CHP alel'âde bir parti değil, zararlı bir komitedir Bu Mesaja cevap yaz Bu mesajı alıntı yaparak yaz Bu mesajı degiştir / sil Bu Mesajı Moderatöre bildir Sayfanın Başına Git
Lâikliği din aleyhtarlığı mânâsına anlayan ve o yolda tatbik eden halkçıların günâhı çok büyüktür. Çünkü onların devrinde Müslüman Türk Milletinin imânı, millî secâyası, millî hüviyeti, dinî şeâiri çok sarsılmış, asırların yapamıyacağı tahribata mâruz kalmıştır. Bu devirde CHP'nin bozguncu, sapık zihniyeti, bütün azgınlığı, bütün şiddet ve ceberûtiyle tatbik olunmuştur. Bunun neticesidir ki, bugün dinden, îmândan mahrum, millî değerlere düşman, komünizme âşık, haymatloz, derbeder, serseri bir nesil yetişmiştir.
Bütün icrââtı ile sabit olmuştur ki, Halk Partisi denilen bu teşekkül, bu komite, alelade bir parti değildir. Başka bir karakteri, kendisine has bir ideolojisi vardır ki, bunu bir dîn gibi telâkki eder; halkın kafasına yerleştirmek ister. Bu itibarla alelade bir siyasî teşekkülden ziyâde, ideolojik bir komite, bir topluluktur. Eline fırsat geçtikçe, ideolojisini, bâtıl akidesini zorla tatbike çalışır. Malûm bâzı memleketlerde olduğu gibi...
Karşısında iki muhalif kuvvet vardır: Biri siyasî partiler, biri de dindir, İslâm Dinidir. Siyasî partilerle olan mücâdelesi, sandalya kavgasıdır. Fakat din ile, müslümanlıkla mücadelesi, ideoloji meselesidir. Kırk senelik hayatı, bunun şahididir. Siyast sahnesindeki oyunlarla bazen, iktidardaki kuvveti iğfal tuzağına düşürür, iktidarı eline alır. Fakat müslümanlıkla mücâdelesi, başka bir mâhiyet arz eder. Bozuk, yıkıcı, devirici ideolojisini, bâtıl akidesini kafalara, kalblere yerleştirmek için, evvelâ zemini müsâid hâle getirmek yolunu tutar: Bütün din müesseselerini kapatır, bütün mekteplerden din tedrisatını kaldırır, zalimane kanunlarla dini sımsıkı bağlar, demir çember içine alır. En ufak dinî bir faaliyeti, Islâmî bir inkişâfı amansız bir surette boğmaya çalışır.
Dinî neşriyata karşı şiddetli bir vaziyet alır. Engizisyonvârî emirler ve kanunlarla dinî neşriyatın kökünü kurutur. Dinî yazı yazanları mahkemelerde süründürür. Bin türlü müşkülât çıkarır. Müesseselerini târumâr eder. Kendi bâtıl zihniyeti ve ideolojisine taraftar olanlara hazinenin kapılarını açar, onları zenginleştirir, emrinde kullanır. Bu suretle dine karşı matbuatta bir cephe hazırlar.
Din ehline karşı bütün geçim kapılarını kapar, onları sıkıntı içinde kasıp kavurur, dilenecek hâle getirir. Elindeki vasıtalarla, emrindeki gazetelerle tahkir ettirir. Onları küçük. düşürecek hiçbir fırsatı kaçırmaz.
Mekteplere kol atar, çocukların kafalarından, kalblerinden ALLAH fikrini yıkmak için tıyneti bozuk, sapık öğretmenleri kışkırtır. Onlara türlü maskaralıklar yaptırır. Tertipli hikâyelerle, kötü telkinlerle masum yavruları zehirler.
Din talebesini sokağa döker, Komünist yuvaları açar. Adına Köy Enstitüleri der. Plânlı telkinatla çocukları dinden, ahlâktan uzaklaştırır, köylerin millî ve dinî ahengini bozacak ihtilâlci unsurlar yetiştirir. Dinsiz, imansız, komünist ruhlu öğretmenleri himaye ve teşvik eder.
