ATATÜRK zengin olma hırsLısı mıydı ?

aSLihaN

New member
Katılım
12 Eyl 2005
Mesajlar
1,665
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
42
Konum
35 buJuk
- "İNSAN HÜRRİYET VASITASI OLARAK SERVETE SAHİP OLMALIDIR. YOKSA SERVETE ESİR OLMAK İÇİN DEĞİL"
ATATÜRK



ATATÜRK ZENGİN OLMA HIRSLISI MI İDİ?

Atatürk, hırslı bir kişiliğe sahipti. O hırslı olmasa idi bugün Türkiye olmazdı. Ancak O'nun hırsı denildiği gibi mal, mülk edinme, zengin olma yönünde değildi. Hırsı; ulusaldı, ülkesine ve ulusuna yönelik idi. Sonraki maddelerde bunun örneklerini de göreceğiz ama burada Atatürk'ün hırsının yönünü, kendi kaleminden verelim:

"...Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri. Fakat bu ihtiraslar, yüksek makamlar işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu korumaktan geri kalmayacağım" (1).

Bir başka mektubunda da şöyle der:

"...Benim bütün hayatımda, bu ana kadar takip ettiğim gaye hiçbir vakit şahsi olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye teşebbüs etmiş isem daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve çıkarına olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın sivrilmesini (veya zengin olmasını) ve üste çıkmasını gözönüne almamışımdır" (2).

Atatürk'ün bu yaşam anlayışından her yurttaşın alacağı önemli davranış özelliği görüyoruz. Sadece kendisi için yaşamak, çalışmak yerine, en azından aynı zamanda ülkesi ve ulusu için çalışmak ve yaşamak. Hırslı olmak, ancak kişisel hırsa değil, ulusal hırsa sahip olmak.

"Kişinin aynası işidir, sözüne bakılmaz" denir. Atatürk, ulusal hırsa sahip olmayı sözde bırakmamış, yaşamı boyunca uygulamış bir kişidir. O'nda kişisel hırs yerine ulusal hırs olmasaydı; vatan işgalden, ulus yok olmaktan ve esaretten, bireyler ortaçağdan kurtulamazdı.

Atatürk zengin olmak hırslısı olsaydı, Milli Mücadele'ye atılmaması gerekirdi. Çünkü Milli Mücadele'ye atılmakla önce canını ortaya koydu, bir kör kurşunla her an öldürülebilirdi; makamından, paşalık rütbesinden ve kendisini rahat geçindiren maaşından vazgeçti; her türlü zorluk ve sıkıntının içine atıldı. Zengin olmak hırslısı olsa idi Padişah Vahdettin'in önerdiğini yapar, onun kızıyla evlenir, sarayda rahat bir yaşam sürerdi. Zengin olmak hırslısı olsa idi; Samsun'a çıktıktan sonra, Milli Mücadele yapmasın diye Vahdettin'in önerdiği rüşveti kabul eder, sıkıntısız zengin bir yaşam sürerdi.

Atatürk, maddi hırsa sahip bir kişi değildi. Öyle olsa idi Atatürk olamazdı. Onlarca Mustafa veya Kemaller gibi gelip geçerdi.






ATATÜRK'ÜN PARAYLA İLİŞKİSİ

Atatürk'ün bu yönünü, uzun yıllar O'nun para işlerini yürüten Hasan Rıza Soyak'tan dinleyelim:

"Atatürk'ün para ve mala karşı büyük bir meyli yoktu; şahsi gelir ve masrafları ile de hiç ilgilenmezdi; bu hususta katlandığı tek külfet, maaş senedini imzalamaktan ibaretti. Hemen ilave edeyim ki, dairenin resmi masrafları üzerinde -tam aksine- çok titiz davranırdı.

...

İlk zamanlarda ev ve diğer şahsi masrafları işini, Özel Kalem Müdürü rahmetli Hayati Bey, evli bulunduğu yıllarda da muhterem eşi idare ediyordu. Ondan sonra, Umumi Vekillik sıfatıyla bu hesaplarla ben meşgul olmaya başladım ve bu fani hayattan çekildiği güne dek böyle sürüp gitti... Üzerinde para taşımazdı; gezdiği yerdeki masraflarını benden avans olarak alıp yanlarında bulundurdukları paradan yaverleri öderdi.

Her ay gelir ve giderleri, ayrıntısıyla gösterir bir hesap cetveli düzenler ve belgeleriyle birlikte kendilerine arz ederdim. Bunları daima eliyle iter, incelemek şöyle dursun, bir göz atmayı bile fazla bulurdu. Tabi ben böyle kontrolsüz bir durumda ve bu kadar ağır bir sorumluluk altında kalmaktan çok üzüntü duyuyordum. Hele bazen, özellikle İstanbul'da bulunduğumuz aylarda elimize geçen maaş ve ödenek, masrafları karşılamaz olurdu, borçlanırdık ve sıkıntıya düşerdik. Böyle durumları kendilerine izah etmeye çalıştığım zaman sözümü keser, gülümseyerek; "Peki, peki Ankara'da biraz kendimizi sıkar, açığı kapatmaya çalışırız" der geçerdi..."(3).

Açıklamadan anlaşıldığı gibi, Atatürk parayı, günlük ihtiyaçların karşılanmasında bir araç olarak görüyor. Hiçbir zaman paranın esiri olmadığı anlaşılıyor. Bu durumu kendisi de şöyle açıklar :

"İnsan, hürriyet vasıtası olarak servete sahip olmalıdır. Yoksa servete esir olmak için değil..." (4).

Atatürk'ün parası olmuştur. Gelirinden biriktirdikleri ile bir miktar nakit para sahibi olmuştur. Bunun bir bölümü ile yatırım yapmıştır. Bunların dökümünü de vereceğiz ama önemli olan bunların nasıl kullanıldığıdır. Parasını ve taşınmaz mallarını, onlara esir olmak için değil, ülkesine ve çevresine yararlı olmak için kullanmıştır.


ATATÜRK'ÜN TAŞINMAZ MALA BAKIŞI

Atatürk, nakit varlığını ve bununla aldıklarının gelirinin tamamını yatırım yaparak değerlendirmiştir. Aldığı topraklarda çiftlikler kurmuş, çiftlik ürünlerini kendisi dahi parayla satın almış, bunların gelirlerini kendi gelirleri içine hiç katmamıştır. Öyleyse bu çiftlikleri neden kurdu denebilir? Gayet basit, kendisi için değil, ülkesi için kurdu. Tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olan Anadolu'ya modern tarımı ve hayvancılığı getirmek, Türk köylüsüne örnek ve rehber olmak için kurdu.

1927 yılında çiftliklerinin gelirini C.H.P'ne bıraktı. O dönemde, partinin devlet bütçesinden ödeneği yoktu. Bununla, halka siyasi terbiye versin diye kurduğu partinin üstlendiği görevi yerine getirmesini sağladı. Başka bir deyişle, kişi saltanatının izlerini henüz silememiş Türk insanının demokrasiye yatkınlaşmasını sağladı.
1937 yılında da mal varlığını hazineye bağışladı, yani milletine verdi. Bağışladığı mal varlığının sadece toprak miktarı 154729 dönüm idi.

Atatürk'ün neden taşınmaz mal edindiği, bunları kullanma şeklinden anlaşılıyor. Ayrıca, mallarını hazineye bağışlama başvurusu üzerine BMM'nde yapılan konuşmalar ve sonrasındaki yazışmalar, bu durumun nedenini ve Atatürk'ün mala bakışını belgeler niteliktedir.

Başbakan İsmet İnönü'nün konuşmasından:

"... Bu çiftlikler, değeri milyonlar ifade eden bir servet halindedir. Bu çiftlikleri, Atatürk senelerden beri tasarrufu altında ve bilhassa şahsi emeğiyle meydana getirmiştir.

Anadolu ortasında herkesin buradan nasıl verim alınacağına kötümserlikle baktığı sırada, ilimle ve çalışma ile büyük verim alınacağına ve büyük servet edinileceğine şahsen örnek vermek hevesi senelerden beri kendisini meşgul etmekte idi. Çiftliklerin maddi olarak çok yüksek olan değerleri, ancak bu kanaatle ve şahsi çalışma ile sağlanmıştır. Bu eserler ortaya çıktıktan ve yüksek değerde oldukları anlaşıldıktan sonra, Atatürk bunları maddi değerlerine bakmaksızın, tümüyle devletin istifadesine (terketmiştir).

Atatürk, her türlü kişisel çıkarların, kendisine yönelik her türlü faydaların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan milli bir varlıktır.

Atatürk'ün bu eserleri meydana getirdikten sonra, bunları hazineye bedelsiz ve karşılıksız terketmesinde, esaslı, büyük ve siyasi bir ideali vardır...

O, bu çiftliklerin, yeni ziraati köylüye öğretmek yolunda çok kıymetli bir ortam ve araç olacaklarını düşünmüştür...

Atatürk, bize bir defa daha (hazineye bağış ile) kendi huzur ve rahatının, vatandaşların refahında olduğunu söylüyor; Atatürk, bize bir defa daha şan ve şerefin, vatanın şan ve şerefinde ve kudretinde olduğunu gösteriyor..."(5)

Milletvekili Refik Şevket İnce'nin konuşmasından:

"Çok ahlaki ve hakikaten bugün yaşayanlara ve yarın yaşayacaklara verilmiş eşsiz, yeni bir ders karşısında bulunuyoruz.

Bunun hocası Atatürk, talebesi de bugün bizleriz, fakat her zaman bu milletin evlatları olacaktır.
Atatürk; çiftliklerini, fabrikalarını, bizim gibi, bir mülk olarak görmüyor. O, mülkü dahi bizim tanıdığımız gibi şahsiyetimizin muhafazası için bir vasıta değil, milletine icabında fayda vermek için toplanılmış, meydana getirilmiş bir vasıta olarak kullanıyor..."(6)

Milletvekili İnce, bizim aradığımızı ; yani Atatürk'ün mala bakış açısını; çok açık ve kesin şekilde belirtiyor. Atatürk mal edinmek için mal edinmiyor, malı ülkesine hizmet için ediniyor; kendisini düşünerek değil, ülkesinin gereksinimlerini düşünerek çiftlik, fabrika kuruyor. Bunun böyle olduğu; bu işletmelerin gelirinden hiç yararlanmaması, hatta bunların ürünlerini parasını vererek satın alması, gelirlerini 1927'den 1937'ye kadar C.H.P'ye bırakması ve 1937'de de tesislerinin tümünü hazineye bağışlaması ile de anlaşılmaktadır.

