Böyle yalan olmaz.
Adam yazıyor; "Atatürk deccaldir" kaynak "said nursi"
Kaynağa bak hizaya gel.
Birincisi Deccal Atatürk olsa onu kimse Bedüizzaman'ın elinden alamaz.Çünkü Deccalin öleceğini biliyoruz.
Böyle bişi tamamen asılsıuz ve iftiradır zaten Deccal tipi asla Atatürk le örtüşmez hem fiziki hem kişiliği.Atatürk dürüsttür ama Deccal dünyanın en büyük yalancısıdır.
İkincisi Deccal kişilikten öte fikir akımıdır Allahu Alem kişiiğide vardır ama önemli olan yaydığı akımdır.Deccal Atatürk'ten hemen önce doğmuştur ve bu yıllarda ölecektir ki ben öldüğüne inanıyorum.Öldüren Hz.Mehdi(as) ın dünyada oluşudur Mesih Deccal i de Hz.İSa(as) öldürecektir ama Mesih Deccal mühim değildir.
Lütfen bilip bilmeden bişileri ortaa atmayalım...
Yine de en doğrusunu Allah bilir.
Bir Karşı Devrim Hareketi Olarak Nurculuk
İslamcılarla emperyalizm arasında dünya çapında bir ittifak vardır. Emperyalizm halkı müslüman olan ülkeleri pençeleri arasında tutabilmek için feodal güçleri kendine bağlar. Etnisiteyi kışkırtır. Dinsel fanatizmi azdırır.
Türkiye bu ittifaktan olumsuz etkilenen ülkelerin başında gelir.
Kemalizm yıllarında yer altına inen tarikatlar çok partili rejime geçtikten sonra hızla yaygınlaştılar. DP ve AP dönemlerinde cami yaptırma, yurt ve kuran kursu dernekleri yurdumuzun en ücra yerlerine kadar yayıldı 1980 cuntası ve arkasından başlayan ANAP dönemlerinde devlet kadrolarının tarikatlar tarafından istila edildiğini görmekteyiz. 1950’lerden beri hükümette bakan düzeyinde temsil edilen siyasi dincilik Özal’la birlikte tek başına hükümet kurmaya başladı.
Şu anda özellikle nakşibendiler ve nurcular devlet kadrolarında etkin durumdadırlar. Hükümet ele geçirilmiş, parlamentoda büyük bir ağırlık elde edilmiştir. AKP’nin başında bulunanlar Türkiye’deki nakşibendiliğin en önemli kolları olan İskenderpaşa ve İsmailağa cemaatlerine bağlıdır.
Cumhuriyet döneminin en büyük karşıdevrim hareketlerini nakşibendililer ve nurcular örgütlemişlerdir. Nakşibendiler cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki isyanlara imza atarken, nurculuğun en yeni gösterimi olan FG cemaati ise 1980’li yılların başından itibaren ABD desteğiyle beslenmiş ve son yıllarda Nakşibendilerle kol kola vererek Türkiye’nin siyasal rejimini değiştirmeye soyunmuştur…
FG cemaatine ilişkin çok sayıda yayın var. Güncel siyasi gelişmelerde sürekli adı geçtiği için okuduğunu anlayabilen herkes bu konuda bir fikir sahibidir. Genelde cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı ile tanınır. Cemaatin amacı devleti ele geçirip siyasi rejimi emperyalizme bağlı dinsel bir yapıya dönüştürmektir.…
FG Nurcudur…Bizim konumuz da nurculuktur…
Nurculuk tarikatının kurucusu olan Said-i Nursî tutarsız, hezeyan dolu, akıl sağlığı sorunlu ve cahildir. Yazıp dağıttırdığı “nur risaleleri” ise akla da, bilime de, İslâm’ın temel kaynaklarına da aykırıdır…
Ve böyle bir akım milyonlarca insan üzerinde etkilidir.
Bu şaşırtıcı durum nasıl oluyor?
