Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet değildir. Laiklik,Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ’ nda değiştirilemez bir ilke olarak yazılıdır. Fakat kendisi çoktan ortadan kaldırılmıştır.
Din bezirganlarının ve demokrasi adına onlara destek veren aymazların dediği gibi, devletin katı bir laikçilikle müslümanları ezdiğini söylemek düpedüz yalandır.
Laikliğin boşalttığı alana – hem de büyük ölçüde devlet desteğiyle - yarı dinsel bir yapı yerleştirilmiştir. İnananlara baskı söz konusu değildir.
Kanıt çok.
Bıçaklı, tabancalı, bombalı saldırganlıkları, testere ve satırla din adına insan parçalamaları, kuyulara ceset yığan sapkınlıkları konu etmiyoruz. Dini bu kadar öne çıkaran bir toplumda caniliğin uçlarına tırmanan akımların olması çok yadırganmamalıdır.
Din devleti insanların neyi, nasıl giyeceğini katı bir şekilde belirlemiştir. İnsanlar, o dinin rahipleri gibi giyinmek zorundadır. Bunu için ölüm cezasına varan yaptırımlar uygulanır.
Laik devlette ise dinsel kıyafetlerin kamu alanında giyilmemesi kuraldır. Bundan amaç; bireyi ve toplumu inancın baskısından korumaktır. Laik devlette inanca bağlı olan bütün ritüeller ve davranışlar diğer insanların özgürlüklerini sınırlamaz, onları taciz etmez.
Demokrasi en yalın ve kısa tanımıyla çoğunluk karşısında azınlık hak ve özgürlüklerinin güvencede olduğu bir toplum düzenidir. Bu bağlamda günlük yaşamda diğer insanların özgürlüklerini kısacak, haklarını çiğneyecek - dinsel olsun ya da olmasın- bütün eylemler, bütün davranışlar engellenir.
Görüldüğü gibi devletin bu alandaki görevi sadece kamusal alanda dinsel kıyafetleri engellemekten çok daha ötededir.
Aleviler için “din kültürü ve ahlak” dersinde Sünni - islam inancını öğrenme zorunluluğu devam etmektedir. Yakın zamana kadar milyonlarca Alevi yurttaşımıza kâfir gözüyle bakılıyordu... Aleviler vergileriyle diyanet bütçesine katkıda bulunurlar Fakat diyanet onları temsil etmez, hizmet sunmaz. Aleviliği sadece Ali’yi sevmek şeklinde gösterme bir kurnazlığına sapar, inkar eder. Cem evlerini ibadet mekanı olarak görmez.
Eğitim birliği yoktur. Tarikat kapıları, Kuran kursları, medreseye dönüşen okullar ve dinci vakıflarla, cincilikten, büyücülükten, falcılıktan medet uman, türbe ve yatırlardan mucize bekleyenlerle kuşatılmış durumdayız.
Hangi zulüm?
Ramazan ayında çalışma saatleri iftara göre ayarlanır. Bu ayar yapılırken iş saatleri otomatik olarak azaltılır. Bir-iki saat arasında kısalan iş saati çalışanlara büyük bir rahatlık sağlar.. Ramazan ayında oruç tutulması çoğu yerde toplumsal baskıya dönüşür. Anadolu’nun çoğu yerinde lokantalar kapatılır. Oruç tutmayanların dövülmesi veya öldürülmesi çok görülmüştür. Özellikle küçük yerleşimlerde herkes oruç tutanlara karşı çok saygılı olmak zorundadır.
Laik Türkiye’de Diyanet işleri Başkanlığı’na bütçenin önemli bir bölümü aktarılır. Seksen binin üzerinde din görevlisi isdihdam edilir.Camiler İslami tarikatlerin örgütlenmelerin karargahıdır. Her yerde cami yapan halk, gücü yetmeyince yapının bitirilmesini devletten ister. Yapı bitince de kadrolu imam verilir.
Sonra da bir zulümden söz edilir. !...
