizi daim kılmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.

________________________
[1] Âl-i İmrân, 3/103.
[2] İbn Hanbel, Müsned, IV, 278.
[3] Tirmizî, “Fiten”, 7; İbn Hanbel, Müsned, V, 370.


Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İstanbul Müftüsü​

 
KUL HAKKI VE KAMU MALLARINI KORUMAK

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
وَلَاتَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ
(Bakara, 2/188)
قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
İnsan, yaratılışı gereği toplu yaşamak durumundadır. Toplum halinde yaşamanın insana sağladığı bir takım haklar ve sorumluluklar vardır. Bu haklar ve sorumluluklar yerine getirildiği oranda toplumda huzur ve mutluluk sağlanır.

Bunun için Yüce dinimiz İslâm, ırk, cins ve inanç ayrımı yapmaksızın bütün insanların haklarını kutsal ve dokunulmaz kabul etmiş, bu hakların ihlaline karşı maddî ve manevî birçok müeyyide getirmiştir. Hak denilince, korunması, gözetilmesi gereken değerler, kul ve kamu hakları akla gelmektedir.

Nitekim Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin…”[1] buyrularak, hırsızlık, gasp, ölçü ve tartıda hile, emanete hıyanet gibi gayr-i meşru yollarla birilerinin mallarını yemek; iftira, alay, arkadan çekiştirme, gıybet gibi çirkin tutum ve davranışlarla başkalarının manevî şahsiyetlerine zarar vermek yasaklanmıştır.

Değerli Müminler!

İhlal edilen her kamu hakkında yetimin, yoksulun genç-yaşlı, hemen her kesin hakkı vardır. Allah’a inanan, Sevgili Peygamberimizi örnek alan bir mü’min, kamu veya başkalarına ait mallara zarar veremez. Onu gasp edemez. Hakkı olmayan bir şeye el uzatamaz. Çünkü onun imanı, haksız bir kazanca asla müsaade etmez. Zira mü’min, elinden ve dilinden, herkesin güvende olduğu kimsedir.[2] O, kendisine yapıldığında hoş görmeyeceği bir davranışı diğer insanlara da reva görmez.[3] Geçimini haram yoldan değil helalinden kazanma yolunu seçer. Aç, susuz ve açıkta kalsa da tüyü bitmemiş yetim hakkını yemekten, devlet malına el uzatmaktan kaçınır. Çünkü o, gizli ve aşikâr her şeyi bilen Yüce Allah’ın huzurunda bir gün hesaba çekileceğini unutmaz.

Değerli Müminler!

Sevgili Peygamberimiz kul hakkı yiyenlerle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Kişi namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimine sövmüş, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine de iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplar kendisinden alınarak hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri, ihlal ettiği kul haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp kendisinin günahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları artmış, neticede iflas etmiş olarak cehenneme gönderilir.”[4]

Öyleyse hiçbir ayrıcalığın söz konusu olmadığı, haklı-haksızın ortaya çıkarılacağı o hesap gününde, Yüce Allah’ın huzurunda mahcup olmamak için, kul ve kamu hakları konusunda hassas olalım. Rızkımızı, helal yollardan kazanmaya devam edelim. Kul haklarının affının ancak hak sahibinden helallik almaya bağlı olduğunu da unutmayalım.

[1] Bakara, 2/188.
[2] Buharî, İman, 4-5.
[3] Buharî, İman, 7.
[4] Müslim, Birr, 59.
 
Tİcaret AhlÂki

İL : İSTANBUL
AY-YIL : KASIM-2007
TARİH : 02.11.2007

بسم الله الرحمن الرحيم

وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ اَلَّذِينَ إِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ
1​

و قال رسول الله صلي الله عليهوسلم

اَلتَّاجِرُ الصَّدُوقُ اْلأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّين​
وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ
2​

TİCARET AHLÂKI

Muhterem Müslümanlar!


Yüce dinimiz İslâm, emir ve yasaklarıyla fert ve toplumun dünyevî ve uhrevî huzur ve saadetini hedeflemiş, bu amaçla hırsızlığı, yalan söylemeyi, hile yapmayı, ticaret ve alışverişte eksik ölçme ve eksik tartmayı, kısaca başkalarına zarar veren her türlü haksız davranışları haram kılmıştır.

Bu hususta Cenâb-ı Hak Mutaffifîn sûresinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun. Onlar düşünmezler mi ki büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır”[1].

Değerli Müminler!


Müslüman, kazancının helal olmasına, kazanırken de başkasının hakkına tecavüz etmemeye özen göstermeli, yaptığı işi, ibadet şuuru içinde dürüstçe yapmalı, aldığı ücretin helal olmasına dikkat etmelidir.

Sevgili Peygamberimiz, ticaret ahlâkı ile ilgili prensipleri ortaya koyarken, ticarette haksız rekabeti, müşteri kızıştırmak için alıcıymış gibi davranmayı, hileli artırımda bulunmayı yasaklamış [3]; gerçeği gizleyip yalan söyleyerek yapılan alışverişin bereketini, Allah Teâlâ’nın yok edeceğini [4] bildirmiştir.

Yine Peygamberimiz, “Doğru ve güvenilir tacir (âhirette) peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir” [2] hadisiyle ticaret ahlâkının önemini ve bu ahlâkın kurallarına uymanın ne kadar ulvî bir davranış olduğuna dikkat çekmiştir. Keza Resûlullah müşterinin gafletinden veya bilgisizliğinden faydalanıp, onu aldatanı da sert bir dille ikaz etmiştir.

