Cuma Hutbeleri

eiffel

Forumun Kulesi
Büyüklere Saygı

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 06.05.2011



بسم الله الرحمن الرحيم
قال الله تعالى : اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً
قال رسول الله (صلعم): مَا أكْرَمَ شَابٌّ شَيْخاً لِسِنِّهِ إلاَّ قَيَّضَ الله لَهُ مَنْ يُكْرِمُهُ عِنْدَ سِنِّه


BÜYÜKLERE SAYGI

Aziz Müminler!

İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren bir yolculuğa başlar. Fani hayattaki bu yolculuk, çocukluk, gençlik, yetişkinlik derken ihtiyarlık dönemine ulaşır. Allah’ın kendilerine ömür verdiği kimseler bütün bu dönemleri yaşarlar. Rabbimiz bu gerçeği şöyle ifade buyurmuştur: “Allah O'dur ki, sizi güçsüz olarak yaratır, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet verir. Sonra kuvvetin arkasından yine güçsüzlüğe ve ihtiyarlığa getirir. O dilediğini yaratır. Ve O, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.” 1

Bu dönemlerin içinden geçen insanın en zayıf devresi çocukluk ve ihtiyarlık dönemidir. Ancak ihtiyarlıkta insanlar ruhen daha hassas olmakta; ilgi ve desteğe daha çok ihtiyaç duymaktadırlar. Bu bakımdan yaşlıların ihtiyaçları giderilmeli, sık sık ziyaret edilip gönülleri alınmalıdır.

Muhterem Müslümanlar!

Sevgi ve saygı, insan fıtratının hoşlandığı ulvi duygulardandır. Bu duyguların güçlü olduğu toplumlar mutlu ve huzurlu olurlar. Bu nedenle dinimiz, insana saygı ve sevgiyi, temel ahlâkî görevlerimiz arasına koymuş, büyüklere ve yaşlılara karşı sergileyeceğimiz davranışlar konusunda önemli uyarılarda bulunmuştur. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) bize, insanlara karşı daima merhametli, güler yüzlü, yardım sever olmayı öğretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, ihtiyara yaşından dolayı saygı gösterirse, yaşlandığı zaman, Hz. Allah, ona saygı duyacak bir kişiyi mutlaka nasip edecektir.”2

Muhterem Kardeşlerim!

İslâm ahlâkının hakim olduğu bir toplumda düşenin elinden tutulur, çaresizlere destek olunur, kimsesiz, bakıma ve ilgiye muhtaç olanlara ilgi gösterilir. Onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak insanî ve dinî bir görev sayılır. Çevremizde sevgi, ilgi ve dostluğa muhtaç pek çok insan bulunmaktadır. Büyüklerin güler yüzle hatırlarını sormak, gerektiğinde oturmaları için yer vermek yahut basit de olsa bir ihtiyacını gidermek, onlar için çok büyük kıymet ifade edecektir. Unutmayalım ki bugünün yaşlıları dünün gençleri olduğu gibi bugünün gençleri de yarının ihtiyarları olacaktır. Bu yaşlılar bir de anne ya da babamız ise onlara karşı göstereceğimiz saygı ve sevgi daha da önemli hale gelir. "Ana-babası ya da onlardan biri yanında yaşlanıp da cennete giremeyen kimseye yazıklar olsun"3 buyuran Efendimiz (s.a.v.), ebeveynlerimizin cennete gitmemiz için bir vesile olduğunu ifade etmişlerdir.

Hutbemi Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) şu hadisleriyle bitirmek istiyorum:

“Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir.” 4


Selahattin ÖZÇELİK
Çarşı Cami Müezzin-Kayyımı/Pendik/İstanbul

1 Rum, 30/54
2 Tirmizi, “Birr”, 75
3 Müslim “Birr”, 3
4 Tirmizî, Birr,15; Ebu Dâvûd, “Edeb” 66.
 

eiffel

Forumun Kulesi
Vakıf

İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ : 13.05.2011



بسم الله الرحمن الرحيم
قال الله تعالى : لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ
قال رسول الله (صلعم): إِذَا مَاتَ الإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلاَّ مِنْ ثَلاَثَةِ أَشْيَاءَ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ


VAKIF

Muhterem Müminler!

