atn42
New member
Ümit Zileli
10 Eylül 2009
Cehalet çok kötü bir şeydir…
Ama çözümü vardır; öncelikle cahil olduğunu kabul edersin, sonra bu durumu giderecek yollara başvurursun, okursun, öğrenirsin, bilgilenirsin ve gerçekten utanç verici bu eksiklikten kurtulursun…
Kötü niyet ve yalancılığın ise tedavisi yoktur!.. Çünkü bunlar bir eksiklik değil, sonradan ve de bilinçli olarak edinilmiş kişilik özellikleridir!.. Kendi küçük dünyanda yuvarlanıp gittiğin sürece bu özelliklerin yalnızca sana ve çevrene zarar verir. Tabii yine de pek çok can yakarsın, erişebildiğin ölçüde, tesir edebildiğin oranda insanın hayatında tatsız izler bırakırsın… Çekip gittiğinde ise ardından bela okunur, ‘makbul adam değildi’ denir, ama o kadar…
Ancak toplumun hiç olmazsa bir kesimini şöyle ya da böyle etkileyebilecek konumdaysan, söylediklerinle, yazdıklarınla bir kişinin bile aklını karıştırmayı, ‘acaba’ dedirtmeyi sağlayabiliyorsan, yalancılığın ve kötü niyetin boyut değiştirir… İnsanlara, giderek insanlığa zarar veren o korkunç konuma ulaşırsın… Bilerek, ‘faydacı yaklaşımla’ yapılan, insanların, toplumların düşüncelerini ‘iğfal etmeye’ yönelik bu eylemlerin seni götüreceği son aşama da bellidir:
- Saf kötülük!..
***
Star gazetesinin başyazarı, Prof. sıfatlı Mehmet Altan, geçenlerde “30 Ağustos ve İngiltere” başlıklı bir yazı yazdı…
Yazısına 30 Ağustos’un önemini anlatarak başlayan Altan, Osmanlı’nın parçalanmasından Cumhuriyet’in kuruluşuna, Paris Barış Konferansı’ndan Lozan Antlaşması’na kadar dünyanın patronunun İngiltere olduğunu özellikle vurguluyor ki çok doğru bir tespit. Peki ya sonra?.
- Sonrası bir felaket!..
Mehmet Altan, İngiltere’nin Kurtuluş Savaşı boyunca oynadığı rolden söz ederken İdris Küçükömer’in, David Fromkin’in, Ömer Kürkçüoğlu’nun kitaplarından iz sürdüğünü söylüyor. Keşke, Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” eserine, hatta Kâzım Karabekir’in anılarına, okumaktan çok sıkılıyorsa Nâzım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı”na bir göz atsaydı. Şiir uzun geliyorsa Nuri Kurtcebe’nin nefis çizgileriyle resimlendirdiği hali de mevcuttu… Türklere güvenmiyorsa, aşırı Yunan hayranlığı ile bilinen Lord Kinross’un “Atatürk-Bir Milletin Yeniden Doğuşu” ya da 1930’larda Türkiye’ye girişi bile yasaklanan Armstrong’un “Bozkurt” kitabına da göz atabilirdi…
Mehmet Altan yazısında özetle İngiltere’nin Kurtuluş Savaşı sürecinde nasıl tarafsız olduğunu, Lord Curzon ve İngiliz askeri çevrelerinin nasıl “Kemalist”lerden yana olduklarını bir güzel anlattıktan sonra şöyle bir cümleye yer veriyor:
- İngiltere ne Yunanlılara, ne de Türklere silah vermektedir!
Şaşırdınız mı? Hiç şaşırmayın, “sömürge olmanın erdemleri üzerine” kalem sallayan bir silahşordan her türlü ilginç fikir çıkar!.. Nitekim yazının sonlarında, İdris Küçükömer’in artık cılkı çıkmış tezine sarılarak şöyle diyor:
- Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz, düvel-i muazzama(ya) karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır…
Maalesef yerim bitti! Sevgili Balbay’a mektubumu bin tane Altan’a değişmeyeceğim için Mehmet Altan’ın fantezilerine önümüzdeki hafta tek tek yanıt vereceğim. Bunu hak ediyor..
- Çünkü, yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar!..
Bir Yurtsevere Mektup (XXV)
Sevgili kardeşim Balbay, mektubunu aldım… 9 Ağustos’ta Avrasya Televizyonu’nda Ataol Behramoğlu ve Haluk Özkan’la yaptığımız ve doğum gününü kutladığımız programı izlediğini söyleyip şöyle diyorsun: “Ne izlemesi, yaşadım… Sizi izledikçe bir yaşıma daha girdim!..” Ah, sevgili kardeşim, sana yapılan haksızlıkları gördükçe, etrafımızda yaşanan kepazelikleri izledikçe ben her gün bir yaşıma daha giriyorum!..