Atatürk'ün bağışı üzerine B.M.M.'nde yapılan görüşmede Başbakan ve 13 milletvekili konuşma yapar, sonunda Atatürk'e teşekkür edilmesi kararlaştırılır.

B.M.M. Başkanı Abdülhalik Renda, teşekkür amaçlı gönderdiği telgrafta şöyle der:

"Memleketin zirai kalkınmasına yardım olmak üzere yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiğiniz çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, hayvanlar, aletlerin, makinaların ve diğerlerinin tümünü, ziraatın gelişimi ve ilerlemesi uğrunda Hükümetçe alınmakta olan tedbirlerin başarısını kolaylaştırmak gayesi ile bağışladıkları hakkındaki haber, Kamutay'da (BMM) derin heyecan uyandırmış ve duygularının ve derin teşekkürlerinin yüksek huzurunuza sunulmasına ittifakla karar verilmiştir. Derin saygılarımla arz ederim."(7)

Atatürk'ün bu teşekküre yanıtı çok kısa ve anlamlıdır ve de konumuza açıklık getirir özelliktedir:

"Yapılan bir vazifedir."

Bu yanıt, Atatürk zengin olma hırslısıdır diyenlere bir şamardır.

Başbakan İnönü de bir teşekkür telgrafı gönderir. Atatürk verdiği yanıtta, bağışlamayı Türk köylüsü için yaptığını belirttikten sonra şöyle der:

"Söz konusu olan armağan, yüksek Türk ulusuna, benim asıl vermeyi düşündüğüm armağan karşısında, hiçbir değere sahip değildir. Ben gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim."(8)

Dediğini yapmıştır. Ulusuna malını da vermiştir, canını da. Genç yaşta ölümü, hizmet aşkındandır. Mal edinme hırslısıdır gibi sözler saçmalıktır. O, ülke sevdalısı, ulus sevdalısıdır.


ATATÜRK NASIL MAL EDİNDİ?

Atatürk, Cumhuriyet sonrasında, girişimcisi olmayan, özel sektörü yok denebilecek durumda olan ve tarımı orta çağı yaşayan ülkemizde, özel sektör yaratmak ister, tarımı ortaçağdan kurtararak, nüfusu köylü olan ve tarıma dayalı ekonomiye sahip olan halkımızı ilerletmek, refah düzeyini artırmak ister. Bunun için kendisi örnek olmaya karar verir ve tarım alanında bir girişimci olarak ortaya atılır.

Birbiri ardından; Ankara'da Orman Çiftliği ve Güvercin Çiftliğini oluşturduğu geniş araziyi, Silifke yakınında Tekir ve Şövalye, Tarsus'ta Piloğlu Çiftliklerini, Dörtyol'da Karabasamak Çiftliği ile büyük bir portakal bahçesini ve Yalova'da Baltacı ve Millet Çiftlikleri'ni, parça parça satın olarak işe koyulur.

Bütün bu arazi için ödediği para 100-120 bin lira arasında olur (9). O dönemde arazi çok ucuz, paramız çok kıymetlidir. Bu günkü değeri yaklaşık 71 milyar TL'dir. (1923'te 1 ABD doları 168 kuruş, 2001'de 1 ABD doları 1 milyon TL.)

İşte istismar edilen, olumsuz şekilde yansıtılan konu budur. Bu parayı nereden buldu, bu malları nasıl edindi?

Burada saklı gizli bir şey yoktur. Kaynaklarda da belirtilir, kendisi de açıklar. Bu malları hazineyi hortumlayarak almamıştır. Hint müslümanlarının Kurtuluş Savaşı sırasında kendisine gönderdikleri paranın artan kısmı ile satın almıştır (10).

Burada şu denebilir. Gönderilen yardım parası, kendi adına gönderilmiş olsa dahi, bir amaç için gönderilmiş ve Türk ulusuna yönelik verilmiştir. Dolayısıyla böyle bir parayı kişisel amaçlı kullanmamalıydı. Yaptığı doğru değildir.

Bu yardım parasının amacını, miktarını, nasıl değerlendirildiğini ve Atatürk'ün bu paraya bakış açısını ayrıca vereceğiz ama bu para herşeyden önce kişiye gönderilmiş, Mustafa Kemal'e gönderilmiş, Mustafa Kemal'in tasarrufuna havale edilmiş bir paradır. Harcanması, değerlendirilmesi doğrudan Mustafa Kemal'in kararına bağlı bir paradır. Dolayısıyla Mustafa Kemal, bu parayı kullanma şeklinde özgürdür. Buna rağmen bu parayı kişisel parası gibi görmemiş ve kullanmamıştır. Bu paranın bir bölümü ile satın aldığı çorak toprakları, verimli çiftlikler haline getirmiş, ülkenin çok ihtiyacı olan tarımda ve hayvancılıkta modernleşmeyi başlatmış, köylüye örnek olmuştur. Sanayileşme hamlesini başlatmıştır. Türklerin de girişimci olabileceğini, olması gerektiğini göstermiştir. Türkiye'nin hem tarım, hem sanayi alanında ilk büyük özel teşebbüsü olmuş ve Türkiye'de özel sektörün doğmasına örnek oluşturmuştur.

Yoktan var ettiği işletmelerin işletilmesinde, geliştirilmesinde sahibi gibi yakından ilgilenmiş, çalışmış ancak işletmelerin geliri söz konusu olduğunda sıradan bir yurttaş gibi davranmıştır. Gelirine sahiplenmemiştir. Kendi geliri gibi görmemiştir. 1927 yılına kadar işletme gelirlerini tamamen işletmenin büyümesinde kullandırmış; 1927-1937 döneminde C.H.P.ne bırakmış, sonrasında tüm varlığıyla birlikte hazineye , millete bağışlamıştır. İlginçtir, İşletme ürünlerini, meyvasını, sütünü, peynirini parasını ödeterek satın almıştır. Ben kurdum, benim dememiştir. Bir kilo elmasını dahi bedava yememiştir. Hediye veya örnek gönderilenlerin bile parasını ödetmiştir. Bunda aşırı duyarlılık göstermiştir. Bu duyarlı davranışı da gösteriyor ki; işletmelerini kendi malı gibi görmüyor, milletin malı olarak kabul ediyor ve işletmeleri tam verimle çalışır hale getirdikten sonra da asıl sahibi olarak kabul ettiği milletine bırakıyor. O, sadece milletine tarım ve sanayi işletmesi kazandırmış oluyor. Neyle, kendi gayreti ve çalışmasıyla. Çalışmasının karşılığını bile almayı düşünmüyor.

Böyle bir uygulama üzerine; yardım parasıyla mal edindi, parayı zimmetine geçirdi şeklinde Atatürk'ü suçlamak büyük haksızlıktır, iyilik bilmemektir, gerçeği görmemektir, en basit ifadesiyle kasıtlı olmaktır. Bu uygulamaya yaklaşımın doğrusu, her konuda olduğu gibi bu konuda da Atatürk'e teşekkür borçlu olduğumuzdur.

Asıl uğraşılması, araştırılması gereken konu, Atatürk'ün millete bıraktığı işletmelerin, malların bugünkü durumudur.


EDİNDİĞİ MALLAR İLE NE YAPTI?

Atatürk'ün amacı; iklim ve ürün yönünden birbirinden farklı bölgelerde (Ankara, Silifke, Tarsus, Yalova) serbest çalışan örnek çiftlikler meydana getirmek, çiftliklerde tarımı geliştirici denemeler yapmak, halkın karışıksız ürün ihtiyacını karşılamak ve çevre köylere, Türkiye'ye örnek ve rehber olmak idi.

Bu amaçla yola çıkan Atatürk, bir süre sonra Türkiye'nin bir numaralı çiftcisi olur.

Direktifleri, yakın denetimi ve idealist genç ziraatciler ile önemli başarılara imza atar.

Ankara'da kurduğu Orman Çiftliği'nde yeni usüllerle ve makinalarla tarım yaptırır, Türkiye'de makinalı tarımı başlatır. Tarımın her çeşidi için uygulama- deneme alanları oluşturur. Pastorize süt, tereyağı, yoğurt ve peynir imalathaneleri; pulluk ve bira fabrikaları, sebze ve meyva bahçeleri, bağlar, halk için büyük parklar, Marmara ve Karadeniz havuzları gibi, hem sulamaya, hem de su sporları yapmaya elverişli büyük havuzlar yaptırır.

Ankara'da birkaç satış mağazası açılır. Bu mağazalar Çiftlik ürünlerini çok ucuz fiatlara satar, böylece piyasada önemli düzenleyicilik görevi yapar. Yalova'daki Millet ve Baltacı Çiftlikleri kurulduktan sonra İstanbul'da da iki satış mağazası açılır.

Ankara ve çevresi, o dönemde çorak, ağaç ve yeşillik fakiridir. Atatürk, orman idaresini de harekete geçirerek, bu idareye verdiği geniş arazi üzerinde, büyük bir orman yapılmasını başlatır. Ankara'nın çehresini değiştirir.

Ayrıca Orman Çiftliğindeki büyük arazinin önemli bir kısmını, içindeki bina ve tesisleri ile birlikte, göçmen yerleşimine verir ve bu arazi üzerinde kendi denetimi altında örnek bir köy kurdurur(11). Bu köy Etimesgut'tur.

Atatürk edindiği mallarla kısaca bunları ve benzerlerini yapmıştır. Yani ülkesine ve ulusuna hizmet etmiştir. Kurtuluş savaşı ile vatanı ve Türk'ün canını, devrimleri ile Türk insanını kurtardığı gibi; özel girişimciliği ile de toprağı erozyondan, tarım ve hayvancılığı ortaçağdan kurtarmak, sanayileştirmeyi başlatmak mücadelesi vermiştir.



ATATÜRK'ÜN GELİRİ, HARCAMASI VE TASARRUFU

Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı maaşı, ödeneği ve emekli aylığından başka geliri yoktur.

O dönemdeki yasalara göre emekli olan (30 Haziran 1927) Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya bağlanan ilk emekli aylığı kırk küsür liradır. Sonradan Ordu Komutanlığı ve Bakanlık yapanlar için 150 Lira olur. Bu parayı sarfetmez. "Bakalım seneler sonra ne miktara çıkacak" diye İş Bankası'nda açılan ayrı bir hesapta biriktirir. Öldüğü gün bu hesapta toplanan miktar, 19.566 Lira 80 Kuruştur (12).

