Anlayana yazdım anlamak istemeyeninde Allah yardımcısı olsun
Safahat’taki İsyanı “Arbede” Başlığı Altında Okumak
(19 Mayısla ilgisi yoktur tamamen Mehmet Akifle ilgili yorumlara cevaben)
Bilindiği gibi Âkif Paşa’nın “Adem Kasidesi” ve Sadullah Paşa’nın “Ondokuzuncu Asır” başlıklı manzumeleriyle varlığını o sıralar Batı’nın ha-kim bir düşünme biçimi olan akılcılık ilkesi doğrultusunda kurgulamaya çalış-tığını hissettiğimiz yeni edebiyat arayışı, işe Allah, kader ve bunlara bağlıolarak Allah’ın adaleti, kudreti konusunda tartışma kapısını aralayarak baş-lar. Bu manada, Tanzimat edebiyatının ilk temsilcileri diyeceğimiz Şinasi’nin “Münacât”ı ile Ziya Paşa’nın “Tercî-i Bend”ini de bu aralıktan sızan ışıkta oynaşan şiirler olarak değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte, hem Şinasi ve hem de Ziya Paşa’nın adı geçen şiirlerinde akılcılıklarına rağmen yine de Allah fikri karşısında kararsız, emniyetsiz bir duruş sergileyen şairlerin varlığıhemen dikkati çekiyor. Söz gelimi Şinasi, bu hâlini “Ya Rab neden bu dehrde her merd-i zû-fünûn-Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan mâsun / Nûr-ırahmet niye güldürmeye rûy-i siyehim-Tanrı’nın mağfiretinden de büyük mügünehim / Bî-nihâye keremi âleme şâmil mi değil-Yoksa âlemde kulu âleme dâhil mi değil / Kulunun za’fına nisbet çoğ ise noksanı-Ya anın kahrına gâlib mi değil ihsânı” diyerek, adeta onun iradesini sorgular gibi ifade ettikten hemen sonra, “Ne dedim, tövbeler olsun, bu da bir fi’l-i şerdir” dizesiyle ifşa ederken (Ekiz 1985:76), diğeri, tövbe anlamına gelen “Subhane men tahayyere fî sun’ihi’l-ukûl-Subhane men bikudretihi ya’cüzü’l fuhûl” (Göçgün 1987: 52) beytini, adeta Allah’tan özür dilercesine ikide bir diğer beyitlerinin arasına -bir tür emniyet subabı gibi- konduruverir. Öte yandan, bu örneklerde tasavvufî anlamda bir arbede özelliği de göremeyiz. Şinasi’nin bu tavrının altında yatan sebep konusunda Şerif Aktaş’ın ifade ettiği gerekçe oldukça isabetlidir ve bu gerekçe Ziya Paşa’ya da teşmil edilebilir: “Bu dü-şünce adamının hareket noktası iman ve ilham değil, akıldır.” (Aktaş 1996: 34). Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Paşa’nın “Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir / Mazlumların çıkmadadır göklere âhı” dizeleriyle “Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîkı / Sensin eden ihdâ nice gümgeşte-i râhı” dizelerini aslın-da bir insan kıpırdanışı olarak okumak, bu fikrin arkasında “mes’uliyet” fikri-ne giden insanı yakalamak gerektiğini söyler (Tanpınar 1982: 323, 324). Aktaş’ın ifade ettiği hususu dikkate almazsak söz gelimi Ziya Paşa’daki mes’uliyet fikrine örnek olabilecek “Zalimleri adlin ne zaman hâk edecektir / Mazlumların çıkmadadır göklere âhı” (Ziya Paşa, “Terkib-i Bend”) dizeleri ile Âkif’in “Câni geziyor dipdiri… Can vermede ma’sûm! / Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?” dizeleri, iki idealist insanın ses tonlarının ve hitap biçimlerinin ne kadar da birbirine benzediğini ortaya koymaktadır. Âkif’in son iltica kapısında din ve vatan için Allah’tan yardım dilerken dillendirdiği unsurlar/semboller ve bunları ifade ederken kullandığı dil ile iki vatansever şairimiz olan Namık Kemâl ve Yahya Kemâl’in aşağıdaki parçaları da aynısoydan şairlere işaret etmektedir:
Vaveyla (…) Nevha 4
De ki: “ya Rab, bu Hüseyn’indir! “
Şu mübarek Habib-i zi-şanın. “
Şu kefensiz yatan şehidanın “
Kimi Bedr’in, kimi Huneyn’indir. “
Tazelensin mi kanlı yareleri? “
Mey dökülsün mü kabr-i Ashab’a? “
Yakışır mı sanem şu mihraba? “
Haç mı konsun bedel şu mîzâba? “
Dininin kalmasın mı bir eseri?
