türk ocağı
serdengeçti
1. Bazı arkadaşlar kartel gazetelerini neden görmüyorsunuz demiş, onlara diyorum ki al birini vur ötekine, eğer açtığım konuları araştırırsalar kartel denilen boyalı basını her seferinde lanetlediğimi görebilirler. Ancak zaman bunlardan daha beterdir, çünkü yaptıklarını İslam adına yaptığı izlenimi vermektedir. Kafiri, münafığa tercih ederim.
2. Ses kaydına dair: Eğer böyle bir ses kaydı olsaydı anında yayınlar bu lekeden kurtulurlardı, oysa var denilen ses kaydının haberini yapıyorlar. Ses kaydı konusunda ne denli uzman olduklarını biliyorum üzerinde çalışıyorlardır yakında çıkar.
3. Bir "evet" propogandası uğruna neler yapabileceklerine birebir şahit oldum, "ZAMAN 242 bbp liyi ergenekoncu ilan etti" başlığıyla olan biteni yayınladım. Yalancı ve iftiracı olduklarını birebir müşahade ettim. Gazetenin okur kısmıylada görüştüm inkar edemediler.
4. Bunlar eski ülkücü veya bir şekilde MHP ye muhalif bütün isimlere birşeyler koparabilirmiyiz diyerek gitmektedirler. Birsel anamıza yönlendirme soru soruyorlar, ana oğlunu asanları yargılamak istermisin cevap "evet", yaz evet dedi. Ana kenan evren yargılansın istermisin; cevap "evet" yaz etti iki, hop işlem tamam hadi anacım görüşürüz, duyguların istismar edilmiştir. Sağolasın... Olay bu. Çünkü yaşını başını almış bir kadını kandırmakta ne var? Adamlar eski kurtlardan bile kelime apardı yayınladılar ancak bir kaç çetin ceviz çıktı buyrun:
5. MHP muhalifi ve MHP ye muhalif olanlarından saygı duyduğu bir isim, ülkücü tavır denince akla gelen isimlerden Ali Güngör bakın nasıl faş etmiş bunların gerçek yüzünü:
Zaman, Samanyolu, Cihan Haber, Vakit, Ajansı vs… Ve Ahlaksızlık Ve Referandum
Ali GÜNGÖR
Tarih: 15 Temmuz 2010 Perşembe
Zaman, Vakit, Star ve benzeri gazetelere ve Samanyolu, Kanal 7 gibi TV kanallarına beyanat vermiyorum, konuşmuyorum. Zaman zaman aradıklarında bunu kendilerine de gerekçesi ile beraber açık olarak söylüyorum. Bu kuruluşlar; her konuyu, her haberi maalesef hep kendi çıkarları için değerlendirmeyi, bu amaç için gerekiyorsa her türlü çarpıtmayı yapmayı gazetecilik ve yayıncılığın gereği diye düşünüyor buna inanıyorlar.
Şahsen ben bu gazeteleri gazete diye okumam. Televizyonlarını ise hiç mi hiç seyretmem. Okuyanlara ve seyredenlere, hele de bunlara paralar verip abone olanlara acırım. Yazık! Bunlara para kazandırarak dinlerine hizmet ettiklerini düşünüyorlar…
Haberlerindeki çarpıtma ve yorumları kendilerini ve okuyucularını ilgilendirir. Ama birileri ile yaptıkları konuşmaların, konuşmada verilen mesajın tam tersi mesaj verilmiş gibi haber yapılması… İşte buna ahlaksızlık derim, sahtekârlık derim.
Bugün bunları niye yazıyorum?
Geçen Cuma günü Cihan Haber Ajansı TBMM Bürosundan Hamza Bey diye birisi aradı. Referandum ve Partilerin bu konudaki duruşlarını değerlendirmemi rica etti. Kendisine içinde çalıştığı cemaatin hiçbir ahlak kuralı tanımadan söylenileni çarpıttığını bu sebeple konuşmayacağımı, eğer mutlaka istiyorsa bu konuda 20 Nisan 2010 tarihinde yazdığım “Korkuyorlar” başlıklı yazımı okuyup haber yapabileceğini söyledim. Hamza Bey ise kendilerinin haber ajansı olduğunu, beni ağabey olarak görüp saygı duyduğunu ve söyleyeceklerimin kesinlikle çarpıtılmasına izin vermeyeceğine dair sözler vererek beni konuşmaya ikna etti.
