Ülkücü Olmayın Sakın!!

Dava Okyanus gibidir icindeki pislikleri zamanla karaya bırakır ; )
 
iSpiK' Alıntı:
Dava Okyanus gibidir icindeki pislikleri zamanla karaya bırakır ; ).......


katılıyorumm arınacaktır bununda onu alınıcaktır emin olun kuşkunuz olmasınn ....

İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZMAZ...!!!

Ülkücülük Batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiye aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmelerini, birçok alanlardaki yükselişlerini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir Önce insanların kafasında bir hayal olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayal kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları bir takım istekleri, bir takım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayalleriyle büyük ölçüde İnsan olurlar. İnsanlar hayalleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vsfınt kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan topluluklarının kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, en yükselmiş bir durum sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekiliendirilmesidir.
Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir, büyük bir talihtir! Türk Milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Türk Milleti için tasarladığımız ideal nedir? Herşeyden önce Türk Milletinin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri gitmiş varlığı haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayinin kurmuş, refahlı bir toplum haline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Türk milliyetçiliğinin, ülkücülüğünün sınırları içinde sade bunlar mı vardır? Sade bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk Milletinin merhamet dilenmiyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık haline gelmesi düşüncesidir.
Bunun yanı sıra Türk milletinin haklarını her zaman dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir ve yine bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların buyruğu altında yaşamaktan kurtulması ve Şelf Determination, yani kendi mukadderatına kendilerinin hakim olması kutsal prensibine 'göre, hepsinin bağımsız hale gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün bir diğer görüşü, düşüncesidir. Bunun için milli doktrinin önemli bir ilkesi olarak ülkücülüğü almış bulunmaktayız.
Türk milliyetçilerinin ülkücülük tarifinin sınırları içinde bulunacak görüşlere, fikirlere ancak genel olarak işaret etmiş bulunmaktayız. Türk ülkücülüğünün hedef aldığı düşünceler genel olarak belirtilmiş olan bu fikirlerden ibaret değildir. Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için, gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki ülkücülüğün esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir halde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülküler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yıllan, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü insanların yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de milli ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir, ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk milliyetçisi, her Dokuz Işık'çı mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem milii ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır ki, hem de kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin, hem de mensup olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin. Bunun için Dokuz Işık doktrininin çok önemli ilkelerinden olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz.
Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen ayrı ayrı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Bir insan, insan olmak isterse, İnsanlığa hizmet etmek isterse, evvela kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde
aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur. Çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yararlı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağımlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantezi olur. İnsan, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş oiur.
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücüiüğümüz; Türk Milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmakdır.
Kişilere hürriyet, milletlere istiklal başta gelen prensiplerimizdendir. İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevlerinin dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar.
Toplum içerisinde insanlar şahsi liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayrımsız olarak herkese bir imkan eşitliği sağlanmalıdır. İmkan eşitliği derken mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır.
Bu ülkücülüğümüz içine bugünkü sınırlarımızın dışında bulunan Türklere ait herhangi bir şey girer mi?
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içindedir. Bundan vazgeçemeyiz. Bu her milletin tabii hakkı olduğu gibi Türk milletinin de tabii hakkıdır. Bu günün Birleşmiş Milletler Anayasa,! yeryüzünde yaşayan her millete "kendi mukadderatına hakim olmak" (şelf determination) dedikleri prensibi kutsal bir prensip olarak ilan etmiştir. Bugün Afrikada yaşayan ve bugüne kadar hiç bir bağımsız devlet kuramamış olan Zencilere dahi, kendi mukadderatına hakim olmak (şelf determination) hakkı kutsal bir hak olarak tanınır ve bunların her biri yabancı boyunduruğundan, sömürgecilerin elinden kurtulup bağımsızlığını alırken, başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmalarını istemek, dilemek, bunun için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabii ve kutsal bir haktır.
Fakat biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye'yi hiç bir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk Milletinin en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür. Bu ülkü aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, Türkiye'yi risklere, tehlikelere maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine alan bir ülkücülüktür...




