@asmiralay @esfanu
İşte insan böyle ümmetçi olunca tam da sizin baktığınız yerden bakıyor dünyaya. O zaman Türkiye'de demeyelim bu ülkeye madem Kürtler Lazlar Çerkezler Tatarlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor bu ülkeye Türlazkürdiye diyelim.
Ne konuştuğunuzu bilmiyorsunuz eminim. Kürtlerin azınlık nüfuslarını toplayınca Türklerden fazla çıkarmış. Yani Türkiye'de Türkler azınlık durumunda öyle mi?
İşte siz bu ülkeye Kürtçülerden daha fazla darbe vuruyorsunuz. Zaten bugünkü durumun esas sorumlusu Kürtçü politikalar izleyen din kardeşiyiz masalları ile milleti kandıran ümmetçi ideolojilerdir. Sizin gibi saflar din birliği ile bir ülkenin birleşeceğine inanan cahillersiniz.
Tarih son 300 yıldır göstermiştir ki din birliği hiç bir ülkeyi bir arada tutamamıştır.
Örnek SSCB, Örnek Avusturya Macaristan, Örnek Osmanlı... Yugoslavya ayrılırken Hırvatlar ile Sırplar biz din kardeşiyiz demediler. Ukrayna Litvanya din kardeşiyiz diye Rusya'ya bağlı kalmadı. Filistin ve Irak din kardeşiyiz diye kardeşlik yapmadı bize.
Şu anda aynısını kürtler yapmakta. Din kardeşiyiz ayağına orta doğuda kurulan kürt devletinin en büyük işbirlikçisi destekçisi Türk ümmetçileridir.
Türk olmaktan bu kadar mı utanırsınız. Bir lazı çerkezi katmışsınız lafınıza. Bu ülkede Türk Tarihi okumaktan, Türk dili ve Edebiyatı öğrenmekten hiç bri laz hiç bir çerkez gocunmaz.
Bugüne kadar Türk ve Türklükle problemi olan 2 siyasi hareket var bu ülkede. ÜMMETÇİLER VE KÜRTÇÜLER.
İktidara da geldiniz işte. Bu iktidar tamamen kürtçü ve ümmetçi politikalar izlemektedir.
Siz de burada neyi savunuyorsunuz.
İslam birleştirici değil tarih boyunca bölücü bir unsurdur. 4 halife devrinden sonra Şii lik ve Sünnilik asla barışmamıştır ikisi de birbirini batıl ilan eder.
Bizler sünniyiz yani Hz Ali'ye karşıyız Muaviye'nin taraftarıyız. Arap milliyetçisiyiz. Arap milliyetçiliği ve ümmetçilik için Türklüğünden bile vazgeçecek adamlar var aramızda.
Siz arabistana bilemedin kuzey ırak a gidin beyler.
İKİ DE BİR DE TÜRKİYE'NİN YARISI TÜRK DEĞİL DERSENİZ BEN DE SİZE DERİM Kİ;
TÜRKLER O KADAR ASİL BİR MİLLETMİŞ Kİ NÜFUSU İNSAN GİBİ ÇOĞALMAYANLARA BİLE HOŞGÖRÜ GÖSTERMİŞLER.
Bu ülke ilk kurulduğunda azınlıkların genel nüfusa oranı belli bugünkü oran belli.
Demek ki birileri doğurmaz, yavrularken Türk nüfusu o hıza yetişememiş ve bugün nüfusun sadece nüfusun yarısını oluşturuyor.
Ayrıca TÜRKLÜK için en büyük tehdit ve tehlike İSLAMCILIKTIR ÜMMETÇİLİKTİR.
Peygamberin bir tane sünnetini yerine getirmeyen sadece KURAN ı uygulayan adam cennete gider.
Bunu niye çıkıp delikanlı gibi söyleyemezsiniz.
SADECE FARZLAR FARZDIR. SÜNNETLER OPSİYONELDİR
Bunu halka söylemeyen, peygamberden şefaat dilenirken araplaşan bir din kültürü yarattınız.
