Birinci makalemizi okumamışsanız, tavsiyem okuyun. Böylece ABD destekli türban’ın başlangıç serüvenini daha iyi çözebilirsiniz.
Dünkü makalemizi “minnet borcu nasıl ödenirmiş, bir sonraki makalede…” diyerek bitirmiştik. Bu makalede minnet borcunun nasıl ödendiğini anlatacağız.
Yıl 1965…
Kıbrıs Olayları, Johnson Mektubu gibi Türkiye’de ABD aleyhtarlığının arttığı bir dönemde, ABD politikalarını savunan ve ABD’nin avukatlığını yapan Mehmet Şevki Eygi yönetimindeki haftalık Yeni İstiklal gazetesinin bir yazarı Şule Yüksel Şenler..
Kendi ifadesine göre; ölüm döşeğinde ve Sait-i Nursi’nin şakirtlerinden olan ağabeyinin tavsiyesi ile örtünmeye karar veriyor.
Örtünecek ama nasıl? Bu dönem, ara sıra “ışık evleri”ne gidip gelmeye başlıyor. Buralarda yeterince ışık alınca beyni bir anda aydınlanıyor. Hemen kapanıyor. Lakin bir sorun var.
Yine kendi beyanına göre: “Baş örtmek köylülükle eş anlamlı sayıldığı için (!) şehirli bir genç bayanın şıklığını yansıtacak ve modern bir görüntü verecek bir model geliştirmeye çalışıyor.”
Dikkatinizi çekerim. Aynı yıl Ruslar uzayda ilk insanlı yürüyüşü yapıyor, karbondioksitli laser keşfediliyor, ABD ve SSCB nükleer silahlarını ve denizatlılarını geliştiriyor, Alman otomobil sanayi ayağa kalkıyor ve Türkiye’den işçi bile çağırıyor. Ne yapalım, bizde de “şulebaş” keşfediliyor. Bizim de keşifler ve icatlar tarihine katkımız bu yönde olsun.
Geçelim…
Şule Yüksel Şenler, şehirli bir bayanın şıklığını yansıtacak tarzda neler icat edebilirim diye kafa patlatırken, geçmişte Ermeni bir terzi bayanın yanında çalışması sırasında elde ettiği tecrübeyi de icadına yansıtıyor.
Öyle bir eşarp icat ediyor ki, kadının saçının bir telini göstermeyecek mucizevi bir eşarp icat ediyor. Bin yıllık Türk-İslam tarihindeki başörtüsüne yeni bir boyut katıyor.
Nihayetinde toplum olarak bu tip yeniliklere hazır olmadığımız için bu eşarba ne denileceğini kimse bilemiyor; çarşaf desen değil, başörtüsü desen hiç değil.
Şulebaşlı Şule Yüksel Şenler yeni icadıyla yetinmiyor. Özellikle 1967 yılından itibaren köy, köy, ilçe, ilçe gezerek konferanslar vererek, irşat faaliyetlerinde bulunuyor. Tahmin edeceğiniz gibi irşat faaliyetleri tamamen kadının örtünmesi üzerine. Başını örtmeyen kadınların cehennemlik olduklarını, başı açık kadınlara sarkıntılık yapmanın ve laf atmanın normal olduğunu beyan eden “aydınlatıcı” konferansları ile kadın ve kızları korkutarak kapanmalarını sağlıyor. Model olarak da kendisini gösterdiği için, Şule Yüksel Şenler’in “ikna” ettiği kadınlar her zaman başörtüsü olarak kullandıkları eşarbın boyutlarını biraz daha büyüterek boğazlarına sarmaya başlıyor.
Unutmadan kaydedelim ki, Şule hanım ikinci eşinden de ayrıldıktan sonra Fatih-Çarşamba’daki İsmailağa Cemaatine dahil olunca bu sefer O’nu “şulebaş” da kesmiyor. Çarşafa bürünüyor. Bu sefer kendisine “şulebaş” mı, çarşaf mı diye soranlara: elbette çarşaf, şulebaş kadının yüzünü açıkta bıraktığı için günahtır, diyor. Buyurun, ayıklayın bakalım pirincin taşını… Türban taktıkları için dinin emrini yerine getirdiğini söyleyenlere “türban”ın ilk mucidinden aykırı bir fetva… Bu sefer türban günah.