İslâm medeniyetinin simgelerinden olan vakıflar, Hz. Peygamber döneminden itibaren tarih boyunca İslâm toplumlarında büyük hizmetler ifa etmiştir. Vakıf; bir malı, ebediyyen, Allah’ın mülkü olmak üzere, umumun menfaatine tahsis etmektir. Vakfedilen bir mal onu vakfedenin iradesini yansıtan vakıf senedindeki şartlara göre kullanılabilir.

Kesintisiz hayrın kurumlaşmış şekli olan vakfın kaynağı Kur’an ve sünnettir. Kur’an-ı Kerim’de: "Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allâh onu bilir"(1) buyrulur.

Rasul-i Ekrem Efendimiz de: "Bir insan ölünce şu üç şey hariç amel defteri kapanır: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz sadaka), faydalı ilim ve kişinin ardından kendisine dua edecek hayırlı evlat"(2) buyurarak ölümden sonra da sevap kazandıracak vakıflar kurulmasını teşvik etmiştir. Bu itibarla vakıf, Allah yolunda fedakârlığın, milletini ve memleketini sevmenin, ahirete inanmanın ve cömert olmanın alâmetlerinden biridir.

Muhterem Müslümanlar!

Her konuda olduğu gibi vakıf konusunda da bize örnek olan Peygamber Efendimiz, kendisine ait hurmalıkları vakfetmiştir. Ashab-ı kiram başta olmak üzere, tarih boyunca müslümanlar Resûl-i Ekrem’i örnek alarak, çok sayıda vakıflar kurmuşlardır. Ecdadımızın kurduğu vakıflar asırlarca hem halkın dinî ve dünyevî ihtiyaçlarını karşılamış hem de bulundukları beldelerde İslâm’ın mührü olmuşlardır.

Vakıflar diğer taraftan bulundukları çevrenin imarına da önemli katkılar sağlamıştır. Halen İstanbul’umuzda adım başı gördüğümüz çeşme, cami, aşevi, hastane ve okul gibi hayır kuruluşları vakıf anlayışımızın hayatımıza yansıyan güzellikleridir. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, yol gösterenler ve tamiratına yardımcı olanlar hayatlarında olduğu gibi, vefatlarından sonra da sevap kazanmaya devam ederler.

Değerli Müminler!

Öncelikle atalarımızın bizlere miras bıraktığı vakıf eserlerini korumalı, hatta onlara yenilerini ilave etmeliyiz. Medeniyet tarihimizde önemli yere sahip olan vakıf geleneğini bizler de devam ettirerek hayırlarımızı ebedileştirmeliyiz.

Vakıflarımızı senetlerinde kaydedilen şartlara göre kullanıp korumalıyız. Unutmayalım ki bu, Rabbimize, ecdadımıza ve neslimize karşı görevimizdir. Vakfiyelerde bu şartlara uymayanlar hakkında vakıf sahibinin bedduası yer alır. Kanun-ı Sultan Süleyman’ın vakfiyesinde şöyle beddua edilmiştir.

“…Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, feshedilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikap etmiş olur. Böylece günahkârlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun…”

Aynı vakfiyede vakfın esaslarına riayet edenlere ise şöyle dua edilmiştir:

"Her kimse ki; vakıflarımın bekasına özen gösterirse, ve gelirlerinin artırılmasına itina ederse, bağışlayıcı olan Allah Teâlâ'nın huzurunda ameli güzel ve makbul olup, mükâfatı sayılamayacak kadar çok olsun, dünya üzüntülerinden korunsun ve esirgesin.”

Bahattin TURGUT
Vaiz/Sultanbeyli/İstanbul​

1 Al-i İmran, 3/92
2 Ebu Davud, Vasaya 14


 

DeRSaaDeT

Islambol
KADİR GECESİ


Muhterem Müslümanlar!

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı Ramazan ayının yirmi yedi’nci gecesi; yani bu akşam Kadir gecesidir. Kadir gecesi içinde kadir gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu gecenin faziletini belirten müstakil bir sure vardır. Bu sure Kadir suresi’dir ki Rabbimiz şöyle buyuruyor. “Şüphesiz biz onu (Kur’an-ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de inerler. O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”(1)

Kıymetli mü’minler!