ALLAHA ULAŞMANIN YOLU KURANDIR. Peygamberin sünnetleri zorunlu değildir. Yapmayan cehenneme gider diye bir şey yoktur. Namazın sadece farzları allah için kılınır, sünnetleri allah için kılınır maskesi altında peygamber şefaatine oynar.
Peygamberden şefaat isteyen günahkarların yanında olmaktansa, yalnız başına sadece kuranı takip eden bir kul olmayı yeğlerim.
Böylece hem müslüman hem Türk olabilirim. Çünkü Allah bana hem Türklüğümü vermiş hem de Kuran'ı.. Peygamber sadece resuldür ve görevi Kuran'ı ve ayetlerini iletmektir.
Yoksa Peygamber gibi abdest almayan, peygamberin kıldığı rekatları kılmayan ya da peygamberin kıyafetini ve görünüşünü taklit etmeyenler de cennete gidebilir. Allah kulunu sadece farzlardan sorumlu tutar.
İŞTE BENİM EN ÇOK KARŞI OLDUĞUM ŞEY PEYGAMBER DİYE ARAPLAŞTIRILAN, ÜMMETÇİLİK ADINA TÜRKLÜĞÜNÜ TERKEDEN İNSANLARI GÖRMEK. İŞTE DİN ADAMLARINA BU YÜZDEN GICIK OLURUM.
ÇÜNKÜ DİN ADAMI BİLİM ADAMI DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ DİNDE OKUYUP EZBERLERSİN, ÜRETMEZSİN DÜŞÜNMEZSİN SANA 1000 SENE ÖNCE HAZIRLANANLARA İNANIRSIN. O YÜZDENDİR Kİ 1000 SENE ÖNCEKİ ARAPLAR KENDİ KÜLTÜRLERİNİ İDEALİZE ETMİŞLER.
1000 SENE GEÇMİŞ BİZİM ÜMMETÇİLER HALA 1000 SENE ÖNCESİNİ YAŞAMAK İSTEYEN BEDEVİLER DURUMUNDALAR.
Son sözüm Ne Türklüğümüzden vazgeçeriz, ne islamiyetimizden.
Ancak Türk gibi müslüman olmadıktan sonra hem müslümanlığımızdan hem de islamiyetimizden vazgeçmişiz demektir.
Ayrıca bir Türkün güzel ahlakı dininden gelmez, kanından ve aile terbiyesinden gelir.
Aile terbiyesi almamış ve soysuz bir insan değil müslüman halife olsa yapacak bir şerefsizlik bulur kendine. Şeref din ile kazanılan bir kavram değildir.
saygılar
kardeş biz bunları çok duyduk aynı iranlı lar gibi konuşuyorsun yoksa sen iranlımısın yada irandan göç eden birilerinin (anlayan anladı)dizi dibindemisin (sen şimdi namaz 3 vakitte dersin )yuh yani allah tan korkmayandan korkulur her türlü kalleşliği beklerim ben kendi adıma ama allahtan korkan biri kalleşlik yapmaz,dinin güzelliklerini unutmaz.
Hiç merak ettik mi acaba, canımızdan çok sevmemiz gereken ve -inşallah- sevdiğimiz Hz. Rasulullah (sav) bir gününü nasıl geçiriyordu? Ne zaman yatıyor, nasıl kalkıyor ve bütün gün boyunca neler yapıyordu?
Peki O’nu niçin sevmemiz gerektiğini de biliyor muyuz? Güçlü bir iman ve derin duygularla bağlı olduğumuz peygamberimizi, ilim ve şuur yönüyle de tanımak ve bilmek, bizi gerçek kulluğa götürecek en büyük vesile olacaktır.
Sevmek Benzemeyi Gerektirir
Hz. Rasulullah (sav)’i sevmek, herkese farzdır. Zaten, Cenab-ı Hakkı sevmek de buna bağlıdır. Allah-u Teâla’nın sevgili Peygamberini sevmedikçe, ona uymadıkça, Allah-u Teâla’yı sevmek saadeti ele geçmez.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran; 31) Allah-u Teâla, Habib’ine böyle demesini emir buyurmaktadır.
Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün adetlerini, ibadetlerini ve alış-verişlerini, kısaca tüm yaşamını O’na benzetmeye çalışmalıdır.
Bir kimsenin sevdiğine benzemeye çalışanlar, benzemeye çalıştığı kimseyi sevene, sevimli ve güzel görünürler. Bunun gibi, Hz. Peygamberi (sav) sevenleri de Allah-u Zülcelal sever. Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün iyilikler, bütün üstünlükler, ancak Hz. Peygamber (sav)’i sevmekle ele geçer.
Allah-u Teâla, sevgili Peygamberini, insanların en güzeli, en iyisi, en sevimlisi olarak yarattı. Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü O’nda topladı.
Ashab-ı Kiramın hepsi, O’na aşık idiler. Hepsinin kalbi, O’nun sevgisi ile yanıyordu. O’nun ay yüzünü, nur saçan cemalini görmeleri, lezzetlerin en tatlısı idi. O’nun sevgisi uğruna canlarını, mallarını feda ettiler. Evet, Allah’ı seviyorum diyenlerin, Ashab-ı Kiram gibi olmaları lazım…
Hz. Peygamber (sav)’e tam ve kusursuz tabi olabilmek için, O’nu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de O’na tam olarak mutabaat etmektir. Yani, her söz ve davranışını O’na benzetmek, kısaca O’na uymaktır.
Kur’an-ı Kerim ve hadis kitaplarında, Hz. Peygamber (sav)’e mutabaat etmenin, dinin vazgeçilmez bir esası olduğunu kesin olarak ifade eden ayet ve hadisler pek çoktur.
Oysa Efendimizin şerefli yaşamı hakkında bilgisi olmayan birisinin O’na mutabaat etmesi düşünülemez. Çünkü bilmeden uyulamaz.
Thomas Carlyle, Heroes and Hero Worship and the Heroic in History, 1840.
Müslümanları tiplemede sahtekârlık
Bir elinde kılıç, diğer elinde Kur'ân'la resmedilen Müslüman asker tipi, sadece bir sahtekârlıktan ibarettir.
A. S. Tritton, Islam, 1951.
Fanatik Müslümanlar masalı
Tarih gösteriyor ki, dünyayı süpüren ve hâkimiyetleri altına aldıkları ırkları kılıcın ucuyla İslâm'ı kabule zorlayan fanatik Müslümanlar masalı, tarihçilerin tekrarlaya geldikleri en fantastik ve en saçma hurafelerden biridir.
De Lacy O'leary, Islam at the Crossroads, Londra, 1923.
Krallıktan kaçan çok tabiî bir zühd hayatı
Muhammed'in sağduyusu, krallığın ihtişamını çok hakir görüyordu. 'ın Elçisi, ailesinde bir hizmetçi gibi davranıyor, ateşi yakıyor, yeri süpürüyor, koyunları sağıyor, elbiselerini ve ayakkabılarını bizzat kendisi tamir ediyordu. Bir rahip, bir keşiş görüntüsü verme gereği de duymadan, çok tabiî bir zühd hayatı yaşıyordu.
Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, 1823.
Herkese karşı sevgiyle dopdolu ve lekesiz bir şahsiyet
Muhammad, halkı için parlak bir örnekti. Şahsiyeti, öylesine pâk ve lekesizdi. Evi, elbisesi, yiyecekleri... kısaca, bütün hayatı sade idi. Sun'ilikten o kadar uzaktı ki, arkadaşlarından asla özel bir saygı beklemez; bizzat kendisinin gördüğü kendi şahsî hizmetini kendisine kölesinin bile yapmasını istemezdi. Herkes, her zaman huzuruna girebilirdi. Hastaları ziyaret ederdi ve herkese karşı sevgi doluydu. Toplumunun iyiliğine duyduğu ilgi ve bu konuda gösterdiği gayret ölçüsünde de cömert ve âlicenap idi.