Cahil kitlelerin dinin gizemli dünyasına kapılmaları, mucizelere inanmaları, kurtuluşu onlardan beklemeleri son derecede kolay olmaktadır. Yoksul, aç, cahil kitleler gerçek yaşam içinde hep ezilmektedirler. Kendilerine güvenleri ve gelecekten beklentileri yoktur. Onlar için kurtuluş mucizelere ve öteki dünyaya kalmıştır. Din adına, Allah adına her söylenene kapılmaları çok kolay olmaktadır. Din-iman tacirlerinin sömürü alanı çoğunluğu oluşturan bu kitlelerdir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının –üniversite mezunları dahil- yüzde yetmişi cinlere, büyülere, fallara, astronomiye, türbe ve yatırlara inanıyorsa; bu konularda medyada bol bol propaganda programları varsa başka bir sonuç beklenebilir mi ?!...
Not:Bu paragrafta bahsedilen inanış: cinlerin, falların, astronominin, türbe, ve yatırların olup olmadığına yönelik bir inanış değildir .Bu paragraftaki inanıştan kasıt: Türbeden , büyülerden,fallardan,astronomiden ,cinlerden,şeytanlardan tavşanlardan medet umma inanışıdır. Umarım anlama zaafiyeti yaşayabilecek arkadaşlar için aydınlatıcı olmuşumdur
Elbette ki bu acı durumun sorumlusu en başta siyasi iktidarlardır…
Türkiye için büyük ve derin bir tehlike olarak Nurculuk konusunda her yurttaşın bilgi sahibi olması bu sapkınlığın engellenmesi açısından önem taşımaktadır. Bu konuda edindiğim bilgileri, deneyimlerimi ve araştırarak öğrenebildiğim gerçekleri sizinle paylaşmayı bir görev sayıyorum.
Bu konuda yazılanların ezici çoğunluğu propaganda niteliğindedir. Binlerce yayın, onlarca internet sitesi, tv, radyo, yurtlar, kurslar, evler, camiler, imamlar ve okullar vardır… Tarikatlar her alanda pervasızca at oynatmaktadırlar.
Devlet yönetiminin aymazlık, sapkınlık içindeki görevlileri bu karşıdevrimci hareketi engelleme yerine duruma uyum sağlama eğilimindedir. Görevli kurumlar ve organlar iktidardan çekinmektedirler. Ve her gün insanların saçından tırnağına, yediğinden içtiğine kadar her hareketine fetva veren ilahiyatçılar, Kuran’a ve peygamberin sünnetine aykırı olan tarikat konularında asla konuşmuyorlar. Korkuyorlar. Çünkü meczubun biri (!) Allah adına (!) işe koyulup, silahlanır ve kendilerini cezalandırabilir !..
Sayısız meczup olayının yanında oldukça profesyonel olarak işlenen Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri de bu cezalandırmalara tipik örneklerdir….
Bu yüzden tarikatları eleştiren yayınlar, destekleyen yayınlara oranla devede kulaktır.
said-i nursi ve nur risaleleri
Said-i Nursi (1873-1960) Vahiy yoluyla Kuran’ın açıklanmasıyla görevlendirildiğini söyler. Fakat, Kuran’da belirtilmiş olan iman ve ibadet esasları dışına çıkar.
“Risale” denilen anlaşılmaz, özentili, bozuk bir Osmanlıca ile yazdırdığı broşürleri gizlice dağıtarak taraftar toplamıştır. Cumhuriyet rejimine karşı çıktığı için izlendi, kovuşturuldu, sürüldü.
130 dolayında “risale” (kitapçık) yazdı, yazdırdı ve “nur şakirtleri” dediği öğrencilerine çoğalttırarak dağıttırdı. Şakirtler zamanla o kadar fanatikleşti ki; dilinin bozuk ve anlaşılmaz olması bile onun büyüklüğü sayıldı. O bozuk anlatımda gizli anlamlar arandı. Kendisi de “Nur Meyveleri” adlı risalesinde “bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir alimi olabilir” demektedir !.. (yerseniz, kendisi de zaten birkaç haftada bütün ilimlere sahip olduğunu iddia eder !..)
