eiffel
Forumun Kulesi
- Katılım
- 10 Mar 2006
- Mesajlar
- 5,705
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Zaferin yüz babası varken yenilgi yetimdir'
Kennedy, Küba'ya yönelik Domuzlar Körfezi harekâtının başarısızlığı üzerine hesap vermek için medyanın karşısına çıktığında söze şöyle başlar: "Zaferin yüz babası varken yenilgi yetimdir". Bu sözün ne kadar doğru olduğunu 2007 genel seçimlerinin ardından bir kez daha gördük.
Bu seçim, başarıyı ve başarısızlığı kesin ve kalın bir hatla ayıran niteliğiyle zaferin babalarını ve yenilginin yetimliğini, insan hallerine ilişkin tüm ayrıntılarıyla birlikte bir kez daha gözler önüne serdi. Seçim akşamı AKP genel merkezinin önü coşkulu bir zafer kitlesiyle doluyken CHP genel merkezinin önünde yenilginin fotoğrafını çekmek isteyen medya mensupları vardı. TV yorumcuları, muhabirler seçim sonuçlarına CHP ne diyecek diye merakla beklediler.
Görülen, "23 Temmuz sabahı Türkiye yeni bir iktidara uyanacak" iddiasıyla, "şimdi CHP zamanı" temennisiyle seçimlere giren CHP'nin, ilk sonuçların ardından kendi kozasına çekilmiş, kolektif mahremiyetine gömülmüş olmasıydı. Bir televizyon kanalından umutsuzca, "Bunlar ilk veriler, sonra çok değişecek, AKP'nin güçlü olduğu yerler önce veriliyor" türünden teviller dile getirilmesi ve CHP seçmenine moral verme çabaları işe yaramadı, yenilgi sabahı beklemedi, eski hesapla seçimin nasıl bitebileceğine ilişkin spekülasyonların yapıldığı bir zamanda neredeyse tüm sandıkların sonuçları açıklandı: AKP siyasi tarihimizde örneği pek az görülen bir seçim zaferi kazanmıştı. % 47'lik oy oranı o kadar yüksekti ki, bu zaferin parlak ışığında MHP'nin başarısı bile solgunlaşıyor, belki başka bir zamanda CHP'nin elde ettiği sonuçla ilgili daha teşvik edici laflar üretebilecek keskin zekâların gardı düşüyor ve yerinde sayma kat'i bir yenilgi olarak tarihteki yerini alıyordu.
Güç ve değer
CHP'deki yenilginin yetimliği o akşam başladı. Zafer karşısında soğukkanlılığı korumaktan daha zoru belki, yenilgi karşısında soğukkanlı olabilmektir. Başbakan AKP genel merkezi önünde yaptığı denge ve itidal dolu konuşmasıyla zafer tarafından baştan çıkartılmadığını gösterdi; ama yenilginin ağırlığı bu türden bir sahiplenmeye izin vermemiş olacaktı ki, CHP tarafında uzun süre bir sorumlu ortaya çıkmadı. Nihayet bir parti yetkilisinin sonuçlara ilişkin değerlendirmesi, "Baykal istifa!" bağırışları kadar ne söylendiğinden daha çok yüzlerin anlamına odaklanmış, yüzlerin sözlerini iletmek isteyen kamera optiğinin yönelimi yanında ikincil sıraya düştü. Medyanın ilgisini en çok çeken ise kelimeler değil, elindeki CHP bayrağıyla açıklamanın yapıldığı kürsünün dibine çökmüş bir partilinin görüntüsüydü.
Bu fotoğraf aslında birçok kişinin aklına futbol maçlarında kaybeden takım taraftarlarının görüntülerini getirmiştir. Futbol, futbolcuların gelmişini geçmişini yakından bilen, her maçı iple çeken, sosyal ilişkilerini dahi takım taraftarlıkları üzerinden kuran kişiler için "centilmence bir müsabaka" değil, adeta ruhlarına kadar nüfuz etmiş bir hayat/memat halidir. Aslında aynı durum fazlasıyla siyaset için geçerlidir. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz için yapabileceklerimizin dahi bir sınırı vardır; ama siyaset söz konusu olduğunda kimi zaman hayatımızın bile bir önemi kalmaz, yıllarca hapis yatmak gözümüze korkutucu bir bedel gibi görülmez.
