Yeni Dünya

Elçibey

New member
Mezarlık hayli kalabalıktı. Merhumun annesi,ninesi,teyze oğlu,kısacası;ondan önce ölmüş herkes oradaydı. Irkların gelenekleri gereği farklı karşılama törenleri yapıldığından, Türk budununa mensup ölünün yakınları da davul zurna ekibini getirtmişti. Hazırlıklar tamamdı. Şamatanın sınırsızlığında defnedilenin çıkarılması bekleniyordu artık. Davulcu tokmağını sallarken,zurnacı yanaklarını şişirerek karşılama parçasını çalıyor,uzaktan gelen ses kulağa nağmeler fısıldıyordu.

Doğacak insanın annesi Sultan Hatun güneşe baktı. Derin düşünceler içindeydi. Oğlunun ölüm şeklini merak ediyordu. Temennisi doğal yollu bir ölümdü. Aksi halde, seçenekler o kadar zorluydu ki… Yanma,ezilme veyahut başka nedenlerle organlarını kaybetmiş olabilirdi.Eğer bedeni ağır hasar almışsa,oğlunun Yeni Dünya’da vücut bulması zaman alacaktı.Sırasıyla atomaltı parçacıklar,hücreler,uzuvlar birleşecek,beden daha buraya gelmeden toprakta geri sayıma başlayacaktı.Ve bu zordu. Sultan’ın vücudu soğudu bir an. Oğlunu beklemeyle geçen zamanın ömrü tükeniyordu. Tasalanmayı bıraktı. Güneş doğu yönünde batmaya başlayınca talimatını verdi:”Haydi, kazalım. Rahatsız olmasın yavrum.”

Kürek batıp çıktıkça toprak zemin yer değiştiriyordu. Mezarı kazan adamın alnından terler boşaldı.20 yaşında dinç biriydi. Yeni Dünya’da son 13 yılı kalmıştı; ama mutsuz değildi. Her geçen gün daha da gençleşiyordu nasılsa...

Beden çıkarıcı,darbeleri şiddetlendirince kara toprak yerini beyaz kefene bıraktı. Görüntü netti artık,hedefine ulaşmıştı.Merhumun annesine döndü:”Sultan Ana,oğlunun yüzünü sen aç,bizim haddimiz değil.”dedi.Sultan Ana çok heyecanlıydı.Sağlıklı bacaklarıyla yel gibi atıldı mezarın içine.Oğlunun üzerine basmamak için ayaklarını yan taraftaki toprağa dayadı.Pürüzsüz ellerini bir müddet tereddütle havada bekletti.Yüzü nur doluydu.Sanki melekler havaya uçmuş,Sultan Hatun’a nur saçılmıştı.Bakışlarını yoğunlaştırdığı kefenin baş kısmını açtı.Oğlu karşısında duruyordu şimdi.Nasıl da yaşlanmış, nasıl da çökmüş…Ağlamak istedi ama yapamazdı.Düğün günüydü bugün,ağlamak yakışmazdı.Güzel,kibar ellerini oğlunun yüzünde gezdirdi.Sonra başını göğe doğru kaldırıp kendi annesine seslendi:”Demek bayağı yaşamış oğlum.Eceliyle mi ölmüş acaba?” Annesi Kutlu Hatun bu dünyadan da göçmek üzereydi. Yedi yaşını doldurmasına az vakit kalmıştı ve “Dönüşüm Kanunu” gereği çocuk bedeni yakında toprağa karışacaktı. Masum çehresini kızına çevirerek,”Sabret,biraz sonra uyku hali geçecektir,sorarsın.”dedi,ince sesiyle.O da çok mutluydu.Çünkü torununu görecekti;kendi ölümünden bir yıl sonra doğmuş torununu…

Onlar konuşurken kefendeki ihtiyar gözlerini araladı. Gördüğü ilk insan,annesiydi. Ancak tanıyamadı. Annesi onun ölümünden 40 sene önce ölmüştü. Doğal olarak yaşlı biriyle karşılaşması gerekirdi. Ancak Yeni Dünya’da işler böyle ilerlemez. Annesinin 30 yaşındaki haline bakarken,içinde müthiş bir fırtına koptu. Bu kadını gözü ısırıyordu ama nerden?

İhtiyar, ona bakan orta yaşlı güzel kadına dönüp,”Neredeyim ben?”dedi;klasikleşen bir soruydu bu.Sultan gülümsedi.”Hoş geldin Kağan,oğlum.”dedi,sesi güçlü ve güven vericiydi.Bakışları büyülü,mıknatıs gibi çekiciydi. Oğlu anlayamıyordu. Az önce kalbi sıkışmamış mıydı? Ölmemiş miydi? Kefen değil miydi üzerindeki?

Sultan, başka kelime kullanmayan oğluna doyasıya sarıldı. Gözlerinden akan ılık damlalar evladının kırlaşmış saçlarına değdi. Yardım ederek oğlunun mezarda doğrulmasını sağladı. Kefeni ihtiyar oğlunun beline kadar indirdi. Eve dönünce yeni giysilerini giydirecekti ona.