O kadar ileri gider ki; “eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşallah nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek” diyerek akla ve bilime zarar sözler etmektedir.( sikke-i tasdiki gaybi)
Nurs köyünden olması nedeniyle kendisi için söylenen Nursî sanının önce Kuran’dan tarikatın adına, sonra da kendisine geçtiğini söyleyerek tevil yoluna sapar.. Yani, her şeyi kendi amacına uygun duruma getirir…
Dindar olmayı ancak nurculukta görür. Risaleleri tek ilim kaynağı sayar. İslam dinini kendi tekelinde tutmak ister. “Fihrist” kitapçığında “nurcu” olmayanları Müslüman saymadığını anlatmaya çalışır !..
“Cennete gitmek için Nur risalelerini yazmak, yazdırmak, yayılmasına yardım etmek” şakirtlerinin inancıdır. Ne kadar yayarlarsa o kadar cennetlik olduklarına inanırlar. Üstad böyle demektedir.(Barla hayatı,19)
Nurcular risalelerin Kuran-ı Kerimin biricik tefsiri olduğunu, şeyhlerine ilham (!) gelerek yazdırıldığını iddia ederler. Said-i Nursî’nin sayısız mucize gösterdiğine inanırlar. Hapishanedeyken camide namaz kılması, kapıları kendiliğinden açması,, gaybı bilmesi gibi…O kadar ileri gidilir ki; “Zulfükâr” adlı kitapçıkta hayvanların bile risale-i nurlara hayran kaldıkları (!) anlatılır.. (Neda Armaner, Nurculuk, sf 16)
Nucular, Risalelerdeki duaların her derde deva olacağını anlatılırlar. Bu yüzden ne olduğu bilinmeyen, bozuk Türkçe ve Arapça dualar fırsatçıların elinde halkın kandırılmasına şu anda da hizmet etmektedir…
Meczup saçmalıkları nur risalelerinin ana özelliğidir.
Hüseyin Nihal ATSIZ
Nihal Atsız, Nurcular için şöyle diyor:
“..Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.
…kimse bir şey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.”
Herkesi Kuran’ı ve sünneti öğrettiğine inandırmıştır. Ama kendisi bunlara pek uymaz. okuma-yazma bildiği halde “ümmiyim” der. Cuma namazlarını kılmaz. Kendini “mehdi“ sayar. Oysa kuran ve sünnet anlayışında mehdilik yoktur. “densiz çocuklar yetişir” diye evlenmez. Evlenmeyi müritlerine önermez. v.b…
Ama doğu Anadolu’daki insanlara evlenmeyi ve çok eşliliği önerir.Çünkü orada yaşanan gerçekliğe selam durarak propagandasına devam edip yandaş kazanabileceğini bilir…
Emperyalizmle kol kola
Said-i Nursî Sovyetlere karşı Müslüman-hristiyan ittifakını savunur:
"Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak." (Lem'alar,111,141)
“Sikke-i tasdiki gaybi” kitapçığında -dolaylı olarak-mehdilik iddiasında bulunur. Ve mehdinin en önemli üçüncü görevinden birinin de “İslam dünyasını hilafetle birleştirmek ve İsevi ruhaniyatla anlaşarak islâm dinine hizmet etmek,” olarak tanımlar…
“Savaşta ve felaketlerde ölen masum ve mazlum hristiyanlar da şehit sayılır. Ve ahrette mükâfatları vardır. Hatta kâfir bile olsalar… “ (Kastamonu layihası, s. 75)
Nurcular, Said-i Nursî öldükten sonra “okuyucu” ve “yazıcı” olarak ikiye ayrılmışlardır. Bölünme daha sonra da sürmüştür. Diyanet işleri başkanlığına göre nurculuğun başlıca kolları 1)Yeni Asya grubu 2) Şura grubu (M. Kırkıncı) 3) F. Gülen Grubu 4) Med-Zehra Grubu’dur..