Bu geceye Kadir gecesi denilmesi çok şerefli, bereketli, faziletli ve kıymetli olmasından dolayıdır ki; Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bu gece inmeye başlamıştır. Bu gecede yapılan ibadet, içinde kadir gecesi bulunmayan bin ayda yapılan ibadetten daha faziletlidir. Gelecek bir seneye kadar olacak olan olaylar Allah Teala’nın izniyle ilgili

meleklere bildirilir. Bu gecede yer yüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner. Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her mü’mine selam verirler. Bu gece tan yerinin ağarmasına kadar esenliktir vardır. Her türlü kötülükten uzaktır.

Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber genellikle Ramazanın yirmi yedinci gecesi olduğu tercih edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun hangi gece olduğunu belirtmemiş, ancak: “Siz Kadir gecesini Ramazanın son on günü içindeki tek rakamlı gecelerde arayınız.” (2) diye buyurmuştur.

Aziz Kardeşlerim!

Allah Teala bir takım hikmetlere dayanarak kadir gecesi dahil bazı önemli olan olayları gizli tutmuştur. Bunlar: Cuma günü dua’nın kabul olunacağı saat, beş vakit namaz içinde salat-ı vusta, isimleri içinde ismi azam, bütün taatlar ve ibadetler içinde rıza-i ilahi, zaman içerisinde kıyamet ve hayat içerisinde ölümdür. Bunların gizli tutulmalarının sebebi mü’min’lerin uyanık, dikkatli ve devamlı Allah’a ibadet ve taat içerisinde olmalarını sağlamaktır.

Bu nedenle mü’minler bu geceyi gaflet içinde geçirmemeli; ibadet ve taatle geçirmelidirler. Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayet etmiş olduğu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.”(3) Öyleyse bu geceyi; namaz kılarak, Kur’an okuyarak, tevbe ve istiğfar ederek ve dua ederek değerlendirmeliyiz.

Hutbemi Peygamber Efendimizin (s.a.v) duası ile bitirelim. Hz. Aişe validemiz (r.a) demiştir ki; “Ey Allah’ın Resulü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim? diye sordum. Rasulüllah (a.s): “Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affet” diye dua et buyurdular.” (4)

Bu vesile ile Mübarek kadir gecenizi kutlar; tüm İslam alemine, vatanımıza ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah!tan niyaz ederim.


HAZILAYAN: ADEM AKBURUN

ÜNVANI : Yukarıçiğil Kasabası Yeni Mahalle Yeni Cami İmam-Hatibi

ILGIN / KONYA


Konya Müftülüğü’nün 26.08.2011 Tarihli Hutbesidir.



1-Kadir suresi 97 / 1-5

2-Buhari Leyletü’l-Kadir 3

3-Buhari Kadir 1

4-Tecrid-i Sarih Tercemesi IV-314
 

DeRSaaDeT

Islambol
Cami ve Cemaatin Önemi




Tevbe Suresi (9)/18. Ayet​

CAMİ VE CEMAATİN ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar!

Toplayan, bir araya getiren anlamlarını taşıyan camilerimiz; biz müslümanların birliğini, beraberliğini, eşitliğini sembolize eden, kardeşlik ruhunu pekiştiren, hep birlikte Allahü Teâlâ’ya ibadet ve dua ettiğimiz kutsal mekânlarımızdır.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in daha hicreti esnasında Kûba Mescidi’ni, Medine’ye kavuşunca da Mescid-i Nebevi’yi bizzat taş taşıyarak, ashabıyla birlikte inşa etmeleri, camilere verdiği önemin en güzel göstergesidir. Rabbimiz mescitlerin inşasıyla ilgili olarak: “Allah’ın mescitlerini sadece Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allah’tan korkan kimseler imar eder.”[1] buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) de: “Bir kimse, Yüce Allah’ın rızasını gözeterek bir mescit inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk hazırlar” [2] buyurarak cami inşa etmenin sevabına işaret etmişlerdir.

Muhterem Müslümanlar!

