64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yeni Bir Aydın Namussuzluğu : Perihan Mağden Örneği
Demir Büyüközkan - Kemalist Politika
Ertem Eğilmez'in yönetip, başrolünde Şener Şen'in oynadığı "Namuslu"[1] (1984) adlı filmi hatırlayanlarınız vardır.
Kısaca özetlemek gerekirse;
Ali Rıza Bey (Şener Şen), bir işyerinde veznedar olarak çalışan, kendi halinde, az gelirli ama namuslu bir vatandaştır.
Namuslu ve dürüst olmanın karşılığını hor görülerek, itilip kakılarak almaktadır. İşyerindeki herkes binbir dolap çevirip para kazanırken o dürüstlükten ayrılmaz. Günün birinde işyerinin büyük miktarda parasını soygunculara kaptırır. Ancak saldırıya uğradığına ve masum olduğuna bir türlü inandıramaz. Çevresindeki herkes -ailesi bile- onun nihayet gözünün açıldığını ve parayı zimmete geçirdiğini düşünmektedir. Üstelik bu inançla itibarı birdenbire artmıştır Ali Rıza'nın.. Namussuz olarak bilinmek bir anda tüm ilgiyi onun üzerine toplamıştır. Yıllardır onu hakir görenler, alay edenler saygıda kusur etmez. Ancak Ali Rıza işin gerçeğini bir türlü kimseye açıklayamaz. Ve parayı çalmış gibi davranmaktan başka çare bulamaz. Nihayet filmin sonunda, kendisini namusluluğu yüzünden değersiz gören herkese (ailesi, iş arkadaşları, mahalle esnafı vs.) hakettiği cezayı kesip, lüks bir yolcu gemisiyle yurtdışına giderken, arkasından şu haykırışları duyarız:
- Alçak!
- Namussuz namuslu!
- Gözüne dizine dursun!
- Dolandırıcı! Hırsız! Hem de ırz düşmanı!
Evet! "Namussuz namuslu!"..
Dönem komedilerinin en iyisinden muhteşem bir replik!
O dönemde Türkiye planlı programlı -emperyalist- bir darbeyle (12 Eylül 1980) dünyaya açılırken (!), Turgut Özal'ın işini bilen memuru ne çabuk da toplumu kanser gibi sarıvermiş değil mi?!
Bunları artık bilmeyen, izlemeyen kalmadı.
Ancak işin bir diğer boyutunu da kaçırmamak lazım! O da; toplumsal bozulmanın, yozlaşmanın sadece memurlarla sınırlı kalmadığı gerçeğidir.
Hatta denilebilir ki, işini bilen memurlar, iş'in sırrını kendilerini "aydın"latanlardan almışlardı. Darbe öncesinin hızlı solcuları teker teker kalemlerini kiralarken halkın, düşünce önderlerini izlememesi söz konusu dahi olamazdı!
Bugün medyada pek değerli köşeleri tutan bu zat-ı muhteremler ne hikmetse, Cumhuriyet gazetesi'nin eski muhabirleri, yazarları hatta yöneticileriydi: Hasan Cemal, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Fuat Kozluklu, Şahin Alpay, Aydın Engin gibi..
Zaten bir toplumda bozulma ve kokuşmanın belirtileri ilk olarak o toplumun yöneticilerinde, daha genel bir tanımla "ileri gelenler"inde gözlenmez mi? Bu karşın hep halka vurulmaz mı gericilik damgası?!
20. yüzyılın başında ve sonunda yaşananlar bize öğretmiştir ki; Halk yaşanan olumsuzluklarda birincil derecede sorumlu değildir.
Aksine, olumsuzlukların sorumlusu halkı cahil, geri kalmış ve beceriksiz addeden -işbirlikçi- elitler, "aydınlar" ve yöneticilerdir. Halk kitleleri çoğu zaman durumun vehametini geç de olsa farketmiş ve kendisinden yana olanın yanında saf tutmuştur. Fakat olan olmuş, işbirlikçi çevreler iç ve dış ilişkileriyle memleketi batağa sürüklemiş, zevk-ü sefa içinde yaşamışlardır.
12 Eylül sonrası sürece yeniden dönecek olursak; ülkemizde genelde kadının bacak arasında aranan "namus"un gerçekte yitirildiği yer aydınların beynidir.