UmArIm YeTeRiNcE AnLaŞIlMıŞtIr...!!!
 
arkadaşlar ülkü ocaklarına arka edinmek için gelenler, ya da kötü alışkalıkları olanların da geldiği bir söylenti. ben daha rastlamadım.
eğer kötü alışkanlıkları olanlar ocağa sürekli gidiyor ve alışkanlığından vazgeçmiyorsa buyrun özelden görüşelim ve öyle kişileri ocaklardan temizleyelim. eğer bu bir iftira ise özelden herhangi bir mesaj gelmeyecek. yok eğer doğruysa size söz veriyorum ya o alışkanlığından vaz geçecek ya da ocakların adını kirletmeyecektir.
bu konuda sözüm sözdr. gerekirse genel merkeze giderim bu sorunu çözerim.
siz yer ve kişi bildirin. sakın yanlış anlaşılmasın tehdit, kavga ya da zor kullanma gibi bir durum olmayacaktır. eğer gerçekten varsa
 
Ülkü nedir aranızda bilen varmı?? Ülkü bir hedeftir, amactır, ulasılmaya calısılan yerdir. Bu konuya buradan baktıgınızda her partinin ulkuculeri olabilir. yani akp li bir adamın ulkusu seriatı getirmektir o da ulkucudur. mhp li adamın ulkusu turan dır o da ulkucudur. Ben bu ulkuculuk kavramının mhp tarafından benimsenmesini anlamıyorum.....
 
_KeMaLiST_' Alıntı:
Ülkü nedir aranızda bilen varmı?? Ülkü bir hedeftir, amactır, ulasılmaya calısılan yerdir. Bu konuya buradan baktıgınızda her partinin ulkuculeri olabilir. yani akp li bir adamın ulkusu seriatı getirmektir o da ulkucudur. mhp li adamın ulkusu turan dır o da ulkucudur. Ben bu ulkuculuk kavramının mhp tarafından benimsenmesini anlamıyorum.....


KeMaLiST ..... !!!
 
haklısınız arkadaslar simdi millet ülkücü deyince direk akla MHP geliyo..bu zihniyet ne zamandan beri böyle bilmiyorum...arka yapmak icin ülkücü olunmuyo ocaga arka yapmak icin giden de ülkücü degildir..arka yapmak icin gitmiştir....kısacası ülkücü kelimesi ülkemizde cok yanlıs anlasılıyor...
 
megalo ideal nasıl yunanlılar için 1.şartsa,ülkücülük de türkiye de yaşayan (Türk demiyorum)lar için son derece önemlidir.türk=Türkiye cumhuriyeti vatandaşı aynı mantık ile hareket edersek bizi kimse kandıramaz...
 
:saskin:saskin konuyu çok iyi anlamadığım için bir yorum yapamayacağım
 
verilen lazcı ve çerkezci olma örneği metnin güzelliğini bozuyor
 
Arakadaşlar herkes ülkücü olmaz Başbuğ bile kendisini ben henüz ülkücü değilim diye tanımlamıştı hatırlarsınız...Ancak şunu da unutmayın ülkücü dedikleri zaman kafatasçı imajı geliyor herkesin aklına hiç böyle bir şey yok aksine ülkücüler olmasa bu vatana kim sahip çıkacak kim şehitlerini kara toprağa uğurlayacak... Yazı yazan arkadaşa teşekkür ederim güzel bir serzenişte bulunmuş...Şunu unutmayın Hepimiz Türk'üz ve kanımızda Osmanlı yatıyor. Ben 92 yılından beri ocakta yetiştim ocak demek arka sını sağlama almak değildir ocakta terbiye öğretilir bunu bilen bilir zaten şunuda unutmadan geçemeyeceğim ipsiz sapsız insanların kalkıpta ben ülkücüyüm demesine de karşıyım.Çok gördüm öle insanları.Bakıyorsun ocakta el pençe divan durmuş hakikaten bir Türk gencine yakışır harekette bulunuyor ama dışarı çıkınca yediği halt kalmıyor işte böyle insanlar ülküyü ve ülkücüyü insanların üzerinde kötü bir imaj bıraktırıyor.Amaç aslında senin benim ülkücü olman ya da olmamam değil önemli olan vatanı sevmek bayrağı sevmek düşmanlarımıza karşı cesaretle dik durmak önemli olan budur. Saygılar sunarım
 
Ülkü, yani ideal... Ülkücü, yani idealist... İdealist, yani idealleri uğruna çalışan, çabalayan, nefes tüketen, ter döken ve gerekirse kan akıtan kişi. Unutulmamalı ki, ülkücünün akıttığı kan kesinlikle başkasının değil kendi kanıdır, yani, azerî türkçesiyle, kendi özünün kanıdır. Bu ilk şartıdır ülkücü oluşun. Çünkü idealist öyle yaşar ki, şairin ifadesiyle “onu öldürmeye gelen, onda dirilir”; ya da idealist öyle yaşamalı ki, onu öldürmeye gelen onda dirilmeli; tıpkı Allah Resulü’nü (sav) öldürmeye gelen Hz. Ömer’in O’nda(sav) dirilmesi gibi.