Rusya'daki Allahsız kulüplerinden ilham alarak «Halk evleri» açar. Orada halkın dinî hislerini aşındıracak türlü mefsedetlere tevessül eder. Oralara din kitaplarının ve dergilerin girmesini şiddetle yasaklar. Camileri, mescitleri kapatıp oraları kızıl mâbed hâline koymayı tasarlar.
Pespaye' muharrirler bulur, onlara İslâm diniyle istihza, ilim ehlini istihfafla tahkir, müslüman halkın âdetleri ve mukaddesatı ile alay eden piyesler yazdırır; mekteplerde, tiyatro sahnelerinde oynatır. Bu suretle halkın mukaddes hislerini çiğnetir.
Düzme târih kitapları hazırlar. Yalanlarla, iftira ve isnatlarla düzenbazlık yapar. Hakikatleri değiştirir, islâm târihini tahrif eder.
Dinî cemiyet teşkilini men' eder. Müslümanlığın inkişâfına meydan vermez. Kendi bâtıl akidesini yürütmek için hakâyikı îmâniyeye hasım kesilir. Muhayyel suçlar, cepheler ihdas eder.
Gelecek yazılarımızda madde madde göstereceğimiz bu icraat, lâikliğin böyle dine aleyhtar tatbikatı, komünist diyarından başka dünyanın hiçbir medenî ve lâik memleketlerinde yoktur.
İşte Halkçılar, iktidarda oldukları uzun zamanlar bütün icraat ve tatbikatlarını hep böyle lâikliğe aykırı olarak yaptılar.
Onlara bu hareketlerinin hesabını soran olmadı. Çünkü onların yerlerine gelenler, o kökten idi. Yaktılar, yıktılar, Bu asîl, bu
faziletli milletin manevî varlığını soydular, soğana çevirdiler. Din harâb, îmân türab oldu. Emaneti ehline vermeyen.
gafil müslümanlar, işledikleri büyük suçtan dolayı tövbe ve istiğfar etsin, Allah'tan afv dilesinler...
Din müesseselerini kapattılar, ahlâk mezbahaları açtılar
Cümlece malûmdur ki, Halkçılar, evvelâ memlekette din müesseselerini kapatmakla dine karşı, İslâm dinine karşı taarruza başladılar. Din müesseselerinde okuyan kırkbin din talebesini bir anda sokağa döktüler. Kırkbin din talebesi, yatakları omuzlarında, sokaklarda perişan bir hâlde, göz yaşları dökerken onlar iyş ü işret sofralarında rakılar, viskiler, şampanyalarla,
zevk ve kahkahalarla, sabahlara kadar icra-yı şâdumanî eylediler. Maarif Vekillerinin, şampanya kadehini kaldırarak:
- Bugün kırkbin yobazın yuvalarını târmâr ettim diye attığı naralar, hâlâ milletin kulağında çınlamakta, kalbini tutuşturmaktadır.
[* Bu cür'etkâr vekilin, bilâhare bağırsağı patlayarak kazuratı ağzından geldi. O hâlde cehennemi boyladı.]
Din müesseselerinin kapıları üzerine vurulan kara ve kızıl kilitler, uzun yıllar, bir çeyrek asırdan fazla zaman asılı kaldı. Bu zalimane, bu mulhidâne hareket karşısında din adamı yetişmesine imkân kalır mıydı? Bu suretle mâbedleri imamsız, minareleri müezzinsiz, köyleri hocasız bıraktılar, ölüleri gusledecek, defnedecek imam kalmadı. Cenazeler ortada tefessüh edecek hâle geldi.
Halbuki bu din müesseseleri, Şeyhül-İslâm Hayri Efendi zamanında «Dârül - Hilâfe Medreseleri» nâmıyla yepyeni bir tarzda teşkilâtlanmış, modern bir hâle gelmişti. Bilhassa ahlâk ve terbiyeye ehemmiyet verilmiş olmak itibariyle millet nazarında fevkalâde teveccüh ve rağbete mazhar olmuş, çok büyük bir mevki kazanmıştı. O derece ki, birçok vatandaşlar, hattâ hayli meb'uslar, çocuklarım liselerden alarak Dârül-Hilâfe Medreselerine vermeye başlamışlardı.