Başta nurcular olmak üzere islâmi denilen tarikat ve cemaatlerle emperyalizm arasındaki ittifak sürmektedir, sürecektir de… FG cemaatinin “medeniyetler ittifakı” teraneleri bunun en güzel kanıtıdır… AKP iktidarı bu görüşe sıkıca sarılmıştır. Zaten dünyadaki bütün islâmcı rejimler emperyalizmin emrindedir. Türkiye’deki bütün cemaat ve tarikatlar de aynı kaynaklardan beslenir. Ama en çarpıcı örnek Nurcu Fetullah cemaatidir. Cemaati doğrudan doğruya ABD yönetir…
Sait nursinin atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı
Said-î Nursî’nin Kemalist rejime düşmanlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin o yıllardaki bağımsız dış politikası ve devrim hareketleri ile her alanda yaptığı atılımların, aydınlanmanın tarikatlar için, varlık- yokluk sorunu olmasındandır…
Saidi Nursi bu yüzden Atatürk’ün ve Kemalizm’in en büyük düşmanı olmuştur.
Atatürk'e açıkça “Deccal” ilan ederek Millet-i İslam'ı Protestan yapmak istediğini söylüyordu. Oysa nurculuk yolundan gidenlerin en büyük dayanakları da emperyalizmdir...
“1880 (yılı) son asırların putunun doğumu olup, onun temsil ettiği dalâlete… risale-i Nur meydan okur…” (Tılsımlar, 195)
Kuran’da geçen “leyatğa” (azmış kâfir) sözcüğünün “islâm deccaline” (Atatürk’e) uygun olduğunu söyler.
“Mehdinin nur’lu cemiyeti rejimin bidatlarını (sonradan ortaya çıkan uydurmalar, kötülükler, yalanlar vb) tamir ederek sünneti seniyyeyi tamir edecektir…” (mektubat )
Saidi Nursi’nin Atatürk ve Kemalizm düşmanlığına örnek çoktur:
"Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya bütün Dünyanın maskarası olacaksın." (Barla mektupları sf,53)
"Türkiye'nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir" ( tiryak, sf.65)
"Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis-i Şerif'in ihbarıyla Kur'an'a zararlı bir adam çıkacak demiştim. Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası )
"Ayasofya Camiini puthaneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı?" (sönmez, 21-22)
Ve çarpıcı bir kehanet:
"Atatürk Nur Risalelerinin tokadı sonucu ölmüştür !.." .
"Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lazım değildir.” (Mucize-i Kuraniye 191-192)
"İslam dininde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduðu için, islamiyet dairesine aykırı, inkılaplar da islamiyete aykırıdır." (mektubat, 403)
"Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında hiçbir fark yoktur. Reform hıristiyanlıkta mümkündür. Türk inkılapları dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. Zira islamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek kadar mükemmeldir" .(mektubat, 401)
"Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lazım değildir. …Halbuki Kur'an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur.. “
1909 yılında bastırdığı kitapçıkta Kürtlere şöyle sesleniyor: “Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. (İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi)
Kürt Teali Cemiyeti üyesidir.
“Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said"i gömdüm.” (Emirdağ Lahikası, s. 337)
Hayır, o yine eski Kürt sait’tir.
Gerek Nursi’nin broşürleri gerekse FG vaazları dikkatle incelendiğinde siyasi gelişmelere koşut oldukları, konuların ona göre seçildiği ve amacın siyasi mücadele olduğu görülecektir.
Buradan da anlaşılacağı gibi nurculuk dini kılıf olarak kullanan bir siyasi mücadele aracıdır!..
kürtçü, İslamcı, anarşist, gizli …
Said-i Nursî “aziz sıddık kardeşlerim” diye başladığı broşürde Nurcuları takip edenleri kömünistlikle, zındıklıkla suçlar. Nura (öğretisine) ilişenlere anarşist der. Öte yandan risalelerin rejime muhalif olduğunu yazar..