Bunu yapabiliyor muyuz, ya da, bu yapılabilir mi? Kendini ülkücü sayan, ya da ülkücülük iddiasında olan her kişi, bu soruyu kendi kendisine sormak ve vereceği cevaba göre kendi ülkücülüğünü yine kendisi değerlendirmek zorundadır. Böyle bir değerlendirmeyi yapmak zor mu, diyorsunuz? Ya da, böyle bir değerlendirmeyi yapmamıza nefs-i emmaremiz engel olur diye mi korkuyorsunuz? Veya böyle bir değerlendirmeyi yapsak ve taşları yerli yerine oturtacak biçimde, “kaç kıratlık ülkücü” olduğumuzu orta yere koysak bile “izzet-i nefsimiz” bu sonuca razı olmaz diye endişe mi ediyorsunuz? Oysa bir gönül eri “nefsin izzet-i olmaz oğul” derdi sohbetlerinde ve ilave ederdi “nefsini aziz eden, zelil olur oğul”. Bu bağlamda ne diyor koca Yunus:

“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Eğer kendin bilmezsen
Bu nasıl okumaktır”

Evet, önce kendini bilecek insan ve özellikle kendisini ülkücü olarak takdim eden insan yapacak bu bilme işini, herkesten önce. Aksi halde ülkücülük iddiası kupkuru bir öğünmeden öte hiçbir anlam ifade etmez olur da farkına bile varmayız bu oluşun ve yok oluşun. Öyle ya, “nefsini bilen Rabbini bilir” denmiyor mu? Bu nedenledir ki, Züleyha’nın aşkına kıble olan Yusuf (as), Kur’ani lisanla değerlendiriyordu nefsini, “Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde olanca gücü ile kötülüğü emreder… 12/53” diyerek.

Evet nefis, olanca gücüyle kötülüğü emreder insana ve insan nefsini bilmeyecek ve gerekli tedbirleri zamanında almayacak olursa eğer, nelerin olacağını düşünebiliyor musunuz? Eğer şimdiye kadar düşümemişseniz, bir kere olsun düşünmelisiniz, insanın “ahsen-i takvim” ile “belhüm adal” arasındaki salınımının sebebi nedir, ya da bu salınımın müsebbibi kimdir acaba, diye?

Ülkü, ya da ideal… Tek başlarına bir anlamı yoktur ülkü veya ideal kelime ve kavramlarının… Neyin ülküsü, ya da neyin ideali soruları gelir insanların aklına ister istemez, bu kavramları ilk kez duyduklarında. Öyle ya, neyin ülküsü, ya da neyin ideali sorularını cevaplamak zorundadır kendisini topluma ülkücü, ya da idealist olarak sunan kişi…

Sözlüklerde, “varılması zihinde tasarlanan ve bu uğurda çabalanan şey”, veya “ancak fikir ve hayalde olan yüce dilek” olarak tanımlanıyor ülkü, ya da ideal. Bu tanım mücerret bir kavramdır şüphesiz ki… Fakat kendisini ülkücü olarak tanımlayan kişi, mücerret olarak tanımlanan ülküsünü, müşahhas hale getirmek durumundadır. Bunu yapmalı ki, insanları kendi ülküsüne çağırabilsin, kendi ideallerine ortak edebilsin ve bu ortak ülkü doğrultusunda insanları bir yürek haline getirebilsin. Çünkü, “toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” diyor İstiklal Marşımızın idealist Şairi.

Fakat yüreklerin toplu vurabilmesi için, öncelikle yürekleri bir araya getirecek olan ülkülerin birbirlerinden ayrılmayacak ve farklılıkları kesinlikle ayırdedilemeyecek biçimde bir olması gerekmez mi? Bir başka deyişle, yürekleri bir yumruk gibi, yumrukları bir yürek gibi olmalı ülkücü olan insanların. Öyle ya, belli bir hedefe çağrılmışlar ve belirlenen o hedef doğrultusunda birbirlerine iyice kenetlenmişlerdir. Bundan böyle fazla söze yer yoktur; çünkü hedef belli, kadro bellidir ve zaman sözle sohbetle oyalanacak zaman değil, eylem yani iş yapılacak zamandır. Öyleyse hedefe ulaşma doğrultusunda gerekenler zaman geçirilmeden ve mutlaka yapılmalıdır.