Dr. Gustav Weil, History of the Islamic Peoples.
İnsan büyüklüğünün tesbitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O'ndan daha büyüğü var mıdır?
Dünyada başka hiç kimse, önüne gönüllü veya gönülsüz O'nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: 'la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; 'la insanı aracısız karşı karşıya getirmek; putatapıcılığın maddî ve çarpıtılmış ilâhlar kaosu arasında aklî ve kutsal ilâh kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir; böylesine büyük bir hedefin tasarlanmasında ve uygulamaya geçirilmesinde kendinden başka vasıtası ve çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktu O'nun. Ve, başka hiç kimse dünya üzerinde O'nun gerçekleştirdiği ölçüde büyük ve kalıcı bir ikinci inkılâbı gerçekleştirmiş değildir; çünkü, iki asırdan daha az bir zaman içinde İslâm, inanç ve hâkimiyet plânında tüm Arabistan'a yayılmış ve adına İran'ı, Horasan'ı, Mâverâünnehir'i, Batı Hindistan'ı (Pakistan), Suriye'yi, Habeşistan'ı, bütün Kuzey Afrika'yı, İspanya'yı, Akdeniz'de çok sayıda adayı ve Galya'nın (İspanya) bazı kısımlarını fethetmiştir.
Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, modern dönemler tarihinde kim Muhammed'le karşılaştırılabilir ki? En meşhur insanlar, sadece ordular, kanunlar ve imparatorluklar meydana getirmişlerdir. Çoğu defa gözleri önünde dağılıp giden maddî iktidarlardan başka bir şey kurmamıştır onlar. Fakat bu insan, yalnızca orduları, kanunları, imparatorlukları, milletleri ve hanedanlıkları harekete geçirmekle kalmamış, ayrıca, o zamanki meskûn dünyanın üçte birinde milyonlarca insanı ve daha da ötesi mâbedleri, 'tanrı'ları, dinleri, fikirleri, inançları ve ruhları yerinden oynatmıştır. Her harfi kanun olan bir Kitab'a dayanarak, her dil ve her ırktan insanlardan bir mânâ ümmeti çıkarmıştır. Bize, bu Müslüman ümmetin silinmez karakterini, sahte ilâhlardan nefreti ve bir ve gayr-i maddî tutkusunu bırakmıştır. Göğün, kudsiyetinden uzaklaştırılmasına karşı oluşan bu ulûhiyet tutkusu, Muhammed'in takipçilerinin en büyük faziletidir; arzın üçte birinin bu inanca teslim olması, O'nun bir mûcizesidir. Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen 'ın birliği inancı, telâffuz edilir edilmez bütün eski putperest mâbedlerini yerle bir eden ve dünyanın üçte birini harekete geçiren başlı başına bir mûcizeydi. Bu Zât'ın hayatı, tefekkürü, ülkesinin bâtıl inançlarını kahramanca inkârı, putatapıcılığın öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke'de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır ve tahammül, halkın ezâsını ve hattâ hemşehrilerinin kurbanı oluşunu kabulü; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, başarıya inancı ve felâketler karşısındaki insan üstü güven duygusu, zafere götüren sabır ve azmi, tek bir ideale olan tutkulu bağlılığı ve asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası ve ibadeti, 'la olan mânevî haberleşmesi, vefatı ve vefatından sonraki muzafferiyeti; bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. Esaslı bir akideyi yeniden yerleştirme hususunda O'na güç veren bu inançtı. Bu akîde de, iki taraflıydı: 'ın birliği ve 'ın maddî olmayışı. Birinci taraf, 'ın ne olduğunu, ikinci taraf da ne olmadığını anlatıyordu. Fikirlerin filozofu, hatibi, elçisi, ortaya koyucusu, cenkçisi ve fâtihi; aklî inançların, tasvir, timsal ve heykelleri olmayan bir dinin ve 20 dünyevî ve bir mânevî devletin kurucusu Muhammed. İnsan büyüklüğünün tesbitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O'ndan daha büyüğü var mıdır?"