Nitekim bir gün pazarı dolaşırken bir yiyecek yığınına elini daldırmış, eline ıslaklık gelince; “Nedir bu? diye sormuş, bunun üzerine satıcı: Yağmur yağmıştı ondan dolayı ıslandı diye cevap verince, Peygamberimiz: Niçin o ıslak tarafı halkın görebilmesi için üste getirmedin? diye mukabelede bulunduktan sonra: “Bizi aldatan bizden değildir.” [5] buyurmuşlardır.

Bu uyarı da gösteriyor ki müşterinin, tüketicinin aldatılması bir kul hakkı ihlalidir, müslüman bir toplumda olmaması gereken bir kötülük, bir hastalıktır. İş hayatında hileli yollara sapanlar, maddî bakımdan bir şeyler kazansalar da dinî açıdan iflas etmiş kişilerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz kul haklarını ihlal eden kimseleri müflis olarak nitelendirmiştir [6].

Onun açıklamasına göre böyle bir kimse âhirette namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları da daha da artmış, dolayısıyla iflas eden durumuna düşen bu kişi cehenneme atılır.

Aziz Müminler!

Öyleyse dünya hırsına kapılmadan, helalinden kazanıp çoluk çocuğumuza temiz rızık, helal lokma yedirelim. Özümüz, sözümüz, ticaretimiz, sanatımız, ortaklığımız, dostluğumuz, arkadaşlığımız hep dürüstçe olsun. Böylece dünyamızı da, âhiretimizi de mamur edelim.

_________________________
[1] Mutaffifin 83/1-6.
[2] Tirmizî, “Büyû”, 4, İbn Mâce, “Ticaret”,1.
[3] Buhârî, “Büyû”, 58, 64, 70; Müslim, “Büyû”,11.
[4] Buhârî, “Büyû”, 26; Müslim, “İmân”, 117, “Müsâkât”, 131.
[5] Müslim, “İmân”, 164; Ebû Dâvûd, “Büyû”, 50.
[6] Bkz. Müslim, “Birr”, 59; Buhârî, “Mezâlim”, 10.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
(Bu Haftaki İstanbul Hutbesi Konusunun önemine binaen ayrı bir başlıkta açılmıştır. Dileyen forum üyeleri linke tıklayarak okuyabilirler.)

Ankara Hutbesi

HACCI ANLAMAK

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
وَاَذِّنْ فِى النَّاسِ بِالْحَجِّ يَاْتُوكَ رِجَالًا وَعَلى كُلِّ ضَامِرٍ يَاْتينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَميقٍ

(Hac, 22/27)
قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ حَجَّ لِلَّهِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ
Muhterem Müslümanlar,
Yüce Rabbimiz, “Gücü yetenlerin, Beytullah’ı haccetmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir.” [1] buyurarak, gerekli şartları taşıyan insanları hacca davet etmektedir. Bu ilahî çağrıya, bu hac mevsiminde icabet etmiş olan mü’min kardeşlerimiz, şu günlerde Yüce Allah’ın davetlileri olarak Beytullah’ı ziyaret etme şeref ve heyecanını yaşamaktadırlar.
Aziz Mü’minler,
İnancın hayata yansıması olan ibadetlerimiz, Yüce Yaratıcı ile aramızdaki en sağlam ve en güzel bağdır. Bu ibadetlerden birisi olan Hac, ferdî ve toplumsal açıdan pek çok olgunlaştırıcı özellikler bulundurmaktadır. Dünyanın her tarafından gelen, dilleri, ırkları, renkleri, kültürel ve ekonomik durumları farklı mü’minler, ortak inanç ve duygular içerisinde tanışıp bilişmek ve kardeşlik bağlarını güçlendirmek fırsatını elde ederler. Hac, peygamberlerin izinde, yücelme ve Hakk’ın rızasını kazanma yolunda gerçekleştirilen hikmetli bir yolculuktur. Bu yolculukta mü’minler inançlarını pekiştirme fırsatını yakalarken, aynı zamanda, takvâ, sabır, sevgi-saygı, kardeşlik, fedakârlık, cömertlik gibi bir çok ahlakî güzelliği yaşama imkanını bulurlar.
Muhterem Mü’minler
Hac esnasında, namaz, tavaf, sa’y, telbiye, zikir, vakfe, tövbe, kurban ve ihramla ilgili kurallardan oluşan yoğun bir ibadet ve taat heyecanı yaşanır. Malı, mülkü, evlat ve akrabayı geride bırakıp, ihramıyla Yüce Allah’ın huzuruna durarak“Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” “Davetine icabet ettim. Buyur Allah’ım” nidalarıyla teslimiyetini dile getiren mü’minler, gündelik iş ve telaştan uzak, tam bir gönül huzuruyla Allah’a yönelme fırsatını elde ederler.
Hac yolculuğuna çıkan kardeşlerimiz, bu mukaddes sefer esnasında yerine getirilen ibadetlerin görünen yönleri yanında, daha nice hikmetleri ifade ettiğinin bilincinde olmalıdırlar. Kâbe’yi tavaf ve sa’yi, Allah’ı yüceltmek; şeytan taşlamayı, her türlü kötülüğü terk etmek; vakfeyi, Allah’ın rızasını her şeyden önde görmek, İhram yasaklarına uymayı, Allah’ın emrine amade olmak; kurban ibadetini de gerektiğinde malını Allah yolunda harcayabileceğinin bir sembolü olarak düşünmek, hac ibadetine ayrı bir anlam ve güzellik kazandıracaktır.
Bu yolculuk boyunca hacı adaylarının en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri, sabırlı ve tahammüllü olmalarıdır. Hacı adayları, ihramlı olduklarını daima hatırda tutmalı, kusurları görmeyip, her canlıya sevgi ve şefkat duygularıyla yaklaşmaya gayret etmelidirler. Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için çıkmış oldukları hac yolculuğunu ibadet ve taatlerle dolu dolu geçirmeli; alış-veriş, çarşı pazar gibi hususlara gereğinden fazla zaman ayırmamalı, vakitlerini boşa geçirmekten sakınmalıdırlar. Tam ve makbul bir hac yapabilmek için, kendilerine tavsiye edilmiş kurallara ve diğer hususlara da titizlikle uymaya çalışmalıdırlar.
Bu duygu ve düşüncelerle, Huzur-u İlahî’de bulunduğunun şuurunda olan hacı adayları, yapacakları samimi tövbe ve makbul bir hac ile sevgili peygamberimizin, “Hacceden kişi, anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınır” [2] müjdesini hak edeceklerdir.
Değerli Mü’minler,
Hacı adayı, bu mukaddes yolculuğu sıradan bir seyahat gibi görmemelidir. Kendisinin, Yüce Allah’ın konuğu olduğu bilinciyle, hac ibadetini en güzel şekilde eda etmeye çalışmalıdır.
Hutbemi, hacca çağıran ayet-i kerime mealleriyle bitiriyorum: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, yaya olarak veya hazırlanmış binekler üzerinde sana gelsinler. (Böylelikle) Kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. Sonra temizlenip adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” [3]
[1] Âl-i İmran, 3/ 97
[2] Buhari, Hac 4
[3] Hac, 22/ 27-29