Ülkü, ya da ideal kavramlarının tek başlarına bir anlamları olamayacağını kaydetmiştik biraz önce; fakat aynı şeyleri, aynı şekilde, yani aynı açıklık ve kesinlikle ülkücü, ya da idealist kişiler için söyleyemeyiz sanırım. Çünkü herkes bilir ki, ülkücü, ya da idealist kişiler kendi fikirlerini, kendi doğrularını, kendi hedeflerini ve kendi hayallerini gerçekleştirmek uğruna akla gelen her türlü fedakarlığa katlanan kişiler olarak toplumun karşısına çıkarlar. Öyle de, toplumun onları ülkücü kişi, veya idealist kişi olarak parmakla göstermesi, yani gıpta edilecek kişiler olarak onları işaretlemesi yeter mi, ya da yetmeli midir dersiniz? Sanmıyorum.

Öyle ya, ülkücü, ya da idealist kişiler her şeyden ve herkesten önce kendi fikirlerine, kendi doğrularına, kendi hedeflerine ve kendi hayallerine kesinlikle inanırlar ve öncelikle içinde yaşadıkları toplumun, daha sonrasında ise bütün insanlığın kurtuluşunun ancak bu fikirleri, bu doğruları, bu hedefleri ve bu hayalleri gerçekleştirmekle, yani hayata geçirmekle mümkün olacağını peşinen kabul ederler.

Bu inanış ve kabul edişin en doğal sonucudur ki, ülkücüler, ya da idealistler kendi fikirlerini, kendi doğrularını, kendi hedeflerini ve kendi hayallerini bir başkası/başkaları ile paylaşmak zorundadırlar. Çünkü ülkücüler, yani idealistler hayatı sadece kendileri için ve sadece kendileriyle yaşamazlar. Böyle bir hayatın onlar için pek fazla bir anlamı yoktur ve böyle bir hayat kesinlikle onları mutlu etmez ve huzurlu kılmaz. Öyle ya, onların idealleri dertleri, dertleri ise zevkleridir. Öyleyse, fikirler, doğrular, hedefler ve hayaller mutlaka başkalarına anlatılmalı ve başkaları o fikirlere, o doğrulara, o hayallere ve o hedeflere mutlaka ortak edilmelidir; ülkücünün rahat ve huzur bulması için..

Demek oluyor ki, ne tek başına ülkü, ya da ideal; ne de tek başına ülkücü, ya da idealist pek fazla bir anlam ifade etmezler, toplum nezdinde. Daha açıkçası, bu kavramların bir anlam ifade etmesi ve toplum nezdinde taraftar bulması için, yanlarına tamamlayıcı ve manalarını daha fazla açık edici bazı ekler almaları gerekir. Bu nedenledir ki, bir kısım güzel gençlik “Nizam-ı Âlem Ülkücüsü” demişlerdir kendilerine, “Nizam-ı Âlem Ülküsü”ne sahip oldukları, yani yüreklerinde “Nizam-ı Alem ülküsü”nü taşıdıkları için.

Şüphesiz ki, kolay şey değildir gencecik yüreklerde “Nizam-ı Âlem Ülküsü”nü taşımak ve “Nizam-ı Âlem Ülkücüsü” olmak. Hele ki günümüzde.. Hayatın tek boyutlu bir dünya için kotlandığı ve her şeyin “ben” merkezli olduğu bir zaman diliminde “Nizam-ı Âlem Ülküsü”nü taşımak ve “Nizam-ı Âlem Ülkücüsü” olmak gerçekten de zorun zorudur. Bizlere düşen şey ise, böylesi bir zorluğu göğüsleyen genç insanlarımıza kol kanat germek, arka çıkmak ve dua etmek olmalıdır; kesinlikle gölge etmek ve hele hele engel olmak hiç değil.

Gerçekten de azîm bir ülküdür, “âleme nizam verme” ülküsü ve alnından öpülesi insandır, önüne hedef olarak “âleme nizam verme ülküsü”nü koyan ülkücü. Öyle ya, o “Nizam-ı Âlem Ülkücüsü”nün ceddi değil midir;

“Bir zamanlar biz nasıl millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz cihana insanlık öğretmişiz”

mısralarında anlatılan? İnsanlık öğretmek; yani, âleme değil de, âlemlerin kendisi için yaratıldığı insana nizam vermek. Çünkü nizam-ı âlem ülküsü buradan başlar; yani nizam-ı âlem ülküsünün giriş kapısı burasıdır. Ve bilinmelidir ki, bu kapı geçilmeden ve bu yol katedilmeden hiçbir mesafe alınamaz ve hiçbir başarı elde edilemez. Ya da alınan başarılar ve katedilen mesafeler kalıcı olmaz.