Bizi partimizin siyasetine bağlayan kimisi akılcı, kimisi ise ancak öznel akıllara indirgenebilecek birçok faktör vardır; ancak güç talebini ve toplumun ilgisinden kaynaklanan kendini değerli hissetme halini bunlar arasında başlarda saymak gerekir. Partilerin zafer ve yenilgilerinin taraftarlar üzerindeki etkisini de öncelikle bu iki kavram etrafında görmek gerekir. Seçim gecesi AKP önünde toplananlar kendilerini hem güçlü hem değerli sayarlarken, CHP önündeki insanlar, zayıf, yenilmiş, tam da bu sonuçların işaret ettiği anlamda "değersiz" hissetmişlerdir. Kürsünün dibine çöküp kalmış CHP'li, o kolektif güçsüzlüğün somutlaşmış görüntüsüdür. Bu iki duygunun bundan sonraki CHP üzerinde ne tür bir etki yaratacağına biraz sonra yeniden döneceğiz.
Baykal'ın değerlendirmesi
Yenilginin yetimliği, sessiz iki günün ardından Baykal'ın gazetecilerin karşısına çıkmasıyla da değişmedi. Baykal'ın neler söylediği o tarihe ait gazetelerde mevcut. Böyle zamanlarda yapılan konuşmalar, sözün düz anlamının dolgu maddesi gibi kullanıldığı, asıl mesajların satır aralarına yerleştirildiği, bir jestin, bir duruşun, ses tonundaki bir değişmenin kelimelerden daha fazla anlam kazandığı konuşmalardır. Baykal da gazeteciler tarafından böyle dinlendi. Sorular ise hem gazeteciler hem de Baykal için zor sorulardı. Nezaketi muhafaza ederek en aykırı, en sert soruları sormak, üstlenilen kamusal sorumluluğun hesabını vermeye çağırmak kolay iş değil, daha zoru ise bunlara muhatap olmak. Baykal'ın basın toplantısındaki iklimi -Baykal hariç- özetlemek gerekirse görüntü şuydu: "Sonuca dair çıplak gerçeğin hiçbir yoruma ihtiyacı yok. Buna tekabül etmeyen her söz, bunu yok saymaya, değiştirmeye, "ama"lı bağlaçlarla başka kulvarlara kaçmaya çalışan her anlatım sefil bir teselli girişiminden öte bir değere sahip olamaz". İnsanların her türlü "söz oyunu"ndan önce, ne olup bittiğini kavramış bir bilincin karinesi olarak duymak istedikleri, "evet, bu bir yenilgidir, CHP hezimete uğramıştır, bundan sonra yolumuza bunu bilerek devam edeceğiz" sözleriydi.
Ancak öyle olmadı, Baykal söze tam da ortasından girmedi, bilinen ve beklenen konuşmasının dolayımlarına bazı değişim mesajlarını yerleştirmekle yetindi. Bunlardan birincisi, "Elbette CHP'nin yürüttüğü siyaset doğruydu, üstlendiği misyona ilişkin herhangi bir şüphe yoktu," ama "güncel gelişmeleri de değerlendirmeye katan bir siyasi anlayış" mutlaka gerekliydi.
Bir siyasi partinin seçimden bir gün önce söylediklerini bir gün sonra seçim sonuçlarına bakarak külliyen reddetmesi beklenemez. Baykal da bunu yapamazdı, çünkü böyle bir tavır aynı zamanda biraz önce belirttiğimiz kendini değersiz hissetme duygusunu pekiştirir, yıkıcı bir etki yaratırdı. Aksine, "aynı yerde duruyoruz" mesajı ise bu değersizlik duygusuna karşı bir mukabelede bulunma, varlığını koruma ve kollama tavrıdır. Baykal "siyasetimiz doğru" lafıyla kadrolarına güven aşılamaya çalıştı, aynı zamanda "güncel gelişmeleri hesaba katmak" ifadesiyle bir değişim "niyetini" de ortaya koydu. Bu "güncel gelişme" laflarının anlamı belirsiz olabilir, fakat burada güncelliği iyi okuyamamaya yönelik bir özeleştiri ve bunu beceren AKP'nin kodlarına yönelik de bir ilgi olduğunu söylemek "kastın" anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
M. NACİ BOSTANCI