İzmir Hutbesi

TİCARET AHLAKI
16.02.2007

وَالسًَّّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ المِيزَانَ. اَلاَّ تَطْغَوْا فِى الْمِيزَانِ. وَأَقِيمُوا اْلوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تُخْسِرُوا اْلمِيزَانَ​

Muhterem Müslümanlar!
İslam dini, insanoğluna dünya ve ahiret mutluluğunu kazandıracak prensipler ortaya koymuş, emir ve yasaklarıyla fert ve toplumların huzurunu hedeflemiştir. Dinimizin ortaya koyduğu bu temel prensiplerden biri de, hayatın her safhasında olduğu gibi, ticaret hayatında da ahlaklı ve dürüst olmaktır.
Değerli Müslümanlar!
El emeği ve alın teriyle geçinen her Müslüman; ister tüccar, ister işveren, isterse işçi olsun, çalışma hayatında dürüst olmalıdır. Zira dürüstlük helal kazancın da ilk şartıdır. Hud suresinde yer alan “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 11/112) ayeti, Hz. Peygamberin şahsında bütün Müslümanları kapsamaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerim’de, doğru ölçüp tartmanın sık sık ifade edilmesi, bir şeyi ölçerek aldıklarında tam tartan, verdiklerinde ise ölçü ve tartıyı kendi çıkarlarına kullanan kimseler hakkında Yüce Allah’ın: “Vay onların haline” diye buyurması, ve Hz. Peygamber’in de; geçmiş milletlerin helakine sebep olan günahlardan birinin eksik ölçüp tartmaları olduğunu beyan etmiş bulunması, konunun önemini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla tüccar, müşteriye mal satarken; işçi, tezgahının başında çalışırken; işveren, işçisinin hakkını ve emeğinin karşılığını hesap ederken, doğruluk ve dürüstlükten asla ayrılmamalıdır. Her şeyden önce tüccar, dürüstlüğü ve sözüne güvenilirliği ile müşterisine güven telkin etmelidir. Hangi konumda bulunursa bulunsun, Müslüman; alacağı parayı helal ettirmeye çalışırken, üzerine bilhassa “kul hakkı”nın geçmemesi için titiz davranmak mecburiyetini duymalıdır. Sevgili Peygamberimiz, ticaret ahlâkı ile ilgili prensipleri ortaya koyarken, ticarette haksız rekabeti, satışı kızıştırmak için alıcıymış gibi davranmayı, hileli artırımda bulunmayı yasaklamış; gerçeği gizleyip yalan söyleyerek yapılan alışverişin bereketini, Allah’ın yok edeceğini bildirmiştir. Ayrıca müşterinin bilgisizliğinden faydalanıp, onu aldatmanın ticaret ahlakına uygun olmadığını “Bizi aldatan bizden değildir.” ikazıyla ifade etmiştir.
Ticaretini doğru ve dürüst olarak yapan kişinin her zaman yüzü ak, kazancı da helaldir. O hem dünyada, hem de ahirette kazananların safında yer alacaktır. Nitekim peygamberimiz, doğru sözlü ve güvenilir tüccarın ahirette, Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacağını müjdelemiştir.
Aziz Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslâm; haram kazancın kişiyi dünya ve âhirette perişan edeceği düşüncesini inananların gönlüne yerleştirerek, manevî bir zabıta ve oto kontrol sistemi kurmuştur. Dolayısıyla dürüst ve namuslu olmayı, erdemli olmanın temeli sayan bir mü’min, bu anlayışı inancından almaktadır. Çünkü, ticari kazancın vazgeçilmez şartlarından birisi çalışmak ise, diğeri de dürüst olmaktır. Dürüstlük, Allah’a imandan sonra gelen en önemli bir kulluk ve insanlık görevidir.
O halde dünya hırsına kapılmadan, helalinden kazanıp ailemize temiz rızık, helal lokma yedirmeliyiz. Bu dünyada başkalarına dünyalık kazandırma uğruna, kendi ahiretimizi yıkmamalıyız. Özümüz, sözümüz, ticaretimiz, sanatımız, ortaklığımız, dostluğumuz, arkadaşlığımız hep dürüstçe olmalı, dünyada da, ahirette de yüzümüz kızarmamalıdır. Hutbemi konuyla ilgili iki ayet mealiyle bitirelim:
“Göğü Allah yükseltti ve ölçüyü O koydu. Sakın tartıda haksızlık etmeyin. Tartıyı doğru tutun, terazide eksiklik etmeyin.“
“Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar, insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat, kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Onlar büyük bir gün, insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı
 