Bir başka tebliğde ise nurculuğun “gizli ve anarşist bir teşkilat” olduğunu söyler.. (Kuran şakirtlerinin (öğrencilerinin) hizmet rehberi)
Günümüz nurcuları bu yargıları benimsemekte, hatta daha da ileri gitmektedirler…
Tutarsız, dayanaksız, bilimsiz, hezeyan içinde…
Saidi Nursî kendisinin vahiy alarak Kuran’ı açıklamak üzere gönderildiğini, sözleriyle insanları nurlandırdığını söylemiş ve dolaylı olarak Kuran’daki “son kitap ve son peygamber” hükmüne aykırı olarak peygamberliğini ilan etmiştir…
Ve müritlerini de inandırmıştır… Kendisinden sonra ikiye ve sonra da 3-5 kola ayrılan nurcular birbirleriyle anlaşamasalar da Türkiye Cumhuriyeti konusunda ittifak halindedirler.
Amaçları islamcı bir rejim kurmaktır…
Kuran kurslarındaki yemini yeniden anımsayalım:
“Ben, Muhammed Müslüman ümmetindenim. ... Türkiye, dinsiz, lâik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime; Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime; kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için devlet idaresinde söz sahibi olacak mevkilere gelmek üzere çalışacağıma dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim.”
Söylenecek başka söz yoktur…
Ama ne yazık ki; Said-i Nursî’nin devlet tarafından izlenmesi bile “zulüm” olarak tanımlanmıştır…
Bu gerici koro iki yıldır suçunu bilmeden kapatılan “Silivri tutukluları” içinse “oh olsun” demektedir…
Sağ İktidarlar ve Nurculuk
Said-i Nursi, Demokrat partiye müzahir olduklarını, CHP döneminin sapık bir devir olduğunu, Milli Mücadele yıllarında Ankara hükümetinin hedef tutulduğunu itiraf etmiştir !..
Tutarsız ve çelişkilidir… DP dönemini hiç eleştirmemiştir. Destek vermiş ve destek görmüştür. Nur risaleleri yasak olmasına karşın - çoğu kez- DP’nin propaganda yazıları arasında dağıtılmıştır..
Said-i Nursî ve nurcular siyaset yapmadıklarını söylerler. Ama yukarıda görüldüğü gibi yaptıkları siyasi dincilikten başka bir şey değildir…
Süleyman Demirel, “Said Nursi büyük alimdir.Büyük alim değildir diyenin alnını karışlarım" "Atatürk'ün kurduğu devlet, laik devlet değildir. İslam devletidir",diyerek onlarla içli-dışlı bir siyaseti benimsemişti.
Turgut Özal’ı anlatmaya gerek var mı?..
Nurcular ve özellikle FG hareketi AKP iktidarının dayandığı en önemli tabandır.
Nurculuk giderek etkisiz kalacak yerde artan bir taraftar bulmaktadır. Buna şaşılmaması gerekir. Eğitim-öğretim birliğinin bozulması, okullar, yurtlar, kurslar, camiler, dergahlar, yayınlar yoluyla küçük yaştaki çocukların kazanılması, siyasi iktidarın desteği ve emperyalizmin olanakları arkalarındadır…
engeller kaldırıldı
TCK’nın “Türklüğü, cumhuriyeti, TBMM’yi… “ tahkir ve tezyif etmeyi yasaklayan 159. maddesi ile “ dini siyasete alet etmeyi yasaklayan 163. maddesi kaldırıldı. 1991 yılındaki bu değişiklikten sonra Atatürk’e, cumhuriyete, laikliğe saldırılar açıkça yapılır oldu. Siyaset meydanlarında dinci meczuplar çoğaldı. Akla gelmedik karalamalar, sövgüler yapıldı. İftiralar atıldı. İslami rejim çığırtkanları ayrık otu gibi yayıldılar.
Ve 1995 seçimlerinde RP en çok oyu alarak koalisyonun büyük ortağı oldu..
Siyasal islâmın önündeki yasal engellerin ortadan kalkmasıyla dinci cemaatler, tarikatlar, vakıflar iyice çoğaldı. Son yıllarda dinci vakıfların önündeki bütün engeller de kaldırıldı. (Yabancı vakıflara da büyük özgürlükler sunuldu. Toplum Hıristiyanlık ve Musevilikle ilgili vakıflara sıcak bakmasa da yasal düzenlemelerle bütün dinci oluşumların önü sonuna kadar açıldı.)