Cumhuriyet devriminden sonra yetişen idealist Atatürk kuşağını, ondan 50 yıl sonra esen Sosyalist ütopik havanın da etkisiyle oluşan toplumcu 68 Kuşağı'nı bir kenara koyarsak, Türkiye tarihinde aydın hep zenginden, (etkisi ve güdümü altında olduğu) Batı'dan yana olmuştur. Olaylara sürekli batının oryantalist gözlüğüyle bakmış, kendi kültürel köklerini reddedercesine halkına yabancılaşmıştır.
Dün,
"Düveli Muazzama ile eski dostluğumuzu devam ettirseydik, değil İzmir'den hiçbir taraftan mahrum kalmayacaktık. İtilaf devletlerinin itibarını mütarekeden beri cidden kazansaydık, artık bu topraklarda ittihatçı olmadığını ispat edebilseydik, daha uygun sulh şartları elde edecektik." (Peyam-ı Sabah, 19 Şubat 1920)
diyen Ali Kemal ile bugün
“Küreselleşme çağında Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” diyen Cüneyt Ülsever arasında hiç bir zihniyet farkı yoktur.
Bundan yüz yıl önce de basın mütareke basını, aydınlar köle ruhlu idi, bugünde öyle.. Bu elemanlara göre Türkler cahildi.. Türkler barbar ve Türkler haksızdı! Fakat Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, AB ve ABD hep haklıydı.. Ama hep! (Nihat Genç'in kulakları çınlasın!)
Bu işbirlikçi kafaların ne kadar hasta olduğunu açıkça gösteren bir anektod aktaracağım şimdi.
Hrant Dink cinayeti'nin işlendiği akşamdı. Bütün Türkiye olayın şokunu yaşıyor, en azılı Türkçüler bile cinayetten rahatsızlıklarını dile getiriyordu.
Öyle ya, içlerinde gerçekten "Ölü bir Hrant" imgesi olanlar dahi, bunun Türkiye'nin mevcut durumunu zorlaştıracağını, -AB bürokrasisi ağzıyla söyleyelim- elini zayıflatacağını biliyorlardı. Dolayısıyla hiç kimse bu cinayeti bir yere oturtamıyor, nedenini kavrayamıyordu.
Oysa ki, ellerinde henüz hiç bir somut bir bilgi olmayan 2. Cumhuriyetçi tayfanın kafasında bir fail belirmişti hemen: Ulusalcılar!
Yayına akşam saatlerinde bağlanan NTV muhabiri, aldığı bilgilere göre (!) katil zanlısı Ogün Samast'ın ulusalcılarla olan bağlantısını izleyicilere aktarıyordu. Henüz bu acil yorumun şaşkınlığı geçmeden, yayına bağlanıveren sürüyle 2. Cumhuriyetçi kalem erbabı başlamasınlar mı saydırmaya: "Zaten bu Ulusalcılar da.."
Cinayet nedeniyle oluşan yoğun tepkiden istifade etmekte zaman kaybetmemiş, suçu hemen Cumhuriyet değerlerini savunanlara[2] yıkıvermişlerdi.
Bu yaklaşıma ciddi bir tepkinin geldiğini de hatırlamıyorum. Derken olay bir süre daha işlendi ve kapandı...
Cumhurbaşkanlığı seçimiydi, milletvekili genel seçimleriydi derken Hrant Dink dosyası uzunca bir zaman gündeme gelmedi.
Ne zaman ki, ABD'de sözde Ermeni Soykırımı tasarısı gündeme geldi, ne zaman ki anayasa değişikliği ve sınır ötesi operasyon konuşulmaya başlandı, "Hrant temcit pilavı" yeniden ısıtıldı:
"Dink hadisesinde birinci mühim Kemalist sembol" (Perihan Mağden/Radikal)
Mağden der ki;
"Amma velâkin: 2 Mühim Sembol'e Sataşarak / 2 Kemalist Tabu'nun Sınırlarını İhlal Ederek çizmeyi tamamen aşmıştı. Derin Kemalist İdeoloji'nin çizmesi! Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında en aşılmaması, tek aşılmaması gereken çizme! Çizmeler Çizmesi.
... Zira Dink'in, Derin Tugaylar'ın (Kemalist İdeoloji'nin ennn derin koruyucuları -zira kendilerini öyle telakki ediyorlar- kast ediliyor) öfkesini bu denli üstüne çekmesine neden olduğunu tahmin ettiğimiz 2 Sembol Sataşması'ndan biri, yalnızca bir cümleye indirgenmiştir. Kemalizm tabu inşaatını başkalarının üstünde/hayatında tahakküm aracı ve hatta tankı haline getirme ihtimali yok."
Mağden'in yorumu her şey bir yana, öncelikle aydın namussuzluğudur!
Tıpkı gazetesinin diğer yöneticileri ve yazarları gibi, o da Kemalizm'i bir tür faşizm, modern çağ baskıcı ideolojilerin Türkiye versiyonu gibi konumlandırmaktadır. (Bu ekolün önde gelen temsilcileri Murat Belge ve -iletişim- tayfasıdır.)
Elbette düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde herkes her düşünceyi eleştirmekte, kendi dünya görüşü çerçevesinde bir yere oturtmakta özgürdür. Gerçekle hiçbir ilişkisi olmasa bile, Kemalizm'i Jakobenlikle, otoriter ve baskıcı bir siyaset izlemiş olmakla eleştirebilirler.
O zaman bu, üzerinde tartışılabilecek, öyle olup olmadığı zamanla anlaşılacak bir tartışmanın konusu olurdu.
Ne yazık ki Perihan Mağden, Kemalistleri bir katille özdeşleştirerek ancak kendisinden beklenebilecek bir seviyesizlik göstermiş, çapsız, yeteneksiz ve "Türkçe bilmez" bir yazar olması dolayısıyla üç paralık olan itibarını iyice sıfırlamıştır.
Nasıl hiç kimse Sosyalist geçinip Soros doları yiyen Baskın Oran yüzünden Sosyalizm'e saydırmıyorsa, Kemalist ideoloji ile hiç bir bağlantısı olmayan bir katil yüzünden Kemalizm ve milyonlarca Kemalist zan altında bırakılamaz!
Yazıda bahsi geçen tabu Kemalistleri umurunda olmadığı gibi, "enn derin koruyucu" diye anılan çetelerle de Kemalistlerin uzaktan yakından ilgili yoktur.
"Namuslu" adlı filmden bahsederek açmıştım yazıyı, sonunu oradan bir diyalog devşirerek kapatayım:
Günümüzde ulusal çıkar, vatan, bağımsızlık, Mustaf Kemal, onurlu dış politika deyince üzerimize çullanmıyorlar mı filmdeki gibi:
- Statükocu!
- Namussuz namuslu!
- Faşist!
- Servet düşmanı! İlkel! Hem de AB düşmanı!
Kervan geri dönünce topal eşek öne geçermiş!
Bu günler de geçecektir...
Demir Büyüközkan - Kemalist Politika
Ertem Eğilmez'in yönetip, başrolünde Şener Şen'in oynadığı "Namuslu"[1] (1984) adlı filmi hatırlayanlarınız vardır.
Kısaca özetlemek gerekirse;
Ali Rıza Bey (Şener Şen), bir işyerinde veznedar olarak çalışan, kendi halinde, az gelirli ama namuslu bir vatandaştır.
Namuslu ve dürüst olmanın karşılığını hor görülerek, itilip kakılarak almaktadır. İşyerindeki herkes binbir dolap çevirip para kazanırken o dürüstlükten ayrılmaz. Günün birinde işyerinin büyük miktarda parasını soygunculara kaptırır. Ancak saldırıya uğradığına ve masum olduğuna bir türlü inandıramaz. Çevresindeki herkes -ailesi bile- onun nihayet gözünün açıldığını ve parayı zimmete geçirdiğini düşünmektedir. Üstelik bu inançla itibarı birdenbire artmıştır Ali Rıza'nın.. Namussuz olarak bilinmek bir anda tüm ilgiyi onun üzerine toplamıştır. Yıllardır onu hakir görenler, alay edenler saygıda kusur etmez. Ancak Ali Rıza işin gerçeğini bir türlü kimseye açıklayamaz. Ve parayı çalmış gibi davranmaktan başka çare bulamaz. Nihayet filmin sonunda, kendisini namusluluğu yüzünden değersiz gören herkese (ailesi, iş arkadaşları, mahalle esnafı vs.) hakettiği cezayı kesip, lüks bir yolcu gemisiyle yurtdışına giderken, arkasından şu haykırışları duyarız:
- Alçak!
- Namussuz namuslu!
- Gözüne dizine dursun!
- Dolandırıcı! Hırsız! Hem de ırz düşmanı!
Evet! "Namussuz namuslu!"..
Dönem komedilerinin en iyisinden muhteşem bir replik!
O dönemde Türkiye planlı programlı -emperyalist- bir darbeyle (12 Eylül 1980) dünyaya açılırken (!), Turgut Özal'ın işini bilen memuru ne çabuk da toplumu kanser gibi sarıvermiş değil mi?!