Şimdi diyeceksiniz ki; amma da saf imişsin! Gerçekten de doğru…
Aslında ben buna benzer bir olayı daha önce de yaşamış ve 2 Temmuz 2009 tarihli “Tarihin Cilvesi, Fettullah Gülen ve 12 Eylül” başlıklı yazımda yazmıştım. Olsun, bir kere de Hamza beye inanalım, bir de bunların Haber Ajansını görelim dedim.
Gördüm…
Konuşmamızı Cumartesi günü internet üzerindeki cemaatlerinin haber sitelerinde yayınlamışlar. Bazı arkadaşların haber vermesi üzerine Hamza beyi aradım. Ben konuşmamın bütününde bu Anayasa değişikliğine referandumda hayır diyeceğimi, hayır denilmesi gerektiğini söyledim. Ama siz; okuyanların sanki ben evet denilmesini istiyormuşum gibi anlamalarına yol açacak şekilde vermişsiniz. Bunu düzeltiniz. Yoksa sizi ahlaksız ve sahtekârlar olarak ilan edeceğim dedim. Peki, ağabey dedi ama Pazar günü Vakit Gazetesine manşet yapmışlar, Pazartesi günü Star Gazetesinde yayınlamışlar, başka nerelerde ne yaptılar ve yapacaklar bakalım.
Kendisine söylediğim gibi yapılan şey sahtekârlıktır, ahlaksızlıktır. Bana haksızlık yaptılar ve hakkımı yediler, topluma ve kendi okuyucularına haksızlık yaptılar, onların haklarını yediler. Bütün bunlar kul hakkı… Kul hakkı yedikten sonra Allah korkusu olan birisi yarın Allah’ın huzuruna nasıl çıkar? Demek ki bunlarda Allah korkusu yok! Allah’tan korkmuyorsun bari kul’dan utan diye bir söz vardır ama bunlarda utanma duygusu da kalmamış!
Aslında bunları, onlar açısından, boşa yazıyorum. Çünkü bunlar aynı zamanda anlayışsızdır da…
Bunların anlayacağı tek bir dil var. O da, bunları günahlarıyla birlikte yalnız bırakmaktır. Allah’ını, dinini, imanını seven bunların gazetelerini okumasın, televizyonlarını seyretmesin. Bunu, onlara yönelik bir düşmanlığım olduğu için değil sadece ve sadece onlara iyilik olsun, belki böylece doğru yolu bulabilirler diye yazıyor ve söylüyorum. Yüce Yaradan inşallah onları da ıslah eder bir gün.
Bana gelince: ben bu cemaatin kuruluşlarından kimse ile bir daha konuşmayacağımı kendilerine de söyledim. Bundan başka, bu ve benzeri yaşananları unutmamak üzere bir kenara not ettiğimin herkesçe bilinmesini de isterim.
Şimdi gelelim bu Hamza Bey diye kendisini tanıtan kişi ile yaptığımız konuşmada sorulan sorulara ve verdiğim cevaplara…
Soru: Anayasa Değişikliği ve referandum konusunda ne düşünüyorsunuz?
Cevabımız: Bu konudaki düşüncelerimi 20 Nisan 2010 tarihli “Korkuyorlar” başlıklı yazımda işledim. Ben Referandumda hayır diyeceğim. Hayır, çıkmasının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olacağına inanıyorum. Çünkü yönetim bilimi ile uğraşan düşünürlerin bugün için bulabildikleri en iyi yönetim biçimi; erkler ayrılığı ilkesini esas alan Yürütme, Yasama ve Yargının birbirinden bağımsız olarak ama koordineli bir şekilde çalışmasıdır. Ben de buna inanıyorum. Halen millet adına yasa çıkarmak ve yürütmeyi denetlemekle görevli olması gereken Yasama Organımız TBMM; tümüyle yürütmenin emrinde çalıştığından, Milletin değil, Liderlerin Meclisi durumuna düşmüştür. Yeni Anayasa değişikliğinin referandumda kabul görmesi halinde Yargı müessesesi de Siyasetin yani Yürütmenin emrine girecektir. O zaman iki şey olur.
1-Yargı mensupları ikiye bölünür. Nitekim daha bugünden bölünmeye başlamışlardır. Birisi YARSAV, diğeri bilmem ne. 12 Eylül 1980 öncesi Emniyet mensupları ikiye bölünmüştü. Bir taraf Pol-Bir, diğer taraf Pol-Der… Ve emniyet diye bir şey kalmamıştı.
2-Bölünmüş bir yargı mensuplarından oluşan Yargı Organından Adalet beklemek hayaldir. “Adalet Mülkün Temelidir” Adalet yoksa hiçbir şey yoktur.
