Bir Yudum Edebiyat

''Büyüklerle ben yapamıyorum,
çocuklar da almıyor beni oyunlarına.
Devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak,
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana.''

 
Kıyametin eylülde kopacağını biliyordu. Başka hangi ay kaldırabilirdi bu fesadı,
hangi ay yerin ağırlıklarını atmasına yardım ve yaltaklık edebilecek cesareti gösterebilirdi.
Ve eylül;
Sabah kuduz bir it, intihar etmiş olarak bulundu.
İçinden boğulmuş bir kız çıktı.
 
Büyüdükçe,
sentetik zamanlara
kangren ayaklar bastım,
izi kaldı
ömrümün...

Kara çaldılar yüzüme
bütün kara parçalarında
elbette
"afrika dahil"
parça başı çalışan
kiralık katildi zaman.

Gülüşüm sivas yangını,
ağlarsam kızma...
ölmek bile
yakışıyor bazı adama..
 
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.


Cemal Safi




<B>
Yalnızlığın kızıl akşamlarında
maviler sarardı benliğimi
ta ki...
maviyi benden çalmandan önce..
</B>

 
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..

Nazım HİKMET

 
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

Yılmaz Güney

 
Niyetim seni yakmaktı,

Ateşinden bir kıvılcım sıçradı,

Bende tutuştum…
 
Bazı insanlar vardır az konuşarak kapatırlar kendilerini dış dünyaya ,bazı insanlar ise çok konuşarak kapatırlar kendilerini. Büyük laf yığınları içinde bulamazsınız onları .Hani kimseelrin uğramadığı metruk köşkler vardır , bahçesindeki gelişigüzel büyümüş ağaçlardan görünmez olmuş köşkler. Sarmaşıklar sarmıştır her yanlarını .İşte çok konuşan bazı insanlar , kaygılarıyla baş etmeye çalışırken o köşkler gibi, yaprakların, kelimelerin arkasına saklarlar kendilerini, farkında olmadan. Nice mantıklı kelime söylerler ama duygularını göremezsiniz arada..
 
Sıvazlanmaya mahkum yüreğim..
Bir gül demeti bulursa, belki o zaman tüm yalınlığı geçerdi cümlelerimin.
Ve şiltesinde ömrümün iki adımlık bir serüven olurdu hayat..
Buruk bir akıl üstüne sakladığım gönlüm, aşikâr cümleler kurmaktan korkuyordu.


Belli ki, çok incinmişti..

 
Susuyorum...

Susuyorum....
Kuruttuğum tüm kelimeleri toplayıp avuçlarıma,
Silerek her satırını yazdıklarımın....
Unutarak söylediğim her cümleyi,
Vazgeçerek beklediğim tüm cevaplardan,
Susuyorum....
 
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
 
Sen istinyede bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
 
Senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu
Nasıl duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum
Nasıl nasıl bakıyor bana
Böyle merhametten uzak
Git diyorsun
Nereye gideyim
Ümitlerim ne olacak
Bunca şiirleri kim söyleyecek sana
Kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini


 
bir de masallar var sonra
az gidip uz gittiğin arpa boyları
periler ülkesindeki şekerden evin
sen dokundukça altına dönüşen dünya
bir varmış deyip
bir yokmuş demek istemiyorum.



 
Şöyle dolu dizgin bir aşık olasım var! Kana kana, tüm özgür irademi kullanıp, saçmalayarak aşık olmak isteğim var.

Aşık olduğun zaman ile olmadığın zaman arasındaki fark, mantıklı davranmak ise; benim gönlüm mantıksızlıktan yana. Aşık olup kendi içimde kaybolmak istiyorum.

O şanslı her kim olacaksa, onu düşünüp, yemeden içmeden kesileyim. Saatler o kadar çabuk geçsin ki, gün nasıl ölmüş anlamayayım.

Gözümün biri hep telefonda olsun, bir mesaj sesine heyecan duyayım. Otobüse binip, ineceğim durağı kaçırayım.

Sokağa çıkıp amaçsızca, caddeler boyu dolaşayım. Yağmur bastırsın aniden, insanlar etrafa koşuşurken, ben yüzümde salak bir gülümsemeyle yürümeye devam edeyim.

Tam bunları yaşamaya kuruyorum yüreğimi, ruhum aşka doğru dönüyor; aklım giriyor devreye. Sonra diyor, ya sonra?

Önüme geliyor resimler, tadım kaçıyor. Vazgeçmeye başlıyorum aşktan da, ilişkilerden de! Bir garip hüzün gelip çöküyor göğsüme, geçmişin sisleri arasında dolanıyorum. Hevesim kaçıyor.

Hep aynı film dönecek bu sinemada, başrol oyuncuları değişecek ama kurgu aynı olacak diyorum. Senaryoyu yazana küfür ediyorum sessizce, içimi umutsuzluk kaplıyor.

Sonra, aşık olunca devre dışı kalmasını istediğim mantığımın sesini duyuyorum: “Savrulma kendi içinde!” Aşk, sadece senin için var! Sen güzel hisset, iyi yaşa diye var.

Önüne ardına bakmadan, yaşa gitsin. Hesap sorma, hesap alma, kırılma ve kırma, sadece tadına var. En sevdiğin yemeyi yer gibi, Tanrı’ya dua eder gibi, sevdiğin bir kitabı okumak gibi, sevişmek gibi; aşkın tadını çıkar.

Aşık olasım var benim! Güneşe, çiçeğe, denize, toprağa, bir şiire, bir adama….



 
Sevda bu şehrin neresinde?
ürkmüş yalanlar, kimsesiz sokaklar
caddede bir ışık, gökyüzünde ay...
gece dolanır kanatlarına, ağır yalnızlığı
misal gölgeler caddesinde küçük bir yüz
ifadesi çelimsiz, bakışları ise buz
elini uzatıyor yokluğa,
gördüğü deniz maviyi arzuluyor sonsuzca
kendinden kattıkları engin yosunları, siyah derinliği
nedensiz bir ırmaktan dökülüp varıyor boşluğa
iki çocuk, ağlıyor nedensiz
biri ay'a bakıyor diğerinin tek gördüğü kapkaranlık deniz
ırmağa atlıyor süzülüp yok olacak boşlukta...
tekerrür etmeyecek gözyaşları gecenin kanadında.

umudun güncesi
 
Yoksullukla çok erken tanıştım. Üç kardeş bir yorganı boylamasına paylaşırdık eskiden. Kendileri için yorganın yakılmadığını gören pirelerimiz oldukça çoktu. İkna edemiyorduk, hepsi yastıktan aşağıya atlayarak intihara teşebbüs ediyordu.
Rutubeti de bilirim, asılmanıza üç gün kala âşık olmak gibi bir şeydir, uyumanıza hep üç dakika vardır ve vücudunuzdaki tüylerin hepsi asi birer termometre olmuş ve cıvanız dibe vurmuştur. O zamanlar bilseniz, alkolik Fahrenheit’in krizleri sonucu termometrenin içindeki alkolü içip, karısının korkusundan o aleti cıva ile çalıştırabildiğini, ne anası kalırdı, ne de bacısı onun. Ama çok yoksullar şunu da bilirler, rutubetli evde bayat ekmek sorunu olmaz hiç, kabarık sıvalar doğal bir duvar kağıdı görüntüsü verirler. Yoksulluk da böyle bir şeydir işte; kahvede hesap ödememek için kafanız çatlar kağıtları, taşları saymaktan. Kaleminiz bitmesin, kalemtıraşta striptize yeltenmesin diye tırnaklarınız uzatır, onlarla yazarsınız. Hem sizi herkes gitar çalıyor diye bilir.
Yoksulluk eğlencelidir, ‘bungee jumping’ gibi, tek farkı vardır, sizi hayata bağlayan ip Salı pazarındadır genelde, güvenemezsiniz. Ya da babanızın kazağı sökülmüş, aynı iple üç kardeş birer kazak örülmüştür. Bu da fark etmez bu sefer de içten donarsınız babanızın arkasından bakıp.
Derken, gözlerinizin kızardığını fark eden anneniz hep soğandan ağlar, böylece siz mahsusçuktan yaşamayı öğreniverirsiniz.
 
Bekleselerdi

Niçin anlamaz şu insanlar?
Meyve toplamak için ağaç taşlarlar
Bekleselerdi…
Onlar kendilerinden düş...eceklerdi.

Peşinden koşarlar küçük çıkarların,
Nefes nefese kalırlar.
Bekleselerdi…
Onlar kendilerinden geleceklerdi.

Fakat şu anlamsız savaşlara ne demeli?
Hele kardeşin kardeşle kavgası neden?
Bekleselerdi…
Onlar zaten öleceklerdi…

 
Bu dünyada yaşamak

can sıkıcı bir şeydir baylar..

Edip Cansever.
 
Geri
Üst