Bugün AKP’nin oy oranı %40 dolayındadır…
Halk yalanla, hileyle, sadakayla kandırılmaktadır. Ama ilginçtir ki; halk çoğunluğu iktidarın İslami şeriatı hedeflediğine inanmamaktadır. Çünkü; görüntüde Müslüman olanların gerçekte öyle olmadığı, seçenek olmadığı için Türkiye’yi yönetecek en iyi kadro olduğu kanısındadır. Yağma, talan ve yolsuzluklara da – belki geçmişten beri şerbetli olduğu için - duyarlı değildir..
İstikrar adına atılan oylar AKP’de toplanmaktadır..
Taşlar bağlandı köpekler saldırıyor
Tarih boyunca kutsal din duyguları dünya siyasetinde büyük rol oynamıştır. En kanlı ve en uzun savaşlar din ve mezhep savaşlarıdır.
Bu savaşların da temelinde ekonomik çıkarlar yatmaktadır. Her çağda halkın saf inancını sömüren sapkın akımlar olmuş ve insanları peşlerine takabilmişlerdir. İslamiyet Kuran ve Hz Muhammed’e bağlılıkla şekillenmiştir. Hal böyleyken çeşitli dönemlerde yüzlerce tarikatın ortaya çıkması, dini daha iyi yaşamak ve tanrıya daha yakın olmak için değildir. Doğrudan dünyevi çıkarlar söz konusudur.
Türkiye’de de görülen budur…
Türkiye bir karşıdevrim hareketi yaşamaktadır.
Emperyalist projeler yaşama geçirilmektedir.
Siyasi iktidar taşları bağlamış ve köpekleri salmıştır.
Atatürkçülerin, cumhuriyetçilerin, laiklerin, gerçek demokratların, aydınların bu korkunç saldırılara karşı kendilerini savunma hakkı bile ellerinden alınmıştır…
Ve halkın doğru haber alma hakkı da…
Bu durumda öncelikli görev, halka doğru haberi ve bilgiyi mutlaka ulaştırmak olmalıdır..…
Sonra da “bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanmaları” kesin bir zorunluluktur. Atatürk’ün bize gösterdiği çözüm yolu budur…
Geleceğin aydınlık olmasını gerçekten istiyorsak Atatürk’ün gösterdiği yolda buluşmaktan başka umar var mıdır?...
Kaynakça:
Nurculuk; Neda Armaner,( cumhuriyet Kitapları 1998)
Turan Dursun, Müslümanlık ve Nurculuk. Kaynak Yayınları
Nihal Atsız, Nurculuk Denen sayıklama. Ötüken,sayı:109
İsa Tatlıcan. Nurculuk Hareketi ve İslamcı Siyaset (8sutun.com)
Nur Cemaati - Vikipedi
Nurculuk Fethullah Gülen’in Gerçek Yüzü
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi - Bir Karşı Devrim Hareketi Olarak Nurculuk - Altan ARISOY
”Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün” Said-i Kürdi (Nursi)
________________________________________
”Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün” Said-i Kürdi (Nursi)
1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır.
Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bu burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister.
II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler......
Kürt Teali Cemiyeti
Isparta'daki sürgünden memleketine dönen Said-i Kürdi yine İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu'da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla "Kürt Teali Cemiyeti" kurucuları arasında yerini aldı.(kaynak: Marmara brifingi, 1971)
Bir yandan işgalcilerle mücadele eden Ankara hükümeti bir yandan da İngiliz destekli gerici isyanları bastırmakta başarılı olunca Said-i Kürdi bu sefer M. Kemal'le görüşmek için Ankara'ya gitti. Amacın şeriat devleti kurmak olmadığını, ulusal temele dayanan devlet kurmak olduğunu anlayınca bundan vazgeçti.
Bugün dahi Nurculukta cuma namazı kılınması farz kabul edilmez. Çünkü Said-i Kürdi'nin anlayışına göre ülke hala "müslüman" değildir. "Dar-ül harp"tir. Yani şeriatı getirmek için savaşılması geren topraklardır.