Alphonse de LaMartaine, Historie de la Turquie, Paris, 1854.
İnsanların kalbine tartışmasız hükmeden bir Zât
Bugün, milyonlarca insanın kalbine tartışmasız hükmeden bir Zât'ın en güzel olan hayatını bilmek istiyordum. Şimdi her zamankinden daha eminim ki, bugün de hayatta İslâm'a yer veren güç, asla kılıç değildir. İslâm, gücünü, sadeliğinden, Peygamber'in kendisini bütünüyle nefyetmesinden, verilen söze ve yapılan anlaşmalara mutlak bağlılıktan, Peygamber'in, arkadaşlarına ve takipçilerine olan vefasından, korkusuzluğundan, 'a mutlak tevekkülü ve misyonuna olan kesin itimadından almaktadır. Kılıç değil, bu unsurlardır ki, İslâm'ı her tarafa taşımış ve her engeli aşmıştır. Peygamber'in hayatının 2'nci cildini bitirdiğim zaman, bu büyük hayat hakkında daha fazla okuyamayacağım diye ciddî üzüldüm.
Mahatma Gandhi, Young India, 1924'te yayınlanan ifadesi.
Varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din
Gelecek 100 yıl içinde İngiltere'de, hayır bütün Avrupa'da hâkim olma şansına sahip bir din varsa, bu, İslâm olabilir.
Olağanüstü canlılığından dolayı Muhammed'in dinine daima büyük değer verdim. Bu din bana, varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zât'ı da inceledim ve O, bana göre, bırakın deccal olmayı, İnsanlığın Kurtarıcısı olarak çağrılmalıdır.
İnanıyorum ki, O'nun gibi biri modern dünyada diktatörlüğü ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda onun bütün problemlerini çözer. Bir öngörüm var: Muhammed'in inancı, yarının Avrupa'sında kabul görecektir, nitekim bugünün Avrupa'sında kabul görmeye başlamış bulunmaktadır.
Sir Georged Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, 1: 8.
Tarihte hem seküler hem de dinî alanda mutlak mânâda muvaffak olmuş tek insan
Dünyayı en çok etkileyen şahıslar listeninin başına Muhammed'i koymuş olmam, bazı okurları şaşırtacak, bazılarınca da sorgulanacaktır. Fakat, tarihte hem seküler hem de dinî alanda mutlak mânâda muvaffak olmuş tek insan O'dur. Denebilir ki, Muhammed'in İslâm üzerindeki şahsî tesiri, İsa Mesih ve Aziz Pavlos'un Hıristiyanlık üzerinde birlikte bıraktıkları tesirden daha fazladır. Seküler ve dinî tesirin, tarihteki eşi görülmedik bir şekilde birleşmesi, Muhammed'in, tarihin en etkili şahsı olmasına yetmektedir.
Michael Hart, The 100, A Ranking of the Most Influential Persons in History, New York, 1978.
Beşerî tanınmışlığın ölçüleriyle değerlendirildiğinde, hangi fâninin şerefi O'nunkiyle mukayese edilebilir?
Elindeki imkânların kıtlığı, buna karşılık başardığı işlerin boyutu ve kalıcılığı, O'nun ismini dünya tarihinde, sadece Mekkeli Peygamber olmanın çok ötesine taşımaktadır. Güzel şehirler, devlet sarayları ve mâbedler, varlıklarını O'nun sayısız hanedana aşıladığı hareket ve hamle kabiliyetine borçlu olup, çok geniş ülkeler ve eyaletler de, yine O'nun sayesinde imana teslim olmuştur. Bütün bunların ötesinde, O'nun sözleri, nesillerin inancını belirlemiş, hayatlarının prensipleri olarak kabul edilmiş ve öbür dünya adına rehber olarak benimsenmiştir. Binlerce mâbedde mü'minler, 'ın Peygamberi, Resüllerin sonuncusu olarak kabul ettikleri bu Zât'a salâvat getirir. Beşerî tanınmışlığın ölçüleriyle değerlendirildiğinde, hangi fâninin şerefi O'nunkiyle mukayese edilebilir?"