Camiler, İslam’ın ilk yıllarından beri birçok amaçla kullanılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) döneminde mabet, mektep, mahkeme, diplomatik görüşme yeri gibi birçok alanda hizmet veren camiler, hep hayatın merkezinde olmuştur. İslam cemaat dinidir. Müslüman ibadetinde de, sosyal hayatında da cemaat olmayı başarabilen ve cemaatten ayrılmayan kişidir. Bu manada cemaat, camilerin sadece ziyneti değil, aynı zamanda varlık sebebidir. İnsan topluluğu manasına gelen cemaat, fıkhî manada, namazı imamla birlikte kılan topluluğu ifade etmek için kullanılır. Dinimizde cemaat halinde ibadetin teşvik edilmiş olması, hatta bazı ibadetler için şart koşulması çok manidardır. Hz. Peygamber (s.a.v) cemaatle namaza katılma konusunda şöyle buyurmuştur. “İnsanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki fazilet ve sevabı bilselerdi, emekleyerek bile olsa mutlaka camiye, cemaate gelirlerdi” [3]

Cemaatle kılınan namazların sevabıyla ilgili olarak da; “Bir kimsenin cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşı pazarda kıldığı namazdan yirmi beş kat daha fazladır. O kimse abdestini güzelce alıp, sonra sadece namaz kılmak maksadıyla mescide giderse attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir hatası da silinir”[4] buyrularak alacağımız mükâfat bizlere müjdelenmiştir.

Muhterem Müslümanlar!

Camilerimiz İslam’ın manevi mührüdür. Cemaat ise müslümanlar arasındaki mevcut manevi bağın en önemli delillerinden biridir. Bu sebeple namazlarımızı camilerde kılmaya özen göstermeli, çocuklarımızı da teşvik etmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ağır hasta olduğu zamanlarda bile ashabından iki kişinin omuzlarına yaslanarak cemaate iştirak etmiştir.

Muhterem Müslümanlar!

Camilerimizi temiz tutmak, kirli elbise veya ağız kokusuyla cemaati rahatsız etmemek, camiye gelen çocuklara karşı hoş görülü ve yumuşak davranmak konusunda da hassas olalım. Camilerimizin sadece maddi anlamda değil, manevi anlamda da imarına gayret gösterelim. Unutmayalım ki cemaatsiz cami yanmayan kandil gibidir.

HAZIRLAYAN: Lütfi TOPÇU

ÜNVANI: Mehmet Akif Ersoy C. M. Kayyımı Selçuklu / KONYA

Konya Müftülüğü’nün 30.09.2011 Tarihli Hutbesidir.


[1] Tevbe, 9/18
[2] Buhari, Salat, 65
[3] Buhari, Ezan, 9
[4] Buhari, Ezan, 3
 

innuendo

HANZALA
Kadİr gecesİ

بسم الله الرحمن الرحيم



إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْر (1)وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ(2) لَيْلَةُ الْقَدْر خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ (3) تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ(4) سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ(5


وقالالنَّبِىُّ عليه السلام: مَنْ قاَمَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ اِيمَاناً وَاحْتِسَاباً
ُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ

KADİR GECESİ

Muhterem Müslümanlar!

Orucu, teravihleri, mukabeleleri ve daha nice güzellikleriyle gönüllerimizi ve camilerimizi şenlendiren Ramazan ayının son günlerine yaklaşmış bulunuyoruz. Aynı zamanda bin aydan hayırlı olan Kadir gecesine kavuşuyor olmanın sevinç ve heyecanını yaşıyoruz. Önümüzdeki Salı gününü Çarşamba gününe bağlayan gece Kadir Gecesidir. Hepimize mübarek olsun.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen tek ay Ramazan ayı, tek gece de Kadir gecesidir. Kadir gecesini bu derece değerli kılan en önemli sebep Kur’an-ı Kerimin bu gece de indirilmiş olmasıdır. Nitekim Allah (c.c) Kadir gecesinin bu fazileti hakkında şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz, biz onu (Kur’an-ı Kerim’i) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gece de Rablerinin izniyle her türlü iş için iner dururlar. O gece, fecre kadar bir esenliktir.” 1


Muhterem Mü’minler!