Soru: AKP karşısında CHP-MHP ve BDP aynı blokta yer aldılar. Partilerin Referandum konusundaki tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevabımız: Ben bu 3 Partinin aynı blokta yer aldığını düşünmüyorum, öyle görmüyorum.
1- BDP çok iyi düşünülmüş ve hazırlanmış bir stratejiyi yürütüyor. Ne yapmak ve nasıl yapmak istediklerini çok iyi biliyorlar, açıkçası yapmak istediklerinin hakkını da veriyorlar. Bu sebeple uzun zamandır başarılı oluyorlar. BDP önce referandumda hayır diyeceğini söylüyordu ancak sonra bundan vazgeçti. Şimdi referandumu boykot edeceklerini söylüyorlar. AKP eğer Türkiye’nin bölünmesini istemiyor ise BDP’nin niye tavır değiştirdiğini iyi düşünmelidir. Bu tavır değişikliği kısa vadede yani referandum sürecinde AKP’nin lehine görülebilir. Ama bilinmelidir ki BDP; onun için değil, yani AKP lehine olsun diye değil, bölgede kesin hâkimiyetinin mesajını referandum münasebetiyle vermek ve bir sene sonra yapılacak genel seçimlerde AKP’yi de bölgeden tamamen silmek için bu yolu seçmiştir. BDP; sandığa giden seçmene kendi istediği gibi oy verdirmekten, seçmeni sandığa göndermemenin daha kolay olacağını hesaplamıştır ve tespiti doğrudur. PKK’nın hâkim olduğu bölgede halkın can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayan bir AKP referandumdan evet ile kazançlı çıksa bile Tayip Beyin o çok övündüğü “biz Türkiye’nin her yerinde varız” sözü çöpe gidecektir. Hoş Devletin güvenlik güçleri olmasa o bölgede AKP bu gün de çöplüktedir ya!
2- CHP de kendisine göre ilkeli bir tutum sergilemektedir. Yargının bağımsız olması gerektiğini, erkler ayrılığı ilkesinin önemli olduğunu vurgulamakta ve getirilen değişikliğin, yargıyı siyasetin emrine sokacağını bunun da vicdanları kanatacağını söyleyerek hayır denilmesini istemektedir.
3- AKP bu değişikliği yaptı ve evet çıkması için elinden ne geliyor ise yapmanın peşinde. Fettullahçılar da aynı şekilde. Ahlak kurallarını hiçe sayarak evet çıksın diye sahtekârlık dâhil her şeyi yapıyorlar. Ne için? Yargıdaki bazı makamlardan kendilerine göre solcu CHP’lileri temizleyip o makamlara kendi adamlarını getirmek için. Bir başka sebepleri daha var! Niyet okumayı hiç sevmem ve yapmadım. Biliyorum ki AKP’nin de Fettullahçıların da esas dertleri Anayasa’nın ilk 4 maddesi ve esas amaçları bu ilk 4 maddenin değiştirilmesidir. Bu bakımdan bir amaca matuf ve ilkeli bir şekilde hareket ediyorlar.
4- MHP’yi ise anlamak hiçbir şekilde mümkün değil. Başından bu yana hem yargının siyasetin üzerinde herhangi bir şekilde yaptırım gücü olarak var olmasının kabul edilemeyeceğini söylüyorlar ve Anayasa Mahkemesinin verdiği kararları kınıyorlar ki, bu bakımdan AKP’den farklı olmadıkları görülüyor, hem de referandumda hayır diyeceklerini söylüyor. Bu tutumu herhangi bir ilke ile izah edebilmek ve MHP’nin bu tutumunu anlamak mümkün değildir.
Soru: Bu sözlerinizden sonra, sizin referandum konusunda MHP’den ziyade CHP gibi düşündüğünüz sonucunu çıkarabilir miyiz?
Cevabımız: Hayır! Ben konuya tamamıyla ilkesel anlamda bakıyorum ve hayır diyorum. CHP erkler ayrılığı diyor ama Yasama Organının bağımsız çalışmasına yönelik hiçbir görüş ortaya koymuyor, girişimde bulunmuyor. Ben her üç kurumunda kişilik ve şahsiyet sahibi, Kişiler adına değil Millet adına iş yapan kurumlar haline dönüşmesi için düşünülmesinin ve bu doğrultuda Anayasa değişikliklerinin yapılmasının gerekliliğine inanıyorum.
Bu Partilerin hiçbirisinin niyeti 12 Eylül Anayasası, demokrasi, özgürlükler vs. değil! Hepsinin derdi ilk 4 madde ve 66. madde. Zaten bu maddelerden 2.nci madde hariç diğerlerinin ve özellikle 3.üncü maddenin işlerliği daha önce DSP-MHP-ANAP Koalisyonu döneminde yapılan değişikliklerle ortadan kaldırıldı, bölücülük serbest bırakıldı. Şimdi bölücülük serbest iken bölücü terörü nasıl durdururuz diye görüşmeler yapıyorlar. Bölücülük serbest iken bölücü terör sonlandırılabilir mi? Kimi kandırıyorlar? Terörle mücadelede samimi iseler öncelikle Anayasanın 3.üncü maddesine yeniden işlerlik kazandıracak ve ırkçılığı, dil, din ve mezhep ayrımcılığını yasaklayan Anayasa değişikliğini yapmalılar...
Halen 2.nci madde CHP ve Yargı mensuplarının direnci sebebiyle yürürlüğünü korumakta...
Referandumun hedefi de işte bu madde ve arkasından 66. madde…
Yani Türk kimliği…
-------------------------------------------------------
VARAN İKİ:
Bu sefer çetin ceviz Lütfü Şehsuvaroğlu, gene ülkücü camianın büyük isimlerinden bakın ne demiş:
Bir 12 eylül yazısı
Eylül ile ilgili birçok gazete ‘evet’ kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı “bunları ilk defa işitiyorum.
Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim” gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı. Bazı eski ülkücüler eğer “evet” kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse onlara yer verdiler.
Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana.
Bugün (3 Ağustos 2010) Vatan gazetesinde Sami Selçuk’la yapılan röportajı okuyunca yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Star’da yazmıştım.
Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül’den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu… Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin ‘evet’ demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk? Doğruyu bir ateist de söylese, doğru ‘doğru’ değil miydi? Sevgili dostum Mustafa Çalık’ın bir TV kanalında Hüseyin Çelik’le birlikte olduğu programda söylediği gibi miydi hakikat?
Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi? ‘Evet’ veya ‘hayır’a gönlü ısınamayanlar, rahmetli Ayvaz Gökdemir gibi yapıp da bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek sandığa hiç gitmeseler kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi?
Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk?
Ne münasebet ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK’lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?
Hep beraber sandığa gitmezse bu millet, -Kürdüyle, Türkmeniyle, Azerisiyle, Özbeğiyle, Boşnağıyla, alevisi sünnisiyle, kuzeylisi, güneylisiyle doğulusu batılısıyla- saygın bir doğrulukta ve anlaşılabilir bir dürüstlükte ittifakı gerçekleştiremez mi?
Bakın açıkça ilan ediyorum: bu evet kampanyası İslam’dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam’ın hörmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir.
İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Çünkü solmaz pörsümez hakikati şudur ki: din ile kin asla bir araya gelmez. Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana ‘kafes’te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans’ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım? Evet kampanyası sayesinde benim kırılan gönlüm tamir mi edilecek? Ben evet, 12 Eylül mağduru ülkücü, sayenizde beyler, mutlu mu olacağım? Bana özgürlüğümü mü iade edeceksiniz?
12 Eylül’dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa bey (kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylülün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?...
Referandumda sessiz kalacaktım… sandığa gitmeyecektim. Hanımla annem evet vereceğim, kardeşim hayır vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum. Hak kimden yana? Ama biliyorum ki Hak çirkinin yanında olmaz. Âkif’in dediği gibi hak namına bile haksızlığa ölsem tapamam… hüdayı kendime kul edip kendim hüda olamam. Memleketi evetçiler hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem.
Bu oyunun içinde olamam.
Bu müsamereye katılamam.
Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki, ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok.
Şimdi buradan Bugün ve Zaman gazetelerini ve yayın müdürlerini uyarıyorum. Benimle yapılan röportajı ya yayınlatırsınız, ya da ben de yapacağımı bilirim.
Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim.
5. Daha önce böyle değillermiydi? Evet daha öncede böylelerdi. Ancak bugün o kadar pervasızlaştılar ki habire açık veriyorlar ve hedeflerinde ülkücüler var bazıları çetin ceviz çıkıyor, baltayı taşa vuruyorlar. Pensilvanya mücahidinin emri var umreleri bile iptal edin ve çevrenizde her kim varsa evet propogandası yapın. Bugün cemaatin en büyük gündem maddesi evet propogandasıdır. Bütün toplantıların ana mevzusudur.
6. Şimdi bütün bunlara rağmen hala en dürüstü zamandır, müslümandır, şöyledir böyledir diyen kardeşlerime hiç birşey demiyorum. İlerde hepsi bu gerçeği görecek ve geçen zaman içerisinde neden galiz küfürler etmediğine pişman olacaktır. Nerden mi biliyorum? Beni tanıyanlar cevabı biliyorlar... Allaha emanet olun.
2. Ses kaydına dair: Eğer böyle bir ses kaydı olsaydı anında yayınlar bu lekeden kurtulurlardı, oysa var denilen ses kaydının haberini yapıyorlar. Ses kaydı konusunda ne denli uzman olduklarını biliyorum üzerinde çalışıyorlardır yakında çıkar.
3. Bir "evet" propogandası uğruna neler yapabileceklerine birebir şahit oldum, "ZAMAN 242 bbp liyi ergenekoncu ilan etti" başlığıyla olan biteni yayınladım. Yalancı ve iftiracı olduklarını birebir müşahade ettim. Gazetenin okur kısmıylada görüştüm inkar edemediler.
4. Bunlar eski ülkücü veya bir şekilde MHP ye muhalif bütün isimlere birşeyler koparabilirmiyiz diyerek gitmektedirler. Birsel anamıza yönlendirme soru soruyorlar, ana oğlunu asanları yargılamak istermisin cevap "evet", yaz evet dedi. Ana kenan evren yargılansın istermisin; cevap "evet" yaz etti iki, hop işlem tamam hadi anacım görüşürüz, duyguların istismar edilmiştir. Sağolasın... Olay bu. Çünkü yaşını başını almış bir kadını kandırmakta ne var? Adamlar eski kurtlardan bile kelime apardı yayınladılar ancak bir kaç çetin ceviz çıktı buyrun:
5. MHP muhalifi ve MHP ye muhalif olanlarından saygı duyduğu bir isim, ülkücü tavır denince akla gelen isimlerden Ali Güngör bakın nasıl faş etmiş bunların gerçek yüzünü:
Zaman, Samanyolu, Cihan Haber, Vakit, Ajansı vs… Ve Ahlaksızlık Ve Referandum
Ali GÜNGÖR
Tarih: 15 Temmuz 2010 Perşembe
Zaman, Vakit, Star ve benzeri gazetelere ve Samanyolu, Kanal 7 gibi TV kanallarına beyanat vermiyorum, konuşmuyorum. Zaman zaman aradıklarında bunu kendilerine de gerekçesi ile beraber açık olarak söylüyorum. Bu kuruluşlar; her konuyu, her haberi maalesef hep kendi çıkarları için değerlendirmeyi, bu amaç için gerekiyorsa her türlü çarpıtmayı yapmayı gazetecilik ve yayıncılığın gereği diye düşünüyor buna inanıyorlar.
Şahsen ben bu gazeteleri gazete diye okumam. Televizyonlarını ise hiç mi hiç seyretmem. Okuyanlara ve seyredenlere, hele de bunlara paralar verip abone olanlara acırım. Yazık! Bunlara para kazandırarak dinlerine hizmet ettiklerini düşünüyorlar…
Haberlerindeki çarpıtma ve yorumları kendilerini ve okuyucularını ilgilendirir. Ama birileri ile yaptıkları konuşmaların, konuşmada verilen mesajın tam tersi mesaj verilmiş gibi haber yapılması… İşte buna ahlaksızlık derim, sahtekârlık derim.
Bugün bunları niye yazıyorum?
Geçen Cuma günü Cihan Haber Ajansı TBMM Bürosundan Hamza Bey diye birisi aradı. Referandum ve Partilerin bu konudaki duruşlarını değerlendirmemi rica etti. Kendisine içinde çalıştığı cemaatin hiçbir ahlak kuralı tanımadan söylenileni çarpıttığını bu sebeple konuşmayacağımı, eğer mutlaka istiyorsa bu konuda 20 Nisan 2010 tarihinde yazdığım “Korkuyorlar” başlıklı yazımı okuyup haber yapabileceğini söyledim. Hamza Bey ise kendilerinin haber ajansı olduğunu, beni ağabey olarak görüp saygı duyduğunu ve söyleyeceklerimin kesinlikle çarpıtılmasına izin vermeyeceğine dair sözler vererek beni konuşmaya ikna etti.
Şimdi diyeceksiniz ki; amma da saf imişsin! Gerçekten de doğru…
Aslında ben buna benzer bir olayı daha önce de yaşamış ve 2 Temmuz 2009 tarihli “Tarihin Cilvesi, Fettullah Gülen ve 12 Eylül” başlıklı yazımda yazmıştım. Olsun, bir kere de Hamza beye inanalım, bir de bunların Haber Ajansını görelim dedim.
Gördüm…
Konuşmamızı Cumartesi günü internet üzerindeki cemaatlerinin haber sitelerinde yayınlamışlar. Bazı arkadaşların haber vermesi üzerine Hamza beyi aradım. Ben konuşmamın bütününde bu Anayasa değişikliğine referandumda hayır diyeceğimi, hayır denilmesi gerektiğini söyledim. Ama siz; okuyanların sanki ben evet denilmesini istiyormuşum gibi anlamalarına yol açacak şekilde vermişsiniz. Bunu düzeltiniz. Yoksa sizi ahlaksız ve sahtekârlar olarak ilan edeceğim dedim. Peki, ağabey dedi ama Pazar günü Vakit Gazetesine manşet yapmışlar, Pazartesi günü Star Gazetesinde yayınlamışlar, başka nerelerde ne yaptılar ve yapacaklar bakalım.
Kendisine söylediğim gibi yapılan şey sahtekârlıktır, ahlaksızlıktır. Bana haksızlık yaptılar ve hakkımı yediler, topluma ve kendi okuyucularına haksızlık yaptılar, onların haklarını yediler. Bütün bunlar kul hakkı… Kul hakkı yedikten sonra Allah korkusu olan birisi yarın Allah’ın huzuruna nasıl çıkar? Demek ki bunlarda Allah korkusu yok! Allah’tan korkmuyorsun bari kul’dan utan diye bir söz vardır ama bunlarda utanma duygusu da kalmamış!
Aslında bunları, onlar açısından, boşa yazıyorum. Çünkü bunlar aynı zamanda anlayışsızdır da…
Bunların anlayacağı tek bir dil var. O da, bunları günahlarıyla birlikte yalnız bırakmaktır. Allah’ını, dinini, imanını seven bunların gazetelerini okumasın, televizyonlarını seyretmesin. Bunu, onlara yönelik bir düşmanlığım olduğu için değil sadece ve sadece onlara iyilik olsun, belki böylece doğru yolu bulabilirler diye yazıyor ve söylüyorum. Yüce Yaradan inşallah onları da ıslah eder bir gün.
Bana gelince: ben bu cemaatin kuruluşlarından kimse ile bir daha konuşmayacağımı kendilerine de söyledim. Bundan başka, bu ve benzeri yaşananları unutmamak üzere bir kenara not ettiğimin herkesçe bilinmesini de isterim.
Şimdi gelelim bu Hamza Bey diye kendisini tanıtan kişi ile yaptığımız konuşmada sorulan sorulara ve verdiğim cevaplara…
Soru: Anayasa Değişikliği ve referandum konusunda ne düşünüyorsunuz?
Cevabımız: Bu konudaki düşüncelerimi 20 Nisan 2010 tarihli “Korkuyorlar” başlıklı yazımda işledim. Ben Referandumda hayır diyeceğim. Hayır, çıkmasının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olacağına inanıyorum. Çünkü yönetim bilimi ile uğraşan düşünürlerin bugün için bulabildikleri en iyi yönetim biçimi; erkler ayrılığı ilkesini esas alan Yürütme, Yasama ve Yargının birbirinden bağımsız olarak ama koordineli bir şekilde çalışmasıdır. Ben de buna inanıyorum. Halen millet adına yasa çıkarmak ve yürütmeyi denetlemekle görevli olması gereken Yasama Organımız TBMM; tümüyle yürütmenin emrinde çalıştığından, Milletin değil, Liderlerin Meclisi durumuna düşmüştür. Yeni Anayasa değişikliğinin referandumda kabul görmesi halinde Yargı müessesesi de Siyasetin yani Yürütmenin emrine girecektir. O zaman iki şey olur.
1-Yargı mensupları ikiye bölünür. Nitekim daha bugünden bölünmeye başlamışlardır. Birisi YARSAV, diğeri bilmem ne. 12 Eylül 1980 öncesi Emniyet mensupları ikiye bölünmüştü. Bir taraf Pol-Bir, diğer taraf Pol-Der… Ve emniyet diye bir şey kalmamıştı.
2-Bölünmüş bir yargı mensuplarından oluşan Yargı Organından Adalet beklemek hayaldir. “Adalet Mülkün Temelidir” Adalet yoksa hiçbir şey yoktur.
Soru: AKP karşısında CHP-MHP ve BDP aynı blokta yer aldılar. Partilerin Referandum konusundaki tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevabımız: Ben bu 3 Partinin aynı blokta yer aldığını düşünmüyorum, öyle görmüyorum.
1- BDP çok iyi düşünülmüş ve hazırlanmış bir stratejiyi yürütüyor. Ne yapmak ve nasıl yapmak istediklerini çok iyi biliyorlar, açıkçası yapmak istediklerinin hakkını da veriyorlar. Bu sebeple uzun zamandır başarılı oluyorlar. BDP önce referandumda hayır diyeceğini söylüyordu ancak sonra bundan vazgeçti. Şimdi referandumu boykot edeceklerini söylüyorlar. AKP eğer Türkiye’nin bölünmesini istemiyor ise BDP’nin niye tavır değiştirdiğini iyi düşünmelidir. Bu tavır değişikliği kısa vadede yani referandum sürecinde AKP’nin lehine görülebilir. Ama bilinmelidir ki BDP; onun için değil, yani AKP lehine olsun diye değil, bölgede kesin hâkimiyetinin mesajını referandum münasebetiyle vermek ve bir sene sonra yapılacak genel seçimlerde AKP’yi de bölgeden tamamen silmek için bu yolu seçmiştir. BDP; sandığa giden seçmene kendi istediği gibi oy verdirmekten, seçmeni sandığa göndermemenin daha kolay olacağını hesaplamıştır ve tespiti doğrudur. PKK’nın hâkim olduğu bölgede halkın can, mal ve namus güvenliğini sağlayamayan bir AKP referandumdan evet ile kazançlı çıksa bile Tayip Beyin o çok övündüğü “biz Türkiye’nin her yerinde varız” sözü çöpe gidecektir. Hoş Devletin güvenlik güçleri olmasa o bölgede AKP bu gün de çöplüktedir ya!
2- CHP de kendisine göre ilkeli bir tutum sergilemektedir. Yargının bağımsız olması gerektiğini, erkler ayrılığı ilkesinin önemli olduğunu vurgulamakta ve getirilen değişikliğin, yargıyı siyasetin emrine sokacağını bunun da vicdanları kanatacağını söyleyerek hayır denilmesini istemektedir.
3- AKP bu değişikliği yaptı ve evet çıkması için elinden ne geliyor ise yapmanın peşinde. Fettullahçılar da aynı şekilde. Ahlak kurallarını hiçe sayarak evet çıksın diye sahtekârlık dâhil her şeyi yapıyorlar. Ne için? Yargıdaki bazı makamlardan kendilerine göre solcu CHP’lileri temizleyip o makamlara kendi adamlarını getirmek için. Bir başka sebepleri daha var! Niyet okumayı hiç sevmem ve yapmadım. Biliyorum ki AKP’nin de Fettullahçıların da esas dertleri Anayasa’nın ilk 4 maddesi ve esas amaçları bu ilk 4 maddenin değiştirilmesidir. Bu bakımdan bir amaca matuf ve ilkeli bir şekilde hareket ediyorlar.
4- MHP’yi ise anlamak hiçbir şekilde mümkün değil. Başından bu yana hem yargının siyasetin üzerinde herhangi bir şekilde yaptırım gücü olarak var olmasının kabul edilemeyeceğini söylüyorlar ve Anayasa Mahkemesinin verdiği kararları kınıyorlar ki, bu bakımdan AKP’den farklı olmadıkları görülüyor, hem de referandumda hayır diyeceklerini söylüyor. Bu tutumu herhangi bir ilke ile izah edebilmek ve MHP’nin bu tutumunu anlamak mümkün değildir.
Soru: Bu sözlerinizden sonra, sizin referandum konusunda MHP’den ziyade CHP gibi düşündüğünüz sonucunu çıkarabilir miyiz?
Cevabımız: Hayır! Ben konuya tamamıyla ilkesel anlamda bakıyorum ve hayır diyorum. CHP erkler ayrılığı diyor ama Yasama Organının bağımsız çalışmasına yönelik hiçbir görüş ortaya koymuyor, girişimde bulunmuyor. Ben her üç kurumunda kişilik ve şahsiyet sahibi, Kişiler adına değil Millet adına iş yapan kurumlar haline dönüşmesi için düşünülmesinin ve bu doğrultuda Anayasa değişikliklerinin yapılmasının gerekliliğine inanıyorum.
Bu Partilerin hiçbirisinin niyeti 12 Eylül Anayasası, demokrasi, özgürlükler vs. değil! Hepsinin derdi ilk 4 madde ve 66. madde. Zaten bu maddelerden 2.nci madde hariç diğerlerinin ve özellikle 3.üncü maddenin işlerliği daha önce DSP-MHP-ANAP Koalisyonu döneminde yapılan değişikliklerle ortadan kaldırıldı, bölücülük serbest bırakıldı. Şimdi bölücülük serbest iken bölücü terörü nasıl durdururuz diye görüşmeler yapıyorlar. Bölücülük serbest iken bölücü terör sonlandırılabilir mi? Kimi kandırıyorlar? Terörle mücadelede samimi iseler öncelikle Anayasanın 3.üncü maddesine yeniden işlerlik kazandıracak ve ırkçılığı, dil, din ve mezhep ayrımcılığını yasaklayan Anayasa değişikliğini yapmalılar...
Halen 2.nci madde CHP ve Yargı mensuplarının direnci sebebiyle yürürlüğünü korumakta...
Referandumun hedefi de işte bu madde ve arkasından 66. madde…
Yani Türk kimliği…
-------------------------------------------------------
VARAN İKİ:
Bu sefer çetin ceviz Lütfü Şehsuvaroğlu, gene ülkücü camianın büyük isimlerinden bakın ne demiş:
Bir 12 eylül yazısı
Eylül ile ilgili birçok gazete ‘evet’ kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı “bunları ilk defa işitiyorum.
Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim” gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı. Bazı eski ülkücüler eğer “evet” kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse onlara yer verdiler.
Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana.
Bugün (3 Ağustos 2010) Vatan gazetesinde Sami Selçuk’la yapılan röportajı okuyunca yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Star’da yazmıştım.
Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül’den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu… Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin ‘evet’ demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk? Doğruyu bir ateist de söylese, doğru ‘doğru’ değil miydi? Sevgili dostum Mustafa Çalık’ın bir TV kanalında Hüseyin Çelik’le birlikte olduğu programda söylediği gibi miydi hakikat?
Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi? ‘Evet’ veya ‘hayır’a gönlü ısınamayanlar, rahmetli Ayvaz Gökdemir gibi yapıp da bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek sandığa hiç gitmeseler kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi?
Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk?
Ne münasebet ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK’lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?
Hep beraber sandığa gitmezse bu millet, -Kürdüyle, Türkmeniyle, Azerisiyle, Özbeğiyle, Boşnağıyla, alevisi sünnisiyle, kuzeylisi, güneylisiyle doğulusu batılısıyla- saygın bir doğrulukta ve anlaşılabilir bir dürüstlükte ittifakı gerçekleştiremez mi?
Bakın açıkça ilan ediyorum: bu evet kampanyası İslam’dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam’ın hörmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir.
İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Çünkü solmaz pörsümez hakikati şudur ki: din ile kin asla bir araya gelmez. Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana ‘kafes’te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans’ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım? Evet kampanyası sayesinde benim kırılan gönlüm tamir mi edilecek? Ben evet, 12 Eylül mağduru ülkücü, sayenizde beyler, mutlu mu olacağım? Bana özgürlüğümü mü iade edeceksiniz?
12 Eylül’dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa bey (kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylülün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?...
Referandumda sessiz kalacaktım… sandığa gitmeyecektim. Hanımla annem evet vereceğim, kardeşim hayır vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum. Hak kimden yana? Ama biliyorum ki Hak çirkinin yanında olmaz. Âkif’in dediği gibi hak namına bile haksızlığa ölsem tapamam… hüdayı kendime kul edip kendim hüda olamam. Memleketi evetçiler hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem.
Bu oyunun içinde olamam.
Bu müsamereye katılamam.
Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki, ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok.
Şimdi buradan Bugün ve Zaman gazetelerini ve yayın müdürlerini uyarıyorum. Benimle yapılan röportajı ya yayınlatırsınız, ya da ben de yapacağımı bilirim.
Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim.
5. Daha önce böyle değillermiydi? Evet daha öncede böylelerdi. Ancak bugün o kadar pervasızlaştılar ki habire açık veriyorlar ve hedeflerinde ülkücüler var bazıları çetin ceviz çıkıyor, baltayı taşa vuruyorlar. Pensilvanya mücahidinin emri var umreleri bile iptal edin ve çevrenizde her kim varsa evet propogandası yapın. Bugün cemaatin en büyük gündem maddesi evet propogandasıdır. Bütün toplantıların ana mevzusudur.
6. Şimdi bütün bunlara rağmen hala en dürüstü zamandır, müslümandır, şöyledir böyledir diyen kardeşlerime hiç birşey demiyorum. İlerde hepsi bu gerçeği görecek ve geçen zaman içerisinde neden galiz küfürler etmediğine pişman olacaktır. Nerden mi biliyorum? Beni tanıyanlar cevabı biliyorlar... Allaha emanet olun.