Türban mucidi Şule Yüksel Şenler 60’lı yıllarda fırtına gibi esiyor. İrşat için evini, eşini ihmal ediyor. Tabii, sonuç hep boşanma. Konferanslarında standart konular… Başını açanlara cehennem azabı, başını kapatanlara cennet vaadleri. Hatta bu konferanslarda, en dindar Cumhurbaşkanı kabul edilen ve dünkü yazımızda İmam Hatiplerin çoğaltılıp, tüm devlet kadrolarının İmam Hatip mezunu olmasını savunan Cevdet Sunay’a bile hakaret edip, ceza alıyor.
Şule Yüksel Şenler’in tek kişilik ordu olması O’na yetmiyor. Konferanslarında O’nu destekleyecek ithal bir oyuncu da buluyor. Aslen Doğu Alman olan ve sonradan Müslüman olarak Maria olan adını Cemile olarak değiştiren Cemile Alkonavi’yi irşat takımına transfer ediyor. Tek Cemile’yi transfer etse neyse, Alman Cemile’nin 6 yaşındaki oğlunu da takıma dahil ediyor.
İster inanın ister inanmayın ama, bu 6 yaşındaki çocuk 40 yıllık Müslüman kadınların katıldığı konferanslarda Müslümanlığı anlatarak, kadınları ikna ediyor!.. İyi ki Şule Yüksel Şenler çocuğu mehdi ilan etmeye kalkmıyor.
Şule hanımın “şulebaş”ı zamanla türban adını alıyor. O günden sonra Müslümanlıktan daha çok Müslümanlığı siyasi amaçları için kullananlara sembol oluyor. Yoksa, türbanlılar Müslüman diğerleri değil hükmünü dini yönden kimse veremez. Hem yıllardır geleneksel yönetmelerle başını örten Anadolu kadınına hakaret olur, hem de dinimizce şirk kabul edilir. Gerçi bana oy vermeyenler cehennemliktir gibi resmen şirk olan abuklukları söyleyen siyasilerin ülkesinde yaşıyoruz. Her şeyi normal karşılamaya başladık…
İşte geleneksel baş örtüsü yanında böyle bir moda yaratan Şule Hanım şu anki Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile eşi Emine Hanımın tanışmasını sağlıyor. Mutlu bir evliliğin kurulmasına vesile olan Şule Yüksel Şenler’e minnet borcu da aradan 40 yıl geçtikten sonra Başbakan olan Recep Tayip Erdoğan tarafından ödenmeye çalışılıyor. Anayasa değişikliği ile türban’ın öncelikle üniversitelerde, sonra da devlet dairelerinde serbest bırakılmasının önü açılıyor.
Ama ne yazık ki, bu minnet borcunun ödenmesi Anayasa Mahkemesi tarafından engelleniyor!.. Tam bir sükut-u hayal…
Aynı, Türkiye’yi kaosa sürükleyecek bir moda yaratan Şule Yüksel Şenler’in gerek kişisel, gerekse ailevi yönden içine düştüğü hayal kırıklıkları gibi…
Özetlediğimizde, Türkiye’de oluşmaya başlayan ABD aleyhtarlığına karşı panzehir olarak kendilerine İslamcı süsü veren ve dini referans alan kitle kullanılıyor. Günah ve sevap, cennet ve cehennem kavramları kullanılarak kolaylıkla kazanılan kitleler öncelikle belli bir siyasi görüşün sempatizanı yapılıyor. Ardından anti Amerikancı görüşleri savunan kitlelerin üzerine gönderiliyor.
Bu kitle ilk defa 1969 yılının “Kanlı Pazar”ında kullanıldı. Ondan sonrakileri saymıyorum…