Rahmet-i ilâhiyyenin yeryüzünü doldurduğu bu geceyi nafile namaz kılarak, Kur’an okuyarak, zikir, tesbih, ve dua gibi ibadetlerle ihya ederek ilahi rahmetten istifade etmeye çalışalım. Çünkü Sevgili Peygamberimiz bu geceyi ihya edenlere şu müjdeyi vermektedir: “Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan bekleyerek kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affolunur.2

Bir başka hadis-i şeriflerinde ise: “O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Kim onun hayrından mahrum kalırsa pek çok şeyden mahrum kalmıştır”3 buyurarak bu gecede gaflet içinde olmama hususunda bizleri ikaz etmektedir.

Her konuda olduğu gibi, Kadir Gecesinin ihyasında da Resulullah (s.a.v) ile onun ashabını örnek alalım. Onların bu gecede yaptıkları ibadetleri, tavsiye ettikleri duaları bizler de yapmaya gayret edelim. Nitekim Hz. Aişe validemiz, bir gün Efendimiz (s.a.v)’e: Ey Allah’ın Rasûlü Kadir gecesine ulaşırsam nasıl dua edeyim? diye sordular. Peygamberimiz (s.a.v) de: “ Ey Allah’ım, şüphesiz sen çok affedicisin. Affı seversin. Beni de af eyle”4 diye dua edersin buyurdular.

Değerli Mü’minler!

Sayısız manevi güzelliklerin yaşandığı ve mükâfatların sınırsız olarak verildiği bu gecede; nefis muhasebesi yaparak gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulamalı, hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmeli, iyi ve güzel davranışlarımızı artırmaya, kötü davranışlarımızdan da uzaklaşmaya karar vermeliyiz. Bu geceyi idrak ederken, geceye değer veren Kur’an-ı Kerim’in bize gösterdiği hakikat yolunu, ufkumuzu aydınlatan nurunu rehber edinme azmini ortaya koymalıyız.

Bu gece, Yüce Allah’ın bizlere ilim, hikmet ve ihlâs vermesi, doğruyu bulduktan sonra kalplerimizi saptırmaması ve bizi affetmesi için dua edelim. Acı ve sıkıntı içindeki yüzlerin gülmesi ve gözyaşı dökerek yaşamak zorunda kalan insanların kurtuluşu, insanlığın bağışlanması ve mutluluğu için dualar edelim.

Cenâb-ı Hak, Kadir Gecemizi hepimiz hakkında hayırlara vesile kılsın! Oruçlarımızı, zekâtlarımızı, her türlü ibadet ve hayırlarımızı kabul eylesin!


İdris GÜRSOY
Mehmet Zahit Kotku Camii İmam-Hatibi
ESENYURT​

1 Kadir 97 /1-5
2 Buharî, Leyletü’l-Kadr, 1
3 Nesâî, Sıyam, 5; Ahmed, 2/230
4 Tirmizî, Sünen, “Deavât”, 84
 

innuendo

HANZALA
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَعَنِ الصَّلَاةِ فَهَلْ أَنْتُمْ مُنْتَهُونَ

و قال النبي صلي الله عليه وسلم : مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَامًا قَطُّ خَيْرًا مِنْ أَنْ يَأْكُلَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ


KUMAR VE ŞANS OYUNLARI

Değerli Müminler!

Cenâb-ı Hak en değerli varlık olarak yarattığı insanoğlunu sayısız nimetlerle donatmıştır. Vermiş olduğu nimetlerin meşrû ölçüler çerçevesinde kullanılmasını da emretmiştir. Dinimiz kazancın helâl yollardan olmasını istemiş, haram kazancı kesinlikle yasaklamıştır. Kişinin kazancına haram karıştıran sebeplerden biri de kumardır.

Günümüzde hızla gelişen iletişim teknolojisi kumar ve şans oyunlarına yeni yöntemler getirmiştir. Bugün sanal ortamda büyük kitlelerin katılımıyla sayısız kumar çeşidi yaygınlaşmış astronomik rakamlardan oluşan korkunç bir sektör haline gelmiştir. Müslümanlar yoğun propaganda bombardımanı altında ve masumane faaliyetler gibi sunulan çeşitli haksız kazanç yolları konusunda dikkatli olmalı, bunlardan uzak durmalıdır.
Dinimiz, başkalarının mallarını meşrû olmayan yollarla almayı ve yemeyi haram kılmıştır. Âyet-i kerime’de “Mallarınızı aranızda bâtıl (boş ve haksız) yollarla yemeyin, ancak karşılıklı rızâya, gönül hoşluğuna dayalı bir ticaret sonucunda yiyin”1 buyrulmaktadır.