SÜnnete BaĞlilik

İL : İSTANBUL
AY-YIL : KASIM-2007
TARİH : 16.11.2007 (3. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم
وَماَ آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا {1}
و قال النبي صلي الله عليه وسلم: " وَ مَنْ أَحْيَا سُنَّتِي فَقَدْ اَحَبَّنِي ؛ وَ مَنْ اَحَبَنَّي كَانَ مَعِي فيِ اْلَجَنَّةِ​
"
{2}

SÜNNETE BAĞLILIK​

Muhterem Müminler!


Sevgili Peygamberimizin yaklaşık 23 senelik peygamberlik hayatı boyunca, söylemiş olduğu her söz, yapmış olduğu her iş, emrettiği, yasakladığı, onayladığı veya reddettiği her şey, ayrıca hayatı, ahlâkı ve şemâili ile ilgili olarak nakledilen bilgilerin tümü hadis veya sünnet olarak isimlendirilmektedir. İlmî kaynaklarda aynı anlamı karşılamak üzere birbirinin yerinde kullanılan hadis ve sünnet, dinimizin Kur’ân-ı Kerîm’den sonraki ikinci temel kaynağıdır ve bütün müslümanlar için bağlayıcı bir hüküm ifade eder. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de “Peygamber size ne getirirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da uzak durun” [1] buyururken aynı zamanda sünnetin dindeki yerine vurgu yapmaktadır. Peygambere itaatin Allah’a itaat gibi olduğunu [3], Allah Resûlünün müminler için her yönüyle güzel bir örnek olduğunu belirten [4] âyetlerde de sünnetin önemine işaret edilmiştir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Hz. Peygamber, Kur’an’la beraber sünneti göz önünde bulundurarak yaşanan hayatın insanı hidayete ve saadete götüreceğini, sünnetten uzaklaşarak veya onu terk ederek yaşanan hayatın sonunun da sapkınlık ve hüsran olacağını belirtmektedir. Vefatından kısa bir süre önce söylendiği anlaşılan bir hadisinde Efendimiz şöyle buyururlar: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı bir şekilde sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlardan biri Allah’ın Kitab’ı, diğeri de Resûlünün sünnetidir” [5]. Allah Resûlünün bizlere bir emaneti ve mirası olan sünneti yaşamak ve yaşatmak dinin ayakta kalmasına, sünneti red veya terk etmek ise dinî anlayış ve yaşayışımızın bozulmasına sebep olur. Efendimiz bu hususa değindiği bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: “Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetlerin birer birer terkiyle ortadan kalkar” [6].


Değerli Müminler!

Sünnet, Allah’ın son Kitab’ı olan Kur’ân-ı Kerîm’in açıklayıcısı olması bakımından dinimizde önemli bir yere sahiptir. Nitekim Kur’an’da emredilen ve İslâm’ın şartı sayılan namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekatın nelerden ne kadar verileceği ve haccın ne şekilde yapılacağı ile ilgili bilgiler hep hadislerden öğrenilmektedir. İman konularının ayrıntılarına ait bilgilerin kaynağı da hadislerdir. Bunun dışında, Kur’an’da esasları verilip ayrıntıları zikredilmeyen, ancak Hz. Peygamber’in günlük hayatında tatbik ettiği ve müslümanlar için uyulması gerekli olan birçok ahlâkî prensip de sünnete dayanır. Bu hususlar bize, sünnet olmadan Kur’an’ın birçok âyetini anlamanın ve İslâm’ı doğru bir şekilde yaşamanın mümkün olamayacağını göstermektedir.

Muhterem Cemaat!


Hz. Peygamber’in hayat biçimi olan sünnete saygı göstermek, onu korumak ve hayatımızı ona göre düzenlemek dinî bir görevdir. Sünnete dayanan davranışlarımız bizi Peygamber Efendimize yaklaştırır, ona benzememize ve onun sevgisini kazanmamıza vesile olur. Kıyamet gününde şefaatine nâil olmamıza ve onun “ümmetimdir” diyerek bize sahip çıkmasına sebep teşkil eder. Bu bakımdan sünneti hafife almamalı, günlük hayatımızda elden geldiğince Efendimizin davranışlarını örnek alarak yaşamaya çalışmalıyız.
Sünnetsi dışarıda bırakan, Kur’an bize yeter diyen bir İslâm anlayışı yanlıştır. Bakın Peygamberimiz bu düşüncede olanları nasıl uyarıyor: “Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, ‘biz onu bunu bilmeyiz, Allah’ın Kitab’ında ne bulursak ona uyarız, o kadar’ derken bulmayayım” [7].
Sözümüm Peygamber Efendimizin konuyla ilgili çok önemli ifadeleriyle bitiriyorum. Buyuruyorlar ki: “Kim benim sünnetimden (yaşam tarzından) yüz çevirirse benden değildir” [8]. “Benim sünnetimi (sevip) yaşatan beni de sevmiş olur. Beni seven ise cennette benimle beraber olacaktır” [2].

_______________________
[1] Haşr, 59/7.
[2] Tirmizî, “İlim”, 16.
[3] Nisâ, 4/80.
[4] Ahzâb, 33/21.
[5] Muvatta, “Kader”, 3.
[6] Dârimî, “Mukaddime”, 16.
[7] Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5; Tirmizî, “İlim”, 10.
[8] Buhârî, “Nikâh”, 1.