Toprağın iki metre üstüne çıktıklarında onları bekleyen ahali tebrik etmek için sıradaydı. Önce ninesi sarıldı,çocuk bedenine aldırmadan.Neredeyse göbek hizasına geliyordu torununun.”Yavrum.”dedi,başka da bir şey demedi.Sırayla tüm akrabaları,arkadaşları ihtiyarı selamladı,kucakladı. İhtiyar garipsiyordu yaşananları. Bu insanları anımsıyordu sanki. Dejavu benzeri tuhaf bir hisse kapıldı. Onları gördüm ama ne zaman?

Sultan,Yeni Dünya’da bocalayan oğluna tutunarak onu evlerine götürdü.Yorgundur, dinlensin,olanları anlatırız hele,diyordu içinden.Tekrar ölmeden görmüştü ya oğlunu,daha ne muradı olurdu onun...

Heybetli çınar ağacının gövdesindeki oyuktan içeri adım attıklarında, ihtiyar Kağan’ın aklı afallama huyundan vazgeçmemişti hala. Yeni Dünya’da yeni eviydi burası. İhtiyaç duyulmadığı için az sayıda eşya vardı; olanlar da tahtadandı.

Annesi dolabın kapağını açtı. Üç parça,ayrı renklerde elbiseler çıkardı. Kağan bunları giyinince bedeni tamamen sarıldı. Koza gibi saydam elbiseler üst üste geçince rengârenk bir görüntü belirmişti.

Ertesi gün olduğunda Sultan, oğlunu gezintiye çıkardı. Her taraf atkuyruğuna benzeyen eğrelti otlarıyla doluydu. Huzur yüklü hava dalgası canlılara misk kokusu serpiyor,doğallık aşılıyordu. Sultan, yaşadıkları yeri,düzeni anlatırken sevgi dolu bakışlarını oğlundan yana esirgemiyor,hasret zincirlerini kırıyordu.

"Burası neresi anne?” dedi Kağan, uzunca bir denizi gösterirken. Sultan,tebessüm ederek,”Muzaro.”dedi.”Akdeniz’in ikizi.Muzaro ile Akdeniz’in tabanı aynıdır.Özellikleri sebebiyle benzer,ters yönde oldukları için zıtlar.Birbirlerine göre tepetaklaklar çünkü…” Kağan şaşırdı.”Her şey için geçerli mi bu?” dedi. Annesi başını salladı.”Türkiye’den bir tane var,Irak’tan da...Aklına neresi gelirse aynısından burada da var.” Eliyle bazı yerleri işaret ederek konuşuyordu.”Ama caddeler,binalar yok.Onlar sonradan yapıldı çünkü.Başlangıçta sadece burada gördüklerin vardı.” Kağan, gözlerinin önündeki uçsuz bucaksız araziyi tararken,sevinç dalgası ruhuna çarptı.Sersemlemişti.Çakırkeyif sordu: ”Sen niçin benden gençsin?” Annesi gülümsedi. Genellikle bu soruyu daha erken sorarlardı. Ama oğlunun mizacı buydu;bugünün işini yarına bırakırdı o. ”Burada zıtlık kanunu var.Geldiğin-geldiğimiz dünyada yer çekimi vardı.Burada ise yukarı doğru çekim kuvveti var.Aynı tabanda gezinen ayaklar…Ama hareket ederken bunu hissedemiyoruz.Dünyada da böyle değil miydi zaten? Buradaki yaşam döngüsü gereği insanların yaşlanması da tersine dönüyor.Ben öldüğümde kaç yaşındaydım?” diye sordu. Oğlu düşündü,taşındı:”74.”diye cevapladı.”İhtiyarlamıştın;saçın ağarmıştı,zayıftın,oysa şimdi…” Sultan, oğlunun sırtına dokundu:”Oysa şimdi gencim. Otuz yaşımdaki halime tekrar kavuştum. Seneye 29 yaşıma basacağım. Her geçen gün gençleşiyorum.”dedi. Kağan’ın benliği önce tılsımlı bir mutlulukla sarıldı,ardından sarsıcı bir hüzün düşüncelerini kuşattı.”Ben de yeniden gençleşeceğim ha! Ama,aynı zamanda sen de…”diyebildi.Sultan,oğlunun ne demek istediğini anlamıştı.Ölüm mevzusundan bahsediyordu.Şekil değiştirmişse de ölüm vardı;ama söylemedi.”Gezecek onca yer duruyor.”demekle yetindi.