Muhterem Müminler!

Sevgili Peygamberimize (s.a.v) “Hangi kazanç en temiz ve en helâl yolla elde edilmiş olur?” diye sorulduğunda cevâben: “Kişinin el emeği ile ve kimseyi aldatmadan yapmış olduğu meşrû ticâret yoluyla elde ettiği kazançtır”, “Hiçbir kimse asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir buyurmuşlardır. 2

Hâlbuki kumarda birbirlerini aldatma çabaları vardır.

Kumar ve şans oyunları tutkunları sürekli rakiplerini yenme ve elindekini alma duygusunun esiridirler. Kaybettiğinde karşısındakine hırs ve kin hisleri artar. Kaybettiklerini kazanmak için tekrar tekrar oynar. Ruh ve beden sağlığını kaybeder. Nitekim aile saadetinin kaybolmasının sebeplerinden birisi de kumardır.

Aziz Müminler!


Kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar hakkında Cenâb-ı Hak, Mâide Sûresi’nde meâlen şöyle buyuruyor: “Ey imân edenler! İçki, kumar, (tapınmak için) dikili taşlar, fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” 3

Kazancın helal olması için İslam’ın meşru saydığı yollarla elde edilmesi şarttır. İslâm’ın helal saymadığı yollarla elde edilen kazanç karşılıklı rızaya dayansa da helal olmaz. Kumar ve benzeri oyunlarda da tarafların rızası olsa bile Allah’ın rızası yoktur. Bu tür oyunlarda kaybeden taraf verdiğine razı görünse bile çoğu kere içinden razı olması mümkün değildir. Öte yandan kumar, diğer birçok eğlence ve aldatma çeşidi gibi, işsizliğin, fakirliğin, sınıflar arası dengesizliğin büyük çapta olduğu toplumlarda âdeta bir umut sömürüsü olarak salgın bir hastalık halini almaktadır. Bu sebeple büyük bir kesim mağdur olmaktadır.

Sonuç olarak kumarın ve her türlü haksız kazancın taraflar arasında kin, nefret ve düşmanlığa yol açması kaçınılmazdır. Bunlar yanında, kumarın sebep olacağı toplumsal yaralar, doğuracağı facialar gün gibi açıktadır. Bütün bunları gören, bilen ve üzerinde fikir yorabilen kişilere, Kur’an’ın ifadesiyle şöyle sormak gerekir: “Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” 4

1Nisâ 4/29.
2Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned,; IV, 141; Buhârî, “Büyû”, 15.
3Mâide, 5/91-92.
4Maide 5/91



Abdulkadir KAYA
İhlâs Marmara Camii İmam-Hatibi/ Beylikdüzü/İstanbul
 

innuendo

HANZALA
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
و قال النبي صلي الله عليه وسلم : لَتُؤَدُّنَّ الْحُقُوقَ إِلَى أَهْلِهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُقَادَ لِلشَّاةِ الْجَلْحَاءِ مِنَ الشَّاةِ الْقَرْنَاءِ


KUL HAKKI

Muhterem Müslümanlar!

Yaşadığımız bu fani hayat elbette bir gün son bulacak, ebedi hayat başlayacak ve herkes bu dünyada yaptığının hesabını verecektir. Orada inceden inceye hesaba çekileceğimiz hususlardan birisi de kul haklarıdır. Bunların bir kısmını ana-baba hakkı, evlat hakkı, karı-koca hakkı, komşu hakkı, akraba hakkı, işçi-işveren hakkı şeklinde sıralamak mümkündür. Akıllı ve basiretli insanlar hak ve hukuka saygı göstererek, hesap gününe kendilerini hazırlar. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır ki; kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak ve herkes iyi veya kötü yaptığının karşılığını görecektir. Nitekim hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimede “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı kötülük işlemişse onun (karşılığını) görür.” buyrulmaktadır. 1

Peygamberimiz (s.a.v.) de kimsenin hakkının kimsede kalmayacağına şöyle işaret buyurmaktadır: “Kıyamet gününde haklar mutlaka sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun bile boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.2

Aziz Cemaat!