Adem evladı birtakım cani… “
Senden alsın mı sâr-i şeytanî?” (Ertem 1957: 187).26 Ağustos 1922
Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbî
Ta ki yükselsin ezanlarla mü’eyyed nâmın
Gâlib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın” (Beyatlı 1970: 4).
“Arbede”, yukarıda da işaret edildiği gibi “vecd, istiğrak” hâlindeyken muta-savvıfın ağzından Allah’a karşı dökülen isyana yakın, imânî mercekten bakıl-dığında ise akıl dışı diye nitelendirilebilecek sözleridir. Oysa gerek Şinasi ve gerekse Ziya Paşa’nın şiirlerinde Allah’ın varlığını, adaletini, kaza ve kader gibi konuları kuşkulu bir biçimde görme eğilimi daha çok Batı kaynaklı akılcı düşü-nüş biçimiyle, iman’a ilişkin olarak ruhlarına işlemiş olan eski bilgileri arasında-ki çatışmalardan; bir de siyasal/toplumsal ya da kişisel plânda maruz kaldıklarıbirtakım haksız muamelelerden doğmuştur, denebilir. Halbuki, Mehmet Âkif’in arbede kavramı altında ele alınan şiirlerine bakıldığında, bunların çok daha farklı kaygılarla yazıldığı, onun Allah’la cedelleşmelerinin çok farklı konu ve tonlarda ortaya çıktığı görülür. Âkif, bu tarz şiirlerinde Allah’la tartışma, hatta ona sitem etme hakkını yine ondan, yani ilâhî bir kaynaktan alır. Bir başka deyişle O, Allah’la onun dininin selâmeti noktasında tartışmaktadır. Safahat’ın pek çok yerinde müslümanları ye’s batağına düşmemeleri konu-sunda sıkı sıkı tembihleyen Âkif, şiirlerinde de görüldüğü gibi, zaman zaman bu batağa saplanmaktan kendini kurtaramamıştır. İşte bu anlarında adeta öfkeden kendini kaybeden biri gibi Allah’a sitem eden, hatta güç ve kudretini sorgulayan, dini korumanın asıl ona ait görev olduğunu hatırlatan bir tavır ve ses tonuyla onunla cedelleşebilmiştir. Allah’la tartıştığı, onu eleştirdiği bu tarz şiirleri dolayısıyla, zahire göre hüküm vermekte ısrar eden bazı çevreler, Mehmet Âkif’i eleştirmişlerdir. Oysa bu şiirlerin, tasavvuf şiirindeki arbede terimi altında düşünür ve bu terimin “cezbeli sâliklerin ve galebe hâlindeki bazı sûfilerin Hak ile tartışmaları, çekişmeleri ve kavga etmeleri” anlamına geldiğini, “bir nâz ve samimiyet hâli” (Uludağ 1999: 51, 52) olduğunu hatır-larsak, şairi bu biçimde eleştirmenin insafsızlık olacağını da hemen teslim etmek gerekir. Nurettin Topçu ise Âkif’in ‘şiirine adeta sonsuzluğa tırmana-cak kadar kuvvet kazandıran’ isyanına4tasavvuf terminolojisiyle değil, is-yan’ın ahlâkî cephesinden yaklaşır ve zaman zaman “nebilerle velîlerden başlayarak ruh dünyasının bütün kahramanları”nda görülen ve içinde ferdî hiçbir “menfaat, kin ve kibir olmayan” (Topçu 1998: 84, 85) isyan ile şairin isyanı arasında ahlâk açısından benzerlikler bulur. O sebeple de Âkif’i, nebî ve velî duyarlılığına sahip bir soyun mensubu olarak değerlendirir.
Alıntıdır...