J. W. H. Stab, Islam and Its Founder.
Sade, âdil, mütevazi, büyük bir gayeye adanmış, halkla iç içe
Ciddî ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten kaçar, bilgi satmazdı. Sadeliği tabiî idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı.
Muamelelerinde âdildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar tarafından çok sevilirdi.
Askerî başarıları, kazandığı zaferler, O'nda hiçbir gurur ve kendini beğenmişlik uyandırmadı; eğer bu başarılar şahsî gayelere dayanmış olsaydı, mutlaka uyandırırdı. Düşmanlarıyla çepeçevre sarılı olduğu zaman hangi sadelik ve tevazu içinde idiyse, gücünün zirvesine ulaştığında da yine aynı sadelik ve tevazu içindeydi. Bırakın bir hükümdar tavrı takınmayı, bir odaya girdiğinde kendisine normalin dışında bir saygı gösterildiğinde bile çok rahatsız olurdu.
Washington Irwing, Life of Muhammad, New York, 1920.
'a imanın şekillendirdiği insan
Muhammed'in dehâsı, İslâm yoluyla Araplara üflediği ruhtur ki, onları yüceltmiştir. Onları, ataletten ve kabilevî tıkanıklıktan çok büyük bir devlet olmaya yükseltmiştir. Muhammed'in inancının yüceliği ve bunun O'nun karakterine ve davranışlarına kattığı sadelik, ciddiyet ve duruluktur ki, bütün çekiciliği ve gerçek ilham gücüyle, Arapların ahlâkî ve zihnî dokusunu oluşturmuştur.
Arthur Glyn Leonard, Islam, Her Moral and Spiritual Values.
Ümmî, fakat aynı anda okumuşu tesirine alan, okumamışa hükmeden yön verici bir edâ
Kendisi bütünüyle ümmî, fakat tabiat kitabını çok iyi okumuş bulunan zihni, en okumuş ve akıllı muhalifleriyle tartışmalara girmiş ve takipçileri içinde en alt seviyede bulunanların bile idrak seviyesine seslenebilmiştir. Sade belâgatı, izzet ve inceliği bir araya getirebilmesiyle büyük etki gücü kazanıyor, iç ihtişam ve hürmet telkin ediciliğiyle çok içten bir sevecenliğin birleştiği yüz ifadeleri, karşısındaki insanlara sevgi ve hürmet telkin ediyordu. Aynı anda okumuşu tesirine alan, okumamışa hükmeden bir dehâ veya yön verici bir edaya sahipti."
Charles Stuart Mills, History of Muhammadanism.
Batı'da O'nun kadar yanlış tanıtılmış bir insan yoktur
İnancı uğruna her türlü işkenceye katlanmaya hazır olması, O'na inanan ve O'nu lider kabul eden insanlardaki yüksek ahlâkî karakter ve başarısının büyüklüğü, bütün bunlar, O'nun şahsiyet bütünlüğünün delilleridir. Muhammed'i bir yalancı görmek, ortaya çözülemeyecek pek çok problem çıkaracaktır. Ayrıca, tarihte büyük insanların hiçbiri, Batı'da Muhammed kadar yanlış tanıtılmamıştır. Bu bakımdan, eğer O'nu gerektiği gibi anlamak istiyorsak, sadece Muhammed'in gayesindeki temel dürüstlüğünü ve bütünlüğü tanımakla kalmamalı, geçmişten devraldığımız hataları düzelteceksek, O'nun ortaya koyduğu inandırıcı ve kesin delilin doğruluk gösterisinden çok daha öte ve önemli şeyler istediğini ve elde edilmesinin de çok zor olduğunu unutmamalıyız.
bzi bile bu adamlar kadar olamamışlız yazık yazık: