Ölüm kimilerine göre hayatın sonu, kimilerine göre ise başlangıcıdır. Ölümsüzlük ve ebediyet, bizi kendisinin halifesi olarak takdim eden Cenâb-ı Hakk içindir ve O’nun uluhiyyetine yakışır. Ölüm ve fena bulma ise yaratılanlara, kullara yakışacak olan bir olgudur. Yaşamak kadar tabii olan ölümü, yine de genelde kimse ne konuşmak, ne de hatırlamak ister. Sanki ölüm sadece yaşamayı adeta kendilerine lüks olarak addeden fakirlerin, yaşlılıktan saçı ve sakalı ağarıp belleri bükülen, toprağın adeta haydi gel derecesine çağırdığı yaşlıların, amansız hastalıkların pençesine düşüp, yaşam ile ölümün medd-ü cezri içerisinde gidip gelen hastaların ortak temasıdır. Hayattan zevk almayı, kendileri için esas alıp, sadece dünya hayatını amaç edinerek, hayatı bir eğlence kulübü olarak algılayan bütün sistem ve düzenler bu olgunun yerleştirilmesi adına her türlü oyunu mahirane bir tarzda oynamaktadırlar. Kökünde dünya ve dünyalığa perestij etme, dünyadan zevk almaya dayalı kamüfle edilmiş bir köleliğin yattığı bu olgu, kıskacına aldığı yığınlarla efendinin köleyle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayarak onları gerçek amaçlarından alıkoymakta ve hedef saptırmaktadır. Bu oyunun ister istemez oyuncuları ve figüranları olan bu topluluklar böylelikle, bize bizden daha yakın olan sevgiliden,1 o sevgilinin sevgilisi kutsal elçiden fersah fersah uzaklaşmakta ve bir zaman sonra ağızlarına almaktan dahi imtina ettikleri ölüm kapılarını çalmakta, hayatı gayesine uygun olarak anlamadan bu dünyadan göçüp gitmektedirler.
Kur’an çeşitli surelerde ölüm gerçeğine vurgu yapmaktadır. İlahi mesaja göre, kendisinden kaçılan ölüm herkese erişecektir.2 Kişilerin müşeyyed kaleler içerisinde dahi bulunmaları ölümü engelleyemiyecek, ölüm meleği orada da onları bulup can emanetini alacaktır.3 Dahası bütün canlılar ölümü tadacaktır.4 Ölümün böylesine canlı olarak işlenmesi ister istemez akla ölüm ötesi hayatı, yani ahireti getirmektetir. Allah’a kulluğu esas alıp, onun haricindeki dolaylı veya dolaysız, maskeli veya maskesiz bütün putları reddeden İslam için ahiret hayatı, dünya hayatının gelir geçerliğine göre asıldır ve gerçek kalınacak yerdir.5 Dünya nimetlerine oranla daha faydalıdır.6 Buna karşılık dünya hayatı oyun, eğlence, süs, boş şey, mal ve evlat artırımından ibaret olan mahaldir.7 Elde bulunan dünyalıklarla gururlanmadır.8 Kendisine aldanılmaması gereken şeydir.9 Bütün bu süreci yaşayacak olan insanlar, malın ve evladın fayda vermiyeceği o sadece salim bir kalbin fayda vereceği güne getirilecek,10 kendisinden habersiz bir yaprağın daha yeryüzüne düşmediği11 açığa vurulana da, açığa vurulmayıp gizlenenlerin hepsine de vakıf olan12 Cenâb-ı Hakk tarafından hesaba çekilecektir. Öyleyse her nefsin Allah’tan korkması ve yarın için ne hazırladığına bakması gerekir.13
İnsanın yarın için ne hazırladığına bakması, o güne karşı hazırlıklı olabilmesi, o günün sık sık anılması yani tefekkür-ü mevt yapmasıyla mümkün olur. Ölümün sık sık anılması kulun mutlak gerçekten kopmamasına, kulun nefsini tanımasına ve böylelikle Rabbini tanımasına vesile olur. Böylelikle tefekkür-ü mevt can ile cananı buluşturan kudsî bir rabıta, ibresi sadece ballar balını gösteren bir pusula olur. Aksi halde kudsî amaçlar için yaratılan,14 gerçekte dünyadan nasibi sadece kapuska kefen, isli bir kazan ve çürük bir teneşir15 olan insanoğlunun kendisini bilerek veyahut bilmeyerek bir hiç uğruna heba etmesidir.