Bu anlayışa uygun olarak çıkan ve arkasında İngiliz desteği olduğu resmi belgelerle kanıtlanmış olan Şeyh Sait isyanına katıldığı için İstiklal Mahkemesince yargılandı ve birçok ilde sürgün yaşadı. İngiliz destekli bağımsız Kürdistan isteyen bu ayaklanma birçok şehrin yıkımına, ordunun büyük ölçüde kayıp vermesine ve misak-ı Milli sınırlarımız içinde olan Musul ve Kerkük'ün İngilizlere kalması ile sonuçlandı.
Nur cemaati'nde Atatürk'ün "Öküz aleyhisselam", "Beton Kemal", "Deccal" gibi isimlerle anılmasınınn arkasında bu şeriatçı ayaklanmaların uğradığı hezimetler yatmaktadır.
Risaleleri ve fikirleri
Said-i Nursi'nin yaşamı boyunca yazmış olduğu risalelerin tümüne "Risale-i Nur Külliyatı" denir.
Türkçe konuşan insanların %90'ının anlayamayacağı bir dil kullanan(ve kişisel düşünceme göre hiç de derin anlamı olmayan ve birbirinin tekrarı niteliğinde olan) bu eser, başlarda cifir'in İslam dışı olduğunu söylediği halde("cifir..., gaybı Allah'tan başkası bilmez ayetine karşı edep dışı bir davranıştır")(bkz. Lem'alar s. 39(yazıldığı tarih 1957) daha sonraki kitaplarında sık sık cifir kullanarak kendisinin ve yazdıklarının ne kadar yüce olduğunu anlatır. Buna örnek vermek gerekirse:
"-... İçlerinde bedbaht olanlar da said olanlar da vardır- anlamındaki ayetin cifir yyönünden sayı değeri 1303 eder. Hud Suresinde -Emrolunduğu gibi hareket et-, anlamında bir ayet olduğu gibi Şura suresinin 2. ayetinde de aynı anlamda bir ayet vardır. -Vav-la başlayan Şura suresindeki ayetin cifir yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur'an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih(1303)de ise, Risale-i Nurlar müellifi(Said-i Nursi)nin ilim tahsiline başladığı tarihtir. İkinci ayetin tarihi ise O müellif(Said-i Nursi)nin harika bir şekilde pek az bir zamanda ilimce en son noktaya ulaştığı(!), tahsili bitirdikten sonra ders vermeğe başladığı ve 3 ayda, bir kış içinde, 15 senede ancak okunabilen 100'den çok kitap okuduğu ve o zamanın o muhitte en ünlü alimlerinin yanında o 3 ayın mahsulu fakat 15 yılın mahsulü kadar olan ilimleri kazandığı, ne kadar büyük bir alim olduğunu; hangi ilimden olursa olsun sorulan her soruya en doğru cevabı vermekle ispat ettiği tarihe rastlar."(Tasdik-i Gaybi, s. 61-62, yıl 1958)
Said–i Nursi’ye göre Atatürk Deccal’di
Said–i Nursi bir çok lahikasında Atatürk’e “Deccal” diye hakaret ediyordu.
Deccal, İslami literatürde en ağır hakaret sayılan ifadelerden biridir. Deccal; yalan söyleyen, aldatan, karıştıran kişi anlamına gelir. Deccalin ortaya çıkması kıyamet alametlerinden biri olarak da görülmüştür.
Deccal konusunda tarih boyunca ortaya atılan iddiaları gündeme getirecek değiliz. Ancak Said–i Nursi’nin şu satırlarını okuduğunuzda Deccal denilince kimin kastedildiğini çok iyi anlamış olacağız.
“Ben bir manevi alemde, İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahade ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkarı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)
Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:
“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. (Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
Saidi Nursi, Mustafa Kemal’e yönelik Deccal suçlamasında daha da ileri giderek şunları yazar:
“...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)
Saidi Nursi Atatürk’e açıkça Deccal diyor, Millet–i İslam’ı Protestan yapmak istediğinden bahsediyordu.