Yine bilmek zorundayız ki, bu kapıdan geçerek uğrayacağımız ilk durak kendi “beden”, ya da “ben” durağımız olmalıdır. Daha açık bir deyişle, âleme nizam verme ülküsünün başarıya ulaşması, kendimize nizam vermemizle bire bir denecek derecede yakın bir ilişki içindedir. Nitekim, Ziya Paşa bu konuda asırların ötesinden uyarıyor bizi:

“Onlar ki âleme verirler nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde”

Şairin ifadesiyle, âleme nizam verme iddiasında olanların hanelerinde teseyyüp bulunmamalıdır. Aksi halde boşu boluna uğraşmış olurlar. Demek oluyor ki, öncelikle kendimize nizam ve intizam verecek ve insanların karşısına ondan sonra çıkacağız. Çünkü bilmek ve hiç unutmamak zorundayız ki; bizim, yani özümüzün nizam ve intizamını beğenmeyenler, bizim kendilerine sunacağımız ülkümüzü kesinlikle beğenmeyeceklerdir; ülkümüz ne kadar hoş, güzel ve onlara yararlı gözükürse gözüksün. Bunu başarmak kolay şey değil elbet. Fakat bu uğurda, Kâbe yolunda ölmeyi göze alan karınca kadar himmet ve gayret sahibi olmamız gerekmez mi, ne dersiniz?

NİZAM-I ALEM ÜLKÜCÜLÜĞÜ

Türk milletinin iç ve dış oluşumuna,
dilinin zenginleşmesine ve dolayısıyla edebiyatına, düşüncesine,
sosyal ve siyasî müesseselerine ve dünya görüşüne
bin yıldan beri İslâm şekil vermektedir.
Bugün yetmişküsür yıllık resmî Batılılaşma sürecine alternatif olarak,
bin yıllık müslüman tarihinden terkiblerle donanmış
bir çok yerli hareketlerin atak yaptığı bu ülke,
yarı yolda resmîleşenlere, sırf cemaat yapısıyla kalıp düşünce
ve siyaset alanlarında iştigal etmeyenlere ve yalnızca millî
ve İslâmî bir eğitim gayesi taşıyıp dünya görüşü, olmayan gruplara sahne olmaktadır.

Nizam-ı Âlem düşüncesi de,
bu sürecin içinde doğruyu,
yerliyi sürdürmek isteyen bir hareketin bu millet
adına oluşturmak istediği dünya görüşünün adıdır.
Nizam-ı Âlem hareketinin doğmasına sebeb olan faktörler farklılıklardır.
Kendine ülkücü dediği halde bazı insanlar farklı bir metodun zaruretini ortaya koydular.
Çünkü, cüz-i irade yaptığı değerlendirmede bu neticeyi önlerine getiriyordu.
Başkalarının dümen suyuna girerek birşey yapılmayacağını,
düzenin bütün icaplarına uyarak alternatif olunamayacağını imanda
ve ihlasta en küçük bir ayrılığı olmayan insanların yalnızca
metodlarının farklılığından dolayı hasım görülemeyeceğini, kardeşlerimizin katillerine methiyeler dizip iktidar nimetlerinden faydalanmakla hizmette bulunulamayacağını,
Türkiye’nin kaderine hükmedecek bir ittifakı
şahsi meseleler uğruna bozarak mü’minlerin ittihadına engel olmanın
hiçbir dava ile bağdaşmayacağını gören bazı insanlar farklı bir metodun zaruretini idrak ettiler. Çünkü tekamül olmadan hizmet olmazdı
ve her ne hikmetse bir türlü tekamül edilemiyordu.
Ayrıca sürüp gelen ülkücülüğün laik ve Türkçü söylemle buluşması
ve dün karşı çıkılan herşeyi meşru kılmasıyla,
ölçülerinde ve ahdlerinde sadık olanlar için yol ayrımına gelinmişti.
İşte bu sebeblerle yeni bir metod
ve arkasından vicdanen müsterih bir kadro teşekkül etti.
İslâm’ın cevaz verdiği ölçüde milliyetçilik yapılanmasına
ve millîlik anlayışının İslâmî zeminde ifade edilmesi gerektiğine,
ayrıca devlet ve millet gibi temel kavramların bin yıllık tabiî,
kültürel akış içinde yeniden yorumlanmasına karar verenler,
Altı Ok’la buluşan ülkücülükten mahiyet olarak ayrılmış
ve Nizam-ı Âlem Ülkücülüğü çatısında toplanmışlardır.

Allah (C.C.) indinde sahip olunan mesuliyetleri
yerine getirmek için ileri gitmenin başka bir yolu var mıydı?
Zerre kadar tavize müsamahası olmayan bir davada,
dağlar kadar taviz verilerek bir yere varmak mümkün müydü?

Herşeyden önce taşınılan fikir,
Nizam-ı Âlem Ülküsü olunca, risk, mesuliyet,
ilmî zemin ve derinleşme gibi vasıf ve görevleri beraberinde getirmektedir.
Osmanlı bakayası bir Türkiye’de "Nizam-ı Âlem" (Cihan düzeni),
"İ’lây-ı Kelimetullah" gibi Allah’ın adından neş’et eden her bir kavramı,
oluşu ve dolayısıyla İslâm’ı önce kendi vatanından başlamak üzre
yeryüzüne yaymak amel ve cihadıyla yola çıkmaya soyunmanın
"büyüklüğünü" ve zorluğunu anlamak bile bu yolda atılan bir adım olacaktır.
Unutulmamalıdır ki,
şahısların hiç bir önemi olamaz.
Şahıslar,
insan olmanın şerefine lâyık oldukları müddetçe baştacı edilirler.
Ama gaye edilemezler.
İnsan olarak herkesin mesuliyetinin aynı ölçüde olduğu bir yerde,
herkes kendi hesabını eksiksiz verebilmenin kaygısını taşımalıdır.
Ortak tavırlar da teşkilatı meydana getirir.
Ama herkes kendine cenneti garantilemiş gibi,
birilerinin hesabına çalışırsa ortada ne dava kalır,
ne de mücadele.

Allah (C.C.)’ ın kullarına açtığı rahmet kapılarından biri de,
böylesine ulvi davalara hizmet etmek imkânıdır.
Evet, hizmet etmektir yapılması gereken;
Hizmetcilik, hizmetkârlık.
Asla, efendilik değil.
Çünkü Allah (C.C.) yolunda ancak hizmetkar olunur, o da layık olunursa.
Maazallah, efendilik iddiası şirktir, küfürdür.
İnsanoğlu uğraşır, çabalar, aç kalır, uykusuz kalır ama asla neticeyi takdir edemez.
O takdir Cenab-ı Hakk’a aittir.
Esasen, kulların neticeyle ilgili mesuliyetleri de yoktur.
Kulu ilgilendiren sadece gayrettir, samimiyettir.
Nizam-ı Âlem davası,
bir rahmet kapısı olarak görülünce, mahiyeti ortaya çıkar.
Allah-u Azimüşşan, kullarını imtihan için bu dünyaya göndermiştir.
İmtihan, O (C.C.)’un emirlerine ve yasaklarına uymak
ve belirlediği hedeflere yürümekle verilir.
İşte ülkücü de, başarmaya gücü asla yetmese de,
Nizam-ı Âlem’e yürümekle mükellef olduğunu idrak eden kuldur.
Çünkü, mükellefiyet, başarma hususunda değil, başarmaya çalışmak hususundadır;
İslâm’dan zerre kadar ayrılmadan, ütopik saplantılara batmadan,
şuurlu, akıllı, kararlı, sabırlı ve doğru metodlarla.
Karınca misali, varamasa da yolunda ölmecesine.
Herkes kendine nasip edilen miktarınca mesuldür.
Okumamış yazmamış, dinlememiş duymamış, köyünden dışarı çıkmamış,
çoluk çocuğunun rızkını kazanmaktan başka bir dava tanımamış bir insandan,
bizim anladığımız mânâda Nizam-ı Âlem’e hizmet beklemek abesle iştigaldir.
O insanın Allah (C.C.) indindeki mesuliyetleri ancak kendi dünyası
içinde gördüklerinden, yaşadıklarındandır.
Fakat, herşeyin farkında olup da, bu mesuliyeti görmezlikten gelmek de,
Allah (C.C.) bilir ya, mel’unluğun ta kendisidir.
Bu ülkede ben müslümanım diyen insanlar artık Millî Şef döneminde yaşamıyor ki,
dinin ne olduğunu bilmesin.
Kur’an-ı ve Sünnet’i, helal ve haramı artık insanımız biliyor.
Ve bilmeyenler de öğreniyor.
Taklidî de olsa iman sahibi ise doğruya varıyor.
Dün içinde yer aldığımız ülkücü camia ve oradaki arkadaşlarımızla
şimdi bizi yani Nizam-ı Âlem Ülkücülerini ayıran fark,
Kur’an ve Sünnet’i,
helal ve haramı farklı anlayışımız değil, bu değerler karşısındaki tavrımızdır.
Bunun ilk kıvılcımı ise Nizam-ı Âlem mefkûresi karşısında takınılan tavır olmuştur.

Nizam-ı Âlem’i artık davamız olarak anlatmayacağız diyenler,
aslında Nizam-ı Âlem’i inkâr etmemişler, ancak bundan sapmaları;
kitlelerle buluşmanın önünde "kemiyet değil keyfiyet"
anlayışından vazgeçmiş olmalarından kaynaklanmıştır.

"Bizim İslâm’ın yayılması diye bir davamız yoktur,
ancak yayılmasının karşısında da değiliz" diyenler ifadeden de anlaşılacağı üzere,
İslâm’ın yayılmasına karşı oluştan değil,
kitleleşmek adına keyfiyeti terk edip tavır değişikliğine gitmiş olmalarındandır.

Bu tavır değişikliklerine karşı;
"kemiyet değil keyfiyet" tavrından vazgeçmeyenler, Nizam-ı Âlem deklarasyonunu yayınlayarak, kendilerini Nizam-ı Âlem Ülkücüsü olarak adlandırmışlardır.

İslâm’ı anlayış, kavrayış ve yaşayış farkımız ise,
daha özelde Nizam-ı Âlem Ülkücülerinin farkı kendini Allah’ın (C.C.)
yeryüzündeki nizamının kurucusu ve kollayıcısı,
"fitne yeryüzünden kalkıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar"
bozguncularla mücadelecisi, bulunduğu her yerde, her zeminde,
kulun ve Allah’ın (C.C.) hakkını gözeten mânâsına gelen tavrı gösteren "CUNDALLAH",
"Allah’ın (C.C.) Askeri" olması ile ancak ortaya çıkar.
 
BU DÜNYAYA GELİŞ SEBEBİNİ BİLEN BİR İNSANIN ÜLKÜCÜ-SOLCU-SAĞCI-LAZ-KÜRT-ÇERKEZ OLMASINA GEREK YOKYUR.ALLAH(cc)hiçbirimizi bunlara göre ayırmamıştır.bunu kendimiz yaptık.hiçkimseninde birbirine üstünlüğü yoktur.ALLAH katında bakılacak olan
takvamızdır.Müslüman müslümanın kardeşidir.başka sıfatlara gerek yok.
saygılar
 
ozan arif guzel bır parcası tesekkur ederım
 
Üzülerek görüyoruzki yaşadığımız son yıllarda TÜRKLÜK, TÜRKÇÜLÜK gibi sıfatları kullanmak Osmanlının Çöküşünü hazarlayan son yüz yıllarda olduğu gibi, ayıplanma sebebi olarak göşterilmeye başlanmıştır. Bu sıfatları kullanan kişilere de ırkçı, kafatasçı gibi yakıştırmalar yapılmaktadır. Oysaki TÜRKÇÜLÜK, ne Yahudi sionizmi nede Alman nasyonel sosyalizmi gibi kendi ırkının diğer dünya milletlerinden üstün olduğunu savunmamakla beraber sadece kendi kanları ile kurmuş oldukları devletlerde yaşayan azınlıklar kadar hak sahibi olabilmek için yapmış oldukları hak arama hareketinin adı olmuştur.

Son senelerde terör sorununu ortadan kaldıracak bir reçeteymiş gibi devamlı gündeme getirilen federasyon kelimesinin bazı yabancı güçler için anlamı; güneydoğu bizim TÜRKİYE ise hepimizin mantığıdır. Hem ahlaki hem vicdani olmayan bu düşünceyi bazı devletlerin kendi menfaatleri için istemelerine tabiiki bir anlam yükleyebiliriz. Bizim anlamadığımız bu yabancı güçlerin "TÜRK MİLLETİ'nin kendi ayaklarıyla mezbahaneye gidip kafalarını mezbahanedeki bıçağın altına yatıracaklarına inanmalarıdır."

