Yaptığımız İbadetlerden Neden Zevk Alamıyoruz?

snıper

New member
Katılım
17 Ocak 2006
Mesajlar
2,345
Reaction score
0
Puanları
0
Öncelikle bilinmesi gereken; insanın yaratılış gayesi olan ibâdeti zevk almak için değil sadece Allah (cc) rızası için yapmalıdır. İbâdetten zevk alınmaması ibâdetin terki için geçerli bir sebep olamaz. İbâdet lezzetine engel olan manevi hastalıklar ve ilaçlarından bir kaçını şöyle sıralayabiliriz.

GÜNAHLAR İMAN ZAYIFLIĞINA SEBEP OLDUĞU GİBİ İBÂDETTEN LEZZET ALMAYA DA ENGEL OLUR


“Mü’minin işlediği her günah kalbinde siyah bir nokta meydana getirir. Tevbe edip kötülükten sıyrılarak af dileyince, o siyah nokta kalbinden silinir. Eğer günaha günah eklerse siyah noktalar çoğalıp kalbini kaplar.” (Buhari)

Nasıl ki hasta bir insan yediği ve içtiği şeylerden tam lezzet alamaz. Ve lezzet alamaması ona sıkıntı verir. Hastalığını tedavi edecek doktor ve ilaca ihtiyaç duyar.

Bunun gibi günahların tekrar tekrar işlenmesiyle de imanın merkezi olan kalpte siyah noktalar oluşur. Bu durumda imanı zayıfladığı için insan yaptığı ibâdetlerden tam zevk alamaz

Bu halin tedavisi ise pişmanlık duyarak sürekli tevbe ve istiğfar getirmektir. Tevbe; işlenen günahı terk etmek ve bir daha o günaha dönmemektir. Pişmanlık ise; hem o günahı terk etmek, hem de bir daha o günaha dönmemeye bir niyettir.
“Gerçek tevbe günahı işlediğin anda pişmanlık duyman, Allah’dan (cc) affını dilemen sonra da o günahı bir daha hiç işlememendir.” (İbni Ebi Hatim)

DÜNYA İŞLERİYLE ÇOK MEŞGUL OLMAK İBÂDETTEN LEZZET ALMAYA ENGELDİR


“Dünyanın bolluğu sizi Allah’a (cc) ibâdetten meşgul etmiştir. Âdemoğlu durmadan “malım malım” diye tepiniyor. Ey âdemoğlu! Acaba senin malından senin yiyip bitirdiğin, giyip eskittiğin veya sadaka verip ebediyen defterine yazdırdığın başka bir şey var mı?”
(Müslim)


Zamanının çoğunu dünya işlerine yoğunlaşarak geçiren bir insan yaptığı ibâdete gerektiği şekilde kendini veremez. Çünkü akıl, kalp ve beden dünya işleriyle meşgul olmağa alışır. İbâdete ayırdığı o kısacık vakitte de ruhu arzu ettiği zevki alamaz.

Hâlbuki insana verilen ömür, dünyanın geçici rahatını temin etmek için değil, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanıp cennete girmek içindir.

HARAM VE ŞÜPHELİ ŞEYLER YEMEK İBÂDETİN MAKBULİYETİNE ENGEL OLUR


Bir Müslüman yediği gıdaların maddi temizliğine dikkat ettiği gibi manevi temizliğine de dikkat etmelidir. Manevi temizlik haram ve şüpheli şeylerden kaçınmakla olur. Çünkü bunlar insanın yaptığı ibâdetin makbuliyetine ve zevk almasına büyük bir engeldir. “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanlardan helal ve temiz olanlarını yiyin” (Bakara 168) âyeti Resûlullah’ın (asm) yanında okununca Sa’d bin Ebi Vakkas ayağa kalktı ve: “Ya ResulAllah Allah’a (cc) beni duası makbul kimse yapması için dua et” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (asm): “Ya Sa’d! Helal ye duan makbul olur. Muhammed’i kudret ve iradesiyle yaşatan Allah’a(cc) yemin ederim ki, midesine haram bir lokma indiren kulun kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez. Bünyesi haramla beslenen bir kula en layık olan şey cehennemdir.” buyurdu. (Taberani)

“Helal açıktır. Haram da açıktır, aralarında şüpheli şeyler vardır. Şüpheliyi bırakan elbet haramı bırakır, şüpheliye cesaret eden harama yaklaşmış olur. Haramlar, günahlar Allah’ın (cc) korusu, yasak yeridir. Burada yani yasak bölge yakınında koyun güden çoban yasağa yaklaşmış olur ki, içine girmesi muhtemeldir.” (Buhari)

Şüpheli gıdalar haram ya da helal olduğu belli olmayanlardır. Kırk gün şüpheli şeylerden yiyen kimsenin kalbi kararır. İbâdetteki lezzeti hissedemez.