Maddî, manevî böyle mütekâmil bir şekilde meydana çıkan ve ilerlemekte olan bu din müesseseleri Halkçıların bozuk ideolojisi için büyük bir tehlike teşkil ediyordu. Din müesseselerinin bu inkişafından, devlet ve millet menfaatına, memnun olmak icab ederken, kırkbin din talebesini bir anda sokağa döktüler, memleketteki bütün din müesseselerinin kapılarını zincirlediler.
Tarih, böyle bir şenaati kayd etmemiştir. Ancak, dinsiz, imansız bolşeviklerin diyarında böyle cinayetler işlenmişti. Apâşikâr görülüyor ki, bu cinayet, ancak dinin, Din-i Mübîn-i İslâm'ın kökünü kurutmak maksadıyla irtikâp olunmuştur. Nitekim, öyle oldu. Bu tecâvüz ve taarruzlar İslâmın varlığının temellerini sarstı.
Pekâlâ anlaşılıyor ki, din müesseselerinin ve din ulemasının İstiklâl Harbi zamanında müslüman halkı mücadeleye teşvik ve bilfiil harbe iştirak hususundaki büyük hizmetlerini gören Halkçılar, bu manevî kuvvetin, ilerdeki mutasavver tatbikatlarına, plânlarına engel olabileceği endişesiyle, din ehlinin kudret ve nüfuzlarını kırmak için, zaferden sonra din müesseselerini kapatmayı, din ehlini kudretsiz hâle getirmeyi, ilkeleri, ideolojileri için bir zaruret telâkki etmişlerdi. Nitekim yaptıkları bütün işlerle bu hakikat tezahür etmiştir.
Şayanı dikkattir ki, Halkçılar, İslâm dininin tâlim ve tedris müesseselerini böyle büyük bir gayz ve şiddetle yıkarken, hıristiyan ve yahudilerin ve diğer bütün gayri müslimlerin din müesseselerine karşı en ufak bir müdahalede bile bulunmadılar. Ezcümle Heybelada'daki papaz mektebi ferih - fahur, kemâl-i emniyet ve serbesti ile hıristiyan din adamı yetiştirmekte devam etti. Dahildeki hıristiyan mâbedlerinden ve mekteplerinden başka harice de din adamları gönderecek derecede faaliyette bulundular. Diğer taraftan, misyonerlerin bütün din müesseseleri de kemâl-i serbesti ile faaliyetlerine devam ettiler. Halkçılar, onların kıllarına bile dokunmadılar. Demek, Halkçıların yegâne hasmı, yegâne taarruz hedefi, müslüman müesseseleri idi.
Halkçıların bu şenaati, Müslüman Türk Milletinin kalbinde çok derin yaralar açtı ki, asırlar bu yarayı iyi edemez. Bu acı, bu yürekler yakan hıyanetler hâtıralardan silinemez. Bu şenaatları irtikâp edenleri millet nasıl ister, ona nasıl itimat eder? Nasıl güvenir?
Din müesseselerinin kapılarını zincirleyen, kırkbin din talebesini sokağa döken, bütün mekteplerden din derslerini kaldıran halkçılar, açtıkları köy enstitülerinde komünist öğretmenler yetiştiriyor, bunları Rusya'ya gönderiyor, orada tahsilini ikmâl ettiriyor, sonra onları masum Türk yavrularının başına geçiriyordu.
O köy enstitüleri ki, orada kız ve erkek çocuklar bir arada bulunduruluyor, her türlü rezaletler oluyor, sık sık idarecilere içkili, danslı ziyafetler veriliyor, mumlar söndürülüyor, diploma yerine, kucaklarında bir piçle evlerine dönenler oluyordu.
O köy enstitüleri ki, orada Marks'ın beyannâmesi, komünist eserleri öğretiliyor, Müslüman Türk Milletinin dinî örf ve âdetleri tahkir, mukaddesatı tezyif ediliyordu. En rezil hikâyeler okutuluyor, en bîedibâne piyesler oynatılıyordu. Bu komünist batakhanelerine oluk oluk devlet parası akıtılıyordu.
