Cemaatler siyasete neden bulaştı?
Yazıya, “Cemaatler neden siyasete bulaşmış gibi görünüyorlar?” başlığını koymak daha uygun düşebilirdi. Yazının içeriği bu soruya sosyolojik açıdan cevap arama çabasında olacağından, başlıktan çok muhtevaya takılmakta yarar var.
Bu hatırlatmayı, sayıca az olsalar da, başlığa bakarak yorum yazma merakındaki sabırsız okuyucular için yapma gereği duydum.
İsterseniz, böyle bir yazıyı kaleme almaya neden ihtiyaç duyuldu sorusuna cevap arayarak başlayalım yazımıza… CHP lideri Deniz Baykal’ın, “Türkiye’de cemaatler hiç bu kadar siyasete bulaşmamıştı” mealinde bir söz sarf ettiği bilgisi ulaştı kulağıma. Sayın Baykal’ın bu tür bir söz sarf etmemiş olduğunu, bunun tamamen bir yanılsama olduğunu varsaysak bile, böyle bir görüntünün hiç olmadığını söylemek de herhalde gerçekçi olmaz.
Kaldı ki, işim gereği sürekli seyahat halinde olduğumdan ve Anadolu’nun dört bir yanında çeşitli programlara katıldığımdan dolayı, farklı sosyal teşekküllerin önceki yıllara göre son bir yıl içinde ülkenin siyasi gündemiyle çok daha yakından alakadar olduklarını karşılaştığım sorulardan bizzat gözlemleyebiliyorum.
Burada cevabı aranması gereken soru sosyal teşekküllerin neden siyasete bulaştıkları değil, son 1 yıl içinde neden siyasi gündemle bu kadar yakından ilgilenme ihtiyacı duyduklarıdır.
Son 1 yılda neler oldu?
Geçtiğimiz 1 yılda neler olduğuna bakmadan bu soruya cevap bulmak zordur. Geçtiğimiz 1 yılın önemli gündem maddelerini kısa başlıklar halinde hatırlatmak gerekirse şunları söylemek mümkündür;
- Ülkenin cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girdiği günlerde cumhuriyet mitingleri adı altında farklı illerde yapılan gösterilerde takınılan genel tutum.
- TSK’nın Kutlu Doğum programı etkinliklerinden rahatsızlığını ifade eden örneklerle dolu 27 Nisan bildirisi…
- Bu ülkede başbakanlık ve uzun yıllar dışişleri bakanlığı yapmış olan Sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmemesi için ortaya konulan gerekçelerin geniş halk kesimleri üzerinde oluşturduğu etki…
- Sayın Gül’ün adaylığı kesinleşince seçilmesini engellemek için oluşturulan ve halka hiçte inandırıcı gelmeyen 367 garabeti…
- Demokraside seçmenin tercihine saygı gösterilmesi gerekirken, ‘değil yüzde 50, yüzde 90 da oy alsalar bu ülkede sadece bizim dediğimiz olur’ şeklinde açıkça seslendirilen yaklaşımlar…
- Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine yönelik Anayasa değişikliğine dair referandumdan çıkan sonucuna dair hazımsızlıklar…
- Birden artış eğilimi gösteren terör olaylarının halk üzerinde oluşturduğu moral bozukluğu…
- Geniş halk kesimleri başörtüsüyle yüksek öğrenime devam edilebilmesini bir sorun olarak algılamazken, belli çevrelerin bu konudaki katı tutumunun toplum üzerinde oluşturduğu rahatsızlıklar…
- İktidar partisi hakkında açılan kapatma davasına ilişkin gerekçelerin toplumda yeterince tatmin edici bulunmaması nedeniyle, yargıya karşı olan güvensizliğin toplumda oluşturduğu tedirginlik…
Tüm bu yaşananlar toplumda ciddi bir gerilim ve huzursuzluk oluşturdu. Kuşkusuz bu maddelere başka başlıklar da eklenebilir. Şimdilik bu kadarıyla iktifa edelim.
Kimden yana tavır?
Sözü hiç uzatmadan şu saptamayı yapalım; Son bir yıl içinde yaşadığımız ve kısa başlıklar halinde verdiğimiz yukarıdaki örnekler geniş halk kesimleri üzerinde kanımca şöyle bir etki oluşturdu; Örneğin Sayın Gül’ün neden Çankaya’ya çıkmaması gerektiğiyle ilgili kampanyalar yürütülürken kullanılan üslup ve gösterilen yaklaşım biçimi, belli çevrelerin derdinin sadece Abdullah Gül veya Tayyip Erdoğan’ın siyasi kişilikleriyle ilgili olmadığını, aslında aynı profile sahip tüm Abdullahlara, Tayyiplere, Ahmetlere, Mehmetlere, Zeyneplere, Ayşelere, kısaca ortalama her Anadolu ailesinin yansıttığı yaşam biçimine karşı genel bir karşıtlık içinde oldukları anlaşıldı. En azından toplum böyle algıladı.
Bu karşıtlık sergilenirken de, halkı hiçleştirmek, seçmen iradesini yok saymak, geniş toplum kesimlerinin hassasiyetlerine açıkça meydan okumak maharet sayıldı. Biz bu ülkenin insanlarını acaba incitiyor olabilir miyiz diye hiçbir şekilde empati yapma ihtiyacı hissetmediler. Sadece aşağıladılar.