Yahya bin Muazz el Razi (ra) der ki: “İbâdet Cenâb-ı Hakkın hazinesinde gömülü, değerli bir kilitle kilitli mücevherdir. Bu hazinenin anahtarı duadır. Dişleri helal lokmadır. Dişleri olmayan bir anahtar nasıl kapıyı açamıyorsa hazinenin içindeki mücevhere (ibâdetin sevabına) ermek ve hazineyi açmak için helal lokma anahtarı lazımdır.”

Her Müslümanın yediğinin ve içtiğinin helal olduğuna dikkat etmesi farzdır. Buna dikkat ettiği sürece ruhu haramlardan temizlenir ve ibâdetteki lezzeti hisseder.

İNSANIN KENDİSİYLE BERABER YARATILAN HER ŞEYİN İBÂDET ETTİĞİNİ DÜŞÜNMEMESİ İBÂDET LEZZETİNİ NOKSANLAŞTIRIR


Meleklerin, cinlerin, insanların, hayvan ve bitkilerin kendi lisan ve kabiliyetlerine göre yaptıkları büyük bir ibâdet kâinattan toplu olarak Allah’a (cc) gider. Fakat insan bu büyük ibâdeti kendi ibâdeti esnasında aklına getirmez. Böylece ibâdetten aldığı lezzet noksanlaşır.

Mesela bir Müslümanın farklı dilden, ırktan, memleketten olan diğer bütün Müslümanlarla aynı Rabbe, aynı kıbleye yönelmesini ve aynı hareketleri yapmasını düşünmek gönüllede kuvvetli bir bağ oluşturur. Bu kuvvetli bağı hissederek ibâdet edilmelidir ki lezzet alınsın.

Melekler de insanların her ibâdetinde onlarla birliktedirler. Bunu şu hadis-i şeriften anlıyoruz: “Namaz kılanlarla birlikte ‘Fatiha suresinin’ bitiminde ‘âmin’ demekle, her gün sabah ve ikindi namazlarında mü’minlerle birlikte olmakla, Kur’ân okurken yeryüzüne inmekle, sokakları ve yolları dolaşıp zikir, Kur’ân ve ilim meclislerini arayıp bulmakla, mü’minlere özellikle bilgin olan mü’minlere rahmet okumakla, sadece Allah’a (cc) hamd ve secde etmekle görevli melekler vardır.” (Buhari, Müslim, Tirmizi) buyrulmaktadır.

Hayvanlar ve bitkiler ise adeta insanların namaz kılmasına iştirak ederler. Mesela ağaçların dik durması namazdaki kıyam gibidir. Dört ayaklı hayvanların durumu rüku’a benzer. Sürüngen hayvanlar ise sanki secde vaziyetindedirler. Ayrıca her hayvan ve bitkinin kendine has zikir ve tesbihleri vardır.

İnsan ibâdet esnasında kâinatın da kendisiyle beraber ibâdet ettiğini düşündüğünde ibâdetteki harika lezzeti fevkalade hissedecektir.

Hususen namazların cemaatle kılınması, Ramazan ayında Kur’ân’ın birlikte hatmedilmesi, ilim meclislerinin oluşturulması insanda yaratılan her şeyin kendisiyle beraber ibâdet ettiğini hatırlatır.

“İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Dört kişi üç kişiden hayırlıdır. Cemaat olunuz! Muhakkak ki Allah’ın yardım eli cemaatle beraberdir.” (Kenzu’l-Ummal)

İBÂDETİN KIYMETİNİ BİLMEMEK İBÂDETTEN ZEVK ALMAYA ENGELDİR


İnsan ibâdetin kıymetini, neden ve nasıl yapılması gerektiğini bilmediğinde ibâdetten hakkıyla lezzet alamaz. İmam-ı Şafii hazretleri: “İlmiyle Allah’a (cc) itaat eden, ibâdetinin manevi zevkine erer.” buyurmuştur. Demek ibâdetten feyiz ve lezzet almak için ilim esastır.
 
Geri
Üst