Bugün vakit bulursam konuyla ilgili genel fikrimi belirteceğim. Ama öncelikle konunun yazarı sayın İrfan Sönmez' in konuyla ilgili açıklayıcı son makalesine yer vermek istiyorum.
BİR HABER, ÜLKÜCÜLER VE 12 EYLÜL TERÖRÜ
Vakit gazetesinin benimle telefonla yaptığı bir röportaj 13.8.2008 tarihinde yayınlandı. “ülkücüler böyle kullanıldı” başlığı ile yayınlanan yazıyla ilgili- yanlış anlamalara meydan vermemek için bazı açıklamalar yapmanın gerekli olduğuna inanıyorum.
Bir defa terörün olduğu yerde mutlaka ‘istihbarat’ servislerinin eli de vardır. Hiçbir istihbarat servisi teröre kayıtsız kalamaz. İstihbarat iki sebeple terörle ilgilenir, ya engellemek, ya da manipüle etmek, istismar etmek için.
Türkiye’de genellikle ikinci yol seçilmiştir. Terörü önlemekle görevli olanlar, onu önlemek yerine yönlendirmeyi, kendi istek ve emelleri için kullanmayı tercih etmişlerdir.12 Eylül’de de böyle olmuştur. Darbe yapmak için terörü seyretmişler, terörün tavsadığı, kavganın gevşediği yerde devreye girmişlerdir. Bedrettin Demirel, darbe kararını 1979 da aldıklarını, ancak zeminin uygun hale gelmesi için bir yıl beklediklerini sonradan itiraf etmiştir.
ülkücüler, bazı ön yargılı grupların saplantılarının aksine her zaman, davası Allah ve Resulünün rızasını kazanmak olan bir heyet olmuştur. Kavga hiçbir zaman ülkücü hareketin hedefi olmamıştır. ülkücüler kavgaya çekilmiş, mecbur edilmişlerdir. üniversitelerde ilk teşkilatları komünistler kurmuş, ilk eylemleri solcular yapmıştır… Yeterince örgütlendikten sonra kendileri gibi düşünmeyenleri tasfiye etmeye, okullara almamaya başlamışlardır. ülkücüler bu süreçte mecburen bir araya gelmişler, bir direniş hattı kurmuşlardır. Birçok kişi Türkeş’in 9 ışığını okuyarak veya onu benimsediği için değil, komünistlerle mücadelenin gereğine inandıkları için bu mücadeleye katılmıştır. Dolayısıyla uzun yıllar ülkücülere dönük ‘ırkçılık, kavmiyetçilik’ suçlamasının hiçbir haklı gerekçesi yoktur.
Bu hareketin içinde bütün bir ömrünü geçirmiş biri olarak ülkücülerin ırkçılığı siyaset haline getirdiklerine hiç şahit olmadım. Bilakis, 12 Eylül’den önce bazı bölgelerde ‘Atsız’cı’ gruplar ‘ırkçı, kafatasçı’ bulundukları için bizzat ülkücüler tarafından tasfiye edilmiştir. Mesela 1980’li yıllarda Konya’da ötügen çay ocağı denilen büyükçe bir kahvede toplanan, örgütlenen bu ekip, bizzat ülkücüler tarafından dağıtılarak, bitirilmiştir.
12 Eylül öncesi kavganın yoğun olarak yaşandığı dönemde ‘ülkücüler’ kavgayı durdurmak için her yola başvurmuştur. O yıllarda Manisa spor Akademisinde öğrenci olan ben, arkadaşlarımla birlikte belki on defa valiliğe, Emniyet’e, Jandarma’ya okulumuza yeterli miktarda güvenlik görevlisi göndermeleri için yazılı-sözlü taleplerde bulunmuş, ama netice alamamışızdır. Terörü önlemekle görevli olanlar ellerini bile kıpırdatmamışlar, bizi kendi hukukumuzu müdafaaya mecbur etmişlerdir.
Deşifre olmuş, herkesçe bilinen ‘devlet görevlilerinin’ ülkücüleri istismar etmesi, yönlendirmesi mümkün değildir. O yıllarda en sakınılan şey, ‘derin bağlantılarından şüphelenilen’ kişi veya gruplarla temas etmektir. Ancak bu sızmaların tamamen önlendiği hiçbir manipülasyonun yapılmadığı anlamına gelmiyor. ülkücü harekete de zaman, zaman sızmalar olmuştur. ülkücülerin kendilerini korumak amacıyla yaptıkları eylemler kendi eylemleridir. Ancak, bu ülkede işlenen sansasyonel eylemler kime mal edilirse edilsin şüphelidir. Arkasında mutlaka görünmeyen eller vardır. 12 Eylülde kavganın ortasında olmasına rağmen hiçbir bedel ödemeyen, ülkücüler idam sehpasında sallandırılırken dışarıda elini kolunu sallayarak gezen bazı tipler iyi analiz edilmelidir.