Böylesine keşmekeş ortamında toplumun tüm katmanları, sağduyu sahibi tüm sosyal kesimler demokrasiden yana açıkça tavır alma konusunda olağanüstü bir hassasiyet gösterdiler. Demokrasiye sahip çıktılar. Bunu da, hem seçim sandığında, hem de referanduma olan yüksek katılımla açıkça yansıttılar. Olan biteni yakından izlemeye matuf bu hassasiyet devam ediyor.
Bu tür bir ortamda demokrasi yanlısı tavrı hangi parti gösterirse göstersin, halk ona destek verecekti. Geniş toplum kesimlerinin bu süreçte AK Parti’ye verdiği desteği sadece bir partiye verilen özel bir destek gibi algılamak, halkın hassasiyetlerini basite indirgemek ve bazı toplumsal gerçeklere gözleri kapamak olur.
Böylesine zorlama bir yorumu ve eksik okumayı AK Parti yaparsa da yanlış yapar, sosyal teşekküllerin zor zamanda demokrasiye sahip çıkma konusunda gösterdiği konjonktürel hassasiyet nedeniyle bu çevreleri bir partinin yandaşı gibi algılama ve arka bahçesi gibi görme vehmine kapılanlar kesimler de yanlış yapar.
Toplum bu süreçte beklentilerine uygun duruşu büyük ölçüde AKP’nin gösterdiğine inanmış olmalı ki, oraya rağbet etti. Başka parti olsaydı belki oraya yönelecekti…
Kaldı ki, aynı süreçte halkın tercihlerine ve beklentilerine değil, kulislerin derin fısıltılarına uygun politika yapmak isteyen partileri ve liderlerini de halk bir bakıma demokrasinin satranç tahtasının dışına itti. Onlara bu oyunda piyon rolü bile vermedi. Son 3–4 aydır Sayın Ağar veya Mumcu ile ilgili iki satır yazıya denk geldiniz mi gazetelerde… Neredeler şimdi…
Hayırlı gelişmeler…
Böylesine bir ortamda (ister cemaatlerin deyin, ister) sosyal teşekküllerin ülkeye ve demokrasiye sahip çıkma konusunda hiçbir hassasiyet göstermemelerini ve kayıtsız kalmalarını beklemek büyük haksızlık, hatta yanılgı olurdu. Evet, yakın zamana kadar güncel konularla bu kadar ilgilenmeyen çevrelerde gündelik siyasetle ilgili diyaloglara sıkça denk gelmek biraz şaşırtabilir.
Ama öbür yandan bakınca da, iş başa düştüğü zamanlarda ülkenin genel gidişatıyla ilgili ciddi hassasiyet taşımış olmaları ve demokrasiyi sahiplenme konusunda gösterdikleri duyarlılık da ülkenin geleceği adına umut verici bir tablo ortaya koyuyor. Yani ülkede olan biten karşısında seyirci olmaktan öte, demokrasiye sahip çıkma refleksi gösteren bir zihniyet algılaması gelişiyor sosyal teşekküllerde. Halkı hiçe sayanların üslupları ve akla hayale sığmayan tavırları da, genel seçmen bilinçlenmesine inanılmaz katkı yapıyor.
Örneğin Tempo dergisi son sayısında, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’den bahsederken, “üniversitede de, savcılık yaptığı dönemde de camide gören yok” ifadesine yer vermiş. Pekâlâ, ne olurdu camide ezkaza görünmüş olsaydı. Camide bir kez bile olsun görünmemiş olmanın maharet gibi yansıtılmasının erkeklerin yüzde 60’dan fazlasının cuma namazı kıldığı bir ülkede halk nezdinde nasıl bir algılamaya yol açabileceği düşünmüyorlar mı acaba?
Tekrar altını çiziyorum; Giderek kutuplaşan ülkede nerede ise iki parti arasında sıkışmaya zorlanan seçmenlerin ve sosyal teşekküllerin, demokrasiye sahip çıkma konusunda bir duruş sergilerken, seçeneksizlikler arasında birini tercih etme zorunda kalırken sergilediği yaklaşıma partizanca anlamlar yüklemek zorlama bir düşünce olur kanaatindeyim.
Sayın Baykal, kulağımıza kadar ulaşan “Türkiye’de cemaatler hiç bu kadar siyasete bulaşmamıştı” tespitiyle ancak sonucu tartışıyor. Keşke bir özeleştiri yapıp, ülkenin bu hale gelmesinde benim ne ölçüde etkim oldu ve biz nerede hata yaptık meselesini de sorgulasaydı. Kapatma davasında yer alan iddialar tatmin edici değil, AB kriterleri açısından da sorunlu bir iddianame diyen Şükrü Elekdağ’a gözdağı verip geri adım atması sağlanacağına, acaba toplumun büyük bölümü de Sayın Elekdağ gibi mi düşünüyor diye bir anlama çabası içine girselerdi.
Son olarak, seçmen davranışları üzerine çalışan bir bilim adamı olarak şu tespitimizi aktaralım; Son 1 yıldır yaşadıklarımız, kalıcı ve kesintisiz demokrasiye sahip olma konusunda seçmen bilincinin artmasına yönelik ciddi bir katkı yaptığı, yani şer gibi görünen işlerden büyük hayır çıktığı yönündedir. Sonunda millet kazanacaktır. Buna emin olabilirsiniz.
www.osmanozsoy.com