Peygamberimiz (s.a.v.) hayatının son günlerinde hastalığı esnasında mescitte minbere çıkarak “Ey insanlar! Belki yakında aranızdan ayrılacağım. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile gitmekten daha ağır bir şey yoktur. Kimin bende bir alacağı varsa işte malım gelsin alsın. Kime yanlışlıkla veya kasten vurmuşsam işte sırtım gelsin vursun. Bu konuda asla çekinmeyin. Şunu bilin ki, içinizde bana en sevimli olan bende olan hakkını alan veya bana hakkını helal eden kişidir” buyurmuşlardır.” 3

Bir peygamber olarak Allah’ın Resulü kul hakkından bu derece çekindiyse bizler bu hususta çok daha dikkatli olmalıyız. Zira kul hakkı ile Allah’ın huzuruna çıkarsak ihtimaldir ki kazandığımız bütün sevapları hak sahiplerine vermek zorunda kalabiliriz. Dünya hayatında bütün malını kaybeden kişi iflas etmiş sayıldığı gibi âhirette de kul hakkından dolayı bütün sevaplarını hak sahiplerine vermek durumunda kalanlar hakiki müflislerdir. Peygamberimiz onların hallerini şöyle açıklamıştır: “Ümmetimin müflisi kıyamet gününe namaz, oruç ve zekât ibadetlerini ifa etmiş olduğu halde gelir. Fakat aynı zamanda ona-buna sövmüş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanını dökmüş, onu-bunu dövmüştür. Bu kişinin iyiliklerinin sevabından hak sahiplerine verilir. Borcu ödenmeden sevabı biterse diğerlerinin günahları ona yüklenir, sonra da cehenneme atılır.” 4

Sevgili Kardeşlerim!

Müslüman, kul haklarına son derece titizlik göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını üzerine geçiren kimse o hakkı dünyada ödemek ve helalleşmek suretiyle kendisini kurtarmaya çalışmalıdır. Dinimizin, ölen bir müslümanın mirasından öncelikle borçlarının ödemesini istemesi de kul haklarına verilen önemi gösterir. Hak sahibine hakkını vermeyenler, iftira ve dedikodu yaparak insanlar arasında huzursuzluğa sebep olanlar, başkasına ait mala ve cana zarar verenler, işçisinin alın terini ödemeyenler, işini dürüstçe yapmayanlar, su ve elektrik gibi hizmetleri kaçak kullananlar âhirette iflasla yüz yüze gelebilirler.

Herkesin hak ve hukukuna saygılı olalım. Kul hakkıyla Allah`ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Kul hakkını, hak sahibi affetmedikçe Allah`ın affetmeyeceğini bilelim. Dünyadaki birçok kötülüğün, kul hakkına riayet edilmediğinden kaynaklandığını unutmayalım. Hutbemi bir hadis-i şerif mealiyle bitiriyorum: “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu, zarar görmediği kimsedir.”


Halit Öksüz
Hasan Yavuz Camii/İmam-Hatibi/Beykoz​

1Zilzâl, 7-8.
2Müslim, “Birr”, 60.
3İbn Sa’d, Tabakât, II, 255.
4Müslim, “Birr”, 59.


 

innuendo

HANZALA
YETER Kİ GÖNÜLLER ENGELLİ OLMASIN

Kardeşlerim!

Bazı bedensel kusurları sebebiyle topluma katılmaktan çekinen ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden, Zâhir isminde bir sahâbî vardı. Zâhir, Efendimiz (s.a.s)’e her gelişinde, yetiştirdiği ürünlerden hediyeler takdim ederdi. Zaman zaman pazardaki alışverişlerinde de Zâhir’e yardımcı olan Peygamberimiz kendisini çok sever ve ona sürekli iltifat ederdi.