Oysa, Saidi Nursi’nin Deccal dediği Atatürk, İzmir Amerikan Koleji’nde misyoner faaliyette bulunuluyor diye bu okulu tamamen kapatmış, hayatta iken Bab–ı Ali’nin “Misyonerle Mücadele Teşkilatı” kurmasına destek vermiş, 3 Ocak 1922’de Meclis Başkanı iken yayınladığı bir muhtırada, İçişleri Bakanlığı’na çok sert çıkışarak, Amerikalıların Anadolu’da “Öksüzler Yurdu” altındaki yapılanma isteklerinin tamamen Hıristiyanlığı yaymak amacı taşıdığını vurgulayarak “bu talebin derhal reddedilmesini” istemişti.
Said-i Nursi ve şehitlik
Şöyle diyor Said– Nursi:
“Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası,s.45)
“Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükafatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.” (Kastamonu Lahikası,s.75)
“Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmet–i ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki, eğer perde–i gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp, “Ya Rabbi şükür elhamdü lillah diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim.” (Kastamonu Lahikası,s.45)
İslam tarihi boyunca kendini Müslüman olarak addeden hiçbir din adamı, Müslümanları ve İslamdaki şehitlik kavramını böylesine aşağılayan ifadeler kullanmadı. Bu cinayete ilk kez Said–i Nursi’de rastlıyoruz.
Şehitlik, Allah yolunda savaşan, vatanını savunan ve bu uğurda ölenlere verilen bir mükafattır. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaşan “yedi düvel”, Haçlı dünyasının karşımıza çıkardığı küfür ordusuydu. Bu savaşta Ortadoğu’dan, Çanakkale’ye kadar bir çok cephede milyonlarca “Mehmedimiz” din uğruna, İlay–ı Kelimetullah uğruna, vatan uğruna, bu vatan üzerinde Ezan–ı Muhammedi ilelebet çınlasın diye şehit oldu.
Ama bir din adamı bozuntusu ortaya çıktı ve “ne dinden olursa olsun, Müslümanlara karşı savaşıp ölen kafirlerin de şehit olduğunu” ilan etti. Ve hatta hiç utanmadan yüzü kızarmadan Memedimizi katleden o kafirlere bir de “mazlum” dedi.
Dinlerarası Diyalog ve Said-i Nursi
Bu olayın ve “Vatikan’ın misyonunun bir parçası olmayı” kabullenmenin tarihsel bir altyapısı var mı sorusu kuşkusuz sizin de aklınıza geliyordur. Öyle ya bir insan durup dururken neden dünyadaki misyoner faaliyetlerin merkezi olan bir kurumun misyonun bir parçası olmayı kabul eder?
Bu sorunun cevabını bugünkü Nur cemaatinin faaliyetlerinde değil, Said–i Nursi’nin yazdığı risalelerde gösterdiği hedeflerde aramak lazım.
Saidi Nursi risalelerinde pek çok yerde Hristiyanlarla yakınlaşmayı, kaynaşmayı ve ittifakı şu şok edici sözlerle “emreder”: “Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
“Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)
Saidi Nursi Müslüman ve Hristiyanlar arsındaki ittifakın bozulmaması için nurcu kardeşlerine çağrı yaparak misyonerlerle sürekli bir ve beraber, ittifak halinde olmalarını istiyor. Bu ifadelerde sadece Hristiyanlarla değil Hristiyanlığı yaymak için büyük paralarla Osmanlı topraklarında Hristiyanlaştırma faaliyetlerinde bulunan “Hristiyan misyonerlerin o dönemdeki uzantılarıyla de ittifak halinde olunmasını “emretmesi” insanı şaşırtıyor.
İyi de Saidi Nursi misyonerlerle neden böylesine sarmaş dolaş olunmasını istiyor? Nurculara neden “misyonerlerle ittifak halinde olun” diyor. Osmanlıyı o misyonerler ve onların işbirlikçileri parçalamadı mı? Saidi Nursi’nin bu misyoner aşkı neden?
Bunlar yalan mı ?
Bu şahıs kürt sait değil mi?