Ölümü karanlığa bir daha düşmemek olarak algılayan, yüzleri ve gönülleri Allah’ın nuruyla parlayan, zamanın bir türlü unutturamadığı güzeller, tefekkür-ü mevti adeta gülü koklamak gibi addedmişlerdir. Beden bineğinden sıyrılmanın, hayal alemden çıkarak gerçekle kucaklaşmanın anahtarıdır ölüm. Mevlânâ (k.s), “Ben tenden soyundum, o hayalden. Şimdi; kavuşmanın bahçelerinnde salınıp geziyorum.”16 diyerek bu durumu dile getirir. Canı canan için verebilecek olan aşık için aslolan vuslattır. Öyleyse sabırsızlıkla çekilen bu günü ve bu günün sahibini hatırlatan herşey seven için matem değil aksine neşe kaynağıdır. O gün ise sevgililerin buluşma günüdür. Mevlânâ o günü şöyle tasvir eder: “Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. Buluşma, görüşme zamanım, o vakittir benim. Beni toprağa tapşırınca elveda elveda deme sakın. Mezar, cennetler topluluğunun penceresidir. Dolunmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşle aya guruptan ne ziyan gelir ki? Sana dolunmak görünür ama doğmaktır o. Mezar, hapishane gibi görünür ama ruhun kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de çıkmadı? Niçin insan tohumu hakkında yanlış sanıya düşersin.” Tefekkür-ü mevt ötelerin ötesini görmek isteyen, gaybe iman etmiş, bunun yanında kendisini diğer canlılardan ayırt eden akıl nimetini başkalarının tekeline teslim etmeden işleten kimselerin kârıdır. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.v)’e mü’minlerin en akıllıları kimlerdir diye sorulduğunda; “Ölümü en çok hatırlayan ve ölüm sonrasına en iyi hazırlığı yapanlardır.”17 diyerek cevaplaması bu durumu teyid eder. Ayrıca Rasülullah’ın huzuruna gelip, kendisi için nasihatta bulunmasını isteyen Ömer (r.a) için; “Ölüm sana vaiz olarak yeter.” buyurması, ölümün sık sık anılmasına ilişkin sürekli telkinleri kabir ziyaretlerinin yapılmasını isteyerek, bu ziyaretin ahireti hatırlatacağını18 ifade etmesinin altında, insanın mutlak gerçek olan ölüm olgusundan gafil olarak, dünyaya ve dünyalığa ram olmasının önüne geçme fikri yatmaktadır. Kalbin katılaşmasından (kasvetinden) şikayetçi olan bir kadın için, Hz. Aişe validemizin, “Ölümü çok an ki kalbin yumuşasın.”19, ayrıca bu hususa ilişkin olarak Hasan Basrî (r.a)’ye atfen: “Ölüm, dünyanın bütün kötülüklerini ortaya çıkardı da akıl sahibleri için dünyalık hususunda sevinç namına bir şey bırakmadı.”20 sözlerine kaynaklarda yer verilmektedir. Kimileri için marjinal gelebilecek olan bu sözleri bu alanda zirveyi yakalayan üstadların geriden gelen nesillere, yani bizlere bıraktıkları altın mesajlar olarak kabulenip, değerlendirmek gerekir. Ölüm, boyacı küpüne düşüp kendileri tavus kuşu zanneden çakalların21, yavuz hırsız misali gerçek tavus kuşlarını bastırdığı şu dönemde, foyaların ortaya çıkıp boyaların döküldüğü, kudsi değerlere geçirilen kanlı dişlerin teker teker söküldüğü hesaplaşma günüdür. Bu nedenle dünyada şehvetin, makamın ve malın küpüne düşüp, özlerinde çakallık olan kimselerin tefekkür-ü mevt ile yar olmaları, ahirete hazırlık yapıp, o günü düşünmeleri beklenilemez. Ölüm bahsi mevzu olduğunda dudak bükmeleri, “Hadi canım sen de! Konuşacak başka konu bulamadın mı?” dercesine omuz silkmeleri, içlerine düştükleri şehvet, makam ve mal karışımı masiva küpünde fena bulup, yok olmalarının işaretidir. Aslında bu durum, bilinerek veya bilinmeyerek Allah harici putlar icad edip onlara bağlılığı ve kulluğu ilan etmektir. Bu grubun tefekkür-ü mevt hususunda dudak bükmelerinin karşısında, özleri Allah’a ve Rasülüne dönük olup, Allah ve Peygamber sevgisiyle boyanan22 hak erleri, ölümü bir vuslat, bir düğün gecesi, kabri ise sevgilinin aguşu olarak algılamaktadırlar. Binaenaleyh Tefekkür-ü mevt bu dairede bulunanlar için hüzün kaynağı olmaktan ziyade neşe ve sevinç kaynağıdır. Onların bu husustaki yegane endişeleri, Allah’a daha mükemmel bir kulluk, kendilerine bırakılmış olan gül Nebi (S.A.v)’inin emanetlerine ne derece sahib çıkılıp çıkılmadığıdır.
Kişiye gözünün akıyla karası hatta ondan daha yakın olarak ifade edilen ölümü bir an olsun gözardı etmeden, hayatı ilahî kıvamda yaşayan, malın ve evladın fayda sağlamadığı gün için hazırlıklı olup, yarın için ne hazırladığına sık sık bakan, gönlü Allah ve Rasülü’nün sevgisiyle dolu güzellerden olma duası ve temennisiyle.