Cumhurbaşkanlığı aylığı ve ödeneği, 1927'ye kadar ayda 5.000 lira maaş, 7.000 lira ödenektir. 1927'de bunlara, genel bir yasa ile ve "pahalılık zammı" adı ile 2.480 lira eklenir.

1927 ve 1928'de bu gelirinden toplam 453 lira, 1929 ve 1930'da 724 lira, 1931'de de 1293 lira vergi kesilir. 1931'de kendisine net ödenen, 13.186 liradır.

1932'de çıkan bir yasa ile, yüksek maaş ve ücretlere ağır vergi konulur. Buna göre Atatürk'ün maaş ve ödeneğinden kesilen vergi miktarı 5.401 liraya çıkar ve ayda net 9.078 lira almaya başlar (13).

Atatürk, bu 9 bin liranın 2 bin lirasını İsmet İnönü'ye verdiğinden aslında elinde kalan aylık 7 bin liradır. Ekim 1937'de İnönü'ye verdiği parayı, İnönü'nün Başbakanlıktan ayrılması üzerine, 2 binden 3 bine çıkarır ve ayrıca Sağlık Bakanlığı görevi sona eren Dr. Refik Saydam'a da her ay 500 lira vermeye başlar. Gerek İnönü, gerek Saydam kendilerine tahsis edilen yardımın Kasım 1938 ayına ait olanı da tahsil ederler (14).

Atatürk'ün çevresine yaptığı para yardımı bu kadarla sınırlı değildir. İş Bankası Tarihi'ni yazmak için yapılan Banka arşivlerinin incelenmesinde, daha birkaç kişiye aylık ödemeler yaptığı anlaşılmaktadır:

Makbule (Atadan) Hanıma 1927-1938 arası her ay 200 lira;

Bülent Nejat Hanıma 1927-1928 yıllarında ayda 100 lira;

Fahima Nejat Hanıma 1930-1932 yıllarında ayda 100 lira;

Yaşar (Okur)'a 1931-1938 yılları arasında ayda 100 lira;

Yüzbaşı Hüsnü Erkin'e 1931-1938 arası ayda 100 lira (15).

Atatürk'ün bu maddi yardımlarının dışında kalan aylık gelirini harcaması da dikkat çekicidir.

Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün tüm masrafları Atatürk tarafından ödenir. Köşkün içinde ve dışında çalışan tüm köşk görevlilerinin öğle yemekleri ile köşk içinde çalışanların sabah ve akşam yemekleri tabldot olarak Atatürk tarafından karşılanır. Köşkün günlük yemek mevcudu, konuklarla birlikte 90-100 kişiyi bulur.

Seyahatlerinde, Devlet'ten sadece tren veya vapur gibi vasıta ister, diğer masraflarını tamamen kendisi karşılar. Harcırah almaz ve maiyetine de aldırmaz. Maiyetindekilerin masraflarını da kendisi karşılar (16).

Aylık geliri, açıkladığımız harcamaları ancak karşılar durumdadır. Daha önce belirttiğimiz gibi işletmelerin gelirini ve banka hesabındaki nakit ve hisse senetlerinin gelirlerini hiçbir şekilde harcamaz. Dolayısıyla büyük ölçüde tasarruf yapamaz. Ancak hastalığının devam ettiği uzun aylar süresinde masrafı azalır ve İş Bankası'nın 4 numaralı hesabına yatırılan özel tasarrufu 53.463 lira 18 kuruş olur (17).

Atatürk öldüğünde, özel hesabında; 19.566 lira 80 kuruşu emekli hesabında, 53.453 lira 18 kuruşu 4 numaralı şahsi hesabında olmak üzere; toplam 73.019 lira 98 kuruş birikimi olduğu belirlenir. Bunu da vasiyeti ile C.H.P.'ye bırakır.

İşte Atatürk'ün para durumu budur. Aylık ortalama gelirinin 10 bin lira olduğu kabul edildiğinde, yaklaşık 7 aylık geliri kadar bir birikim yaptığı görülür. Bu da gösteriyor ki, Atatürk, gelirinin dışında başka gelir edinme peşinde olmamıştır. Hainlerin dediği gibi rüşvet yememiş, devlet parasını zimmetine geçirmemiştir.


ATATÜRK'ÜN VASİYETİ

Atatürk vasiyetini 5 Eylül 1938'de yazar. Fakat vasiyetini yazıncaya kadar olan süreç içinde, nakit ve mal varlığına yönelik uygulaması, örnek davranışlar içerir.

1924 yılında sanayi ve özellikle tarım alanında, kurduğu işletmelerle Türkiye'nin ilk büyük özel girişimcisi olarak çalışmaya başlar ve 13 sene süren yoğun çalışması sonucunda, işletmelerini olgunlaştırır, yüksek verimli duruma getirir.

Bu duruma getirdikten sonra, çiftliklerinin, Ekim 1927'de, Büyük Nutuk'u okuduğu oturumların birinde (15-20 Ekim), CHP'ye ait olduğunu bildirir.

Partiye ait olduğunu bildirir ama, menkul ve gayri menkul mallarının mülkiyeti kendi üzerindedir. Bu durumun düzeltilmesini, tüm varlığının partiye devredilmesini sağlayacak bir vasiyet hazırlanmasını ister. Hukukçular, Medeni Kanun'a göre bunun mümkün olmadığını, mirasçılarının saklı hakkı bulunduğunu belirtirler. Çözüm olarak özel bir yasa çıkarılmasını önerirler. Atatürk kabul eder ve 12 Haziran 1933 tarihli, 2307 sayılı yasa çıkarılır. Yasa şöyledir:

"Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin, Medeni Kanun'un 452nci maddesi kapsamındaki tasarrufları, mahfuz hisseler (saklı paylar) hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün mallarında muteberdir" (18).

Bu yasa ile, Medeni Kanuna göre mirasçılarının mirasından mutlaka pay alma haklarını ortadan kaldırır. Mal varlığının dağıtımı veya devri yetkisini elinde bulundurur.

Bu düzenleme; bir kişiye yönelik özel yasa çıkarılması yönüyle keyfilik, mirasçıların miras hakkından mahrum bırakılması yönüyle de haksızlık gibi görülebilir. Ancak işin aslı öyle değildir. Bu yasa, Atatürk'ün ileri görüşlülüğünün ve de dürüstlüğünün bir kanıtıdır. Bu düzenlemeyi yaptırmasaydı öldüğünde, mal varlığı, mirasçıları arasında (kız kardeşi, kardeşinin olabilecek çocukları, evlatlıkları), Medeni Kanun'un öngördüğü oranlarda paylaşılacaktı. Kendisi vasiyeti ile servetini bir yere bağışlamış olsa dahi, mirasçılarının mirasına yönelik paylarını (mahfuz hisselerini) almalarını önleyemiyecekti. İşte bu durum, Atatürk için sonu gelmez dedikodu ve iftiralara sebep olurdu. Çünkü edindiği servetin önemli bölümünü kendi parasıyla değil, Hint müslümanlarının yardım parasının bir kısmıyla ve bir iki kişinin yaptığı bağışla edinmişti. Bu nedenle bunları kendi malı olarak görmüyor, milletin malı olarak kabul ediyordu. Dolayısıyla milletin malının özel kişiler eline geçmemesini sağlamak için bu yasayı çıkartmıştır. Böylece hem millet malını korumuş, hemde dürüstlüğünü göstermiştir. Devlet hizmetine soyunacaklara bir ders vermiştir.

Bunu yapmasaydı, 2001 yılının ilk aylarında ortaya çıkan, ölmüş bir parti başkanının hesabında bulunan parti parasının, mirasçıları tarafından paylaşılması gibi bir duruma düşerdi.

Atatürk bunu yapmakla mirasçılarını mahrum bırakmış değildir. Vasiyeti ile özel servetinden makul paylar vermiştir. Sadece millet malının onların eline geçmesini önlemiştir.

Atatürk, bu düzenlemeden sonra, daha önce CHP'ye bırakmayı düşündüğü çiftliklerini, hazineye devretmeye karar verir ve 11 Haziran 1937'de Başbakanlığa bildirir.
"...Kullanma yetkim altındaki çiftlikleri, bütün tesisleri, hayvanları ve demirbaşları ile beraber, hazineye hediye ediyorum. Gereken kanuni işlemin yapılmasını dilerim." (19)

12 Haziran'da TBMM'nde görüşmesi yapılır, Atatürk'e Meclis'in teşekkür etmesi kararı verilir. Bağışın resmi işlemleri 11 Mayıs 1938'de tamamlanır ve Atatürk tarafından imzalanır.

Hazineye bağışladığı Malların Dökümü

Atatürk, bağış işleminin tamamlandığı gün (11 Mayıs 1938); Ulus Matbaası'nı bütün demirbaş eşyası ve civarındaki arsalarıyla beraber CHP'ye; Hipodrom ve Stadyum civarındaki arsaları ve Ankara'daki bir otel ve altındaki dükkanları da Ankara Belediyesi'ne bağışlayarak resmi işlemlerini imzalar (20).

1938 Eylül ayı başında, Dolmabahçe'de iken, vasiyetini düzenlemek için mal varlığının listesini ister. Genel Sekreteri H.Rıza Soyak, listeyi sunduğunda şu emri verir:

"Bunları ikiye ayıracağız bir kısmı hayatta bulunduğumuz müddetçe üzerimizde kalması lazım gelenlerdir; para, hisse senetleri, Çankaya'daki Köşk ve eşyaları gibi... Yapacağımız belgeye işte bunları koyacağız. Diğerlerini yani Çankaya'dan başka yerlerdeki evleri ve emlakı, Ankara'ya döner dönmez, mahalli belediyelerine veya diğer kurumlara verir, işlemini de yaptırırız."(21).

Ayrıca Genel Sekreteri'nden; para ve hisse senetlerinin, o zamana kadar olduğu gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılmasını; İsmet İnönü'nün çocuklarına yardım yapılmasını sağlayacak madde konulmasını ister.

Hazırlanan taslakta istediği düzeltmeleri yaptıktan sonra, 5 Eylül 1938'de vasiyetini imzalar.