Dr. Mehmet EFENDİOĞLU
Üsküdar Vaizi
 
İLİM ve TERBİYE

İL : İSTANBUL
AY-YIL : KASIM-2007
TARİH : 23.11.2007

بسم الله الرحمن الرحيم

هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي ْالأ ُمِّيِّينَ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْآيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
1

و قال النبي صلي الله عليه وسلم:" إِنَّماَ بُعِثْتُ مُعَلِّمًا"
2


İLİM ve TERBİYE


Değerli Kardeşlerim!

Yüce dinimiz bütün emir ve yasaklarıyla, inanç, ibadet ve amelleriyle insanın her iki dünyada mutlu olmasını hedeflemiştir. Bu amaçla, okuma-yazma bilmeyen [1] ve cahilliğiyle övünen bir topluma gönderilen Peygamberimizin Allah’ın lütfuyla böyle bir toplumdan son derece faziletli ve medenî bir nesil çıkartması insanlık tarihinin en müstesna vakıalarından biridir. Bu durum aynı zamanda en zalim insanların bile örnek bir eğitimle nasıl olgun birer şahsiyet olabileceklerini bizlere göstermiyor mu?

Kur’ân-ı Kerîm okumaya, öğrenmeye, yazmaya büyük önem vermiştir. Nitekim ilk inen âyetlerde okumaktan, kalemden, yazıdan söz edilmektedir [3]. Cenâb-ı Allah okuyan, öğrenen ve öğrendiklerini uygulayan kimseleri övmüş ve onları diğer inananlardan üstün tutmuştur [4].


Muhterem Cemaat!


Her müslüman dünya ve âhireti için kendisine lazım olan bilgileri elde etmekle yükümlüdür. İlim ve bilgilenme faaliyeti ile ilgili Kur’an’da 750 civarında âyetin geçmesi konuya verilen ehemmiyete işaret etmektedir. Cenâb-ı Allah bize “Rabbim! İlmimi arttır” [5] diye yakarmamızı öğütlemektedir. Ancak şunu da unutmamalıyız ki, bütün nimetler gibi bilginin de dünya ve âhiret hayatımıza faydalı olması gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir duasında faydası olmayan bilgiden Allah’a sığınmıştır. Yine Efendimiz “Bilen, bildiklerini uygulayan ve başkalarına öğreten kimse melekler arasında büyük diye anılır” [6] buyurmaktadır.


Allah Teâla savaş halinde bile ilim sahiplerinden cepheye gitmeyip toplumu aydınlatma görevine devam etmelerini istemiştir [7].

Eğitimde ilk dönemin ne kadar önemli olduğunu uzmanlar anlatıyorlar. Bu dönemde çocukları ihmal etmenin acı sonuçlarını yaşayanlarımız az mı? Çocuk ilk eğitim ve terbiyesini ailede alır, bu itibarla anne-babalar çocukların ilk öğretmenleridir. Anne-babalar bazı şeyleri çocuğuna öğretebilecek seviyede değilse onları öğretecek birilerini bulmakla sorumludur. Anne-babanın mesuliyeti çocukları okula göndermekle bitmez. Aile çocuğuna bazı ahlâkî ve dinî bilgileri ve millî kültürümüzü, örf ve adetlerimizi öğretmeli, öğrenecekleri ortam ve şartları hazırlamalıdır. Her birimiz sorumluluk taşıyan aile fertleriyiz. Hepimiz bizden sonraki nesillere iyi şeyler kazandırma imtihanı veriyoruz. Sonraki nesillerden iyi şeyler beklemek onlara ne kadar iyi örnek olduğumuza da bağlıdır.

Bugün genç nesillerde yaygınlaşan sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı maddelerle, her türlü şans oyunları, kumar ve cinsel sapmalar gibi olumsuzluklarla mücadelede hepimize görevler düşmektedir.

Ancak bu mücadelede en büyük görev toplumu eğitme konumundaki ilim adamlarına, daha çok da eğitimcilere düşmektedir.


Aziz Cemaat!


Okula giden her çocuk için ilk öğretmeni unutulmaz bir yere sahiptir. Hemen hemen hepimize okuma-yazmayı öğreten onlardır. Öğretmenlerimizin sorumluluğu büyük olduğu gibi hakkıyla yaptıkları işin mükâfatları da büyüktür. Peygamberimizin “Allah, melekler, yer ve gökte bulunan her şey, yuvasındaki karıncaya, denizdeki balığa varıncaya kadar bütün canlılar insanlara iyilik öğreten muallime dua ederler” [8] müjdesi bu durumu ne de güzel ifade ediyor!

Bize okumayı, yazmayı öğreten, çok kıymetli bilgiler kazandıran değerli hocalarımızdan vefat edenleri rahmet ve minnetle anıyoruz. Hayatta olan ve görevi başında bulunan bütün öğretmenlerimize başarılar diliyor, hayır dualarımızla eğitim camiasının öğretmenler gününü kutluyoruz



__________________________
[1] Cuma, 62/2.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328.
[3] Alak, 96/1-5.
[4] Zümer, 39/9.
[5] Kehf, 20/114.
[6] Tirmizî, “İlim”, 19.
[7] Tevbe, 9/122.
[8] Tirmizî, “İlim”, 19.


İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
ENGELLİLERE KARŞI GÖREV ve SORUMLULUKLARIMIZ

İL : İSTANBUL
AY-YIL : KASIM-2007
TARİH : 30.11.2007

بسم الله الرحمن الرحيم
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا
1

و قال النبي صلي الله عليه وسلم
بِحَسْبِ امْرِئ ٍ مِنَ الشَّرِّ انْ يَحْقِرَ اَخاَهُ الْمُسْلِمْ
2


ENGELLİLERE KARŞI GÖREV ve SORUMLULUKLARIMIZ

Aziz Müminler!