Din kitaplarını kamyonlarla toplayıp mezbelelerde yaktılar
Bir aralık Halkçılar zulüm ve şenaatlerini o derece ileri götürdüler ki, Kur'ân dili ile yazılı namaz sûrelerini ihtiva ettiği için, çocuklara mahsus olmak üzere neşredilen din kitaplarını bütün memleketten kamyonlarla toplattılar. Polis karakollarında ayaklar altında süründürdüler, sonra da mezbelelere attılar, yaktılar, külünü havaya savurdular. Kızıl komünist radyoları, büyük takdirlerle bu şenaati cihâna ilân ettiler. Bu cinayeti irtikâp eden, kara ve kızıl kalpli bir münafık idi. Kendisine bizzat:
—Bu yaptığınız hareket lâikliğe, din ve vicdan hürriyetine sığar mı? dediğimiz zaman, gülmüş :
—Artık Türk çocukları Arab'ın dilinden hoşlanmaz, bir şey anlamaz, demişti...
Bu kadar küstahlaşan bu adam, bu derece şeni' bir harekette bulunurken, Çankaya'da karargâh kuran Halkçıların şefi İnönü'nün en büyük iltifat ve ikramlarına mazhar oluyordu.
1942'de «Kur'andan İktibaslar» adiyle neşrettiğimiz bir eser de bütün memleket kütüphanelerinden toplattırıldı. Baştan başa âyet-ı kerîmeden ibaret olan bu mübarek eser, karakollarda ayaklar altında süründürüldü. Zamanın Matbuat Müdürü, Halkçıların gözdesi, ideolojilerinin baş mümessili, meşhur müseccel solcu Vedat Nedim Tor «Dahiliyet Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 653 ve 17 Mayıs 1942 tarihli» bize gönderdiği müzekkerede aynen şöyle diyordu:
— «Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak, dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücude getirilmeisne taraftar değiliz.»
Vedat Nedim ki komünist partisi kurmak ve Rusya hesabına Türkiye'ye ihanet etmek suçuyla muhakeme edildiği sırada şöyle itirafta bulunmuştur:
— «1925 tevkifatı üzerine kaçan Şefik Hüsnü'nün Moskova'dan gönderdiği talimatı aldıktan sonra, merkez heyetinden olup tevkif edilmeyen Mahmut, Salih ve Faik ile faaliyete geçtik. Mevkuf arkadaşlara Moskova'dan Kızıl Yardım Teşkilâtı tarafından gönderilen paraları dağıttık. Moskova ve haricî büromuz bizden daha fazla faaliyet ve tahrikler istedi; gazetelere aksedecek faaliyetler göremeyince de muntazam gönderilen bin dolarlık tahsisat kesildi.» (Senatör Doktor Fethi Tevetoğlu: «Türkiyede Sosyalist ve Komünist Faaliyeti»)
İşte bu millet, böyle çeyrek asırdan fazla zaman bu zâlimlerin boyunduruğu altında inledi durdu. Bütün bu zulümlere, bütün bu şenaatlere, bütün bu hakaret ve zilletlere tahammül etti. Ne de sağlam canı varmış! Ne de tahammül kabiliyetinde imiş! Zulüm ve tazyik, korku ve tedhiş ne kadar da onun şerefini, izzel-i nefsini korumadan uzaklaştırmış!..
Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashab-ı kiramın toplu bulundukları bir sırada, elini şakağına koyarak düşünceye dalmış ve demiş ki:
— Bir gün gelecek, insanlar sofrada buyurun buyurun diye yemeğe davet oldunduğu gibi, yabancılar müslüman memleketlerini birbirine böyle peşkeş çekecekler!..
Ashab-ı kiram çok müteessir olmuşlar.
— Aman yâ Resûlallah! demişler; o zaman İslâm ümmeti pek az mı kalacak?
— Bilâkis, pek çok olacak. Fakat, sellerin kenara attığı saman çöpleri gibi olacaklar; kalblerine vehn arız olacak!.
— Vehn nedir? yâ Resûlallah!
— Vehn, hayatı sevmek, ölümden korkmak!..
Müslüman Türk milleti bir zaman için böyle hisleri dondurulmuş, dalâlete sürüklenmiş, saman çöpü hâline getirilmişse de, fıtratındaki asalet ve şehamet dolayısiyle çok geçmeden bu badireyi atlatmış, Allah'ın tevfik ve hidâyetine mazhar olarak boyunduruğu parçalamış, zâlimleri başından atmış, hürriyet ve şerefine, izzet-i nefis ve haysiyetine kavuşmuştur
Kiliselerde çanlar çalınırken, minarelerde Allahu Ekber diyenler zindanlara atılıyordu
Halkçıların mülhidâne bir şenâtı da Kur'ân lisanı ile, Peygamberimizin dili ile olan Ezan-ı Muhammedîyi yasak etmiş olmaları idi. Nice zamanlar camilerde, mescitlerde, minarelerde «Allahu Ekber» diyenleri zindanlara doldurdular. Peygamberimizin dili ile olan Ezan-ı Muhammedi, İslâm vahdetinin muazzam ve muhteşem bir şiarı, bir sembolüdür. Dünyanın neresine gitseniz minarelerinde Ezan-ı Muhammedîyi dinlersiniz, «Allahu Ekber» lâfza-i celâlini işitirsiniz. Bunu bozmak, islâm vahdetini parçalamaktır. «Allahu Ekber» lâfza-i celâlini camilerde, minarelerde, bütün İslâm mâbedlerinde yasak etmek, Müslümanların kalblerine hançer sokmaktan, dinin en yüksek bir şiarını yıkmaktan, İslâm'ın temeline bomba koymaktan başka bir şey değildir.
Dünyaya nice zâlimler, nice deccallar gelmiştir, fakat hiçbiri böyle bir şenaati irtikâp etmemiştir, etmek hatırına da gelmemiştir. Bu, dine, din-i mübin-i İslâm'a karşı taarruz ve tecâvüzün en şeni'idir; din düşmanlığının, İslâm düşmanlığının en bariz delilidir.
Halkçılar, bu şenaati irtikâp etmekle Müslüman Türk Milletinin kalbini hançerlemiş, yüzlerce milyonluk bütün İslâm dünyasının vicdanını tutuşturmuşlardır. Bu öyle kâfirâne, öyle zalimane bir taarruzdur ki bunu yapanların islâm dinine, islâm imanına karşı içlerindeki husumetin ne derece şedid, ne derece kızgın, ne derece kapkara ve kıpkızıl olduğunu göstermeye kâfidir.
• Bu şenaatin irtikâp olunduğu sıralarda idi, bir milletvekili Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Müslüman halkın ıztı-rabını şöyle dile getirmiştir:
— «Seçim günlerinde köylüler bize ne dedi, bilir misiniz? Biz açız, sefaletteyiz, çoluğumuz çocuğumuz gıdasızlıktan bitkin bir hâldedir. Fakat bunlardan ziyade bizim gücümüze giden, bizi müteessir eden şey, camilerimizden, minarelerimizden, mübarek ezanımızı, «Allahu Ekber» dememizi yasak etmeleridir. Bizi Kur'an dilimizle, Peygamberimizin dili ile ibâdetten men'etmeye Allahu Ekber dedi diye, Kur'an dili le kelime-i şahadet getirdi diye imamlarımızı, müezzinlerimizi zindanlara atmağa ne haklan vardır? Lâiklik bu mudur?... Hangi köye gittiysek, hangi şehirli ile görüştü isek bize bunu söylediler.»
• Müslüman Türk Milletinin camilerinde, minarelerinde Allahu Ekber demeleri yasak edilirken, hıristiyanların kiliselerindeki çanlar, ferih fahur, memleketimizin her tarafında âfâkı inletiyordu. Bu şirk ve küfür çanlarına hiç ilişmeyip de, Tevhidi cihana yayan Müslüman Türk Milletinin mâbedlerinde okunan Ezan-ı Muhammedîye karşı taarruzları, küfre karşı muhabbetin, islâm imanına karşı husumetin en açık alâmeti, en açık delili değil midir?
Böyle İslâm'ın mukaddesatına düşman bir komiteyi Müslüman Türk Milleti nasıl sevebilir? Sevmesine, istemesine imkân ve ihtimal var mı?