Atatürk'ün Vasiyeti:

"Sahip olduğum bütün para ve hisse senetleri ile Çankaya'daki taşınır ve taşınmaz mallarımı, Halk Partisi'ne aşağıdaki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1. Para ve hisse senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2. Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi saklı kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda 1000, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki 100'er lira verilecektir.
3. Sabiha Gökçen'e bir evde alınabilecek para verilecektir.
4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6. Her sene nemadan arta kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir. (22)

Bu vasiyetin bize gösterdikleri:

Atatürk mirascılarının ihtiyaçlarını karşılayacak miktarı bırakmış, onları muhtaç duruma düşürmemiştir. Kendisi için 1933'te özel kanun çıkarılmış olmasına rağmen O, Medeni Kanun gerekleri doğrultusunda miras bırakmıştır.

Mirasçılarının yanı sıra, yakın arkadaşı İsmet İnönü'nün çocuklarını da kendi çocuğu gibi görmüş, geleceklerini garanti altına almıştır. Bunda Atatürk'ün, dostluk ve vefa duygusunun yüksekliğini görüyoruz.
Burada, İnönü kendi çocuklarına bakamayacak durumda mı idi, sorusu akla gelebilir. Vasiyetin hazırlandığı günlerde, İnönü de hastadır. Safra kesesinde iltihap vardır. Atatürk, kendisi için yurt dışından getirilen doktorları Ankara'daki İnönü'ye de gönderir. İnönü'nün başına bir hal geldiğinde, İnönü'nün kardeşinin çocuklara bakmayacağı kanaatindedir. Bu nedenle vasiyetine İnönü'nün çocuklarını da dahil eder.

Türk Tarih ve Dil Kurumlarına önemli bir pay bırakması ile, Türklük bilincinin gelişmesinde ve yaşatılmasında önemli rol oynayan bu kurumların, kendisinden sonra da bağımsız şekilde yaşamasını ve güçlenmesini arzulamıştır.

Tüm parasını ve hisse senetlerini Partisine bırakmakla da, Türkiye'de demokrasinin gelişmesini amaçlamıştır. Ayrıca, Eski Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa'nın, Türkiye Cumhuriyeti uyruğuna girmesi dolayısıyla CHP'ye bağışladığı ve Atatürk üzerine kayıtlı İş Bankası'ndaki 2 numaralı hesapta değerlendirilen 900.000 liranın (23) Partiye dönmesini sağlamıştır. Burada hemen belirtelim, Atatürk 2 numaralı hesaptan şahsı için hiçbir masraf yapmamıştır. Genel Sekreteri H.R. Soyak, eserinde birkaç kez bunu tekrarlar.


Atatürk'ün Vasiyeti ile Parti'sine Devrettiği Para ve Hisse Senetleri (24):

• Emekli Hesabı 19.566 lira 80 kuruş
• 4 numaralı şahsi hesap 53.453 lira 18 kuruş
Toplam 73.019 lira 98 kuruş
• 2 numaralı hesap 1.446.872 lira 03 kuruş
• İş Bankası hisse senedi 119.125 lira
• Kurucu hisse senedi 569 lira
• M. Kömürü T.A.Ş. hissesi
Ada yazılı 12.750 lira
Hamiline yazılı 12.250 lira
Kurucu hisse senedi 125 lira
Toplam 25.125 lira
Genel Toplam 1.664.711 lira 01 kuruş


ATATÜRK'ÜN HAZİNEYE BAĞIŞLADIĞI MALLARIN DÖKÜMÜ (25)

ARAZİ

582 dönüm meyva bahçesi

700 dönüm çeşitli ağaç fidanlığı

400 dönüm Amerikan asma çubuğu fidanlığı

220 dönüm bağ

220 dönüm zeytinlik

375 dönüm sebze bahçesi

17 dönüm portakallık

15 dönüm kuşkonmazlık

100 dönüm park ve bahçe

2650 dönüm çayır ve yoncalık

1450 dönüm yeni yetiştirilmiş orman

148.000 dönüm tarıma elverişli tarla, mera

154.729 dönüm TOPLAM

BİNA
Mefruşat ve demirbaşları ile beraber;

45 ikametgah ve daire

7 ağıl

6 mandıra

8 ahır

7 ambar

4 samanlık ve otluk

6 hangar

4 lokanta ve gazino

2 fırın

2 sera

91 bina TOPLAM


FABRİKA- İMALATHANE

1 bira fabrikası, 7.000 hektolitre/yıl kapasiteli

1 malt fabrikası

1 buz fabrikası, 4 ton/gün kapasiteli

1 soda ve gazoz fabrikası, 3.000 şişe/gün kapasiteli

1 tarım aletleri ve demir fabrikası

2 pastorize süt fabrikası

2 yoğurt imalathanesi

1 şarap imalathanesi, 80.000 litre/yıl kapasiteli

1 un değirmeni, 2 taşlı elektrikle çalışır

2 peynir ve yağ imalathanesi

1 çeltik fabrikasının %40 hissesi

2 tavuk çiftliği

5 satış mağazası

HAYVAN VE ARAÇ

13.100 koyun

443 sığır

69 at

2450 tavuk

16 traktör

13 biçer-döğer

5 kamyon

2 otomobil

19 araba

1 deniz motoru

sulama tesisleri



Atatürk'ün hazineye bağışladığı çiftlikler ve büyüklükleri, Atatürk Orman Çiftliği'ndeki "Atatürk ve Çiftlik Müzesi"nde, şöyle belirtilmektedir:

DEKAR
Atatürk Orman Çiftliği 52.000
Aydos Yaylası 50.000
Baltacı Çiftliği - Yalova 11.500
Piloğlu Çiftliği - Tarsus 8.500
Tekir ve Şövalye Çiftlikleri - Silifke 12.000
Karabasamak Çiftliği ve Turunçgil Bahçesi 18.000
TOPLAM 152.000


ATATÜRK'ÜN MÜCEVHERLERİ

Atatürk'ün tuttuğu günlükleri ve notlarını içeren defterlerinden 24'ü eldedir. Bunlardan 8 numaralı defterin etiketinde yeni yazıyla "Mücevherler" açıklaması yer almaktadır.

Atatürk böyle bir defter tuttuğuna göre, deftere yazılarak kayıt altına alınacak sayıda ve değerde mücevhere sahip olduğu kanısı uyanıyor. Bir kanıya varmadan, defterin içinde yer alanlara bakalım. Defteri anlatan kaynaktan aynen aktaralım:

"İlk sayfası kravat iğnelerine ayrılan bu defterde, iğnelerin sayısı verildikten başka,... 'Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey'e bir saat kösteği verildi' notu vardır. Notun altındaki tarih 5.2.1932'dir.

Defterin 7 sayfası yazılı, diğer kısmı boştur. Yaprakların birer yüzüne yazılmıştır.

Üçüncü sayfada 7 adet, beşinci sayfada 3 adet kol düğmesi; yedinci sayfada 3 adet saat; biri kol, ikisi cep saati; dokuzuncu sayfada 3 adet saat zinciri; onbirinci sayfada 4 adet köstek; onüçüncü ve en son yazılı sayfaya kaydettiği, en son ve en kıymetli mücevheri olarak değerlendirdiği anlaşılan "İstiklal Madalyası'dır"(26).

Mücevherlerinin dökümünün şöyle olduğu anlaşılıyor:

Kravat iğneleri (sayısı verilmemiş)

10 adet kol düğmesi

3 adet saat (biri kol, ikisi cep saati)

3 adet saat zinciri

4 adet köstek

İstiklal Madalyası

İşte Atatürk bu. Kişisel mücevher zenginliği bu kadar. Bunlar Osmanlı döneminde paşalık yapmış, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş, 15 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmış bir devlet adamının mücevherleridir. Böyle bir insana, nasıl "zengin olma hırslısı idi", denebilir? Nasıl "mal edinme hırslısı idi", denebilir? Bu bilgiye rağmen öyle demek, aklın değil bir kastın işaretidir.

ATATÜRK'ÜN DEVLET PARASINA BAKIŞI-ANEKDOTLAR

Bu konuyu birkaç anekdot ile açıklayalım.

Harcırah Almazdı

Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor:

'Gezilerinde, devletçe kendisine yalnız tren veya vapur gibi araçlar sağlanıyordu.
Diğer masraflar tamamen Atatürk'ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi, harcırah diye bir şey söz konusu değildi. Oysa misafiri olarak onunla beraber seyahat eden Başbakan ve bakanlarla maiyetleri bütçeden yol masrafı ve yevmiye almakta idiler.'

Ölüm Döşeğinde Bile Rahatı İçin Devleti Masrafa Sokmuyor

Atatürk'ün 1938 yazını çok sıkıntılı geçirir. Hastalığı O'nu yatağa düşürür, ıstırabı çoktur, aynı zamanda havalarda çok sıcak gitmektedir. Savarona yatında dahi sıcaklara dayanamaz, Dolmabahçe'ye nakledilir. Sonrasını H.R. Soyak şöyle anlatıyor:

'Daha geniş ve havadar olması nedeniyle saraydaki odasına kavuşmak, Atatürk'ü ilk anda pek memnun etmişti. Fakat ne yazık ki, bu memnunluğu çok sürmedi. Sıcak, hemde gittikçe şiddetini artırarak devam ediyordu ve doğal olarak bundan duyduğu rahatsızlık da o derecede ağırlaşıyordu.

Çaresizlik içinde yatak odasının pencere ve duvarlarına bahçeden hortumla su sıktırıyor, sıcağın tesirini azaltmaya gayret ediyorduk.

Yatağın karşısındaki duvarda... bir tablo asılı idi. İlkbaharın kır çiçekleri ile bezenmiş yemyeşil bir yamaç üzerinde birkaç kocaman servi ile biri çiçek açmış, diğeri tomurcuklanmış iki meyva ağacını, arka planda bir göl parçasını ve ta uzaklarda heybetli karlı dağları tasvir eden çok güzel, çok canlı bir tablo. Zannedersem, Kafkasya dağlarından bir köşe.

Sıcak ve hastalıktan bunaldıkça uzun uzun bu taployu seyrederdi. Herhalde öyle bir yerde, hasret kaldığı serinlik ve huzura kavuşabileceğini tahayyül ediyordu. Bana bir, iki defa 'Böyle bir yer bulabilsek' de demişti.

Muhakkak, aynı hasret dolu arzuyu başkalarına da söylemişti ki, birisi, kendisine 'Alemdağı'nda çok güzel bir köşk olduğunu söylemiş. Bir gün bana bundan söz etti ve Prof. Nihat Reşat Belger de dahil, ilgililerle beraber yerine gidip köşkü görmemizi emretti.