12 Eylül’de ‘darbe yapmak uğruna’ solcuları sağa sola saldırtarak kıvılcımı tutuşturan darbecilerdir. Bazı yerlerde terör için gerekli psikolojik ortamı sağlamışlar, bazı yerlerde olaylara bizzat müdahil olmuşlardır. Gazete de anlattığım Balıkesir olayı bunlardan biridir. Ecevit iktidara gelince, Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü Solcuların eline geçmiş, okul işgal edilerek ülkücülerin eğitim görmesi engellenmiştir. Birçok ülkücü genç senelerini verdiği, karın tokluğu ile okuduğu okullarını terk edip evine dönmek zorunda kalmıştır. Biraz daha bekleyelim, belki bir yol buluruz diye düşünüp bekleyenler ise sonunda kendilerini kavganın içinde bulmuşlardır. Okulun solcuların eline geçtiği dönem, Elazığlı ülkücülerin ikamet ettiği bir öğrenci evine üsteğmen elbiseli bir asker gelmiş, selam verip içeri girmiştir. Kendini S. Emiroğlu olarak tanıtan bu kişi uzun samimi bir sohbetin sonunda bizimkileri solcularla mücadeleye ikna etmiş, her türlü silah ve mühimmatı kendisinin temin edeceğini söylemiştir. İlk eylem olarak da Eğitim enstitüsünün taranması kararlaştırılmış ve bir gün sonra icra edilmiştir. İlk eylem yeri olarak Necati Bey Eğitim Enstitüsü’nün seçilmesi manidardır. çünkü o yıllarda ülkücülerin tek direndiği yer olarak Eğitim Enstitüsü kalmıştır. Okul Solun eline geçince şehir de düşmüş, bir taraf şehre hâkim olduğu için olaylar azalmıştır. Hâlbuki kavganın devamı için her zaman iki tarafa ihtiyaç vardır. Ve taraflardan biri asla kesin galip olmamalı, diğer tarafı tasfiye etmemelidir.
Kavganın, terörün devamı için ‘ülkücülük’ yaftası altında bazı arkadaşlar manipüle edilmiştir. Aynı kişi daha sonra solculara silah satıyor diye bir Albay’ın kızını kaçırttırmış, Albay kederinden felç olmuş, kaçırılan kızın dengesi bozulmuş, darbe olunca kaçırma olayı, aşk-meşk diye takdim edilip, kapatılmıştır. Olayı anlatan İ.G. daha sonra üsteğmen Sırrı’yı yüzbaşılığa terfi etmiş bir vaziyette gördüğünü bana anlatmıştır. Bu kişi sonradan çok acı çekmiş, terörü önlemekle görevli olanların kirli tezgâhlarını görünce Türkiye’yi terk etmiştir. Bu bir olaydır ve istisnadır. Bundan genel hükümler çıkarmak elbette ki mümkün değildir. Bütün bir hareketi ‘kullanıldılar’ diye yaftalamak, mahkûm etmek yanlıştır. O dönem her harekette kullanılanlar olmuştur. Teröre karışanların Milliyetçisi, solcusu, İslamcısıyla bu sızmalardan kurtulabilmesi mümkün değildir. Bu olaydan çıkarılacak sonuç, şu veya bu gurup kullanıldı hükmü olursa kaybederiz. Bu olaydan çıkarılacak sonuç, teröre, terörü önlemekle mükellef olanların karıştığı gerçeğidir. Kimse kimseye bilerek alet olmaz. Hele hele o yıllarda metafizik ürpertiler içinde olan, tam bir maneviler hareketine dönüşen ülkücüleri bir bütün olarak yargılamak haksızlıktır. Esasen yıllar sonra böyle bir değerlendirme yapmak da birileri tarafından kullanılmaktır.
Evet, dönemin her hareketi gibi ülkücülere de sızmalar olmuştur. Ama ülkücü hareket bir bütün olarak istihbarat veya derin bir organizasyonun asla bir parçası olmamıştır. O dönem birçok olay spontanedir, kendiliğinden gelişmiştir. Kavgayı darbeciler tetiklemiş, o günün şartlarında bunu sezecek imkâna sahip olmayan kimileri de oyuna gelmiştir. Bugün bile Ergenekon’un çapını, kapsama alanını tam olarak bilemiyorken o günün gençlerinden her yanlışı, yönlendirmeyi teşhis etmesini beklemek hayalciliktir.