Bunları artık bilmeyen, izlemeyen kalmadı.
Ancak işin bir diğer boyutunu da kaçırmamak lazım! O da; toplumsal bozulmanın, yozlaşmanın sadece memurlarla sınırlı kalmadığı gerçeğidir.
Hatta denilebilir ki, işini bilen memurlar, iş'in sırrını kendilerini "aydın"latanlardan almışlardı. Darbe öncesinin hızlı solcuları teker teker kalemlerini kiralarken halkın, düşünce önderlerini izlememesi söz konusu dahi olamazdı!
Bugün medyada pek değerli köşeleri tutan bu zat-ı muhteremler ne hikmetse, Cumhuriyet gazetesi'nin eski muhabirleri, yazarları hatta yöneticileriydi: Hasan Cemal, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Fuat Kozluklu, Şahin Alpay, Aydın Engin gibi..
Zaten bir toplumda bozulma ve kokuşmanın belirtileri ilk olarak o toplumun yöneticilerinde, daha genel bir tanımla "ileri gelenler"inde gözlenmez mi? Bu karşın hep halka vurulmaz mı gericilik damgası?!
20. yüzyılın başında ve sonunda yaşananlar bize öğretmiştir ki; Halk yaşanan olumsuzluklarda birincil derecede sorumlu değildir.
Aksine, olumsuzlukların sorumlusu halkı cahil, geri kalmış ve beceriksiz addeden -işbirlikçi- elitler, "aydınlar" ve yöneticilerdir. Halk kitleleri çoğu zaman durumun vehametini geç de olsa farketmiş ve kendisinden yana olanın yanında saf tutmuştur. Fakat olan olmuş, işbirlikçi çevreler iç ve dış ilişkileriyle memleketi batağa sürüklemiş, zevk-ü sefa içinde yaşamışlardır.
12 Eylül sonrası sürece yeniden dönecek olursak; ülkemizde genelde kadının bacak arasında aranan "namus"un gerçekte yitirildiği yer aydınların beynidir.
Cumhuriyet devriminden sonra yetişen idealist Atatürk kuşağını, ondan 50 yıl sonra esen Sosyalist ütopik havanın da etkisiyle oluşan toplumcu 68 Kuşağı'nı bir kenara koyarsak, Türkiye tarihinde aydın hep zenginden, (etkisi ve güdümü altında olduğu) Batı'dan yana olmuştur. Olaylara sürekli batının oryantalist gözlüğüyle bakmış, kendi kültürel köklerini reddedercesine halkına yabancılaşmıştır.
Dün,
"Düveli Muazzama ile eski dostluğumuzu devam ettirseydik, değil İzmir'den hiçbir taraftan mahrum kalmayacaktık. İtilaf devletlerinin itibarını mütarekeden beri cidden kazansaydık, artık bu topraklarda ittihatçı olmadığını ispat edebilseydik, daha uygun sulh şartları elde edecektik." (Peyam-ı Sabah, 19 Şubat 1920)
diyen Ali Kemal ile bugün
“Küreselleşme çağında Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” diyen Cüneyt Ülsever arasında hiç bir zihniyet farkı yoktur.
Bundan yüz yıl önce de basın mütareke basını, aydınlar köle ruhlu idi, bugünde öyle.. Bu elemanlara göre Türkler cahildi.. Türkler barbar ve Türkler haksızdı! Fakat Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, AB ve ABD hep haklıydı.. Ama hep! (Nihat Genç'in kulakları çınlasın!)
Bu işbirlikçi kafaların ne kadar hasta olduğunu açıkça gösteren bir anektod aktaracağım şimdi.
Hrant Dink cinayeti'nin işlendiği akşamdı. Bütün Türkiye olayın şokunu yaşıyor, en azılı Türkçüler bile cinayetten rahatsızlıklarını dile getiriyordu.
Öyle ya, içlerinde gerçekten "Ölü bir Hrant" imgesi olanlar dahi, bunun Türkiye'nin mevcut durumunu zorlaştıracağını, -AB bürokrasisi ağzıyla söyleyelim- elini zayıflatacağını biliyorlardı. Dolayısıyla hiç kimse bu cinayeti bir yere oturtamıyor, nedenini kavrayamıyordu.
Oysa ki, ellerinde henüz hiç bir somut bir bilgi olmayan 2. Cumhuriyetçi tayfanın kafasında bir fail belirmişti hemen: Ulusalcılar!