Hemen ertesi günü, Prof.Belger, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ, Başyaver Celal Öner ve daha birkaç arkadaşla beraber, Alemdağ'ına gittik. Vaktiyle Sultan Abdülaziz için yaptırılıp, sonradan Vilayet Milli Emlak Müdürlüğü'ne devredilmiş olan kasrı gördük. Etrafı çam ağaçları ile çevrili ve Kuzey rüzgarlarından korunmalı bir yerde idi. Her tarafından güneş de alıyordu. Profesör yeri pek beğenmişti; fakat bina bakımsızlıktan biraz harap olmuştu; iyice tamir edilmeden oturulamazdı.

Dönüşte durumu Atatürk'e sundum, dikkatle dinledi, hatta kasrın Vali tarafından getirilmiş olan planını da inceledi; düşünceliydi; binanın tamire muhtaç bulunması hiç hoşuna gitmemişti....

'Hele şimdi dursun bakalım!... İleride tekrar görüşür, bir karar veririz...'dedi. Fakat bir daha bundan hiç söz etmedi' (27).

Altın Anahtar

Anlatan Tevfik Rüştü Aras
:

'Atatürk'ün son açtığı bayındırlık eseri Tunceli'deki Singeç köprüsü, son açtığı fabrika da Nazilli kombinasıdır.

Nazilli'de açılışta Atatürk'e verilmek üzere bir altın anahtar hazırlanır. Atatürk, anahtarı kilide sokar, 'uğurlu olsun' diyerek fabrikayı açar. Ancak anahtarı kendisinde tutmaz, Başbakan Celal Bayar'a verir ve şöyle der: 'Bu altın anahtar, milletin hazinesinde durmalıdır' (28).

Bu Millet O Kadar Zengin Değil

Anlatan Kılıç Ali :


"Bir tarihte Atatürk Ege vapuru ile Mersin'e gitmiş. Dönüşte vapur Fethiye'de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılıyormuş. Zafer torpidosunda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, komutanlardan birisi, Zafer torpidosu komutanına bir torpil atmasını söylemiş.
Torpido komutanı:
--- Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin değeri ellibin liradır.
Bunun üzerine Atatürk:
--- Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir.
Ve torpido komutanına dönerek:
--- Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunmuş"(29).

THK.'nun Kırk Parası

Anlatan Manevi kızı Sabiha Gökçen:


"Bir gün, hiç unutmam, İsmet Paşa köşke hem çok yorgun, hem de çok sinirli gelmişti. Oysa, çoğu kez sinirlerine hakim olmasını herkesten iyi bilirdi. Şöyle bir yorgunluk kahvesi aldıktan sonra Gazi:
'Hayır ola İsmet' dedi. 'Sende bir fevkaladelik var bugün... Ne oldu? Neye sinirlendin?'
İnönü yumuşamıştı. Gülümsemeye çalışarak:
'Türk Hava Kurumu'nun Genel Yönetim Kurulu Toplantısı vardı da...' dedi.
Gazi üsteledi:
'Eee, ne olmuş varsa?'
'Fuat Bey'i epey terlettim... İstifaya filan kalktı.'
'Çalışkan çocuktur Fuat... Cemiyeti de diğer milletvekili arkadaşları ile iyi yönetiyor...'
'Bunlara bir diyeceğim yok.. Fakat canımı sıkan bir husus oldu..'
'Neymiş o?'
'Hesaplarda kırk para oynuyor!...'
'Kırk para.. Yani bir kuruş...'
'Evet.. Toplantıya sabah onda girdik, saat on yediyi geçiyordu çıktık.. Daha önceki toplantıda dikkatimi çekmişti.. Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye talimat vermiştim... Bulamamışlar.. Bugünü de onunla geçirdik.. Fuat Bey'in hassasiyetini anlıyorum ama, milletimiz ondan daha hassastır. Verdiği paranın nereye gittiğini behemahal bilmek ister. İstifa bu gibi hallerde en kolay çıkar yoldur. Ama kimseyi rahatlatmaz.. Hatta söylentilere bile neden olur.. Yurttaş bu parayı Türk Hava Kurumu yükselsin diye veriyor..'
Gazi Paşa gülümsedi:
'Demek mesele bu.. Kırk paranın hesabı seni bu kadar yorup üzdü. Tam adamını bulup bunların başına getirmişim.. Haklısın.. Kırk para günün birinde kırk lira, kırk lira da dört yüz lira olur.. Bu da giderek büyür halkın ağzında.. Böyle kuruluşlara olan güveni sarsar.. Biz Cumhuriyeti kurarken, böyle kırk paralara çok ihtiyacımız oldu.. Peki ne yaptın sonunda?'
"Muhasebeciyi çağırttım. Memurları seferber ettim. Ve kırk paranın yanlışlıkla bir başka hesaba geçirildiğini bulup çıkartırdım.. Bundan sonra da bu gibi hataları affetmeyeceğimi söyledim kendilerine.. Bizim milletimiz gerçekten de elindekini avucundakini verir. Hiçbir ulus Türk ulusu kadar cömert değildir. Ama verdiğin doğru dürüst yerlere sarfedildiğini görmek ister. Hem de buna inanmak ister.. Türk Hava Kurumu'nun halktan toplanan paralarla uçaklar alıp askeriyeye hediye etmesinden duyulan memnuniyet büyüktür.. Bu güzel havayı ne kırk para uğruna, ne de yüz para uğruna bozmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir..'

Evet evet... Bu benim yakından tanık olduğum bir konuşma, bir olaydır... Türk Hava Kurumu'nun kırk parası uğruna harcanan emek ve zamanı belgeleyen kutsal bir olay.. Şayet ülke ve bazı müesseler bugüne kadar sarsılmadan, alın aklığı ile gelebilmişlerse hep bu 'kırk para'nın hesabı sorulduğu, milletin parası üzerine titrendiği için gelinebilmiştir kanısındayım.. Onlar bir başka devlet adamlarıydı"(30).

Hizmetinden Dolayı Verilmek İstenen Bir Milyon Lira

Anlatan Falih Rıfkı Atay:


"Milletvekilliğimin ilk yılında, bir öğle üstü, Yakup Kadri ile beraber Meclis'e gelmiştik... Birkaç milletvekili bize bir kanun teklifi imzalatmak istediler. Okuduk. Teklif aşağı yukarı şu idi:

'Hidematı vataniyesine mükafaten (vatan için yaptığı hizmetlere karşılık) Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine bir milyon lira ihda (hediye) edilmiştir.'
İmzalayanlardan bazıları belki de pek iyi niyetliydiler. Muzaffer komutanlarını para ile mükafatlandırmak İngilizlerin de adeti değil miydi? Sonra Mustafa Kemal, devrimler yapacak ve devrimler düzenini memlekette kökleştirmek ve korumak için büyük bir partiyi teşkilatlandıracaktı. Bunun için para lazımdı.
Beynimizden vurulmuşa döndük. Sanki zafer ve onun bütün şanları ve şerefleri satılığa çıkarılmıştı. .. Gazi Mustafa Kemal'i devrim tarihinin ilk günlerinde süikastların en alçakcası ile öldürmek demekti.

Gazi'nin haberi olup olmadığını düşünmeden Reislik odasında kendisini bulduk. Hamdullah Suphi heyecanlı sözleri ile hepimizin ıstıraplarını anlatmaya çalıştı. Gazi:
- Hiç haberim yok ... Küstahlık etmişler, teklifi bana buldurunuz, dedi. Getirtti ve yırttı.
Derin bir gönül rahatı duyduk."(31)
 
ATATÜRK'E ÖNERİLEN RÜŞVETLER

Bu konuyu, Atatürk'ün zengin olma hırslısı olmadığını, eline geçen maddi fırsatları kişisel çıkarına yönelik değerlendirmediğini, zimmetine geçirme, rüşvet alma gibi aşağılık davranışların yaşamında yer almadığını kanıtlamak ve dürüstlüğünü ortaya koymak için ele alıyoruz. Bunun için bilinen örnekleri sıralayacağız.

Vahidettin'in Rüşveti

Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra, İstanbul hükümetinin verdiği görevin tam tersini yapmaya başlayınca, yani Anadolu'da işgallere karşı protesto mitingleri, direniş ve direniş için örgütlenme başlatınca, İngilizler ve İstanbul hükümeti bundan rahatsız olur. Samsun'a çıkışından 20 gün sonra, 8 Haziran 1919'da İstanbul'a geri çağrılır. M.Kemal, dönmez, karar verdiği Milli Mücadele yolunda çalışmasını sürdürür.

Hükümetin isteğiyle M.Kemal İstanbul'a döndürülemeyince, Padişah Vahidettin devreye girer. Der ki;

"Hava değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur, fakat bir işe karışma"(33).

Bu ne demektir? Milli Mücadele gibi, işgallere karşı durma gibi haince(!) bir faaliyette olmazsan; biz sana maaşını, ordu komutanlığı tahsisatını her ay, tıkır tıkır ödeyeceğiz; diğer haklarını devam ettireceğiz; Anadolu'nun beğendiğin yerinde rahatça yaşamını sağlayacağız; yani çalışmadan, çalışmanın sıkıntılarını çektirmeden tüm haklarını vermeyi sürdüreceğiz. Yeter ki sen hiçbir işe karışma.

Bu ne demektir? Bu rüşvettir.

Sonucu ne olmuştur? Atatürk bu rüşveti kabul etmemiştir. Ülkesinin ve ulusunun geleceği için, böyle bir rahat yaşamı reddetmiş, ölümlü yolu tercih etmiştir.

Atatürk zengin olma heveslisi olsaydı, bu rüşveti reddetmezdi.

İngiliz Rüşveti

Atatürk, Nutuk'ta, İstanbul'un işgal edildiği gün (16 Mart 1920) millete yayınladığı bildiriyi verir. Bildirisinde İngilizlerin, o güne kadar, ülkeyi paylaşmaya yol bulmak için başvurdukları beş politikalarını sıralar. Bu politikalar sırasıyla şöyle özetlenebilir:

Damat Ferit'i kullanma

Heyeti Temsiliye'yi kullanma

Kuvayı Milliye'ye yardımcı olan hükümetlere müdahale ve muhalefeti körükleme.