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de, zihnî, rûhî ve bedenî yönden engelli ve özürlü insanlar bulunmaktadır. Bu kardeşlerimize karşı duyarlı olmak, gereken ilgi ve desteği göstermek insanî ve İslâmî görevimizdir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Bakıma muhtaç kimselerin sorumluluğu bize aittir” [3] buyurarak ihtiyaç sahibi ve engelli kimselere toplum olarak sahip çıkılmasını istemiştir. Diğer bir hadislerinde ise, "Kim mü’min kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet gününde onun bir sıkıntısını giderir” [4] buyurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de hastalara, çaresizlere ve engellilere özel kolaylıklar tanınmasını emreden çok sayıda âyet var. Ayrıca Resûl-i Ekrem de bizzat, hasta, engelli, özürlü ve muhtaç kimselere sahip çıkmış, onlara şefkat ve merhamet göstermiştir. Peygamberimiz engelli kimselere yol göstermenin, onlara rehberlik etmenin ve ihtiyaçlarını karşılamanın Allah katında sadaka olduğunu bildirmiştir [5].

Muhterem Kardeşlerim!


Bir çok insan, doğuştan yahut sonradan elîm bir kaza veya hastalık sonucu felçli, ortopedik engelli, işitme ya da görme özürlü olabilmektedir. Kim bilir belki de hiç beklenmedik bir anda bizler de engelli ya da özürlü olabiliriz; -Allah korusun- gören gözümüz görmez, işiten kulağımız işitmez, tutan elimiz tutmaz, yürüyen ayağımız yürüyemez olabilir. Bu nedenle, bir yandan sağlığımızı korumak için gerekli tedbirleri alırken; diğer yandan da fert, aile, sivil toplum örgütleri ve kamu kuruluşları olarak engelli ve özürlü kardeşlerimize karşı maddî ve manevî sorumluluklarımızın olduğunu unutmamalıyız.
Özürlü ve engelli kimselere değer vermeli, söz ve davranışlarımızla onların gönüllerini almalı, huzur ve mutluluklarına vesile olmalıyız. Hayatlarını kolaylaştırıcı mahiyette her türlü maddî ve manevî tedbiri almalı, gerekli altyapı hizmetlerini sunmalıyız.

Engelli ve özürlü çocukları olan ailelere yardım yapmalı, eğitim ve öğretim desteğinde bulunmalıyız. İmkânlarımızı zorlayarak, özürlü ve engelli kardeşlerimize iş imkânı sağlamalı; böylece onlara, çalışıp üretmenin ve helâlinden kazanmanın mutluluğunu tattırmalıyız. Müslüman bireye, müslüman topluma yakışan budur. Bu konuda bizim başka toplumlardan geri olmamız Müslümanlığımıza yakışmaz. Biz “Bütün insanlık bir ailedir.”[6] buyuran bir Peygamberin ümmetiyiz.

Diğer yandan, hiçbir engelli ve özürlü kimseyi, “kör, sağır, dilsiz ve topal ” gibi sıfatlarla nitelememeli, her türlü aşağılayıcı söz, fiil ve davranışlardan sakınmalı, şakayla da olsa onlarla alay etmemeliyiz. Kur’ân-ı Kerîm bunu kesin ifadelerle yasaklamıştır [7]. Sevgili Peygamberimiz bu konuda şu uyarıyı yapmaktadır: “Kardeşinin derdine sevinip gülme, sonra Allah ona merhamet eder de, seni onun sahip olduğu dertle müptela kılar” [8].

Saygıdeğer Müminler!

Engelli ve özürlü kardeşlerimiz de bilmelidirler ki, misafirhane olan bu dünya, imtihan yeridir. İnsanlar, imtihan dünyasında iyi-kötü, acı-tatlı olaylarla karşılaşabilirler; sevindikleri anlar olduğu gibi üzüldükleri anlar da olur; bazen nimetlerle bazen de çeşitli sıkıntılarla denenirler. Bu sıkıntılar, kimi zaman insanların kendi ihmal veya kusurlarından, kimi zaman da hiçbir kusur ve ihmalleri olmadığı halde, sorumsuz ve kural tanımaz insanlardan kaynaklanabilir. Bu bakımdan,-hangi sebeple olursa olsun- engelli ve özürlü durumda olan kardeşlerimiz, maruz kaldıkları hastalık ve kayıplara sabretmeli; hiçbir zaman engelliliğin, kendileri için bir noksanlık veya kusur olduğu psikolojisine kapılmamalıdırlar. Çünkü Allah katında hiçbir insanın diğerinden iman, salih amel ve takva dışında bir üstünlüğü yoktur. Yüce Allah insanları dış görünüşlerine, mal, mülk, makam ve servetlerine göre değil; kalplerine, gönüllerine ve amellerine göre değerlendirir.

Hutbemi bu hususu en güzel şekilde ifade eden Hucûrât, Sûresi’nin 13. âyetinin meâliyle bitiriyorum: “ Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilen ve onlardan hakkıyla haberdâr olandır” [1].


__________________
[1] Hucûrât, 49/18.
[2] Müslim, “Birr”, 32.
[3] Buhârî, “Ferâiz”, 25.
[4] Buhârî, “Mezâlim”, 3.
[5] Ahmed b. Hanbel, II, 350; V, 154, 168-169.
[6] Müslim, “Itk”, 16.
[7] Hucurât, 49/11.
[8] Tirmizî, “Kıyâme”, 54.

İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu​
 
Kardeslik

İL : İSTANBUL
AY-YIL: ARALIK-2007
TARİH : 07.12.2007

بسم الله الرحمن الرحي
م

إِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ

وَاتَّقُوا اللهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

1

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم

مَنْ لَمْ يَهْتَمَّ بِأَمْرِ الْمُسْلِمِينَ فَلَيْسَ مِنْهُمْ

2​


KARDEŞLİK

Aziz Müminler!

Allah Teâla, inananların kalplerini birbirine ısındırmış ve “Müminler kardeştir.” buyurmuştur. Allah Resûlü (s.a.v) de peygamberlik hayatı boyunca, müminler arasında tarihte eşine rastlanmaz bir kardeşlik binası inşa etmiş, birbirini Allah için seven bir toplum meydana getirmiştir.

Müslümanlar, Resûl-i Ekrem Efendimizin inşa ettiği Ensâr ve Muhacirlerden meydana gelen bu “kardeşleşmiş” toplumu örnek alarak aralarında İslâm’ın kardeşlik binasını yeniden inşa etmeye mecburdurlar. Bugün, havadan, sudan, ekmekten daha çok müslümanların bu kardeşliğe ihtiyacı vardır. İçerideki ve dışarıdaki bütün şer güçlerin İslâm’a ve müslümanlara saldırdıkları bir devirde, müslümanlar “kardeş” olmanın şuuruna eremezlerse, birbirleriyle kucaklaşıp kaynaşmazlarsa ezilmekten ve zulme uğramaktan kendilerini kurtaramazlar.

Aziz Müminler!

Kur’an ve Sünnet çizgisinde kardeş olarak yaşamanın ilk şartı müminin kendisi için istediğini, din kardeşi için de istemesidir. Müslümanın müslümanı yalnız Allah için sevmesi, mümin kardeşine karşı kin ve düşmanlık duygusu beslemekten, onu kıskanmaktan, kusurlarını araştırmaktan sakınması; ona tepeden bakmaması, üstünlük taslamaması, kardeşi hakkında temiz duygular beslemesi, onun iyi yanlarını anlatıp kusurlarını saklı tutması da kardeşlik görevinin diğer temel esaslarıdır.

Bütün bu ferdî görevlerin yanında sosyal görev olarak da müslümanın, diğer müslümanların dertlerini kendi derdi olarak görmesi, aralarındaki kavga ve kırgınlıkları gidermeye çalışması, küskün ve kırgın müslümanları barıştırması önemli bir vazifedir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin” [1]. Resûlullah (s.a.v) da şöyle buyurmuştur: “Müslümanların dertlerini dert edinmeyen müslümanlardan değildir” [2].

“Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba; beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin beyaza karşı bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” [3].


Değerli Müminler!
Tarihte nice büyük devletleri yok eden hastalıkların başında tefrika, yani ayrılıkçılık gelmektedir. Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi: “Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez.Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Tefrika yukarıda saymaya çalıştığımız kardeşlik görevlerinin ihmal edilmesiyle ortaya çıkan sosyal bir hastalıktır. Bu hastalık önlenmezse toplumu en sonunda iç çatışmalara, yıkıma, esarete kadar götürür. Ne yazık ki bunun acı örneklerini İslâm dünyasında üzülerek görmekteyiz. Millî bekâsına önem veren bütün milletler ayrılık gayrılığa sebep olacak her türlü fitneye karşı uyanık olmanın yollarını aramışlardır.

Hutbemi doğumunun 800. yıl dönümünü kutladığımız Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin çağlara ışık tutan birlik çağrısıyla bitiriyorum:

“Topumuz bir tek inciyiz, bir tek / Başımız da tek, aklımız da tek. / Ne diye iki görür olup kalmışız / İki büklüm gök kubbenin altında ne diye. Dünyada nice diller var, nice diller / Ama hepsinde anlam bir. / Sen kapları, testileri hele bir kır, / Sular nasıl bir yol tutar, gider / Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak / Can nasıl koşar, bunu canlara iletir”.



_______________
[1] Hucûrât, 49/10.
[2] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsât, (thk. Tarık b. Ivazallah b. Muhammed-Abdülmuhsin b. İbrahim el-Hüseynî), Kahire, 1415, I, 151; VII, 270.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411.


Pehlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi
Eminönü
 
İL : İSTANBUL
AY-YIL : ARALIK-2007
TARİH : 14.12.2007 (2. HAFTA)


بسم الله الرحمن الرحيم
وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {1} قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَ نُسُكِي وَمَحْيَايَ

قال عليه الصلاة والسلام: "ماَ عَمِلَ آدَمِيٌّ مِنْ عَمَلٍ يَوْمَ النَّحْرِ اَحَبَّ اِلىَ اللهِ مِنْ إِهْرَاقِ الدَّمِ" {2}

KURBAN

Muhterem Müminler!


Allah Teâlâ’ya ve onun elçisi Hz. Muhammed Mustafa’ya gönülden iman edip teslim olan ve imanın huzurunu kalbinde hisseden müminlerin tek gayesi Yüce Mevlâ’nın kendilerinden razı olmasıdır. Nitekim birbirimize dua ederken de “Allah senden razı olsun.” deriz. duasının olması bunun açık bir ifadesidir. Şu kısa ömür içerisinde kavuşmak istediğimiz tek şey Allah rızası değil midir? Çünkü bizi yalnız O’nun rızası kurtaracaktır. Yüce Rabbimiz, Efendimizin şahsında bizlere şu güzel öğüdü vermektedir: “(Ey Resulüm!) De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir”[1].

Değerli Kardeşlerim!