İhtiyar evlatla genç annesi heybetli ağaçlara baktılar,yaylalarda,ovalarda yürüdüler.Her adımlarında bulutlar onlara eşlik ediyordu.Yaprakları bir metre uzunluğundaki dev ağaçların yanından geçip,eğrelti otlarına basa çıka ilerlediler. Kağan’ın gözü alıştı sadeliğe, doğallığa. Etrafını incelerken bir an durdu. Annesine bakarak,”Gömüldüğüm yerin zıddını nasıl bulabildin?”dedi. Sultan,ciğerlerini oksijenle doldurduktan sonra,“Uyku.”dedi.“İnsanlar uyuduklarında,ruhları Yeni Dünya’ya geçer.Bedenleri olmayan bu ruhlar buradaki yakınlarının rüyasına girer ve onlarla irtibat kurarlar.Ruhlar,rüya vasıtasıyla bilgi taşır.” Kağan’ın nutku tutulmuştu,”Ben niçin hatırlamıyorum peki?”diyebildi. Sultan saçını düzeltirken:”Tamamını hatırlayabilmen imkansız…Önceden gördüğün,tanıdığın için rüyanda beni hatırlayabilirsin belki.Ancak Yeni Dünya’daki çoğu şey sana yabancı.Onları dünyadaki nesnelere benzeterek hatırlayabilirsin ki bu sana saçma bir rüya izlenimi verir.”dedi.Kağan aklını yordu,düşündü ama çıkamadı işin içinden.”Rüyana girip gömüleceğim yeri söyledim öyle mi?”dedi.Sultan başını sallayınca Kağan,”İyi ama ben gömüleceğim yeri nasıl bilebilirim ki?” diye sordu.Annesi:”Ruhlar,bedenler gibi değildir;değişime uğramazlar.Akıldan daha üstün bir hızla hareket ederek, yaşanacakları önceden görürler.” diye yanıtladı.Kağan bu izahtan sonra konuşmadı.Ürkek bir ceylan gibi içine sindi.Buruşmuş parmağıyla,kahverengi beneklerle bezenmiş alnını ovaladı.

Alışma dönemini çabuk atlatmıştı. Yeni Dünya’daki arkadaşlarıyla buluştu,sıkıntı çekmeden,gelecek kaygısı duymadan günlerini geçirdi. Ve zaman bir müddet böylece geriledi…

Ninesinin ayrılık vakti gelip çatmıştı. Eşi dostu toplandı, onu Zumra’ya uğurladı. Burası, yedi yaşını bitiren bedenlerin gittikleri,sonrası bilinmez bir diyardı. Öte Dünya’ya açılan kapıydı. Geri sayım burada da devam eder,bedenler küçüle küçüle ilk hallerine yani pıhtı kıvamına gelirler,ana rahmine düştükleri meni şeklini alırlar, toprağa sızarlardı.

Ninesi ince dudaklarını yay gibi gerdi. Gülümsedi. Yakınlarına el sallayıp Zumra’ya doğru yürüdü. Küçük bedenini yansıtan büyük yatsı camdan içeri girerek, diğer bölgeye geçti. Bundan sonrasını kimse göremedi. Ama Zumra’dan,Yeni Dünya görülebiliyordu.Bedenler de sevdikleri tarafından izlenildiklerini bildiklerinden,tavırlarına dikkat ederlerdi.Hep böyledir zaten…

Önce Ay,Güneşi kovaladı, sonra yıldız bulutu sonra da sıcaklık rüzgarı. Zaman bir müddet de böyle akıp gitti. İhtiyar Kağan’ın bedeni sağlığa kavuşurken annesi de genç bir kıza dönüşüyordu. Bedenleri açlık duymadığı için,sevgiyle,sadakatle beslendiler.

Zaman çarkı döndü,döndü,hiç durmadı.Kağan’ın karısı geldi,evlatları geldi.Gençleşti,omurgası dikleşti,kalbi hızlanır oldu.Sultan anası da çocuklaştı,yüzü nurlaştı,yüreği paklaştı.Ve Zumra’ya gitme vakti geldi…

Cam geçidin yanında durdu,oğluna baktı:”Buradan sonra seninle olamayacağım.”dedi. Kağan,kederlenmişti,yutkunarak konuştu:”Yine görüşeceğiz değil mi?” Annesi güldü:”Zumra’daki toprağın zıddı,dünyada yok.Başka bir dünyaya geçip,seni bekleyeceğim.”dedi.Gençleşmiş oğlunu öptü.Küçük dudakları, kalbini ilham almışçasına heyecanlandırdı.Zumra geçidine geldiğinde yedi yaşını bitirmesine dakikalar kalmıştı artık.Şimdi geçmezse aniden çekilecekti.Oğluna son kez bakarak,”Hoşça kal.”dedi.Kağan,yerinde duramadı.”Kesin görüşürüz değil mi?”dedi,yeniden.Annesi tebessüm etti:”Bedenler değişmedi ki umutlar değişsin…”

Sultan Hatun yedi yılda küçüldü,un ufak oldu.Sıvıya dönüştü,toprağa karıştı.Başka bir Dünya’da kendisini bekleyen annesiyle buluştu…



Sefa Başpınaroğlu az önce buradaydı.
 
Üst