Halka baskı

Osmanlı Devletinin egemenliğine son verme (16 Mart)

Atatürk, bunlardan ilk ikisini şöyle açıklar:

"Önce, Ferit Paşa ile anlaşarak ve milleti savunmasız bırakarak yabancı idaresine esir etmek ve memleketin birçok önemli yerlerini galip devletlerin sömürgeleri arasına katmak düşünülmüştür. Kuvayı Milliye'nin, bütün bir milletin desteği ile bağımsızlığı savunma konusunda gösterdiği azim ve kararlılık, bu tasavvuru alt üst etti. İkincisi, Kuvayı Milliye'yi aldatmak ve onun müsaadesi ile Doğu'da (Anadolu'da) bir üstünlük sağlama siyaseti gütmek için Heyeti Temsiliye'ye başvuruldu. Heyet, milletin bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü garanti edilmedikçe ve özellikle işgal bölgelerinin boşaltılmasına teşebbüs edilmedikçe, herhangi bir görüşmeye yanaşmadı..." (34).

Atatürk burada İngilizlerin, amaçlarına ulaşmak için Heyeti Temsiliye'yi aldatmak istediklerini belirtiyor ama, nasılını açıklamıyor. Ne yolla aldatmaya giriştiklerini ortaya koymuyor. Bunun sebebi, Nutuk'un okunduğu (1927) dönemde, gelişmekte olan Türk-İngiliz dostluğuna zarar vermemek olabilir. Çünkü, Nutuk'tan bir sene önce (1926) yayımlattığı anılarında, kendisine verilen Alman rüşvetini açıkladığında, Almanya buna diplomatik tepki gösterir. Benzer durumun doğmamasını istemiş olabilir.

Aldatma yolunun nasılını başka bir kaynakta görüyoruz. Falih Rıfkı, "Çankaya" isimli eserinde şöyle diyor:

"Kuvayı Milliye devrinde İngiliz entelijansı adına -harekatın başından ayrılmak şartıyla- Mustafa Kemal'e büyük para ve İtalya'da bir villa vaadedilmişti" (35).

Anlıyoruz ki İngilizler de Atatürk'e rüşvet, hem de büyük rüşvet önermişler. Zengin olma hırslısı, kişisel çıkarı için ülke çıkarlarını satmaya meyilli birisi için kaçırılmayacak bir fırsat. Ancak Atatürk o adam değil.



Alman Rüşveti

Birinci Dünya Savaşı'nda Suriye-Filistin Cephesindeki 7nci Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal, İstanbul'dan yeni görevi için Halep'e hareket etmeden önce, Ordusunun bağlı olduğu Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mareşal Falkenhayn'ın kendisine gönderdiği rüşvet altınları, anılarında ayrıntılı anlatır. Altın dolu sandıklarla kendisinin Alman çıkarlarına hizmete yöneltilmeye çalışıldığını ortaya koyar ve bana böyle yapıldığına göre, kimbilir başkalarına neler yapılmıştır, der.

Olayı, Mustafa Kemal'in anlatımından aynen aktaralım (36):

"Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanıp İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. Falkenhayn, karargahında bulunan bir Türk subayı ile yanında bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı evime geldi, ufak ve zarif sandıklar içinde, Falkenhayn tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi. O şeylerin, kendilerini kabul ettiğim odaya getirilmesini emrettim. Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif edildi.
- Bunlar nedir? dedim.
Alman subayı dedi ki:
- İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falkenhayn tarafından bir miktar altın gönderilmiştir.
Kimseye hiçbir ihtiyacımdan bahsetmemiştim; fakat zannettim ki Mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarfedilmek üzere göndermiştir. Onun için tercümanlık eden Türk subayına dedim ki:
- Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisine gönderilmek lazımdı; benim için fazla külfettir.
Subay sözlerimi Alman subayına nakletti.
Alman derhal:
- Efendim o da başka, dedi.
Bizim subaya;
- Paranın miktarını bu subaydan iyi tahkik et, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza edeyim, dedim.
Subay emrimi yaptı, fakat Alman imzalı senedi kabul etmek istemedi, tekrar:
- Bu subay bilmiyor, dedim, senedi alsın ve Mareşale versin ve siz de bu paraları alması için Levazım Reisine haber gönderiniz.
Doğal olarak iş böyle bir cereyan takip etti.
Bu sandıklar ve içindekiler ordunun Levazım Reisliğine ve benim bunlara karşılık verdiğim senet de Falkenhayn'ın mahrem dosyasında birkaç ay birbirlerini bekler şekilde kaldılar. İşte yukarıda söylediğim üzere, Yedinci Ordu Komutanlığından kendimi affettikten sonra, Komutanlığa vekil bıraktığım Ali Rıza (Sedes) Paşa'ya bu sandıkları teslim ettim ve kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Cevat Abbas -şimdi Bolu Mebusu- ve Salih -şimdi Bozok Mebusu- beylere vererek, kendilerine şu emri verdim:
- Hemen Falkenhayn'ın karargahına gideceksiniz, bizzat kendisini görüp bu senedi vereceksiniz ve benim kendisinde bulunan senedimi alacaksınız.
Yaverlerim bizzat Falkenhayn'ı görmek hususunda biraz güçlük çekmekle beraber emrimi harfiyen yapmışlar. Biraz sonra yanıma gelerek dediler ki:
- Mareşal Falkenhayn size böyle bir para vermiş olduğunu hatırlamıyor ve bu para için sizin imzanızı taşıyan hiçbir belgenin kendisinde mevcut olduğunu bilmiyor; dolayısıyla Ali Rıza Paşa imzalı senedi kabul etmiyor.
Tekrar yaverlerime dedim ki:
- Şimdi size çok ciddi emrediyorum. İkiniz tekrar Falkenhayn'ın odasına gireceksiniz ve diyeceksiniz ki verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklıdır. Buna karşılık size senet verilmiştir, senet olmadığını iddia etmek, altınların varlığını ortadan kaldırmaz. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz, o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bir belge veriniz. Ve diyeceksiniz ki, bizi buraya gönderen Komutanın altın karşılığı memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çoktan öğrenmeli idiniz. Hala bunda tereddütünüz varsa Komutanımız bunu size ve kamuoyuna daha başka türlü dahi ispat edebilir. Paralarınız duruyor, fakat bu paralardan daha çok kıymetli "Mustafa Kemal" imzası sizde kalamaz. Ve müsbet netice almadıkça karşıma gelmeyeceksiniz.

Emir verdiğim arkadaşlar Grup Komutanı Falkenhayn'ı tanıyan adamlar değildi; fakat beni çok iyi tanıyorlardı. Onun için bir saat sonra Falkenhayn'ın elinden benim imzamı taşıyan kağıt parçasını alıp dönmüşlerdir. Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarını böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi."


HİNTLİLERİN YARDIM PARASI

Paranın Miktarı

Milli Mücadele döneminde İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da; Hindularla, Hint müslümanları Türk Kurtuluş Savaşı'na büyük ilgi gösterirler. Olaya Hindular, kazanmak istedikleri bağımsızlığa örnek bir hareket olması yönüyle; Hint Müslümanları ise esir edilen Halife'nin kurtarılacağı yönüyle ilgi duyarlar. Türkiye'deki gelişmeleri yakından izlerler, destek olmak için ortak komiteler kurarlar, ortak kongreler düzenlerler. Kongre kararı ile halktan para toplayıp Türkiye'ye gönderirler.

Yardım parasını; Hindular "Ankara'ya yardım fonu"nda, müslümanlar "Hilafet fonu"nda toplarlar (37).

Ve değişik tarihlerde parça parça, "İslamiyetin Kılıcı" ilan ettikleri Mustafa Kemal adına ve şahsına gönderirler.

Gönderilen para tutarı, konuyu ele alan her kaynakta değişiktir. Örnek verelim:

Hintli yazar Sinha, Türk kaynaklarından aktarma yapmakta beşyüz- altıyüzbin Türk lirası demekte (38).
Lord Kinross, yardımının 125 bin İngiliz lirasını bulduğunu öne sürmekte (39).
Kurtuluş Savaşı'nın mali kaynaklarını inceleyen Alptekin Müderrisoğlu, Kinross'dan alıntı ile 125.000 İngiliz lirası (40).
Sabahattin Selek, 300 bin Türk lirası 41).
Can Dündar, 1 milyon Türk lirası (42).
Hasan Rıza Soyak, 500-600 bin Türk lirası arasında (43).
Şerafettin Turan, gelen paranın tutarı hakkında verilen rakamların birbirini tutmadığını belirtmekte. (44).
Durumun açıklığa kavuşturulması gereği kendisini gösteriyor. Özellikle kişiye gönderilen bir para olması yönünden bu önem taşıyor.

Gönderilen paranın toplam tutarı, hangi tarihte ne kadar gönderildiği Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde mevcuttur. Bu Arşiv'den yararlanılarak, Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından hazırlanan, "Türk İstiklal Harbi İdari Faaliyetleri" isimli, 1975 yılında basılmış eserde, yardımın dökümü verilmektedir. Bu değerli eserin gözden kaçtığını, bu nedenle yardım tutarı konusunda karışıklık yaşandığını düşünüyoruz.

Hint Yardımının Dökümü (45):


İngiliz Lirası Türk Lirası Tarihi
26.000 144.400 26 Aralık 1921
6.000 36.300 6 Şubat 1922
4.000 25.320 18 Şubat 1922
5.000 32.300 20 Şubat 1922
10.000 64.600 22 Şubat 1922
5.000 32.300 2 Mart 1922
20.000 131.500 28 Mart 1922
5.000 33.150 18 Nisan 1922
5.000 32.100 2 Mayıs 1922
4.000 26.800 31 Mayıs 1922
6.000 42.120 26 Haziran 1922
5.000 35.500 5 Temmuz 1922
400 2.904 17 Temmuz 1922
5.000 35.900 12 Ağustos 1922
106.400 675.494

Görüldüğü gibi gönderilen para 106 bin İngiliz lirası veya 675 bin Türk lirasıdır. 300 bin veya 1 milyon Türk lirası değildir.