Namazımız, orucumuz, zekâtımız, haccımız, hayır-hasenatımız, mümin kardeşimize vermiş olduğumuz selam ve tatlı bir tebessüm, hep bize Allah Teâla'nın rızasını kazandıracak güzelliklerdir. Bunlar gibi maddî durumu iyi olan müminlerin her yıl kurban bayramında kurban kesmeleri de Allah için yapılması gereken bir görevdir. Kurban tarih boyunca bütün ilâhî dinlerde bulunan müşterek ibadetlerdendir. Nitekim bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade buyrulmaktadır: “Biz her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İlahınız tek bir Allah’tır. Şu halde yalnız O’na teslim olun” [3].


Kurban kesme görevi müminin halis niyeti ile malını Allah yolunda feda edebilme şuurunu kazanmasına vesile olur. Allah Teâlâ “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Böylece sizi doğru yola iletmesinden dolayı Allah'ı yüceltmeniz için O bunları istifadenize verdi. İyi davrananlara müjdele.” [4] buyurmak suretiyle bütün ibadetlerde gerekli olan ihlâsın kurban ibadetinde de olması gerektiğini bildirmiş, bunu gönülden başaranları da affı ve merhametiyle müjdelemiştir.

Değerli Kardeşlerim!


Kurban ibadetinin bir diğer önemi de Allah Teâlâ’nın sonsuz nimetlerine karşı bir şükür olmasıdır. “Âdemoğlu kurban bayram günlerinde kurban kesmekten daha sevimli bir iş ile Allah’a yaklaşamaz” [2] buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu ibadeti yerine getirmekle Rabbimizin sevgisini kazanacağımızı müjdelemektedir. Ayrıca kurban, fakir, yetim, yoksul ve kimsesizleri sevindirmek suretiyle toplumda sevgi, birlik ve dayanışma duygularının gelişmesine, insanların birbirleriyle kucaklaşmasına vesile olur.
Kurbanda et ve kemik hesabı yapmadan, sadece Allah’a yakınlaşmak, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, dostlarımıza ve yoksul kardeşlerimize ikramda bulunmak niyetiyle kurban kesmeliyiz. Bununla birlikte kurbanlarımızı, eziyet vermeden ehil kişilere kestirmeli, kurban kesildikten sonra kurbanın artık ve sakatatlarıyla çevreyi kirletmemeliyiz. Atılması gereken artıkları çevre sağlığına ve temizliğine zarar vermeyecek şekilde ortadan kaldırmalı; bu hususta resmî makamların talimatlarına kesinlikle uymalıyız. Kurbanı çevreye ve topluma zararlı bir ibadet gibi göstermek dinimize karşı da ağır bir saygısızlık ve kötülüktür.

“Temizlik imandandır.” [5] buyuran Hz. Peygamber’in yolunda olan biz müminlere yakışan davranışın çevre sağlığını korumak oluğunu asla unutmamalıyız.



________________
[1] En’âm, 6/162.
[2] Tirmizî, “Edâhî”, 1.
[3] Hac, 22/34.
[4] Hac, 22/37.
[5] Müslim, “Tahâre”, 1.


Hasan YAZICI
Terazidere Camii İmam-Hatibi
Bayrampaşa​
 
MİLLÎ ve MANEVÎ DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM

İL : İSTANBUL
AY-YIL: ARALIK-2007
TARİH : 28.12.2007


بسم الله الرحمن الرحيم
وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
1

Muhterem Müslümanlar!

Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerlerdir. Bu değerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamasını ve millî kimliğiyle tarih sahnesinde yer almasını sağlamaktadır. Milletler, söz konusu değerleri gelecek kuşaklara aktardığı oranda varlıklarını sürdürürler. Tarih, bize millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip millî şahsiyetlerini kaybedenlerin dünya coğrafyasından silinip yok olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler, inanç, ahlâk ve millî değerleri yok etmeyi ilk hedef olarak seçmektedirler.

Değerli Müslümanlar!

Yüce dinimizle millî kültürümüz adeta bütünleşmiş ve dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuştur. Sevgi, saygı ve fedakârlığın geliştirilmesinde, toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin ve millî kültürümüzün katkısı büyüktür. Özellikle genç kuşakları bu değerler çerçevesinde eğitmek ve yetiştirmek oldukça önemlidir. Çünkü gençlerin dinî ve ahlâkî değerlerden uzaklaşmaları, örf ve adetlerimize uymayan davranışları benimsemelerine, zararlı akım ve alışkanlıkların tuzağına düşmelerine yol açmaktadır.

Bu itibarla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi, millî, manevî ve kültürel değerlere uygun yetiştirmek, anne-baba eğitimci ve toplum olarak hepimizin görevidir. Nitekim Yüce Allah, dinî ve ahlâkî prensiplere sahip çıkarak kimlik ve şahsiyetimizi korumamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “İşte bu din, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder” [1]. Sevgili Peygamberimiz (a. s.) de bizleri ahlâkî çöküntüye neden olabilecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak başka milletlerin örf ve adetlerini benimsemekten sakındırmıştır.

Aziz Müslümanlar!

İnsanların meşruiyet ölçüleri içinde eğlenmeleri tabiî ve insanî bir ihtiyaçtır; dinimiz açısından bunda bir sakınca yoktur. Ancak bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı altında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları millî ve dinî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca millî ve manevî değerlerimize ters bu tür eğlence ve adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır. Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya çalışalım. Dinî ve millî değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim.

Allah cümlemizi rızasına uygun olmayan işlerden muhafaza buyursun.


[1] En’âm, 6/153.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 31.12.2004 tarihli hutbesidir.​
 
Geri
Üst