Orada olsan da olup bitenleri dikkatle izlediğini anlatıyor ve o ünlü özdeyişi anımsatıyorsun: “Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelir ise!..” Ve aynen işaret ettiğin gibi günler geçiyor, bitiyor ve bitecek olan bizler değiliz günler!.. Mektubunun sonunda dediğin gibi; özgür günlerde buluşmak, kucaklaşmak, konuşmak, konuşmak, konuşmak dileğiyle, seni ve yurtseverleri dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca gücü, sıcaklığı ve direnciyle kucaklıyorum.
kaynak
10 Eylül 2009
Cehalet çok kötü bir şeydir…
Ama çözümü vardır; öncelikle cahil olduğunu kabul edersin, sonra bu durumu giderecek yollara başvurursun, okursun, öğrenirsin, bilgilenirsin ve gerçekten utanç verici bu eksiklikten kurtulursun…
Kötü niyet ve yalancılığın ise tedavisi yoktur!.. Çünkü bunlar bir eksiklik değil, sonradan ve de bilinçli olarak edinilmiş kişilik özellikleridir!.. Kendi küçük dünyanda yuvarlanıp gittiğin sürece bu özelliklerin yalnızca sana ve çevrene zarar verir. Tabii yine de pek çok can yakarsın, erişebildiğin ölçüde, tesir edebildiğin oranda insanın hayatında tatsız izler bırakırsın… Çekip gittiğinde ise ardından bela okunur, ‘makbul adam değildi’ denir, ama o kadar…
Ancak toplumun hiç olmazsa bir kesimini şöyle ya da böyle etkileyebilecek konumdaysan, söylediklerinle, yazdıklarınla bir kişinin bile aklını karıştırmayı, ‘acaba’ dedirtmeyi sağlayabiliyorsan, yalancılığın ve kötü niyetin boyut değiştirir… İnsanlara, giderek insanlığa zarar veren o korkunç konuma ulaşırsın… Bilerek, ‘faydacı yaklaşımla’ yapılan, insanların, toplumların düşüncelerini ‘iğfal etmeye’ yönelik bu eylemlerin seni götüreceği son aşama da bellidir:
- Saf kötülük!..
***
Star gazetesinin başyazarı, Prof. sıfatlı Mehmet Altan, geçenlerde “30 Ağustos ve İngiltere” başlıklı bir yazı yazdı…
Yazısına 30 Ağustos’un önemini anlatarak başlayan Altan, Osmanlı’nın parçalanmasından Cumhuriyet’in kuruluşuna, Paris Barış Konferansı’ndan Lozan Antlaşması’na kadar dünyanın patronunun İngiltere olduğunu özellikle vurguluyor ki çok doğru bir tespit. Peki ya sonra?.
- Sonrası bir felaket!..
Mehmet Altan, İngiltere’nin Kurtuluş Savaşı boyunca oynadığı rolden söz ederken İdris Küçükömer’in, David Fromkin’in, Ömer Kürkçüoğlu’nun kitaplarından iz sürdüğünü söylüyor. Keşke, Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” eserine, hatta Kâzım Karabekir’in anılarına, okumaktan çok sıkılıyorsa Nâzım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı”na bir göz atsaydı. Şiir uzun geliyorsa Nuri Kurtcebe’nin nefis çizgileriyle resimlendirdiği hali de mevcuttu… Türklere güvenmiyorsa, aşırı Yunan hayranlığı ile bilinen Lord Kinross’un “Atatürk-Bir Milletin Yeniden Doğuşu” ya da 1930’larda Türkiye’ye girişi bile yasaklanan Armstrong’un “Bozkurt” kitabına da göz atabilirdi…
Mehmet Altan yazısında özetle İngiltere’nin Kurtuluş Savaşı sürecinde nasıl tarafsız olduğunu, Lord Curzon ve İngiliz askeri çevrelerinin nasıl “Kemalist”lerden yana olduklarını bir güzel anlattıktan sonra şöyle bir cümleye yer veriyor:
- İngiltere ne Yunanlılara, ne de Türklere silah vermektedir!
Şaşırdınız mı? Hiç şaşırmayın, “sömürge olmanın erdemleri üzerine” kalem sallayan bir silahşordan her türlü ilginç fikir çıkar!.. Nitekim yazının sonlarında, İdris Küçükömer’in artık cılkı çıkmış tezine sarılarak şöyle diyor:
- Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz, düvel-i muazzama(ya) karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır…
Maalesef yerim bitti! Sevgili Balbay’a mektubumu bin tane Altan’a değişmeyeceğim için Mehmet Altan’ın fantezilerine önümüzdeki hafta tek tek yanıt vereceğim. Bunu hak ediyor..
- Çünkü, yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar!..
Bir Yurtsevere Mektup (XXV)
Sevgili kardeşim Balbay, mektubunu aldım… 9 Ağustos’ta Avrasya Televizyonu’nda Ataol Behramoğlu ve Haluk Özkan’la yaptığımız ve doğum gününü kutladığımız programı izlediğini söyleyip şöyle diyorsun: “Ne izlemesi, yaşadım… Sizi izledikçe bir yaşıma daha girdim!..” Ah, sevgili kardeşim, sana yapılan haksızlıkları gördükçe, etrafımızda yaşanan kepazelikleri izledikçe ben her gün bir yaşıma daha giriyorum!..
Orada olsan da olup bitenleri dikkatle izlediğini anlatıyor ve o ünlü özdeyişi anımsatıyorsun: “Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelir ise!..” Ve aynen işaret ettiğin gibi günler geçiyor, bitiyor ve bitecek olan bizler değiliz günler!.. Mektubunun sonunda dediğin gibi; özgür günlerde buluşmak, kucaklaşmak, konuşmak, konuşmak, konuşmak dileğiyle, seni ve yurtseverleri dışarıdaki milyonlar adına bir yurtseverin olanca gücü, sıcaklığı ve direnciyle kucaklıyorum.
kaynak