Dökümdeki tarihler üzerine bir açıklama yapalım. İlk gelen paranın 26 Aralık 1921'de geldiği görülüyor. Ancak anılan kaynağın metin açıklamasında ilk paranın 6 bin İngiliz lirası olarak 30 Ocak 1920 günü, ikinci paranın 16 Kasım 1921 günü 20 bin İngiliz lirası olarak gönderildiği belirtiliyor. Dolayısıyla ilk sırada görülen 26 bin İngiliz lirası bu iki göndermenin toplamıdır ve 26 Aralık 1921'de Ankara'daki Osmanlı Bankası şubesine ulaşmıştır. Çünkü para akışı yurt dışından İstanbul'daki Osmanlı Bankası'na oradan da Ankara şubesine olmuştur. Osmanlı Bankası da Fransızların kontrolündedir. Anlaşılan, Fransızlarla, sıcak savaş devam ettiği için Fransızlar ilk iki parayı bir süre İstanbul'da tutmuşlar, Ankara Hükümeti ile 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşmasını imzaladıktan sonra, göndermeye başlamışlar. Hatta 16 Kasım 1921'de, İstanbul Osmanlı Bankası, Ankara'ya, gelmesi muhtemel diğer paralara aracı olacağını bildirir. Para gönderilmesi devam ettiği sürece, bunların İstanbul'da saklanmasını mı yoksa gönderilmesini mi sorar (46).

Atatürk'ün Bu Paraya Bakışı

Bu yardım parası Maliye Bakanlığı kayıtlarına ve Hazineye girmemiş, Mustafa Kemal'in emrinde tutulmuş ve Osmanlı Bankası'nda muhafaza edilmiştir.

Atatürk bu paraya çok temkinli davranmış, kullanmada isteksizlik göstermiştir. Büyük Taarruz'a hazırlık döneminde, 200 bin kişiye ulaştırılan ordu ihtiyaçlarının giderilmesi için 15 milyon Türk lirasına (47) ihtiyaç duyulur. Ankara hazinesi boştur. Büyük para sıkıntısı çekilir. Askerin zorunlu ihtiyaçları karşılanamaz. Hatta 14 aydır maaş bile verilemeyen subaylar vardır. Maliye Bakanı sıkıntıyı bir ölçüde giderebilmek için, Osmanlı Bankası Ankara şubesinden tehditle, 1,5 milyon lira almak zorunda kalır (48).

Bu zor duruma rağmen, Atatürk, en son noktaya kadar yardım parasını kullandırmaz. Bunun da sebebi vardır. Atatürk, bu paranın sonradan başa kakılacağını değerlendirir. Çünkü parayı gönderen örgütün ismi "Hindistan Hilafet Komitesi"; Hindistan'da paranın toplandığı iki fondan birinin ismi de "Hilafet Fonu"dur. İleride hilafetin kaldırılması söz konusu olduğunda; ki Atatürk'ün Milli Mücadele başında buna kararlı olduğu bilinir; çatlak sesler çıkabilir. Biz yardımı halifeyi kurtarın diye göndermiştik, denebilir. İşte bu olasılık, Atatürk'ü parayı kullanmada isteksiz yapar.

Gerçekten değerlendirildiği gibi de olur. Daha hilafet kaldırılmadan bile, saltanatla hilafetin ayrılıp saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) ve arkasından Cumhuriyet'in ilanı üzerine, yani hilafetin yetkisiz hale getirilmesi üzerine, Hint müslümanları adına bir grup, Türk Hükümetine açık bir mektup ve gazetelere yazı yazar.

"Hint müslümanları, Türklere yaptıkları manevi yardımın unutulduğuna teessüf ederler... Müslümanlar arasında hilafet makamı her şeyden yüksektir. Hint müslümanlarının Türk milli hareketini desteklemeleri bu sebeptendir. Dini reislerinin merkezi Türkiye'de olduğu içindir ki Türkiye'nin geleceğini desteklediler..."(49).

Atatürk bu parayı hep toplu tutmuştur. Büyük Taarruz'da zorunluluktan harcanan bir bölümü, zaferden sonra tekrar yerine konmuştur. Bundan da gerektiğinde iade etmenin düşünüldüğü çıkarılabilir.




Paranın Kullanılması

Atatürk yardım parasını Hilafetin kaldırılmasından (3 Mart 1924) altı ay sonra, yani dengeler kurulduktan sonra kullanmaya başlamıştır.

Öncesinde, Büyük Taarruz döneminde, geçici kullanılması olmuştur. Ordunun taarruza hazırlık ihtiyaçları için Maliye Bakanlığı yetersiz kalınca, Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp, Mustafa Kemal'in emrinde bulunan bu paradan 600 bin lira ister. Mustafa Kemal kabul eder ve verir(50).

Atatürk'ün Genel Sekreteri H.R. Soyak, ordu ihtiyaçları için verilen bu paranın 500 bin lira olduğunu belirtir (51).

Atatürk'ün Büyük Taarruz öncesi günlerde tuttuğu not defteri, Soyak'ı doğruluyor. O da 500 bin lira verdim diyor (52).

Para konusunda çekilen sıkıntıyı gösterebilmek için, Atatürk'ün sadece bu parayı verişini yazdığı sayfanın bazı satırlarını aktaralım:

"- Maaş meselesi, emir verdim.
- Ordunun silah ve techizat, giyim ve kuşamın ikmali için 40-50 milyon lira.
- Akşehir'de ödenecek para olsaydı, çok şey sipariş edebilecektik. Ve belki 2 hafta gelecekti.
- Harekata başlayabilmek için 200 bin cepheye, 300 bin Başkumandanlık nakliyatı için verdim.
- Bir miktar para verebilmek için 420 bin lira istiyorum. Maliye Bakanı çalışıyor.
- Bir taraftan Fransa'dan bir taraftan Rusya'dan ihtiyaçlarımızı temine çalışıyoruz.
- Maaş hakkındaki emir, olamıyor.
- Maliye Bakanı Hasan Bey'le görüşeceğim."

Ayrıca, orduyla birlikte İzmir'e yürüyen Mustafa Kemal Yunan ordusunun kaçarken yakıp yıktıkları şehir, kasaba, köylerde, aç ve açıkta kalan insanlarımızı, görünce, bunlara yardım edilmesi emrini verir ve Hint parasından para yardımı yapılır. Soyak'ın, bu para yardımı için, "yine bu paradan yapılmıştı" demekle; ordu için verilen 500 bin lirayı mı, yoksa bankada kalanı mı kastettiği pek anlaşılamamaktadır. 500 bin liradan verildiğini kastediyorsa, bunun pek mümkün olamayacağını düşünüyoruz. Çünkü ordunun karşılanamayan zorunlu ihtiyaçları için verildiğine göre, bu para çoktan harcanmış olmalıdır. Ayrıca insanlarımıza ne kadar para yardımı yapıldığı da belirtilmemektedir. S. Selek, bu yardımın 110 bin lira olduğunu vermektedir (53).

Bu bilgiler bizi kesin olmamakla beraber bir yere götürüyor. Kazım Özalp'ın dediği 600 bin lira, ordu için ve halk için verilen paraların yuvarlak ifadesi olabilir. Yani Büyük Taarruz döneminde Hint parasından 500 bin lira ordu için; 110 bin halk için harcanmış, geriye 65 bin lira kalmıştır.

Zaferden sonra Bakanlar Kurulu, harcanan 600 bin liranın 380 binini Mustafa Kemal'e iade eder (54). Neden tümünü değil sorusuna şöyle bir yaklaşım getirebiliriz. Hindistan Hilafet Kongresi, yardım kararı alırken, "İzmir'de felakete uğrayanlara"(55) diye de bir karar alır. Halka yapılan yardım doğrudan bu kapsama girdiğinden iadesi düşünülmemiş olabilir. Ayrıca orduya verilen paradan 120 bin lira kesilmiş olmasının da benzer nedene dayandığı değerlendirilmektedir.

Şimdi Atatürk'ün emrinde yardım parasından 380 bin + 65 bin olmak üzere 445 bin Türk lirası olması gerekmektedir.

Atatürk'ün bu parayı Türkiye'nin kalkınmasında nasıl değerlendirdiğini görelim.

120 bin lirasını toprak satın alıp çiftlikler kurmada; imalathane, fabrika yapmada değerlendirir (56).
250 bin lirasını Türkiye'de ilk milli bankayı kurdurmak için kullanır. 26 Ağustos 1924'te Türkiye İş Bankası'nı, 1 milyon sermayeli olarak kurdurur (57).
Geri kalan 75 bin liranın ayrıntılı dökümüne şimdilik ulaşamadık ama bildiğimiz, İş Bankası'ndan ve Maden Kömürü T.A.Ş.'ndan hisse senetleri alarak değerlendirdiğidir.
Hint yardım parasının yuvarlak 450 bin lirası ile yaptığı bu yatırımları neden yaptığını ve nasıl kullandığını, kendi geliri içine hiçbir şekilde katmamış olduğunu, daha önce ayrıntılı açıkladık.
Hint yardımı Kurtuluş Savaşı'nda ve savaştan sonra da ülkenin bayındırlık işlerinde harcanmıştır. Yardımın amacı da (hilafet dışında) budur. Bu amaç gerçekleşmiştir. Kişisel amaçlı hiçbir harcama yoktur.


SONUÇ

Atatürk üzerine para ile ilgili iftira ve uydurmalara yanıt verirken, bu güne kadar bilimsel olarak ele alınmamış, Atatürk'ün para yönünü de incelemiş, ortaya koymuş olduk. Bu çalışma ile Atatürk'ün paraya, mala, mülke, zenginliğe bakışını; gelirini, harcamalarını, birikimini, yardım severliğini, dürüstlüğünün para yönünü de görmüş olduk.