İrfan Sönmez
Sayın İrfan Sönmez Ülkücü Hareket içerisinde idamla yargılanmaya varacak kadar aktif ve samimiyeti tartışılmaz bir kişiliktir. İlk etapta Vakit gazetesine yaptığı açıklama sanırım bazı tepkiler almış bunun üzerine yukarıdaki yazıyı yayınlamak durumunda kalmıştır.
İrfan Sönmez uzun yıllar cezaevinde yatmış, çıktıktan sonra BBP saflarında aktif siyasetle meşgul olmuş, şu an itibariyle bazı internet sitelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Yazılarını umumiyetle takip ederim.
Yazının ana başlığı ve içeriği ülkücüleri rahatsız edecek konumdadır öncelikle bunu kabul etmek lazımdır. Uğruna can verilen, kan verilen bir davanın birileri tarafından kullanıldığını idda etmek öncelikle o şehidlere ve verilen mücadeleye hakarettir. Bu konuda sayın Sönmez yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek için bir sonraki açıklamasını yapmıştır. Kendisine yakışanda budur.
İyi bilinmelidir ki şiddetin çözeceği hiç bir çözüm yoktur. Ülkücü Hareket yapmış olduğu şanlı mücadeleyi haklı bulsada istenmeyen olayların olduğunuda inkar etmemektedir.
Uzağa gitmeye gerek yok. Haluk Kırcının kitapları okunursa şayet, bazı olaylarda ki pişmanlık göze çarpmaktadır.
Yaşanmış, ders alınmış ve bir daha provokatörlerin kazdığı çukurlara düşmemek fikri beyinlere kazınmıştır. Ülkücülerin devletle ilgili düşüncelerinede açıklık getirmekte fayda var. Konu itibariyle devletten yana olma ve ya karşısında olma düşünceleri çarpışmış görünüyor.
Ülkücüler seksen öncesi devletten yana oldular. Bunuda " devlet-i ebed müddet" davasına sadakatin bir görevi saydılar. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti son bağımsız Türk Devletiydi. Komünizmden korunmalıydı. Emperyalizme esir edilmemeliydi. Ancak aynı zamanda ülkücü hareket devletin rejiminin fikri anlamda savunucusu da olmadı, olamazdı çünkü yeni bir medeniyet projesiyle yürüyordu. İdeolojisi, davası farklıydı.
Ülkücü Hareket geçmişinden bugüne hiç bir Türk devletini inkar etmezken, her devletin zaaflarını, yanlışlarını gözden geçirerek en mükemmeli tesis etme derdindedir. Ezberden Cumhuriyetçi veya Osmanlıcı değildir. Fıtratında ki vatanseverlik duygusuyla hareket etmiş devletinin yanında olmuş ve ne yazıkki aynı devletten en büyük şamarı yemiştir.
Misal Abdullah Çatlı(ruhu şad olsun) seksen darbesinden sonra tekrar vatanının derdine düşüyor ve devletle koordineli şekilde asalayla mücadele ediyor, bunun karşılığı olarak başbuğun serbest bırakılmasını ve hiç bir ülkücünün idam edilmemesini talep ediyor. Devlet yetkilileri bunu kabul ettikleri halde, dokuz ülkücü idam ediliyor, başbuğ herkesten çok hapiste yatıyor.
Gene Çatlıyla işi biten devlet isviçre ve fransa polisine Çatlıyı resmen servis ediyor. Yıllar sonra tekrar çağırıyor yüce devletimiz Çatlıyı, yeni bir kimlikle bizzat Özalın talimatıyla alınıyor havaalanından ve tekrar mücadele, taki susurlukta öldürülene kadar. Çatlı gene sahipsiz...
Bugün Abdullah ÇATLI vatanseverliğinin bedelini ödedi, ancak son Türk devleti dediği devletinin bazı görevlileri tarafından defalarca satıldı. Çatlı Reis mücadelesini Vatan için yaptı mükafatı Allah katındadır inşallah. Satanlar, deşifre edenler de bedelini ödeyecektir mutlaka.
İşte gönüldaşlar bu noktayı iyi tayin edin devlet bizimdir. Ancak sistem bize düşmandır. Sisteme kendimizi kullandırmamız bizim zararımızadır. Bugün Ülkücü Hareket geçmişinden aldığı tecrübelerle bu oyunlara gelmeyeceğini açıkca göstermektedir.
Bununla birlikte seksen öncesi verdiğimiz mücadeleyi gereksiz sayan bazı salon mücahidleri vardır ki bunlar evlerinden çıkmaya cesaret edemedikleri için, bizzat savaşarak mücadele veren ülkücü hareketi "kullanıldılar" diyerek haksız çıkarma çabasındadırlar. Çabaları beyhudedir ve gereksizdir.