Kara Kartal
Banned
- Katılım
- 4 Nis 2007
- Mesajlar
- 1,531
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Kendi itiraf ve ifadeleriyle, Haçlı gavuru "Papalık Misyonunun piyonu ve parçası" ve Siyonist Yahudi Lobilerinin kiralık maşası olan Fetullah Gülen'in Zaman Gazetesinin, saman çuvalı kahramanları da varmış!?
İhsan Dağı mı, "İhzan" (hüzünlendirip can sıkma) Dağı mı?
22.04.2008 tarihli baskısında "Ya Darbe Ya Demokrasi" başlıklı yazısında, İhsan Dağı;
"Artık ikisinin arasında bir yer yok. Kilitlendik, tercihimizi yapmak zorundayız.
Ya harbiden yapacaklar darbelerini ve katlanacaklar sonuçlarına; yani bölecekler ülkeyi, batıracaklar ekonomiyi, alacaklar milletin elinden ekmeğini, işini, tercihini, bırakmayacaklar savaşmadık ülke; ya da adam gibi razı olacaklar 'tam demokrasi'ye... Dibini boylayacağız denizin bir darbeyle belki, ama boğulmadan önce çıkacağız ışığa ve nefes alacağız 'tam demokrasi'yle...
Utanıyoruz... Kişi başı ulusal geliri on bin dolara yaklaşan, ihracatı yüz milyar doları aşan, AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten, 1950'den beri çok partili seçim yapılan, dünyanın 17. en büyük ekonomisi olan bir ülkede hâlâ darbe sözü edilmesinden utanıyoruz. Dünyada 'darbe' sözcüğünün bu kadar rahat kullanıldığı başka bir ülke olduğunu sanmıyorum. Konuştukça da 'olağanlaşıyor' darbe düşüncesi, 'normalleşiyor' darbe beklentisi. Darbe sözü edildikçe 'demokrasi'nin içi boşalıyor. Bu koşullarda darbenin olmaması olmasından daha kötü. Halkın oyunun, tercihinin, demokrasinin evrensel kurallarının ayaklar altına alındığı mevcut duruma bari 'demokrasi' demeyelim. Yaşadığımız sürecin adını koyalım ve de böylece sorumlularını 'ifşa' edelim. Siyasetçiler de darbecilerin 'tampon'u olmaktan çıksın. Darbeciler ile halk baş başa kalsın; halk darbeyi ve darbecisini görsün, katilini tanısın. Faturayı keserken de adresi bilsin. Açık ve net; bu ülkede 14 Mart'ta bir darbe süreci başlatıldı. Ve bugünlerde de sessiz sedasız devam ediyor bu süreç. İnsanlar bu durumu kabullenmeye ve içselleştirmeye başladı. 'Vesayet demokrasi'si dediğimiz işte böyle kuruluyor, toplumsallaştırılıyor...
Gerçekten bir kavşaktayız; ya tam demokrasi ya darbe. Artık arada bir yerde 'uzlaşıya' razı olunabileceğini sanmıyorum. Ya darbe sözcüğünü çıkaracağız lügatimizden tamamiyle veya demokrasiyi rafa kaldırmalarına seyirci kalacağız. Milli iradenin emanet edildiği siyasi partiler darbe girişimleri karşısında, Demirel gibi üstüne almama veya Erbakan gibi pişkince davranma siyasetinden vazgeçmeliler. Bu iki tavır da demokrasiye bir şey kazandırmadı. Aksine, Demirel ve Erbakan'ın yaptıkları, milli iradenin vesayet altına alınmasına sadece seyirci kalmak oldu. Tam demokrasi isteyenler belli olmalı. Eğer bu Meclis çoğunluğu vesayet demokrasisine razıysa yapsın sistemle barışını açıkça, biz de bilelim. Türkiye'nin 'özel koşulları' oyununu oynamaya hazır olduğunu ifade etsinler, siyaset dışı aktörlerin siyasete biçtiği rolü ve sınırları kabul ettiklerini açıklasınlar. Böylece herkesi rahatlatsınlar!"
Buyurarak, bayağı horozlanmış.. Daha doğrusu "kokoz"lanmış.. Yani müflis ve muhtaç olduğu halde paralıymış havası atanlar gibi, aslında pısırıklık psikolojilerini, ucuz kahramanlık rolüyle bastırmaya çalışmış..
06.05.2008 tarihli Zaman'da ve "Erdoğan hâlâ 'milli görüşçü' olsaydı!" yazısında aynı İhsan Dağı:
"Ama bunun nedeni Tayyip Erdoğan'ın 'milli görüş' hareketinden gelmesi değil, tam da tersi; 'milli görüş'e sırtını dönmesi, 'milli görüş gömleğini çıkardığını' söylemesi Erdoğan'la 'sistem' arasında bağların kopmasına neden oldu. Bugün Erdoğan 'milli görüş' çizgisinde olsaydı kimse uğraşmazdı onunla" diyor ve ahmakları bile kendisine güldürüyordu. Çünkü Recep Erdoğan'ı, Milli Görüş gömleğini çıkardığı ve Erbakan'a hıyanet yaptığı için, dış güçler ve Siyonist şeytani çevrelerce iktidara taşındığını, ama şimdi, ülkemize ve devletimize hıyanetleri yüzünden, bu sefer "Milli Güçler" tarafından mahkeme açıldığını, uzaktan kumandalı kurma kafalar anlamasa da, aklı yatanlar biliyordu!
Efendim Milli Derin Devlet Var mı ki?!" Diye Soracak Olurlarsa...
"Var ya... Eğer olmasaydı, güya dünyaya hükmeden Amerika'nız arkanızda; AKP iktidarınız yanınızda iken, televizyonlarınız, gazete ve radyolarıyla medyalarınız.. Bankalarınız, okullarınız, bürokratlarınız emir ve komutanızda dört gözle beklerken... Ve kendisi de büyük bir ihtirasla ve ihtişamla dönmeyi isterken, haydi gücünüzü gösterin, şu Fetullahınızı ülkeye getirin de görelim!.. Şimdi söyleyin, Amerika'nızdan, iktidarınızdan, medyanızdan, bürokratlarınızdan ve okullarınızdan daha güçlü bir odak var mıymış, yok muymuş!?.
"CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kurultayda yaptığı konuşmada 'Erbakan milliciydi, Erdoğan işbirlikçi' dedi. Basit bir benzetme gibi görülüyor ama, önemli; kırılmanın tam ana hattını anlatıyor. Evet, Erbakan devletçiydi, Batı karşıtıydı, AB'ye Hıristiyan kulübü diyordu, demokrasi pek de umurunda değildi, küresel sermaye düşmanıydı, piyasa ekonomisi yerine 'adil düzen' diye ne olduğu belirsiz modeller üretmeye çalışıyordu, Türkiye'nin yüzünü Batı'ya değil Doğu'ya çevirmeye çalışıyordu" diyor ve El hak İhsan Dağı doğru söylüyordu.
Evet, Erbakan Türkiye Cumhuriyeti Devletini düşünüyordu.. Batı emperyalizmine ve İsrail siyonizmine geçit vermiyordu.. AB'nin Haçlı Hıristiyan Kulübü olduğunu söylüyordu.. Demokrasi kılıflı mason diktatoryasının foyasını deşifre ediyordu... kendi inancımıza, tarihi ve kültürel mirasımıza, temel insan haklarına dayalı faizsiz bir Adil Düzeni savunuyordu..
Yani Fetullahcılar gibi Devletini ve ülkesini dış güçlere peşkeş çekmiyordu.. İsrail-ABD uşaklığı ve AB aşıklığı yapmıyordu.. Papa'ya temenna, hahamlara takla atmıyordu.. Doğuyu, yani Müslümanları ve mazlumları, barbar Batılılara satmıyordu.. Faizci, tekelci, işgalci ve zalim Siyonist sermayeye pezevenkliğe tenezzül etmiyordu..
Sağolasın İhsan Dağı.. Biz yıllardır, Fetullahçı ve ılımlı İslamcı Din istismarcılarının ve gavur hizmetkarlarının iç yüzünü ve sinsi özünü yansıtmaya çalışıyorduk. Ama sizin yukarıdaki, iltifat saydığınız itiraflarınız kadar net ve kesin biçimde anlatamıyorduk!
Bediüzzaman'ın Tabiriyle, Bre Zavallı Adam!.
Önce o "pişkinlik" yaftası yani haysiyet hamlığı ve şahsiyet yalamalığı Fetullah Hocanızın ve Amerikalı amcalarınızca hadım edilen "hademe-i hassa"larının (yani beyni yıkanmış özel hizmetçi takımının) sıfatıdır.
Herkesin hatırlayıp hak vereceği gibi, 28 Şubat hengamesinde, Fetullah Gülen televizyonlara çıkıp, darbe davetiyesi için fingirderken; riyakarlık, istismarcılık ve masonların pazarlamasıyla kazandığı itimat ve itibarı ABD'ye peşkeş çekerken, Erbakan Hoca'nın, Bülent Ecevit ağabeyinizin, ülkemize milyarlarca dolara mal olan, "Anayasa fırlatma" cinsinden bir krize yol açmaması için; iddia ve iftira ettiğiniz gibi, öyle "pişkin"ce değil, bilinçli, bilgin ve kendinden emin bir tavır sergilemesi, kiralık şarlatanlar ve münafık şeytancıklar hariç, düşmanlarının bile takdirini toplamıştır.
"Saygın Dergi" olarak lanse edilen, ama Siyonist sermaye hakimiyetine hizmet edecek kişilerin meşhur edilip daha rahat kullanılmalarını sağlayan bir masonik tezgah olduğu bilinen "Foreign Policy" de, halen yaşayan dünyanın 100 entellektüeli arasına Türkiye'den Fetullah Gülen'le, Orhan Pamuk ta yan yana yer almıştır. Güya biri Türk aşıkı, diğeri Türk düşmanı!? Oysa ikisi de Yahudi cıfıtının adamıdır.
Aynı şeytani amaçla "dünyanın 100 etkin adamı" arasına Fener Rum Patriği Hain Bartholemeos'u da alan Time Dergisinin de, Siyonist yüzü sırıtmaktadır.
Şimdi bazı saf dirikler de: "Gavur ağabeyler bizim Efendi Hazretlerini en meşhur 100 hizmetçileri arasına sokmuşlar" diye herhalde cezbeye tutulacaktır!.
Nurcular ve Fetullahçıların yıllarca: "Isparta İslamköy'den çıkacağı özel Risalelerde müjdelenen siyaset mehdisi!" diye şuursuzca peşinden koşup durduğunuz ve ibadet aşkıyla, masonların yan kuruluşu gibi hizmet sunduğunuz Süleyman Demirel gibi, şimdi: "Başörtülüler Arabistan'a gitsin!" diyecek kadar dişini ve içini gösteren, gizli mahfillerin adamı kirli bir kişiyi, tutup Erbakan Hoca'nın yanına koymanız da, sizlerin o yüksek feraset ve faziletinizin düşük bir alameti ve aynasıdır.
Zaman Gazetesinin 2 Eylül 1997 sayısı 10. sayfasında, "Refahı Kapatmazlar!" başlığıyla verilen, Ali Aslan'ın Washington'dan bildirdiklerine göre,
Fetullah Gülen, sanki resmi görevli bir diplomatmış gibi veya CIA ve MİT'in özel bir elemanıymış gibi, Amerikalı yetkililerin, Refah Partisiyle ilgili kendisine şunları söylediğini yazıyordu:
"Amerika'daki yetkililerden, bana intikal ettiği kadarıyla, Refah Partisi'nin kapatılacağı merkezinde düşünceleri, mülahazaları var. Ben eskilerin ifadesiyle bila kayd-u şart o mülahazaya katılmıyorum. Kapamayabilirler. Kapama bir iştir yani. Refah Partisi'nden kurtulmak isteyenler için kapamak bir iştir. 5 sene de bunlar seçme seçilme hakkını kaybederler. Ve Fransız Kralı'nın atına Fransızca öğretme hikayesi. Bakalım, ya kral olur, ya at olur, ya biz oluruz mülahazasıyla hareket etmek gibi bir şey oluyor. Bunu yapmak isteyenlerin kendileri açısından, makul olanı Refah'ı kapatmamak, mahkemeyi devam ettirmek, mahkeme devam ederken seçime girmek. Seçim sath-ı mailine girilirken Refah'ın mahkemesinin devam etmesi, Refah'a olan güveni sarsar, kapatılacak bir parti mülahazası hasıl eder, oy verilmez ona. Daha demokratik bir yolla... Fakat o oylar Refah'a yakın partilere kayar büyük ölçüde, maksat hasıl olur. Belki böyle yapmayı tercih ederler. Böyle yapma da, toplum tarafından birilerini büyük ölçüde töhmet altına itmez. Mahkemedeydiler, karar verilmemişti, kapatılmamıştı. Ne yapalım, millet tercihini bu istikamette yaptı, diyebilirler. Zannediyorum, kendilerince böyle bir yolu daha makul bulup bunu seçebilirler" diyordu.
Yani "Kahramanlık taslarken hırsızlığını ve arsızlığını arz eden ahmak" misali; Amerikalılarca kullanıldığını, Erbakan'a özel kindarlığını ve Milli Görüş'ün kökünü kurutma heves ve hesaplarını ortaya kusuyordu.
Halbuki O Dönemde, Aslında Refah Partisiyle Mason Cephesi Savaşıyordu.
Üstelik O Süleyman Demirel, 7 Mayıs 2008 tarihinde, ABD Büyükelçisi Ross Wilson'la hem de içimizdeki Amerika'nın "Beyaz Saray"ında, yani Ankara Güniz Sokaktaki konutun bu isimli balkonunda (ve tabi hayret! Bu nasıl haysiyet ve bu ne biçim milli hassasiyet?) görüşüp belki de AKP'nizin başına eski Demirelci Köksal Toptan'ın geçirilmesi ve Recep Erdoğan'ın "delikten süpürülmesini" konuşuyordu.
İşte Fetullah Hocanızı da, Nurlu Süleyman'ınızı da, Recep Erdoğan'ınızı da hep bu Siyonist Yahudi Wilson'lar kullanıyordu!
Sizlerin bütün payesi, piyon olmaktan ileri geçmiyordu.
Bay ihsan Dağı ve Zaman'e Horozları, evet, Bizler Farklıyız !
Siz, Haçlı'nın uşakları; Biz Hilal'in aşıkları
Siz hesabi, biz hasbani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz Papa'nın piyonları; Biz Peygamber bağlıları
Siz Haccac'i, biz Haydari; siz o taraf, biz bu taraf!
Siz diyalog davulcusu; Biz Adil Düzen yolcusu
Siz nefsani, biz Rabbani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz gavurun puştlarısız; Biz mağdurun dostlarıyız
Siz küfrani, biz şükrani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Sizler kuyruk, biz öncüyüz; Sizler kukla biz yöncüyüz
Siz kitabi, biz Kur'ani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz Amerkan hizmetkârı; Biz Erbakan hürmetkârı
Siz hasmani, biz vicdani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Şu Hahamlar, Fetullah'tan ve Zamancılardan ve AKP İktidarından Daha İnsaflıdır ve Daha İnsancıldır
Akıllı, vicdanlı ve Siyonizm karşıtı bir grup haham, Lübnan Hizbullahı'nın lideri Seyyid Hasan Nasrallah'a şöyle bir mektup yazmıştı:
"Aziz Nasrallah Hazretleri,
Allah'ın inayeti sizin, ailenizin ve Lübnan'daki kardeşlerimizin üzerine olsun.
Biz size gerçek Yahudiliğin elçileri, Tevrat'ın gerçek inananları olarak, dünyanın her yerinde bizim gibi düşünenlerin sözcüsü olarak sesleniyoruz.
Sizinle Lübnan hakkında aynı duyguları paylaşıyoruz. Sizin geçenlerde İmad Muğniye'nin cenazesinde ve daha öncesinde yaptığınız konuşmaları işittik. Bu yüzden sizin ve hareketinizin Yahudilik ve siyonizmin aynı şey olmadığını, dünyanın pek çok yerinde ve işgal edilmiş Filistin'de pek çok Yahudi'nin İsrail karşıtı olduğunu bildiğinizin farkındayız. Ayrıca bizim hahamlardan bir grubun oluşturduğu delegasyon da sizin muhteşem ülkenizin konuğu olarak Hizbullah tarafından ağırlanmıştı. Topluluğumuza gösterilen saygı ve ilgi tüm tariflerin ötesindeydi. Yüce Allah'a da Filistinlilerin ve diğer Müslümanların siyonistlerin ellerinden çektikleri onca şeye rağmen hala şeytanın iğvalarına kapılmamış olmalarını bire bir görme lütfuna eriştiğimizden dolayı da şükrediyoruz. Yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde dostluk ve arkadaşlıktan başka bir şey görmedik. Lübnan'da ziyaret ettiğimiz her yerde hatta siyonistlerin saldırıları sonucu uğradıkları yıkımları bile gösterirken bizlere Yahudi milletini ve haham arkadaşlarımızı suçlayıcı bir söylemle karşılaşmadık.
Tüm Müslüman ve Arap halkları şunu çok iyi bilmekteler ki bizim Müslümanlarla yüzlerce yıldır dini bir mesele yüzünden hiç çatışmamız olmadı. Hep uyum içinde yaşadık. Pek çok kişi siyonizm ile Yahudilik arasındaki ayrımın farkında. Sadece şuna işaret edebiliriz ki Lübnan ziyaretimiz kalplerimizde silinmeyecek izler bıraktı. Orada Lübnanlıların maruz kaldıkları ve tüm dünyanın görmezden geldiği o korkunç işkenceleri anlattılar. Sabra ve Şatilla kamplarını ziyaret ettik, şehidler meydanında ruhları için mum yaktık. Burada hala süre giden bu trajik acılar için bu akıl dışı ve bizim aynı zamanda ilahi haklar addettiğimiz insan haklarına da aykırı olan bu eziyetler için gözyaşı döktük. Burada Lübnan ile siyonist işgal rejimi arasındaki sınır bölgesini Fatıma kapısında da siyonizm ve İsrail aleyhine bir gösteri düzenleme şansına nail olduk.
Dünyanın dört bir yanındaki ve Filistin'deki gerçek Yahudiler Allah'ın izniyle siyonizm ideolojisini ve siyonizmin şeytani planlarını kabul etmeyeceklerdir. Bizim yegane bağlılığımız Allah'a ve Tevrat'adır ve bir bilgemizin de dediği gibi "Allah rahm olduğu için bizler de şefkatli olmalıyız.
Yaklaşık 100 yıl önce siyonistler bir din olan Yahudiliği bir milliyetçi ideolojiye dönüştürme rüyalarını gerçekleştirmek için Filistin'e göçe başladılar. Ve böylece Allah'a isyan yolunu açmış oldular. Bu İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Filistinliler, sonra da Lübnanlılar çok acı çektiler. Ezildiler, dövüldüler, aşağılandılar ve yurtlarından çıkarıldılar.
Bu ateist ve günahkâr Theodor Herzl ve avanelerinin siyonizmi icat etmekle büyük bir sapkınlığa imza atmakla kalmadıklarını, ayrıca pek çok Yahudi'nin çektiği maddi ve manevi sıkıntının da müsebbibi olduklarını bu yüzden rahatlılıkla söyleyebiliyoruz. Herkes şunu da bilmeli ki bizim gerçek liderlerimiz olan Filistin'deki, Ortadoğu'daki ve Avrupa'daki hahamlarımız siyonizm karşısında muhalefetlerini İsrail devletinin kuruluşundan bu güne izahat etmekten geri durmamışlardır.
Her ne kadar bu şeytani İsrail devletinin masum insanlara karşı işlediği suçları sürdüreceğine inansak da Lübnan'daki ve Filistin'deki kardeşlerimiz unutmamalılar ki evrenin bir Rabbi var ve evren O'nun kontrolündedir; Tevrat'a göre de bu şeytani devlet eninde sonunda ortadan kalkacaktır. Hep birlikte Allah'a dua edelim de bu devletin sonunu yakında bizim günlerimizde bize göstersin.
Lütfen bu mesajı siyonizmin pençesinde eziyet gören herkese, özellikle de şehid yakınlarına ve zindanlardaki esir kardeşlerimize ulaştırın.
Esselamu aleykum.
Haham Mose Dov Beck, AMERİKA
Haham Meir Hirsh, FİLİSTİN
Haham Ahron Cohen, İNGİLTERE"[1]
ASKON'cuların Ayarı
Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından düzenlenen, "AK Parti ve kapatılma davası" başlıklı toplantıya katılan eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel, "Erdoğan Erbakan gibi yapacaksa YUH olsun" şeklinde edepsiz ve erdemsiz bir tavır takınmış...
Recep Tayyip Erdoğan'ın kapatılma ile ilgili olarak Eski Başbakan Necmettin Erbakan gibi davranmayacağını savunan Güzel, "Ben Erdoğan'ı tanıma fırsatı buldum. Erdoğan'ın Erbakan gibi yapacağını zannetmiyorum. Yapacaksa yuh olsun. Hiç zannetmiyorum teslim olacağını" şeklinde havalar atmış.
Bir kaç yıl öncesine kadar Necmettin Erbakan Hocaya methiyeler dizen bu adam şimdi "Kim Erbakan'a hıyanet ve hakarete yelteniyorsa, o denli Siyonist Yahudilerin gözüne giriyor ve siyasi muradına eriyor" gerçeğini sezmiş olacak ki, bu talihsiz ve terbiyesiz sözleriyle, Amerika'daki Lobilere selam gönderiyor..
"Türkiye'nin gündeminde çok ciddi bir şekilde darbe tehlikesi olduğunu da belirten H. Celal Güzel, Türkiye'nin globalleştiğini bu yüzden de "Darbe olmaz" diyenlerin yanıldığını hatırlatmış. Şayet darbe olması halinde de tankların üzerine çıkmaya hazır olduğunu söyleyip kahramanlık taslamış. "Bilsinler ki, bu defa Türk halkı kolay teslim olmayacaktır. 1960'daki halk şimdi yoktur. Herkes ayağını ona göre denk almalıdır" diye üfürüp ABD ve AB ağzıyla çalım atmış."[2]
Gelelim asıl meseleye...
Hasan Celal Güzel gibilerinin tiyniyeti de zihniyeti de bellidir. Bunların ne ayarı ne de ahlakı, herhalde bundan sonra değişmeyecektir.
Peki böylelerini getirip ASKON'da konferans verdiren ve Erbakan Hoca'ya hakaret ettirip, Recep Erdoğan'a övgüler dizdiren servet zengini, ama haysiyet ve şahsiyet fakiri kimselere ne demeli?!. Acaba Hasan Celal Güzel mi, yoksa ASKON yöneticileri mi daha şerefli?
Haydi, içinizde ne varsa, kusun beyler... Acele edin... Çünkü herkesin kustuğunu yalayacağı günler gelmekteydi...
SP'li AKP Yandaşları!
AKP tarafından hazırlanan savunma dosyasına destek verenler arasında SP GİK Üyesi Ş.M.'un da yer aldığı ortaya çıkmıştı. Kendisini Bülent Arınç aramış ve akıl danışmıştı! Akşam'dan Deniz Güçer'in telefonda yönelttiği bu konuyu doğrulamıştı.
Bu kişinin özelliği: "Erbakan'a çok yakın tanınan, ama her fırsatta O'na tuzak hazırlayan" malum bir takımın yakın adamı olmasıydı. Davasına, Vatanına ve İnsanlığa hıyanet eden döneklere yardım ve yandaşlık, bunların ayarını yansıtmaktaydı.
Bu arada, SP Genel Başkanının kim olduğunu bile bilmeyen, Akşam'ın acemi oğlanı, hiçbir ilgisi olmadığı halde, bu olayı "AKP Hoca'nın Kapısını Çaldı" şeklinde çarpıtıp aktarmaktan da utanmamıştı.[3]
Ahmet AKGÜL
[1] Velfecr. Ozan Kemal Sarıoğlu Tercümesi
[2] 09.05.2008 / Zaman Online
[3] 05.05.2008 / Akşam
İhsan Dağı mı, "İhzan" (hüzünlendirip can sıkma) Dağı mı?
22.04.2008 tarihli baskısında "Ya Darbe Ya Demokrasi" başlıklı yazısında, İhsan Dağı;
"Artık ikisinin arasında bir yer yok. Kilitlendik, tercihimizi yapmak zorundayız.
Ya harbiden yapacaklar darbelerini ve katlanacaklar sonuçlarına; yani bölecekler ülkeyi, batıracaklar ekonomiyi, alacaklar milletin elinden ekmeğini, işini, tercihini, bırakmayacaklar savaşmadık ülke; ya da adam gibi razı olacaklar 'tam demokrasi'ye... Dibini boylayacağız denizin bir darbeyle belki, ama boğulmadan önce çıkacağız ışığa ve nefes alacağız 'tam demokrasi'yle...
Utanıyoruz... Kişi başı ulusal geliri on bin dolara yaklaşan, ihracatı yüz milyar doları aşan, AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten, 1950'den beri çok partili seçim yapılan, dünyanın 17. en büyük ekonomisi olan bir ülkede hâlâ darbe sözü edilmesinden utanıyoruz. Dünyada 'darbe' sözcüğünün bu kadar rahat kullanıldığı başka bir ülke olduğunu sanmıyorum. Konuştukça da 'olağanlaşıyor' darbe düşüncesi, 'normalleşiyor' darbe beklentisi. Darbe sözü edildikçe 'demokrasi'nin içi boşalıyor. Bu koşullarda darbenin olmaması olmasından daha kötü. Halkın oyunun, tercihinin, demokrasinin evrensel kurallarının ayaklar altına alındığı mevcut duruma bari 'demokrasi' demeyelim. Yaşadığımız sürecin adını koyalım ve de böylece sorumlularını 'ifşa' edelim. Siyasetçiler de darbecilerin 'tampon'u olmaktan çıksın. Darbeciler ile halk baş başa kalsın; halk darbeyi ve darbecisini görsün, katilini tanısın. Faturayı keserken de adresi bilsin. Açık ve net; bu ülkede 14 Mart'ta bir darbe süreci başlatıldı. Ve bugünlerde de sessiz sedasız devam ediyor bu süreç. İnsanlar bu durumu kabullenmeye ve içselleştirmeye başladı. 'Vesayet demokrasi'si dediğimiz işte böyle kuruluyor, toplumsallaştırılıyor...
Gerçekten bir kavşaktayız; ya tam demokrasi ya darbe. Artık arada bir yerde 'uzlaşıya' razı olunabileceğini sanmıyorum. Ya darbe sözcüğünü çıkaracağız lügatimizden tamamiyle veya demokrasiyi rafa kaldırmalarına seyirci kalacağız. Milli iradenin emanet edildiği siyasi partiler darbe girişimleri karşısında, Demirel gibi üstüne almama veya Erbakan gibi pişkince davranma siyasetinden vazgeçmeliler. Bu iki tavır da demokrasiye bir şey kazandırmadı. Aksine, Demirel ve Erbakan'ın yaptıkları, milli iradenin vesayet altına alınmasına sadece seyirci kalmak oldu. Tam demokrasi isteyenler belli olmalı. Eğer bu Meclis çoğunluğu vesayet demokrasisine razıysa yapsın sistemle barışını açıkça, biz de bilelim. Türkiye'nin 'özel koşulları' oyununu oynamaya hazır olduğunu ifade etsinler, siyaset dışı aktörlerin siyasete biçtiği rolü ve sınırları kabul ettiklerini açıklasınlar. Böylece herkesi rahatlatsınlar!"
Buyurarak, bayağı horozlanmış.. Daha doğrusu "kokoz"lanmış.. Yani müflis ve muhtaç olduğu halde paralıymış havası atanlar gibi, aslında pısırıklık psikolojilerini, ucuz kahramanlık rolüyle bastırmaya çalışmış..
06.05.2008 tarihli Zaman'da ve "Erdoğan hâlâ 'milli görüşçü' olsaydı!" yazısında aynı İhsan Dağı:
"Ama bunun nedeni Tayyip Erdoğan'ın 'milli görüş' hareketinden gelmesi değil, tam da tersi; 'milli görüş'e sırtını dönmesi, 'milli görüş gömleğini çıkardığını' söylemesi Erdoğan'la 'sistem' arasında bağların kopmasına neden oldu. Bugün Erdoğan 'milli görüş' çizgisinde olsaydı kimse uğraşmazdı onunla" diyor ve ahmakları bile kendisine güldürüyordu. Çünkü Recep Erdoğan'ı, Milli Görüş gömleğini çıkardığı ve Erbakan'a hıyanet yaptığı için, dış güçler ve Siyonist şeytani çevrelerce iktidara taşındığını, ama şimdi, ülkemize ve devletimize hıyanetleri yüzünden, bu sefer "Milli Güçler" tarafından mahkeme açıldığını, uzaktan kumandalı kurma kafalar anlamasa da, aklı yatanlar biliyordu!
Efendim Milli Derin Devlet Var mı ki?!" Diye Soracak Olurlarsa...
"Var ya... Eğer olmasaydı, güya dünyaya hükmeden Amerika'nız arkanızda; AKP iktidarınız yanınızda iken, televizyonlarınız, gazete ve radyolarıyla medyalarınız.. Bankalarınız, okullarınız, bürokratlarınız emir ve komutanızda dört gözle beklerken... Ve kendisi de büyük bir ihtirasla ve ihtişamla dönmeyi isterken, haydi gücünüzü gösterin, şu Fetullahınızı ülkeye getirin de görelim!.. Şimdi söyleyin, Amerika'nızdan, iktidarınızdan, medyanızdan, bürokratlarınızdan ve okullarınızdan daha güçlü bir odak var mıymış, yok muymuş!?.
"CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kurultayda yaptığı konuşmada 'Erbakan milliciydi, Erdoğan işbirlikçi' dedi. Basit bir benzetme gibi görülüyor ama, önemli; kırılmanın tam ana hattını anlatıyor. Evet, Erbakan devletçiydi, Batı karşıtıydı, AB'ye Hıristiyan kulübü diyordu, demokrasi pek de umurunda değildi, küresel sermaye düşmanıydı, piyasa ekonomisi yerine 'adil düzen' diye ne olduğu belirsiz modeller üretmeye çalışıyordu, Türkiye'nin yüzünü Batı'ya değil Doğu'ya çevirmeye çalışıyordu" diyor ve El hak İhsan Dağı doğru söylüyordu.
Evet, Erbakan Türkiye Cumhuriyeti Devletini düşünüyordu.. Batı emperyalizmine ve İsrail siyonizmine geçit vermiyordu.. AB'nin Haçlı Hıristiyan Kulübü olduğunu söylüyordu.. Demokrasi kılıflı mason diktatoryasının foyasını deşifre ediyordu... kendi inancımıza, tarihi ve kültürel mirasımıza, temel insan haklarına dayalı faizsiz bir Adil Düzeni savunuyordu..
Yani Fetullahcılar gibi Devletini ve ülkesini dış güçlere peşkeş çekmiyordu.. İsrail-ABD uşaklığı ve AB aşıklığı yapmıyordu.. Papa'ya temenna, hahamlara takla atmıyordu.. Doğuyu, yani Müslümanları ve mazlumları, barbar Batılılara satmıyordu.. Faizci, tekelci, işgalci ve zalim Siyonist sermayeye pezevenkliğe tenezzül etmiyordu..
Sağolasın İhsan Dağı.. Biz yıllardır, Fetullahçı ve ılımlı İslamcı Din istismarcılarının ve gavur hizmetkarlarının iç yüzünü ve sinsi özünü yansıtmaya çalışıyorduk. Ama sizin yukarıdaki, iltifat saydığınız itiraflarınız kadar net ve kesin biçimde anlatamıyorduk!
Bediüzzaman'ın Tabiriyle, Bre Zavallı Adam!.
Önce o "pişkinlik" yaftası yani haysiyet hamlığı ve şahsiyet yalamalığı Fetullah Hocanızın ve Amerikalı amcalarınızca hadım edilen "hademe-i hassa"larının (yani beyni yıkanmış özel hizmetçi takımının) sıfatıdır.
Herkesin hatırlayıp hak vereceği gibi, 28 Şubat hengamesinde, Fetullah Gülen televizyonlara çıkıp, darbe davetiyesi için fingirderken; riyakarlık, istismarcılık ve masonların pazarlamasıyla kazandığı itimat ve itibarı ABD'ye peşkeş çekerken, Erbakan Hoca'nın, Bülent Ecevit ağabeyinizin, ülkemize milyarlarca dolara mal olan, "Anayasa fırlatma" cinsinden bir krize yol açmaması için; iddia ve iftira ettiğiniz gibi, öyle "pişkin"ce değil, bilinçli, bilgin ve kendinden emin bir tavır sergilemesi, kiralık şarlatanlar ve münafık şeytancıklar hariç, düşmanlarının bile takdirini toplamıştır.
"Saygın Dergi" olarak lanse edilen, ama Siyonist sermaye hakimiyetine hizmet edecek kişilerin meşhur edilip daha rahat kullanılmalarını sağlayan bir masonik tezgah olduğu bilinen "Foreign Policy" de, halen yaşayan dünyanın 100 entellektüeli arasına Türkiye'den Fetullah Gülen'le, Orhan Pamuk ta yan yana yer almıştır. Güya biri Türk aşıkı, diğeri Türk düşmanı!? Oysa ikisi de Yahudi cıfıtının adamıdır.
Aynı şeytani amaçla "dünyanın 100 etkin adamı" arasına Fener Rum Patriği Hain Bartholemeos'u da alan Time Dergisinin de, Siyonist yüzü sırıtmaktadır.
Şimdi bazı saf dirikler de: "Gavur ağabeyler bizim Efendi Hazretlerini en meşhur 100 hizmetçileri arasına sokmuşlar" diye herhalde cezbeye tutulacaktır!.
Nurcular ve Fetullahçıların yıllarca: "Isparta İslamköy'den çıkacağı özel Risalelerde müjdelenen siyaset mehdisi!" diye şuursuzca peşinden koşup durduğunuz ve ibadet aşkıyla, masonların yan kuruluşu gibi hizmet sunduğunuz Süleyman Demirel gibi, şimdi: "Başörtülüler Arabistan'a gitsin!" diyecek kadar dişini ve içini gösteren, gizli mahfillerin adamı kirli bir kişiyi, tutup Erbakan Hoca'nın yanına koymanız da, sizlerin o yüksek feraset ve faziletinizin düşük bir alameti ve aynasıdır.
Zaman Gazetesinin 2 Eylül 1997 sayısı 10. sayfasında, "Refahı Kapatmazlar!" başlığıyla verilen, Ali Aslan'ın Washington'dan bildirdiklerine göre,
Fetullah Gülen, sanki resmi görevli bir diplomatmış gibi veya CIA ve MİT'in özel bir elemanıymış gibi, Amerikalı yetkililerin, Refah Partisiyle ilgili kendisine şunları söylediğini yazıyordu:
"Amerika'daki yetkililerden, bana intikal ettiği kadarıyla, Refah Partisi'nin kapatılacağı merkezinde düşünceleri, mülahazaları var. Ben eskilerin ifadesiyle bila kayd-u şart o mülahazaya katılmıyorum. Kapamayabilirler. Kapama bir iştir yani. Refah Partisi'nden kurtulmak isteyenler için kapamak bir iştir. 5 sene de bunlar seçme seçilme hakkını kaybederler. Ve Fransız Kralı'nın atına Fransızca öğretme hikayesi. Bakalım, ya kral olur, ya at olur, ya biz oluruz mülahazasıyla hareket etmek gibi bir şey oluyor. Bunu yapmak isteyenlerin kendileri açısından, makul olanı Refah'ı kapatmamak, mahkemeyi devam ettirmek, mahkeme devam ederken seçime girmek. Seçim sath-ı mailine girilirken Refah'ın mahkemesinin devam etmesi, Refah'a olan güveni sarsar, kapatılacak bir parti mülahazası hasıl eder, oy verilmez ona. Daha demokratik bir yolla... Fakat o oylar Refah'a yakın partilere kayar büyük ölçüde, maksat hasıl olur. Belki böyle yapmayı tercih ederler. Böyle yapma da, toplum tarafından birilerini büyük ölçüde töhmet altına itmez. Mahkemedeydiler, karar verilmemişti, kapatılmamıştı. Ne yapalım, millet tercihini bu istikamette yaptı, diyebilirler. Zannediyorum, kendilerince böyle bir yolu daha makul bulup bunu seçebilirler" diyordu.
Yani "Kahramanlık taslarken hırsızlığını ve arsızlığını arz eden ahmak" misali; Amerikalılarca kullanıldığını, Erbakan'a özel kindarlığını ve Milli Görüş'ün kökünü kurutma heves ve hesaplarını ortaya kusuyordu.
Halbuki O Dönemde, Aslında Refah Partisiyle Mason Cephesi Savaşıyordu.
Üstelik O Süleyman Demirel, 7 Mayıs 2008 tarihinde, ABD Büyükelçisi Ross Wilson'la hem de içimizdeki Amerika'nın "Beyaz Saray"ında, yani Ankara Güniz Sokaktaki konutun bu isimli balkonunda (ve tabi hayret! Bu nasıl haysiyet ve bu ne biçim milli hassasiyet?) görüşüp belki de AKP'nizin başına eski Demirelci Köksal Toptan'ın geçirilmesi ve Recep Erdoğan'ın "delikten süpürülmesini" konuşuyordu.
İşte Fetullah Hocanızı da, Nurlu Süleyman'ınızı da, Recep Erdoğan'ınızı da hep bu Siyonist Yahudi Wilson'lar kullanıyordu!
Sizlerin bütün payesi, piyon olmaktan ileri geçmiyordu.
Bay ihsan Dağı ve Zaman'e Horozları, evet, Bizler Farklıyız !
Siz, Haçlı'nın uşakları; Biz Hilal'in aşıkları
Siz hesabi, biz hasbani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz Papa'nın piyonları; Biz Peygamber bağlıları
Siz Haccac'i, biz Haydari; siz o taraf, biz bu taraf!
Siz diyalog davulcusu; Biz Adil Düzen yolcusu
Siz nefsani, biz Rabbani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz gavurun puştlarısız; Biz mağdurun dostlarıyız
Siz küfrani, biz şükrani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Sizler kuyruk, biz öncüyüz; Sizler kukla biz yöncüyüz
Siz kitabi, biz Kur'ani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Siz Amerkan hizmetkârı; Biz Erbakan hürmetkârı
Siz hasmani, biz vicdani; Siz o taraf, biz bu taraf!
Şu Hahamlar, Fetullah'tan ve Zamancılardan ve AKP İktidarından Daha İnsaflıdır ve Daha İnsancıldır
Akıllı, vicdanlı ve Siyonizm karşıtı bir grup haham, Lübnan Hizbullahı'nın lideri Seyyid Hasan Nasrallah'a şöyle bir mektup yazmıştı:
"Aziz Nasrallah Hazretleri,
Allah'ın inayeti sizin, ailenizin ve Lübnan'daki kardeşlerimizin üzerine olsun.
Biz size gerçek Yahudiliğin elçileri, Tevrat'ın gerçek inananları olarak, dünyanın her yerinde bizim gibi düşünenlerin sözcüsü olarak sesleniyoruz.
Sizinle Lübnan hakkında aynı duyguları paylaşıyoruz. Sizin geçenlerde İmad Muğniye'nin cenazesinde ve daha öncesinde yaptığınız konuşmaları işittik. Bu yüzden sizin ve hareketinizin Yahudilik ve siyonizmin aynı şey olmadığını, dünyanın pek çok yerinde ve işgal edilmiş Filistin'de pek çok Yahudi'nin İsrail karşıtı olduğunu bildiğinizin farkındayız. Ayrıca bizim hahamlardan bir grubun oluşturduğu delegasyon da sizin muhteşem ülkenizin konuğu olarak Hizbullah tarafından ağırlanmıştı. Topluluğumuza gösterilen saygı ve ilgi tüm tariflerin ötesindeydi. Yüce Allah'a da Filistinlilerin ve diğer Müslümanların siyonistlerin ellerinden çektikleri onca şeye rağmen hala şeytanın iğvalarına kapılmamış olmalarını bire bir görme lütfuna eriştiğimizden dolayı da şükrediyoruz. Yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde dostluk ve arkadaşlıktan başka bir şey görmedik. Lübnan'da ziyaret ettiğimiz her yerde hatta siyonistlerin saldırıları sonucu uğradıkları yıkımları bile gösterirken bizlere Yahudi milletini ve haham arkadaşlarımızı suçlayıcı bir söylemle karşılaşmadık.
Tüm Müslüman ve Arap halkları şunu çok iyi bilmekteler ki bizim Müslümanlarla yüzlerce yıldır dini bir mesele yüzünden hiç çatışmamız olmadı. Hep uyum içinde yaşadık. Pek çok kişi siyonizm ile Yahudilik arasındaki ayrımın farkında. Sadece şuna işaret edebiliriz ki Lübnan ziyaretimiz kalplerimizde silinmeyecek izler bıraktı. Orada Lübnanlıların maruz kaldıkları ve tüm dünyanın görmezden geldiği o korkunç işkenceleri anlattılar. Sabra ve Şatilla kamplarını ziyaret ettik, şehidler meydanında ruhları için mum yaktık. Burada hala süre giden bu trajik acılar için bu akıl dışı ve bizim aynı zamanda ilahi haklar addettiğimiz insan haklarına da aykırı olan bu eziyetler için gözyaşı döktük. Burada Lübnan ile siyonist işgal rejimi arasındaki sınır bölgesini Fatıma kapısında da siyonizm ve İsrail aleyhine bir gösteri düzenleme şansına nail olduk.
Dünyanın dört bir yanındaki ve Filistin'deki gerçek Yahudiler Allah'ın izniyle siyonizm ideolojisini ve siyonizmin şeytani planlarını kabul etmeyeceklerdir. Bizim yegane bağlılığımız Allah'a ve Tevrat'adır ve bir bilgemizin de dediği gibi "Allah rahm olduğu için bizler de şefkatli olmalıyız.
Yaklaşık 100 yıl önce siyonistler bir din olan Yahudiliği bir milliyetçi ideolojiye dönüştürme rüyalarını gerçekleştirmek için Filistin'e göçe başladılar. Ve böylece Allah'a isyan yolunu açmış oldular. Bu İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Filistinliler, sonra da Lübnanlılar çok acı çektiler. Ezildiler, dövüldüler, aşağılandılar ve yurtlarından çıkarıldılar.
Bu ateist ve günahkâr Theodor Herzl ve avanelerinin siyonizmi icat etmekle büyük bir sapkınlığa imza atmakla kalmadıklarını, ayrıca pek çok Yahudi'nin çektiği maddi ve manevi sıkıntının da müsebbibi olduklarını bu yüzden rahatlılıkla söyleyebiliyoruz. Herkes şunu da bilmeli ki bizim gerçek liderlerimiz olan Filistin'deki, Ortadoğu'daki ve Avrupa'daki hahamlarımız siyonizm karşısında muhalefetlerini İsrail devletinin kuruluşundan bu güne izahat etmekten geri durmamışlardır.
Her ne kadar bu şeytani İsrail devletinin masum insanlara karşı işlediği suçları sürdüreceğine inansak da Lübnan'daki ve Filistin'deki kardeşlerimiz unutmamalılar ki evrenin bir Rabbi var ve evren O'nun kontrolündedir; Tevrat'a göre de bu şeytani devlet eninde sonunda ortadan kalkacaktır. Hep birlikte Allah'a dua edelim de bu devletin sonunu yakında bizim günlerimizde bize göstersin.
Lütfen bu mesajı siyonizmin pençesinde eziyet gören herkese, özellikle de şehid yakınlarına ve zindanlardaki esir kardeşlerimize ulaştırın.
Esselamu aleykum.
Haham Mose Dov Beck, AMERİKA
Haham Meir Hirsh, FİLİSTİN
Haham Ahron Cohen, İNGİLTERE"[1]
ASKON'cuların Ayarı
Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından düzenlenen, "AK Parti ve kapatılma davası" başlıklı toplantıya katılan eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel, "Erdoğan Erbakan gibi yapacaksa YUH olsun" şeklinde edepsiz ve erdemsiz bir tavır takınmış...
Recep Tayyip Erdoğan'ın kapatılma ile ilgili olarak Eski Başbakan Necmettin Erbakan gibi davranmayacağını savunan Güzel, "Ben Erdoğan'ı tanıma fırsatı buldum. Erdoğan'ın Erbakan gibi yapacağını zannetmiyorum. Yapacaksa yuh olsun. Hiç zannetmiyorum teslim olacağını" şeklinde havalar atmış.
Bir kaç yıl öncesine kadar Necmettin Erbakan Hocaya methiyeler dizen bu adam şimdi "Kim Erbakan'a hıyanet ve hakarete yelteniyorsa, o denli Siyonist Yahudilerin gözüne giriyor ve siyasi muradına eriyor" gerçeğini sezmiş olacak ki, bu talihsiz ve terbiyesiz sözleriyle, Amerika'daki Lobilere selam gönderiyor..
"Türkiye'nin gündeminde çok ciddi bir şekilde darbe tehlikesi olduğunu da belirten H. Celal Güzel, Türkiye'nin globalleştiğini bu yüzden de "Darbe olmaz" diyenlerin yanıldığını hatırlatmış. Şayet darbe olması halinde de tankların üzerine çıkmaya hazır olduğunu söyleyip kahramanlık taslamış. "Bilsinler ki, bu defa Türk halkı kolay teslim olmayacaktır. 1960'daki halk şimdi yoktur. Herkes ayağını ona göre denk almalıdır" diye üfürüp ABD ve AB ağzıyla çalım atmış."[2]
Gelelim asıl meseleye...
Hasan Celal Güzel gibilerinin tiyniyeti de zihniyeti de bellidir. Bunların ne ayarı ne de ahlakı, herhalde bundan sonra değişmeyecektir.
Peki böylelerini getirip ASKON'da konferans verdiren ve Erbakan Hoca'ya hakaret ettirip, Recep Erdoğan'a övgüler dizdiren servet zengini, ama haysiyet ve şahsiyet fakiri kimselere ne demeli?!. Acaba Hasan Celal Güzel mi, yoksa ASKON yöneticileri mi daha şerefli?
Haydi, içinizde ne varsa, kusun beyler... Acele edin... Çünkü herkesin kustuğunu yalayacağı günler gelmekteydi...
SP'li AKP Yandaşları!
AKP tarafından hazırlanan savunma dosyasına destek verenler arasında SP GİK Üyesi Ş.M.'un da yer aldığı ortaya çıkmıştı. Kendisini Bülent Arınç aramış ve akıl danışmıştı! Akşam'dan Deniz Güçer'in telefonda yönelttiği bu konuyu doğrulamıştı.
Bu kişinin özelliği: "Erbakan'a çok yakın tanınan, ama her fırsatta O'na tuzak hazırlayan" malum bir takımın yakın adamı olmasıydı. Davasına, Vatanına ve İnsanlığa hıyanet eden döneklere yardım ve yandaşlık, bunların ayarını yansıtmaktaydı.
Bu arada, SP Genel Başkanının kim olduğunu bile bilmeyen, Akşam'ın acemi oğlanı, hiçbir ilgisi olmadığı halde, bu olayı "AKP Hoca'nın Kapısını Çaldı" şeklinde çarpıtıp aktarmaktan da utanmamıştı.[3]
Ahmet AKGÜL
[1] Velfecr. Ozan Kemal Sarıoğlu Tercümesi
[2] 09.05.2008 / Zaman Online
[3] 05.05.2008 / Akşam