Bir gün Zâhir, Medine pazarında çölden getirdiği ürünleri satarken, Efendimiz (s.a.s.), sessizce gelip Zâhir'in gözlerini kapattı ve şakayla: “Bu köle satılıktır; almak isteyen var mı?” diye seslendi. Zâhir, boynu bükük ve hüzünlü bir edâ ile: “Yâ Rasûlallah! Vallahi benim gibi değersiz bir köleye kuruş veren olmaz!” deyince; Peygamber Efendimiz: “Hayır! Sen, hiç de değersiz değilsin! Aksine Allah katında çok kıymetlisin!" buyurdu. Şefkatiyle herkesi kucaklayan Rahmet Peygamberi, bu tavrıyla asıl önemli olanın insanî değerlerle donanmak, her ne olursa olsun dünyada varoluşumuzun gayesini unutmamak olduğuna işaret etti.

Değerli Kardeşlerim!

Hepimiz bir imtihan dünyasında yaşamaktayız. İmtihan ise herkesin gücüne ve sahip olduğu nimete göredir. Âdem (a.s) ile Havva annemizden günümüze değin insanlık, türlü imtihanlara tâbi tutulmuştur ve kıyamete kadar da tutulacaktır. Kimileri malıyla, kimileri evladıyla, kimileri canıyla ya da fiziksel bir engelle denenir kulluk yolunda. Bu imtihan süreci sabır ve metanetle geçirilirse Rabbimiz tarafından vaat edilen nimetler bizim olacaktır.

Kardeşlerim!

Rabbimizin hikmeti gereği birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de engelli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Gerek doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye, başarıya ve nihai hedefe ulaşmaya asla engel değildir. Engelli olduğu halde azimle, inançla kararlılıkla çabalayan ve tarihe adını yazdıran nice abide şahsiyetler vardır. Yeter ki insanların önüne engeller konulmasın. Yeter ki gönüller engelli olmasın, engel tanımasın.

Engelli olmak, hor görülme, itilip kakılma sebebi de değildir. İnsanlar, kendi tercihi olmayan durumlardan dolayı hiç kınanabilir mi? Hepimiz, görünüşe değil; gönle değer veren Allah’ın kulları değil miyiz? Bizim Peygamberimiz, “Allah sizin görünüşünüze, malınıza, mülkünüze bakmaz; yalnızca kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurmaz mı? Dinimize göre asıl üstünlük, Allah’a yakın olmak ve insanlığa hayırlı hizmetler sunmakta değil midir? Elbette ki öyledir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Dinimiz insanı, zübde-i kâinât ve eşref-i mahlûkât olarak görür. İlahi hikmetlerle dolu Yüce Kitabımızda ise, her türden insanın; sağlıklı ve hastaların, engelli ve sağlamların, inananlar ve inkarcıların, zenginler ve yoksulların, şükredenler ve nankörlük edenlerin, kadınlar ve erkeklerin, yaşlılar ve gençlerin tasviri hep birlikte zikredilir.

Yüce Kitabımızda, Musa gibi dilinde düğüm olanlar, evlat hasretiyle döktüğü yaşlar sonucu gözlerini kaybeden Yakup’lar vardır. Yakalandığı amansız hastalıktan dolayı bîçare hale gelen fakat yine de isyan etmeden Rabbine sığınan Eyüp’ler vardır.

Kerim Kitabımızda, gözleri görmeyen Abdullah İbni Ümmi Mektum’u farkında olmadan incittiği için, âlemlerin Rabbi tarafından ikaz edilen Son Peygamberin hatırası vardır. O Peygamber ki, daha sonra o zâtı defalarca Medine’de kendi yerine vekil olarak bırakmıştır. Yine O Peygamber ki, ortopedik engeli bulunan Muaz b. Cebel’i genç yaşına rağmen vali tayin etmiştir. Bunları yaparken ise Efendimiz, fiziksel özellikleri değil, liyakati, aklı ve bilgiyi öncelemiştir.

Kardeşlerim!

Dinimiz, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, güçsüzün eli, konuşamayanın dili olmayı sadaka kabul eder. Buna mukabil, engelli birine engel olmayı, rahatsızlık vermeyi ise lanetler. Unutmayalım ki asıl engelliler aklını, gönlünü, kalp gözünü, elini, dilini bilgiye, şefkate, merhamete, hikmete ve ilahi gerçeklere kapayıp, insanlığını ayaklar altına alanlardır. Engelli pek çok kardeşimizin, engin gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabileceğini göz ardı etmeyelim.
 
Üst