Gördük ki Atatürk; zengin olma, mal-mülk edinme hırslısı bir insan değil. Böyle bir hırsı olsa idi;

Milli Mücadele'ye atılmazdı;
Önerilen rüşvetleri reddetmezdi;
Gelirinden yakınlarına, düzenli ve önemli miktarda yardım yapmazdı;
Edindiği mal ve işletmelerin gelirini kendi geliri gibi kabul eder ve kendisi harcar veya kullanırdı;
Edindiği mal ve işletmeleri, kendi malı gibi kabul eder, milletine bağışlamazdı.
Hırsı ulusal değil de kişisel olsaydı Türk'ün Ata'sı olamazdı; Türkler ona "Atatürk" ismini vermezlerdi. Hırsı evrensel değil de kişisel olsaydı Doğu'nun Ata'sı olamazdı; Doğulular, özellikle sömürülen milletler O'na "Ataşark" ismini vermezlerdi.
Atatürk, devletin parasını keyfi şekilde, kendi zevkine harcayan bir Cumhurbaşkanı olsaydı;

Önce Çankaya Köşkü'nün tüm masraflarını, hiç zorunlu olmadığı halde, kendi maaşından karşılamazdı;
Yasal hakkı olmasına rağmen, gezilerinde yolluk-yevmiye almamazlık etmezdi.;
Milli Mücadele'deki hizmetinden dolayı, armağan olarak kendisine verilmek istenen 1 milyon lirayı şiddetle reddetmezdi;
Şerefe atılacak bir top mermisinin bile hesabını yapıp, atılmamasını istemezdi;
Ölüm döşeğinde bile, serin bir yere çok ihtiyaç duymasına rağmen, sadece ek masraf olacak diye, bu isteğinden vazgeçmez, Alemdağ'da bu amaçla bulunan köşkü tamir ettirirdi;
Türk Hava Kurumu hesaplarında açık çıkan 40 parayı (1 kuruş) dert etmezdi;
İzmir Belediyesi'nin Zübeyde Hanım için anıt-mezar yaptırmasını önlemez, mezar masrafını kendisi karşılamak ısrarında olmazdı;
Devlet parasını keyfi ve zevkine harcayan olsaydı, İstanbul'da kaldığı sürelerde gelirinden fazla gideri olduğu için borçlanmaz, bu borcunu Ankara'da para biriktirerek ödeme durumuna düşmezdi.
Atatürk Hintlilerin gönderdiği parayı zimmetine geçirmemiştir.
Herşeyden önce bu paraya soğuk yaklaşmış, büyük para sıkıntısına rağmen, bir süre parayı kullandırmamış, bankada toplu olarak tutmuş; Büyük Taarruz'a hazırlık sırasında ısrarlı istekler üzerine 675 bin liranın 500 bin lirasını orduya, 110 bin lirasını da Yunanlıların yakıp yıktığı yerlerdeki insanlarımıza yardım olarak vermiştir. Zimmetine geçiren bunu yapar mı? Kaldı ki bu para doğrudan Mustafa Kemal'in adına gönderilen bir paradır.
Zafer'den sonra TBMM, harcanan paranın 380 bin lirasını Atatürk'e iade eder. Atatürk, yine parayı bankada toplu olarak tutar, kullanmada isteksiz davranır, hatta kullanmamasından ve toplu tutmasından iade etmeyi bile düşündüğü çıkarılabilir. Çünkü bu para başa kakılmıştır, "Biz size Hilafeti kurtarın diye yardım yapmıştık" denmiştir. İşte bu nedenle, uzun süre, çok ihtiyaç duyulmasına rağmen bu paraya dokundurmaz. Hilafetin kaldırılmasından, içte ve dışta suların durulmasından sonra kullanmaya başlar. Elde kalan yaklaşık 450 bin lira ile, Türkiye'nin kalkınmasını destekleyici yatırımlar yapar. 250 bin lirasını Türkiye'de ilk milli bankayı kurdurmak için kullanır. 120 bin lirasını toprak satın alıp çiftlikler kurmada; imalathane, fabrika yapmada değerlendirir. Geri kalan 75 bin lira ile hisse senetleri alır.
Yaptığı yatırımlarla; müteşebbisi, sanayicisi, modern tarımcısı olmayan Türkiye'de; Türklerin de müteşebbis, sanayici olabileceğini göstermiştir, örnek olmuştur. Türkiye'ye bu konuda da büyük hizmet etmiştir.

İşletmeleri, bizzat kendisinin kurması ve geliştirmesine rağmen, bunları hiçbir zaman kendi özel malı olarak görmemiş, gelirlerini kendi geliri içine katmamış ve tam verimli hale getirdikten sonra da milletine armağan etmiştir. Bunların, mirasçılarına geçmesini önlemek için, özel yasa dahi çıkartmıştır.

Bu uygulamanın neresinde zimmete geçirme var?

Zimmete geçirme olabilmesi için, işletme gelirlerinin özel gelir içine dahil edilmesi, işletme varlıklarının mirasçılara bırakılması gerekirdi. Oysa Atatürk'ün yaptığı bunların tam tersidir. İşletme ürünlerini dahi parasını ödeyerek satın almıştır.

Hint parasını kendisine değil, milletinin çıkarına kullanmıştır. Bu uygulamasında da kendisine şükran borçluyuz.

DİPNOTLAR

(1) Borak, Sadi; Öyküleriyle Atatürk'ün Özel Mektupları, s.68
(2) a.g.e. s.52
(3) Soyak, Hasan Rıza; Atatürk'ten Hatıralar C.II., Yapı ve Kredi Bankası Yayını, 1973, s.683
(4) AFETİNAN, A. Prof. Dr. ; Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, TTK, 1969, S: 74
(5) Soyak, c.II, s.693-695
(6) a.g.e. s.695
(7) a.g.e. s.696
(8) a.g.e. s. 696
(9) a.g.e.s. 685
(10) a.g.e.s. 685
(11) a.g.e. s.687
(12) a.g.e.s.683
(13) a.g.e.s.691
(14) a.g.e.s.713
(15) Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu tarafından yazılan "Türkiye İş Bankası Tarihi" isimli basılmamış çalışmadan aktaran Can Dündar, "İşte Atatürk'ün Banka Hesabı", Sabah gazetesi, 26 Ağustos 2000.
(16) a.g.e.s. 691.
(17) a.g.e.s. 683.
(18) Soyak, c.II, s.754
(19) Soyak, c.II, s.688,689 (Telgrafın tam metni ve bağışlananların listesi vardır); Kocatürk, Utkan Prof. Dr. ; Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ata. Arş. Mrk. Yayını, 1999, s.552
(20) Kocatürk, s.573
(21) Soyak, c.II,s.755
(22) Soyak, c.II. s.757, 758
(23) Soyak, c.II. s.686
(24) Soyak, c.II. s.686
(25) Soyak, s.689, 690
(26) İnan, Ali Mithat; Atatürk'ün Not Defterleri, Ankara,1996, s.55,56
(27) Soyak, c.II, s.691
(28) Soyak, c.II, s.747, 748
(29) Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk; Derleyen Niyazi Ahmet Banoğlu, Yeni Tarih Dünyası Atatürk Özel Sayısı, İstanbul-1954, s.78
(30) Banoğlu, s.78
(31) Gökçen, Sabiha; Atatürk'le Bir Ömür, Altın Kitaplar, İstanbul-1996, s.75,76
(32) Atay, Falih Rıfkı; Çankaya, İstanbul-1984, s.453,454
(33) Nutuk, s.286
(34) Atay, Falih Rıfkı; Çankaya, İstanbul-1984, s.454
(35) Atatürk'ün Anıları, Yay. Haz. İsmet Görgülü, Bilgi Yayınevi, İkinci basım, Ankara-1998,s.49-52.
(36) R.K.Sinha; Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, Milliyet Tarih Dizisi, 1972,s.122
(37) a.g.e.s.122
(38) Lord Kinross; Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul-1978, s.457
(39) Müderrisoğlu, Alptekin; Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları c.II., Kastaş Yayını, İstanbul-1988,s. 654
(40) Selek, Sabahattin; Anadolu İhtilali c.I, Kastaş Yayını, İstanbul-1987,s.141
(41) Dündar, Can; İşte Atatürk'ün Banka Hesabı, Sabah Gazetesi, 26 Ağustos 2000
(42) Soyak, c.I, s.250;c.II.s.684
(43) Turan, Şerafettin; Türk Devrim tarihi 2nci Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara-1992, s.154.
(44) Türk İstiklal Harbi VII nci Cilt İdari Faaliyetler, Gnkur Basımevi, Ankara-1975,s.175 (Cumhurbaşkanlığı arşivi A-III-10-a-3 Dos.44,
 
valla okuyum dedim yarısına geldim kör oluodum en kısa zamanda okuyunca tam bi yorum yazcam ama Atamızın para hırsı olsa ülkeyi ingilizlere satrdı:)
 
Gördük ki Atatürk; zengin olma, mal-mülk edinme hırslısı bir insan değil. Böyle bir hırsı olsa idi;

Milli Mücadele'ye atılmazdı;
Önerilen rüşvetleri reddetmezdi;
Gelirinden yakınlarına, düzenli ve önemli miktarda yardım yapmazdı;
Edindiği mal ve işletmelerin gelirini kendi geliri gibi kabul eder ve kendisi harcar veya kullanırdı;
Edindiği mal ve işletmeleri, kendi malı gibi kabul eder, milletine bağışlamazdı.
Hırsı ulusal değil de kişisel olsaydı Türk'ün Ata'sı olamazdı; Türkler ona "Atatürk" ismini vermezlerdi. Hırsı evrensel değil de kişisel olsaydı Doğu'nun Ata'sı olamazdı; Doğulular, özellikle sömürülen milletler O'na "Ataşark" ismini vermezlerdi.
Atatürk, devletin parasını keyfi şekilde, kendi zevkine harcayan bir Cumhurbaşkanı olsaydı;

Önce Çankaya Köşkü'nün tüm masraflarını, hiç zorunlu olmadığı halde, kendi maaşından karşılamazdı;
Yasal hakkı olmasına rağmen, gezilerinde yolluk-yevmiye almamazlık etmezdi.;
Milli Mücadele'deki hizmetinden dolayı, armağan olarak kendisine verilmek istenen 1 milyon lirayı şiddetle reddetmezdi;
Şerefe atılacak bir top mermisinin bile hesabını yapıp, atılmamasını istemezdi;
Ölüm döşeğinde bile, serin bir yere çok ihtiyaç duymasına rağmen, sadece ek masraf olacak diye, bu isteğinden vazgeçmez, Alemdağ'da bu amaçla bulunan köşkü tamir ettirirdi;
Türk Hava Kurumu hesaplarında açık çıkan 40 parayı (1 kuruş) dert etmezdi;
İzmir Belediyesi'nin Zübeyde Hanım için anıt-mezar yaptırmasını önlemez, mezar masrafını kendisi karşılamak ısrarında olmazdı;
Devlet parasını keyfi ve zevkine harcayan olsaydı, İstanbul'da kaldığı sürelerde gelirinden fazla gideri olduğu için borçlanmaz, bu borcunu Ankara'da para biriktirerek ödeme durumuna düşmezdi.

bu sözler yetiyor ;)
 
çok ugraşmış çok bi pylaşım yapmışsın..hazineye bagışlanan o saatten.birinin bugün çalındıgı anlaşıldı maalesef..ATATÜRK para hırsı olsaydı o zamanlarda düşman ülkelerle anlaşır dünyanın en zengi adamı olurdu
 
Geri
Üst