Din söylemleri, meclislerimizde bitmeyen bir konudur. Siyasette en önemli referanstır.. Sadece başörtüsü konusu bile siyasetin belirleyici unsuru olabilir. Başka hiçbir soruna değinmeden, sırf başörtüsü konusuyla siyaset yapılabilir ve oy toplanabilir.
İnanca saygı onu olduğu yüce yerde tutmaktır. İnsanları aldatmak ve dünya egemenliğine alet etmek değildir. Asıl saygısızlık kutsal din duygularını sömürerek insanları kullanmaktır. Dine zarar vermek ve inanca ihanet etmektir. Bunların Allah katında Müslüman olduklarını kim söyleyebilir? Vicdanları bütün bunları nasıl kabul edebilmektedir?...
Şimdi düşünelim. Türkiye Cumhuriyetinde laiklik var mıdır, yok mudur ? Resmen laikiz demek bir anlam taşıyorsa bilemem. Fakat, gerçekte Türkiye bir yarı din devletidir. Türkiye’de her şey dinle ölçülür, tartılır. Sosyal yaşamda, medyada, televizyonlarda varsa – yoksa neyin dince doğru olduğuna ilişkin yazılar, konuşmalar, tartışmalar….
Örnek gösterilen Batı ülkelerine bakalım. Hangisinde günlük yaşamın neredeyse tümüne hakim olan bir din anlayışı vardır ?
Tüm bunlara karşın neden her gün din tüccarlarının bağırtılarını dinliyoruz ?
“Devlet din ve vicdan özgürlüğümüz üzerinde baskı yapıyor. Türkiye laik değildir” diye bağıranlar devletin din hizmetlerinden çekilmesini gerçekten isterler mi?.. Yani, Batı ülkelerinde olduğu gibi devlet din hizmetlerinden elini ayağını çekse, ilgilenmese ne olur dersiniz ?
Madem ki onlara özeniyoruz. Neden biz de sekülarizme geçmiyoruz? Hatta her şeyimize karışan AB, uyum koşulları arasına demokrasinin temeli olan laikliği neden bir koşul olarak koymuyor ?.. Sekülerleşmek ..
Çok can sıkıcı ve can alıcı bir konu.
Bunu asla istemezler. Camilerin devredilip diyanet kadrolarının dağıtılması, buralardan kamu kuruluşlarına kadroların aktarılamaması, paravan tarikat vakıflarının kaynaklarının kurutulması onlar için tam bir yıkım olur.
Çünkü mücadele için dayandıkları kaynakların çoğunu devlet sağlamaktadır. Devlet, onlara elini vermiş, bedenini kaptırmıştır. Ve devlet bu yolla kendi temellerini dinamitlemeye devam etmektedir.
Şu anda rejim yarı şeriat düzenidir. Devletin irticayı beslemesine son verilir ve laiklik gerçek anlamda uygulanmaya başlanırsa yaşam kaynakları kurur ve Türkiye’de Siyasal irticanın sonu görünebilir.
Çünkü, bin yıldır bu cemaatler devlet-vakıf desteğine dayanmışlardır.
Bu destekler azıcık azaltılsa bile kıyametler koparılır. “Kâfir devlet” sloganlarıyla isyanlar çıkarılır.
Buna cesaret edebilecek bir iktidar düşünebilir misiniz ?...
İrticanın son zamanlarda hayran oldukları Batı, kendi içinde yüzyıl boğazlaşarak ve dinin devleti ve toplumu şekillendirmesine son vererek laik düzenini kurdu. Demokrasiyi de laiklik kaidesinin üzerine yerleştirdi….Gerçek bir demokrasi istiyorsak din-mezhep, dinci-laik savaşı yaşamadan, hepimizin laikliği cumhuriyetin temel taşı olarak görmemiz ve demokrasiyi bu temelin üzerinde yükseltmemiz gerekmektedir…Atatürk’ün amacı da buydu…