Yayına akşam saatlerinde bağlanan NTV muhabiri, aldığı bilgilere göre (!) katil zanlısı Ogün Samast'ın ulusalcılarla olan bağlantısını izleyicilere aktarıyordu. Henüz bu acil yorumun şaşkınlığı geçmeden, yayına bağlanıveren sürüyle 2. Cumhuriyetçi kalem erbabı başlamasınlar mı saydırmaya: "Zaten bu Ulusalcılar da.."
Cinayet nedeniyle oluşan yoğun tepkiden istifade etmekte zaman kaybetmemiş, suçu hemen Cumhuriyet değerlerini savunanlara[2] yıkıvermişlerdi.
Bu yaklaşıma ciddi bir tepkinin geldiğini de hatırlamıyorum. Derken olay bir süre daha işlendi ve kapandı...
Cumhurbaşkanlığı seçimiydi, milletvekili genel seçimleriydi derken Hrant Dink dosyası uzunca bir zaman gündeme gelmedi.
Ne zaman ki, ABD'de sözde Ermeni Soykırımı tasarısı gündeme geldi, ne zaman ki anayasa değişikliği ve sınır ötesi operasyon konuşulmaya başlandı, "Hrant temcit pilavı" yeniden ısıtıldı:
"Dink hadisesinde birinci mühim Kemalist sembol" (Perihan Mağden/Radikal)
Mağden der ki;
"Amma velâkin: 2 Mühim Sembol'e Sataşarak / 2 Kemalist Tabu'nun Sınırlarını İhlal Ederek çizmeyi tamamen aşmıştı. Derin Kemalist İdeoloji'nin çizmesi! Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında en aşılmaması, tek aşılmaması gereken çizme! Çizmeler Çizmesi.
... Zira Dink'in, Derin Tugaylar'ın (Kemalist İdeoloji'nin ennn derin koruyucuları -zira kendilerini öyle telakki ediyorlar- kast ediliyor) öfkesini bu denli üstüne çekmesine neden olduğunu tahmin ettiğimiz 2 Sembol Sataşması'ndan biri, yalnızca bir cümleye indirgenmiştir. Kemalizm tabu inşaatını başkalarının üstünde/hayatında tahakküm aracı ve hatta tankı haline getirme ihtimali yok."
Mağden'in yorumu her şey bir yana, öncelikle aydın namussuzluğudur!
Tıpkı gazetesinin diğer yöneticileri ve yazarları gibi, o da Kemalizm'i bir tür faşizm, modern çağ baskıcı ideolojilerin Türkiye versiyonu gibi konumlandırmaktadır. (Bu ekolün önde gelen temsilcileri Murat Belge ve -iletişim- tayfasıdır.)
Elbette düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde herkes her düşünceyi eleştirmekte, kendi dünya görüşü çerçevesinde bir yere oturtmakta özgürdür. Gerçekle hiçbir ilişkisi olmasa bile, Kemalizm'i Jakobenlikle, otoriter ve baskıcı bir siyaset izlemiş olmakla eleştirebilirler.
O zaman bu, üzerinde tartışılabilecek, öyle olup olmadığı zamanla anlaşılacak bir tartışmanın konusu olurdu.
Ne yazık ki Perihan Mağden, Kemalistleri bir katille özdeşleştirerek ancak kendisinden beklenebilecek bir seviyesizlik göstermiş, çapsız, yeteneksiz ve "Türkçe bilmez" bir yazar olması dolayısıyla üç paralık olan itibarını iyice sıfırlamıştır.
Nasıl hiç kimse Sosyalist geçinip Soros doları yiyen Baskın Oran yüzünden Sosyalizm'e saydırmıyorsa, Kemalist ideoloji ile hiç bir bağlantısı olmayan bir katil yüzünden Kemalizm ve milyonlarca Kemalist zan altında bırakılamaz!
Yazıda bahsi geçen tabu Kemalistleri umurunda olmadığı gibi, "enn derin koruyucu" diye anılan çetelerle de Kemalistlerin uzaktan yakından ilgili yoktur.
"Namuslu" adlı filmden bahsederek açmıştım yazıyı, sonunu oradan bir diyalog devşirerek kapatayım:
Günümüzde ulusal çıkar, vatan, bağımsızlık, Mustaf Kemal, onurlu dış politika deyince üzerimize çullanmıyorlar mı filmdeki gibi:
- Statükocu!
- Namussuz namuslu!
- Faşist!
- Servet düşmanı! İlkel! Hem de AB düşmanı!
Kervan geri dönünce topal eşek öne geçermiş!
Bu günler de geçecektir...