Bir milletin yenilmez olduğunu savunması yaşanmış olan hiçbir tarihi gerçekle bağdaşmaz. TÜRK MİLLETİ, tarihinden beri yenilmez olduğunu savunmamıştır. Savunduğu tek şey, kafasının kesileceği yerin mezbahane değil savaş meydanı olduğudur. Her ne kadar yaşadığımız yüz yılda mezbahanelerin şekli diplomatik toplantıların yapıldığı salonlar haline çevrilmişse de bu millet her ikisinin de aynı şey olduğunu anlıyabilecek zekaya ve tarihi tecrübeye sahiptir.

Sermayesinin kimlerce finanse edildiği bilinen bazı vakıflarca, küreselleşen dünyada yapılması gereken değişimle diye milletimize yutturulmaya çalışılan şeyler, "at gözlüğü takmamış tarafsızca bakabilen herkesin" görebileceği gibi, milletimizi onursuzlaştırma çabalarıdır. TÜRKÇÜLÜK mücadelesine ille de bir anlam yüklemeye çalışan bazı kimselere önerimiz bu harekete yakıştırılacak tek sıfatın "onursuzlaştırma evrimine direnenler" olabileceğini anlamalarıdır.

Her zaman söylediğiniz gibi cömert bir millet olduğumuzudan dolayı bizden istenen her şeye olumlu cevap veririz. Toprak isteyenlerin atalarına tarihte uygun görüp verdiğimiz "İKİ METRE BOYUNDA BİR METRE ENİNDEKİ TOPRAĞI" torunlarına da mutlaka vereceğimiz bilinmelidir.

"Bir İnsanın Onuru Mensubu Olduğu Milletin Yüceliği ve Şerefiyle Eş Değerdir"

"HAYATA KORKUSUZCA BAKANLAR ÖLÜMDEN KORKMAZLAR"
 
Ben Olmak İstemiyorum zaten

Ülkücü Olmadan Bu Vatanı Seven Milyonlarca İnsan Var

Ülkücüler Azınlıkta OLupda Ülkeyi Yalnızca Kendilerinin Sevdiklerini Düşünüyorlar
 
gençlik sokakta çakallık yapıcana ülkü ocaklarına gitsin en azından watan nedir millet nedir watan,millet sewgisi nedir onları öğrensin ...
 
ςคﻮคtคא_кђคภร khans' Alıntı:
gençlik sokakta çakallık yapıcana ülkü ocaklarına gitsin en azından watan nedir millet nedir watan,millet sewgisi nedir onları öğrensin ...

Evet kardeşim sana sonuna kadar katılıyorum ,ocak sandığınız gibi bir yer değil ,orda insana vatan millet sevgisi aşılanıyor ve sonderece güzel bir ortam.

ozgurs@' Alıntı:
Ben Olmak İstemiyorum zaten

Ülkücü Olmadan Bu Vatanı Seven Milyonlarca İnsan Var

Ülkücüler Azınlıkta OLupda Ülkeyi Yalnızca Kendilerinin Sevdiklerini Düşünüyorlar

AYRICA!!!
1.Kimse zorla ülkücü olmaz
2.Yanlış düşünüyorsun,biz vatanımızı milletimizi canımızdan çok severiz ve vatanını milletini seven ona ihanet etmeyen,onun için canını vermeye hazır olan herkes bizim kardeşimizdir.
3.Vatanımızı milletimizi çok severiz,asla sadece bizim sevdiğimizi düşünmeyiz bu üstünde tartışılmayacak kadar saçma bir görüştür.
(BENCE)

sizcede öyle değilmi arkadaşlar?
 
Bir fikri onu uygulayanlara göre yargılarsanız yanlış yaparsınız
ocaklar ahmet yesevi ocaklarıdır.
ben şuan sincan ülkü ocakalarındayım. yaşım 20 askere gideceğim. iyiki ocaklarda yetişmişim.
kim ne derse desin bu kutsal davadan vazgeçmem.
ocaklara gitmeyip ocaklar hakkında yorum yapanlar, kulaktan dolma bilgilerle yargılamak çok yanlış. saygılarımla
 
Herkezin Eline Gözüne Sağlık Versin Yüce Rabbim.

Ülkücülük Deildirki Milleti Bölmek Deildirki İnsanLara SaygısızLık Yapmak.Buda Bizim İnancımız Ve İnancımızın Ardında Davamızın Ardında Bitene Kadar Duracağız.

...Ülkücüler Kimseyi Kendilerine Uşak Olarak GörmezLer Ve Kimseye Uşak oLmazLar... cCcÖmercCc
 
Geri
Üst